https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview109572.xml#segment0
Partial Transcript: 12 Eylül faşist darbesinin olabileceği üzerine Pol-Der'in resmi bir açıklaması olmadı. Böyle bir öngörüsü de olmadı. Ancak Pol-Der içerisinde aktif olan üyelerin politik aidiyetlerinden kaynaklı, özel sohbetlerinde bu konuşuluyordu. Bu aslında sol örgütlerin yayınlarında da görülüyor ama politikayla o dönemde ciddi ilişkili olanlar bunun adımlarını hissetmemeleri mümkün değil. Pol-Der olarak bizim burada şaşırdığımız şey, devrimci örgütlerin bunu öngörmüş olmasına rağmen dirençlerinin çok zayıf çıkmış olması, yani Pol-Der olarak biz hani onların daha dirençli, yani faşizmi yeneceklerinden bahsetmiyorum ama yani orada biraz daha dirençli olacakları gibi bir beklentimiz vardı. Orada bir şeyimiz o oldu, hayal kırıklığımız oldu. Onu ifade edebilirim. Ama tabi ki devlet tankıyla topuyla ve hukuk tanımaz haliyle, yani şu var, sizi mesela gözaltında tutuyorlar tutuyorlar, konuşmanız için zorluyorlar, sonra tarlanın birine götürüyorlar, haydi serbestsin diyorlar, sırtınızdan kaçarken vurduk diyebiliyorlar gibi. Yani her türlü cinayet işleyebildikleri, tecavüzlerin gırla gittiği, yani ciddi anlamda tecavüz edildiği, öyle bir şey ki sanık Ahmet'i ararken Ahmet için karısını gözaltına alıp işkence edildiği veya annesini, babasını, kız kardeşini getirtip işkence edildiği filan bir dönem. Yani rehin alınmalar, tehditler, işkencelerin yoğun olduğu bir dönem. Yani burada kimseyi de sorumlu ya da suçlama amacıyla söylemiyorum ama anti-faşist hareket bu direnci oluşturabilecek bir güce erişmediğini gösteriyor. Bu, gerçekliği bu. Pol-Der olarak kendi aramızda kişisel sohbetlerde geçti. Sonuç olarak biz de hazırlıksızdık. Çoğu arkadaşımız ciddi anlamıyla mağdur oldu Şimdi 12 Eylül'de şöyle bir sürecim var benim. Ben Sivas'tan Danıştay kararıyla sürgünden geriye geldim. Tam geldiğimde bizde on beş gün nakil, şehirler arası olunca nakil süresi vardır. 1 Eylül'dü hiç unutmuyorum, ilişkimi 00:03:00kestim, doğru hatırlıyorum. 15 Eylül'de de başlayacağım ama 12 Eylül olunca o faşist darbede bir türlü başlama sorunu problem oldu bende. Bir türlü başlatmadılar. Sonra Mamak Muhabere Okulu'nda özel tim kurmuşlar. Özel tim de anlamı şu, özel tim deyince aklınıza böyle operasyonlar, işte bilmem SWAT timleri falan gelmesin. Bir tane askeri cemse, on tane asker, bir tane asteğmen, iki tane polis, o iki tane polise de ülkücülerden muhbir. Muhbirle bir noktada buluşuyor cemsenin asteğmeni, muhbir, biz Mamak Keçikıran bölgesindeydik. O muhbire, asteğmen konuşunca muhbir ona bazı adresler veriyor, belli ki devrimcilerin ev adresleri filan. Baktım, bu ekipte ikişer kişi görevli olanların çoğu bizim gibi POL-DER'li polisler. Mesela benim görev yaptığım Sivaslı Hasan diye bir arkadaş vardı alevi. Neden diye düşündüğümüzde bize şöyle bir görev veriyorlar. Polis, şey, asker bahçenin dışında siper alıyor, asteğmen de orada. Biz iki kişi evin kapısına gidiyoruz, kapıyı çalıyoruz, aranan şahsın ismini söylüyoruz. Eh aranan, yani şey gibi, aranan şahsa Pol-Der'li polisler gelmiş o halde ben açayım da onlara zarar gelmesin diyecek hali yok. Bu aslında herhangi bir içeriden ateş açılacaksa biz iki ateş arasında kalacağız. Aslında bir nevi bir kurban gibi bir görevlendirme. Şimdi geç de olsa böyle bir görev ile başladım ben Mamak Muhabere Okulu'nda. Böyle yedi sekiz tane tim var. Asteğmen o dönem işte Doğu Perinçek ekibinden Levent Lisesi'nde matematik öğretmeniydi, hiç unutmuyorum, çünkü tutanaklarda hâlâ duruyor. Bir süre sonra bununla kişisel ilişkimiz de gelişti. Bunun da bir parça sol damarı da olduğunu görünce uğraşmaya başladık, ya bu - bu çocuk neyin nesi, işte orada tanınan birinin iki tane oğluymuş bunlar. Biri Serdar'dı adı, birinin bilmem neydi. Eee, bunlar Boğazkesen diye bir fırın, bir alan 00:06:00var, hakikaten rüzgâr alan bir alanda, orada bir fırın var, o fırında buluşuyorlar bu ülkücü çete. Sonra kendi aralarında ne yapıyorlarsa gelip sonra bunlara bilgi veriyorlar. Bunlar da o bilgilerle gidip ev basıyor filan yani. Ben, yani, devam eden günlerde rahatsız oldum. Yani, bir ölüme gönderiyorlar, iki biz ülkücülerin o çetenin yargılanması gerekenlerin istikametiyle sol operasyon gibi yapan bir, hani, devletin o bir organizasyonundaki bir durumu ifade etmek için söylüyorum. Bu fırını basalım biz, dedim. İkna ettik. Sonra gittik biz ekip olarak yapılmayacak şey, cemseyle gittik fırını bastık. Fırında doğru düzgün şeyler bulamadık ama biz yani tutanak tuttuk. Sıkıyönetim de olduğu için tabii sıkıyönetime teslim edilecekler. Fakat hemen siyasi şube, hemen, fırının önünde bitti. Biz anons edince hadi burayı. Aramızda gerginlik, hatta itişme kakışmaya kadar vardı, çünkü o süreçte onlar için önemli bir üstü ve biz o üssü deşifre etmiş olduk. Daha sonra o çocuklar bu işin içinden çıktılar, yo, bir daha olmadı ve beni de bir gün sonra işte Ankara'da trafiğe verdiler
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview109572.xml#segment458
