https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview106611.xml#segment0
Partial Transcript: Ailemle birlikteydim. Eşim de Samsun'a gelmişti. İllegal evimiz vardı. Oğlumuz da 1'den 2'ye geçmişti Barış. Ve biz 12 Eylül geldiği zaman ben bu arada bölge komitesinde filandım işte. Bölge komitesinden arkadaşlarımızın biri Rize'deydi, biri Sinop'taydı biri hapishanedeydi, biri oradaydı, işte onları topladık bizim eve yani 12 Eylül'ün ilk 3 günü topladık ve ne yapacağımızı düşünmeye başladık. Tabii ilk engel çocuğum, Barış orada olduğu için, Barış'ı hemen Sinop'a anneannesine uygun bir şekilde, dondurma rüşveti vererek gönderdik. Biraz rahatladık oradan çünkü yani başka bir döneme girildiği, girdiğimiz çok belliydi. Sevgi orada çok, Sevgi aslında şey yapabilirdi yani gidip Barış'la beraber gidebilirdi. Biz herhangi bir zorlamada bulunmadık. Yani böyle bir hani eril dille veya erkek egemen dille herhangi bir şey olmadı. O kendi şeyiyle ben gitmeyeceğim, beraber süreci yaşayacağımızı söyledi. O tabii sevincimiz oldu hem benim hem oradaki arkadaşların. İşte beraber kotarmaya başladık işleri. İlk işimiz şu oldu, onu bakıyorum da yani bu nedir başımıza gelen nedir. Vardır, klasik tartışma. Askeri diktatörlük mü? Faşizm mi? Nedir bu? İşte klasik tartışma. Sömürgeci tipi faşizm, gizli faşizm, açık faşizm-- Özellikle THKP-C'den Mahir Çayan ekolüyle yaptığımız tartışmalar. Biz askeri diktatörlükçü olduğumuz için oturduk. İçimizde Necmi diye bir arkadaş vardı çok, Türkiye sosyalist hareketinin kıymetini bilemediği, Kurtuluş'un da kıymetini bilemediği. İntihar etti geçtiğimiz yıllarda, 3-5 yıl önce intihar etti. O bir analizler yaptı bize, biz analizler yaptık. Sonuçta bir askeri diktatörlük olduğunda, kendi referanslarımızla da beraber bunun bir askeri diktatörlük olduğunu pelür kağıtlarına daktilo edip işte dağıttık vesaire. E tabii o dönemde her yerde olduğu gibi herkes merkezi ilişkiler bekliyor ne yapacağız ne biteceğiz. Benim 12 Eylül'deki duygum baştan itibaren bütün duygum yani 83'te yakalandım ben. 3 yıl illegal yaşadım. 1 buçuk yıl Samsun'da. Bütün Karadeniz'i organize işleriyle uğraştım. Korku değildi çok ilginçtir. Çaresizliktir benim duygum. 12 Eylül'ü ben çaresizlik sözcüğüyle yani kendi geleneğimiz açısından ve ben kendim açısından-- Çaresizlik. Yeteri kadar para yok, yeteri kadar gizlilik işleri yok, yeteri kadar alet yok edevat yok. Binlerce insan var. Onların sorumlulukları var ve onları yönetebilecek bir beyin yok, ortada şey yok Kurtuluş'un gerçeği buydu. Bana sorarsan bütün siyasi hareketlerin gerçeği buydu. İnkar ediyor derler demezler önemli değil yani herkes kendi cümlesinden sorumlu. Yani burada büyük bir sıkıntı yaşadık. 79'da söylediğimin sonuçlarını yaşamaya başlıyorduk aslında. Biz geriye çekilme politikası saptadık daha sonra bu da başımıza bela oldu. Herkes geriye çekildiği halde, biz geriye çekilmeyi açıkça söylediğimiz için bu sefer yeniden ötekileştirildik. Korkak, hain işte şudur budur. Yoksa herkes, herkes geriye çekildi. Biraz ormana gidildi, dağa bayıra sonra çekildi. Olmadı, o oldu bu oldu yani sonuçta doğru bir politikaydı geriye çekilme 12 Eylül'de. Ama bunu uygulamak marifetti. Eskiler derler ya marifet iltifata tabidir diye. Doğru geriye çekileceksin veya ne denir hem mücadele edip hem geriye çekileceksin ki tarih sana iltifat etsin veya oradan bir puan al diyelim ki. Hayıflanma, ah etme. Ama bizim halen daha başımız halen de iki şey, kendini Kurtuluş’la ifade etmeyen biri olarak 15 20 yıldır. Hala başımda Demokles'in kılıcı gibidir tartışmalar da. Derler ki inkar, geriye çekilme iki büyük-- Bir de "yetmez ama evetçi" olsaydım tamamdı yani bütün hayatım-- Tartışmalar daha kısmi seyrediyor. Esas olarak bir organizasyondur geriye çekilme denilen şey. İster askeri bir fikriyat üzerinden hani direnerek geri çekilme kur ister sınıfa doğru yeniden güçleri re-organize etme olarak kur. Nasıl kurarsan kur burada esas mesele yani 79'da yapamadığımızı daha kötü koşullarda cuntanın geldiği veya faşizmin geldiği zulmün gırla gittiği, zorun sıratında yaşadığımız bir şeyde yapabilmek marifeti. Gizli yaşamak mesela gizli yaşamak-- Gizli yaşamaktan gizli işsizlikten kastetmiyorum. Mesela gizli yaşamak Türkiye'de süreç boyunca gizli işsizlik olarak anlaşıldı. Ayda bir randevuya gittik oradan gel, buraya git, buradan gel. Açık veya gizli yaşamanın gereklerini yerine getirmek. Legaliteyi gerekirse istismar etmek ama gizli yaşamak. Güçleri neyse güçlerin, güçleri yeniden re-organize etme becerisi. Bunu yapabildi mi Türkiye sosyalist hareketleri? Hani silahi olanlar da siyasi olanlar da diyelim ki. Bana göre yapamadılar. Sonuçlardan da bakmıyorum. 12 Eylül'de yaşadık gördük yani hep beraber. Yardımlaştık değişik konularda. Yani birbirimizi evlerimizde sakladık, alışverişler yaptık vesaire. Değişik yardımlaşmalar yaptık vesaire. Sonuçta birbirimize çok benziyoruz. Burada mesele şu hayat bizi 12 Eylül'de eşitledi. Hayat hepimizi yani bütün tartışmaların aslında ne kadar anlamsız olduğunu-- "Çin mi Sovyetler mi işte Küba mı, Sovyetlerin sosyal emperyalizmi gizli faşizm mi var, açık mı faşizm var. İşte oligarşi mi diyeceğiz, onu mu diyeceğiz" gibi gibi. Yani solun böleni olan bütün sloganlar kendi hakikatlerini yitirmedilerse de başka bir şeye bıraktılar. Ama hala onun üzerinden ki hapishanelerde de onu biz yaşadık. Yani burada geri çekilmeden murat edilen şey en az zayiat vererek, en az zayiat vererek elde edilen bütün ne denir, değerleri geriye çekme marifeti göstermek olarak söylenebilir. Ama işte burada tam da ego odaklı bir, en kötü durumlarımızda bile, o 12 Eylül en kötü durumumuz yani en kötü, durumumuzda bile hala rekabetçilik üzerinden bir sistem kurduğumuz, kurduğumuz için biz bu geriye çekilmeyi bence işte silahi