İlkay Alptekin Demir 2

Museum of Historical Justice and Memory

 

Transcript
Toggle Index/Transcript View Switch.
Index
Search this Index
X
00:00:00 - THKP-C İlk Tutuklanma Süreci ve Mahir Çayan'ın Yaşadıkları, Cezaevinde Tünel Çalışmaları ve Kaçış Planları / Olanakları, İlk Mahkeme Süreci

Play segment

Partial Transcript: Şöyle THKP-C'nin ilk tutuklanma, tevkifatı az sayıda kişiyi kapsıyordu. 40 civarında sanıyorum. Tam sayıyı hatırlamıyorum. Bu kişiler Maltepe Askeri Cezaevi'ne götürülmüşlerdi. Biz yani. Maltepe'deydik. Mahir tek başına-- Hüseyin Cevahir öldürülmüştü. Mahir yaralıydı. Askeri hastanede kaldı uzun süre. Bizden de işkencede olan, işkence geçirmiş arkadaşlar vardı. Onlar da hastanedeydiler, aynı hastanede ama görüşme imkanları filan hiç olmadı Mahir'le. İrfan Uçar, Necmi Demir, Jülide Zaim ve Kadriye Deniz Özen. 4 kişi işkenceler nedeniyle uzun süre Askeri Hastane'de kaldılar. Mahir'in kaldığı hastanede. Daha sonra onlar da bizim aramızda getirildiler. Ama Mahir Selimiye Kışlası'nda bir odaya hapsedildi. Onunla ilişki kurmamız çok sonra mümkün olabildi. Sonra dediğim iddianameler hazırlanıp da bize, avukatlarımız aracılığıyla bize iddianameler iletilince o dönemde gene o döneme özgü bir şey, bugün hiç böyle hakların olduğunu sanmıyorum. Dava dosyasını sanıkların da inceleme talebi kabul edilebiliyordu. Dolayısıyla biz böyle bir talepte bulunduk birkaç kişi ve Selimiye Cezaevi'ne şeyine Selimiye Kışlası'na gittik Maltepe Cezaevi'nden ve orada bu dosyayı incelemek üzere Mahir'in de gelmesi gerektiğini söyledik. Aslında onun burada olduğunu Mahir'in de gelmesi gerektiğini söyledik ve bunu da kabul etti hakimler. Ve Mahir'i getirdiler. Biz Mahir'le ilk defa orada karşılaştık. Tabii Mahir'in çok, büyük travmalar yaşamıştı. O travma anlarını hep biz birkaç kişi, 3-4 kişi birlikte orada yaşadık. Ve o bir başlangıç oldu. Daha sonra mahkeme başladı. Ve mahkeme başladığında da 00:03:00bu arada tabii kaçış hazırlıkları başladı hapishanede. Fakat Mahir oradaydı hala. Maltepe'deydi. Ve Mahir kaçmadan, Mahir kaçırılmadan bir kaçışın bizim açımızdan yani THKP-C örgütünden içerde olanlar açısından bir anlamı yoktu. THKO kendisi bir tünel hareketi başlatmış. Daha sonra bizim arkadaşlara haber veriyor erkek koğuşunda. Fakat tünel bir yandan yürürken bir yandan da Mahir'i Maltepe'ye getirmek için çok büyük bir çaba harcadık. Sonunda başardık. Mahir de ortak savunma hazırlama vesaire taleplerimizle Maltepe'ye getirildi. Maltepe'de bir süre çeşitli kaçış, diğer kaçış olanakları üzerinde vesaire durdular. Bunların doğrudan tanığı değilim. Dolaylı tanığım. Onları anlatmama gerek yok. Doğrudan tanığı olduğum olgu şu, biz kadın koğuşundaydık. Kadın koğuşu da etrafında duvarları olmayan bir barakaydı. Dolayısıyla erkek hapishanesi, erkeklerin tutulduğu hapishanenin dış duvarlarını görebiliyorduk. Mahir getirildikten sonra o dış duvarların etrafına askeri araçlar gelmeye başladı her akşam ve farlarını yakarak dış duvarları aydınlatmaya başladı. Yani o tünel açısından son derece zor bir dönem başladı. O dönemde bizim bir katkımız şu oldu, kadın koğuşundan gözlem yapıyorduk. Ne zaman boş olabilir, ne zaman nöbet değiştiriyorlar filan. Ve orada şeyi fark ettik, günler kısaldıkça cemselerin gelişiyle, araçların gelişiyle, duvarların aydınlatılmasıyla yani, alacakaranlığın çökmesi arasında bir açık dönem olduğu. Yani karanlık daha erken çökmeye başladı. Bunu söyledik arkadaşlara. Giderek günler kısaldıkça bu yarım saatte yakın bir dönem, 20 dakika, giderek yarım saate yakın bir dönem oldu ve böyle bir imkan doğdu. Buna katkımız oldu bizim. Cezaevinde o tünelin 00:06:00kazılması işte orada yaşananların hepsini dolaylı olarak biliyorum ben. Ve kaçış günü geldi işte ilk, ilk kaçış günü kaçılamadı kapak tam açılamamıştı, son açma uzun sürdü ve cemseler gelmişti. 2 gün sonra veya 1 gün sonra onu tam hatırlayamıyoruz. Kaçış gerçekleşti. 5 kişi kaçtı. Ve ertesi sabah da mahkemelere gecikme yüzünden, hafta sonuna kaçış kalmamıştı hafta başına kaymıştı. Bir şey yapıldı. İşgal hareketi ve direnç, direnme. Yani kapılardan çıkılmadı. Mahkemelere gidilmedi. Ve bir oyalama yani birkaç saat süren bir oyalama biz de katıldık. İsyan diyelim. Hapishane isyanı. Biz de katıldık kadın koğuşu olarak. Bizimle ilgilenen olmasa da. Bu arada dışardan çok fazla sayıda tünel keşfedildi ve yani bir, dışardan keşfedildi tünel ve çok fazla sayıda birlik getirildi. Olağanüstü bir hal egemen oldu ortama ve biz başladık sloganlar atmaya kadın koğuşu olarak. Böyle bir katkımız oldu. Sloganlarımız işte soba borusundan şey yapmıştık, megafon. Sloganlarımızı bir tepede olduğumuz için bütün vadide yankılanıyordu. Askerler filan birikmişti karşı tepelerde. Bizi susturmak istediler ve önümüze bir bando getirdiler. Bandoyla susturmak istediler. O işte biz de-- tabii komik bir durumdu. Bandoda çalışanları da durum, utanıyorlardı ve gülüyorlardı duruma. Onlar tam duruyorlardı biz başlıyorduk sloganlarımıza. Bir süre sonra arkadaşlar "tamam" dediler ve işgali sona erdirdiler. Biz de sona erdirdik.

