Hüseyin Aykol 2

Museum of Historical Justice and Memory

 

Transcript
Toggle Index/Transcript View Switch.
Index
Search this Index
X
00:00:00 - 12 Eylül Günü ve Hemen Sonrasında Alınan Önlemler / Devam Eden Faaliyetler

Play segment

Partial Transcript: Pek çok siyaset gibi, biz de yani, o zaman Türkiye Komünist Partisi Birlik üyesiyim, darbeyi bekliyorduk. Ama gene biraz önce devrime yaklaşımımız gibi, yani tamam onlar darbe yapabilir ama biz de onları deviririz, hiç sorun değil, çünkü ayaklanma, silahlı ayaklanma başladı mı halk da katılacak bize, işte bizim kadroların arkadaşları da katılacak, hem polislerden, hem şeylerden, askerlerden, bu anlamda, böyle darbenin olacağını bekliyorduk. Sadece, ha şu gün olur, diye bir şeyimiz o kadar da yoktu. Ama bir, yani darbenin gelmekte olduğunu bütün örgütler hemen hemen, şey oldu, yani biliyordu, ona göre yazıyorlardı, işte hazırlıklı olmak lazım, şöyle yapmak lazım, böyle yapmak lazım diye. Bu anlamda ben, işte, bir öğrenci arkadaşın evinde misafir olarak kalıyorum. Sabahleyin işte radyodan dinledik, kötü bir siyah beyaz televizyonumuz vardı. Sonra açtık oradan işte, bildiri dinledik, sokağa çıkma yasağı var. Yani o, yakında fırından ekmek almaya gittik mi gitmedik mi tam bilmiyorum. Belki de makarna yapmışızdır o gün, sadece. Zaten o gün öğleden sonra başladı, yani bir, bir şu kadar saatte çıkabilirsiniz diye, ertesi gün mü ne. Ondan sonra biz, darbeye karşı, darbe sonrasında ne yapacağımıza dair bütün geniş insanlar gibi, evdeki kitaplar, bildiriler, afişlerin yok edilme süreci başladı. Bizim evde benim için önemli kitaplar vardı, onları ben sobada yaktırmadım tabi, misafir kaldığım evde. Onları başka bir, işte benim daha sonra kalabileceğim, işte örgüt evine götürmek üzere paketledim. Yola çıktım. Yolda bir asker beni durdurdu. Paketlerin içine baktı. Kitaplar var, eyvah, hemen beni karakola götürdüler. İşte o gün bayağı dayak yedim ama ertesi gün beni bıraktılar yani, kitapları el koydular. O zaman işte arkadaşlardan birinin babası vali yardımcısıydı, o falan araya girdi, yani yok, sadece bir kitap, bunun örgütle falan ilişkisi yok, biz, ben kefil oluyorum gibi, şeklinde, beni bıraktılar. Ama şey, belli olmuştu artık, yani o misafir kaldığım 00:03:00arkadaşta, yani oranın, evin, bireylerinden biriyim ama yani esas ev benim değil. Sonra orada kalamayacağım anlaşıldı, ben, paketlediklerimin dışında kendi kitaplarımı alıp illegal partimizin bir örgüt evi diyebileceğimiz, bir eve geçtim. Sonra biz tabi-- büyük partilerden, örgütlerden başladılar. Önce, DEV-YOL operasyonu oldu, onları tam bitirmeden, işte Halkın Kurtuluşu oldu, böyle büyük partilerden, şey, örgütlerden başladılar. Biz, bir yıl kadar falan Türkiye Komünist Partisi Birlik, küçükçe bir örgüt, diğerlerine göre, sıramızı bekledik adeta. Tabi sıramızı beklemek, şu değil, bizi de nasıl olsa alacaklar, alırlar, işte uslu duralım, işte mümkün olduğunca arkadaşları yurtdışına gönderelim, aşağıya gönderelim, o zamanlar, bizim şeyde, Lübnan'da, Beka Vadisi'nde, kamplarımız falan vardı, yani orada arkadaşlarımız silahlı eğitim alıyorlar, silah eğitimi alıyorlar, eğitim, işte diğer eğitim alıyorlar falan. Yani oraya mı gönderelim, bazıları herhalde seçildi oraya gönderildi, bazıları işte bir şekilde o Avrupa'ya gönderildi. Edirne üzerinden o zamanlar daha kolaydı, hatta sahte kimlikler, çok kolay yapardık biz sahte kimliği. O zamanlar bu bilgisayar işleri, el parmak işleri falan olmadığı için, iz işleri, bir kısmını öyle şeye gönderdik. Ama diğerleri normal çalışmasına devam etti. Sadece işte, bazı hücreler başka illere gitti. Ben Ankara'da kalanlardan biriydim ve faaliyet için işte, para birikiyor, örgütün faaliyetleri için. Gelir getirici şeylerden biri olarak (gülüyor); kalemlerden biri olarak biz, tarladan kamyonlarla karpuz alıp Tuzluçayır'da, Tuzluçayır Lisesi'nin önünde bir sergi açtık ve 24 saat orada kalıyorsunuz. Karpuz satıyorsunuz, geliri şeye kalıyor, örgüte kalıyor. Orada hatta işte, sıkıyönetim var. Ankara'ya vali olarak, vali ayrı da, belediye başkanı olarak, şu boyda bir tane binbaşı, yok, albay, koymuşlar. Ben bir ara mesela, düşünün, yani ben, illegal bir partinin, hatta işte çok kısa zamanda yükseldim, bölge komitesi üyesi falanım. 00:06:00Gittim başvurdum belediye başkanına, dedim ya biz öğrenciyiz, üç beş kuruş şurada şey yapıyoruz, para kazanıyoruz, sergi satıp işte, karpuz satıp, sizin zabıtalarınız ikide bir gelip bizi rahatsız ediyor, ayıp değil mi falan diye adama gittim dert yandım. Tamam dedi, not alıyorum dedi, siz orada karpuz satabilirsiniz. Hiç sorun değil, zabıtalar bir daha gelmeyecek diye. Şimdi, böyle de rahatız yani, o arada işte evde, tekstilde yapılan şeyimizi, yayınımızı çıkartıyoruz. O yayınımızı işte, Ankara'dan, başka illerden gelen insanlara, randevu ile veriyoruz. Bir yandan basın faaliyetinin içindeyim, evde yayın çoğaltılıyor, bir yandan da işte zaman zaman, işte her zaman ben durmayayım, sergide karpuz satıyoruz. Diğer arkadaşlar da yani, işte kendine göre ya bir işlerde çalıştılar, ya da hatta kendi işi olan insanlar vardı kadrolarımızda. Ankara'da biz, faaliyetlerimize, Ankara'da değil tabii, diğer siyasi şeylerde de, illerde de, parti olarak illegal parti olarak faaliyetlerimizi devam ettirdik yani.

00:07:21 - Ekim 1981'de Operasyonla Alınması, DAL'a Götürülüş ve 45 Günlük İşkence Süreci