Partial Transcript: Trafikte de Gençlik Parkı'nın oradaki o meydanda duruyorum. Baktım köşede istihbarat ekipleri var. Kimler geliyor bana temas kuruyor filan, anladım, yani, bu polisin klasik yöntemlerinden biridir. Sizi gözaltına almadan bir on beş gün evvela gözetme hani altına, istihbarat yaparlar. Siz içeride konuşmada eğer direniyor gibi görürlerse, ya anlat evvelsi gün şununla görüştün, on gün evvel bununla görüştün, biz senin hayatını biliyoruz gibi derler, çözülmen için yapılan bir yöntem bu. Ama bu aynı zamanda doğru okursan yakında seni alacaklar gibi şey. Anıttepe'de oturuyordum o sıra. Anıttepe'de oturduğum evin üstünde, şimdi kızı yazar aynı zamanda, onun babası eski TKP'li, bu hem de çok eski, Vedat Nedim Tör zamanlarından falan hikayelerini anlatan bir adamdı. Eşi de politik meselelerden dolayı çok artık deneyim kazanmış bir kadındı. Benim evim arka tarafta. Bir gün yaşlı kadın indi geldi dedi ki, Ayhan evladım, sen de polissin ama ben anlayamadım ki, seni buraya bir polis ekibi takip ediyor, şu köşede bekliyorlar dikkat et filan gibi. Yani artık herkesin görebileceği kadar, kendilerine aslında bunu kasıtlı yapıyorlar, 00:09:00hissettiriyorlar artık, senin paniklemenle ilişkili. Çünkü buna ilişkin ben başımdan geçen başka bir hadise oldu. Bazen bilerek sana bunu yaparlar. Sen bir şeyleri saklayacaksan aslında hani bir şey varsa dışarıya çıkartman ve senin kendi elinle onlara teslim etmen için yapılan kurnazca polis operasyonlarından biridir bu. Hani, ha nitekim böyleyken, bir gün işte şeyde aldılar beni, trafikteydim aldılar işte. Ondan sonra eve ciddi hasar verdiler, bütün koltuk kanepe her taraf silah. Onlar bende çok fazla silah -- yani devrimci yolun silah bölge sorumlusu, silah taşıma, silah nakletme, silah bilmem ne, şu hadisede, şurada silah kullanma, bir sürü kendilerince bir liste çıkardılar. Ve ciddi anlamda silah arıyorlar evde yani baktım koltuk, kanepe her şey gitti yani. Bu, hiçbir şey, kömürlük mömürlük, bahçe arkada küçük bir bahçe var. Bir şey çıkmadı. Ama yani 44 gün işkencede kaldım. Ben onu 90 gün zannediyordum. Bundan birkaç yıl evvel tekrar bakayım dedim de 44 günmüş ne kadar uzun geldiyse bana yani yıllar içerisinde aslında çünkü 90 gün kalanlar vardı asıl onlara nasıl gelmiştir. Cinayet masasında kaldım ben, yani, oradaydım. Ankara Emniyet Müdürlüğü Cinayet Masasında, yani, orada, yedinci kattı herhalde yanlış hatırlamıyorsam. Ya altı ya yedinci kattaydık. Yani orada ciddi bir işkence gördük. Hatta yargılanmada Mahkeme Başkanı işkenceden bahsedilince ya dedi tamam anlıyoruz ama dedi, polis de polise yapar mı canım yapmamıştır filan diye bir de böyle bu rahatlıkla bizim görmüş olduğumuz işkenceyi ciddiye de almadılar. Yani böyle bir şey var. Ama o dönem, şimdiki gibi değil, işkenceyi tespit etme ve saire gibi, yani böyle bir ortamımız yok, çünkü canını kurtarmaya çalıştığın bir dönem, yani 80'li yıllar, 80 - ama şunu da söyleyeyim, ben 80'de hemen ertesi gün alınmadım, 81'de alındım. 81 yılında herhalde yanlış hatırlamıyorsam Eylül Ekim falan olabilir, yani o civarlarda olacak. Neden, şöyle söyleyeceğim, hâlâ siyasi şubede Pol-Der'li arkadaşlar olmasa bile POL-DER'e gönül vermiş arkadaşlar vardı. İçeriden bazı bilgilerin bize dışarıya veriyorlardı. En son polislere yönelik isim çalışması yaptıkları bilgisi de geldi. Şimdi bizim kaçacak 00:12:00 göçecek yerimiz yok, yurdumuz yok. Biz aslında kuzu gibi gelip almalarını bekler bir haldeydik, şimdi Türkçesi bu yani. Herhangi bir yerde doğru düzgün bir direniş hattı çizilmemiş, herhangi bir bölge yok, ve saire yok, para yok pul yok. Geldiler aldılar yani sonuç olarak ama biz neredeyse haftalık takip ettik, yani, hatta bazı operasyonlarda örgütsel operasyonlarda da gelişmeleri bile iyi kötü öngörebilecek bir şey oldu, yani bilgimiz oldu ama kaçacak göçecek yerimiz olmadığı için, ortada örgütlülük de olmadığı için, sonuç olarak 81 yılında aldılar. Ben 83'te çıktım işte cezaevinden.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview109572.xml#segment773
Partial Transcript: 12 Eylül'de kapatıldı. Zaten o kapatma aynı zamanda birçok Pol-Der'li arkadaşların meslekten atılmasıyla da, Sıkıyönetim Komutanlığı kararıyla, sonuçlandı. Ben atıldım ama ben şöyle bir şey bakın devlet kurumlardan oluşur diyeceğim. Bunu bir örnek olarak vereceğim. Bugünle ilişkisi olduğu için, bugünü anlatmak istemem ama, bugünle ilişkisi olduğu için anlatacağım. Ben 12 Eylül'de Devrimci Yol davası ve ciddi, bayağı suçlamalarla ve silah ve saire gibi bir sürü suçlamalar vardı. Aynı zamanda işte 141'den yargılandım, bu kadar suçladılar ama sonuç olarak 141'den yargılandım. Bunların hiç-- Kağıt üzerinde kaldı. Burada, beni açığa aldılar önce. Disiplin kurallarına göre yapılması gereken o. Ben cezaevindeyken neredeyse cezaevinden çıkacağım zamana kadar, açıkta kalma süresi iki aydır, iki ayda bir süre uzatım kararı aldılar ve Mamak Cezaevi'ne gelip açık süreniz iki ay uzatıldı diye karar tebliğ ettiler bana. Bunun anlamı şu: Açıkta olduğunuz için hâlâ polis sayılıyorsunuz ve üçte iki maaşınız ödeniyor. Eğer çıktığınızda beraat ederseniz o üçte birler de ödenecek, yani, veya sorun kalmazsa, göreve iade edilirseniz. Yani bugün KHK'yla 10 binleri atıyorsunuz, insanları işinden gücünden ediyorsunuz, o dönem disiplin soruşturması zaman alıyor ya, o zaman riayet ettiler, yani gelip o disiplin soruşturması bir yıla yakın sürdü, bir yıldan sonra zaten ilişiğimin kesildiğini tebliğ ettiler, daha sonra da ben zaten tahliye oldum. Danıştay'a dava açtım 83 yılında. 