olanlar da siyasi olanlar da çekilemedi, yapamadılar. Nerede buluştuk? Trajiktir ama ölümlerde buluştuk. Nerede buluştuk? Hayat bizi orada eşitledi. Hapishanelerde buluştuk. Nerede buluştuk? Sonuçta güzel yenilmemenin bugün 40 yıl geçti aradan, 40 yıl yeni başlangıç yapamamanın, yaptığımız her başlangıçta böyle ÖDP gibi vesaire gibi böyle sıçramalı bir şey de söylemiş olayım. Her seferinde birbirimize tekrar yenilmenin, bu sefer birbirimize yenilmenin. Devlete değil. Her projede birbirimize yenilmenin, birbirimize verdiğimiz o, Turgut Uyar'ın bir şiiri var [Acıyor – Turgut Uyar] çok kullanıyorum. "Mutsuzluktan söz etmek istiyorum" diyor. "Dikey ve yatay mutsuzluktan, mükemmel mutsuzluğundan insan soyunun sevgim acıyor. Biz giz dolu bir şey yaşadık onlar da orada yaşadılar. Bir dağın çarpıklığını bir sevinç sanarak." Böyle şiir gidiyor gidiyor bir yerde diyor ki, "Bütün söz vermelerin tarihçesi, bütün işhanlarının tarihçesi sevgim acıyor." Yani bütün söz vermelerin tarihçesidir bizim hayatımızdaki dram. Tarihe söz veriyoruz, birbirimize söz veriyoruz ve yeni bir başlangıç yapamıyoruz. X, Y, Z süreçlerinde. Halen de bu süreç devam ediyor. Çünkü halen kendi kimliğimizi bu tekçi sosyalizme bağlı olarak, onun felsefi, teorik bir bahistir ama tekçi bir sosyalizme. Yani sosyalizm tektir. O da bende temsil edilir. Tüzük programımıza yazmışız işte külliyatımızda şeklinde özetlenebilecek bir şey. Ben de onlara hep şunu söylüyorum, kendime de diyorum kendimize de. Ya rahmetli Marx ölürken mührü size mi verdi. Yani mührü verdi de siz kimin ne olduğunu şey mi yapıyorsunuz. Yani bu ayrıca bu dert sadece bize ait bir dert değil. Dünya tarihsel bir dert – dünya büyük bir kriz içerisinde. Bu krizi biz kendi hayatlarımıza henüz tercüme edemiyoruz. Sadece işte "AKP öyle mi olacak böyle mi olacak işte şu mu bu mu." Sadece dar alanda bakıyoruz. Dünyaya baktığımız zaman dünyada bugün gerek sosyalizmin yani dönem sosyalizmlerinin yenilmesi, ben onlara dönem sosyalizmleri diyorum. Marksizm'in dönemsel yorumlarının yenilmesi gerek kendi sosyalizmlerimizin yenilmesi gerekse de her birimizin tek tek yenilmelerini kendimize itiraf edemiyoruz. Kendimizin yani ne pratiğimizin ne tecrübemizin yasını tutabiliyoruz ne teorinin yasını tutabiliyoruz. Aslında kavramların da yasını tutmak gerekiyor. Bu çok teorik ve değişik bir konu ama böyledir. Ama geriye çekilmeye dönersem yani geriye çekilme, sonuçta mevcut güçlerin en az kayıpla hapishane dahil dağ bayır dahil. En az kayıpla yeniden re-organize edilmesidir. İşte bunu başaran bir hareket vardıysa ben bakıyorum hep beraber yaşadık bu süreci. Yani göremiyorum. Görsek de yani birinin, biri ileri fırlardı bu konuda. Yani rüştünü, amiyane deyim rüştünü ispatlardı vesaire. Ama beni üzen şey hala şu. Demin de espriyle söylüyorum sürekli. Yani sürekli inkar işte bir şey söylüyorsun, THKP-C diyorum ya THKP-C'yi eleştirmek gerekiyordu yani tabuları eleştirmek gerekiyordu işte eleştirdik, niye inkarcı olalım? Beğenmeyebilirsin yani. Veya bir arkadaş ‘yetmez ama evet’ diyebilir. Mesela çok, iki gün önce çok önemli bir şey oldu. Biriyle bir görüşme yapacaktım. Çok önemli bir şey geldi başıma. Kriter şu, yetmez ama evetçi ise görüşmem. Ben de dedim ki "ya sen ne" dedim karşı tarafa. Hayır demiş o. Belli ki şey. E ben de dedim mesela senden daha solda şey, ben "Yetmez Ama Devrim" diye makale yazdım. Oya'ya karşı, Oya Baydar'a, Murat Belge'ye karşı. ‘Yetmez ama devrim’ diye. Yani onlar hayır veya başka bir seçenekleri sürekli milliyetçilikle filan süsledikleri için. AKP karşıtlığıyla. Makale yazdım o zaman ben de seni, sen benim sağımda olmuş oluyorsun hani böyle buradan bakarsak. Ama yetmez ama evetçi ise görüşmem bir konuda. Şimdi bunlar bizim küçük görülen ama birbirimizle kurduğumuz ilişkileri sürekli sıfırlayan şeyler. İşte geriye çekilme de bunun bir parçası. Geriye çekil-- Ha ha ha ha geriye çekildik. Yani şu kadar çocuklar kimseyi yaşıyla başıyla şey yapmıyorum değersiz kılmıyorum ama karşına geliyor, "işte geriye çekildi biz destan yarattık" filan filan. O destan yarattık dediği işte 20 tane ölüm var ortada. 30 tane bir şey var bir şey var. Hani detaya girmem gerekmiyor şeyler ortada. Kurtuluş da bana göre doğru bir cümle kurmuştu "geriye çekilmek" diye. Ama bunu başaramamak-- başaramadığı gibi, başaramadığı gibi buradan çok kötü, kendi tarihi itibariyle, Kurtuluş'un kendi tarihi itibariyle yani hoş olmayan ayrılıklar mayrılıklar da bu meseleyle bağlantılı, bunlar da bahsi diğer konular yani. 81 sonbaharına kadar Karadeniz'deki işte bütün işlerimizi organize edenlerden biriydim. Diğer arkadaşlar kimi Filistin'e, kimi oraya kimi buraya gitmişlerdi işte yeniden re-organize olduk biraz. Ne kadarsak o kadar. İşte o işleri re-organize edip İstanbul'a geldim. İstanbul'a yerleştik. İşte yine illegal hayata başladık İstanbul'da da. İşte örgütsel ilişkilere başladık. Örgütsel ilişki dediğimiz anlamsız tartışmalar, randevular, yurtiçi bunu diyor, yurtdışı bunu diyor, yok Filistin'dekiler ne olacak, oradakiler ne bitecek. E böyle 1 buçuk yıl yani 81-83 arası böyle verimsiz bir geçti benim benim açımdan. Örgütsel olarak verimsiz geçti ama kişisel olarak baktığım zaman çok soru sordum ve çok cevaplar bulmaya başladım. Bu benim için bir avantajdı. Tabii Sevgi de öğretmendi. Sevgi öğretmenliği bittiği için tekstilde çalışmaya başladı. İllegal tekstil atölyelerinde çalışmaya başladı. İşte ben değişik şekillerde işte karnımı doyurmaya çalıştım. Ama esas olarak ben çalışmıyordum yani bu işte örgüt evleri, bildiğimiz işler vesaire bu, bu işlerle uğraşıyordum. Karadeniz'de çok ciddiye alındığım için hani sürekli riskli bir biri olduğum için tabii tedirgin bir hayat. Bir de çocuğumuz var, çocuğumuzu görmüyoruz vesaire. Sonuçta 83'e kadar böyle bir