Play segment

Partial Transcript: Ben, 1981, Ekim başıydı galiba, işte, bize şeye yönelik, bizim örgüte yönelik operasyon başladığında, ki şeyde başladı, Ankara'da bir fabrikada, demiryollarına ait bir fabrikada başladı. Yani biz tabii farkına varmadık ama bizi de bir iki ay içinde, bayağı toparladılar. Bayağı büyük bir darbe vurdular. (sessizlik)Bu şimdiye kadar anlattığım, işte Mamak'a, Mamak'tan önce tabi polis işkencesi 45 gün, oraya kadar getirmiş oldu bu anlattıklarım. Hüseyin Aykol: Beni, o basın çoğaltım evden değil, işte bizim kalabileceğimiz, işte yeni bölge komitesi üyelerinin, bölge komitesi üyelerini işte şey olarak tedbir olarak değiştirmiştik. Bölge komitesi üyelerinden birisi ben oldum. Ben gene, aldığımız karar gereği işte, Kırıkkale'den bir öğretmen arkadaşı biz şey yaptırdık, istifa ettirdik, öğretmen arkadaşı, işte evli, iki üç çocuğu var. Kırıkkale'den ona dedik ki istifa ediyorsun öğretmenlikten, gel. Geldi işte, bu, işleri de iyi biliyor kendisi de işte daha önce bir şeyler yapmış. Pazar yerinde falan çalışmış. Sergiyi ona, tut, yerini ona aldırdık. Artı, dedik sen bir ev tutacaksın, ev tuttu, kiraladı, işte 00:09:00zaman zaman işte toplantı yapmak için ya da işte, henüz evi olmayan, başka illere gönderecek arkadaşların kaldığı ev, normal, şey evi, aile evi. Öyle bir evdi. Biz, toplantı halindeydik, herhalde sabaha karşıydı galiba, yani akşam toplantımızı yapmışız, ondan sonra evde yatıyoruz, uyuyoruz, sabaha karşı bizi, bölge komitesi olan iki üç kişiyi oradan aldılar. Ve işte meşhur DAL'a götürdüler. Tabi biz ilk alındığımızda, şeyin operasyonun genişliğini bilmiyorduk ve işte zaman zaman sorguya çıkardılar. DAL, gerçekten bu Schools of America'da [The School of the Americas], yani onlar, o zamanlardı, Panama'da olduğunu söylüyorlardı, buradan elemanlar gönderilmiş, o işkence konusunda çok ciddi şey yapmışlar, eğitim almışlar ve nasıl işkence edileceğini, işken- insan ölmeden, o sınırı falan çok iyi bilen insanlar olarak DAL'da uzun süre görev yaptılar. Şeyde de, çözülebilecek insanları çözme konusunda başarılı oldular. Biz, yani o, o işte gittik. Bizim alındığımızda, ilk önce 90 gün olan gözaltı süresi 45 güne düşmüştü. Gerçi yani, 90 gün o DEV-YOL yöneticileri, Halkın Kurtuluşu ya da başka siyasetlerin yöneticilerine uyguladılar. Ama o 90 gün, yani lafın gelişi 90 gün, yani seni cezaevine götürdükten sonra tekrar alabiliyorlardı çok kolay bir şekilde ve yeniden devam edebiliyorlardı. Oysa yani biz hep şey görmüştük, yani, işkence bitince cezaevi bir kurtuluş diye görmüştük. İşte, evet, DAL'da bu işi bilen insanlar tarafından 45 gün işkenceye tabi tutuldum. Karanlık, küçük bir hücrede bazen tek başınasın, bazen üç beş kişisin, yani hepiniz birden oturamıyorsun, yer, şey beton ve genelde sürekli sulanıyor, yani oturman da kolay değil. Bende nasıl bir kaldı ise, şu kadar bir naylon torba var, ben o, altıma onu koyuyordum. Böyle, işte, birisi, hücreye getirilen insanlar değişiyordu. Yeni gelene falan ben, yere de ıslak olduğu için oturamıyor, onu verirdim yeni gelene. Büyük bir şey 00:12:00olurdu ona, yardım gibi olurdu (gülüyor). Tabi esas yardım işkencede ne yapıyorlar, nasıl davranmak lazım, ya da işte geldikten sonra işte kolların şeyi var, rehabilitasyonu var. Ovulması, işte şey yapılması şeklinde. O konuda kaldığım kırk beş gün içinde, kendi işkence seansım dışında bayağı orada, moral kaynağı oldum. Ama şey kötü tabi, işkence. Anlatılan şeylerin hemen hepsini gördüm. İşte, sizi çıplak soyuyorlar, tamamen, hiçbir şey kalmıyor üstünüzde. Sonra işte, soğuk suyla yıkıyorlar sizi, hortumla yıkıyorlar. Yıkamak yani, suyu, suya şey yapıyorlar. Müthiş üşüyorsunuz bir kere. Yani gözünüz kapalı ve çırılçıplak olduğunu zaman zaten şeysiniz, müthiş bir savunmasızsınız. Her yerden bir yumruk gelebilir, tekme gelebilir, öyle şey yapıyorlar, ondan sonra, götürüyorlar, işte anlat, konuş, konuşmadıkça diğer işkence çeşitlerinin hepsi oluyor. Bu en tabi acı verenlerden birisi, filistin askısı. Yani arkadan bağlanmış kolların nasıl dümdüz o hale geldiğini insan anlatamıyor ve şuralardan kolların kopacak gibi bir his oluyor. O haldeyken, elektrik veriyorlar sana. Elektrik, aslında o, özellikle sizi suladıktan sonra elektrik biraz ısıtıyor, iyi oluyor. Bir de canlandırıyor o sizi ama tabi uzun süre de şey yapıyor yani, dilinizi falan şey yapıyor, cinsel organınızı falan tutmaz hale getiriyor. Tabii en zorlandığım şeylerden, filistin askısı oldu biri. Bir de başka kimselere de uyguluyorlardı tabi, bir otomobil tekerleğinin içine, ayaklarınızdan sizi koyuyorlar, U şekline getirip kafanızı koyuyorlar, orada da normal şey yapılıyor aslında, falaka, bir nevi falaka. Ayaklarınıza vuruyorlar. Bir süre sonra ayaklarınıza vurdukları o zonklama, beyninizden şey yapıyor, şimşek çakıyor. Yani sizin beyninize vurmuyorlar ama beyninize vurur gibi oluyor. O da şey, çok kötü acıtan bir şeydi. Ben orada bu 45 günlük işkencede, işte zaten bilinen şeyler yani, üye olduğum, işte basında çalıştığım, ondan başka bir şey bilmediğimi yazdığım bir ifade verdim. İşte yakalatabileceğim diğer şeylerden gelen, benim yayın verdiğim insanları yakalatmadım. Yani ya saatini değiştirdim, ya 00:15:00buluşacağımız yeri başka bir şekilde yer olduğunu söyledim. Kimseyi vermeden çıktım. Ve-- ama ifade vermiş oldum, bir iki sayfa yazı şeyi var, imzaladım. Bütün bu işkencelere ragmen--ama benden önceki yöneticiler nasıl olsa pek çok şeyi, anlatılabilecek her şeyi anlattıkları için belki de gerek kalmadı diye düşünüyorum. Şöyle ki; yani işte bizim Ankara'daki, daha başka şehirlerde de oldu, başka rakamlar da var, biz 150 kişi falandık galiba, bu şeyi, işte iddianemede sıralama var. Sıralama, yani genelde işte en büyük yöneticiden başlıyor, o işte, onun altındakiler, birlikte çalıştığı insanlar şeklinde. Ben işte bölge komitesi üyesi olduğum halde, yeni olduğum için herhalde, bayağı tam 19. sıraya koymuşlar beni o çizelgede. Düşünün benden önceki 18 kişi hem benden önce tahliye oldu hem de çoğu beraat etti yani, 18 i de beraat etti mi bilemiyorum ama 15'i en azından beraat etmiştir. Ben 19. kişi olarak, benim şeyde ilk davada, ceza alan insanım. Diğer tabi bir sürü arkadaş da ceza aldı, daha sonraki çizelgenin altında olanlar. Ama şunu şey yapabilirim, yani, kabul edebilirim, etmem lazım; işte kızdığımız bizim, nefret ettiğimiz, şimdi o çözülen arkadaşlarını, yakalatan arkadaşlar ki birbirlerini yıllaca biliyorlar, legal zamandan da illegal zamandan da. Yani evinden bulmasa iş yerinden bulur, bir şekilde bulur, oysa bizim birbirimizin evini bilmemesi lazım, iş yerini bilmemesi illegal yapılanmada-- Şuna, yani, diyemem, arkadaşlar çözüldü ben dimdik çıktım. Yani şu, çünkü o arkadaşların karşısına eşlerini getirdiler, çırılçıplak soydular ve ona tecavüz etmekle tehdit ettiler. Evet bu, buna da, yani tecavüz yaklaşımı olarak, başka şekilde bakabilirsiniz, dersiniz ki bu, burada bu namus söz konusuysa arkadaşlarını vermemek daha büyük bir namustur falan şeklinde düşünebilir ama ben onu yaşamadığım için kendimi, onlardan daha üstünde falan tutmuyorum, ama tabi ki şeyle onur duyuyorum yani, kimseyi yakalatmamış olmakla. Ondan sonra da bir de devam etmiş olmakla,

00:17:59 - Mamak Cezaevi'ne Götürülüş, Mamak'ta İşkence Dolu Günler, Cezaevinde Gündelik Yaşam ve Faaliyetler

