Bese (Serap) Doğan Mutlu

Museum of Historical Justice and Memory

 

Transcript
Toggle Index/Transcript View Switch.
Index
Search this Index
X
00:00:00 - Kısaca Hayat Hikayesi

Play segment

Partial Transcript: Ben Mazgirt'in yani Dersim'in Mazgirt kazasının Seydan yani Goman Köyü Seydan Mahallesinden veya mezrasında diyebilirim dünyaya geldim. Tam-- şey beş kız, üç erkek kardeşiz ama beş kızdan ikisi ölmüş üç kız biz kalmışız. Ben ortanca kızlarındanım. Daha önceleri aslında dedemlerin döneminde maddi durumlar belki daha iyiymiş. Ama daha sonralar bu 38'ler falan, bazı şeyler veya sonrakiler, sonrakilerin fazla belki şey yapamamasından böyle orta halli yani ortaya göre orta halli. İşte orta halli dediniz nedir işte iyi kötü bir birkaç şeyi vardır arazi vardır, balı vardır vesaire. O şekilde. Mesela bizim çoğu zamanda birilerine verirlerdi ekilmesi için yalnız bizim okul çok uzaktı hem uzaklığı ayrıca da okutma imkanı da kısıtlı olduğu için o zaman her şey daha da zordu. Beni Yatılı Bölge Okulu'na gönderdiler. Ablamı da Yatılı Bölge Okulu'na gönderdiler. Bir kız kardeşim var onu da dediler ki "Burada annesine yardımcı olur." Onu da Nezaket'i de hiçbir yere yollamadılar. Evde ona yardımcı gibi kaldı. Ana daha sonraları o çok heves ettiği için kendi kendine okuma yazmayı da öğrendi ve bizden daha ileride de diyebilirim yani. Hitap şekliyle, konuşmasıyla ve işte bir şeyler yapmasıyla. Bu şekilde. Sonra Nazmiye Yatılı Bölge Okulu'nu bitirince--

00:01:54 - Yatılı Bölge Okulu Günleri ve Travmatik Deneyimleri

Play segment

Partial Transcript: Ama tabii orayı anlatacak olursam gerçekten ben her zaman için söylüyorum kimseyi, kimsenin çocuğunun Yatılı Bölge Okulu'na gitmesini istemem. Hakikaten orada çok sıkıntılı yani günler yaşadık ama demek ki çok dirençliymişiz veya çok neyse ama bugüne kadar gelebilmişiz. Orada mesela diyelim ki senin bir arkadaşın bile sana hükmedebiliyor. Onu başkan seçiyorlar. O bize diyordu mesela "Kafanızı koyun, ben işte şeyinize bakacağım." Bütün tokalarımızı toplardı kafamızda veya işte bizi çok rahatlıkla dövebiliyordu. Öğretmenler zaten çok rahat her şeyi yapabiliyorlardı yani çok küçük de olduğum için, yedi yaşında, isteyen istediği şeyi sana yapıyor. Sen anlatabilme böyle bir şansın da yok bir de annen, baban veya baban götürdüğü zaman zaten anneyle alakası yok. Baban götürdüğü zaman diyor ki "Eti sizin, kemiği benim" diyor yani o şekilde teslim ediyorlar Yatılı Bölge Okulu'na gönderdikleri zaman bizi. Bir defasında işte bizim 00:03:00bir Yıldız vardı, başkan olarak onu bizim başımıza koymuşlardı. Benim dişimi kırmıştı, ben hiç farkında bile değilim. Gittim, dediler ki "Ağzın çok kokuyor" falan. Alla alla baktılar diş kırılmış. Ne oldu? Dedim ki "bilmiyorum işte başkan vurdu." "Demek ki o zaman kırılmış" falan dedi. Yani o kadar çok şey. Mesela bizim topluca bir banyoya götürürlerdi. Orada yıkıyorlardı, yedi yaşındaki çocuk kendini ne kadar yıkayabilirdi. İşte Hale diye bir kadın vardı, Hale diyorlardı. Herhalde Zazaca'da Hale yani yenge midir veya neyse. Yani o kadın sadece belki bilmiyorum üzerimize, başımızda duruyor gibiydi veya çok, hiç beceremeyenleri belki biraz yıkıyordu ama o da çok iğrenç davranıyordu. Hiç iyi değildi yani. Mesela diyelim ki yatak oda, yatakhanelerimiz soğuktu sadece soba yanıyordu hatta soba da yatakhanelerde yoktu, sınıflarda ve bir ara koridorda vardı. O yatakhane, buz gibi yatakhanede yatıyorduk. E çocuksun, tuvaletin var. Ben her şeyi anlatıyorum şimdi. Mesela tuvaletin var tuvalete gireceksin ya öyle bir şey ki altına işiyorsun kimi kalkıyor korkuyor şeye gitsin tuvalete. Tuvalet biraz uzak, diyorlar ki işte Alkarısı var bir arada öyle bir şey vardı bizim yani memlekette. Hamile kadınlar için de işte böyle çok saçları başı dağınık bir kadın var, birileri var, geliyor ciğerlerini söküp alıp götürüyor. E bize o kadın da var deyince biz çoğu insanlar, çok korkarak gidiyorduk. Çoğu da baş ucuna bile yani tuvaletini, büyük tuvaletini bile yapanlar oluyordu. Tuvalet geçilecek gibi değildi yine yapıyorlardı. Yani hakikaten sözde okutuyorlardı ama onu da asimile etmek için aslında okulları da açmışlardı. Fakat hakikaten çok kötü şeyler yaşıyorduk yani hiç de güzel şeyler yaşamıyorduk. Yemekler kurtlu olabiliyordu, e o yemeklere alışkın değiliz yiyemeyebiliyoruz yani böyle bir sürü sorun yani öyle şeyler yaşadık. Askeri kışlayla bizim okul yan yanaydı. Tabii askeri kışlada onun yani belki olabilir taciz de olabilir ama korkutma da olabilir mesela bir ara da beni, beni ve bir arkadaşı sınıfın başına gönderdiler "Başkan diye." Daha küçüklerin başına "Aa asker geldi" dediler hepsi birbirine hurra üst üste şey oldu. E biz görmediğimiz halde bizi götürdüler ifadeye. Dediler ki "Gerçekten böyle bir şey oldu mu?" Biz "oldu" dedik aslında halbuki ne kadar oldu bilmiyoruz. Sonra askerleri getirdiler. Birini dedik ki "budur." Adamcağız diyor ki "Ya hani siz emin misiniz ben değilim" diyor yalvarıyor. "Ben değilim" diyor. Biz de bir defa "odur" demişiz ya "budur" diyoruz yani burada da bir şey var yani. Sonradan o adamcağız ne oldu, nasıl oldu o asker mesela onu hep düşündük yani adama durup dururken de iftira atmıştık o zaman. Daha ilkokulu yeni bitirmişiz yani öyle bir şeye zorlamak bir defa yanlış bir şey ama bizi zorlayınca 00:06:00biz de işte birilerinin günahına girmek zorundaydık herhalde. Öyle bir ifade verdik.

00:06:08 - Meslek Lisesi Günleri ve Okulda Karşılaştığı Problemler

Play segment

Partial Transcript: Sonra şeyi bitirince ilkokulu şeye gel-- yine tabii imtihanlara girdik, kız meslek lisesi imtihanlarına çünkü babamın okutma gibi bir şansı yok ama köyde de ilk kız çocuklarını okutan babam. Bir de çok hevesli okutmak istiyor. Daha önce herhalde bir Adana'ya gitmiş kalmış gelmiş yani öyle bir şeysi de var. İlk sene ben kazanamadım ya ben sevmiyordum aslında çalışkan da değildim. Ama birazcık herhalde güzeldim o zaman öyle diyorlardı veya ama "mutlaka kızını okutmalısın" babama hani köylüler falan. İşte "Hakim olmalı bilmem ne olmalı." İşte en şey kızın falan. Tekrar ikinci sene yeni baştan denedik biraz da herhalde torpille, birilerini gördü o zaman babam bilmiyorum artık kendi hakkımla mı girdim torpille mi girdim onu bilemiyorum. Meslek lisesini de öylece bitirdik. Ama meslek lisesinde ilkokulda yaşadıklarımızı çok yaşadık diyemeyiz çünkü daha büyümüştük biraz daha kendimize şey yapabiliyorduk, hakim olabiliyorduk yani diyebilirim ki üç yıl, ablam vardı ablam biraz çok sert böyle otoriter biri, onunla beraberken pek rahat yaşamadım ama o gittikten sonra rahat ettim yani orada iyiydim yani o meslek lisesinde güzel geçti. Çok iyiydi yani arkadaşlıklar veya şeyler işte çarşıya çıkıyorduk vesaire beraber işte yani çok sohbetler, baba evinden daha rahattı diyebilirim yani çünkü bazen bize kızıyorlardı evdeyken. Orada öğretmenler de öyle çok şey yapmadıkça. Gerçi orada da şöyle bir şey vardı şimdi her gelen öğretmen aslında bilmiyorum niye ben, bana göre diyorum ki "Bana sataşıyorlardı ben sataşıyorum" ama onlar da her gelen, demek ki birbirlerine öğretmenler odasında anlatıyorlardı, "Böyle biri var Bese Doğan işte agresif, her şeye çok sataşan" ama bence ben haksızlığa o zaman gelemiyordum veya biri şey yapınca karşı çıkıyordum. Onun için orada anlatıyorlardı mesela şeyin başında bizim birer dolabımız vardı, eşyamız vardı içinde o dolapta, dolabın başında herkes oluyordu ilk önce "ne zaman şey yapacaksın kapatacaksın Bese Doğan" diye hemen yüksek sesle bir, bana bir şeyleri oluyordu. Ben de inatlaşıyordum yani yapıyordum. Sonra bizim bir Yıldız öğretmenimiz vardı onun şeyiyle, benimle ilgilenmesiyle işte bazı şeyler daha düzene girdi, düzeldi yani öyle meslek lisesini bitirince de tabii üniversite--