86 yılında göreve iade oldum. Göreve iade olduğumda dikkat edin devrimci bir örgütlenme iddiasıyla 00:15:00yargılandım, 141'den yargılandım aynı zamanda. Bu nedenle polislik mesleğimden ihraç oldum. Danıştay göreve iade etti. 86 yılında, hem de cuntanın daha etkisinin bir şekilde sürdüğü dönemde, Emniyet Genel Müdürlüğü beni göreve iade etti. Bu bugünkü KHK'lılara ikinci bir örnek olsun diye söylüyorum. Yani aradaki mukayese yapılabilsin diye. Ha ben gittim, dokuz ay çalıştım, ben gittikten kısa bir süre sonra DAL grubu, meşhur hani, Ankara'nın ekibi geldi beni gözaltına aldı tekrar Rize'den. Rize'ye geldiklerini görünce ben kaçtım Ankara'ya. Ankara'da Tunus caddesinde yakaladılar. Gözaltı, 15 gün. Sonra sekiz dokuz ay açıkta kaldım. Dokuz ay sonra hukuk fakültesinde de okuyordum, okulu zaten kafama koymuştum, polislik de gözümden çıkmıştı. Kalsan emniyet müdürü olursun ve saire. Hiçbir kıymeti yoktu artık benim için. Gittim, istifa dilekçesi verdim. İstifa dilekçem iddialı bir dilekçedir onu söyleyeyim. Yani Kenan Evren için yapılan en doğru tespitlerden biridir. Dosyamda mevcuttur. Abdulhamid hayranı, gerici devlet başkanının emrinde devrimci bir polis olarak çalışmayı onursuzluk addediyorum deyip istifa ettim. O yüzden savcılık benim hakkımda o zaman 159'du, şimdi 299 cumhurbaşkanına hakaret. Hakkımda soruşturma açtı fakat devam ettirmedi. Rahmetli Uğur Mumcu o zaman şeyi yayınlamıştı en son bu rabıta örgütü ilişkisini filan yayınlamıştı. O zaman kapattılar, yani, benim hakkımdaki soruşturmayı.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview109572.xml#segment1015
Partial Transcript: Ben de zaten istifa ettim. İstifa ettikten sonra da zaten Çankaya Belediyesi'nde basın yayın ve halkla ilişkilerde bir süre çalıştım. Hukuk bitti. Avukatlık meselesine döndüm. Yani böyle bir sürecim de oldu. O dönem ikili bir süreçti. Bir, önce ne zaman yakalanırım, yakalanırsam başıma ne gelir. Mesela temizlik yapma denen bir şey vardı, nedir temizlik, ben bütün Marksist kitapları yandaki bir komşuma verdim. Onun da oğlu şimdi Ankara'da avukat. Abisi arkadaşımdı o avukat arkadaşın. Onlara verdim. Marksist kitap yani ciddi, bunları çünkü delil diye koyuyorlar örgüt üyeliğine, normal işte Marx'ın Engels'in eserleri dahi sizde bir delilmiş gibi. Onları kaldırdım yani temizlik dediğim o. Cezaevinden tahliye olunca banyoda yaktıklarını (gülüyor) annesinin öğrendim. Yani 00:18:00birinci süreç kendinizi korumak ve başınıza ne gelecek kaygısı var. Biri o. İkincisi, tanıdığınız insanlarla ilişkileri sürdürebilmek ve onlarla dayanışma içerisinde olabilmek. Yani onlarla neler yapılabilir, onlara nasıl yardım edilebilir, gibi. Yani bu ekonomik olabilir, barınma olabilir veya benzeri şeyler olabilir. Bu tarz bir dayanışma içerisinde olmaya çalıştık, ama ağırlığı şeydi, yani dağılmış bir topluluk ve siz POL-DER'li polis olarak sıranın size gelmesini bekliyorsunuz. Ve içeriden haber geliyor, sıranın yavaş yavaş size geldiğinin bilgisi beliyor. Böyle bir şey de var. Yapacak bir şeyiniz yok. Yaşamanın çaresine bakıyorsunuz. Yani nasıl yaşarım, diye. Üst yönetim diye bir şeye bakmadılar. İşin doğrusu, ellerindeki liste Pol-Der yöneticileri diye bakmıyordu. Pol-Der'in çünkü dedim ya birden fazla Pol-Der var diye. Onlar mahallelerde daha çok aktif olanlar üzerinden yürüdüler. Dolayısıyla yani şube başkanı veya mesela Ankara şube başkanı sorunsuz devam edip emekli olabilirdi yani bir sorun olmazdı. Bu onun hani kötü bir insan olduğunu göstermiyor. Onların, yani 12 Eylül'ün daha çok aradığı ve üzerine yürüdüğü kesim anti-faşist mücadeleye aktif şekilde katılan polisleri gözaltına almak, yargılamak ve tasfiye etmek çünkü işin doğrusu, yani, ben de öyleydim, polisi azdıran bir adamdım çünkü böyle sessiz kalınmasını kabul etmiyordum. Yani kalabalık bir polis grubu içerisinde olduğumda, ki dosyama yazmışlar, kalabalıkta çalıştırılmaması gerekir diye not var, yani özel olarak artık ondan sonraki sürecimi hep tek yaşadım uzun bir süre. Yani bana verilen emri ne kadar uygun olup olmadığını yani durup dururken vur dediği zaman, ben kimsenin maşası değilim, neden vuracağım, yani bana bunun bir gerekçesi olmalı. Yani işçi fabrikanın önünde, Allah aşkına, işçi fabrikanın önünde grev yapacak, ben o işçiyi döveceğim. Ben sermaye sahibinin polisi değilim ki. Yani şimdi şeyi anlatıyorduk polislere, yani biz halkın polisiyiz kavramını buradan kuruyorduk. Yani eğer o işçi kanuna aykırı dediğiniz şey bir haktan kaynaklanmıyor. Çünkü şeyi görmek lazım şimdi biraz hukukta ve adalet de kavram olarak polise yerleşmeli. Adil olmak. Hakkaniyetli davranmak. Yani aç kalan insan fırından 00:21:00ekmek çalar. Fırından her ekmek çalanı polisin yakalaması gerekmiyor. Bunu söyleyeyim, yani. Bence fırından ekmek çalan sistemi koruyanları polisin yakalaması gerekiyor. Asıl hırsızlık orada çünkü. Yani şey mantığını kurduk, verilen talimatı yerine getiririz, biz emir kuluyuz. Bunu Faruk Sükan içişleri bakanı olarak bizim zamanında kendisini ziyaret eden Polis Enstitüsü Mezunları Derneği de vardı POL-DENS ve Pol-Der genel başkanlarının ziyaretinde, açık bir şekilde şunu söylediği iddia edilir, yani, bize aktarılan odur, polisin eğitimini istemişlerdir o kişiler yani polis eğitimi şarttır diye, ki hakikaten biz mesela dokuz ay gördük yetersiz bana göre polis eğitimi, bırakın yönetici olmayı, iyi bir polis eğitimi dört yıldan aşağı olmamalıdır ve iyi bir ceza muhakemesi ve ceza usul kanunu yanı sıra, sosyoloji ve psikoloji de okumalıdır, insan psikolojisi, toplumsal sosyoloji açısından. Böyle baktığımızda Faruk Sükan'ın yahu ne eğitimi, benim polis dediğim dur dediğimde duracak, vur dediğimde vuracak sözünü söylediği iddia edilir. Bu eğer doğru değilse bile mantığı buydu. Yani polise bakış bugün bile aynıdır. Pol-Der bunun için rahatsız edici bir örgüttür. Yani biz hiçbir zaman için birisinin keyfiyle vur dediğinde vuran dur dediğinde duran bir ekip olmadık. Ve bugün polisin geldiği hal bu şekilde, hatta artık vur demeden vuracak, gönüllü vuracak insanlardan oluşan bir ekip oluşturdular. Yani bu yurttaşın güvenliğini tehlikeye düşüren bir ekip olduğunu söyleyebilirim, adı güvenlik örgütü ama yurttaşın güvenliğini tehdit ediyorlar, yani onu söyleyeyim