Play segment

Partial Transcript: Yani ben, 45 gün sonra bizi cezaevine, tutukladılar tabi önce mahkemede. Ondan sonra cezaevine götürdüler, Mamak'a götürdüler. Mamak'a giriş, biz tabi cezaevinden çıkınca, şeyden gözaltından çıkınca, orayı bir kurtuluş gibi görüyoruz. O, o da öyle değil tabi, Mamak'ta girişte bir kere, kafes denilen bir yer var. Yani orada yani yarım saat sürmeyecek, 10 dk sürmeyecek bir işlemi sürerken yani giriş notlarını alırken, parmak izini alıyor, fotoğrafı çekiyor, işte ne bileyim işte özelliklerin yazılıyor falan. Orada, yarım saatlik yapılacak işi 5 6 saat orada duruyorsunuz ve o kafesin içinde defalarca dövülüyorsunuz. Hem de ne dövülme ve ilk şeyler askeri talimler, şeyler başlıyor. Oradan sağ çıkmak istiyorsanız bir sürü şeyi yapmak zorundasınız. Sonra ben şeyde de tabi şanslıydım, işkencede. Yani başkaları benim yerime anlatılacak şeyleri anlattıkları için belki de onlar kadar şey olmadım, işkence görmedim. Onlar çünkü biraz bir şey anlatınca işkence dozu artıyor, bir beklenti olduğu için daha şey yapıyorlar. Dediğim gibi bir de en kötüsü eşlerini çırılçıplak soyup tecavüzle tehdit edilmeleri. Evet, o şeyde, hah, kafeste bizi iyice yumuşattıktan sonra şeye götürdüler C Blok'a. O anlamda da hep şanslı oldum, şöyle şanslı oldum, bir tabi çok yüksek cezaevi, yani bize ne ceza verileceği belli, 5 10 yıl. İdamlıklar, müebbetlikler A Blok'a veriliyor. Daha fazla yoğun işkence var ve işte orta karar olanlar, 20 yıl civarında olanlar B Blok'a veriliyor. Orada orta boy bir işkence var. C Blok'ta ise zaten yani şeyin de dışında, norm- mevcut cezaevinin dışındasın. Eskiden daha ağır olan yerleri cezaevine bölüştürmüşler, C Blok. Orada da işkence var, birazdan anlatırım, orda da yoğun işkence var aslında ama A ve B'ye göre biz daha şanslıydık. İşte orada C'ye götürüldüm orada hemen beni, bütün eşyalarımı üzerimden aldılar. İşte, temiz, başkasının yıkanmış gelmiş eşyalarından bir şey yaptılar, bir banyo yaptırdılar. Şey, düşünün o kadar şey, baskı altındasınız, şey altındasınız ama içeride insanlar çaydanlık, çay kaşığını işte şeye bağlamış, bir 00:21:00yerden cereyanın ucunu kabloyla bağlamış ve su ısıtıyor onunla. Kaynamış bir suyla, bir teneke suyla yıkandım. Bu çok önemliydi çünkü, şeyden bitlenip geliyorsunuz, işkenceden. Yer ve yediğiniz her şey birliktesiniz orada. Bitlerimden arındırıldım. Ondan sonra arkadaşlarından, işte verilen şeylerden giydim. O şey, bitli elbiseleri dışarıya yıkanmaya gönderdik mi hepten çöpe mi attık tam hatırlamıyorum doğrusu. Orada da işte, kırk elli kişinin kalabileceği yerde, 100 kişi, 150 kişi kalıyorsunuz. Yatakta şöyle yatmanız imkansız, ya da böyle yatmanız, ancak böyle bir yer var, hep yan dönerek yatıyorsunuz. İşte, orası şey olduğu için biz, sıkıyönetimde yakalanmış insanlarız ve askeri cezaevindeyiz, biz rütbesiz er durumundayız, kıdemsiz er. Gelen her ere komutanım diye hitap ediyorsunuz ve dışarıda neredeyse yirmi dört saat askeri talim var ve içeride sabah sayımı ve akşam sayımı gelindiğinde, yok, kafanı şöyle kaldırmadın, yok sesin çıkmadı diye müthiş dayak yiyorsunuz ve bu dayak bana göre, yani dışarıdan o sayım mangası geldiğinde, bugün burada yirmi kişi dövelim, bugün burada otuz kişi dövelim şeklinde bir şeyle geliyor, çizelgeyle geliyor büyük ihtimalle, kafası net en azından çünkü ne yapsan yapsan bu dövecek insan buluyorlardı. Dediğim gibi gündüzleri özellikle dışarıda askeri talim devam ediyor, şeyin, temsilcileri var, cezaevinin, biz solcuların temsilcisi var, biz de bir ara faşistler de işte 'karıştır barıştır' hikayesine bir süre bizimle kaldılar, onların temsilcisi var. Dışarıda, sözüm ona askeri talim adında dışarı çıkılacak ve bir saat boyunca dayak yiyecek insanların listesini temsilci arkadaş okuyor. Diyor ki şunlar şunlar çıksın dışarıya, onlar gidip dayağını yiyip geliyorlar. Bu şekilde orada da ben az dayak yedim yani, sebebi şu, bütün bu harala gürele, kavga dövüş, sağcılarla, şeylerle, faşistlerle zaman zaman kavga çıkardı arasında, içeride, üretim devam ediyor, üretim dediğim dört ya da beş dilde şey var, eğitim var, İngilizce eğitimine ben öğretmen olarak giriyordum. İşte bir yandan Fransızca var, Almanca var, valla İtalyanca 00:24:00falan da vardı galiba, dört ya da beş. Eğitim sürüyor, ben öğretmenin dersi bölmesin diye benim yerime, öğretmenin yerine bu listeden bir kişi fazla okuyor. Ya da benim yerime ismimi okuyor, ama o çıkacak kişi başka. Hatta o, işte günde 2 kere galiba bol şekerli çay geliyor, çay denirse, o çay da dün akşamdan yemeğin kokusu var, çünkü askerler doğru dürüst o kazanı yıkamadıkları gibi, aynı çorba kazanında çay yapılıyor, o çaydan işte bir bardak artarsa gene hoca olarak birinci şeyi, müşterisi benim. O nedenle ben evet, çok dayak yedim mutlaka, hatta bir yıkım denilen şeyde, fenalaştığım için revire kaldırdılar, birkaç gün revirde kalmak zorunda kaldım ama gene de en şanslılardan biriydim hoca olduğum için. Ha bir de şey, girer girmez diğer o çözülen arkadaşlar, apoleti olan arkadaşların da apoletini söktük. Özellikle benim koğuşta kalanlar, ki diğerlerinin de istifa ettirildiğini duydum. Benim partinin temsilcisi olarak cezaevinde şey yaptım, temsilcisiydim. Temsilciler ne yapıyor işte, eğitim işlerini ayarlıyor, gelip gidenleri insan için yapılacak işleri ayarlıyor, yani fazla fanila kimde var, fazla külot kimde var falan gibilerinden. Yani işte bilenler, sırasıyla işte o suyu kaynatıyor. Onun dışında moral geceleri diyebileceğimiz şeyler yapıyoruz. Paneller yapıyoruz, her siyaset işte kendi konuşmacısını çıkarıyor. Tartışırdı konuyu. Ve içeride o kadar çok gürültü, kahkaha kopuyor ki, işte yıkımlardan biri söyledi,siz nasıl bu kadar gülebilirsiniz, niye gülüyorsunuz, ne oluyor falan diye baskın oldu ve sabaha kadar dayak yedik. Askerler önce çok şey oldular, kızdılar, geldiler, ne oluyor falan diye toplantıyı bir nevi dağıttılar. Yani, şu anda ya da İstanbul'da herhangi bir gösteriyi polis nasıl saldırıyorsa o şekilde saldırdılar ama onun dışında yani, şeyin gitmiş, Raci Tetik'in kulağına gitmiş, Albay Raci Tetik, ünlü Mamak Komutanı. Düşünün işte Mamak Komutanı da bir Albay, Ankara'ya atadıkları belediye başkanı da bir Albay. Düşünün Mamak'a bunun ne kadar önem verildiğini gösteriyor. Raci Tetik geldi, dediğim gibi, o gün sabaha kadar biz dayak yedik. Biz ona yıkım diyorduk, yıkım şu; işte polis, şey manga giriyor, hatta onların elinde bir cop var, bir, sap yerini tutacak ki biraz da hani elden kaymasın diye, biraz daha pütürlü şeydir, oradan 00:27:00değil, tersinden tutuyorlar ve yani eliniz mümkün olduğunca acısın. Ellerimiz böyle şişer, davul gibi olurdu o şeyde. Şimdi, siz şey yapacaksınız, yani evet öldüm bittim deyip yere atacaksınız kendinizi değil mi? Yani, biz atmamak için direniyoruz, askerler bizi yıkmak için, yıkıma, yani yıkılıncaya kadar dayak yiyorsun. Ancak biz şeyde, kendimizi atmamak, hani kendimizi atmamak için direniyoruz, onlar ise bizi yıkmak için direniyorlar, askerler yani ısrar ediyorlar. Hatta onlar bizi dövmekten o kadar yoruluyorlar ki, hem fiziksel yorgunluk hem de herhalde psikolojik de olarak da yoruluyorlardır, yani insanları dövmek. Ve mangayı değiştirdiler, değiştiriyorlardı öyle bir durumda. Manganın biri gidiyor, mola, gidip dinleniyor, başka bir manga geliyor, dövmeye devam ediyor. Ve gerçekten yıkım lafı oradan geliyor, yani biz yıkılıncaya kadar dayak yiyorduk. Tabi ironi ama o günlerden hatırladığım bu Taksim'deki ayakkabı tarlası gibi, şeyde de, o günlerden, öyle anlardan hatırladığım şeydi yani cop sesleri öyle bir hale gelir ki, dikkat edin yağmur yağdığında çok hızlı hatta dolu yağar o çok hızlı, şey olurdu böyle şapır şapır şapır, o copların öyle sesi gelirdi, derdik "Gene bugün yağmur var. Korkunç bir yağmur var."İnsanlar tabi Raci Tetik'i her gün görmüyor, hele hele biz şeyiz, C Blok, esas cezaevinin bulunduğu A ve B blok, aynı büyük bir binadalar ve Raci Tetik'in şeyi de orada, makamı da orada. Yani bize, yani bir ya da iki kez böyle yıkımda gördük Raci Tetik'i, gelir işte bağırır, çağırır, küfreder, bilmem ne yapar, kendince bizim psikolojimizi bozmak için nutuklar atar. Onun dışında şeyi, diğer yani komutan dışında etrafımda mutlaka yüzbaşılar falan olmalı. Onlarla falan pek muhattap olmadık, yani biz en fazla o yıkım için gelen ya da normal günlük rutin olarak bizi dövmeye gelen manga. O manganın başında mutlaka bir çavuş falan vardır ama öyle biz çok da dikkat etmedik. Onun dışında böyle ismen tanıdığımız, böyle bir düşman olarak bellediğimiz şeyler yoktu ama, yani o bazıları, o askerlerin bu işi gerçekten isteyerek, severek yaptığını bildiğimiz insanlardan bazıları daha sonra işte dışarıda bir şekilde cezalandırıldığını falan duymuştum.

