https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview107917.xml#segment0
Partial Transcript: 1946, Erzurum'da doğmuşum. Ama Erzurum'u bilmiyorum. Babam görevli olduğu için Erzurum'daymışız. 3 aylıkken de Ankara'ya gelmişim. Sonra da Ankara'da 9, 8 sene, 9 sene. Ardından Konya. 6 sene. Sonra liseye gelip İstanbul, devam ettim. Ailem-- Babam subaydı. Biraz geç dönemine rastladığım için daha az dolaştık. Bizden önce çok dolaşmışlar. Annem ilkokul mezunu. Ama ilk Kemalist kuşağın yetiştirdiği öğrencilerden. Babamsa işte İstanbul'a ordu girdiğinde ortaokulda orduyla birlikte İstanbul'a giren kuşak. Yetiştirme yurtlarında savaş sırasında, köyden alınarak büyütülmüş, subay yapılmış bir kuşak. Yani Kemalistlerin ilk kuşağı. Daha doğrusu İttihatçılarla başlayan bir kuşak. Böyle bir aile içinde yetiştim. 3 kardeştik. Ankara'da, ilkokul 3. sınıfa kadar Ankara'daydım. 3. sınıfta Konya'ya geçtik ve ortayı Konya'da bitirdim. 6 sene. Kabus gibiydi Ankara'dan sonra. Tam buluğ çağı, ergenlik dönemi başlangıcı sokağa çıkmanın yasak olduğu bir yerde, kız çocuklarının sokağa çıkmadığı bir yer. Tamamen kapalı bir hayat. Ardından İstanbul bir özgürleşme alanı oldu. İstanbul'da ben yatılı bir okulu kazanarak İstanbul'a geldim. Arnavutköy. Şimdiki Robert Kolej. Arnavutköy Kız Koleji. Dolayısıyla benim hayatımda çok büyük bir değişiklik oldu bu tabii. Özgürleştim ama aynı zamanda da çok farklı bir kültürel hayatın içine girmiş oldum. O dönemde İstanbul 1 buçuk milyondu, tahmin ediyorum, civarında nüfusu olan. İşte Taksim ve Eminönü, Kadıköy gene merkezli bir 00:03:00yerdi. Yeni yeni gecekondu kuşakları sarmaya başlamıştı bu merkezi. Ama boğaz tepeleri bomboştu henüz. Boğaz dolu olsa da. Fabrikalar şehrin bugünkü şehrin tamamıyla içindeydi. Levent mesela, fabrika bölgesiydi. Alibeyköy bütün fabrikaların yerleştiği yerdi. İşçi hareketi yeni yeni doğmaya başlamıştı. 60 yılı aynı zamanda da 27 Mayıs dönemi. O dönemde yatılı okulda biraz dünyadan kopuk bir, birkaç yıl geçti. 65'te artık son sınıfa geçmiştim kolejde. O zaman TİP yükselmişti. Ben ilk TİP mitingine 65'te okula gitmek üzere, elimde yatılı okul çantam bir pazar günü hatırlıyorum, TİP mitingine katılmış, oradan gitmiştim okula. İlk defa o dönemde solla karşılaştım ve solculaştım. O dönemde İstanbul'da böyle birtakım aydınların da bulunduğu bir çevreyle de tanıştım. Sinematek çevresi. Sinematek'in gönüllü gençlerinden biriydim. Onat Kutlar'ın eğitiminden geçtim. Marksizmi önemli ölçüde Onat Kutlar'dan ve Nazım Hikmet'in mektuplarından öğrendim diyebilirim ilk başta. Sonra kendim kitaplar satın alarak okumaya başladım. TİP'e bir destekçi olarak, TİP'e bağış topluyordum okulda. Tıp Fakültesi'ne girdim bu arada. 66'da. Ve derslerde, 66-67 TİP'liydim, TİP'li olarak biliniyordum, solcu olarak biliniyordum okulda. Fakat Fikir Kulüpleri'yle bağ kurmam biraz daha gecikti. 