00:08:41 - Farklı Köylere Tayin, Meslek Deneyimleri, Evlilik Süreci

Play segment

Partial Transcript: Yo, ilk önce kurs önce kurs öğretmeni olarak başka yere tayin olduk. İlk önce Eskişehir'e tayin oldum, Muttalip Köyü'ne. Orada benim insanlarla ilişkim çok iyiydi yani böyle çok çabuk kaynaşırım insanlarla. Onlarla çok çabuk kaynaştım. İlk defa değil de 00:09:00 sanki yıllarca onlarla berabermişim gibi. Orada da bir göz ev kiraladım böyle yine aynı bahçenin içinde bir kadın var, kocası var, ben de ayrıca böyle bir bana bir oda verilmiş. Herhalde dışarıda bir de bir tuvaleti vardı. Daha sonraları zaman içinde orada bir kadın hatta ilk gidişimde "benim kızıma çok benziyor" demiş. Onun kızı da sarılık olmuş ölmüş, kara sarılık diyorlardı ama birine aşık olmuş işte o zaman, onlar çok kapalıydı. Görüştürememişler gerçi o kadın bazen üzülmesinler diye gizli gizli görüştürmesi bile herhalde olmuş da o annenin ama yine kızı kara sarılık olmuş işte aşık olduğu için demişler. Tabii bu sarılık belki kurtuluş olmayan bir sarılık olduğu için o zaman doktorlar da belki bilmiyorum niye, kız ölmüş. Ben, beni kızına benzetmiş. Kızına benzettiği için acaba kızım yani hep kadın yatıyormuş, iki seneymiş kızı ölmüş. Yani hiç yataktan kalkmıyormuş. O gün bir çıkmış dışarıya beni görünce, "Acaba çok kızıma benziyor bu, kızım desem bana anne demez mi?" demiş. Ben de dedim ki eğer bir insanı mutlu edeceksem neden anne demeyeyim ki bir şey kaybetmiyorum ki derim dedim. O bir sene işte, sekiz, sekiz ay kaldım. O sekiz ay, o kadın bana çok büyük şey yaptı yani beni sahiplendi çünkü o köy çok kapalıydı yani böyle nasıl desem ki? Şey olarak da cinsiyet olarak da çok berbattılar yani böyle ne bileyim yani o konuda çok zayıftılar. Tuvalete giriyorlardı laf atıyorlardı, önümü kesiyorlardı laf atıyorlardı ama o kadınla bir de orada işte biri, birileri vardı orada birileri daha çok yardımcı oldu. Orayı da öyle atlattık sonra baktım ki değiştiremeyeceğim hiçbir şeyi. Tabii ki değiştirmek çok zor ben genç olduğum için. O zaman Mazlum da yanımdaydı. Hatta gitmiş, dalga geçmiş benimle falan "işte orayı değiştirmeye çalışıyor değiştirmesi mümkün mü işte ne kadar saf falan" gibi. Sonra ben oradan Dersim'e aldım tayinimi. Tabii Dersim daha farklı. Yani orada devam ettim öğretmenliğimi, kurs öğretmenliğini. Daha sonra orada bir Dersimli, ilk Dersim'e geldim ilk gittiğim köyde biriyle tanıştım. Dersim'in köylerinde. Şimdi evli olduğum arkadaşım veya eşim. Ben şöyle demiştim orada yani ben bir gün eğer şey yaparsam işte Dersimli olacak bilmem ne olacak falan. Öyle biriyle de tanıştım ve bir evlilik yaptık. Sonra tabii evliliğimiz o kadar iyi sürdü diyemem bugüne kadar sürüyorsa da. Dört yıl sonra evlendik onunla tanıştıktan sonra. Buraya geldim İstanbul'a. İstanbul'da tekrar meslek lisesini kazandım. Tekrar, meslek lisesi, üniversiteyi, Yüksek Öğretmen 00:12:00Okulu'nu. Gittim iki yıl orada çocuk gelişimi eğitimini okudum. Tekrar yeni baştan buraya tayinim oldu. İstanbul'a. Ama Mazlum cezaevine girince, Diyarbakır Cezaevi'ne girince ben yönümü memlekete vermeye başladım.

00:12:20 - Kardeşler ve Aile Yapısı

Play segment

Partial Transcript: Biz altı kardeştik. Altı kardeşimiz de Seydan, dedim ya Mazgirt hani Dersim'in Mazgirt kazası Goman Köyü. Seydan Mahallesinde dünyaya geldik. Hepimiz de orada yedi yaşına kadar şey kaldık diyebilirim. Sonra mesela Mazlum, Fevzi hepsi yedi yaşına gelince bizim tabii şeydir mezradır, asıl köy Goman Köyü. Okul Goman Köyündeydi. Orası çok uzak olduğu için babam Karakoçan'da şey yaptı, bir gecekondu yaptı ve oraya taşındı. Mesela yazın bir dönem köye geliyorduk işte bir tane de inekleri vardı. Yazın köye geliyorduk, kışın tekrar Karakoçan'a gidiliyordu ama daha çok Nezaket hani Mazlum'la, Delil'le yaşamış, onlarla çok hatıraları var yani yaşadıkları var ama biz yatılı bölge okulunda olduğumuz için bir taraf Karakoçan, bir taraf köy olduğu için biz daha az Mazlum'la, Delil'le veya diyelim Fevzi'yle ben yaşadım. Ablam da belki daha fazla yaşamış olabilir. Ama o da yine üç yıl şeyde okudu, aslında o da yaşamamış o da yatılı bölge okullarında okudu yani ben ve ablam yatılı bölge okullarında okuduk ama erkek kardeşlerim Karakoçan'da okudular hepsi.

00:13:45 - İstanbul'da Yaşam ve Kimi Zorluklar

Play segment

Partial Transcript: Vallahi İstanbul'la ilgili anılarım hiç iyi değil hiç yani gerçekten hiçbir konuda yani iyi şeyler yaşadım diyemem yani. İki çocuğun dışında. Çünkü niye? Eşimle anlaşamıyordum, onun ailesiyle beraber-- yani mesela onlarda sürekli birileri vardı, birilerinin olması iyi, bir şey demiyorum ama bir de böyle bazı şeylerde, bazı benimle onların yani karakterlerimiz çok zıttı, yani veya diyelim ki düşünceler çok zıttı. Biz farklı düşünüyorduk onlar işte Pülümürlü, kendilerini hatun biliyorlar, ağa biliyorlar. Ben de aslında bu tür şeylerde o kadar şey değilim. Ben daha çok ihtiyacı olanlarla beraber olmak isteyen daha çok onlara yardım etmek isteyen ama onlar da mesela kayınvalidem de diyordu ki "oğlum veriyor veriyor bize bir şey bırakmıyor" falan. Mesela işte verdiği veya davet ettiği, aldığı insanlar vali olsa, kaymakam olsa bir doktor olsa hani onlarla, onlar olsa en azından hiç olmazsa derim ki hani böyle kariyeri olan birileriyle-- Ama nerede diyor bir şey varsa onların diliydi yani bizim eski dilimizle cıbıl mı diyorduk ne diyorduk bilmiyorum. Yani nerede bir 00:15:00yoksul nerede bir şey varsa hep onlar yani daha çok onları şey yapıyor. Biraz çok fazla ben, bende de hastalık herhalde biraz çok fazlaca memleketi düşünüyordum. Yani yatılı bölge okulundayken de hep köyü düşünüyordum, "acaba bizim ev damlıyor mu ne oluyor?" Belki de biraz fazla duygusallıktan. Kafam da belki az onun için çalışıyor diyorum. Kafayı çok taktığım için de öbür şeylere o kadar şey yapamıyorum.

00:15:27 - Mazlum Doğan'ın Dersime Gelişi

Play segment

Partial Transcript: Şöyle ben Dersim'e gittim ya onu da söyleyeyim Dersim'e gittikten sonra Göktepe'de, Göktepe Mazgirt'in köyüydü. O zaman Mazlum öğretmen okulunda okuyordu. Ben de evli değildim. Tabii orada bir eylem oldu öğretmen okulunda yani işte hani her yeri dağıtırlar ya. Öylesine bir eylem. O zamanda Fehmi Altınbilek orada komutandı. Yani çok iyi bilinen biri siz belki bilmezsiniz yani orada böyle şey olan biri. Fehmi Altınbilek onu ve birkaç arkadaşını daha gece şey yapıyor, Dersim sınır dışı yapıyor. Bunlar geliyorlar Türüşmek diye çok yakın bir köy var, yürüyerek geliyorlar. Araba da yok o dönemler öyle fazla. Türüşmek'de geliyorlar bir kahvede benim bir arkadaşın kardeşi varmış Nuri, bir ara lise öğretmeniydi şimdi ne oldu bilmiyorum, yaşlanmıştır. Bekliyor bekliyor belki hani davet eder gideriz diye. Herkes gidiyor, o tabii bırakıp gidemiyor da "gel" de diyemiyor. En son onlar kalıyorlar diyor ki "Mazlum istersen hadi bize gidelim" diyor. Arkadaşları kalacak ortada. Mazlum da diyor ki "biz eğer gelecek olacak olursak" dört kişi mi, beş kişi mi kaç kişiyse "ancak biz beraber" diyor "şey yapabiliriz" diyor "size gelebiliriz" diyor. "Öyle yalnız başıma ben gelemem" diyor. Tabii öyle olunca da o da davet edemiyor, götüremiyor da. Bunlar tekrar yola devam ediyorlar artık 12'de mi kaçta kahve kapanıyorsa. Geliyorlar Göktepe'den geçiyorlar. Ama Göktepe'de oradan epey uzak artık bilmiyorum ne zaman belki de sabaha doğru oraya ulaşabildiler. Diyor ki "ya burada ablam var oraya gidelim" diyor, önce düşünüyor, sonra diyor ki "köydür, iyi düşünmeyebilirler biz hani dördümüz veya beşimiz de erkeğiz geçip gidelim" diyor. Bir daha tekrar geçip gidiyorlar. Ben de tabii diyorum keşke gelselermiş, hiç önemli değildi ne diyeceklerse desinlerdi ama o zaman işte öyle geçip gidiyorlar. Gidiyorlar zaten bütün ayaklar falan patlıyor tekrar annem gidiyor işte böyle böyle bir hani eskiden öyle hani araya hatır işi bilmem ne işi falan oluyordu tekrar okula kayıt, yani şey yapıyor devam ediyor ama yine aynı sene içinde bu defa da hep yanlış söylüyorlar Savaştepe'de şey oldu diye onu üniversite gibi Hacettepe Üniversite'sinde aslında Mazlum hani ayrıldı gitti ekonomi bölümünde. Ama hep nedense böyle internette falan işte Savaştepe'yi söylerler. 00:18:00Savaştepe'ye oranın öğretmen okuluna sürgün olarak gidiyor. Ama sürgün olarak gidiyor da biz bunu bilmiyorduk, sonra öğrendik bu her yer için belki geçerlidir. Sen gitmeden önce seninle ilgili raporun gidiyor. Beni hani nasıl diyelim işte konuşuyorlarmış böyle bir Bese Doğan var şımarık veya işte agresif falan. Bu şey oraya gidiyor yani zaten haber. Oradan da tekrar Mazlum kendi çalışmalarına devam ediyor. Mazlum'u anlatabilirim değil mi?