00:30:01 - Mamak'tan Tahliye Edilmesinin Ardından İzmir'de Yeniden Alınması, 30 Gün İşkence, Altı Cezaevi Nakli ve Alınan Farklı Cezalar, Ağrı'da Askerlik

Play segment

Partial Transcript: Biz, tabi Türkiye 00:30:00 Komünist Partisi Birlik, TKP-B' de diyebiliriz, yani Komünist Partisi üyesi olmak, illegal örgüt üyesi olmak, bunun cezası normalde 5 yıldır ve şeyde, sıkıyönetim olduğu için üçte bir oranında arttırılır ve o da 5 yılı 3 e böldüğünüzde 20 ay ediyor, bu nedenle ben 6 yıl 8 ay ceza aldım ilk davada. Ve, dediğim gibi o, benden önce olan yöneticilerin hemen hepsi tahliye olduktan sonra sonlara doğru sıra bana da geldi. Ben de tahliye oldum. Benden sonra artık birkaç arkadaş kaldı, onlar da bir sonraki duruşmada tahliye oldu ve biz ceza aldığımızda hepimiz tutuksuzduk, yani dışarıdaydık. Ve, şimdi tahliye olur olmaz işte, arkadaşlar, yönetici arkadaşlar beni buldu ve dediler, devam ediyorsun. Ben dedim yani biz ifade verdik, cezamız olması lazım. Hayır dediler, sen hiçbir kimseye zarar vermedin, devam ediyorsun ama artık Ankara'da çalışamazsın, burada polisler seni tanıyor, biliyorlar. Senin tayinin İzmir'e çıktı. Tamam dediler, dedim. İzmir'de ev var mı yok, iş var mı yok, sen şey yapacaksın. Ben gerçekten çantasız bile herhalde gittim İzmir'e, iş buldum, ev buldum, oradaki şeyleri buldum, bizim ilişkilerimizi. Ve, yani, 2 yıl-- yok 1 yıla yakın çalışma sonrasında gene İzmir merkezli ege bölge komitesi üyelerinden biri olarak, 100'den fazla şeyim vardı üyem vardı. Yani üyelik de şu, biz, işte şey geliyor, merkezden yayın organımız geliyor ki yayın organımızın da çok ünü var o zamanlarda. Yurt dışında bastığımızı söylüyoruz çünkü çok lüks bir baskı, yani kağıdı bile Türkiye'de pek yok. Üstelik de işte her yakalanan da bunu diyor, yani yurtdışından geliyor bu yayın diye deniliyor. Oysa matbaamız İstanbul'da. İşte bu yayını dağıtıyoruz, işte aidatlarımızı topluyoruz, onlar işte başka yönergeler varsa onları anlatıyoruz. Bulundukları bölgedeki çalışma koşulları, neler yapmak bunları anlatıyoruz, işte kim nasıl kazanılabilir, onları anlatıyoruz. Bu şekilde de İzmir'de de bir yıl falan çalıştıktan sonra, gene yakalandım. Bu sefer işte merkezden biri beni, 00:33:00sadece benim yerimi, işimi bilen, iş ortada da bilen bir arkadaş çözülüyor, oradan bu sefer beni İzmir'de yakaladılar. İzmir yakalanması daha kolay oldu benim için çünkü her şey benim elimde. Yani çözülsem yüzden fazla arkadaşı yakalatmış olacağım, büyük bir dava olacak ve tabi kötü olacak benim açımdan. Ben bu sefer gözaltı süresi azaltılmıştı, 30 gündü, gene 30 günde İzmir'de de biraz önce saydığım işkencelerin hemen hemen hepsini aldım ama Ankara'daki kadar şey değillerdi, bu işleri bilen, o nedenle korktukları için, mesela askıya astıklarında fazla tutmuyorlardı hemen indiriyorlardı. Ama işte, gene olmadık yerlere beni götürüyorlardı. İşte beni, benim örgütten beni tanıyanlar çıkar falan, görür falan gelir diye, öyle bir şeyler de, bir iki kere dışarı çıktım ama onlara, onları vermeyeceğimi, kimseyi yakalatmayacağımı gösterme fırsatı buldum. Olay şu; işte kordon, İzmir kordon boyunda bir yere götürdüm bunları şurada buluşacağız diye, sonra deniz kenarında işte, benim yanımda falan duruyorlar. Dedim sizin durmamanız lazım, önce uzaktan baktırdılar, ben bir arabanın içindeyim. Dedim benim gözlüğüm yok, bu halde kimseyi tanımıyorum, gözüken benim için süliet, dedim beni bırakmanız lazım, ben kordonda yürürüm, siz görürsünüz ve alırsınız beni ve onu. Ondan sonra, çıktım, kordonda yürüyorum, sonra hemen küçük bir banket var, o banketin üstüne çıkıp kendimi denize attım. Ben yüzme bilmiyorum, yani her an boğulabilirim. Ben düşünüyorum ki polislerden biri gelir, atlar denize beni kurtarır. Ona güvenmişim. Ve bunu, hem şeyi anlatmak için, ben kimseyi vermem, gerekirse kendimi öldürürüm göstermek istiyorum bir, ikincisi de ben yakalanmışım, bütün ilişkiler bana bağlı olduğu için, benim yakalandığımın duyulmasını istiyorum. Ege'de biliyorsunuz Yeni Asır diye bir bölge gazetesi vardır, müthiştir. Ege'de hiçbir haberi kaçırmaz, ne olduğunu da bilmediği için, mesela o haberi verir diye düşündüm. Yani adamın biri denize düştü, işte şöyle kurtardılar, böyle bilmem ne oldu. İşte neden atmış kendini, şundan attığı sanılıyor falan deyip, işte yoksulluk ya da bilmem, sevdiği kız şey yapmış, kendisi intihar etmiş falan bir şekilde bir haber olurum diye düşündüm ama şansıma şu ki polisler de benim gibi gundiymiş, 00:36:00hiçbiri yüzme bilmiyor. Bir de şaşırdılar herhalde bu adam yani, böyle yüzecek sonra gelecek, yeniden deniz kenarına, biz de onu çıkartacağız denizden. Neyse allahtan orada gencin biri atladı denize, beni boğulmadan kurtardı, yoksa gidiyordum yani, pisi pisine ölecektim ama (gülüyor) şeyi göstermiş olacaktım yani polislere, ben evet kimseyi yakalatmam olayını. Sonra işte, beni hemen bir, pikap deriz biz arkası boş bir, o zamanlar bu Anadol'ların öyle bir pikap hali vardı yük taşımak için. Öyle bir şeye attılar, doğru hastaneye götürdüler, ben gözlerimi falan açmıyorum ama, çünkü bayılmışım falan numarası yapıyorum, devlet hastanesinde Acild'e bir şey geldi, doktor geldi, ondan sonra, gözlerimi açtı falan baktı şöyle, ondan sonra nabzıma baktı falan, yok bir şeyi bu ibnenin dediler, götür dediler. Polise verdi beni. Polis tabi beni, o halimle, şeyim tabi her tarafım şey, yaş, çok berbat haldeyim. Şeye götürdü, gözaltındaki konulduğum yere götürüldü. O gün bitti işkence. Yani otuzuncu günü beklettiler galiba ve ertesi günü beni şeye, askeri mahkemeye götürüp teslim ettiler. Benden vazgeçtiler. Dediler bu adam kimseyi vermeyecek, anlaşıldı. İzmir aslında tabi Ankara'ya göre uygar bir yer, hala da öyle olduğunu düşünüyorum. Yani şeyi bile, gözaltında kaldığınız hücre bile bir başkaydı yani. (gülüyor) Şöyle başkaydı; işte yerler halıfleks, ondan sonra işte beton üstünde durmuyorsun, hatta böyle yatacak bir yer yapmışlar, orası da halıfleks falandı ve şey, uygarlığı şuradan geliyor (gülüyor); saat beş mi altı mı ney, onların şeyi bitiyor, mesaisi bitiyor, seni işte sorguluyorlar ya, işkence falan, işte kavga dövüş, ondan sonra, saatine bakıyor, "Aa," diyorlar, şey, "Mesai bitti," mesela askıdan, seni askıdan indiriyorlar. Diyorlar "Hadi iyi geceler, yarın buluşmak üzere." Yarın saat 9'da geliyorlar, işkence yeniden başlıyor. (Gülüyor). O anlamda, şeyden sonra, DAL'dan sonra, nereye gitsem herhalde şey olurdu, bana daha kolay gelirdi. İzmir'i öyle hatırlıyorum. İzmir'de de işte kimseyi yakalatmamış biri olarak, tek celsede yine 6 yıl 8 ay ceza aldım. Sadece şeyde, mahkemede diyalogumuz şey oldu, dediler işte, sen işte, Türkiye Komünist Partisi Birlik'in şeyiymişsin, 00:39:00yöneticisiymişin. Dedim ben, dedim hani nerede, diğerleri, yani yönet- kimi yönetmişim? Baktılar, haklısın dediler, senin şu anda kimse yok. Yani diyalog tam böyle olmadı herhalde de tek celsede örgüt üyesi olmaktan bir kere daha 6 yıl 8 ay aldım. Oysa aynı örgüte üye olmaktan, aynı, ceza şey, suçtan iki kere ceza verilemez. Ama onlar bir şekilde uydurdular. Birinci tutuklanmamı ikinciye delil saydılar. İkinci tutuklanmam da birincisinin onaylanmasına delil oldu. Böylece o dönem, zaten herkesin başına kendine göre bir şeyler geldi, toplamda 13 yıl 6 ayın cezasını yattım, 12 Eylül yılları boyunca. İzmir'deki, yani işte şeyin, siyasi şubesi, Emniyet'in siyasi şubesi, o şeyde, yer olarak da yani biliyoruz o, şu anda işte bina değişti değişti mi ne, Valilik binasının hemen yanındaki binadır. Orada işkence gördüm 30 gün. Sonra beni tabi sıkıyönetim mahkemesi yakalıyor, yani polisler yakaladı da, sıkıyönetim var, sıkıyönetim olduğu için beni Askeri Mahkeme'ye götürdüler. Askeri Mahkeme beni tutukladı ve şey yaptı tabi, askeri cezaevine o zaman, İzmir'de Şirinyer Cezaevi vardı, Buca'dan bahsetmiyorum, Buca kapalıdan bahsetmiyorum, Şirinyer Cezaevi'ne götürdüler. Ama tabi polis çok öfkeliydi, beni yani, bir şey konuşmadım, onları kimseyi yakalatmadığım için. Hala da yani Askeri Mahkeme'ye götürürken, küfrediyordu bana. Tartaklamaya çalışırdı. Askeri mahkemede işte, önce tutuklama tabi, o bedeni ceza alma daha sonraki bir dönem. Tutuklamayı yaptıktan sonra Şirinyer Askeri Cezaevi'ne götürüldüm. Şirinyer Askeri Cezaevi'ne girer girmez, böyle beş on tane gardiyan, asker, gardiyan, üstüme saldırdılar. Yaka paça üstümde ne varsa çıkardılar ve tek tip elbise giydirdiler. Ben güldüm, dedim yani, "Ya sorsaydınız, belki giyecektim ben." Ben, şundan giymeyi düşündüm, daha önce benim işte gene bölge, benim baktığım bölge komitesi üyesi olan arkadaşların bir kısmı yakalandığını biliyorum ve orada olduğunu biliyorum, Şirinyer Askeri Cezaevi'nde. İşte en azından şimdilik, askeri 00:42:00şey kıyafet giydiğini, tek tip kıyafet giydiğini bildiğim için zaten oraya gitmeyi düşünüyordum. Nitekim işte beni götürdüler o odaya, evet benim arkadaşlar orada. Oraya götürmeden önce ya da ertesi gün, işte bir sağlık kontrolleri, şeyleri oluyor ya, revire gittim. Revirde tanıdık bir yüz. Utanıyor. Dedim "Utanmana hiç gerek yok arkadaşım. Sen bu yolu seçmişsin. Ben de bu yolu seçmişim." Kimdi biliyor musunuz? Ankara TIP-DER'de yönetimdeki arkadaşlardan biri. Yani onlar işte, ben çünkü onlardan sonra Siyasal'a gittim ya, Siyasal'da okudum, dört yıl, o zaman o üçüncü sınıftaydı. 7 yıl. Pratisyen hekimi olmuş, ilk çıktığı yerlerden biri böyle bir hastane olmuş. Dedim "Utanacak bir şey yok, bu senin yolun, bu benimki, benim yolum. Ben pişman değilim, sen de değilsindir. Ama yeter ki şey yap, aman ha bak burada tutsakları sağlık konusunda mücadeleni ver, ilaç gerekirse ilaç, hastane gerekirse hastaneye götür." Öyle de bir anım oldu. Hoş mu diyeyim, işte tuhaf mı diyeyim. Şirinyer'de, dediğim gibi mahkemeye çıktım, tutuklandım, o zaman şey oluyor yani, hükümlü oluyorsunuz, şey ceza aldığınızda. Hükümlü olduğunda Şirinyer'de kalamıyorsun. Beni şeye gönderdiler, daha sonra nereye gönderileceksen diye, Buca Cezaevi'ne, Buca Kapalı Cezaevi'ne. Orada gittiğimde de, siyasi olduğum için, siyasilerin bulunduğu koğuşlardı, birine vereceklerdi, sordular dediler şeyler var, DEV-YOL'cular var, onlarla kalır mısın, tabi dedim. Gittim, hücreler var, sıralı sıralı, önüne her, yirmi dört saat çıkabiliyorsun açık olarak. Ege Bölgesi'nde idam cezası almış, daha sonra, sonradan şey oldu, onların çoğu müebbete çevrildi de, o arkadaşlarla kaldım, evet, çok iyi de geçindik, birbirimizi çok sevdik, hala görüştüğüm onlardan görüştüğüm arkadaşlar var. Önce Şirinyer, sonra Buca Kapalı'da olduğum yılları galiba 86 falan olmalı, işte sonra şimdi şey, bu Buca'da geçici olarak insanların kaldığı yer diğer siyasilerin, yeni açılan E tipleri var siyasiler için. İşte en yakında neresi var, Çanakkale. Beni Çanakkale'ye gönderdiler. Ondan sonra uzun bir süre zaten orada yattım. İlk tahliyelerimden biri orada oldu. Sonra 00:45:00işte yani Salihli Cezaevi, kendime memleketim- cezaevi olmak üzere sanırım 6 ayrı cezaevinde kaldım. Daha sonra çünkü şeyde Aydın E Tipinde kaldım, İzmir'deki iki, Ankara, Salihli, 6 oluyor galiba, 6 değişik cezaevinde kaldım. Bütün cezalarımın bitişi sanıyorum 89. 89'da da işte yani askeriyeye gitmek istemiyordum ama amcamın bir şeyiyle, kata kullisiyle askere gitmek zorunda kaldım. Bir de tabi sonra da şey oldum tabi, ikna oldum. Çünkü işte Ankara'da çalışma yapmışım olmamış, ondan sonra İzmir'de çalışmamı yapmışım olmamış. Yani illegal olarak olmamış, dedim bundan sonra büyük ihtimalle benim çalışmalarım ancak legal planda olabilir. Legal de planda olabilmek için de bu askerliği bir şekilde yapmak gerekiyor. Hatta beni işte, hatırladığım kadarıyla cezaevinden işte şeyli olarak diyorlar ona, bir şeyli diyorlar, doğrudan Amasya'ya şeye götürdüler, Amasya mıydı Sivas mıydı onlardan birisi, acemi birliğine götürdüler. Orada işte kısa süre şey yaptıktan sonra, Ağrı Eleşkirt, yani acemilik dönemi bittikten sonra Ağrı Eleşkirt'e de gittim. Orası da zaten böyle askerlerin de, yani askerlerin de, yani askerlerin dediğim subayların da sürgün gittiği bir yer. Kimsenin gitmek istemediği bir yer. Orada işte toplamda bir buçuk yıl, askerlik yapmış oldum ama orası da kolay oldu benim için. Biz sakıncalı olduğumuz için bize tüfek vermiyorlardı, tüfek olmayınca işte nöbet yazamıyorlar. Biz işte, desinatör denilen bir şey biz boya badana işleri ya da inci işleri yapıyorduk. Bir tane odun katta akşama kadar kasetten Ahmet Kaya dinleyip bir şeyler çiziktiriyorduk. Bizimle pek uğraşmıyorlardı.