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview109572.xml#segment1387
Partial Transcript: Evden çıktığım an gözümü kapattılar, gözümü hücrede açtım, yani onu söyleyeyim. Yani gözümü hücrede açtım. Yani kemerdi, ayakkabının bağıydı gibi şeyler alındı herkese yapıldığı gibi. Zaten evden çıkarken saat ve saire gibi, yüzük saat gibi şeyleri eve bıraktım. Geldim polis kimliğimi aldılar filan. Geldiğim gün hemen bir katı işkence görmedim, yani, geldiğim gün. Küçük bir hücreydi, kalabalık bir, yani, yedi sekiz kişiydik. Yatalım dersen yedi kişinin yatacağı değil, belki bir kişi yatacak da altı kişi yan yana dik duracak şekilde filan bir hücreden bahsediyorum. Çok küçük bir hücrede kalabalık bir şekildeydik. Karşımızda da mesela benimle birlikte beş polis alındı. Bu beş polisin 00:24:00alınma sebeplerinden biri benim. Onu söyleyeyim. Bunu da burada söyleyeyim. Çünkü yapılan işkencede polis örgütü diye bize iddia ettikleri, işte belli bir örgütün polis örgütü diye. Ben şeyi anlattım, hayır biz beş tane, bu olan bir hadise, gerçek de bu üstelik, samimi de. Yani oradaki söylediğim, olan bir şeydi, yani kötü bir şey de değildi. Biz beş polis haftanın belli günleri bir araya gelip kitap okuyup tartışıyorduk. Okuduğumuz sol yayınlardı, bu doğru, ama anlamaya çalışıyorduk yani bize çok yabancı kavramlardı. Yani o yabancı kavramları öğrenmeye çalışıyorduk, onların tarihsel sürecini anlamaya çalışıyorduk. Ve ben bunu samimiyetle de söyledim. Zaten başka da bir şey de söylemedim. Onların da zaten bir gözaltında süreçleri geçti, cezaevine girmediler onlar. Benim üzerime çünkü Kurtuluş örgütüyle daha sonra işte Devrimci Yol örgütüne başka bir örgütten geçen çocuğun ifadesi olduğu için ben suçlandım ve cezaevinde kaldım, yargılandım filan. Şey, bu süreç enteresan bir süreçti. O polisler gözaltında kaldı, onlara da zararım dokundu o gözaltında kalmalarına rağmen. Yani öyle bir zararım oldu, ama olan buydu, yani benim anlattığım buydu. Onun dışında başka bir faaliyetim olmadığını ifade ettim. Yani bizim polis olarak faaliyetimiz buydu. Diğeri zaten okullarda ve, ha şunu yaptım, zaten gizli saklı değil. Gelen siyasi şube polisleri de biliyordu bunu, bir kısmı. Örneğin Demetevler, faşistler bastığında ben silah kullandım, devletin silahını kullandım ve kullanırım da. Yani ondan dolayı da suçlanmadım, yani. Bana elli tane adam elinde silahla sopayla gelecek, mahalleyi basacak, ben de cebimde silahla evimde oturacağım, cam çerçeve insin diye bekleyeceğim. Nitekim, benim olmadığım bir zamanda, benim oturduğum evin köşesinde bir çocuk parkı vardı, hiç unutmuyorum. Orhan Ahmet Üçgül olacak, ufak çocuk. Yani ikinci ismi tam doğru olmayabilir ama soyadı doğru, Orhan Üçgül, orta ismi Ahmet olabilir. Parkı taradılar ve çocuk öldü orada. Yani o ülkücü faşistler parkı taradı ve bir çocuk öldü. Onun üzerine mahallede büyük bir olaylar dizisi başladı. Protesto ediliyor olaylar dediğim de bu. Sokağa döküldü, cenaze var, protesto ediyor. Ankara Emniyet Müdürü de şey gönderdi, toplum polisini gönderip şeyi coplamaya kalktı, protesto edenleri, yani cenaze sahiplerini dövüyorlar bir de üzerine. Orada, bizim Pol-Der'li çocuklar da görevliydi. Ben onları da uyardım müdahale edin, yani kimi dövüyorsunuz filan. Orada bir kargaşa çıktı, o nedenle bir gözaltım daha oldu benim. Yani müdahale nasıl etmezsiniz ki burada öldürülen ve acısı 00:27:00olan insanlar var, saldıranları değil acısı olanları dövüyorsunuz filan. Bunu daha sonra ben, yıllar sonra Ankara Garı'nın önünde yaşadım, aynı şeyi. Ben de oradaydım çünkü. Çağrıcılardan da biriydim Ankara Garı'nda, 10 Ekim davasında. O patlamanın beş yüz metre kadar filan ilerisindeydim, oradan ayrılmıştım geliyordum. Sonra geriye döndüğümüzde yerde yaralılar vardı ve polis o yaralıları, ve ölümler var, onlara copla saldırıya geçmişti. Ve orada hakikaten devrimci çocuklar direnç gösterdi de ölülere, yaralılara vurma imkanları olmadı. Yani şimdi böyle şeylerde polisin önceden de bu işe böyle gönüllü meşrebi olduğu da anlaşılıyor. Yani bunları yaptık. Bunları da açıkça savundum. Yani ben Dil Tarih'te de Gazi'de de yani hiç öyle Bankacılık Yüksek Okulu siyasal bilgiler aklıma gelen yerlerde polis olarak anti-faşist mücadelede tavır aldım. Yani faşistler saldırdıysa polis olarak görevim. Çok da rahat, eğer güç kullanılacaksa güç kullanırım ama şunu da söyleyeyim, orantısız da güç kullanmadım. Yani hiç kimse, benim hakkımda bana işkence diye bir şikâyette bulunacak bir ortamım olmadı. Ama faşistleri durduracak beceriye sahiptim. Onların nasıl durdurulacağı konusunda tecrübeliydim ve duruyorlardı, yani onu da söyleyeyim. Ha, bunlardan dolayı da suçlanmadım işin doğrusu. Yani bunların dışında bir şey yok. Yani birini çok iyi tanıyordum. Daha sonra diğerleriyle de tanıştım zaten, onu söyleyeyim. Diğerleri kendisi geldi bana, onu söyleyeyim yani. O süreci de aktarabilirim. İşkence dediğiniz, kaba dayak var, yani biz, ben onu, rahmetli Mustafa Ekmekçi ben onu işkenceden saymıyordum, çok kızmıştı bana. Yahu nasıl saymazsın, ya o kadar çok çocuklara işkence yapılıyor ki kaba dayak şey kalıyor burada, hani, işkence değilmiş gibi kalıyor diye, kaba dayak vardı, elektrik vardı, elektrik işkencesi. Daha