süreç geçirdik. Şöyle özetlenebilir o süreç, yani örgütsel olarak çok verimsiz ama kişisel sorularımı, 79'da sorduğum soruları çoğaltma ve bazılarına cevap bulma açısından-- Mesela daha sonra 10 yıl sonra buna şöyle ifade edeceğim, "Marksizm'in geliştirilmiş bir birey ve örgüt teorisi yoktur." dediğim zaman kıyamet koptu hani. Halen de aynı cümle üzerinden tartışıyorum zaten. İşte bu 81-83 arası 80-83 arası benim için böyle geçti. Örgütsel olarak çok meşakkatli çok zor. Yine Sevgi burada çok özel rol oynadı özellikle Samsun'da kaldığımız 1 buçuk yılda amiyane deyimle yani bütün ilişkilerin kuryesi gibi. Beraber geceleri dışarı çıkıp, çünkü ben tanındığım için epey geceleri dışarıya beraber çıkıp işte gizli işler yapmak dahil olmak üzere öyle bir süreçti. Sonuçta biz, ben tesadüfen yakalandım. Yani bu süreci hiç yakalanmadan geçirme şansı olanlardan biriydim. 83'te 2 arkadaşla böyle bir Maltepe'de, İstanbul Maltepe'de görüşme yapıyordum. Görüşmek dediğim işte rutinler haftalık filan. İşte işte memleket meselelerini konuşuyorsun, örgüt meselelerini konuşuyorsun. Çok dikkatli olmama rağmen çok dikkatsiz davranmışım demek ki. Bulunduğumuz yerde siyasi polisler varmış şey kurmuşlar karakol kurmuşlar, biz de orası bilardo ve satranç merkeziydi. Ben bilardo milardo işlerini de biraz bilirdim eskiden satranç filan. Böyle yerlere giderdim işte kamuflaj filan işte. Sonra ayrıldıktan, Maltepe stadyumu vardır bilen bilir. Maltepe stadyumu duvarının kenarında gölgeden üçümüz gidiyoruz, istasyona gidip ayrılacağız, evimize gideceğiz. Amerikan filmlerindeki gibi oldu yani bir özel bir araba, makineli tüfeklilerle bizi bir geçtiler. 20 metre sonra vıızzzt döndüler. İşte büyük silahları dayadılar, "aradığımızı bulduk" deyip beni-- Gittik bizi dövüyorlar kaba dayak mayak. İşte Maltepe Karakolu. İşte Boğaz Köprüsü'nden geçiriyorlar diyorlar... Devamlı diyorlar, "Seni gözlüklerin eve verdi. Seni işte şu ele verdi, bu ele verdi." İşte gittik, bu Sansaryan [Sanasaryan] Han süreci başladı yani Sansaryan Han çok önemli bir şeydir.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview106611.xml#segment1196
Partial Transcript: Mesela şöyle özetle söylersem Sansaryan Han'dan sonra bana Gayrettepe'deki işkence jimnastik gibi gelmişti. Yani bilinen şey 100 tane falaka yapıyor, yarım saat elektrik veriyor. Biliyorsun ezberliyorsun onu falan. Şimdi Sansaryan Han yani şuradan gireyim buraya. Şimdi işkence yine bizim mahallede yanlış bir algı var. İşkence öldürmek için yapılmaz. İşkence esas olarak kişiliksizleştirmek, onursuzlaştırmak ve kişiyi tekrar sisteme kaydetmen için yapılır. Yani işte pişmanlık duyup daha önce sen koştura koştura evden kaçmışsın, devrime koşturmuşsun işte sosyalist olmuşsun vesaire örgütlü olmuşsun, birden yakalanmışsın. Ve ilk zaten polislerin psikolojik savaşı şudur, 2 cümledir. "Tamam, buraya kadardı. Tamam buraya kadar ne yaptınsa yaptın. Şimdi artık esirimizsin ve yeniden kaydolacaksın devlete, militarizme, sisteme yeniden kaydolacaksın." Bir bunu söyler ikincisi de hemen omuzuna vurur böyle, "Biz her şeyi biliyoruz ama bir de senden dinleyelim. Biz her şeyi zaten çözdük" diye. Bu iki şey çok önemlidir. Zaten bu işkence sürecine dair şimdi Sansaryan Han'a döneceğim. Hapishanelerin ve mekanın politikası olarak veya mekanın politikası hapishanelerin kavranmadığı için bizim mahallede bu işkence meselesini mesela kapı altı hep atlanan bir şeydir, kapı altı. Mesela Sinop Cezaevi'nde hakikaten heyula gibi böyle bilmem 150 yıllık bir kapı vardır, hakikaten kapı altıdır. Şimdi F tipi cezaevlerinde her şey elektronik falan da. Şimdi kapı altında, Ece Ayhan gibi söylersek kapı altı, esas duruş mülkün temelidir mekanıdır. Yani kapı altına geldiğin zaman devlet seni çırılçıplak soyar, işte demin söylediğim cümleleri söyler. Artık esirsin ve bütün değerlerinden, o efsanedeki, efsaneler, mitolojideki değer tabletlerinden soyunması gibi. Mitolojik kahramanların en zayıf anıdır bu değer tabletlerinden soyunacaksın ve bize kaydolacaksın işte cumhuriyete, devlete şuna buna kaydolacaksın. Bunları aslında mekan okumaları da yapmak için söyledim. Yani işkence ve cezaevlerinde yaşanan hayatlar kabaca algılandığı için, o zor hayatlar, hakikaten çok meşakkat çekilmiş hayatlar, zor hayatlar yaşandığı için mekanların değerlendirilmesi mesela mekanın poetikası, politikası ve bedenin bilgisi, bedenlerimizle, ruhlarımızla ve bedenlerimizde olan-- Onun için işkence sırasında da hep anlatıyorum şimdi Sansaryan Han böyle bir yerdi. Sansaryan Han-- Bir de tabii şunu söylemek gerekiyor, itiraf etmek gerekiyor. Türkiye sosyalistlerinin çözülme cümlesine yükledikleri anlamlarının kendisi tartışmalıdır ama deney yoktur ortada. Mesela 71'e baktığımız zaman. 71 dönemine, şimdi 71'deki devrimcilerin ifadelerine baktığımız zaman bugünkü ve 12 Eylül'den sonra geliştirilen mantıkla hepsini çözülmüş ilan edebilirsin. Çünkü o zaman ifade verme hani devletle teke tek karşılaşmalarda veya çoğul karşılaşma, ifade vermenin mantığı başka Lenin'le gidersek, yani Lenin diyor ki "2 gün birine, 8 saat direnin" diyor. "8 saat sonra diyor", "ne yaparsanız yapın" diyor. Yani ev vermeyin, şunu vermeyin, bunu vermeyin. Şimdi burada deneyimsizliğin altını çizmek istiyorum. Binlerce kişi yani milyonlarca kişi gözaltına alındı, işkence gördü vesaire. Büyük bir deneyimsizlik üzerinden geliniyor. 