00:06:00Pek Tıp Fakültesi'nde güçlü bir fikir kulübü yoktu. Örgütlenme yoktu. Dolayısıyla ben daha çok Sinematek çevresindeki işte orada aydınlarla iç içeydik. Onları dinleyen, onlardan öğrenen gençlerden biriydim. Genç Sinema Hareketi'ne de ucundan katıldım. Ama biraz hızla devrimcileştiğim için onun bir parçası olamadım. Oysa önüme bir sinemacı olmayı da koymuştum. Onu sürdürmek yerine devrimciliğe kaydım. Bu arada da Tıp Fakültesi'ne girmiştim zaten. Tıp Fakültesi'ne girişim de biraz ailenin baskısıyla. Ben çünkü psikoloji okumak istiyordum. Aile, ailem yurt dışına gitmeme istekli değildi, Ankara'ya gitmeme istekli değildi. İstanbul'da da o, o Tıp Fakülte-- Tıp Fakültesi dışında psikoloji okumak anlamlı değildi. Yetersizdi çok okul. Dolayısıyla görüldüğü, gördüğünüz gibi biraz da aileye bağımlı bir hayat sürdürüyordum aynı zamanda. Yatılı okul bittikten sonra evime dönmüştüm ama aynı zamanda da okulda ve okul dışında solla temas içine girmiştim. Asıl büyük benim için, kişisel hayatımda da büyük değişim yaratan 68 İşgalleri oldu. 68 İşgallerinde, İşgallerinin başladığı gün yatılı pardon, sınav vardı. Sınava geldim. 2-3 sınavımız geçmişti, diğer sınavlarımız devam ediyordu. Sınava geldim ve okulun kapatıldığını kapıların öğrendim. "İşgal var" dendi. Dolandım etrafta ve arkadan girdim bahçeye ve işgalin içine girdim. Ondan sonra 1 ay boyunca-- Gerçi üniversitede kalanlardan değildim. Ben evime gidiyordum akşamları ama tamamıyla işgalin parçası oldum.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview107917.xml#segment515
Partial Transcript: Sinematek bağlantılarım sürdü. Filmler getirdik işgale. Ekim Devrimi, Ekim filmini Ayzenştayn'ın, Pudovkin'in Ana filmi gösterdik. Aynı dönemde İtalya'da sinema okulunda ilk 68 işgallerinden biri 00:09:00yaşanmıştı ve onu çeken Üstün Savaşta diye bir arkadaş. Üstün Barışta asıl adı da sonra adını değiştirdi, Savaşta yapmıştı. Üstün'ün belgeseli vardı. Onu gösterdik. Böylece girdim hareketin içine. Tabii Tıp Fakültesi de birden canlandı. Durgunluk ortadan kalktı ve işgale katıldı Tıp Fakültesi de. Forum yapıldı. Talepler dillendirildi. Dernekler-- Çevre semtlerde çalışmalar başladı. Dernek, Toplum Sağlığı Derneği kuruldu. İsmi böyle olmayabilir. Şimdi gerçek adını hatırlamıyorum ama aşı kampanyaları, sağlık taramaları yapmaya başladık çevre semtlerde. Bu arada çok büyük bir hızla İstanbul'daki sosyal yaşamın merkezine oturmuştu sol hareket. TİP içine girdik tabii hepimiz. TİP'te, Beşiktaş ilçesinde çalışmaya başladım. Beşiktaş'taki gecekondu mahallelerinde okuma-yazma dersleri başlattık. Üyelerimizle teker teker ilişki kurmaya başladık. Eğitim kampanyaları-- Kendi içimizde de Marksist eğitime başladık TİP içinde. Ben de hemen girer girmez çok aktif olarak bu çalışmaların içine katıldım. Bu arada öğrenci hareketi ilerliyordu. Fikir Kulüpleri Federasyonu'nda biz toplanıyorduk. Fikir Kulüpleri Federasyonu'nda çeşitli seminerler veriliyordu. Ayrıca bir sürü işçi hareketine katılıyorduk oradan. Fabrika işgalleri başlamıştı. İşgal şeklinde grevler başlamıştı. Yani yabani grevler. Onlara katılıyorduk. Oralarda gözaltına alınıp bırakılıyorduk. İfademiz alınıyordu, bırakılıyorduk. Tiyatrolar, sokak tiyatroları gelişmeye başlamıştı. O sokak tiyatrolarıyla birlikte biz de gecekondu semtlerine ve işçi semtlerine gidiyorduk. Bir yandan tiyatro gösterisi yapılıyordu, katılımcı tiyatro, sokak tiyatroları. Devrim İçin Hareket Tiyatrosu ve İşçinin Tiyatrosu. İşçinin Sesiydi galiba. Hatırlayamıyorum şimdi ikinci tiyatronun adını. Bunlarla birlikte biz de işçilerle temasa geçiyorduk, sohbet ediyorduk, onların problemlerini dinliyorduk. Onlarla ilişki kuruyorduk.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview107917.xml#segment746