çok elektrik ve kaba dayak ağırlıklı yapıldı yalnız sadece bir kere ayakta durma yapıldı. Enteresan bir şey, hiç beklemiyordum, yani ayakta durmanın bu kadar yıkıcı bir şey olduğunu. Onu böyle basit gibi anlaşılıyor ama öyle değilmiş. Haşlanmış yumurta koltuk altına koyup da kırdıkları bana olmadı ama olan insanlar var. Söylendi. Bende ileriye gidilmedi ama benim kaldığım hücrede 00:30:00 konuşulanlardan hatırlıyorum. Makata cop sokmayla ilişkili işkence türüne başvurdukları var. Benim üzerimde rahatlıkla uygulayabildikleri iki şey kaba dayakla elektrikti. Şeyde, sınırda durdular. Ama o sınır 44 gün boyunca, bir de eşimi getirerek, tehdit ederek, elektrik ve falaka şeklinde, kaba dayak şeklinde devam etti. Kırk dördüncü günden yaklaşık dört beş gün evvel kesildi, yani o işkence. Dört beş gün sonra o zaten yürüdük ettik, biraz dolaştırdılar, dört beş günde ifademizi tamamladılar. O ifadenin bitiminden sonra Mamak'a sevk ettiler. Mamak'a gittiğimizde de beş gün kafes diye bir yer var Mamak'ta B Blok'ta kaldım 7. koğuşta. Kafeste beş gün kaldım. Büyük bir binanın, bir hangar gibi bir yer düşünün, ortasında dört tarafı demir maymun kafesi gibi düşünün, bir, büyükçene bir kafes. Etrafınızda gemi azıya almış, saldırgan askerler, ellerinde uzun coplar. Gelen geçen vuruyor, dövüyor küfür ediyor; vuruyor, dövüyor, küfür ediyor; vuruyor dövüyor, küfür ediyor. Beş gün boyunca. Daha sonra da şeyi de fark ettim ama, işkence görürken değil ama işkenceden sonra, bu işkence meselesi üzerine düşündüğümde fark ettiğim şey şu oldu: Yani benim, ilk başlangıcı acı vermek değil aslında. İnsanın kendine olan saygısını yitirmesine, yani, çünkü bir insan kendine olan saygısını yitirirse, her şeyi yapabilir. Anasını da suçlayabilir, babasını da suçlayabilir, her türlü iğrençliği yapabilir. İlk önce onun onurunu kırmak, ona kendine olan saygısını sıfırlamak. Ha bu arada bunu sağlamak için başlayan işte bundan haz alan, zevk alan faşist ruhlar vardı. Yani o işkenceyle sende bunu sağlarken kendisi de ayrıca haz alan bir ekip vardı. Bu mesela Cinayet Masası'nda daha teknik bir ekip vardı, çünkü amaca yönelik işkence yapıyorlardı. Ama Kemal Yazıcıoğlu'nun bulunduğu, özellikle Devrimci-Yol ekibinin yoğun olarak işkence gördüğü yerde o işkencenin yanında bizimki işte onun için pek işkence saymakta sınırlı deme nedenim o, çünkü onlar aşağıda olağanüstü ağır işkenceler gördüler, onlar da o lastik teker içine almalar, filistin askıları, makata 00:33:00 cop sokmalar, soğuk su tutmalar gibi aklınıza gelebilecek, bu yani bazılarına hepsini yaptılar, bazılarına üçünü yaptılar sekizini yapmadılar, diğerine de diğer üçünü yaptılar gibi formülasyon. Daha sonra tanıştığım, yakın tanıma fırsatını bulduğum devrimci arkadaşlarla, mesela eşlerine orada tecavüz gözlerinin önünde ettiklerine dair bilgim var. Yani, gözaltındaki kadınlara işkencenin, yani suçladıkları kadınlara işkencenin dışında. Yani ve bunlar üstelik oruç tutan ramazanda, namaz kılan, işkencede ara verip namaz kılan, işkenceye ara verip oruç tutan falan. Benim zaten yani birinin İslamcıyım dediğinde ürperdiğim yerlerden biridir bu. Hiçbiri de çıkıp özeleştiri yapmaz, konuşmaz bu ırz düşmanı işkenceciler. Ve maalesef biz de hiçbirini adam gibi yargılayamadık. Yani hiçbiri de, çünkü insanlar gördüğü işkenceyi anlatmakta haklı olarak zul görüyorlar. Yapılanları anlatmak çok kolay bir şey değil, ya saklıyorlar ya sınırlıyorlar, ya bir şey yapıyorlar. O nedenle kamuoyu önünde bana şu yapıldı demek zor bir iştir. Bunu yapanı da kutlarım, yani tebrik ederim, yani zor bir iştir, yapılması gerekir ama neden yapmıyorsunuz diye de kimseyi sorumlu tutmam yani.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview109572.xml#segment2087
Partial Transcript: Diğer o polisler kimlerdi diyeceksiniz. Ben cezaevinden tahliye oldum, aradan işte üç yıl geçti. Ben o arada Hukuk fakültesinde okuyorum, gidiyorum geliyorum, taksi şoförlüğü de yaptım Gençlik Taksi'de. Hatta istihbarat gelip takip ediyormuş, nasıl bilirsiniz diye, taksi şoförleri de ya çok iyi komünist filan diye anlatıyorlarmış. Yani iyi insan gibi anlatıyorlar, böyle güya övüyorlar, kırk kere uyardım yapmayın, yani onlara göre de ben komünistim yani sol bir örgütten yargılandıysan gibi, böyle herkes sıfatlarla gidiyor. Halbuki komünist olmak bana göre büyük bir erdem işi, ben o kadar erdemli olduğumu filan hiç iddia etmedim yani zor bir iştir. Ben yani anti-faşist mücadelede devrimcilerin yanında durmayla katkı sunan bir insanım. Ama onların, göreve döndüğümde Emniyet Müdürlüğü Ankara'da çünkü ilk iadem oradan tayin oldum oradan atıldığım için. Ankara Emniyet Müdürlüğü binasına girip de polis kimliğimi almak için ilk gittiğimde kapıda o koca emniyet müdürlüğünün, ilahi adalet. Onlar çıkıyordu ben 00:36:00 girerken. Ben onlardan birini tanıyordum ama diğerlerini tanımıyordum. Yani, onlar beni görünce, Aa ne işiniz burada filan gibi, böyle ama, hani, hesap sorar gibi değil de çekinerek. Yani beni görünce. Sonra şey dediler, yani, ya kusura bakmayın, ben o zaman anladım, yani işte sizi asacaklarını söylediler, güya işte siz şöyle tehlikeli işler yapmışsınız, siz şunları gibi, kendilerince, hani, işkencenin mazeretini anlatmaya çalıştılar. Kimliklerini o an öyle gördüm. İsimlerini hâlâ bilmiyorum. Yani, bu garip bir süreç. Yani, kimini, Türkiye zaten öyle bir ülke ki, yani, bir gün işkence yapan konumundaysanız bir gün işkence gören konumuna gelebilirsiniz, onu hep işkencecilere söylüyorum. Yani burayı hukuk