68, 71'de deneyim yok. Aktarılmış bir deneyim yok. Oradaki deneyim başka. Dedim ya bugün bu ifadelere baktığımız zaman çözülmüş dersin yani. Şimdi 74-80 döneminde zaten ufak tefek şeyler var yani çok -- yani 80'e gelindiği zaman aktarılan bir deneyim yok ortada. Nasıl davranılacağı. İşte kitaplardan, direnme savaşından öğrendiğin seni darağacına ölüm ama vesaire vesaire-- Bir de e çözülmemek lazım. Da çözülmemek lazım da yani nasıl nasıl çözülmemek lazım. E bunun mekanizması ne. Tek başına kalınca devletle. Çünkü devletle tek tek kalmamışlık üzerinden bir hayat kurulmuş. Şimdi teke tek kalmak çok önemli bir şeydir. İşte şeyde ne denir işte Sansaryan Han benim açımdan 1 hafta mı, 10 gün mü, 15 gün mü hatırlamıyorum şeyi. İşte devamlı ne denir, zincirler, sopalar yani hayatta ne kadar ilkel şey varsa, ilkel ne kadar nedir, işkence aleti varsa böyle bir süreç. Ve sürekli deney şu, seni işte gözlüğün ele verdi, seni şu ele verdi. Şimdi Sansaryan Hanı şundan dolayı-- Sansaryan Han'ı beni alan, bizi alanlar 2.Şube polisleri ve işkencecileri. Meğer şöyle bir olay yaşanmış, Maltepe tarafında o zaman küçük marketler, birahaneler falan var yeni yeni 12 Eylül'den sonra böyle sosyal mekanlar. Meğer bir grup çete, hakikaten adli çete böyle marketleri soyuyorlarmış, onu soyuyorlarmış, bunu soyuyorlarmış. Böyle bir, bir soygun çetesi oluşmuş. Onlardan biri de bana benziyormuş gözlükleriyle filan. Hani robot resimleri olur ya. Biz arkadaşlarla o bira salonunda biraz sohbet ederken demişler bu. Ne olur olmaz diye de gidip işte karakoldan güç alıp, teçhizat alıp gelip bizi derdest-- yani bir 10 gün 15 gün adli soygun muhabbeti gördük. Ama işte oradaki şeyleri anlatmaya gerek yok. Benzeyen şeyler işte. Sadece oradaki cümle şu olabilir. Yani akla gelen en kaba odun dahil, zincir dahil ne varsa onlarla yapılan kaba dayak diye tırnak içinde ifade edilen bir senin ağzından bilgi alma, kimliğini alma vesaire. Ya orada tabii trajik bir, bir şey oldu. Yanımdaki arkadaşlar üzerinden benim kimliğimi öğrendiler. O bir kırılma noktası oldu. Benim için olmasa da arkadaşlarımız için kırılma noktası oldu. E benim kimliğim öğrenilince tabii yani "bulduk" diye Samsun'a haber gitti, oraya gitti hemen işte bizi Gayrettepe'ye götürdüler. Evet evet oradaki adliler, yan kesiciler, esrarkeşler, yani İstanbul'daki bütün kriminal şeyler tek tük de orada bir defa rastladım. Yani bir defa henüz benim siyasi kimliğim bilinmiyordu. İşte iyi polis kötü polis numaraları yapılır ya. Beni işte ikna etmeye çalışırken işte kimliğim konusunda falan. Kim olduğum konusunda. Orada 5-6 metre ötede başka bir masada birini ikna etmeye çalışıyorlardı, onun tavırlarından devrimci olduğunu anladım. O şeydi, karşı çıkıyordu işte küfürleşiyorlardı şeylerle işte işkencecisiyle küfürleşiyorlardı arada götürüyorlardı. Öyle tek tük insan vardı orada ama hepsi kriminal tiplerdi zaten. Zaten biz de benim kimliğim de ortaya çıkınca başka bir nedenle, bizi tabii götürdüler şeye. Devletin emri Sansaryan'ın kavli. Orada çok değişik hatta hani detaylar biz birine çok acıdık cebimizdeki parayı verdik. O onu dövüyor, jilet atanlar-- Herkes orada perişandı yani. Kadınlar, erkekler. Ahlaki tırnak içinde bazı tablolara tanık olduk orada. İşte yani ahlaki derken gözaltına alınan güzel kadınları elde etme mekanizmaları filan. Yani Sansaryan Han'ı söylüyorum. Sansaryan Han'da böyle şeyler. Daha sonra bu siyasi süreçte de ya sonuçta kadın bedeni üzerinden mesela genel klasik işkencelerde, siyasi işkenceleri söylüyorum şimdi, işkencelerde kadın bedeni ve çıplaklık önemli bir zaaf olarak saptanıyor devlet tarafından ve bunun üzerine gidiliyor. Sansaryan Han'da benim kısmen gördüğüm, çünkü biz kendi derdimizdeydik orada. Ben hani kimliğim ortaya çıkmasın diye uğraşıyordum bir de şey bizimkiler o arada Filistin'e konferansa gidiyorlardı. Yani ben önemli biriydim o anda hani kimliğim ortaya çıkarsa karşılaşacağım muameleler falan. Bizim orada kısmen gördüğümüz işte güzel kadınlar üzerinden bir hikaye kurmaya çalıştıkları polislerin. Birbirleriyle konuşmaları, onlarla konuşmaları. Sonuçlarının ne olduğunu bilmediğim ama hissedebildiğim bir hikayeden söz ediyorum yani onu söyleyebilirim. Sanırım 1 ay filan kaldık. Bu yakalanmam benim 83 martı bu arada. Şimdi oradaki işler biraz daha kolay geldi bana. Tamam kimliğim ortaya çıkmış, çıkmıştı. E Samsun'dan hemen bir tim geldi, beni götürmek için geldi. İşte ellerine-- İşte bulduk nihayet. İşte beni Filistin, Kıbrıs'ta falan zannediyorlarmış falan filan. Ama vermedi İstanbul'dakiler. O aşamada vermediler. Sonra göndeririz dediler. Samsun'daki işkencecilerden bunu, ismini sonra bulurum onların da herkesin bildiği bir şey vardı, "Mekanik" lakaplı biri var. Mekanik sesli bir adam. Onu herkes bilir. Samsun'da işkenceden geçen, muhtemelen iddianamelerde de vardır onları çıkarmak mümkün. İş edinmem lazım, bakmam lazım onlara. Ama herkes yani Samsun'da işkenceden geçmiş herkese "Mekanik" dediğin zaman mekanik sesli bir işkenceci. O ekibiyle beraber geldi beni almak için. Vermediler. Bu arada İstanbul'daki bizim timimiz de zaten onu da herkes bilir. Biri esas başlarındaki Altan'dı galiba. O ünlü Altan bir şey. Ama THKP-C işkencecileri bir, tek bir tim olduğu için ayrılmışlardı. İşte THKP-C'liler tek bir tim, öbürleri öbürleri. Bunlar artık iddianamelerde falan bulunabilecek isimler. Ama bana komik gelen şeydi. O dönemde bizim işkencecilerimiz Dallas dizisi oynadığı için o dönemde, işkencecilerden 3'ü, 1'i Yalovalıydı. Hafif kambur. Birinin adı Bobby, Bobby deniliyordu. Birine Sue Ellen diyorlardı. Birine de Ceyar diyorlardı. İşte o esas-- Yani şeyi bölüşmüşlerdi, ne denir, Dallas'taki o tiplerin isimlerini bölüşmüşlerdi. O mesela çok dikkatimi çekmişti orada. Bir de orada yine bir detay dikkatimi çekmişti. Bir ara beni işte esas işkenceciye götürdüler yani o şey hani MİT. Gittik işte bir yere götürdüler, bir yer bir yer işte götürdüler mötürdüler. Böyle gözümü açtılar, ilk defa gözümü açtılar. Gözlüklü böyle entelektüel bir tip. Beni aldı bir gülme. Böyle gözlükle işkence arasında bir ilişki kuramadım. Gözlük ben de hep bir kitap çağrıştırdığı için, gözlük, kitap filan. Böyle adam. Tabii