00:08:40 - Açlık Grevi, İşkenceler, İkinci THKP-C Tevkifatı, İşkencelerin Önlenmesi İçin Direnişler, Kadın Koğuşu

Play segment

Partial Transcript: Ondan sonra da bazı arkadaşları 6-7 kişiyi alıp Harbiye hücrelerine götürmüşler yani götürdüler. Nereye götürdüklerini bilmiyoruz. Onlara işkence yapılmasını önlememiz gerekiyordu. Çünkü aralarında gidecekleri yerleri çok iyi bilenler de 00:09:00 vardı, dışarda gidecekleri yerleri. Dolayısıyla bir açlık grevi başlattık. O sırada açlık grevinin 3.günü sanıyorum, bütün cezaevi başlamıştı. Hükümet düştü. Bu teknokrat hükümeti vardı, 12 Eylül'den [12 Mart'tan] sonra oluşmuş olan. O hükümet düştü. Bunun üzerine zaten öyle uzun süreli bir açlık grevini sürdürmenin imkanı yoktu o kadar kalabalık insan. Açlık grevine son verildi. Ben devam ettim. Bir şeyi hatırlatmak için bir de eşim de Necmi de götürülenler arasında ve asıl yani en çok işkence yapılması imkanı yüksek olan, her şeyi bilen kişi olduğu için, dışarıdaki koşulları bilen. Ben sürdürdüm. Sonra onlar da başladılar öğrendikleri anda bu açlık grevini. Harbiye'de olduklarını anladık. Mahkemede bir gün getirildiklerinde. Onlar da başladılar açlık grevine. Böyle bir 13 günlük falan bir açlık grevi oldu. Bizim açlık grevimizde öyle şeyli değildi yani böyle bilgili bir açlık grevi değildi. Ne vitamin alıyorduk ne tuzlu su alıyorduk ne şu ne bu yani. Sadece su içiyorduk. Nane attığımız içine, nane yaprakları attığımız su içiyorduk. Böyle bir şey yaşadık. Daha sonra da bizim üzerimizdeki baskılar arttı tabii Maltepe Cezaevi'nde. Ama bu normal hayatımız devam etti. Bir süre sonra küçük bir yere kapatıldık. Daha sonra Selimiye'ye götürüldük. Biz Selimiye'ye götürüldüğümüzde bunu bir cezalandırma şeklinde düşünmüştük. Meğerse o sırada büyük tevkifat başlamış, 2. THKP'C tevkifatı başlamış. Bu arada TİKKO tevkifatı başlamış, diğer tevkifatlar arttmış. Ve bizi de Maltepe'ye götürecekleri insanlar çok oldukları için Selimiye'ye götürmüşler. Daha sonra bir de tabii tehlikeleri de yani kaçış imkanını da kapatmak için. Selimiye'de kaldığımız kısa bir süre ki orada çok sertti her şey. Tuvalete bile askerlerin nezaretinde gidiyorduk. Süngüler dayatılıyordu tuvalete giderken biz. Ama gene işkencelerde ilk başlarda, ilk yakalandığımızda yapılan işkencelerde 24 saatte insanı aylarca hastanelik edecek kadar yürütülen işkenceler de sistemli işkenceler değildi. Bizim de 00:12:00hapishanede bizi alıp bir yere götürüp işkence yapmadılar. Nitekim o kaçıştan sonra da hakikaten önlendi, işkence falan yapılmadı kimseye. Daha sonra ama Şubat'tan itibaren bizi tekrar aldılar. Selimiye Cezaevi'nden. Kadın koğuşunu. Bizi gene bindirdiler o "et arabası" dediğimiz arabalardan birine ve Sağmalcılar Cezaevi'ne getirdiler. Sağmalcılar Cezaevi'ne gönderilmemizin nedenini de kısa sürede ortaya çıktı. Çok büyük bir tevkifattı bu. Yeni tevkifat. Ve Selimiye'yi bütünüyle boşaltmaları gerekiyordu. Erkek arkadaşların da bir kısmını, önemli bir kısmını giderek Sağmalcılar'da topladılar. Bu dönemde gelen, yeni gelen arkadaşların hepsi Ziverbey Köşklerindeki işkencelerden geçen arkadaşlardı. Bunlar işte 1 ay boyunca çıplak veya yarı çıplak, gözleri bağlı, zincirli odalarda tutulan, her türlü işkenceye uğrayan, tecavüz de dahil arkadaşlardı. Çok büyük travma yaşamışlardı ve aralarında ruh sağlığını yitiren arkadaşlar da vardı. Bu bizim için yepyeni bir dönem oldu. Kadın koğuşu açısından. Bize bir, büyük bir, Sağmalcılar'ın kadın koğuşunu vermek zorunda kaldılar. O kadar kalabalıklaşmıştık artık. Ve biraz bağlarımız kopmaya başladı erkek arkadaşlarla. Daha sonra diğer, bazı erkek arkadaşların Sağmalcılar'a gelmesiyle gene sürdü ancak eskisi, eski rahatlığımız yoktu. Bu işkenceleri duyurmak için özellikle biz kadın koğuşu olarak epeyce bir çaba harcadık. Amnesty Enternasyonal'den gelmişlerdi benimle görüşmeye. O görüşme ardından bir dosya çıkardık, hazırladık, küçük yazılarla, minnacık yazılarla. İmzalı. Bunların isimli, imzalı kopya olduğunu belirten, tanıklık kopyası olduğunu belirten tanıklıklarla bir dosya hazırladık ve bunların yurt dışına çıkmasını sağladık. Böyle bir etkinliğimiz oldu.