00:18:32 - Mazlum Doğan'ın Dersim Yaşantısı

Play segment

Partial Transcript: Dersim Öğretmen Okulu'na dönüyor. Orada tekrar yine böyle bir hareketlilik olunca, yine o da mücadelesine devam edince bu şeyin içinde olunca. Ama o zaman şeyi, ulusal bir şey herhalde yok. PKK şeyi falan davası yok. Bilmiyorum hangi şeydeydi, hangi gruptaydıysa yani Türkiye solu. Oradan Savaştepe Öğretmen Okulu'na sürgün ediyorlar. Dersim Öğretmen Okulu'ndan Savaş Tepe Öğretmen Okulu'na sürgün ediyorlar. Orada da bir sene mi, iki sene mi okudu. Ama orada da sürekli böyle hani şey yapıyorlar yani orada da onunla uğraşan birileri var yani uğraşanlar var. Son sene şey diyor-- ha bu da sürekli müdürü, müdür de MHP'li, sürekli müdürü şikayet ediyor. O zaman Milli Eğitim müdürü mü bakanı mı, bakanı Mustafa Üstündağ, Mustafa Üstündağ'a mektuplar gönderiyor. En son, son sene babamın bir arkadaşı telefon ediyor babama, diyor ki "mutlaka Mazlum, hani bu sene mezun oluyor mutlaka gel gelmezsen Mazlum'u burada göndermeyebilirler biz onu kolluyoruz ama yani vurulabilir." Babam gidiyor müdür babamı çağırıyor, çağırıyor diyor ki "Mazlum Doğan'ın babası mısın?" "Evet." "E sizinle görüşmek istiyorum." "Tamam." Gidiyor odasına alıyor, görüşüyorlar. Diyor ki "senin oğlun benimle çok uğraştı" diyor." "Yok" diyor, "uğraşmaz" falan "niye uğraşsın?" Diyor ki "mektubunu çıkarayım" diyor. Mektubu çıkarıyor işte diyor "böyle böyle bak mektubunu okuyayım sana." Mektubunu okuyor. Mazlum'u çağırıyorlar. Mazlum'a diyor ki "Mazlum" diyor "bu mektup senin" diyor. "Sen bak şeye diyor çok hani şey yaptın benimle uğraştın yani sen." Mazlum da diyor ki-- diyor "bu mektup senin." Mazlum da diyor ki "yo bu mektup benim değil yazı da benim değil" diyor. Yazıyı-- aslında mektubu başkasına yazdırmış. Yazı onunla ilgili yani yazı onun yazısı değilmiş. Babamın anlatımını söylüyorum. "Ama" diyor, "yazı senin olmayabilir ifade senin ifaden" diyor. Mazlum sesini çıkarmıyor, o zaman bir şey demiyor. Yapmadım falan demiyor işte oradan şey yapıyorlar, ayrılıyorlar. Orada Mazlum'a bir tane Milli Güvenlik'te bir Karakoçanlı bir tane adam varmış. İsmini falan hiçbir şeysini bilmiyorum. O çok yani 00:21:00sürekli sahiplenmeye çalışıyormuş Mazlum'u hani korumaya çalışıyormuş. Babamı yemeğe almış o adam da Mazlum'la beraber. Demiş ki "Amca" demiş "bak"-- hatta bir, bir hediye vermiş bir paket herhalde sigara mı? babam sigara içmez ama o zaman şey yapmış. Demiş ki "eğer" demiş "olur da Mazlum'un başı sıkışırsa benim haberim olsun" demiş. "Yani beni mutlaka bul" demiş. Tabii çok sonları yanına da gitti babam şeyin ona bir yazı da vermişti hani oradaki şey yapmak için Diyarbakır Cezaevi'ne girdiği zaman Mazlum. Ama 12 [Eylül] darbesi gelince tabii her şey biraz zorlaştı. Yani "çok geç kaldınız" demişler. "Gözaltındayken kurtarabilirdiniz ama şimdi biraz zor." Çünkü şeye bildirilmiş ta İçişleri Bakanlığı'na bildirilmiş. Ankara'da. "Şimdi hiçbir şey yapamayız" demişler. İşte öylece Mazlum gitti.

00:22:04 - Mazlum Doğan'ın Aile ile Fikirsel Tartışmaları

Play segment

Partial Transcript: İstanbul'a gittik ya kurs öğretmeni olarak. Sonra orada tekrar bir imtihana girdim Yüksek Öğretmen Okulu'nu kazandım. O zaman öyle bir hak vardı. Ben de çocuk gelişimi eğitimi bölümünü okumak için şeye geldim, Ankara'ya geldim. O zaman Ankara'da bize uğruyordu yani. Kalıyordu, uğruyordu ama daha sonra tamamen bıraktı. Zaten orada tanışıyor.

Ablam geldi o zaman. Konuşmaya Mazlum'la. Bir öğretmeni demiş ki bir hocası daha doğrusu demiş ki "Mazlum yazık" demiş "acıyorum çok zeki bir çocuk okulu terk etmesin, yani gelsin imtihanlara yakın 1 hafta devam etsin, o yine bu okulu bitirir, okulunu bitirsin ondan sonra ne yaparsa yapsın." Ablam kendisiyle konuştu ama ikna edemedi. Ayrıca da o zaman hiçbirimiz bu yani ulusal davayı bilmiyorduk. Hani "O da nereden çıktı?" Biz de onu diyorduk: "O da nereden çıktı? O da neymiş falan." O zaman Mazlum çok sert tepki gösterdi. Yani hiçbir zaman bundan şey yapmayacağını çünkü ben bunu birkaç yerde söyledim. Annem de diyor, diyor ki "oğlum" diyor "bak" diyor, Hacettepe Ekonomi Bölümü o zaman yani herhalde tek Hacettepe'de vardı başka bir yerde yoktu. "Bak işte ekonomi bölümünü bitireceksin işte Sabancı'nın veya işte Vehbi Koç'un işyerinde işe girersin, en az 300 fabrikasına, 300 kişiyi alırsın" falan filan. Biz o kadar o zaman şey düşünemiyorduk geniş. İşte 300 kişiyi kurtarırsın. Sen diyorsun ki Kürtler köle veya işte köle olan bir halk var. Onların kurtuluşu için mücadele vereceğim, okul bana bir şey vermez. E onları koyarsın işe. Mazlum'un da anneme cevabı "Anne ben oralara girebilirim, ben orada olsam bile 300 kişinin kurtuluşu bir halkın kurtuluşu değil yani hiç kimseye bir fayda sağlamaz. Kaldı ki ben eğer işçi kesimi için veya Kürtler için 00:24:00 orada onların hesabına çalışma, onların adına çalışırsam zaten beni orada çalıştırmazlar." Böyle bir cevap vermişti. Ablamı da dinlemedi. Bir defa, bir defa da babam anlattı anlattı anlattı, en son beddua etti. Ama babama hiçbir şey demedi, hiç konuşmadı sadece dinledi. Ondan sonra bırakıp gitti.

00:24:24 - Mazlum Doğan'ın Gözaltına Alınma Süreci

Play segment

Partial Transcript: Gözaltına alındığını--Bizim bir tane akrabamız vardı. Önce ona göstermemişler demişler belki hani kaçırma olayı falan da oldu ya Mazlum'u. Demişler, "bilmesin hani dağılmasın kimse Mazlum olduğunu bilmesin." Farklı bir isimle gözaltına alınmış. Ama o sesiyle tanıyınca şey yapmışlar artık hani orada olduğunu ona söylemişler. Herhalde görüşmüş. Görüşmüşler. O tahliye olunca o sabah gelip erkenden geliyor, kapıyı çalıyor. Annem kapıyı açıyor. Zaten bizim eve, Karakoçan'da olduğumuz için onlar köyde olduğu için herkes mutlaka kazaya geldiği zaman bize uğrardı. İşte o zaman anneme şey yapıyor, diyor ki "Mazlum gözaltındadır, 9-- cezaevindedir 9 aydır." Ondan sonra görüşe gidiyorlar. Daha sonra biz hepimiz tabii gidiyorduk görüşe, hiç haberimiz olmadı yok.

Onlar herhalde orada çalışma yürütüyorlardı Urfa'da veya Diyarbakır'da, Batman'da. Urfa'da yolda yakalıyorlar. Mazlum Doğan, Selim şey-- Aysel Çürükkaya bir de neydi o şey-- biri daha vardı da şimdi hatırlayamıyorum. O zaten hani itirafçı oldu, vuruldu falan fişman. Ondan sonra o. Üç kişiymişler. Bir de şoför, yani bir de taksiyle onları götüren kişi. Bir sürü de doküman var arabanın arkasında. Gidiyorlar, orada bir trafik polisi bunları şey yapıyor. İlk önce. Herhalde panikleniyor o neydi o-- ah keşke onun ismini hatırlayabilsem. O onunla beraber olan kişi panikleniyor. Onlar daha önceden böyle, şöyle bir konuşuyorlar "eğer bir yakalanma durumu olursa sen dersin ki; ben Aysel'i kaçırdım. Biz Mazlum'u da yolda gördük. Yolda aldık hani araba yok diye." Eksiden vardı, öyle yolda alıyorlardı. O şekilde şey yapmışlar. Bu paniklenince herhalde bunlar şey yaptılar ve onunla epey uzaklaşmış, bir saat konuşmuşlar o kişiyle. Sonra geri dönüyorlar, "Mazlum" diyor ki "ver" diyor "sende--" 25 bin mark varmış herhalde üzerlerinde. "25 bin markı ver biz hani hani bizi bıraksınlar." Teklif ediyorlar. Diyor ki "artık geç oldu, üstümüzdeki de bizi izliyor, gözlüyor veya bir şey yapamayız" diyorlar herhalde. Alıp götürüyorlar. Karakol çok basit bir karakolmuş rahatlıkla 00:27:00 yani kaçmak isteseler veya en azından Mazlum'u şey yapsalar yani rahat pencereden atlayacak kadar ama bunlar herhalde "biraz da nasılsa bir şey çıkmaz bırakırlar" gibi düşündüler. Sonra belki de ya o çocuğun ismi neydi-- Belki de o konuştu her şeyi anlattı, hatta ilk önce Mazlum'a misafir muamelesi yapmışlar. Daha sonraları işte bu içeriye kadar onları götürdü yani tutuklamaya kadar götürdü ama Mazlum'u çok işkence yapılmasına rağmen çözememişler o kimlikte Şenol bilmem, ne Keko Şenol mu böyle farklı bir isimle yakalanıyorlar ve o isim zannediyorlar işte onun için onu şey yapmışlar hani teşhir olmasın kimse bilmesin şey yapmasın. Ama işte sonuçta başarılı olamadı. Cezaevinde kaldı. O 5 No'lu Cezaevi'ne kadar gitti. O askeri cezaevine, son yaptıkları cezaevine kadar.

00:28:00 - Ailenin Evinin Basılması, Eşinin Gözaltına Alınması, İçeriden Gelen İşkence Haberleri

Play segment

Partial Transcript: Ha ha tabii. Farklı bir cezaevindeydiler. Kolordu Komutanlığı'na mı bağlı ne bir cezaevi vardı. O, onun gibi çok şey değildi. Yani yüz yüze görüşüyorduk. İlk annemle babam gidiyorlar ziyarete. Ben de ilk gittiğim zaman böyle yüz yüze görüştük. Şey yaptık yani epeyce de konuştuk işte hani Aysel'i şey yaptı işte neler yaptıklarını, ondan sonra işte Fatma'yla tanıştık. Fatma diye bir arkadaşları vardı. Aysel Çürükkaya zaten o kadar çok yoğun bir işkence görmüş. O yoğun işkenceden sonra biraz da herhalde rahatsızlanmış. Hani böyle arkadaşların yardımıyla falan tekrar şey olmuş biraz kendine gelmiş özellikle de Mazlum daha çok onu, ona-- Çünkü ben de cezaevinde, Diyarbakır Cezaevi'nde kaldım o son dönemlerde, o çok işkencenin yoğun olduğu dönemler. Mesele o zaman Aysel bana anlattı nasıl ne şekilde işte aynı bu şekilde şey yapmışlar, yakalanmışlar. Şey, o ilk hani Kolordu Komutanlığı'na bağlı cezaevinde de Mazlum hani ona çok şey yapmış yani çok teskin etmiş onu. İşte düşmandır, her şey yapabilir senin işte şey olman lazım falan. Diyordu yani "onunla ben kendime geldim bana çok şey yaptı yardımcı, yani bu konuda çok destek oldu." İşte daha sonraları da işte Aysel'in farklı bir yere gitti artık bilemiyorum.