Partial Transcript: Çok DİSK yeni, yeni, yeni kurulmuş bir örgüt. DİSK'le çok iç içeydik. Yani kültür hayatı-- Tabii yayın dünyası çok canlanmıştı. Yeni kitaplar, Marksist kitaplar ilk kez yayımlanmaya başlamıştı o dönemde. Nazım'ın kitapları tabii yayımlanmaya başlamıştı. Bu arada da farklılıklar vardı. Bir Fikir Kulüpleri Federasyonu. O genel olarak TİP çerçevesinde bir örgüttü ve aynı zamanda da DİSK'le yakın bir örgüttü. Ve bu tiyatrolarla vesaire yakın bir örgüttü. Bütün bu anlattıklarım daha çok onların dünyası. Öte yandan bir de Deniz'in de Deniz Gezmiş'in de içinde olduğu TMGT örgütü vardı. Türkiye-- TM-- Milli Gençlik Teşkilatı. Adı, adıyla. O örgütteki arkadaşlarla bir 68'den aşağı yukarı bir 8-9 ay sonra bir araya geldik ve birleştik. Ve bu birleşmenin yarattığı uyumsuzluklar nedeniyle tartışmalar çok yoğunlaşmıştı. Milli Demokratik Devrim görüşünü savunuyordu onlar. Biz işte TİP'in çizgisindeydik. Sosyalist devrim. Sosyalizm gibi bir şey savunuluyordu. Hepimiz Marksist kitaplar okuyorduk ama böyle bir tartışma gelmişti karşımıza bizim. Bu, daha sonra ayrıntılarını öğrendik ki bu eski TKP'den devredilmiş, TİP'e yansımış, 64 ya da 65 Malatya Kongresi'nde TİP'in ciddi bir fırtına 00:15:00koparmış, çeşitli görüş ayrılıklarının yansımasıydı. Ve özellikle de eski TKP'nin bazı üyelerinin TİP içine alınmamasıyla deniyor. Hala tam çözebildiğimiz şeyler değil bunlar. Bunlar bize çünkü eski TKP'liler tarafından anlatılmadı. Çok ketumdular kendi iç çatışmaları konusunda. Biz hep onları, anılarının satır aralarından çıkarmaya çalışıyoruz. Bugün bile bunu devam ettiriyoruz. Tam bilmediğimiz bir tarih o. Ama o tarih bize çok açık bir şekilde yansıdı. Tabii burada sadece onunla açıklamak mümkün değil. Aynı zamanda da TİP ilk defa uzun süreli yasal bir sol parti olmuş, sosyalist parti diyeyim, olmuş bir hareket. Ama legalliğe olağanüstü önem veriyor ve daima bazı şeyleri kendisi için bir yaşamsal tehdit olarak algılıyor. Bir yandan bu etki var. Diğer yandan 27 Mayıs sonrası devam eden bir 27 Mayısçı anlayışın ordu içinde giderek daha sola kalması ile anti-emperyalist, anti- Amerikan bir hareket ordu içinde var. Ve bunların yarattığı bir cereyan var ve bu cereyan içinde birbiriyle çelişen görüşleri savunmaya başlayan eski TKP'liler var. Ve onların TİP içindeki çatışmalarının yansımaları var. Böyle bir süreç içindeyiz. Bu arada Amerikan Filosu ilk defa işte gelmiş, yerleşmiş ve ilk defa çok büyük gösteriler olmuş anti-Amerikan gösteriler Boğaz'daki filoya karşı. Bu hemen 1 ay sonraydı. İşte o filoya karşı mücadele eden arkadaşlara baskın yapılmış İTÜ'de ve bir arkadaşımız, Vedat Demircioğlu, kaybedilmiş. Çok hızla yükselen bir rüzgar. Ama bu rüzgar bir yandan