00:15:01 - THKP-C İçerisinde Yaşanan Görüş Ayrılıkları, Yeni ve Dinamik Hareketlerin Doğuşu, Sağmalcılar Kadın Koğuşu, Güçlü Başlangıçlar Doğuran Yenilgiler Yaşamak

Play segment

Partial Transcript: Gelen arkadaşlar aynı zamanda bize 00:15:00 THKP-C içinde başlayan görüş ayrılıklarını da getirdiler. Onları da öğrenmiş olduk. İlk defa öğreniyorduk orada. Bilmiyorduk bunların hiçbirini. Burada bir iki cümleyle belirtmek isterim ki THKP-C içinde yaşanan bütün bu görüş ayrılıkları ve THKO içinde yaşanan bir tür şaşkınlık ve suskunluk o dönemin gençlerden oluşan bu örgütlerinin, ağırlıklı olarak gençlerden oluşan bu örgütlerinin, TİP'in birtakım kitle bağlarını da beraberinde taşısa da özellikle THKP-C için bu geçerli. Taşra örgütlerinin tümü katılmıştı, buna rağmen-- İşçi hareketiyle çok sıkı bağları vardı. Buna rağmen deneyimsizliğinin beraberinde getirdiği birçok fazla bir yükü yüklenmiş olma. Yani taşıyamayacağı kadar ağır bir yükü yüklenmiş olmaktan gelen bir sarsıntıydı aynı zamanda. Bazı arkadaşlar tümüyle vazgeçmişlerdi. Yaptıklarının yanlış olduklarını, yanlış olduğunu söylemişlerdi. Dışardaki arkadaşların önemli bir kısmı. Ama sonuna kadar savunanlar da bunlar daha çok içeridekiler ve dışarıda da kaçan arkadaşlardı. Mahir'lerdi. E onlar da daha-- onlar da hatalar yaptılar. Yani yük çok ağırdı. Kaldırılamayacak kadar ağır bir yük. Henüz bu yükleri kaldırabilecek bir örgütlenme olmadığı için bir yerde, bir yenilgi sonucunu doğurdu. THKP-C'nin 1. duruşması, davası aslında Mahir sayesinde bir, bir zafer duruşmasıydı. Yargılanan değil, yargılayan duruşmaydı. Ama 2. dava bir örgütün çöküşü davasıydı. Bu bizim üzerimizde çok ağır bir etki yaptı. O dönemi yaşayan THKP-C'lilerin hepsi çok olumsuz etkilenmiştir bundan. Fakat daha sonraki yıllarda aslında 70'li yıllar boyunca gelişen hareketi gözlemlediğimizde Ertuğrul Kürkçü'nün de çok veciz bir şekilde dile getirdiği gibi, bu yenilgiyi biz yaşamıştık ama Türkiye'deki diğer kuşaklar bu hareketleri bir başlangıç olarak 00:18:00 algılamışlardı ve buralardan yola çıkarak kendi tarihlerini yazmaya koyulmuşlardı. Yani o yenilgi bize ait bir yenilgiydi. Bizim duyumsadığımız bir yenilgiydi. Bizim ruh durumumuza ait bir yenilgiydi. Onlara ait değildi. Bu ayrım çok önemlidir. Daha sonra çünkü THKP-C'nin eski, o 2. davasında ve 1.davasında yargılanan bütün o kadroları çok değişik örgütlere gitti, paramparça oldu. Yepyeni hareketler doğdu. Devrimci Yol doğdu. Kurtuluş doğdu. Acilciler doğru. İşte Halkın Yolu doğdu. Biz de onun bir parçası olduk. Maocu olduk yani. O günün deyişi, şeyiyle, başkalarının bizi nitelendirmesiyle. Bütün bunlar o dönemin içinden gelmiş fakat kenarından sıyrılmış bazı kişiler olmakla birlikte yepyeni bir dinamiğin hareketleriydi. Bunlar çok çok çok daha kitleseldi eskiye göre. 70'li yıllar boyunca gelişen hareketler. En az, en küçüğü 50 bin dergi satıyordu filan. Böyle garip garip hikayeler. Yani haftalık dergiler 50 bin satıyor Anadolu'nun dört bir tarafında. Muazzam bir yükseliş doğdu. Bu bizim yaşadıklarımızla, 12 Mart'ta yaşadıklarımızla bir çeliş, çelişik durumdur. Mesela 12 Eylül'den sonra böyle bir şey yaşanmadı. 12 Eylül'den sonra bir yükseliş tekrar yaşanmadı. Çok daha yavaş gelişti solun tekrar kendini toparlaması ve yükselişi. Çok daha yavaş gelişti. Oysa 12 Mart'tan sonra paramparça olmuş bir THKP-C. Fakat herkes bunu bir başlangıç kabul etti. Bu çok önemlidir. Bu aynı zamanda THKP-C içinde yaşananları ve insanların verdikleri, ilk duruşmalarda verdikleri tepkileri filan anlamak açısından da mutlaka bu boyutunu göz önünde bulundurmak gerekiyor. Kanımca.

00:20:30 - 1972 Duruşmalarından Sonra Anadolu Cezaevlerine Dağıtılan Kadınlar, 74 Affı, Köylü-Kentli Kadınların ve Türkiye'nin Sosyolojik Dönüşümü, 1979'da Tahliye Süreci