Vallahi o gün çok yani gerçekten korkunç bir şeydi o askeri darbenin yani hani böyle korkuyla bilmem neyle karışık ve hemen ertesi gün bizim eve de şey geldiler, aramaya geldiler. Yani çok kısa sürede, ertesi gün olmasa bile aynı hafta içinde. Mazlum'un da öğretmenlik, öğretmen sendikasıyla ilgili herhalde veya bir kitabı vardı bizde. Eşimi aldılar götürdüler. 00:30:00 Herhalde böyle araba gerçekten işte "Bu kimin evi? Bu kimin evi?" Bunlar da "Tuncelili" demişler. Tuncelili deyince geldiler. Bizle görümcemlerin evi yan yana. Bir de Kenan vardı, şimdi şu anda doktor, profesör oldu. Kenan'ı ondan sonra benim eşimi aldılar gittiler. Tabii ben bu arada eşimi düşünmüyorum Mazlum'u düşünüyorum "ya çözülürse ya konuşursa, bu kitap hatırlarsa, Mazlum'dan buraya 'burada kaldı' derse, Mazlum'u tekrar işkenceye alırlarsa." Hep onu şey yaptım yani hep onu düşündüm acaba nasıl olacak ne olacak? Yani hep onu, hiç eşimi düşünmedim valla hep onu düşündüm. Sonra eşimi bıraktılar tabii. O da zaten hiç oralara gelecek bir adam değil yani. Boşuna götürdüler işte onu öyle.

00:30:53 - 12 Eylül'ün Gelişiyle Değişen Diyarbakır Cezaevi, Ailenin Yaşadığı Baskı ve Sıkıntılar

Play segment

Partial Transcript: O 5 No'lu, 5 No'luya geçişle o zaman hani 12 Eylül gelince zaten çok farklı şeyler gelişti yani görüşmeler çok farklı olmaya başladı. Konuşmalar çok kısaltıldı. İlk önce belki yine biraz konuşabiliyorduk. Sonraları daha çok her şey kötüye doğru gitti. Mazlumlar da şöyle düşünüyorlardı "işte bir an önce bizim iddianamelerimizi bitirip bizi asmayı falan düşünebilirler, şunu yapabilir bunu yapabilirler" diye askeri darbe gelince. İşte bizi 142 mi dedi, ona benzer hani şeylerden memleketi bölmekten falan yargılayabilirler, yani hani "hazırlıklı olun" gibi bütün bunlara. Bize anlatmaya çalışıyorlardı yani biz ilk zamanlar mesela çok farklı düşünüyorduk. Bir de şimdi ben mesela şöyle, şunu bir de söyleyeyim. Mazlumlar o 5 No'luya geçtikten sonra eşim de askere gitti. Ben onun askerliğini bile beklemeden direkt şeye gittim Karakoçan'a gittim. Çocukları da aldım. İki çocuğu da aldım. Tabii dediler "böyle böyle, çok yoğun işkenceler var." İşte görüşemiyoruz, şey yapamıyoruz. Ben toparlandım ve şeye gittim hiç beklemedim askere gidişini falan. Bazen söyler hatta "işte herkes bunu bunu yaptı." Kusura bakma sen askere gidiyorsun, benim kardeşim işkence altında inim inim inlerken ben senin o askere gidişini hiçbir zaman düşünemem. Şeye gittim Karakoçan'a gittim. İşte annemler, babam da çalışıyor çoğu zaman annemle gidiyoruz. İşte her gittiğimizde de mesela şunu bazen diyordu "Mazlum işte şey yapma hani çok işte size--" Onlar bize dışarda diyorlardı. "Biz kalkın diyoruz kalkmıyorlar ayağa işte şunu diyoruz yapmıyorlar. Biz de diyorduk ki "ne var ya yapın işkence yapmasınlar size ondan sonra, ne var ayağa kalksanız, ne var şunu yapsanız" gibi. Mazlumlar bize şunu söylüyorlardı, Mazlum, [Mehmet] Hayri [Durmuş], Kemal [Pir]. Hepsi. Mesela Kemal farklı bir şey 00:33:00söylüyordu işte Hayri farklı bir şey söylüyordu, Mazlum farklı. Mesela Mazlum diyordu ki "biz şimdi onlara bu tavizi verirsek onlara verdiğimiz tavizin sonu gelmez sürekli bizden isterler bitmez bu biz onun için onların her dediğini değil yani onların dediklerini yapamayız, yapmayız" falan. Onu bize söylüyorlardı. Hatta biz şunu söyledik duygu sömürüsü yapmak için "ya işte sen şey olmazsa biz işte yaşayamayız şunu yaparız bunu yaparız." "Vallahi siz yani siz tamam ölseniz de, başka şey ne yaparsanız yapın siz ailem olarak altı veya yedi kişi veya sekiz, altı kişisiniz. Ama biz topyekûn bir halka ihanet olamayız ben halkımı düşünmek zorundayım, biz bu halkı düşünmek zorundayız." Bizim de bir direnişimiz vardı mesela biz yılmadık sürekli cezaevi kapılarında olduk, bize de aynı şeyleri yapmasalar, bizi de itiyorlardı, bizi de gözaltlarına alıyorlardı. Gidiyorduk, burada yok diyorlardı. Gaziantep'e gidiyorduk. Gaziantep'te yok. Gidiyorduk Elazığ'a. Elazığ'da yok. Yani sürekli böyle dolaşıyorduk. Bütün bunlar da hem maddi hem manevi bizi tabii ki çok yıpratıyordu. Hem iki çocukla sürekli dolaş. Yani gerçekten o kadar çok şey yaşadık ki ben diyorum ki; gerçekten yani bravo yani insan hatırladığı zaman. Bizde de ne şey varmış yani. Mesela diyelim ki annem biraz perişan giyinse veya şey yapsa "ya anne lütfen daha şey giy bize oh ne güzel bunları biz alt ettik bak ne güzel bunları yıkıyoruz, bunların moralini bozuyoruz, sıfırlıyoruz demek yerine bunlar bize arsız desinler." İşte kızım ben nasıl bu üzüntüyle, bu sıkıntıyla. Hayır. Tam tersini yapacaksın, giyineceksin. Gülmüyorsan güleceksin. Böyle yoksa biz aslında gerçeği, gerçeği düşünecek olursan biz bir yemek bile, yemeğe otursak bile biz bunu yiyoruz ama onlar ne yiyorlar diye düşünüyorduk ve biz hala aynı şeyleri yaşıyoruz. Yani mesela tamam iyi güzel, ben şu anda hiçbir şeye belki ihtiyacım yok. Her şeyim fena değil ama ben yalnız kendimi düşünsem mutlu olabilirim ama ben kişisel olarak yalnız kendimi düşünemem ki. Yani başka çevremi düşünüyorum gerçekten zorda olan insanları düşünüyorum, onlarla empati kurmaya çalışıyorum. Bazen şunu da diyorum kendime ya benim de hastalık mı ne birazcık da bence öyle çok suratsız, çok şey olmak da doğru değil. Biraz bazı şeyleri atayım üstümden. İnsanlarla yani en azından yani insanlara karşı yani insanların yanında e senin şeyin negatif enerjin başkasına da gidiyor. Bu konuda birazcık şey ol yani çocuğuna karşı, arkadaşına karşı, dostuna karşı birazcık yani şey olmak zorundasın. İşte böyle kendimizi ikna ederek ayakta tutmaya çalıştık hep 00:36:00 yani böyle bir şeylerle kendimizi teselli ettik bugüne kadar işte öyle geçti hep.

00:36:07 - Tutuklu Ailelerinin Ördüğü Dayanışma

Play segment

Partial Transcript: O zamanlar çok başkaydı gerçekten bizim hiç örgütlenmemize bile gerek yoktu. Bilmiyorum yani bir şeyler bizi birbirimize kenetlemişti. Yani böyle çok böyle bir dayanışma vardı mesela bir arkadaş gelmişti Maşallah Öztürk'ün eşi. Ayağında ayakkabı yoktu. Kocası lise öğretmeni, kendisi Fransızca biliyor. Kürtçe biliyor, Türkçe biliyor. Başka bir yerde olsa belki çok daha farklı şey olacak ama kadıncağız eli kolu bağlı, dört çocuğuyla herhalde, dört çocuğu vardı sanıyorum. Ben ayağımdaki ayakkabıyı, yeni aldığım ayakkabıyı ona çıkarıp verdiğimi onun eski terliğini aldığımı ve başka zaman şey ettiğimi biliyorum. Mesela diyelim ki; annemin orada bir defa terliği kayboldu, kahveye uğradı şey orada bir terlik almaya çalıştık. Bir başkasının bizim şey yapmak yerine yani parasını verdiğini biliyorum. Oradaki ailelerin, bizimle hiç alakası olmayan ailelerin bizi içeriye aldıklarını bize yemek yani verdiklerini biliyoruz. Gerçekten oradaki yani dışarıdakilerin zaten hepsi Rıza Altın'ın annesini, bacısını, Kemal Pir'in babasıyla gözaltına alındı. Kendini yakan arkadaşların babasıyla şu anda işte hepsini biliyorum da [Necmi Öner] Mahmut [Zengin], Eşref [Anyık], bir arkadaş daha vardı mühendis olan arkadaş [Ferhat Kurtay]. Mesela onun babasıyla, onu babası gözaltında öldürüldü, gözaltına alındı. Bekçiydi yani hepsini biliyoruz ben içeride de kızları, kadınların çoğunu o dönemi biliyordum. İçeri girdim çünkü, içeri beni de aldılar, sürekli gelip gittiğim için.

Bu 80'de oldu o zaman Mazlum daha hayattaydı. Yani dışarda gerçekten çok güzel bir dayanışma vardı ama benden sonra bir de şey de konmuş, büyük bir eylem de konmuş oraya. O zaman Ercan vardı benim kaynımın oğlu onun da abisi içerideydi. Eylemi sanıyorum en çok o örgütlemiş. Tabii onu tutmaya çalışmışlar ama mesela hemen o anda üstünü başını değiştirerek onu kamufle edip mesela kaçırtabilmişler. Götürüp evde bakabilmişler. Yani o zaman çok daha farklıydı. Ben her zaman derim ki o zamanki ruh, içerideki ve dışarıdaki, çok daha farklıydı sanki. Ben öyle, belki ben o dönemi yaşadığım için öyle diyorum belki yine aynı şeyler ama o zaman bilmiyorum sanki şimdi çok daha fazlayız ama o zaman az kişiydik yani yine de çok da başkaydı.