çok soğukkanlı "niye gülüyorsun" filan da demedi bana falan. Ama ben dedim ona "Ya niye güldüğümü hiç merak etmiyor musun?" Dedim ona. Artık şeye, anladım yani şey yapmaya ikna etme turları, ikna turları yapıyorlar. Teorik tartışmalar yapıyorlar, işte Kurtuluş, Dev-Yol ayrımı ne, ne oldu, yok ne işte kim yakalandı. Böyle bildiğimiz hikayeler. Detaya girmeyeyim. Ben de dedim "yav gözlüklü işkenceciye ilk kez rastlıyorum hayatımda" dedim. Yani gözlük ve işkence. Hatta inisiyatifi ele geçirmek için, "Ben sizin yerinizde olsam bundan sonra gözlük takmam" dedim. "İşkenceciliğinde bir şeyi olmalı, gözlüksüz olmalı işte işkenceci dediğin. Gözlüksüz olmalı" diye öyle bir detayı da… Hatta bunu hikaye olarak yazdım da kayboldu. Bir yerde yayımlanmıştı. Gözlükçü işkenceci gibi bir hikaye olarak onu yazmıştım. Şimdi Gayrettepe hikayesi şöyle biraz, onu biraz şimdi birkaç cümlesi var. Birincisi, çok deneyimsizlik hali yani nasıl davranacağını bilmiyorsun. Devletle teke tek karşı karşıya gelmemişsin. Teke tek burada kritik cümle teke tek. Devlet ve sen. Onlar çok veya tek. Ama sen teksin. Bu çok önemli bir şey. Şimdi anti-faşist mücadelede çatışmışsın, olmuşsun, devletle zaman zaman hırlaşmışsın filan. Ama devletle bu bağlamda teke tek karşı karşıya gelmemişsin. Şimdi burada hemen bir kırılma başlıyor. Başlayabiliyor ki başta binlerce arkadaşımız da bunu böyle bir zaaf olarak değil, durum olarak söylüyorum. İnsana dair hallerden biri olarak. Şimdi insanlar birey olmadıkları için ki bu işte benim geliştirilmiş Marksist örgüt teorisi, birey teorisi olmadığı sonuçlarına vardığım biri. Bizi kutsama, işkencede bizi kutsama üzerine işkence öncesinde, biz kutsama üzerine, ormanı kutsama üzerine bir sistematik kurulduğu için. Nazım'ın "bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine" dizesini yanlış okunduğu için bu ülkede, siyaseten söylüyorum tabii. Ormana kutsama üzerine kurulduğu için hikaye özgür birey kurmama, özgür birey olmanın kötülük olduğu üzerine kurulduğu için Marx'ın taa Alman İdeolojisi'nde söylediği özgür bireyler cumhuriyeti lafı da kulak ardı edildiği için hani benle biz ilişkilerinde. Birey olamayan insanlar, kendi olamayan insanlar bizim kötü hallerini gördükçe ki bana göre yine en şey, 12 Eylül'de sempatizanlardan önce kadrolar ve sorumlular kötü duruma düşmüşlerdir ve çözülmüşlerdir. Çözülme derken illaki işkenceyi söylemiyorum. Dışarıdaki hayata da legal, illegal uyum sağlayamamak anlamında söylüyorum. Yani en başta, en başta yukardan bir tutunamama hikayesi, çözülmeyi kaldırıyorum buradan, tutunamama hikayesi başlamıştı. Şimdi biz tutunamayınca, orman tutunamayınca boşlukta kalıyor birey. Tutunacak neyi var? İşte yani işkencede sürekli "Kahrolsun faşizm, yaşasın sosyalizm, yaşasın Marksizm" filan diyerek direnilmiyor. İnsan sevgilisini düşünerek, çocuğunu düşünerek, kendi onurunu düşünerek de direniyor. Tabii ki onları da düşünüyor. Buna dair trajik bir hikayeyi yine sıçramalı paylaşmak isterim. Rosencof, Tupamaro'lun ünlü efsanevi lideri Rosencof 90'lı yılların ortalarında Türkiye'ye gelmişti. Onunla ben görüşmeler yapmıştım. İşte 30 bin kişiyle cezaevinden tahliye edildiğinde karşılaşılan bir adam işte Rosencof. İşte Mauricio Rosencof. İstanbul'da Bilsat'ta Bilar'da veya Bilar'da Bilsat yanlış kullandım. Bilar'da şey veriyordu, sunum yapıyordu. İşkence sordular ona. Hani işkencede nasıl direndin, 11-12 yıl. Bir de cezaevinde şöyle 11-12 yıl Diyarbakır gibi yani kalmış filan. Yani nasıl direndin? O da şey anlattı, sevgilimi düşündüm dedi. Hatta sevgililerimi düşündüm dedi. Yaşayacağım aşkları düşündüm dedi. Aşk üzerine bir terminoloji kurdu yani. Şimdi oradan sorular başladı, bizim mahalleden. Yani işte bunun revizyonistlik olduğunu-- Adam dedi ya dedi ben sevişirken Marx'ı mı düşünüyorum dedi. Yani işkencede dedi ben dedi sevgilimi düşündüm dedi. Böyle direndim dedi. Yani bunda ne var ? Şimdi iki çok, iki farklı mantalite. Çok iki farklı. Ve unutmuyorum böyle nasıl bir azarlandı, nasıl bir azarlandı. Şimdi bunu şunun için de söylüyorum herkes şöyle zannediyor "ya işte Marksizim, Leninizm, değerler." Tamam yani pek çok arkadaş öyle de şey yapmıştır. E ben de mesela zaman zaman sloganlar attım filan. Ama ben sevgilimi düşündüm, Sevgi'yi düşündüm. Çocuğumu düşündüm. Öyle de direndim. Buradaki mekanizma şu, tek başına kalmayı bilmeme halini devletin çok iyi kullandığı ve işkencede bunun ve sonrasında cezaevlerinde tek düşürerek, tek tek, tek tek. Bunu dolayımladığı, iyi kullandığı. Çözülmeye yüklenen anlamdan söz ettim. Teke tek kalmak söz ettim. Burada, Gayrettepe'de de 1 ay mı kaldık, 35 gün mü kaldık bilmiyorum ama 83 martında yakalandım ben. İşte 1 ay diyelim yaklaşık 1 ay kadar. İşte 1 hafta 10 gün de öbür tarafta kalmıştım. Sansaryan Han'da kalmıştık. Ama oradaki, dediğim gibi ilk cümlem şu olabilir, Sansaryan Han'dan şeye gelince, kültür fizik yapıyormuş gibi geldi bana. Yani bu trajik bir şey ama çünkü şeyi öğreniyorsun zamanla kaç falaka yaptıklarını. İşte 101 falaka ondan sonra zaten ayaklar şey yapmıyorlar. İşte kaç dakika elektrik verdiklerini sayıyorsun filan. Böyle şeyler var. Benim yani klasik falaka, elektrik işte gibi korkutma, boşluğa atma seni, vururuz numaraları hani kaçarken vururuz numaraları gibi, asansör boşluğuna sarkıtma gibi. Bütün bu değişik 8-10 kalemlik işkence hikayelerinde aslında temelde en, en işlevsel olan, devlet açısından işlevsel olan cinselliğin kullanılması işkencede. Bunu bizim mahallenin çocukları nedense çok dillendirmiyorlar bilmiyorum dillendiren oldu mu olmadı mı-- Ben birkaç defa çok eskiden yazı yazmıştım bu konuda. Ne seksist bile diyen olmuştu, yazan olmuştu. Buradaki mekanizma şu, şimdi biz daha doğrusu, bir cümle modernizme yani modern insan örtünme üzerine kurulu bir