Play segment

Partial Transcript: Daha sonra biz kadın koğuşunda Sağmalcılar'dayken önce Ulaş Bardakçı öldürüldü. Arkasından Mahirler ve Kızıldere. Bu böyle-- Sonra Denizlerin idamı. Bütün bunları Sağmalcılar kadın koğuşunda yaşadık. Çok ağır yaşadık. Fakat aynı zamanda da kalabalık bir gruptuk ve dayanışma içinde yaşadık. Bütün o ayrılıklara rağmen belli bir dayanışmayı belli bir 00:21:00 düzeyde tutmayı başardık diyebilirim kadın koğuşu olarak. Daha sonra ben zaten, kısa bir süre sonra 72 sonunda bir, ben, Rüçhan Manas, Kadriye Deniz Özen ve Emel Ayşe Mesçi. 4 kadın. İlk duruşmada yargılanan ve hüküm giyen 4 kadın. Bizi Anadolu cezaevlerine dağıttılar. Ben de Amasya Cezaevi'ne gittim. Rüçhan Samsun'a. Kadriye Deniz Özen de Giresun'a gitti. Ayşe Emel Mesçi ise Adapazarı Cezaevi'ne gitti. Orada bir yerde tecrit etmek istediler bizi. Ve bizim yepyeni bir hayatımız başladı. Köylülerle iç içe. Köylü mahkumlarla iç içe. İşte 6 buçuk sene. Daha sonra çünkü 12 Mart başarısız kalıp da Ecevit hükümeti oluştuktan sonra, 74 affı çıktı. Biz müebbet hapis aldığımız için yani idam almıştık da müebbete çevrilmişti. Bizi bırakmadılar tabii. Ve içerde kaldık. O sırada ama istediğim cezaevine gitme hakkı bana tanıdılar. Ben de Necmi'lerin bulunduğu Niğde Cezaevi'ne gitmek istedim, oraya gittim. Ve böylece Amasya ve Niğde'de ben 6 buçuk yıl, köylü kadınlarla birlikte aynı koğuşta, kentli bir iki kadın oldu 6 buçuk yıl boyunca, başka bir kültürel ortamda başka bir dünyayı yaşadım. O da benim için ilginçtir. Ama 12 Mart ve 12 Eylül tanıklıkları açısından tali önemde bir şeydir, konudur. Yine de ben bu yıllar boyunca sosyolojik değişimi, Türkiye çapında, sosyolojik değişimi çok iyi gözlemledim. Yani köylülerdeki değişimi. Köylüler ilk başta hakikaten efsaneler var-- doğmuştu ben ilk o cezaevlerine gittiğimde, ilk Amasya'ya gittiğimde. Mahir Amasyalı olduğu için Amasya, Gümüşhacıköylü mahkumlar Mahir'in kendi dağlarında saklandığını söylüyorlardı, ölmediğini söylüyorlardı. Diğerleri Deniz'in kendi köylerine gittiğini, oralarda dolaştığını söylüyorlardı. Böyle efsaneler vardı. Ama kim olduğumuzu bilmiyorlardı. 00:24:00Yani bizi de biraz devlet memuru filan gibi de algılıyorlardı. Ben tıp kitaplarımla filan gitmiştim koğuşa, ilk girmiştim. Beni bakanlıktan af için geldi sanmışlar, yazacağım sanmışlar isimlerini defterime, o kara kaplı defterime. Böyle bir yabancılık vardı bize karşı. Sonra giderek yeni gelen mahkumlar, tabii dönüşüm çok hızlı hapis, kadın koğuşunda. 3-4 ay kalıp çıkıyor çoğunluğu. Onlar beni, bana şey demeye başladılar "aaa benim yeğenim de devrimci, işte şu bilmem, falanca da devrimci bizim aileden, bizim köyde de şöyle oldu" vesaire. Bu süreçte kadınların nasıl değiştiklerini gördüm toplumda. Sosyolojik olarak kadınların duruşundaki değişikliği fark ettim mesela. Bu benim için çok ilginçti. Tabii kendim de çok şey öğrendim, kendi hatalarımı öğrendim, kendi önyargılarımı öğrendim bakışımda pek çok değişim yaşadım. 79 yılında bizim avukatlarımızı ikna etmemiz sonucunda, bir karardan esinlenmiştik. Avukatlarımız bize inanmadılar ama sonunda ikna oldular ve bize aslında affın yanlış uygulandığını ileri sürdük. Bu arada da bir ek af çıkmıştı yani af denemez de ona, infaz süresinde bir iyileştirme çıkmıştı mahkumlar lehine. Anayasa mahkemesi bize yapılan uygulamanın adaletsiz olduğu kararına vardı ve 12 yıllık aftan bizim o şekilde değil, bu şekilde yararlanmamız gerektiğini söyleyerek bizim tahliyemizin yolunu açtı. 8 sene sonra, Mayıs 79 yılında ben tahliye oldum. Necmi'yle birlikte girdik, birlikte çıktık.

00:26:16 - Tahliye Olduktan 3 Ay Sonra Yeniden Aranmaları, Yarı-legal Hayat, Tıp Eğitimine Devam Etmeye Çalışması, Yurtdışı Gündemi, Halkın Yolu Hareketinin Doğuşu, Bölünmeler ve Ayrılıklar