00:38:45 - Annesi ve Kendisinin Diğer Tutuklu Yakınlarıyla Beraber Gözaltına Alınışı

Play segment

Partial Transcript: Şimdi biz sürekli gidip geliyoruz ya onların belli kişilerin herhalde şeylerini, ailelerini gözaltına almak istediler. Bir o ya bir arkadaşı 00:39:00 acaba o muydu? Akif, Akif'ti ama soy ismi Akif Yılmaz değil. Bu başka bir Akif'ti. Soy ismini şu anda hatırlayamıyorum. Onun annesini, yo onun annesi bizden önce girmişti. Şimdi beni, annemi bizi, tam valizleri falan da almışız gidiyoruz o kadar da mutluyuz ki, "oh ne güzel götüreceğiz, onların çamaşırlarını yıkayacağız tekrar tertemiz alıp getireceğiz" falan. Öylesine de bir mutlu çıkmışız annem de sağ olsun terliğini sen kaybet. E terliği yüzünden biz orada takıldık. Bir baktım ilk önce böyle bir aşağıya doğru gitti ama bizi alacaklardı orada almasalardı da garajlarda mutlaka alacaklardı ben, bence. Esat Oktay Yıldıran bir aşağıya doğru cipiyle gitti. Bir daha tekrar döndü. Bizi orada meğer görmüş. Benle annemi bir de kızım iki buçuk yaşında. Bizi aldı. Gittik orada bizim dışımızda Deza, Deza'nın, şimdi Deza diyorlar ona da aslında Hamit Kankılıç, Hamit Kankılıç'ın annesi ondan sonra Kemal Pir'in babası, ondan sonra o diğer dediğim dörtlerde bir arkadaşın babası. Bizi hepimizi aldılar, önce cezaevinin bir bölümüne götürdüler. Boş bir bölümüne. Ben, kızım işte annem falan. Geldiler annemin çantasında bir şey çıkmış ama asıl neden o değilmiş. Cezaevinde dışarıya herhalde yazı çıkarmaya çalışmışlar, not. O notlardan dolayı gözaltına almışlar. O şey çıkınca kağıt, ille "sana ait" dediler, ben de "bana ait değil" dedim. Ben de anneme daha önceleri demiştim ki, "anne bu kağıdı burada çıkar." "Yok yok görmezler" dedi, "Kazım onu koymuş ben Kazım'a şey yaptım çivi, çivil ettim" dedi "en altındadır." "Yani onu ne dolaştırıyorsun çıkar" dedim. Yo bir şey olmaz dedi. Onu görmüşler, o notu görmüşler. Onu da PKK'nin marşı diye yutturmaya çalışıyorlar. Aslında Delil ile ilgili bir klamdı. "Delil Doğan'ı vurdular, Teman Köyünde kana buladılar" falan diye. Öyle bir şeydi. Ben tabii onu şey yapmadım, kabul etmedim. Belki annemi bırakabilirlerdi kızımla. Ben dedim hani onları şey yaparsak. Ha ben belki gidip annemi bırakırlardı değil, belki beni bırakabilirlerdi. Çünkü hiçbir şey yok, boşuna. Gerçi boşuna da alırlar onlar, bir gerekçe uydururlar. Annemi yalnız bırakamadım hani rastgele konuşur diye. Bir pot kırar diye. Yalnız bırakmama adına ben de işte Diyarbakır Cezaevi'ne kadar bizim gözaltımız orası oldu işte üç aya yakın orada arkadaşlarla beraber kaldık. Gülten'le [Kışanak], şeyle 00:42:00Aysel Çürükkaya'yla, Fatma soy ismini şu anda hatırlamıyorum. Gönül vardı. Gönül neydi? Rıza Altın'ın nişanlısı. Orada bir sürü arkadaş vardı yani. Onlarla beraber kaldık.

Bunlar ilk önce bizi şeye götürdüler, önce cezaevine götürdüler sonra cezaevinde aldılar. Yo önce cezaevine götürmediler önce herhalde sanıyorum şeye götürdüler, böyle merkezde bir karakola götürdüler. Orada ifadelerimizi aldılar. Epey kaldık orada. Orada birilerini bıraktılar. Ha Erkan Uzun'un annesi de vardı herhalde ve kız kardeşi. İki, dört çocuğuyla beraber. Onları sonra bıraktılar. Bizde de bırakabilirlerdi. Ama herhalde beni bırakabilirlerdi ben herhalde bırakılmak mı istenmedim bilmiyorum ama sonra şey yaptılar onlar gittiler ama Erkan Uzun'un annesi gerçekten çok cesaretli şey bir kadın. Belki ben gitseydim geri döner miydim bilmem. O gitti tekrar geldi biz geri döndük bütün telefonlarımızı aldı, ailelerimize haber verdi içerideler diye, gözaltındalar. Orada bize işkence yapmadılar ama o işkence sesleri bizi tabii çok şey yaptı yani sesleri dinletiyorlardı. Bir de iki kişiyi getirmişlerdi yazık onlar da hiç şey yapma yani hani herhalde diyordu konuş, hiç konuşmayacağım, çözülmeyeceğim mi ne. Hiç çocuk konuşmuyordu yani dilsiz miydi bilemiyorum. O zaman bize herhalde biz göz? Gözaltında yemek, ekmek istemiştik, ekmek arası herhalde onu vermişlerdi onlara. Ama sonra onlar da ne oldular, onlara ne ettiler. Hiç bilmiyorum. Biz orada dört gün kaldık. Dört gün kaldıktan sonra bizi cezaevine götürdüler.

00:43:51 - Cezaevinde İşkence Süreci, Direnen Aileler

Play segment

Partial Transcript: Cezaevinde belli bir dönem kaldık orada kaldıktan sonra bu defa da bizi tekrar işkencehane denen bir yere, işkencehane yani başka bir şey olamaz, beni Mazlum'u işte o Dörtlerdeki arkadaşı. Yani hem bizleri hem onları. Aileleri ve çocukları yani orada cezaevinde olanları, beraber bizi götürdüler şeye başka bir yere, işkence yapılan yere.

Orada şöyle, bizimle beraber ismini dedim ya hani hatırlamıyorum bir ana vardı çok değerli bir ana. Onu götürdüler, oğluna işkence yapıyorlardı, ona izlettiler. Sonra geldi, anlattı bize dedi ki "40 kişi birden başına yığıldı" dedi "yukarıda getirdiler" dedi "oğlumu." Oğlu yürüyemiyor, topallıyormuş. "Ne oldu oğlum sana?" demiş. Demiş ki "anne merdivenden düştüm." Halbuki "biliyorum" diyor "işkence yapıldığını orada diyor 40 kişi birden yıkıldı oğlumun üstüne." İşkence yani yapmışlar. Ben iyi bir dille anlatamıyorum. Demiş ki; ya onlara demiş "oğlum bu kadar 40 kişi birden çocuğun üstüne yığılıp işkence 00:45:00yapacağınıza, coplayacağınıza, kalasla döveceğinize bunu bir defada öldürün kurtulsun." Onlar da şu cevabı vermiş: "biz onu öldür--eğer onun örgütü onun için önemliyse biz, çözülmez konuşmazsa biz onu dirhem dirhem öldüreceğiz." "Ama eğer konuşursa herhalde bir şey yapmayacağız veya belki bir defada öldürürüz" dediler ama demişler ki "çözülmediği için biz öyle, ölüm kolay demişler, biz onu kolay kolay öldürmeyiz. Dirhem dirhem öldürürüz." Böyle işkence yaparak bitiririz onları demek istemişler. Kadın geldi, bilmiyorum sonra o İzmir'de oturuyordu bayan ama çok gerçekten hem direngen bir kadın hem de çok değerli bir insandı. Çok çok şeydi başkaydı.

Ha şimdi demiştim ya hani dört torunu, kızı ve şeyiyle beraber bizimle gözaltına alınan annenin Erkan Uzun'un annesi. Onun annesi bizimle beraber gözaltında olduğu zaman Erkan Uzun içeride. Bir oğlu herhalde bilmem şeyde olabilir yani gerillada olabilir. Kocası da gözaltında kolu kırılmış, kendisi torunlarıyla beraber gözaltında. Hep böyle yani gerçekten bravo, çok direngen bir kadındı bir de gülüyordu ya ben de kızıyordum diyordum ki "ya sen ne gülüyorsun biz gözaltındayız sen ne gülüyorsun." Hani tekrar geri geldi ya. Ya diyordu siz diyordu "beni anlamıyorsunuz ben diyordu bazıları ağlar işte bende de sinirlendiğim zaman, üzüldüğüm zaman ben de gülüyorum" diyordu "elimde değil." Yani bu kadar oğlu bir yerde, öbür oğlu içeride. Kocasını Urfa'da gözaltına alınmış kolu kırılmış, kadın hala maşallah yani. Vallahi helal olsun Kürt halkına. Çok şeydi yani.

00:47:09 - Cezaevinde Mazlum Doğan ile Diyalogları, İşkence Süreci, Esat Oktay'ın Davranışsal Baskıları

Play segment

Partial Transcript: Bana işkence gözaltında yapılmadı, anneme de işkence yapılmadı. Çocuk da bizimle beraber geliyor ama biz gözaltındayken bu son dönem gözaltı tekrar götürdüler ya. İşkence hani anne gitti çocuğunu öyle gördü ya. O zaman getiriyorlardı orada demek ki bizim karşımızda küçük bir oda vardı herhalde orada onların ifadeleri alınıyordu. Onları getirdikleri zaman çocuk korktu, ağladı. Bak dayın dediler, çocuk bağırdı ağladı. Çünkü öyle yapmışlar ki insanları orada. Böyle bir kaşık kan arasında. Diyorsun ki "ya bunlar çıksa acaba hayatta bir daha kendine gelir mi?" Yani böyle düşünüyorsun. Bu kadar yoğun işkence var. Saçlar sıfıra verdirilmiş yani o kadar korkunç bir şey. Sonra Mazlum'u bizim yanımıza getirdiler. "İstiyor musunuz yanınıza getireceğiz?" dediler. Biz 00:48:00 tabii hiçbir zaman ben istemem çünkü istiyorum dersen belki benim zayıf yanımı çözer, benim yanımda hakaret ederler diye düşünüyordum. Ama Mazlum'u alıp getirdiler bizim yanımıza. Bizim gözlerimiz bağlı. Onları getirip götürüyorlar biz hiç görmüyoruz. O zaman gözlerimiz bağlı değil ben de annem de. Ben orada Mazlum'a-- Çünkü gerçekten hiç elle tutulur bir şey yok hani olur ya zanneder ki bir şey var o da farklı bir şey konuşur diye. Annem konuşmak istedi ben o zaman onun konuşmasını hatırlayamıyorum. "Anne" dedim "fazla şey yapma hani fazla konuşma falan" dedim. Onu susturmaya çalıştım. "Mazlum" dedim "bizim yüzümüzden seni de buralara kadar getirdiler" dedim. "Annemin çantasında bir kağıt bir şey çıkmış" dedim "bir hani türkü o türkü üzerine de sizi de buraya getirdiler" dedim. Hani bilsin. Niçin buraya geldiğimizi, onların niçin oraya geldiğini. Ama orada ben mesela şunu yaşadım o kadar yani o gözaltı yani o işkence sürekli, sürekli işkenceyle yaşayan bir insan, işkenceye getirilen bir insan nasıl o kadar benim gözümde o kadar nurlu bir yüzü, o kadar farklı gördüm ki Mazlum'u anlatamam size. Ayakları çıplak bir şekilde getirdiler. Ama hiç unutamıyorum, içimde ukde olarak kalan. Kardeşime sarılıp bir öpemedim diye. Öpemedim bile. Bizim zayıf noktamızı yakalamasınlar diye. Ya bize çok şey yaşatıldı. Hani bazen diyorlar ya geçmişi geçmişi unutun. E unutulmuyor yani yalnız onlara yaşatmadılar. Hepimize, yakınlarımıza, herkese yaşattılar. Hiçbir zaman da unutamayacağız, yani böyle. Ondan sonra daha sonra bir de hee şöyle bizi hani götürünce beraber aynı arabaya bindirdiler. O zaman o arabaya bindiğimiz zaman aynı arabada daha önce hani biz işte bir asker vardı içeride ne oluyor veya belki haberleşiriz Mazlum'la diye biri vardı. Burada çok detaylara girmeyeyim. Böyle şey yaparken bir ilişki geliştirmiştik hani bu görüşte, görüş sırasında. O zannetti ki; herhalde biz onun ismini vereceğiz onun korktuğunu da çok iyi hissetmiştim. Ama tabii mümkün değil öyle bir şey yapmayı. Ben o zaman o kadar çok bilendim ki yani eğer şeyse ben veya Mazlum gerçekten eğer hakikaten biz insansak veya bunların bu zulmüne karşı bizim için, bizden bir şey varsa çocuğumu bile doğrasalar asla konuşulmayacak. O iki buçuk yaşındaki kızı bile doğrasalar, bizi zaten doğrasalar konuşmak yok. Şey yapılsa bile asla konuşmayacağız. Uzun 00:51:00 boylu bir adam vardı. "İşte şimdi nasıl bülbül gibi konuşacaksınız sizi işte öttüreceğiz" falan. "Ben" dedim "hiçbir şey bilmiyorum ki ne konuşacağım." "Sabun fabrikasına gidince görürsün nasıl konuşacağını." "Vallahi sabun fabrikasına da gönderseniz, kasaba da gönderseniz nereye gönderirseniz gönderin bir şey bilmiyorum." Gerçekten de fazla bir şey bildiğim de yoktu. Unutuyorum da zaten. Oh. Ondan sonra yani ne konuşacağım size ne söyleyeceğim bilsem bile konuşmam. Bilmemek daha iyi tabii. Her şeyi merak edip.