devletine çevirin, çünkü bu hukuksuzluk sürdüğü sürece siz de bir gün bunun muhatabı olursunuz, yani bunu, herkes bu, muhatabı olacak bu süreçte. Yani benim işkenceciler içinde nedamet getiren bir tek Hanefi Avcı'yı gördüm ben, Hanefi Avcı dışında nedamet getireni görmedim. Komutanların başlarındaki müdürlerin isimleri belli. Yani aslında devlet kadroları şimdi çıkartırız listeyi bulursunuz. Yani devlet yönetiminde soruşturma açsanız kimler olduğu hemen, o dönemde çıkarsalar resimlerini gösterseler ben iyi kötü çıkartırım yani kimler olduğunu bir şekilde bulurum, veya Mamak'taki askerlerin listesini çıkarsalar, gerçi 30 yıl geçti şimdi herkes, 40 yıl geçti, yani 40 yıl evvelkini 30 yıl evvelkini nasıl tespit edersin herkes yaşlandı geçti ama yani bulmak istese devlet bulurdu aslında devletin, devletin hep şöyle bir yanı var. Geçti gitti, oldu, tamam, şimdi bugüne bakalım diye. Hiç geçmişiyle hesaplaşmıyor. Yani bunu sadece Ermeni katliamı, işte Kürtlere yapılan zulüm, devrimcilere yapılan, Alevilere yapılan filan, bir sınırı yok yani. Bütün muhataplarını tamam, oldu bitti artık konuşmayalım yenisine bakalım gibi bir devlet yönetim anlayışı var. Yani aslında güzel bir şiirdir, bu sonradan İslamcı oldu ama, İsmet Özel'di, onun güzel bir şiiri vardır. Hani "Ak değildir arınmanın her zaman." Yani "Ak değildir arınmanın rengi her zaman" diye. Hani güvercinlere inanma diye başlayan bir şiiri vardı onun. Oradan bakacak olursak hatta arınmak ismi üzerinde, akacak olan su beyaz değildir, hani ak olmayacak o arınma da. Devlet üzerindeki kiri arınarak temizler. Unutarak, üstünü kapatarak, yok sayarak filan değil. Ama maalesef böyle bir devlet 00:39:00 anlayışımız yok. Geçmişimizle ya hatırlatanı da terörist, hain ve saire gibi, hatırlatıyorlar veya yaftalıyorlar. Dolayısıyla hesap sormaya değil de ama geçmişle yüzleşelim diyen, şu an terörist ilan ediliyor, vatan haini ilan ediliyor. Ama işkenceler başta olmak üzere, Türkiye'deki yapılan zulüm üstelik kimlere yapılırsa yapılsın, yani bunda taraf ve saire gözetmeksizin, bir hesaplaşalım. Yani devlet bir arınsın. Bilmiyorum arınır mı? Yani, benim umudum yok. Şimdi benim kaygılarımdan biri de şu, ben cezaevine sol bir örgütlenme suçlamasıyla giriyorum ama polisin cezaevinde beni tanımayan bir grubun içerisine atılırsan kendimi nasıl ifade ederim. Yani ha bir de polis geldi, zaten işkence görmüşler, bir de polis. Yani bu, bu benim için bir açmazdı. Yedinci koğuşa düştüğümde Demetevler Yenimahalle bölgesinde devrimci olan çocuklardan o koğuşta olanlar vardı. Onlar zaten görür görmez hemen koğuşta yanıma geldiler, çünkü bizim kaldığımız yedinci koğuşta maymun kafesi gibi, üç tarafı duvar ama ön tarafı uzunlamasına demir parmaklıktı. Koridora bakıyordu. Yani klasik cezaevinde böyle bir kapı olur, bir şey olur. Bizimki öyle değildi. Yani, açıktı böyle koridorda. Orada bir şey gözledim. Koğuşun üçte biri faşistlerin kaldığı bir bölüm, üçte ikisi devrimcilerin kaldığı bir bölüm. Arada hırlaşma oluyordu ama boyutlarıyla öyle. Ben geldiğim gün o tanıma vesilesiyle zaten Pol-Der'de filan hani bunlar konuşulunca, çocuklar oldukça hani işkenceden de yeni gelmişim, beni biraz rehabilite edecek davranışlarda bulundular. Çünkü şeyi söyleyebilirim, ben de çok hazırlıklı filan değilmişim yani onu da söyleyeyim yani. Yani ben oraya düştüğümde bir de iddianame daha gelmemiş ama suçlamaları görünce ben herhalde bir daha dışarıyı görmeyeceğim, hani, benim için bu bir, herhalde son durak burası filan diye girdim. Yani benim şey o. Zaten o 00:42:00 psikolojik o da bir olumsuz etki de yaratıyor. Yani bir umutsuzluk da yaratıyor. Fakat içeride çocuklar çok umutluydu. Yani kısa sürede, o bendeki şey gitti. Yani o umutsuzluk gitti. Yaşama, orada bir yaşam formu oluşturuyorsunuz. O kolektif yaşam gerçekten kolektif yaşamdı, onu söyleyeyim. Yani ortak bulaşık yapıyoruz, sırası gelen bulaşık yıkıyor. Tatlı yapma günümüz var, Mamak tatlıları yapılıyor. Kendimize göre çay kahve düzenlemelerimiz var. Yapabildiğimiz şeyler var böyle. Bu arada dayanışmalar ve tabii ufak tefek yan hücrelerle haberleşme ve saire gibi şeyler filan. Yakalanmalar dayak yemeler şiddetler. Sabah ve akşam sayıma çıkıldığında bir de Mamak çok soğuktu yani girdiğim işte o Ekim Kasım olunca Aralık ayları falan tam anlamıyla felaketti Mamak'ta. Yani hani bağırtarak sayım yapıyorlar ya. Bir iki üç filan, faşistler yırtınıyor böyle ya hani seslere. Bize gelince ses çıkartmıyorsunuz. Üç dört beş gibi. Bu habire dövmeye neden oluyor. O soğukta ellerin tutmuyor artık yani o hale geliyor. Cezaevinde TKP'li doktor Bülent diye bir çocuk vardı. Daha sonra Sağlık Bakanlığı'nda tekrar göreve dönmüş diye duydum ama bir türlü kısmet olmadı tekrar karşılaşmayı. Onun çok fazla yol göstericiliği oldu sağlık açısından, işte ellerimiz şişince ne yapılır, vücudumuza nasıl filan gibi. Yani moral kaynaklarımızdan biriydi, en azından benim için öyle. Ve diğer çocuklarla ben bir süre sonra onların bir parçası olarak gayet de mutlu yaşadım.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview109572.xml#segment2647