Play segment

Partial Transcript: Kişisel hayatımızda da hep böyle oldu. Tahliye olduğumuz süreçten 3 ay sonra tekrar bizi-- hükümet değişti. Adalet Partisi geldi. Ecevit düştü. Hükümeti düştü. Adalet Partisi hükümeti gene kuruldu. Milli Cephe miydi, Milliyetçi Cephe miydi-- Kuruldu. Ve bizi tekrar aramaya başladılar. Bir mahkeme karar verdi, işte "bu şu, şöyle anayasa mahkemesinin kararı doğrudur da onun uygulamasında şöyle bir hata vardır" gibisinden bir şeyle tekrar aramaya başladılar. Bu arada hakkımızda yeni yazılardan ötürü filan yeni mahkumiyetler çıkmaya 00:27:00 başlamıştı. Girdiğimiz takdirde 2 buçuk sene değil de daha fazla değil de ömür boyu tekrar yatmamız gerekecekti. Dolayısıyla 3 ay sonra yarı legale geçtik. Aranmıyorduk fazla. Gittikçe durumumuz zorlaştı. Bu arada ben ama Tıp Fakültesi'nde yarım kalan eğitimime devam ettirmeye başladım. Böyle gidip gelmelerle, kaçamak gidiş gelişlerle. En son dahiliye sınavıma girdim. 16, 16 Eylül 1980'de, yani 12 Eylül'den 4 gün sonra, dahiliye sınavıma girdim. Sınav çıkışımda gençlerle karşılaştım. "Abla sen buralarda ne arıyorsun? Derhal yok ol. Seni çok sık arıyorlar" dediler. Bunun üzerine o da bitti. 6 ayım kalmıştı okulu bitirmeye ama bitti. Bu arada Necmi de 12 Eylül günü yurt dışına çıkacaktı. Artık bizim Türkiye'de yaşama şansımız da kalmamıştı. Çok da hızlı bir hayat sürüyordu. Birilerinin bizi beslemesi gerekiyordu. Biz de bundan rahatsızdık zaten. Yurtdışına çıkıyordu. Bileti de alınmıştı. Tren bileti. Sabaha karşı annem geldi, darbe olduğunu söyledi. Böylece Necmi'nin de yurtdışına çıkışı da önlenmiş oldu. Belki bizim ilişkimizin kaderi de engel-- önlen--değişmiş oldu. Böylece kaldık Türkiye'de ve bir süre sonra da zaten herkes illegale geçince biz de dedik ki "bizim de yurtdışına gitmemize gerek yok burada mücadele ederiz herkesle birlikte." Ve kaldık Türkiye'de. Bu arada biz Maocu olmuştuk işte şeyden sonra, THKP-C'nin dağılmasından sonra 75 yılında tahmin ediyorum. Bir kızıl, bir 2 buçuk sayfalık bir şey yayınlamıştık. 8 buçuk sayfalık pardon. 8 buçuklar diye adımız kalmış oradan biliyorum. Bir değerlendirme. Yani bu değerlendirme 2 şeyi içeriyordu. Birincisi, kitlesiz bir şey olmaz yani öncü savaştan vazgeçmiştik. "Öncü savaş doğru değildir, kitlelerle birlikte yapmak gerekir" sonucuna varmıştık. İkincisi de o sırada TKP, Türkiye'de yeni, Türkiye'den çıkan, yurt dışına çıkan veya Türkiye'de 00:30:00 kalan 68 kuşağından genç insanları içine alarak birdenbire yurt dışındaki TKP canlanmış ve çok güçlü bir hareket halini almaya başlamıştı. Daha önce de bir, TSİP'ti galiba, bir örgüt daha kurulmuştu. O ilk başta ardından da TKP böyle bir Sovyetler Birliği yanlısı bir cereyan başlamıştı. Bizim arkadaşların da bu THKP-C yenilgisinden sonra önemli bir kesimi, bu cereyana kapılmaya başlamıştı. Biz bu cereyana karşı bir bildiri yayınladık 8 buçuklular diye. İşte hapishaneden yaptığımız bir eylemdi o. Yanlış olduğunu bugün görüyorum. Hapishaneden asla girişimde bulunmamak gerekiyor. Toplumsal hayatın içinde yürümesi gerekiyor. Çünkü siz geçmişinizle değerlendiriyorsunuz hayatı ve o gün bulunduğunuz koşullar içinde, onun dar koşulları içinde bir şeyler söylüyorsunuz. Oysa yepyeni doğmuş oluyor o. Henüz görülmeyen, henüz dillenmemiş, henüz farkında ol-- sizin farkında olmadığınız, sizin adını koyamadığınız yepyeni bir dünya, bir kuşak, bir akım gelişiyor. Bir cereyan gelişiyor. Siz onun dışında içerden görüşler ileri sürüyorsunuz. Hatta bu, içerden çıkan arkadaşların aceleci tepkilerinde de kendini hissettirdi kanımca. Birçok örgüt, o dönemde kurulan örgüt, yeni çıkan insanların da etkisi altında kalarak oluştu. Ve o genç kuşakların kendi aralarında birleşmelerini ve yeni bir şey yaratmalarını önleyici bir rol oynadı. Belki de hani içerde o ve özellikle THKP-C açısından bir yenilgi yaşamış olan kuşaklar, biraz dışında kalabilmeyi başarsaydı, başarsaydık hepimiz, belki de 70'li yıllar bu kadar bölünmeli bir sol, parçalı sol ortaya çıkmasını engelleyici olabilirdi. Belki biraz daha. Tabii burada şeyin de rolü var, TİP'in önemli rolü var. Behice Boran çok saydığımız, değer verdiğimiz bir insan. Hala öyle. Ama genç kuşaklara, kendilerinden sonra gelenlere o kadar olgunlukla yaklaşamadılar. Biz de kendimizden sonra gelenlerin önünü açmadık, önlerini belki de kapattık belli ölçüde. Bu da bir soru işaretidir. Bu katı bir kanım değil ama ben oralarda bir sorun olduğunun farkındayım. Kendimiz açısından da hapishaneden bizim böyle bir şey yaratmamız yanlış oldu. Varsaydı, gitseydi arkadaşlar TKP'ye katılsalardı, şuraya katılsalardı, kendi yollarını bulsalardı. Çünkü 00:33:00 biz daha sonra bir Halkın Yolu diye bir hareket yarattık. Bu çok güçlü bir hareket oldu dışarıda. Bugün anlatıldığı kadarıyla. Ben de içinde olmadığım için hala yeni yeni öğreniyorum neler yaşandığını. Daha çok köy ağırlıklı değil, kent ağırlıklı ve işçi çalışmaları ağırlıklı bir Maocu hareketti. Halkın Yolu çok büyük bir hareket oldu. Anadolu ve büyük kentler eşit ölçüde temsil ediliyordu. Dinamik bir hareketti. Kadınların çok rol aldığı bir hareket oldu. İlginçti bu yönüyle. Yönetimde de kadınlar vardı ve hani öyle evlilik yasakları vesaire gibi veya kısıtlamalar gibi şeylerin çok az olduğunu, böyle şeyleri yaşamadıklarını söylüyorlar arkadaşlar. Çok biz içerden izledik. Ayrıntısını yeni yeni ben de öğreniyorum. Buna karşılık Maocu bir tutum içine girmek dünyadaki bölünmelere paralel bir şekilde, Sovyet-Çin çatışması içinde bir somut yer almak büyük bir talihsizlik oldu. Bizim açımızdan. Bizim hareketimiz açısından da. Bizim hareketimizin esnekliğine ve inceliğine de uymuyordu. Tahlillerimiz kitabileşmeye ve dünya tahlilleri ağır basmaya başladı. Bu çatışmalardan aşırı etkilenmeye başladık. Gecekondu hareketleri, 1 Mayıs mahallesinde falan çok güzel çalışmalar yapmışlar arkadaşlar. Muazzam şeyler var, anılar var o döneme ait. Ama genel çizgide bu Maoculuk bizi köşeye sıkıştırdı. Çok daralttı alanımızı. Hele Çin ile Arnavutluk arasında ayrımlar, işte bilmem Üç Dünya Teorisi vesaire. Bu böldü, parçaladı iyice bizi. Ve bazı arkadaşlar koptular Üç Dünya Teorisi nedeniyle. Bazı arkadaşlar koptular. Bazı arkadaşlar da giderek Maocu çizginin daha böyle toparlanmış ve resmi temsilcisi olan Türkiye İşçi ve Köylü Partisi'ne yani Doğu Perinçek'in başında olduğu partiye kaymaya başladılar.