Ama orada Mazlum'a işte bir yelek ördük ondan sonra bir de bir para koyduk üç bin lira. Benim kızı Mazlum'un yanına gönderdik. Esat Oktay Yıldıran geldi yine bizim koğuşa. Zaten onun yüzü işkenceydi. Artık onun işkencesini boş ver. Bana o işkence de yaptı ama nasıl işkencesi onun, sadece beni falakaya yatırdı. İstiklal Marşı'nı okutmak istedi ben de birazcığını şey yapabildim, okuyamadım. "Ne biçim öğretmensin İstiklal Marşı'nı bile bilmiyorsun" bana dedi. Ben dedim ki ben de yani hani şeyden okuyamadım, korkudan mı dedim bir şey dedim. Okuyamadım. Ha oraya ilk gidişimiz var beni hücreye attılar, unutuyorum her şeyi. Ne bileyim. Karmakarışık. Bak biz ilk geldiğimiz zaman bizi ilk getirdiler ya önlerinde böyle ilk kapılar şangır şangır açılıyor. Demir kapılar felaket yani böyle zaten ilk oraya girdiğin zaman zaten yetiyor o korku sana. Böyle cehennem zebanileri gibi askerler. Nereden bulmuşlar onları, o tipleri. Valizleri yırtıyorlardı, bakıyorlardı. Hangi valizde ne var. Açıyorlardı bakıyorlardı. Orada götürdüler, annemi gönderdiler direkt kızla beraber koğuşa ama beni hücreye attılar. Ben de o hücrede kendi kendime tabii söyleniyorum. Böyle şey yapıyorum herhalde yani ağıt da değil ama böyle işte ne olacağım diye mi kim bilir ne bir şeyler söyleniyordum. Sonra dışarı, şey yapmışlar arkadaşlar tembihlemişler şeyi bizim Baran'ı. Demişler ki de ki "annemi istiyorum, annemi istiyorum." Güya çocuklara karşı zaafı vardı Esat Oktay Yıldıran'ın, çocuklara dayanamaz. Öyle bir şey söylüyor kendince. Ondan sonra demiş ki "gidin çıkarın getirin" benim için. İşte beni çıkarıp götürdüler. Mesela ya orada herkes böyle ne bileyim mesela şey geliyor ben hücredeyim ya, gardiyan şey yapıyor, gülmüyorsun "Gülmesene diyorum." Tabii ben onlar gibi yapamıyorum. "Niye ayaktasın?" Oturuyorsun. "Niye oturmuşsun?" Yani sürekli böyle bir baskı, bunların hepsi işkence. Yani nedir kalaslarla dövmüşler, nedir çivilerin üstünde yürütmüşler işte nedir askı hani o askıyı şey yapıyorlar ya ben onları yaşamadım. Yoksa tabii ki; ben de aynı işkence yani farklı işkenceler yaşadım. Aynı şeyleri yaşadık yani yaşamadık değil. 00:54:00 Ha Mazlum Doğan'ı götürdüler. Tabii dedi ki, belki de arkadaşlar diyorlar cimcik attı ağlaması için. Mazlum'u görünce ağlamış güya Baran. "Bak gördün mü" demiş Mazlum'a "senin yeğenin bile senden korkuyor." Esat Oktay Yıldıran'la gönderdik. 3 bin lira da arkadaşlar kendi harçlıklarından koydular. Gönderdiler.

00:54:28 - Mahkeme Süreci ve Tahliye Edilişi

Play segment

Partial Transcript: Üç ay sonra çıktık. Çıkmadan önce bizi mahkemeye götürdüler ben, Mazlum, o diğer arkadaşlar onlar askerlerin arasında, biz de askerlerin arasında ama bizi böyle açık bir pikapla götürdüler. Açık bir pikapla. Biz ne zaman içeri girdik o zaman yani sanki her taraf yemyeşildi, çiçekler açmıştı gibiydi sanki ilkbahar, ilkbaharda mı çıktık. Acaba bizi kışın almadılar ama belki sonbahardı bilemiyorum ama yani 3 aya yakın kaldık. Mazlum bana dedi "nasılsın abla?" "İyiyim" dedim. "Konuşmayın" dediler. Orada Mazlum böyle bana bir bakışla baktı ama ben yani hala acaba o bakışlarla bana ne anlatmaya çalıştı diyorum. Bilmiyorum yani ama çok düşündüm o çok aklımda olduğu dönemlerde de çok düşündüm. Ama bir türlü bir mana, bir şey yapamadım acaba ne demek istedi onu şey yapamadım yani çözemedim kendimce. Sonra gittik mahkemeye orada şeye götürdüler beni ilk önce işte bizi yani Mazlum'u da hepimizi sırayla bizi götürdüler. Orada biri duruyor, ayağında bir terlik böyle, hani paspasçı olur ya. Oraları paspaslayan veya-- onları aşağılamak anlamında değil temizlik işi yapan. Eskiden bir de öyle salaş oluyordular ya. İfademi alıyor. Ben de dedim ki "siz niye benim ifademi alıyorsunuz savcı gelsin alsın." "Ben savcıyım" demez mi. Neyse orada birazcık daha hani o daha rahat konuşuyorsun, ben de hani biraz yüksek sesle hani Mazlumlar şey yapsın diye "tekrar tutukluğunun devamına" dedi. Ama benim elimde değil ben gülmek istiyorum böyle hani derler ya bıçak atsan bir damla kan akmaz. Öyle oldum ya. O kadar kötü oldum ki tahliye etmeyince. Çok kötü oldum ya diyorum ki böyle bu kadar belli etmeyeyim, Mazlum'u üzmeyeyim. Ama elimde değil çok böyle kötü oldum. Sonra gittik yukarı çıkardılar, hakime çıktık. Biz Mazlumlarla beraberiz gene. Görüyoruz birbirimizi ama hiç konuşamıyoruz. Orada da, hakim de tabii tahliye etti orada. Tahliye edince böyle bir gevşeme oldu bende, rahatladım yani. Mazlum şey yaptı "geçmiş olsun abla" dedi 00:57:00orada yine. Ama şimdi mutlaka götürünce tabii çok her şeyi göze alarak o "geçmiş olsun, nasılsın" demek oluyor. Ben de o zaman teşekkür etmiştim ama kendi kendime dedim ki "ya benim canım mazlumun canından mı kıymetliydi." Ben tahliye etmedikleri zaman ne kadar çok şey oldum ama bak tahliye ettiler diye de böyle hani bir rahatladım bir şey oldum yüzüme yansıdı yani o şey tahliye olmak, şey yapmak. Orada öyle sonra bizi tekrar işte gerisin geri onlar da ifade verdikten sonra işte getirdiler cezaevine. Cezaevinde de işte çıktık şeye. Orada arkadaşlara "allahaısmarladık" dedik mesela bir daha arkadaşlara, arkadaşlar gözüküyor, el bile sallayamadık yani. Çok yoğun işkence vardı. Orada her dakika her saniye ne olacağını düşünüyorsun. Her şey olabilir. Tecavüz olabilir, işkenceye alınma olabilir her şey olabilir yani o kadar o Diyarbakır Cezaevi bambaşka bir cezaeviydi. Anlatmakla olmuyor yaşamak lazım orayı.

00:58:12 - Tahliye Sonrası Mazlum Doğan'ı Görme Çabası

Play segment

Partial Transcript: Evet tahliye olduktan sonra önceleri hep gidiyordum, tahliye olduktan sonra şey çünkü artık anladım. Ha yok, son tekrar şey yaptım, Mazlum demesin beni görmeye gelmedi. Onu görmeden İstanbul'a dönmek istemedim. Tekrar gittim ama Esat Oktay Yıldıran bizi görür görmez herkesi, böyle nasıl yani tamam tekrar alacaklar, yani tekrar bizi gözaltına alacaklar. Bütün şeyler şak şak şak şak bütün silahlar oradaki askerlerin. Artık korku vermek için mi ne, kardeşim Fevzi var, dedi ki "abla dağılalım yani sen, ben, annem hiç olmazsa birimiz alınırsak ikimiz birimiz dışarıda kalsın, uğraşacak birileri olsun" dedi. Öyle dağıldık. Dedi ki "ben önce giderim" dedi "Mazlum'u görürsem sizi çağırırım." Ya sen Mazlum'u görünce zaten 4 saniye. Bazen insanın aklı duruyor, diyorlar ya. Biz nasıl Mazlum'u görebiliriz. O şey yapıncaya kadar zaten görüş bitti. Ben gitmeme rağmen Mazlum'u göremeden tekrar geri geldim. Dedi ki "Mazlum'u gördün mü?" dedi Esat Oktay Yıldıran yine bana. Ondan sonra ben dedim ki "gördüm" dedim. Aslında görmedim belki Mazlum'a gidip söyleyecek "gördün mü ablanı?" o da diyecek. Ama ben tabii Mazlum'u göremeden şeye geldim, İstanbul'a geldim. Artık bilmiyorum sonra annemler acaba gittiler mi, gördüler mi, söylediler mi. Çünkü onlar sonra Mart'a kadar daha şey. Ben dedim birazcık belki o kadro değişir ben tekrar marttan itibaren gidecektim tekrar. Yani o şey 01:00:00 olmadan önce gidecektim. Şey yani o aralar gidecektim işte onun şehit olma haberi geldi. Bir de Esat Oktay Yıldıran-- Ben her mahkemede mutlaka vardım, gidiyordum Mazlum şey olmasın, yalnız kalmasın diye. Zaten bakamıyorlardı bir arkaya bakmak, bir sinek kovalamak işkence nedeniydi. Tuvaletim var diyemezsin altına edersin yine gidemezsin. Bana, beni gözaltına aldığı zaman Esat Oktay bunu da söyledi, dedi ki "sen" dedi "bana ne kadar hain hain bakıyordun, hain hain bakıyordun mümkün olsa beni öldürecektin yani şey olsa." Ben de dedim ki "ben farkında değilim" dedim. Demek ki ona nasıl bakıyormuşsam bakışlarımla yani diyorum ya hemen yüzüme yansıyor. Demek ki öyle baktım ki o zaman bana öyle o kelimeyi kullanmıştı.