bir 00:18:00anti-emperyalizm, bir yandan yeni çıkan devrimci kitaplar, Marksist kitaplar. Bir yandan bir TİP olgusu. Bu arada belirtmekte yarar var ki TİP de Türkiye çapında bir örgüt. Ankara-- o dönemde bütün partiler, hareketler ve örgütler de Ankara merkezliydi. Genel merkezleri hep Ankara'daydı. DİSK'i bilmiyorum ama o bile Ankara merkezli olabilir. Ama diğer partiler ve örgütler FKF de dahil Ankara merkezliydi. O, Ankara'dan gelen politik rüzgar İstanbul ve İzmit bölgesinde Zonguldak'ta yükselen işçi hareketi, Anadolu'nun çeşitli yerlerinde gelişmeye başlayan, ortaya çıkmaya başlayan toprak işgalleri. Bunlar daha çok Batı'daki toprak işgalleri ama. Trakya'da, Ege'de, Söke'de vesaire. Yani henüz Güneydoğu'da bir şey yok. Bir Kürt aydın çevresi var TİP içinde. Bu arada onların gençleri de yavaş yavaş ayrışıyorlar ve örgütlenmeye başlıyorlar. Devrimci Doğu Kültür Ocakları doğuyor. TİP'in Doğu mitingleri var. Ama bütün bunlara karşılık, aslında o güne göre çok radikal işler yapıyor TİP. Fakat öğrenci hareketi çok sabırsız, çok heyecanlı, çok devrimci. Onun eylemlerini tehlikeli buluyor TİP ve kendisini kapattıracak eylemler olarak algılıyor. Böyle bir gerilim var. Bu gerilim içinde Mihri Belli ağır bastı. Mihri Belli'nin savunduğu Milli Demokratik Devrim görüşü ağır bastı. İstanbul'da özellikle bir de Ant dergisi çıkıyordu. Onun bir Latin Amerika ağırlıklı yayınları vardı. Tabii bu arada dünyadan gelen rüzgarlar hatırlanacağı gibi, Latin Amerika'dan Che kaybedilmiş, Che'nin rüzgarı çok güçlü bir rüzgar olarak Türkiye'ye de yansımış. Çin'de Kültür Devrimi var. Onun rüzgarı, bütün Avrupa'ya geldiği gibi tabii 00:21:00Türkiye'ye de gelmiş. Vietnam Savaşı devam ediyor. Mitinglerde "Ho Ho Ho Şi Min, Daha Daha Vietnam" sloganlarını hatırlıyorum. İlk mitinglerden itibaren. Ama bir de böyle bir anti emperyalist ulusalcı damar da var işin içinde. Dediğim gibi bu 27 Mayıs sonrası, ordunun-- "Ordu millet el ele" diye bir slogan çıkıyor bazen. Yani sık sık çıkıyor yürüyüşlerde. "Ordu millet el ele" değil de "Ordu gençlik el ele" diye bir slogan çıkmaya başlıyor. Tabii çok rahatsız edici geliyor biz TİP içinden olanlara. "İşçi gençlik el ele" sloganını buna karşılık çıkarıyoruz. Aslında bir bakıma bin bir çiçeğin açtığı bir ortam. Yayınlar çok fazla gelişmiş. Çok hızla bütün kültürel dünya değişiyor. 60 öncesinin ve 60 sonrasının edebiyat hareketleri yavaşlamaya başlıyor. Buna karşılık yeni gençler ve sol şiirler ortalığı kaplıyor. Nazım Hikmet birdenbire keşfediliyor yani basılıyor kitapları. Tabii Nazım Hikmet bir derya. Muazzam etkisi var herkesin üzerinde, hepimizin üzerinde. Aynı zamanda da genç sinemacılar işte ortaya çıkıyor, devrimci bir sinema anlayışı. Yani her şey eleştiriliyor. Düzenin içindeki Yeşilçam eleştiriliyor, İkinci Yeni aşılmaya çalışılıyor şiirde. Edebiyatta tabii bu arada bir köycülük ve halk ozanlarına olan ilgi artıyor. Köycü romanlar ön plana çıkmaya başlıyor. Fakir Baykurtlar filan. Tabii bunlar daha önce de var ama bunlar gençlerin ilgi alanına giriyor. Ve bir, bir-- Şöyle söyleyeyim. Ben bunu şöyle formüle ediyorum. Bizim