00:35:57 - 77 1 Mayısı ve Yapılan Hatalar, Türkiye İşçi Köylü Partisi'ne Katılmaları, 1979'da Tahliye Sonrası Darbenin Gelişi, 3 Ay Sonra Kaçak Durumuna Düşmeleri

Play segment

Partial Transcript: Ve 77 1 Mayıs'ından sonra, o 00:36:00 77 1 Mayıs'ına katılma sırasında da bir hata yaptı Halkın Yolu, diğer Maocu örgütler gibi örgütsüz katılma zorunluluğuna uymadı. İlle pankartıyla katılmak istedi. Bu da büyük bir hataydı tabii. Yani altından kalkamadığı bir hata oldu. Halbuki bunu yapmayan örgütler, işçilerle birlikte katılanlar, o yükü sırtlanmamış oldular. Yani 1 Mayıs'ta örgütlü katılmayı göze alıp Maden-İş'in ve TKP'nin hatalı sekter tutumuna zemin hazırlamamak veya onun gerçekleşmesine, o katliamın gerçekleşmesine zemin hazırlamamak gerekiyordu. Bunu yapamadı Halkın Yolu. Bu da önemli bir bizim için parçalanma nedeni oldu ve giderek Halkın Yolu da şaşkınlaşmaya başladı. Ne yapacağını bilemez hale geldi. Her taraftan silahlanma artıyordu. Öncü eylemlere girişme ihtimali belirmeye başlamıştı. Derken o dönemde biz de bir değerlendirme yaptık ve Maocuların birliği daha önemlidir diyerek Türkiye İşçi Köylü Partisi'ne katılma kararı aldık. Biz de dahil olmak üzere, içeride, önce dışarıdaki arkadaşların bazı, liderlerimizden bazıları sonra bizler. Ve çok fazla arkadaşı ikna etmediğimiz halde büyük çabalarla, özellikle benim önemli bir sorumluluğum oldu. Yani kötüye gidiyordu ortam, pek çok insan silahlı çatışmalara girecekti. Oysa güvenli bir şey gibi geldi. Yani merkezi bir örgüt, insanları koruyacak gibi. Her neyse buna gerekçe bulmanın filan hiçbir anlamı yok tabii. Komik bir şekilde oportünisttir ama oraya katılalım, içinden değiştirelim gibi saçma sapan bir kararla bu harekete katıldık. Hayatımda yaptığım benim de bizim de en büyük hatadır, en büyük hatadır. Bugüne kadar onun şeyini taşıyoruz. Çok kısa sürdü aslında. Çünkü kısa bir süre sonra yurt dışına çıktık. Anlattığım. Hapisten çıktık, hapisteyken katıldık çünkü son 78 senesinde. 79'da hapisten çıktık. Onları bir de içinde gördük. Felaket bir durum. Bizim hiç alışık olmadığımız bir, TKP'de filan eleştirdiğimiz merkezi, hiyerarşik bir yapılanma. Bize çok yabancı. 00:39:00 Bizimki hareket tarzı bir örgütlenmeydi. Nefes alamıyor arkadaşlar. Kimisi kenara çekilmiş kimisi var ama yani çok büyük bir dinamiğe yazık olmuş. Bunları dışarı çıkınca çok daha açık gördük. Ama hatalarımız orada çivilendi kaldı. Ömür boyu taşıyacağımız bir yük olarak kaldı. Çünkü o dönemde bir de onlara geçmişimiz, geçmiş anılarımızı devrettik. Ve onları hiç bize sormadan kullandılar. Ve ne şekilde yayınlanacağı nasıl yayınlanacağı konusunda en ufak bir şekilde görüşümüzü almadan kendi istedikleri şekilde yayınladılar. Hala karşıma çıkıyor, hala utanç duyuyorum bu yaptığım işten ama bir kere oldu. Nitekim çok kısa süre sonra da biz hapisten çıktık işte bir 78, 79'da hapisten çıktık 79'da ve askeri darbe oldu. Ve zaten 3 ay sonra kaçak olduk. Bu onların faaliyetlerinin içinde olma imkanımız kalmadı fiili durum nedeniyle.

00:40:26 - 1982'de Yurtdışına Çıkış, Brüksel'de Hayat, Kuruçeşme Süreçleri, Politik Faaliyetlerinin Devamı, ÖDP ve HDP Süreci

Play segment

Partial Transcript: Sosyalizmin tartışması gibi bir şey vardı. Sosyalizmin meselelerinin tartışılması. Stalin tartışması vardı. Biz onda görev aldık. İşte demokrasi mücadelesinin bir parçası olmak gerektiğini söyledik artık askeri darbeden sonra. Dinletemedik ama bu görüşümüzü dinletemedik. Onlar teslim oldular ve biz reddettik zaten teslim olmayı. Bize ama zorlamadılar "teslim olacaksınız" diye. Ve yurt dışına çıkmaya karar verdik. Ve nihayet 82'de yurt dışına çıkma imkanı bulduk. Yurt dışında Brüksel'e gittik. Onu da kendi tercihimiz olarak. Fransızca konuşulan bir yeri istedi Necmi. Orası oldu müsait. Oraya gittik. Orada da biraz sol hareketlerin dışında kaldık. Çok az mülteci vardı Brüksel'de. Birkaç yıl bayağı Almanya'yla çeşitli, nadir gidiş gelişler dışında biraz kendi başımıza yaşadık. Bu arada çocuğumuz olmuştu onu büyütüyorduk. Ben Tıp Fakültesi'ni bitirmek üzere orada yeniden başvurmuştum. 2 sene daha okudum. Fransızca öğrendik. 2 sene daha okudum. Oradan mezun oldum. Çalışmaya başladım Aile Planlaması Merkezi'nde. Ve bu arada, bu arada 00:42:00 biraz Türkiye'de 12 Eylül sonrası karanlık hafif açılmaya başladı. Daha ilk başlarda elimize bir tanıklıktan birkaç sayfa geçti. Diyarbakır Cezaevi'nin işkenceleri tanıklığı. Şimdi yazarın adını [Şerafettin Kaya], dün de baktım buldum ama gene unuttum. İlk kitaptı. Bundan paylaştırmışlardı Birleşmiş Milletler 'de yapılacak bir şey için. Ben de 6 buçuk sayfasını tercüme etmek durumunda kaldım. O 6 buçuk sayfayı 1 haftada tercüme edebildim. O kadar zor geldi ki bana. Hiç bilmediğim, hiç duymadığım korkunç bir dünyayı anlatıyordu Diyarbakır Cezaevi. O noktadan sonra Avrupa'daki, Brüksel'deki faaliyetlerim esas olarak açıkçası, esas olarak Kürt hareketinin lobi faaliyetlerinde tercümanlık yaptım. İşte kiliselerde açlık grevleri yapanlara destek oldum, doktorları örgütledim bunlara destek olmak istedim. Bir Kürt şeyi vardı, cereyanı vardı Brüksel'de, örgütlenmesi. Oralarda var oldum. Daha sonra zaten Necmi Türkiye'ye ilk gelme imkanı yakalayınca 88'de Türkiye'ye geldi ve 6 yıl sonra yani, yurtdışında kaldıktan sonra. Ondan sonra zaten resmen kopuş, birçok, o hareket içindeki birçok insanla birlikte topluca koptuk. Ve bu arada da Kuruçeşme süreçleri başlamıştı dışarda da. Örgütlenme süreçleri. O süreçlere katıldık. O süreçlere katılınca Avrupa'daki bütün sollarla bir araya gelme imkanımız oldu. Almanya'daki toplantılarda. Ben Türkiye'den katıldım o süreçlere pardon Brüksel'den katıldım. Necmi Türkiye'den katıldı. O, Türkiye'den o süreçlere katılmayla giderek Kuruçeşme süreci, arkasından biz ilk partiye katılmadık ama BSP diye bir parti kuruldu. Ona katıldık. Arkasından ÖDP sürecini yaşadık. Türkiye'ye döndük zaten 92'de. 10 yıl kaldıktan sonra Brüksel'de. ÖDP sürecine katıldık. 2000'de ÖDP'den ayrıldık. Bir süre Datça'ya yerleştik ve bir 00:45:00süre sadece var olan, aklımıza yatan eylemlere katılmakla yetindik. Daha sonra da HDP etrafında HDK örgütlenmesi sürecinde içine doğrudan katılmamakla birlikte onu desteklemeye başladık. Halen onu destekliyoruz. Şu sıra HDP'ye yapılan büyük baskılar nedeniyle üye de olduk ama bir çeşit fahri üye gibi. Yoksa yani kimse bizden aktif bir şey beklemiyor.