00:47:19 - 1990'da İstanbul'da Yayıncılık Hayatına Geri Dönüş, Basın ve Yayıncılık Kariyerinde Aldığı Cezalar

Play segment

Partial Transcript: 1990 yılıydı, ben işte İstanbul'a geldim, bizim siyasetin, Türkiye Komünist Partisi Birlik'in aylık legal yayın organı var Hedef diye. Dediler arkadaşlar, işte İstanbul'a gidip artık çalışacaksın, İstanbul'da seni zaten polis bilmiyor, bilse bile sorun değil, legal alanda çalışacaksın. Aylık bir dergimiz var Hedef, bunu yapsan yapsan en iyi sen yaparsın. Evet gerçekten de dediğim gibi bütün aşamaları bilen bu işlerin biri olarak, geldim Babıali'ye. Ve Hedef'te çalışmaya başladım. Hedef'te kısa bir 00:48:00süre sonra, o zamanlar Devrimci Birlik adıyla PKK ve bazı devrim-- sol, Türkiye solundan örgütlerin bir araya geldiği, anti faşist bir birlik olarak bir araya geldiği bir birliktelik vardı. Onlar, Devrimci Birlik insiyatifi, cephesi ya da ne denirse, legal bir gazete çıkarmak için şey yapıyor, çalışmalar var. Her siyaset oraya bir editör gönderecek, bir gazeteci gönderecek, yani basından anlayan bir kişi gönderecek ve ortak bir gazete çıkaracağız. Arkadaşlar beni uygun gördüler. Dediler hem sen en iyi bilirsin, hem de orası büyük şu andaki hedeften, acil çıkıyor çünkü, kolay çıkarırsan sen gidersen yardım edersin, oraya git. Çıkardığımız gazetenin ismi Halk Gerçeği. O işte beş altı siyasetin bir araya gelip çıkardığı Halk Gerçeği'ni çıkardık. Ben, gelen diğer arkadaşlar benim kadar bilmediği için ben fiili yayın yönetmeni oldum. Daha sonra çıkarılan gazetelerde de gene işte oranın isteği ve arkadaşlarımın da kabul etmesiyle, birlikte 30 yıldır gazete çıkarıyorum, Kürt halkı için. Tabi ki Türkiye'nin demokrat kesimleri için. Şimdiye kadar 52 gazetenin yayın yönetmeni oldum, yöneticisi oldum, hak sahibi oldum. 30 yıldır buradayım. Ben genelde genel yayın yönetmenliği yaptığım için, ya da işte künyede başka, diyelim ki Ankara temsilcisi, yok işte okur temsilcisi gibi, sıfatlarla görev yaptığım için, bir de şirket sahiplerinden biri, ortaklarından biri olduğum için, biliyorsunuz basın kanunumuzda bize, sorumlu yazı işleri, hatta yazı işleri müdürlerinden birkaç tanesi özellikle söylenir ki yani dava açılırsa senin muhattabın bu diye. Hiç şey olmadım yani sorumluluk almadım, sorumlu yazı işleri müdürü olmadım, başka genç arkadaşlar oldu, onlar da işte ya hapise girdiler kısa dönem, ya işte davalar çoğalınca yurtdışına gittiler. O nedenle, 30 yıllık şeyimde, bu özgür basın diyoruz bu geleneğe, 27 yıl bana sadece üç tane dava açıldı. Birisi şu; işte ben haydut devletler konuşuluyordu o dönemlerde, haydut devletleri anlatmışım. Ve 'Türkiye'yi de biliyorsunuz zaten' demişim, sadece bu cümleden, o haberden 00:51:00bana dava açıldı. Ondan beraat ettim. Yani o kadar da olmaz diye, uzun sürdü ama beraat ettim. Sonra bir de ben Beka'ya da gitmiştim ama daha sonra da Kandil'e gittim onar yıl arayla. Kandil'dekilerle röportaj yaptım. Birincisine para cezası verdiler, ikincisine, ikinci dava açıldığında ondan da bütün bu şeyleri, anlattığımız için, gazetede yazdığımız için yine beraat aldım. Düşünün son 27 yılda bana bu gazete yüzünden, gazeteler yüzünden üç tane dava oldu. Birisinden sadece para cezası var, açıldı. Ama son 3 yılda ise bana açılan dava sayısı 63. 63 tane dosyam var şu anda. Bu dosyalardan, işte her birinden bir buçuk yıl alsanız bile, toplayın kaç yıl oluyor. Ama şöyle oldu yani, bu, bunlar hem avukatın işine yarar şekilde hem de hakimlerin, heyetlerin işine yarar şekilde pek çok dava birbiri ile ilgili gösterilerek bu 63 dosya şu anda sanırım 9 dosya halinde, ikisi devam ediyor. İkisi istinaf mahkemesinde, beşi ise Yargıtay'da. Son bu yargı paketinden biri yüzünden, bu istinaf mahkemesine verilen bizim gibi davaların, bir de Yargıtay'da görüşsün diye bir maddesi vardı. O nedenle ben en son aldığım ve istinafta da şey yapan, geçen, kabul edilen, kesinleşen 3 yıl 9 aylık bir cezamı yatmaktaydım. Burada, Sincan'da. O da şey çıkınca, yargı paketi çıkınca beni tahliye etmek zorunda kaldılar. Şimdi o dosya yargıtayda bulunuyor. Yargıtay da şu andaki konjonktüre bakarsak, istinafın kabul ettiği davaların hemen hepsinin orada da kabul edileceği, kesinleşeceğini bekliyorum. Kesinleşir kesinleşmez de bir yere gitmek istemediğim için, ne Avrupa'ya ne başka yere, burada yaşamak istediğim için, sanırım yıllarımın, ömrümün diyeyim, son yıllarını cezaevinde geçireceğim.

00:53:43 - 80'lere Bugünden Bakmak, 12 Eylül'ün Günümüzle Bağı, Kürt Sorununun Önemi,