Partial Transcript: Beni kıran döken başka şeyler oldu, ailevi şeyler oldu, yani daha özel şeyler kırıldı. Yani, yani benim açımdan, yani cezaevinde kalmaktan öte rahatsızlıklarım filan oldu. Çocuğundan ayrı kalmak gibi bir şey vardı. Onu anneme babama göndermek zorunda kaldım ve daha çok küçüktü. Bunlar, aslında devrimcilerin fazlasıyla ödediği şeyler. Bunları yaşarsan biliyorsun, fark ediyorsun, yoksa sadece cezaevinde kalmıyorsun. Uzun zaman da ceza avukatlığı yaptığım için, cezaevine ilk girişim 17 yaşında, ben 17 yaşında ilk defa cezaevine girdim. Altı küsur ay kalmıştım, ya da altı aya yakın kaldım. Bir yaralama hadisesiyle ilgili. Beraat ettim ama onda. 00:45:00Çatalca Yarı Açık Cezaevi'nde. Oradan da bir deneyimim vardı. Şudur: Siz cezaevine girmiyorsunuz aslında. Bir cezaevi hayatı yaşamınıza giriyor, çünkü siz o cezaevinde edindiğiniz ilişkiler ve yaşama formu cezaevinden çıkınca sizin hayatınızda etkisini sürdürmeye devam ediyor. Yani şöyle bir şey değil. Normal halinizle cezaevine bugün girdiniz işte üç yıl sonra çıktınız, kaldığınız yerden devam etmiyorsunuz. Çıktığınız zaman başka birisiniz siz artık. O üç yılda yaşadıklarınız sizi başka biri yapıyor. Bunu ben çok genç yaşta, 17 yaşında bir yaşamıştım. Üzerime ağır bir yük olarak dönmüştü o. Daha kısa bir süre, yarı açık cezaevi olmasına rağmen. Fakat Mamak'ta heyula gibi çöktü üzerime. Yani zaten 68 yaşındayım hâlâ politik olarak birçok laf ediyorum, bana bazen soruyorlar, yahu artık kendine bak yani 70'ine geldin diye. Ama beni böyle biçimlendiren aslında 12 Eylül öncesi değil, 12 Eylül'deki cezaevi. O cezaevine girdiğimde aslında şeyi fark ettim, bu ülkede, yani anti-faşist mücadelede tam yerini alamamışız, bu mücadeleyi tam verememişiz ve politik olarak Türkiye'yi veya dünyayı tam çözümleyememişiz. Kendi adıma söylüyorum bunu. Ben bu eksikliği gidermeliyim diye kendimle hep uğraştım ve bir sürü yerde mevki makam kaybıma da neden oldu çünkü önüme çok farklı fırsatlar da çıktı bulunduğum konum ve geçmişim nedeniyle. Ama şeyi öğrendim yani cezaevinden çıkınca başka bir insan olarak çıkıyorsunuz. Annem babam zor geliyordu zaten, yani İstanbul'dan geliyorlardı. Onlar, özellikle annemin o cezaevi girişinde fazlaca yıpranmaması için rica ettim bir daha gelmemesini istedim yani ben çıkana kadar çünkü o cezaevi girişinde özel olarak bir zulüm görüyorlar hâlâ aileler, hâlâ aynı şekilde, Silivri'de de benzer. Babam ilk geldiğinde babamın ilk sorduğu soru ben polis olurken direnmiştim hani rüşvet yemeyeceğim, ahlaksız olmayacağım, şöyle olmayacağım diye. Aslında babama haksızlık yapmışım, sonra ben polisliği ben çok sevdim. Yani polislik, eğer halkın polisi yapacaksanız, hakikaten yani halkı savunacaksanız çok güzel bir meslek. Yani gerçekten polislik doğru yapılırsa çok iyi bir meslek yani. Babam şeyi sordu, inadına mı yaptın 00:48:00dedi. Ben babama yok dedim, yahu, baba mümkün mü? Yani ben başka bir şey oldum dedim yani polislikte hayatı tanıdım, ben başka bir hayat yaşıyordum İstanbul'da. Evet yani Deniz Gezmişlerden şunlardan haberimiz vardı ama hayatın içinde değildim, dışında bir yerdeydim. Ama polis olunca, polisin öyle bir özelliği var, hayatın bizzat içinde oluyorsunuz. O olanların farkına varıyorsunuz. Eğer vicdanınız var, hak yemez adil bir insansanız da doğru yerde duruyorsunuz. E doğru yerde sizi cezaevine getiriyorsa gelecekseniz yani bunu anlattım babama. Üzülme dedim yani sen beni yetiştirmede doğru bir iş yaptın, iyi ki polis yaptın, yani orada iyi ki hâlâ diyorum, iyi ki polis olmuşum. Yani bugünkü Ayhan eğer olabildiysem, o Pol-Der sürecini yaşayabilen bir polis olma imkanıydı. Beni büyüttü, olgunlaştırdı, öğretti. Kötü olan şeydi işte, eşim de polisti benim. Emniyet Genel Müdürlüğü'nde görevliydi. O işte yüksek okul mezunu emniyet müdürü rütbe alacak, olacak diye hevesliydi. Kısa bir süre sonra ben işkencede biraz hırpalanmıştım da kaba dayak tabii biraz, üzerimde biraz fazla uygulamışlardı. Yıpranmış vaziyetteyken de geldi. Kısa bir süre sonra boşanmak istediğini söyledi benden, çünkü nedeni de şey yani, terfi etmesine, yani benimle evli olunca, bir teröristle evli işte emniyette ne kadar yükselebilir. Ama düşünün yine de bir fark var. Bu nedenle emniyetten atmadılar onu, hâlâ Genel Müdürlük'te polisti. Yani bugünle mukayese açısından söylüyorum. Şimdi adamın eşini de atıyorlar, çocuklarını da atıyorlar, iş de vermiyorlar. Pasaport bile vermiyorlar. Mukayese açısından dedim. Peki dedim, şey yaparız, yani bu, yapacak bir şey yok, boşanırız. Çocuk meselesinde de ben bakamam dedi. Zaten annem bakıyordu, evde, şeyde, Ankara'ya gelmişti ben cezaevine girince. Annemlerle konuştum, çocuğu aldılar işte daha sonra. Ben zaten, bizi polis olarak ayırdılar devrimci dava-- Devrimci Yol davasında, Devrimci Yol'un bir yedi-sekiz kişilik bir, içinde beş tane polisin bulunduğu bir ekip haline getirdiler. İçinde bize işte iftirada bulunan kişiler de dahil olmak üzere. Dolayısıyla bizim davamız büyük dava gibi sürmedi. Yani ben mesela çabuk cezaevinden tahliye olma sebebimdir o. Yüzleştirmede işte Devrimci Yol'un 00:51:00 bazı önder kadrolarıyla hani Savcılık'ta cezaevindeyken yüzleştirildik filan. Hani onlar polis içerisinde bunun konumu nedir diye onlara soruyorlardı filan. O süreçler tamamlanır tamamlanmaz bir iddianame düzenlendi ve şey yapıldı, dava açıldı. Dava açılınca ben ilk celse tahliye oldum. Tahliye olduğumda da zaten boşanma davası ikame edilmişti. Gittik hemen boşandık. Ayrıldım.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview109572.xml#segment3095