önümüze aslında bir kuşak olarak-- Üniversite öğrencisiyim, o dönemde üniversite öğrencileri de azınlıktı. Üniversitelerin sayısı da azdı. 5 kadar filandı. Biz-- Yani 5 00:24:00 kentte vardı üniversite. Bu, bizim önümüze aslında bir şey çıkmıştı. Bir yol ayrımı. Bize hep aydın işlevi yükleniyordu. Halkı uyandıracak, eğitecek ve kurtaracak aydın. İşte 9 köyden kovulan aydın ama doğruyu söylemeye devam eden aydın işlevi yükleniyordu. İşte bu işlev--Önünde de tabii memur olmak. Yani doktor da olsan bilmem-- Ne olursan ol genebir devlet memuru oluyorsun. Edebiyatçı da olsan bir yerde bir memur oluyorsun. Ve halkı uyandırmaya devam ediyorsun. Bu aydın işlevinin sorgulandığı bir dönem oldu bu. Yani en ayırt edici özelliği, öğrenci gençlik olarak benim de içinde bulunduğum çevre üzerindeki etkisi buydu diyebilirim. Bu benim için de çok önemliydi. Aile çevrem işte bir küçük burjuva, bürokrat aile. Onun değerlerinden kopuş, halkın değerleri arayışı içine girme ve kendi aileden gelen ve eğitimden gelen misyonlardan vazgeçip, halkla birlikte yeni bir misyon hayal etmeye başlamak. Bir kurtuluş misyonu. Bir kurtarıcı zihniyeti vardı diye eleştirilir o dönemin insanları. Ben tersine, aydın kurtarıcılığından vazgeçerek, halkla birlikte birleşme ve birlikte bir kurtarıcılığa, kurtuluşa yönelme şeklinde bir ruh halinin egemen olduğu kanısındayım. Bu benim kişisel hayatımda çok netti. Çok farklı bir dünyadaydım. Amerika'ya gitmem lazımdı. Çoğu arkadaşlarım Amerika'ya giderdi liseyi bitirince, orada okurdu. İçine çekilmiştim bu sol yükselişin ve kalmak isteği doğdu. Başvurularımı bile yapmadım. Vazgeçtim son sınıfta. Onlarla birlikte, bu ülkedeki insanlarla birlikte iyi bir şeyler yaratılabileceği duygusu ve benim de onun bir parçası olabileceğim duygusu yüreğimi kaplamıştı. Bu benim kişisel seçimimdi ama 00:27:00 gerçekten de o dönemde gençlik örgütlerinde de çok net değişiklikler olduğunu görüyorsunuz. Örneğin, TMTF. Türkiye Milli Talebe Federasyonu. Ve MTTB. O da sağcıların, dincilerin örgütüydü. Ama TMTF sol sayılırdı. Çok güzel de işler yapardı. Gençlik festivali yapardı, tiyatro festivali yapardı. Ve oralarda bütün dünyadan halk oyunları ekipleri ve tiyatrolar gelirdi. Amatör tiyatrolar. Ve bunlar gösteri yaparlardı. 1 aya yakın bir süreye yayılan çok güzel etkinliklerdi. Ama taksiye binerler ve fiş imzalatırlar. Başkanların arkasında ne denir ona bilmiyorum, duvarlara bir şeyler asılıyor, bilmem koltuklar var ya hani. Bürokratların oturduğu. Öyle koltukları olurdu. Hiyerarşi vardı. Yani birbirlerine yukarı, hiyerarşiye çok saygılıydılar. Ve CHP'nin ve karşı tarafta da Adalet Partisi'nin gelecek politikacıları oradan doğardı. Bizim içinde bulunduğumuz Fikir Kulüpleri Federasyonu olsun TIMGIT [TMGT] dediğimiz Denizlerin örgütleri olsun. Örgütlerde-- Bunların hiç, bunlarla hiç ilgisi olmayan bir ruh hali var. Ne kimsenin politik bir gelecek, meclise girme ve milletvekili olma hayali vardı. Ne bürokrat olma, bir yerlerin başına gelme. Tamamen devrimci bir ruh hali vardı ve hayatlarını koymuş, koymaya başlamışlardı insanlar bu mücadelenin içine. Bu da tabii