00:45:39 - Geçmişe Bugünden Bakmak, Çıkarılan Dersler/Deneyim ve Tecrübeler, Genç Kuşakların Potansiyeli

Play segment

Partial Transcript: E geldi yaşımız 75, 77'ye. Dolayısıyla gençlere bırakıyoruz artık bundan sonrasını. Benim 12 Eylül'le ilgili anlatacaklarım, 12 Eylül'ün öncesini hapishanede yaşadığım, sonrasını da yurt dışında yaşadığım için bu kadar. Bu benim için çok önemli bir aydınlanmadır aynı zamanda. Kafamda bir aydınlanmadır. Aslında hapishanede, hapishanede bunu ilk defa yaşadım. İstanbul'da çeşitli cezaevlerinde işte Maltepe, Sağmalcılar, Selimiye vesaire gene arkadaşlarımla beraberdim. Dolayısıyla kendi sosyo ekonomik grubumla ve kendi siyasal düşüncelerime yakın olan insanlarla birlikteydim. Sonra Amasya Cezaevi'ne gönderildiğim andan itibaren bambaşka bir kültürel ortamın içine girdim ve orada çok yabancılık çektim. Açıkçası Amasya'da ilk birkaç ayda gerçeği tam değerlendiremez hale geldiğimi fark ettim. Daha sonra fark ettim. Yani birtakım anlamlar çıkarmaya filan bahsettiğim. Bu aslında bunlara fırsat veren bir ortam vardı. Mesela dışarıdan insanlar geliyordu beni ziyaret etmeye öyle ben sirk maymunu gibi orada gösteriliyordum. Birileri geliyordu, geçiyordu. İşte görüyorlardı bana selam verip gidiyorlardı. Böyle bir ortam da vardı yani. Neyle, neyin içinde olduğumu bilmiyordum, kimlerle beraber olduğumu bilmiyordum. Ve hapishanede, koğuştaki insanlar ise benim anlamadığım bir dilden konuşuyorlardı adeta. Bambaşka kültürel bir kodla konuşuyorlardı. Söylediklerinin, birbirlerine yönelttikleri imaların anlamını anlamıyordum. Bana yabancıydı her şey. Buna karşılık birdenbire giderek bu şeyden çıkınca, şoktan çıkmaya başlayınca bütünüyle kendi kodlarımı sorgulamaya başladım. Yani o güne kadar kendi ailemi 00:48:00sorgulamıştım, şunu yapmıştım, bunu yapmıştım. Bir sürü sorgulamadan geçtiğimi düşünüyordum ama aslında hiç sorgulamadığım pek çok önyargım olduğunu gördüm. Birçok dikkat çekici bir şey. Çok fazla emindim fikirlerimden. Yani doğrusu şudur. Tek çizgi. Evet, belki bilgi eksikliği nedeniyle doğruya tam yaklaşamamışımdır, yeni bilgilerle doğrultursam o eksiğimi gideririm, değiştirebilirim. Ama tek bir doğru vardır adeta. Bunun köylüler için hiç geçerli olmadığını gördüm. Yani bunun bize özgü bir özellik olduğunu fark ettim. Eğitimle gelen, aileyle gelen, eğitimle gelen, okul eğitimiyle gelen ve sol hareketin özellikleriyle gelen bir özellik olduğunu fark ettim. Yani köylülerin çok daha söylemle hayat arasında çok daha fazla mesafe bıraktıklarını, o mesafeyi daha doğrusu fark ettiklerini, o mesafenin farkında olarak yaşadıklarını hissettim. Bu çok büyük bir uyanıştı benim için, bir aydınlanmaydı. Yani gerçek, sözler gerçeğe doğrudan tekabül etmez. Gerçekle söz arasında bir mesafe vardır. O nispi bir mesafe, yorum getirir ona söz ama o söz aynı zamanda hem yanılabilir hem de çok farklılaşabilir. Muazzam farklılaşma olanakları var önünde. Bu çok önemli bir aydınlanmaydı. Daha sonra yurtdışına çıktığımda da aynı olayla karşı karşıya oldum. Bu kez de bu ülkedeki kültürümle, Belçika'daki kültür arasındaki farklılığın şokunu ilk başta yaşadım ama hazırdım. Yani hapishane beni hazırlamıştı. Böyle bir farklılığın şokunu sağlıklı bir şekilde yaşamaya. Orada hiç sarsılmadım. Tersine her geçen gün daha sağlığım düzeldi diyebilirim. Orada da bu kez hem Belçikalıları anlamaya çalıştım, sorguladım hem de kendi, Türkiye'den bakışımızı sorgulama imkanı buldum. Çok tabii önüme okuma imkanları açıldı. Çok değerlendirme imkanları açıldı. Biraz da arkadaşlarımdan kopacak kadar. Bazı açılardan kopacak kadar. Türkiye'deki sol hareket içindeki netliklerden de dışına çıkacak kadar bir okuma ve değerlendirme imkanı buldum. Bunları biraz kendi başıma yaptım yani çevremde bunu 00:51:00besleyen bir ortam yoktu. Oralarda yalnız bir yol aldım ama yalnız yol almak bazen, eğer bağlarınızı kaybetmiyorsanız diğer platformlarla, etrafınızdaki platformlarla, sağlıklı çok daha sağlıklı bir şey olabiliyor. Bu sayede de birçok şeyi gördüm. Yalnız şunu belirtmek isterim ister 12 Mart olsun ister 12 Eylül olsun Türkiye'de biz daima bireyler olarak, daime travmalarla içinde yaşadık, travmalara maruz kaldık. Hele içeri girenlerimiz, işkence görenlerimiz bunlar çok-- veya dışarda kalıp yakınları işkence gören