Play segment

Partial Transcript: Ya bir kere teknoloji çok gelişti. Yani biz bir kitabın kapağını,letraset dediğimiz şeylerle yapardık ve onu klişeciye gönderirdik, o klişeci bize bir hafta on gün, iki hafta gibi bir zaman verirdi, ancak biter diye. Şimdi ise bir düğmeye bastığınızda 00:54:00bilgisayara, o gazete matbaaya gidiyor, matbaada da bir düğmeye bastığınızda öbür taraftan gazete olarak çıkıyor. Bu anlamda müthiş bir teknoloji var, yani bizim ilk gazetelerimiz Avrupa'da basılan, buradan işte diğer gazetelerle birlikte bir kurye, şeye biniyordu, uçağa biniyordu. Onu Frankfurt'taki matbaa bölgesine bırakıyordu, o aynı filmle orada da ofise baskı yapılıyordu. Şimdi biraz önce dediğim gibi bir düğmeye basıyorsunuz ya da bir haberi internette anında okuyorsunuz. Bu anlamda çok büyük bir teknolojik gelişme var. Bu teknolojik gelişme, bizim için yararlı ama aynı zamanda da işte devletler de kendine göre bunu yasaklama konusunda, kendilerine göre şey icatlar yapıyorlar. İşte yayın yasakları diyelim, ondan sonra o şeyin, frekansın şey olması, erişime yasaklama gibi, kendilerine göre, onlar da kendilerini geliştiriyorlar. Ama en azından 80 öncesinde şeydi yani, büyük benimki şey çıktığında, bir kitap çıktığında, bir dergi çıktığında bunun nereden toplatılabileceği, nereden ne kadar ceza verilebileceği konusunda elinizde daha somut bir şey vardı ve de hakimler en azından daha kendilerince nesnel davranabiliyorlardı. Şimdi ise emire bakıyorlar, emir geldiğinde anında yani, biz mesela doksanlı yılların başında evet Kürdistan yazamıyorduk, şimdi yazıyoruz ama hiç şey değil yani, sadece bizler açısından değil, gazeteciler ya da basında çalışanlar açısından değil, şeyde yani sana, size dava açmak istediklerinde herhangi bir-- Twitter'da yaptığınız bir cümle, yazdığınız bir cümleden çok kolay dava açıyorlar. Hatta yani bir şey demenize bile gerek yok, bu cümlenin sonunda üç nokta niye vardan bile dava açılabiliyor. O anlamda bilmiyorum yani, teknoloji geliştikçe egemenlerin işi her ne kadar zorlansa da, gene de onlar kendilerini geliştirmek, yasaklar konusunda, geliştirmek konusunda bayağı çalışıyorlar. Ve, sanıyorum yani devlet gücü ellerinde olduğu için, bizden daha örgütlü çalışıyorlar. Aynen işte sendikalar karşısında mesin gücü gibi, öyle bir şey var. Yani 00:57:00sadece yani 80'ler öncesi ortamı, insanlardaki samimiyet açısından özlüyorum. Yani şey ilişkilerin birebir olması açısından özlüyorum. Yani düşmanın da şeydi, diyelim mertti, yani gelip seni kurşunluyordu, öldürüyordu ama yine de belli bir şeyi vardı, bir kendine göre bir karşılıklı bir, ne diyeyim, tırnak içerisinde kuralları vardı bu işin. Kendi aramızdaki ilişkilerde vicdan çok önemliydi. Şimdi ise yani, önce zengin olmanız gerekiyor adeta bir şey olmanız için, yayın yapabilmeniz için. Öyle bir tuhaf bir durum var.27 yıl üç tane dava oldu, ondan da sadece birisinden para cezası aldım. Bu arada yani bir arkadaşımın mahkemesine gitmiştim, DGM galiba vardı henüz o zamanlar. Kapıdaki normal kimlik kontrolünde benim aranmam olduğu ortaya çıktı ve İstanbul'da Vatan Emniyet Müdürlüğü'ne götürdüler. Sadece bir gün, bir gece gözaltında kaldım, zaten hemen avukatım geldi. İşte avukatın olmadan o zaman ifade veremiyordunuz, vermemeniz hakkınız vardı. İşte giderken, doktora götürmeler, bırakırken doktora götürmeler. Ondan sonra şey kaldığınız hücre fena değildi yani, öyle yatmak isterseniz yatıyordunuz ama tabi onlar bilerek işte, hababam biri gelip uyandırıp bir şey soruyordu sözüm ona, yani size rahat vermiyorlardı. Hatta orada işte, o ay işte şeyinden, Özgür Gündem'den biri gelmiş diye benimle PKK yi tartışmak isteyen müdürler bile oldu, o gün böyle bayağı şeyim fazlaydı yani, ilgi fazlaydı bana. Ama sonunda işte yine dava açılmasına rağmen, tutuksuz olarak devam etti o dava. Böyle bir, 12 Eylülden sonra, böyle bir şeyi yaşadık. Ama bu benim girdiğim ilk günlerdeydi. Şimdi gözaltında her türlü işkenceye maruz kalabilirsiniz. Yani bizimki gibi filistin askıları olmasa bile, cereyan vermek olmasa bile, yani kaba dayak şeklinde, ya da başka uygulanan yöntemler, ayrıntılı bilmiyorum, bırakın gözaltını zaten meydanlarda 01:00:00dayağınızı yiyorsunuz. Kelepçelenirken yani öldürülebilirsiniz bile. İşte en son bir foto muhabir arkadaşın başına gelenleri biliyoruz. Yani dünle bugün arasında böyle bir fark var. Sanki yeniden yani o günlere doğru gidiyoruz gibi. Yani bundan sonra zaten şeyde, sık sık cezaevlerinden bir nevi işkence haberleri almaya başladık. Şimdi dediğim gibi halkın sokaklarda gördüğümüz muamele işkencenin allahıdır. O şey konusunda yani, 12 Eylül, müdahil olmak, yani ben de tanıklık yapmak istiyorum şeklinde o şeylere ben girmedim. Biraz şeyden, yani anlattığım o işkenceler falan öyle özellikle abartılacak şeyler değil. Yani, tamam 650 bin kişi gözaltına alındı da en az 100 bin kişi benim gördüğüm kadar ağır işkence gördü, o anlamda özel bir şey yapmadım. Bir de şey tabi bu, yani bu 2000, AKP'nin 12 Eylül'ü gerçek anlamda yargılayacağını düşünmediğim için öyle ciddiye almadım. Bir de, yani, hayat devam ediyor, hala mücadelenin içindesiniz, artık eski şey değil, öne bakmak lazım, daha ileri şeyler yapmak lazım. Benim çıkardığım her gazete, işte 12 Eylül'e zaten cevaptı yani. Bundan, 12 Eylül cezaevinden çıktıktan sonra, benim sadece duruşum bile onlara bir cevaptı, onlara bir hesap sormaydı, öyle düşündüm yani. Bunu bazı insanlar bir şekilde bir yerlere gidip silahlı mücadeleye katılarak şey yaptı, kendini gösterdi. Benim, yani biraz da gençtim, geçmiş öfkemi böyle legal işlerde yaparak, öç almak mı intikam almak mı öyle değil ama sisteme karşı, bu sisteme karşı mücadele etmek. O nedenle mesela ben şey diyorum, evet biz 12 Eylül öncesinde bir rüya gördük, hayal gördük. Sosyalist bir ülke haline getirebileceğimizi düşündük bu ülkeyi. Ama 12 Eylül'den sonra yaşadıklarımız ve özellikle 90'lı yıllardan sonra yaşanan o faili meçhuller, köy yakmalar, muazzam bir baskı süreci bana şunu öğretti; Türkiye'de biz Kürt sorununu çözmeden, bırakın bir sosyalist ülke 01:03:00 olabilmeyi, sıradan Avrupalı bir burjuva devlet bile olamayız. O nedenle diyorum ki ben, yani çocuklarıma, muhtemel torunlarıma bırakacağım bir miras, evet sosyalizmi yapamadık, size getiremedik, belki de halkımız da istemiyordu ama en azından Avrupa ayarında bir burjuva devlet bırakabilirsek ne mutlu. Bunu da ancak Kürt sorununu çözerek, yani demokratik yoldan, parlamenter yoldan çözerek yapabiliriz. Kürt sorunu devam ettikçe sadece iktidarlar kendilerine yandaş bulacaktır ve emperyalist güçler, ister Avrupa deyin, ister Amerika deyin, ister Rusya deyin; emperyalist güçler Türkiye'deki yöneticilerle oynayacaktır. Yöneticilerin bu konumda ülkenin bütün kaynaklarını oraya aktarma şeklinde yönelimleri olacaktır. O nedenle gerçekten Kürt sorununun demokratik yoldan çözülmesi lazım ve benim 30 yıldır yapmaya çalıştığım, katkıda bulunmaya çalıştığım şey de bu. Tabi ben, illegal bir parti üyesi, artık değilim. Ama işte, şeyler, illegal parti olarak devam eden, faaliyetlerini devam ettiren yoldaşlarımla aynı şeyde olduğumuzu, çizgide olduğumuzu düşünüyorum. Nitekim 12 Eylül'den önce Kürt sorununa duyarlı bence iki örgüt vardı, birisi Kurtuluş, ikincisi biz. Bunu nereden söylüyorum? Gerçekten yazdıklarımız dışında 12 Eylül öncesinde yapılan, 12 Eylül'e yapılan TÖB-DER davasında pek çok öğretmen, sadece kimilerine 5 yıl verildi, kimilerine 8 yıl ceza verildi. 8 yıl verilenler, bizim arkadaşlardı. Sebebi de 12 Eylül öncesinde yapılan, DEK, Devrimci Eğitim Kurultayı mı, o, onda, Kürtçe anadilin kabul edilmesi yönünde konuşmalar yaptıkları için, gerçekten Kürt sorununa çözüm yönünde şey yaptıkları içindir. Bir oradan başlayan bir damarımız var, iki, şeyde de yani biraz önce anlattım işte, her şeyi biz devrime bırakıyorduk, devrim olduktan sonra her şeyi çözmek kolaydı. Çözülecek konulardan biri de mesela Kürt sorunuydu. Hatta biz Kürt sorunu çok önemlidir, bu nedenle bir Kürt partisi kurmamız lazım, Kürtlerden oluş- Kürtlerin üye olduğu, Yekîtîya Komunîstên Kurdistan diye komünist, Kürdistan Komünistler Birliği diye türkçesi olan bir parti kurmuştuk. Ancak PKK'nin, Kürt özgürlük hareketinin yürüttüğü 01:06:00mücadele çok yükselince, bu partinin artık gereksiz olduğunu, bu arkadaşların eğer mücadeleye devam etmek istiyorlarsa PKK'ye geçmesi gerektiğini biz söyledik. Hem partiyi fesh ettik, hem de o arkadaşlar şu anda eğer devam etmek isteyenler varsa, ki devam edenleri biliyorum, orada devam ediyorlar. Kürt özgürlük hareketinin çeşitli şeylerini devam ediyorlar. Onun dışında evet bizim, legal bir takım yayınlarımız falan hala devam ediyor. Faaliyetlerimiz işte sendikalarda, ya da bir takım sivil örgütlerde devam ediyor. Onun dışında da hepten başlayarak bugünkü HDP ye kadar bizim legal kadrolarımız, bir şeyler yapmak isteyen legal kadrolarımızın hemen hemen hepsi söz konusu partilere girdiler. Mahallede oldular. İlçede, yönetimlerinde onların, il yönetimlerinde oldular. Bizim kadrolarımızdan, bizim arkadaşlarımızdan söz konusu partilerde genel sekreterlik yapanlar da oldu, genel başkanlık yapan da oldu. 12 Eylül, bence evet, bir baskı rejimi, bir diktatörlük, bir faşist diktatörlük, faşist askeri diktatörlük. Biz bu anlamda sol partilere, sol örgütlere vurduğu darbelerle hatırlıyoruz haklı olarak. Bu tabi ki yanlış değil. Ama bana göre 12 Eylül'ün 2 önemli şeyi daha var, Türkiye halklarına yaşattığı vicdansızlık var. Bunlardan birisi, 12 Eylül'ün faşist generali Kenan Evren'in işte, şeye karşı bu İmam Hatipler açılması konusunda ciddi mitinglerde ayetler okuması konusunda, işte Amerika'nın bir projesi olan yeşil kuşağa yardımcı olmasıdır. Gerçekten de yani Erbakan'ı getirin, 12 Mart'ı, Erbakan'ı onlar getirtti, sırf sağı bölebilmek için. 12 Eylül'de de hem devrimcilerden, hem birkaç tane göstermelik faşistlerden insanı astılar ama 12 Eylül'de Fethullah başta olmak üzere, 12 Eylül'de bütün şeyler, dinci gruplar büyüdüler, geliştiler. Ve bu 12 Eylül diktatörlüğünün yüzündendir. Afganistan, İran ve Türkiye şeklinde bir yeşil kuşak, Sovyetler'e karşı bir yeşil kuşak teorisi vardı. Bunu büyük ihtimalle şey yaptı, büyük ölçüde kabullendiler. Bir de belki 01:09:00bundan daha fazla kötülüğünü gördüğümüz olay ise, Turgut Özal'ın ekonominin başına geçirilmesi ve onunla başlayan yeni ekonomik düzendir. Gerçekten de daha sonra Özal'ın işte başbakan olmasına da razı oldular, çünkü aynı ekonomik planı şey yaptılar, uyguladılar. Bu ekonomik plan, işte köşe dönmeci anlayıştı. Bu köşeyi dönmeci anlayış, 12 Eylül öncesinde varolan vicdanları, ahlakı götürdü. İşte, Özal'ın işte şeyi, 'benim memurum işini bilir', yani benden fazla maaş istemenize gerek yok, kendiniz istediğiniz gibi rüşvetinizi alabilirsiniz şeklinde, kısa yoldan para kazanmak, illegal yoldan para kazanmak, yani ahlaksız yönden para kazanmak, bana göre bir de bunlar var 12 Eylül'ün. Ve şu andaki mafyacı düzen, şu andaki üç kağıtçı düzenin başlangıcı odur. Ve işte, yani, Özal dediğim gibi, Özal'a uygulatılan belki IMF programı ile Türkiye gerçekten de şu anda yaşanmaz bir şeydir, ülke halindedir ve bunun şeyinin, kökeninin de evet 12 Eylül ile başlatıldığını düşünüyorum. Hesap, her şeyi biz devrimden sonraya bırakıyorduk. Mesela benim şimdi, hani cezaevine girmeyi bekliyorum ya, bu düzenle, bu mevcut şeyler ki çoğunun zaten AKP'li ve MHP'li olduğunu düşünüyoruz hakimlerin. Mesela benim şeyimi bekliyoruz ya, cezalarımın onaylanmasını. Cezaevine girmemi. Aynı şekilde, şu andaki mevcut iktidar da şeyde, Türkiye'de en azından, yani normal şartlarda, Avrupa'dakine benzer, ona yaklaşık bir burjuva demokrasisi getirmemiz mümkün değil. Eğer bu, yani seçimle ya da başka şekilde, bilemiyorum nasıl gider, bu AKP iktidarından kurtulmadıkça, bize bu anlamda bile bir şey gözükmüyor. Eğer böyle bir dönem yaşarsak, bu gelen iktidar, iktidarın işte şeyi, bu, Erdoğan rejjimi ile bozulan en azından yani, üç ayrı şey, yani yasama, yürütme ve yargının üç ayrı organ 01:12:00olarak çalışabildiği bir burjuva demokratik düzen gelirse, belki buradan ilk adımlar atılacaktır. 12 Eylül, artık bence 12 Eylül'ü geçti. Bunun en son modeli olan Erdoğan faşizmini, yenmek için ilk adımlar olacaktır. Ondan sonra da kendine gelen sol, kendine gelen sos-- STK'lar, kendine gelen yargıç, yargı sistemi sayesinde belki yavaş yavaş o yola girebileceğiz. Bu çizdiğim tablo ümitsiz gibi görünebilir ama başka da yolu yok.