insan, örtük. Bu örtünme sadece giysi örtüsü anlamında söylemiyorum. Kavramlarla örtünüyoruz, imgelerle örtünüyoruz, hikayelerle örtünüyoruz. İnsan çok katlı ve çok katmanlı bir hale geliyor ve soyunmayı bilmiyor. Yani bu işin içinden çıkamıyor. Jean-Jacques Rousseau'nun şey dediği gibi, bir kere tarlanın sınırını çizince düşmanlık başlıyor işte. İçeridekiler, dışarıdakiler. Bir kere çok katmanlı hale geldiğin zaman soyunmayı bilmiyorsun. Gündelik hayatımızda da çıplaklık nedir bizim için? İnsanlar seviştikten sonra bile hemen örtünmek duygusu hissedebilirler. Yani geleneksel dokuda böyle bir şey vardır. Hatta çok bir hikaye vardır yani ben hikayesini yazdım da özeti şudur, bir cümledir. Çok sevdiğim bir arkadaşımın, çok karakter bir çocukluğunda şeyi nedir amcası diyelim, amcası böyle bir muhabbet esnasında benim arkadaşım 11-12 yaşında işte babasının dostu en sonunda şöyle diyor, içki içmiş, kahırlanmış, düz rakı. İmkanı biraz esrik hale gelmiş. "Yeğen yeğen" diyor "biliyor musun" diyor. "İşte 6 çocuğumuz oldu yengenle" diyor, "yengeni bir kez çıplak görmedim" diyor. Şimdi bu geleneksel dokunun çok ne denir, çıplak bir ifade uç ve çarpık bir ifadesi. "6 çocuğumuz oldu, yengeni bir defa çıplak görmedim" der. Şimdi çıplaklıkla bizim kurduğumuz ilişkiler kategorik olarak tabu ilişkisi. Kendi bedenimizle kurduğumuz ilişkiler bizim tabu ilişkisi. Devlet bunu çok iyi biliyor ve hemen mesela işkence süreçlerinde ilk yapılan şey eşinle yakalanmışsan ki ben eşimle yakalanmadım. Eşinle yakalanmışsan tecavüz, eşine tecavüz edeceğiz vesaire veya erkeğe tecavüz etmek. Bu değişik aletlerle olabilir, cinsel organla olabilir vesaire duruma göre. Ama çok temelde en en zaaflı anı sosyalistlerin en zaaflı anlarından biri eşleriyle yakalandıklarında veya kız arkadaşlarıyla yakalandıklarında, sevgili olabilir bu, eşine tecavüz tehdidini üstlenememe halidir. Çünkü bir orada ahlaki bir blok var. Ahlaki. Bunu şöyle de okunabilir bu, yani ne yani tecavüz mü etseydi ne yaptık işte 3 kişi verdik, 5 kişiyi verdik öldü, ölmedi, yakalandı, yakalanmadı. Burada sonuçlarından bağımsız bir şey söylüyorum ben. Bu çok yaygın bir devletin bildiği bir şeydir, metottur. Bu metodun ne kadar, kaç kişide geçerli olduğundan bağımsız olarak burada sosyalistlerin veya işte muhaliflerin diyelim daha genel olarak, bu namus vesaire gibi kriterlerde sistem içi düşündüklerine dair bir hikayedir. Bunu özellikle altını çizmek isterim. Bu çünkü çok yaygın ve-- Şeylerle çok baş edilebiliyor falakayla, onla bunla yani o kaba şiddetle hatta kendi bedenine yapılan tecavüzle, tacizi erkeğin diyelim. Fakat bu tür durumlarda mesela benim kendi başımdan geçen hikaye, çok ilginçtir. İşte bizim işkencenin belli bir aşamasında bir komşu siyasetten, başka siyasetten ismini bilmediğim bir kadın arkadaşla beni çarmıha beraber gerdiler çıplak. Ama bedenlerimizi hani onun göğüsleri benim göğsüme, organlarımız birbirine değecek şekilde böyle bloke ettiler ve işte yarım saat, 20 dakika elektrik verdiler falan filan. Mesela burada biz çok önemli bir deney yaşadık ikimiz o arkadaşla, çok önemli bir deney yaşadık. İkimiz de birbirimize bir şeyler söyledik yani moral veren bir şeyler söyledik. Yani birbirimizi cinsel obje olarak görenlere karşı bizim buradan bakmamamız gerekir. Evet çıplağız. Evet şöyleyiz, evet dokunuyoruz birbirimize ama bunun bizim için bir zaaf değil başka bir şey olduğunu o yarım saat, 20 dakika içinde birbirimizle böyle yarı ağlamaklı yarı işte hıçkırmaklı yarı slogansı bir şekilde. Şimdi burada da mesela bunu da bunu mesela bu sahneyi seyrettirmişler başkalarına. Başka erkeklere, diğer gruplara filan. O arkadaşı da bulamadım çünkü o operasyonda 2-3 arkadaş öldürüldü daha sonra. Takip etmek lazım o günlerde hangi siyasetler vardı orada vesaire onu bilmiyorum. Yani bu örnekte de anlatmak istediğim şey, bu mekanizmanın çok yaygın bir şekilde kullanılması ve buna karşı işte bu kutsal olarak gördüğümüz için, kendi bedenimizin bilgisine sahip olmadığımız için yani bedenin poetikası ve politikası dediğim şey, sahip olmadığımız için tırnak içine alarak söylüyorum. Böyle şeyleri yani çözülme gibi şeyleri böyle zaaf bilmem şu böyle ucuz kavramlarla nitelendirmeyen biriyim ama bu tür durumların yani çıplaklık hallerinin, daha sonra ben bunu Sinop ve Samsun Cezaevi'nde de 3-3 buçuk ay yarı çıplak yaşadım. Orada da çok gördüm. Orada da tabii tek olarak gördüm.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview106611.xml#segment3009
Partial Transcript: Burada onu söylemek isterim. Başka bu şeye ilişkin ne denir Gayrettepe'ye ilişkin-- Onun dışında daha sonra hem orada hem hapishanelerde hem daha sonraki süreçte ve hem de şimdi, bir cümle kalıbım var. Bu cümle kalıbının hala içinde duruyorum ve bunun bir muhatap olmasını istiyorum insanlara. O da şu: "Devlete söylediklerimizi biz neden birbirimize söylemiyoruz?" Bu çok trajik bir şey. Zorla veya başka bir şeyle. Hiç önemli değil. Veya tokat bile yemeden. Hani devlete anlatıyorsun her şeyi. Ölen oluyor, kalan oluyor, yakalananın oluyor yani bir şeyler oluyor yani. Veya olmuyor hiç önemli değil bir şey olmuyor. Ama oluyor genellikle. Peki biz devlete söylediklerimizi, devlete anlattıklarımızı, zorun sıratında anlattıklarımızı neden daha rahat koşullarda volta atarken, beraber dergi çıkarırken, işte Gezi isyanında beraber direnirken, gerekli olduğu zaman neden birbirimize anlatmıyoruz da büyük bütün bir ömür anlatmamak üzerine kuruluyor ve anlatmanın teorisi yapılıyor ve anlatmama birbirini idare etmenin mekanizması haline geliyor. Burada bir anekdot paylaşmak isterim. Acı ama gerçektir. İsim vermeden paylaşacağım. 