sert bir kopuş. Bazı olumsuzlukları da beraberinde getiriyordu. Örneğin kültür dünyası giderek zayıflamaya da başlamıştı. Bir yandan böyle çok yeni formlar çıkıyordu ortaya. Ama ben mesela koptum tabii çok hızla Sinematek militanlığından. Ona militanlık denemez. Yani işte gönüllüğünden. Çok hızla koptum. Gene Sinematek'le bağlarım devam ediyordu ama oralar yetmiyordu artık hani devrimci hareketin dalgasına uymak arzusundaydım. Diğer arkadaşlar için de geçerliydi. Yani Nazım çok büyük etkiliyordu bizi ama 00:30:00Nazım dışında şiir filan tanımıyorduk. Pek okumuyorduk veya az okuyorduk. Edebiyat, sanat, bütün bunları-- Yalnız tabii bir yandan da bütün bu konuların tartışıldığı bir dönemdi 71'e kadarki dönem. 68-71 diyorum ona ben. Herkesin gerçekten kendi kanatlarıyla uçtuğu bir özgürleşme dönemi ve her konunun tartışıldığı bir dönem. Hiç yasağın olmadığı veya konulmaya çalışılan yasakların hemen çiğnendiği. "Şu dergiyi okuma, bu çizgiye ilgi duyma" vesaire gibi. Merak eden herkesin merakını gerçekleştirme imkanı bulduğu ve kendini ifade etme imkanı bulduğu bir dönem aynı zamanda da. Evet böyle bir dönemle 71'e doğru ilerledik.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview107917.xml#segment1856
Partial Transcript: Bölünmeler yaşadık TİP içinde. Çelişmelerle dolu bir dönemdi bu dönem aynı zamanda. Bir yandan müthiş bir özgürlük, bir yandan-- Ve bu özgürlüğe eşlik eden sınıfsal, öğrenci hareketi açısından bakarsak sınıfsal bileşimde bir değişim. Anadolu'dan gelen veya işçi çocukları, kentlerden gelen işçi çocukları, Anadolu'dan gelen gençler, kendilerine, kendilerini ifade etme imkanı buluyorlardı ve kendilerine bu hareket, gençlik hareketi içinde kolayca yer bulabiliyorlardı. Bir yandan bu dediğim gibi belli kültürel inceliklerin törpülenmesine yol açabiliyordu. Ama bir yandan da örneğin, Türkiye'nin toplumsal yapısı, Osmanlı Devleti'nin toprak yapısı gibi konular akademisyenlerin gözlerinden inceleniyor, onların yazdıkları kitaplar okunuyor ve bunlar gençlik arasında aktif bir şekilde tartışılıyordu. İşte Türkiye'de feodal yapı var mıdır yok mudur, Asya tipi üretim tarzı gibi konular çok yoğun olarak tartışılıyordu. İşçi hareketinin bugünkü durumu, işte sosyolojik araştırmalar başlamıştı yeni yeni. Onlar çok ilgiyle karşılanıyordu. Bir zenginleşmeyle bir yoksullaşma iç içe gidiyordu. Bu yoksullaşma daha çok da kendini 00:33:00sınırlamayla gerçekleşiyordu. Yani yasaklarla değil, kendiliğinden genel ortalamaya uyma endişesiyle, kendini sınırlamayla devam ediyordu. Bu özellikle de DEV-GENÇ adını aldıktan sonra hareket, Denizlerle de birleşti daha da genişledi, daha çok güçlendi. Ve DEV-GENÇ adını aldı. Bu noktadan sonra bu daha da belirgin hale geldi. Çünkü muazzam bir kitle hareketi. Buna karşılık bir güçlü bir devletin desteklediği sağcı militan tepki var. Bozkurtlar ortaya çıkmış. MHP çizgisi. Silahlı çatışmalar başlamış. Devlet böyle teker teker gençleri öldürmeye başlamış. Bunların yarattığı radikalleşme, herkesin silahlanmaya başlaması. Erkeklerin tabii. Kadınlara da silah arada taşıtmaları. Böyle bir radikalleşme bir yandan, bir