Partial Transcript: Polislikten de tam o sıra ihraç olmuştum. Şeyde, şoförlüğe başladım Gençlik Taksi'de, işte Anıttepe'de oturuyordum, o günlerde şeylerim. Çok enteresan, kendileri gelip şoförlük için teklifte bulundular çünkü ben onlara çok iyilik yaptım, ben bir şey olduğunda gidip alıp veriyordum. Ama gittiğim her yere de taksiye bindiğim zaman ücret ödüyordum. O anlamıyla beni çok, enteresan buluyorlardı. Kendileri gelip teklif etti ve bana arabasını veren Mağmatlıydı, onu da söyleyeyim, o da İslamcıydı. Şöyle sakallı biri. Arabayı getirdi verdi, " Ya " dedi, " sen bu durağa çok iyilik yaptın, al bu araba senin, karnını doyur doğru düzgün bir iş bulduğunda arabayı bırakır gidersin " diye, böyle bir ilişki yaşadım onu da ifade etmek isterim, yani, o da enteresan bir süreçti. Bir süre sonra rahmetli Uğur Mumcu'yla karşılaştım. Uğur Mumcu'yla biz eskiden tanışırdık, yani eski dostluğumuz var. Pol-Der döneminde bilgi belge götürdüğümüz de olmuştu, koruma olarak da ihtiyaç hissettiğinde gönüllü olarak yanına gittiğimiz de olurdu. Bazı tanık olduğum vakalar bile var onun yanındayken, böyle. O da taksi şoförlüğü olur mu ya dedi, hukuk fakültesini de kazanmışım, şoförken girdim ve üniversiteyi de kazandım. Zaten iki yer yazmıştım. Bir Dil Tarih felsefe ile, birinci sıraya Ankara Hukuk ekstern vardı, Eksterm yeni açılmıştı, hani devam etmeksizin hukuk okuma anlamında. İkinci yer de dil tarih felsefe yazmıştım. Eksterm yazdım girdim. Uğur mumcu da olmaz dedi, bir Kızılay'da gördü, taksi şoförlüğü olur mu dedi, Ercan Arıklı'yı Gelişim Yayınları'nı aradı. İşte İstanbul'a gittim Ercan Arıklı ile görüştüm. O da beni Gelişim Yayınları'nın Ankara bölge koordinatörü yaptı. Bir anda taksi şoförlüğünden başka konuma geçtik. Mülkiyelilerin yanındaydı işte dört katlı bir binada. Yani hayat böyle bir şey. Bugün derinler tarafından yönetiyoruz. Yani, kontrgerilla faaliyetleri üzerine 00:54:00aslında bir çalışma yapmak lazım. Türkiye'de yapılacak iş kontrgerilla faaliyetleri üzerine çalışmak çünkü Türkiye'deki uyuşturucu dahil olmak üzere kumar dahil olmak üzere, cinayetler dahil olmak üzere, bütün faaliyetleri bir kendiliğinden gelişen hareketler olarak değil, kontrgerillanın bir faaliyeti olarak düşünün, kontrgerillayı da bir ekip olarak düşünmeyin, biraz evvel söylediğim gibi, çeşitli hizipler. Mesela son İzmir HDP baskınını da böyle okuyabilirsiniz. Yani, o gencecik bir kızın katliamını. Toplum polisi olup hem de mahallede anti-faşist mücadeleye katılıyorsanız bence Pol-Der'in gerçekten yaşanması gerekeni yaşıyorsunuz, asıl bulunan yer o, yani mahalle. Mesela ben o Ertuğrul Karakaya mahallesine çok koşturdum, gittim geldim. Demetevler, Şentepe, Karşıyaka bölgelerinde çok koşturdum.
Yani işkence görmeden oraya gelebilecek insan olduğunu düşünmüyorum. Çok istisnadır, belki yani, belki, belki yani. O da o süreç içerisinde bir veya üçtür, ikidir. Şeydir, pişmanlık dilekçesi vermiş, samimi ikrarlarda bulunmuş, çok fazla hani veri vermiş filan ki ben onlara da işkence edildiğini biliyorum yani. Yani pişmanlık dilekçesi verilenlere de bu yapılıyor. Ben o süreçte geçenlere işkence yapılmıştır yani Türkiye'de işkence soruşturma yöntemidir, halihazırda. Yani bağırta bağırta yapıyorlar. Yani şu an işkence yok mu? Kim diyebilir ki işkence-- Şimdi yeni mesela düzenleme çıkardılar, efendim avukat 48 saatte müvekkiliyle görüşmeyecek, 24 saat-- Niye? Niye? Niye ben görüşmeyeceğim? Yani senin benim müvekkilimle özel bir ilişkin mi var baş başa kalmak istiyorsun? Tanışıklığın mı var, sohbet mi edeceksin, ne yapacaksın yani? Bu çok açık, sen gelme görme, biz halledelim işkence, alalım istediğimizi, sonra sen gel, işte o haliyle ne yapıyorsanız yapın, yani. İşkencenin kanuni düzenlemesidir bu. Yani Türkiye'de artık gözünüzün önünde yapılan işkencenin kanunla gizlenmesine ilişkin düzenlemeler var. Yani ha kaldı ki bekçilerin polislerin filan sokak ortasında yaptıklarını görüyorsunuz, yani, işkence deyince. Mustafa Ekmekçi ile bir sohbetim olmuştu benim. Silifke'de festivale gitmiştik söyleşide. Ben de kamu sendikaları kurucuları ve hukukçusu olarak katılmıştım. İlhan Selçuk filan da vardı orada, o dönem iyi bir kadroyla katılmıştık. Ben 86'da Norveç'ten dönüp Yunanistan üzerinden Türkiye'ye 00:57:00 gelen ve pişmanlık dilekçesi veren birinin ifadesi üzerine bir yedi sekiz kişi alındı, biri de bendim tekrar. İşte Devrimci Yol'u yeniden kurmak, silahlı örgüt filan iddiasıyla. 0n beş gün Devlet Güvenlik Mahkemesi kararıyla, şey Savcılığı kararıyla gözaltında kaldık ama kaba dayak yapıldı. Yani elektrik bile verilmedi. İşin doğrusu o yani. Yani ben, bende uygulananı söylüyorum, kaba dayak. Bu şeyde konuşuyorduk, işte, ikinci, Mustafa Ekmekçi ile, ikinci gözaltı meselesindeki-- Dedim yok ya işkence yapılmadı, ne yapıldı dedi, işte, kaba dayak filan dediğimde çok kızdı bana. Yahu dedi, bunu nasıl işkence saymazsın. O zaman şunu fark ettim: İşkencede boyutlar o kadar aşmış ki, kaba dayak bile işkence filan sayılmayacak kadar, göz ardı edilebilecek derecede ağır işkence yapılıyor. Yani işkencenin boyutunu gösteren bir refleks benimki aslında. Yani o zaman anladım ki evet, işkence bizde sokak ortasında bekçilerin dövüşü işkencedir. Yani kaba dayak bir işkencedir, bunu görmemiz lazım. Yani sonuç olarak şunu söyleyebilirim, Pol-Der Türkiye açısından büyük bir deneyimdi. Bu deneyimi tekrar yaşayabilmek için polis teşkilatındaki polislerin arındırılması, yani o faşistlerden arındırmak gerekir. Hukuk dışına çıkanlardan, yargı önüne çıkartıp hesap sorulması gerekir. Büyük ölçüde üst amirlerin rüşvetle olan ilişkisini kesmek gerekir çünkü çok yaygın rüşvet var. Yani Türkiye'de yeniden bir demokratikleşme, demokratik bir hukuk devleti inşa etmekten bahsedeceğim. Yani, reform bile değil. Sıfırdan, yeniden bir demokratik hukuk devleti kurma, inşa etme süreci gerekir.