51 tevkifatında, 1951 tevkifatında, TKP'nin önünü-- 51 tevkifatında yani bunu artık piyasa bilgisi herkes biliyor yani Mihri Belli, ne Akşit'ti-- Bir Akşit, Arif Damar vesaire dışında birkaç kişi daha var. Arif Damar yanlış söylemedim. Enver Abi. Enver Gökçe. Ahmet Arif, Vedat Amca, Vedat Türkali-- Çözülüyorlar yani tırnak içine alarak söylüyorum bunları. Bunlar kendi aralarında tartışmalar oluyor. Mesela Enver Gökçe'yi affediyorlar aralarında. Ama Enver Abi Enver Gökçe, ömür boyu onları affetmiyor, kendi affetmiyor ömür boyu. Biliyorsunuz, fakir mazbatasıyla bir fakirhanede söyle Enver Gökçe. Yani kendisi-- Ama çözülenler içinde ise-- Yine söylüyorum tırnak içinde bu çözülme lafı çünkü sürekli negatif tınlamasını istemiyorum. İnsani bir hal olarak da düşünüyorum. Çözülenlerden bazıları, ömür boyu çözülmemiş gibi siyaset yapıp edebiyat yaparlar ve biri de çıkar bir gün şöyle bir cümle kullanır. Bu cümle Türkiye'deki edebiyat tarihinin ve siyaset tarihinin en önemli cümlelerinden biridir bence. "51 tevkifatında çözülenler, çözülmeyenlerden edebiyat yoluyla, sanat yoluyla intikamlarını aldılar" der. Şimdi bu olayın kendi iç trajedisi bir kenara. Burada hakikatler bir kenara. Devlete söylediklerimizi, birbirimize söylememe üzerine kurulu bir sistematik, sistematik çok travmatik bir sistematik ve bu nedenle de dün bugün hani politik psikolojiden de bildiğimiz, klinik psikolojiden de yasını tutma, kaybın yasını tutma mekanizması bir türlü bizim mahallede işlemiyor. Kaybın yasını tutamıyoruz biz. Kendi bedenimizin yasını tutamıyoruz. Söylediklerimizin, yanlışlarımızın yasını tutamıyoruz. Birbirimizle bunları değiş tokuş yapamıyoruz böyle bir yanlış bir ketumluk, yanlış bir sırdaşlık söz konusu. Sır toplumu haline, açık toplumu söylerken sır toplumu haline gelmiş-- Burada uzatmadan şeye geçeyim, ben oradan, şeyde bitirdik işimizi Gayrettepe'de yani işte kendimizce bitirdik işimizi. Oradan Selimiye'ye geçtik. Selimiye'de bir 5-10 gün kaldık. Orada ben durumu anlamaya çalıştım filan. Oradan Metris'e geçtik. Bu Metris süreci önemli bir süreçtir. 1 yıl yaklaşık Metris'te kaldım. Metris'te bir defa şunu gördük, Metris işte Türkiye sosyalist hareketinde hep şöyle tarif edilen bir yer, e haksız da değiller. Yani işte 3 cezaevi üzerinden anlatılır ya hikaye hep. Bir iş Metris'te Devrimci Sol'dan arkadaşlar destanlar yarattılar. İşte Ankara'da Dev-Yol'dan arkadaşlar fazlalık olduğu için onlar orada teslim oldular. Diyarbakır'da zaten sömürgesi zulüm vardı. Orada büyük direnişler oldu vesaire. Bir defa bu 3 cezaevi üzerinden bir kurulan bu hikaye yanlış. Her yerde herkes mümkün olduğu kadar direndi. Biri direndi, biri az direndi, biri geri çekildi biraz direndi, öbürü oldu. Çünkü sosyolojik ve siyasal tabanımız hemen hemen aynıydı. Bunu birbirimiz aleyhine kullanmamız ve dillendirmemiz gerekmiyor. Birbirimizin lehine olan şeyleri çoğaltmamız. İkincisi de buradan sıkıntı şu, bu 3 cezaevi dışında sanki cezaevi yokmuş gibi bütün cezaevleri, başka cezaevlerinin hikayeleri unutuluyor. Mesela benim iddialarımdan biri odur, Erzincan'da bir, benim yattığım bir cezaevi var 2 kere yattım orada. Orada 1, 1 nolu başka bir cezaevi de Mamak'tan daha kötü diyebilirim yani. Mesela bu cezaevinden kimsenin haberi yok. Dönersek geriye, Metris evet direnişler başlamıştı, iyi başlamışlardı yani İstanbul cezaevleri başlangıcı iyi yapmışlardı hep beraber. Biri çok biri az önemli değil. Bütün siyasi komşular, akrabalar, siyasi hareketler iyi bir başlangıç yapmışlardı. Ben 83 işte yazında gittiğim zaman işte Mart, Nisan sorgu oldu. Gittiğim zaman yani kısmi direnişler vardı işte o zaman tek tip direniş yoktu vesaire. Ama yazın ağustosa doğru orada tek tip direnişi-- Bana öğrettiği birincisi, iyi bir başlangıcın veya dışarıda sosyal hayatta, siyasal hayatta başta iyi başlamanın kıymetli bir şey olduğu, iyi başlamayınca toparlanması zor oluyor. Diğer cezaevleri eleştirilecekse buradan eleştirilebilir. Ama karalanmaz. Hani iyi başlarsın daha iyi olur biraz geriden başlarsın gibi gibi. İkincisi, cezaevlerinde, cezaevinde benim gördüğüm bütün süreçte ama Metris'te gördüğüm sosyalist sektörlerin bütün yapısal tuhaflıkları hem kendi içlerinde hem birbirlerine karşı tezahür ediyordu, yaşanıyordu. Aynı koğuştasın, beraber dayak yiyorsun, güzel dostluklarında oluyor hala sürer o dostluklar. Mesela bu kıymetli bir şeydir. Ama öbür yandan, devrimcilerin özellikle birbirlerine karşı ilişkiler, birbirlerine karşı ilişkileri hala ben esasım sen talisin üzerinden kurulan. Bu bazen sayılar üzerinden, bazen başka şeyler üzerinden. Bu beni mesela orada çok rahatsız etmişti. Henüz cezaevleri yüzleşme mekanı aynı zamanda soruları sorduğumuz mekanına dönüşmemişti. Bunda tabii sürekli saldırıların da zaman vermemesinin etkisi çok fazlaydı. Yani dışarda nasıl yaşıyorsak tuhaflıklarımızla, iyiliklerimizle içerde de onun iz düşümleri yaşanıyor. Ortak komünler vardı, ayrı komünler. Zaman zaman ortak komün, zaman zaman ayrı komün. Cezaevi konseyleri vardı filan feşmekan. Mesela çok uç bir örnek söyleyeyim, paylaşmak isterim. Ben bizim ekibin sorumlularından olduğum için yani konsey vardı değişik gruplardan. Bir gün cezaevinde şeye bize tık tık mors alfabesiyle haberleşiyoruz işte duvarlardan filan, bazen bağırarak işte değişik yöntemlerle haberleşiyoruz. İşte eşcinsellerle aynı koğuşta kalmayacağımızı tüzük maddesi yapmak, yani cezaevi konseyine öyle bir öneri gelmişti. Ve biz bunu tabii reddetmiştik. Yani biraz da hani burada bizim mesela böyle bir tartışmamız olmazdı Kurtuluş ekolü olarak. Yani böyle işte geylerle olmayacağız veya lezbiyenlerle olmayacağız. O zaman terminolojiyi bilmesek de yani feminizm bizi daha eğitmemişti şey yapmamıştı. Feminist kavramları bilmiyoruz ama yani şeyi biliyoruz sonuçta, bir hayat bilgisi tecrübemiz var. Hemen biz mesela reddetmiştik. Hemen. Ama işte böyle bir tartışmanın da olabildiği bir ortam