01:00:53 - Mazlum Doğan ve Dörtlerin Mahkemelerdeki Savunmaları, Dava Süreci

Play segment

Partial Transcript: Her mahkeme salonunda gidiyordum, herkesin arasında bir asker mahkeme salonuna getirdikleri zaman da böyle ring araçlarıyla ayaklar zincirli, kollar zincirli, millet inerken üst üste düşecek şekilde. Bizi de öbür tarafta sürekli şey yapıyorlar sadece bizim kelepçe yok. İtiyorlar, almak istemiyorlar, çıplak aramada bazen geçirdikleri oluyor. Yani o kadar zor ki şey yapmak ama biz her şeye rağmen o kadar eskiden böyle uyanamazdım ama beş dedim mi sanki birileri bana kalk diyor. Ne olursa olsun böyle bizim içimizde gelen bir şeyi yani ille, mutlaka gideceksin. Ben yine iki çocuğu da alarak gittim orada bir öğretmen arkadaşın evinde kaldım. Hani hep mahkemeleri devam edebilmek için, gitmek için. Tabii benim bu Almanya'daki kız kardeşimi de bir defa gözaltına aldılar da onu da atladım. Hep orada kalıyorduk hep mutlaka mahkemelerinde bulunuyorduk yani o mahkemeye gelmek de, onların mahkemeye gelişi de çok büyük bir eziyet, zulüm zulüm. Zulüm derler ya zulüm. Getiriyorlardı yalancı şahitler, e bazen de şaşırıyordu şahitler "şu sıraya yerleştireceğiz" diyorlar herhalde. Ondan sonra tabii unutuyor işte diyor ki "işte şu kişiydi veya bu kişi şey yapıyor." Ya adam, çocuk diyor ki "ya ben o dönem, senin dediğin dönem ben hücredeydim, cezaevindeydim veya gözaltındaydım ben gözaltında mı geldim bu olayı işledim içeri geçtim, tekrar içeri girdim?" Öyle birkaç tane de şimdi nasıl gizli sanık falan diyorlar öyle yalancı şahitleri vardı ama gerçekten o insanlar aç ve susuz akşama kadar ifade zaten Mazlum'un bir şeyi vardır böyle yürüyemiyorlar, tutuna tutuna tutuna tutuna geliyorlardı şey vermeye, ifade vermeye. Mesela ben, Hayri Durmuş tam bir defa 8 saat ifade 01:03:00verdi. Sekiz saat. Ben oradaki hakim veya savcı arkasını dönüp gözyaşlarını sildiğini biliyorum. Gerçekten yani nasıl. Belki onlar da rahatsızdı yani o kadar şeye yani onlar da sonuçta belki insandı, onlar da şimdiki gibi onlara göre şeyler değildi hani o zaman okumuş, mezun olmuş, sonra belli bir yere gelmiş. Ama onun içinde vicdanlı, vicdansızları vardı. Şimdi hiç, şimdi bambaşka. Hele bu dönemde bambaşka. Ben ama onu gördüm yani gerçekten onu gördüm. Mesela babam anlamıyordu bazen, dedi ki biz işte bir mahkemede çıktığımız zaman dedi ki falan kişi mesela isim işte Hayri arkadaş veya biri Mazlum'u idama götürdü veya başka bir arkadaşı. Hayri'yle alakası yok, başka bir arkadaş. Ben diyorum ki "baba biz anlayamıyoruz bu savunmaları, sen öyle söylüyorsun belki de Mazlum'u idamdan kurtardı." Nereden çıkarıyorsun bunu? Herhalde Maşallah Öztürk'tü o zaman. TÖB-DER'e falan da gidiyormuş Mazlum. Sonra geliyoruz o zaman Nevzat Helvacı vardı bizim avukatımız tutmuştuk. Bir de Dursun bilmem ne vardı dedi ki "böyle böyle." Avukat dedi ki "amca sen ne diyorsun ya o Mazlum'u kurtardı." "Bak" dedim "gördün mü baba? Sen anlamadan dinlemeden şu şu oldu bu bu oldu." Adamcağız ilkokulu bitirmiş, sonradan ortaokulu bitirmiş o kadar da-- Ben de zaten ben üniversite aman lise öğretmeniyim ben de o kadar şey yapamıyordum. Sonra babam zamanla tabii anladı. Bu defa da saygı duymaya başladı hepsine. Ama en çok ben mahkemelerine hep gidip geliyordum. O, o zaman, babam o zaman çalışıyordu, işteydi. Ben işte orada çocuklarla beraber kalıyordum. Bazen çocukları anneme, babama bırakıyordum. Hep gidiyordum, mahkemelerine hep gidiyordum ama mahkemeler gerçekten yani hiç anlatılacak gibi değil. Mahkemeler de bir işkencehaneydi.

Yo mahkeme çok sonraları. Sonuca bağlanmadan o şehit düştü. Çünkü işkenceler o kadar yoğun ki artık teslimiyet başlamış ihanete doğru gidiyor. O ihaneti alaşağı etmek için böyle bir eylem koyuyor diye düşünüyorum.

01:05:28 - Mazlum Doğan'ı Gördüğü Rüya ve Ölüm Haberinin Gelişi

Play segment

Partial Transcript: Ben bir rüya gördüm şeyde İstanbul'dayım ve Heybeliada'da oturuyorum çünkü ben çok sıkkınım böyle farklı bir yer şey yapıyorum orada Heybeliada'da iki göz oda işte bir mutfak öyle bir yer kiraladık. Oraya gittim. Çünkü yoksa artık yani bu şeye dayanılamayacak şekilde bir de orada şey ben rüyada, Mazlum, rüyada şey, bir gün öncesinde, iki gün öncesinden veya Esat Oktay Yıldıran Mazlum'a sigara verdi. Acaba nedir diğer 01:06:00 rüyamı şey yaptım ama bir anlam da veremedim herhalde acı bir şey olacak veya kim bilir ne oldu dedim. Daha sonra bir gece veya belki iki gece sonra yine rüya gördüm. Mazlum cezaevinden kaçmış, köye gelmiş. Köyde böyle seviniyorum, "o ne güzel" diyorum "hani geldi görüşüyoruz" falan. Diyorum ki "Mazlum" diyorum "birkaç gün kal" diyorum "burada" diyorum "seni biraz besleyelim" diyorum "2-3 gün." "Yok" diyor "kalamam" diyor, "çok işim var gideceğim" diyor "arkadaşlarla" veya "arkadaşların yanına." Böyle gidince sanki benim ciğerlerimi söküp götürüyor. O kadar üzülüyorum ki o rüyada anlatamam. Diyorum ki; "alla alla ya ben" diyorum "bütün arkadaşlar benim için aynı şey gözle bakıyorum demek ki kardeş olunca başka" diyorum rüyamda. Sanki benim ciğerlerimi söktü beraber götürdü diyorum. İşte o sabah canım sıkılıyor ev sahibine teyze, canım sıkılıyor, canım sıkılıyor işte canım sıkılıyor. Canımın neye sıkıldığını da bilmiyor canım sıkılıyor. Öğlene doğru geldiler o rüyamı gördüğüm gün. Geldiler dediler ki "Mazlum'u işte Mazlum'un, Hayri'nin, Kemal Pir'in Ankara'da [Diyarbakır] mahkemesi var oraya gideceğiz." Toparlandım hemen gitmek için. Gittim havaalanına hemen bilet almışlar. Havaalanında kız kardeşimi gördüm o Almanya'dan benden önce gelmiş. Beni görünce ağladı, sarıldı falan. Anladım ki bir şey var. Sonra işte Mazlum'un şehit olması.

01:07:34 - Cenazenin Teslim Alınışı, Mazlum Doğan'ın Bedenindeki İşkence İzleri

Play segment

Partial Transcript: Sonra gittik hastaneye de gittik o hastaneydi. Ben orada da bir askeri, bir askerin yani subay veya astsubay da olabilir arkasını dönüp-- yo herhalde bir hemşireydi, arkasını dönüp ağladığını gördüm orada da. Şey demişler eşime, o komutanları demiş ki "öyle inatçı bir adamdı ki bir türlü ona şey yapamadık, Atatürk'ün resmini mi öptüremedik işte İstiklal Marşı'nı mı okutamadık." İşte böyle. Mazlum'u sonra işte götürdük ama şey yapamadık yani, açtık mı acaba bilmiyorum ki. Sonra bir dilekçe verdiler Mazlum'la ilgili nasıl işte parmaklarını falan herhalde onların bir yeri vardı onu şey diyorlarmış ne diyorlarmış ona bir isim-- cennet mi yoksa hamam mı banyo mu öyle bir şey. Orada bu fareler var ya fareler yani üfürerek yiyen o büyük fareler. Oralara atıyorlardı onları. Hiç sen mesela, tabii ki sen insansın yani o kadar şeyde bir saniye de olsa dalarsın 3 tane parmağı yokmuş Mazlum'un demek ki o fareler yemiş. Dönem 01:09:00dönem mesela babam gitti bir defa böyle sürükleyerek götürmüşler, gözleri görmüyormuş. Hücrede ampul varmış onu veriyorlar bu beyni emiyor, gözün görmüyor, ayakta kaç kim bilir 15, 20, 30 gün nasıl ne şekilde. Ya her şey vardı, her şey. Olmayan şey yok. Ben onları zaten anlatmama gerek yok herkes biliyor. Filmleri yapılıyor, bir filmleri var. Nasıl banyoya götürüyorlar, nasıl işkence yapıyorlar, nasıl karların içinde nasıl tuvaletlerini çukurlarına batırıyorlar, nasıl bok yediriyorlar. Her şey. Yapmadıkları şey kalmadı ki.

Ankara'ya değil Diyarbakır'daydı. Diyarbakır'da. Diyarbakır'da hastaneye, morga kaldırmışlar. Morgda gösterdiler onun için ben morgları hiç, hastaneleri de sevmiyorum asla. Neyse ki şimdiki hastaneler o zaman hastaneler gibi değil. Sanki farklı bir yere giriyorsun. Çok berbattı.

01:10:03 - Yas Süreci ve Mazlum Doğan'ın Mücadesine Eklemlenmesi, Kürt Mücadelesini Kavrayışı

Play segment

Partial Transcript: Vallahi sonrasında hayatım-- bir yıl hep özledim, ağladım, çok üzüldüm. Ama sonra baktım gözlerim çok kötü olmaya başladı. Ben dedim ki "ya bu ağlamak yerine böyle miskinleşmek yerine ben onun mücadelesi için ne yapabilirim bence ben onları yapmalıyım" dedim. Kendi kendime bir yol buldum gene. Hani diyorum ya hep bir şeyler bulmaya çalışıyoruz kendimizi şey yapabilmek için direnebilmek için. İşte bir de ha Avrupa'ya gittim orada bazı kurumları gördüm biraz kendime geldim. Hiç gülmüyordum hatta bir anaokulu açmıştım. "Aa Serap Hanım siz gülüyorsunuz" dediler. Hiç gülmek yok, gülmeyi unutmuştum. Bir gün bir arkadaş geldi bize yani sırf hani soğuk karşılamadı desin, demesin diye hafif gülümsedim. Hiç unutmam. Oğlum o zaman diyor işte "yaşasın yaşasın" hopladı "annem gülüyor annem gülüyor yaşasın yaşasın" demeye başladı. Daha sonraları işte bu anaokulu. Ondan sonra Avrupa'ya gittim biraz rahatladım onların açtığı kurumları-- İşte gittim Serhabu'nu gördüm. O zaman televizyon mu radyo mu bir şey açıldı vardı yani. Onları gördüm ondan sonra geldim parti, HDP şey oldu, HDP'de çalışmayı ilk açıldığında Sarıyer ilçe başkanı oldum. Hiç politikadan anlamam, hiç politikayı bilmem. Ama işte zorunlu oldum daha sonraları işte ilçede çalıştım genel merkezde sonra annem babam çok yaşlanınca bıraktım. Zaten politik de değildim. Politikayı daha iyi yapanlar götürsün ben daha başka türlü de yani şey yapabilirim. Sonra gittim köyde ev yaptım, daha sonra. Hem annem babam biraz köyü yaşasın diye, hem de Mazlum'la Delil'i ziyarete gelenler var onların gelen 01:12:00 misafirlerini orada ben ağırlayayım diye. Bir başkası şey yapmasın. Ben yani çay mı, kahve mi, yemek mi verilecekse ben yapayım diye. Orada gittim bir ev yaptım. İşte şimdi köye yerleştim sayılır. Bu sırtımdan dolayı bir de oğlumun şey bebeği oldum biraz belki onlara yardımcı olurum diye şubata kadar mart dedin mi yine gidiyorum.