yandan özgürleşme, her konunun tartışılması. Kadın-erkek ilişkilerinin çok tartışılır hale, tartışılabilir hale gelmesi, önceki dönemin normlarından ve yasaklarından vazgeçilmesi. Bütün bunlar iç içe devam etti. Burada 2-- 3 önemli faktör bizi daha da aceleci bir ruh haline soktu sanıyorum. Birisi sözünü ettiğim devletten gelen saldırılar. Gençlik içindeki devletin desteklediği kesimlerden gelen silahlı saldırılar, silahlı çatışmalar. Çok netti ve çok köşeye sıkıştırıcıydı. İkincisi, TİP'in endişeli savunmacılığı ve giderek tek tipleşme eğiliminin TİP içinde ağır basması, [Mehmet Ali] Aybar'la [Sadun] Aren çizgisinin bile ayrılması ve gençlik hareketine bir tehlike, sadece bir tehlike olarak bakılmaya 00:36:00başlanması. Örneğin anılarına bakıyorsunuz, eski TİP yöneticilerinden anılarını yazanların anılarına bakıyorsunuz, gençlik hareketinin pozitif bir etkisinden hiç söz edilmiyor. Oysa o dönem Türkiye'de gerçekten çok büyük bir gençlik hareketinin patladığı bir dönem. Sadece tehlike olarak algılanıyor. Üçüncüsü de tabii, çok ciddi bir darbeci eylemin anti emperyalist bir çizgide, ulusalcı bir darbeci eğilimin gelişmeye başlaması ve güçlenmesi. Gelişmeye başlaması doğru değil. Çünkü 27 Mayıs'tan beri devam eden darbe teşebbüsleri de var ve ordu içinde örgütlenmeler var ama aynı zamanda da bunlar giderek Adalet Partisi güçlendikçe ona karşı darbe yapma eğilimi de artıyor. Tabii bugünden baktığımızda Adalet Partisi'ne yönelik eleştiriler, bu illegal milliyetçi gençleri solun üzerine salma ve bana solcular [sağcılar] adam öldürtüyor dedirtemezsiniz tavrı Demirel'in, Amerika'nın yeşil kuşak çerçevesinde bir stratejiyle Türkiye'de sola karşı bir sivil savunma örgütü örgütlemesi, bu da sivil savunma adı altında Özel Harp Dairesi'nin örgütlenmesiydi. Bu bizim eve bile geliyordu babam üzerinden. Babam emekliydi o zaman. Ama emekli subay arkadaşları bu Özel Harp Dairesi'nin örgütlenmesi içine girmişlerdi anlaşılan. Babamla aram çok bozuktu bu nedenle. Eve anti-komünist kitaplar getiriyordu. Ben tabii elimin tersiyle itiyordum o kitapları. Asla okumuyordum. Merak ederek bile okumuyordum. Buna karşılık o çok endişeliydi benim gidişatımdan, komünistleşmemden ve aynı zamanda da devrimcileşmemden çok endişeliydi. Bizim eve bile yansıyordu. Fakat arkada bu yeşil kuşak, Amerika'nın Sovyetler Birliği ile Amerika arasındaki çelişmenin bir yeşil kuşak yaratması, Amerika'nın yeşil kuşak yaratmasıyla ilerlemesi ve burada da aslında o dönemde yani 71'e kadar hiç de Sovyetler Birliği'yle organik bağ olmayan koca bir devrimci hareketin, işçi hareketinin de köylü 00:39:00hareketinin de gençlik hareketinin de bir Sovyetler Birliği'nin 5. kolu gibi algılanması sistem tarafından, bütün bunlar, darbeci eğilimle, Demirel'e karşı tahammülsüzlüğü arttırıyor, darbeci eğilimin güçlenmesine neden oluyordu. Oysa bugünden baktığımızda tutuklanmalar açısından olsun, basın özgürlüğü açısından olsun aslında bugüne göre çok daha özgürmüşüz o zamanlar tabii. 141, 142 vardı anti-komünist maddeler ceza kanununda. Daha sonra o ta 80'lerin sonunda yerini-- ortadan kalktı ve yerini terörle mücadele kanunlarına bıraktı. Yani ortadan kalkmadı, dönüştü, terörle mücadele kanunlarına dönüştü. O kısıtlama vardı elbette ama içeride yatanların sayısı daha azdı, daha az süre yatılıyordu, işkence yoktu henüz. Ve kendi ifade etme imkanlarımız da çok daha fazlaydı. Bu da bir dönemin özelliğidir.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview107917.xml#segment2434