içerisinde, bir taraftan devlete karşı dövüşüyorsun, bir taraftan-- Orada çok önemli bir şey işte birbirimize söylediklerimizi, devlete söylediklerimizi birbirimize söylememe üzerinden kurulan diskurun nasıl kötü sonuçlar ürettiğine dair bir iki çarpıcı örnek yaşadım. Gecenin bir saatinde, 12'sinde genellikle havalandırmaya çıkamıyorsun, zor bir dönem yani koğuşta mazgallarından X siyasetinin önderinin ifadesini atıyordu devlet. Gece 12'de 1'de atıyor içeriye. Tabii gece hapishanelerde, gündüz uyuyup gece uyumayan bir insan tipolojisi vardır. O arkadaşlar gece tünüyorlar işte tuvaletin oraya, ranzaların üstüne. Bir şey atılınca dışarıdan askerler tarafından okuyor tabii şeyi. X siyasetinin, X insanının ifadelerini okuyor ve ertesi gün koğuşta kan gövdeyi götürüyor. "Siz nasıl bizden izinsiz bunu okudunuz." Komün toplanıyor, tartışmalar yapılıyor vesaire vesaire. Bu küçük görünen bu olay aslında avukatların bildiği, herkesin bildiği, herkesin bildiği bir şeyin nasıl giderek kartopu gibi yumak haline geldiği, eğer engellenemezse başka başka şeylere neden olabileceğinin de örnekleri olarak hiç unutmadığım bir örnektir. Ben siyasi temsilciydim koğuşun aynı zamanda. İkna edene kadar insanları 3 günüm geçmişti yani. İkna dediğimde şey yani kavga olmasın diye. Siz nasıl, alacaksınız o şeyi ifadeyi, bize vereceksin, okumayacaksın bu kadar şey. Merak edip bakamazsın yani. Yani bu mesela çok-- İkincisi orada Türkiye'nin en büyük ilk, Diyarbakır'ı bir kenara bırakalım, Diyarbakır'daki süreci tam bilmiyorum. Yani biraz biliyorum da şimdi cümle kuramam çok ağır süreç oradaki. Bu taraftaki, Batıda en büyük açlık grevi hatırladığım kadarıyla 28 günlük açlık grevi 83 yazında oldu. Büyük açlık grevi. O zaman 28 gün büyük bir açlık greviydi. Devlet açlık grevinde ne olacağını bilmiyor, devrimciler ne olacağını bilmiyorlar. Biz de yeni girmişiz işte bedenimiz daha sağlam içeride 3 yıl 5 yıl yatan arkadaşlar var daha zayıf bedenleri filan. Orada da şunu gördüm ben, oradaki şunu öğrendik biz. Açlık grevlerinin ve ölüm oruçlarının giderek nasıl bir mekanizma olduğunu şimdi, deneyimledik. Bu deneyim lafını sevmiyorum, tecrübe daha güzel geliyor bana. Tecrübe ettik. Ama bu tecrübe şu anda şöyle kullanılıyor. "Açlık grevinde biz destan yarattık, öbürü 16.günde zaaf gösterdi, öbürü işte biz ölüm orucu yaptık öbürü yapmadı" gibi yani mekanize, mekanik anlatıyorum. Buralarda-- Oysa bizim açlık grevlerinde konuşmamız gereken mesele, bedenin biyolojik mekanizması ve beden bir zaman sonra yemeği, içmeyi unuttuğu zaman zihindeki beynin yeme, yeme merkezlerinde başlayan o devasa zor anı, insanların yemek tariflerine başladığı, yutkunduğu yani bedenin, insanın kendi bedenini yeniden tanıma, kendi ruhunu yeniden tanıma. Bunu sadece ideolojik klişelerle, "ben devrimciyim" filanla ifade, baş edemeyeceğine dair, annenin yemeğiyle, annemizin yaptığı bir börek tarifi aklıma gelerek baş ettiğimiz veya dışarıda bir arkadaşımızın bize ısmarladığı bir çayı düşünerek baş edebildiğimiz mekanizmaları öğrenmeye çalıştık orada. Bir de orada bir başka şey oldu, devlet yine bildiği bir şeyi çok ısrarlı bir şekilde, bu açlık grevi süreçlerinde hep böyle olur 15.günden sonra işte, "kısır kalacaksınız, cinselliğiniz yok olacak, ömür boyu" vesaire gibi, çok sistemli bir propaganda, anonslarla propaganda yapmaya başlamıştı. Orada da şu görüldü bir, bir kez daha hatta muhabbetin, hikayenin gerilerinde söylediğim gibi cinsellik, kadın, erkek, çıplaklık, tabu, bu ilişkiler biz de birer hakikaten tabu ve kutsal olduğu için bu mesela çok fazla hemen karşılık buldu. Hani 15.günden sonra cinselliğin gidecek, ömür boyu çoluğun çocuğun olmayacak vesaire gibi mekanizmalar üzerinden. Hatta o süreçte işte, bilmiyorum bu tür hafıza anlatılarında anlatan oldu mu olmadı mı-- Ayhan Songarlar, Ayhan Songar, başkaları da sosyalistlerin psikopatlığı üzerine bir rehabilitasyona gelmeye başlamışlardı. Bu bambaşka bir bahistir. Bayağı terapi için insanlar seçiyorlardı vesaire vesaire. Bu uzatmayayım şimdi burada aklıma çok çarpıcı birkaç örnek geldi ama onu şimdi paylaşmak gelmedi içimden. Bu açlık grevi çok önemli bir deneyimdi. Çok ama çok önemli bir deneyimdi. Bu deneyimin daha sonraki süreçte 83'ten söz ediyorum, işte 91-92'ye kadar şimdi de var tabii hapishaneler dolu şu anda. Ama o süreç yani 12 Eylül'den sonraki sürecin en uzun kısmı 91-92'ye kadar tek tek sürse de. Bu süreçte her açlık grevinden veya her ölüm orucunun iyi değerlendirilmediği, devletle rekabetin yanı sıra sosyalistlerin kendi rekabetleriyle birbirlerini yenmez mekanizmasına dönüştüğü ve yeterince bedensel, ruhsal, siyasal sonuçlar çıkarılmadığı düşüncesindeyim. Ben oradan, çok ilginç bir şey oldu, çok zayıf bir anımda zayıf derken işte 28 günlük açlık grevini bitirmiştik. Bilmediğimiz bir şeydi, bilmediğimiz bir şeydi işte bitirdik. Birkaç gün sonra daha açlık grevlerinden sonra-- Burada bir de şunu söyleyeyim, işkence deyince bizim aklımıza illaki falaka filan geliyor bizim mahallenin aklına aslında buradaki-- Şimdi bu açlık grevi sırasındaki 2 işkence mekanizması da unutuyordum, çok önemliydi. Biri Müşerref Akay'ın "Türkiyem Türkiyem Cennetim" şarkısının sürekli, büyük volümlerle koğuşlara verilmesi. Buna dair de çok güzel bir hikaye oldu. Bir arkadaşımız, müzisyen bir arkadaşımız onun telif haklarını satın aldı yani onu dinletmiyor. Böyle ironik bir ve çok güzel bir hikaye oldu. Müzisyen bir arkadaşımız aldı. İkincisi de açlık grevi yapıyorsun, koridorlarda sürekli yemek kokuları gezdirilirdi, mangallar açılır işte köfte kokuları, börek kokuları vesaire. Aslında direnişin, işkencenin en ince halleri uygula, uygula-- uygulanıyordu. Bunlar, bunlar çok önemli mekanizmalar devletin açısından. Devlet de öğrene öğrene gidiyor. Öğrene öğrene gidiyor.