01:12:49 - Pişman Olmadan Geleceğe Bakmak

Play segment

Partial Transcript: Ya şeye ben kızıyorum, işte zaten yani 90'lı yıllardan itibaren birlikte olduğum arkadaşlar var, kendi çevrem var, çok ciddi bir devrimci demokrat çevredir, aydın insanlardır, kendi yetiştirdiğim öğrencilerim var bu basın camiamızda. Böyle bir zaten ortamım var. Onun dışında kolejde arkadaşlar, son dönemlerde biraz moda oldu ya, işte bu Facebook sayesinde, başka şeyler sayesinde biz o 120 arkadaşın, mezun olduğum yıla dair 120 arkadaşın en az 100'ü ile birlikte iletişim halindeyiz. Hatta yılda bir kere toplanıp işte, gülüyoruz oynuyoruz, şey yapıyoruz, anılarımızı anıyoruz. Şimdi, şimdi orada bile şöyle bir yanılsama var, onlar beni çok severler, çok sayarlar, işte 12 Eylül'de hepimiz solcuyduk, onlardan birkaçı gözaltına falan alınmış ama benim gibi cezaevinde yatan, bunun bedelini ödemiş, bu bizim ortamdan, sınıf arkadaşlarımdan sadece ben varım. O nedenle beni çok severler, çok sayarlar ama zaman zaman şunu derler, ya işte bizi kullandılar, 12 Eylül öncesinde işte sağ-sol diye bir çatıştırdılar, şimdi mesela ben onu demiyorum, öyle bir pişmanlığım yok. Ben, ne yaptığımı biliyordum, evet yani, küçücük bir örgüt olarak bu koca NATO ülkesini devirmemiz biraz hayalci olmuş ama yani yapmaya çalıştık en azından. En azından hayalini kurduk ve bu hayal güzeldi yani, insanların eşit olarak yaşaması, işte eğitim sorunu olmaması, sağlık sorunu olmaması, işte bir işinin olması. İyi bir sosyalizmin hala ben güzel bir rejim olduğunu düşünüyorum. Onu düşünüyorum. Bu anlamda mesela o arkadaşlarıma kızıyorum, biz bilerek bir şeyler yapmaya çalıştık, ha bu, bedeli buydu, ödedik. Yani ben cezaevinde, onca cezaevinde yani canımın sıkıldığını hatırlamıyorum 01:15:00yani, Mamak dahil, biz hep neşemiz yerindeydi, umutlarımız vardı, evet biz yanlış hazırlanmışız, yanlış şey yapmışız, yetersizmişiz, bu maça, yedek- bu maçta yenildik ama, haklıydık. Şimdi de mesela, şunu demiyorum, ya ne gereği var, Avrupa'ya gideyim, iltica edeyim, işte ne gereği var, başka yerlere gideyim, işte, başka bir şeyler yaparsam işte, benim cezalarımı silerler, aklımdan öyle hiçbir şey geçmiyor yani. Avrupa'da mesela, Avrupa'da yani belki Amerika'da da vardır yani, sol bireyler var, sosyalistler var, komünistler var, zaten mültecilere onlar sahip çıkıyorlar, devletler değil. Yani o devletlerin ikiyüzlülüğünü gördükten sonra, işte Almanya'nın, Fransa'nın işte İngiltere'nin bu devlete silah satan, bu devletle iyi geçinen, işte şeyini aksatmayan, pazarlıklarını, şeylerini aksatmayan, alışverişini aksatmayan devletleri gördükçe mesela, hiç içimden öyle oralara gidip onlara gidip iltica başvurusu yapmayı içim- aklımdan geçmiyor. İçimden gelmiyor. O anlamda yaptıklarımda sadece şunu diyebilirim, daha iyi nasıl yapabilirdik ama asla pişmanlığım yok. Şimdi de yani, bu şeyde, 30 yıldır burada çalışıyorum, basın olarak çok güzel şeyler yapıyoruz. Bütün bu devletin baskılarına rağmen çok güzel şeyler yapıyoruz. Sırf bu güzel basın, gazeteler için ölmüş arkadaşlarım, öldürülmüş arkadaşlarım var. O nedenle onlara borcumuz olduğu için, ben buradayım ve sonuna kadar burada olacağım. İçeride de artık kalan ömrümde yapabileceğim yani, belki kitap yazarım, ne bileyim, belki başka şeyler yaparım, bulunduğum yerde 3 kişiye bir şeyler öğretebilsem, anlatabilsem o bile kardır. Ama şu var 12 Eylül dönemindeki herkesin kızdığı, şey yaptığı, kötü andığı cezaevleri, en son girdiğim o üç aylık F tipinden iyiydi yani. Oradaki moralim şu an iyiydi. Orada biraz canınız sıkılırdı ama sonunda kendi ortamımı bulmuştum, 3 tane, 3 kişiydik, işte 2 tane HDP'nin gençlerinden. Kendimize göre işte bir okuma şeyimiz vardı, gene ben İngilizce dersini başlatmıştım, arkadaşıma İngilizce öğretiyordum. Orada da üretiyorsun. Sadece dışarısının imkanları istediğin zaman yatmak, istediğin zaman kalkmak, istediğin zaman bir yere gitmek şeklinde bir şey olmuyor. Ama gene orada da ülkendesin. Yani, asla pişmanlık yok ama 01:18:00şunu daha iyi yapabilirdin anlamında tekrar üzerinden geçmeler olabilir.