Üç kibrit çöpü yakarak Nevroz gecesi kravatıyla kendini musluğa bağlayıp şey yaptığını hani diyorlar ya "yaktı kendini" aslında üç kibrit çöpü yakarak kendini musluğa-- Ben gittim hücresini de gördüm. Kendini musluğa bağlamış o şekilde şey yapmış, yani eylem koymuş, boğarak kendini, yani sonuçta asarak mı diyeyim. Bilmiyorum.

Ben hücreyi görmeye gittim. Hücresini gördüm. Bana bilmediler ablası olduğumu anlattılar, nasıl ne şekilde olduğunu.

Şu anda evet belki yine çok rahat Kürtçe konuşamayanlar var ama eskiye göre çok daha fazla var. En azından Kürtler var, Kürtçe konuşanlar var. Bunun mücadelesini verenler var. Ben mesela ilk şey olduğu zaman hani okullar veya şu bu şey yapıldı ya ben o zaman bile ona bile sevinmiştim. Ama ben bazı şeylerin belki daha erken olabileceğine inandım ama gecikme var. Ben yaşlanınca diyordum herhalde bu mücadele artık yani olgunlaşacak veya şey olacak veya artık yani ne desem ki biz de kölelikten kurtulmuş olacağız veya biz de eşit şartlarda yaşayacağız öyle zannediyordum ama ona daha henüz o henüz gerçekleşmedi. Aslında tabii gerçekleşmesini insan bunu görmek şey yapmak ister ölmeden mesela acaba olacak mı diye düşündüğümüz zaman buna inananlar da var mutlaka bir gün olacak diyenler. Biz bazı insanlar biraz--

Mesela belki farklı bir ölüm şekli olsaydı tabii ki bir kardeşi unutmak mümkün değil ama bu kadar saygıyla anacak kadar veya bu kadar onlar için bir şeyler yapmak mesela yani köye yerleşmek kadar bir şeyim olmayabilirdi. Ama ben biliyorum ki onlar bizim için hayatını ortaya koydu. Onlara saygısızlık yapmak gerçekten onların mücadelesini küçümsemek yani akıl karı değil onu şey yapanların ya aklı yoktur ya da ihanet içindedir diye düşünüyorum yani. Yani bunu diyebilirim.

01:14:31 - 12 Eylül'ün Tahribatı ve Hesap Sorulabilirlik

Play segment

Partial Transcript: Vallahi 12 Eylül belki bazı konularda çok şeyi kaybetti olabilir yani mesela onların işte psikolojimizi bozmaları veya işte işkence, köy boşaltmalar, ne bileyim bazı insanlarımız mesela geldi metropole işte farklı şeyler olabildi. Yani darmadağın etti bizi belki veya belki bu sistem. Hakikaten ama 01:15:00bunun yanında mücadele de devam etti. Bunun yanında bu mücadelenin farkında olanlar da mücadelesini bırakmadı yani hem artısı hem eksisi oldu ama belki bu zulüm olmasaydı belki bazı insanlar da bu kadar bazı şeylerin farkına varmazlardı. Mesela diyelim ki; Diyarbakır Cezaevi nasıl birçok insanı daha çok şey yaptıysa tamam birimizi belki katlettin, ikimizi ettin ama bunun yanında kardeşi var, tanıdığı var, şuyu var, buyu var etkileneni var. Yani bir Mazlum'un bir Delil'in ne olduğunu nasıl olduğunu; birinin askeri yönünün çok fevkalade olduğunu, saygı duyulduğunu öbürünün teori olarak veya çektiklerinden dolayı insanlar ve niçin öldüğü, neden öldüğünü sorguluyor yani insanlar sonuçta.

İşte o bizim vereceğimiz mücadeleye bağlı biraz da hesap sormak. Bence sorulmalı ki; bir daha yapılmasın veya en azından yüzleşme olabilmeli. Yani hayatta olanlar bence cezalarını çeksinler ama zaten hayatta çoğu belki kalmadı bile ama şu anda yine hala devam ediyor. Bence eğer biri, birileri yanlış yapıyorsa bence o yanlışın cezasını şey yapabilmeli yani tabii onlar, onlara göre de biz yanlış yapıyoruz belki ama yani hakikaten insanları gözaltında kayıplar yani sen eğer şeysen farklı şekilde zaten bazen diyelim ki tamam sana ters düşmüş olabilir zaten cezaevine şey yapmışsın ama bir de orada insanları gerçekten, resmen çürümeye bırakılıyor insanlar. Psiko-- yani bravo onları nasıl o şekil-- ben düşünüyorum cezaevlerine de kısa süreli girdim çıktım. Hakikaten helal olsun. Geçen gün dedim ki aslında o cezaevinde çıkıp da yani şey olabilir yani hakikaten onlara hiçbir şey söylememek lazım yani dememek, yapmamak lazım. Olabilir yani mesela bir yanlışlıkları, bir eksiklikleri de olabilir ama bir sinirli bir halleri de olabilir ama onlar çok haklılar. O, orada olmak kolay bir şey değil yani.

01:17:13 - Delil Doğan'ın Hikayesi ve Ölümü, Mazlum ve Delil Doğan'ın Karakteristik Özellikleri

Play segment

Partial Transcript: Şimdi Mazlum çocukluğundan beri bana göre çok farklı biriydi farklı bir insandı. Daha çok ufakken belki bir buçuk, iki yaşındayken bizim bir amcamız, amcamız vardı o şu anda hayatta değil. Mesela şöyle demişti o zaman "ya Mazlum ileride çok büyük bir adam olacak." Tabii o büyük bir adamı farklı konuşmuştu. Yani mesela diyelim işte başbakan olmasa bile yani bir bakan olacak veya farklı bir şey olacak. Ben siz bak o zaman birazcık Mazlum hani esmer, kara maraydı. "Siz bunu belki şu anda şey yapmıyorsunuz ama bu ileride çok büyük bir adam olacak ve ben söz veriyorum kızımı eğer alırsa Mazlum kızımı Mazlum'a vereceğim" demişti. Ortaokulda mesela daha ortaokul çağındayken çok zeki, matematiği çok iyi, 01:18:00 ortaokulun son sınıfında herhalde Demirel oraya konuşmaya geldiği zaman o çocukları örgütleyip de Demirel'i taşlayıp, şapkasını bırakıp kaçan kişi, ilk örgütlüğünü yapan bunun Mazlum. Şeyde Dersim'de Ecevit burada "Halk işte sadece Türk halkı var, halklar yok" dediği zaman yine bunu protesto eden beraber, Mazlum Doğan örgütleyen. Yani Mazlum gerçekten ailede en zeki olanımız diyebilirim. En zeki çocuk ama mesela diyelim ki; kavgaya gelince kavgayı bilmez. Kavga yapmaz Mazlum. İlkokulda bizim Delil şeydi çok o konuda böyle daha çok şeydi mesela Mazlum paylaşan biri. Diyelim ki; "pantolonum yok" der, "pardösüm yok" der, "param bitti bana gönderin." Ama onu hep arkadaşlarıyla paylaşıyor. Hatta paylaşmaktan da öte onlara tamamen veriyor. Sen mesela diyelim ki ceket almışsın veya palto almışsın. "Oğlum hani palton" dediğin zaman "e arkadaşımın yoktu arkadaşıma verdim" diyen bir insan. Ama mesela Delil biraz daha farklı. Delil mesela diyelim ki; Mazlum ilkokulda hani bir de onun eskiden, sonradan dili açıldı takılıyordu dili biraz. Hani eskiden kekeme diyorlardı ya. Kekemeydi. Mesela biri şey yapsa o hiç tamam ona haksızlık edeni, döveni yapışır kalır ama fazla hırpalayamaz. Yine kendisi hırpalanır ama sonuna kadar böyle o hırpalamış ya onu o da onu hırpalamak ister ama sonuçta şey yaptığı için kendini de anlatamaz. Anlatamadığı için de daha çok haksızlığa uğrayan bir çocuk küçük yaşta. İlkokulda çocuklar mesela Mazlum'u dövdüğü zaman Delil belki ondan iki sınıf aşağı, küçük, aşağıda çağırıyorlarmış "Delil yine Mazlum'u dövüyorlar." Delil hemen gidiyormuş "Siz misiniz Mazlum'u döven?" Küçük yaşta da aslında bunların ikisi birbirine bağlı 2 kişi, şehit düşen 2 kardeş. Gidiyor ondan sonra onu hırpalayan kimse o da onu dövüyor, Delil de. Sıkı mı? Artık Delil varsa Mazlum dayak yemez yani. Bir defasında--

O Diyarbakır'da değil. O Diyarbakır'da Kemal Pir'i, Hayri Durmuş'u falan kaçırmayı bile planlayan biri Delil. Yani "basacağım cezaevini o kadar şey, basacağım ve onları kurtaracağım" diyecek kadar şey, yani o çok şey, yani köyde bizim çevre köylerde ve köyde Delil efsane gibi. Öyle yani. Delil kolay kolay ölmez. Zaten söylemiş demiş ki, babamla annem 01:21:00gitmişler demiş ki "niye buraya geldin bunlar seni şey yapar harcar burada" dedikleri zaman "ya kim size söyledi siz çıkıp geldiniz" demiş annemle babama. Bir ordu benim üzerime gelemez bir manga da beni öldüremez, vuramaz demiş. Ama ne zaman beni vururlar biliyor musun demiş ben yokuş aşağı inersem onlar yukarıda olursa ben, benim anam ağladı ben yukarı olursam onların anası ağladı. Arkadaşlarına da diyormuş "ben 4.kattan atlarım." O Filistin de falan bir de şey görmüş yani eğitim görmüş biri. Delil yani.

İhbarcı, ihbar ediyorlar o da o gün geliyor oraya, o eve. Orada geliyorlar soruyorlar, kadın düşünemiyor haber vermiyor. Diyorlar ki "Delil burada mı?" Ondan sonra arkadaşları zannediyor "burada" diyor. İşte sabahleyin şafakta da o uyandırıncaya kadar zaten yukarıda hep askeri her yerde o Dersim'de, Karakoçan'da hem özel hareket timleri gelmiş hem de askeriye. O kadar çok her tarafta. Ve gene bir tek kurşun şey yapıyorlar o da şeyine geldiği için kanı içine akıyor öyle şehit düşüyor.

Biz kız varmış. Kızı kurtarmaya çalışmasa belki Delil dereye girse kurtaracak. Bir şey yapamayacaklar yani. Biz hep öyle düşünüyoruz herkes herkes de onu söylüyor. 1980'de ekim, 7 Ekim'de. Önce Delil. Delil ölüyor annemler gidiyor Mazlum bunu duyuyor. "Anne" diyor "ne var ne yok? "Hiçbir şey yok oğlum" diyorlar. "Anne" diyor "Delil vuruldu" diyor Mazlum. "Yok oğlum yok" diyor. "Anne" diyor "hiç inkar etme ben biliyorum Delil'i vurdular" diyor. İçeride duyuyor onu.

İki kardeş. En çok birbirlerini seven iki kardeş, şehit düştü ikisi de. Öldüler diyelim.