içeride yatan uzun süre filan insanlar. Ama genel olarak Türkiye'de yaşayan bütün insanlar, daima travma ile yaşıyorlar. Bu bir anda bir direnme gücü getiriyor bir anda esneklik kazandırıyor ve olumlu yanları da var. Tümü yanlış demiyorum ben yani batının o rehavetini de istemiyorum. Ama aynı zamanda da psikolojik olarak öylesine yükler yükleniyoruz ki zaman zaman bu yüklerin farkında bile olamayabiliyoruz bunları başka şekillerde, başka türlü yorumlarla ifade ediyoruz. O da bizi yanlışa götürebiliyor. Yani olmamalı. Olmamalı. Bunlar yaşanmamalı. Bence bizim kendi kafalarımızın da değişmesi gerekiyor yani Türkiye'deki genel olarak yaklaşım tarzlarının değişmesi gerekiyor. Sadece kendimiz, mağdur olduğumuz durumlarda sorun görüyorsak, başkalarının mağduriyetleri karşısında sessiz kalıyorsak ya da duyarsız kalıyorsak hatta muarrızlarımızın, karşımızda olan kişilerin, tarafların mağduriyetleri karşısında da bütünüyle duyarsız oluyorsak bu meseleler çözülmeyecek gibi geliyor bana. Yani çok temel ilkeleri yürekten hissetmek gerekiyor. Önemli adımları biz sol olarak attık. Örneğin bir sol vicdan gelişti. Geçmişte olmayan örgüt vicdanıyla sınırlı olan vicdanın yerine, Türkiye'de ciddi olarak bir sol vicdan gelişti ve bu elle tutulur bir şey olmaktan çıktı, hissedilen, yaşanılan bir şeye dönüştü. İlle de söze dökülmesi gerekmiyor ama herkes anlıyor vicdanlı davranışın ne 00:54:00olduğunu sol içinde anlıyor. Ama Türkiye'de bütün insanlar olarak bir vicdanımızın ve ilkelerimizin egemen olduğu bir ortam yaratmadan sanıyorum hesaplaşamayacağız. Yani kendimizle hesaplaşarak bu suçları işleyenlerle hesaplaş-- gerçekten hesaplaşabilmenin kapısını açabileceğiz gibi geliyor bana. Bunun için de genç kuşaklara güveniyorum ben. Genç kuşaklar bağnaz, bizim kadar bağnaz değil. Bizim kadar tek yönlü bakmıyor durumlara. Daha ilkeli tutumlar alabiliyorlar. Umuyorum bu genelleşir ve bütün ülkeyi kapsar. Bunun için mücadele etmemiz gerekiyor bence. Çok önemli bir alan bu. Solda ortak bir vicdan gelişmesi ve çok önemliydi. Bunda, bunu başardık. Ama farkında değiliz belki. Değerinin farkında değiliz, öneminin farkında değiliz, halbuki çok önemli bir şey başardık. Bir daha örneğin, hani somut örnek vereyim. 77 1 Mayıs'ı tekrarlanmadı. Hiç kimse gereksiz risklere, bütün topluluğu gereksiz risklere atmıyor. Herkes birbirine karşı duyarlı. Herkes birbirinin değerlerine nispeten saygılı. Nispeten hoşgörüyle yaklaşmak kelimesi de yanlış bence, hoşgörü kelimesi de yanlış. Dikkatli, duyarlı, saygılı. Böyle bir gelişme var. Bunun bütün toplum açısından geçerli olması lazım. Yani gerçekten düşmanlarımızın da karşımızda olanların, bize düşmanca davrananların da haklarını savunduğumuz zaman, gerçekten, yürekten savunduğumuz zaman belki o zaman çözülecek. Yoksa çok fazla korkularla yaşıyoruz. Travmalarla yaşıyoruz. Bunların altından kalkmadıkça olmayacak gibi geliyor bana. Türkiye'ye dair umudumu ben gene bu genç kuşakların farklılığında buluyorum. Bir. İkincisi, çeşitli dinamik, farklı dinamiklerin birbirlerinden öğrenmeye başlamalarında buluyorum. Çok farklı dinamiklerin eşit, kendini ifade olanakları bulmaya başlamasında buluyorum. Bu resmi düzen içinde demiyorum. Halk nezdinde, kitleler nezdinde veya sol veya genel olarak politik hareketler nezdinde. 00:57:00 Yasaklanıyor bir şeyler ama herkes birbirinin düşüncesini duyuyor. Duyması bile çok önemli. Bu bir gelişme. Ve gençler özellikle farklılar. Bu, ben gençlerin, gençlerdeki değişime, değişim nedeniyle umutluyum. Yoksa çok-- Bu sözüne ettiğim korku ve travma dünyasından çıkmadıkça, evet devrimciliğimizi koruyalım, değişime açıklığımızı koruyalım, gevşemeyelim ama örneğin, şu göçmenler karşısında son zamanlarda yükselen ırkçı söylemlerin doğacağı bir ortamdan mutlaka çıkmamız lazım. Bunlar hemen yüzümüzü açığa çıkarıyor. Neleri başaramadığımızı çok iyi gösteriyor. Ama bana öyle geliyor ki gençler biz--gençler derken tabii en duyarlı, en gelişmiş olan gençleri kastediyorum. Bu da yayılıyor. Fark etmeden yayılıyor. İlle de birbirlerini örgütlemeleri gerekmiyor. Kendiliğinden yayılıyor. Medyanın da etkisi belki. Bu nedenle umutluyum, bunların gerçekleşmesi de gelecektir diye düşünüyorum. Niye insanlık sömürü, baskı ve zulümle eşitlenemez. İnsanın bir de iyilik melekleri var.