Partial Transcript: Bütün bunlar birbirleriyle birleşti. Biz de gençlik olarak bütün bu hareketlilik içinde giderek öğrenci kitlesinden kopmaya başladık. Daha önce ben kendim örneğin şeyden 1 sene sonra, hemen o ertesi kış, 68'in ertesi kış bir hak elde etmiştik okulda. Öğrenci temsilcileri 2 tane seçilecekti fakültede ve onlar danışman olarak fakülte yönetim kuruluna katılacaklardı. 2 arkadaş 1 erkek arkadaş bir de ben seçildik ve katıldık onlar. Fakat 3-4 ay öğrencileri temsilen katıldık ondan sonra biz iyice kopmuştuk. Öğrencilerle de bağımız yavaşlamaya başlamıştı. Öğrenci hareketinin taleplerini yansıtmaktan çok devrimci talepler yansıtmaya başlamıştık fakülte yönetim kuruluna da. Böyle bir süreç, bütün sol açısından geçerli oldu. Kardeşim, 69'da Teknik Üniversite'ye girdi. İstanbul Teknik Üniversitesi'ne. Ve o mesela hep solda olduğu halde hiçbir zaman devrimci örgütlenmelerin içine girmedi. Çünkü onları kavrayan bir hareket kalmamıştı, hareket çok yukarıya çıkmış 00:42:00kendi örgütsel alanına geçmişti. Evet, işçilerle bağlantılar çok daha fazla gelişiyordu. Köylü hareketiyle bağlantılar daha zayıf olsa da gene sürüyordu. Ama öğrenci hareketi içinde bir öğrenci hareketi olmaktan çıkmıştı. Gençlik hareketi olarak nitelendirilebilir. Ama kendisine de biraz fazla şey vehmeden, bir devrimcilik vehmeden bir gençlik hareketi olmuştu. İşte bu koşullarda 12-- Çok önemli bir dönemeç yaşandı o da 15-16 Haziran İşçi Hareketi'dir. O, bu 70 Haziranı'nda yaşandı. Çok kısa bir dönem. Bakın 68 öncesinde var birtakım hareketler ama daha zayıf. 68 İşgalleriyle başlıyor, yükseliyor, işçi hareketi de iyice yükseliyor. DİSK kurulmuş bu arada o da yükseliyor. Ve 70 yazına geldiğimizde hükümetin DİSK'i devre dışı bırakma yönünde bir yasa tasarısı geçirmeye kalkmasıyla birdenbire İstanbul sokakları ve İzmit, Kocaeli sokakları işçilerle doluyor. İşçiler dört bir yandan İstanbul merkeze yürüyorlar. Karşılarına çıkan polisi, polis onları durduramıyor, asker geliyor bir ölenler var. Muazzam bir işçi hareketi. Ertesi gün daha da kuvvetlenerek sürüyor. Sendikacılar bile dehşete kapılıyor ve dağılmalarını söylüyorlar. Ama işçi hareketi muazzam bir şekilde ilerliyor. Öylesine ki bizler de o hareketin içindeydik aslında fakat böyle deryada damla gibi kalmıştık. Böylesine bir işçi hareketi. İşin ilginç yanı sadece DİSK üyesi işçiler değildi fabrikalarını terk edenler ve yürüyüşe katılanlar. TÜRK-İŞ üyesi işçiler de asıl devlet yanlısı sendika olan TÜRK-İŞ yanlısı işçiler de sokaklara dökülmüştü. Kadın erkek mahallelerden insanlar sokaklara dökülmüştü. Böylesine büyük bir de işçi kalkışması yaşandı açıkçası İstanbul'da Haziran 1970'te. Sanki ben diyorum ki hani örgütlerin merkezleri Ankara'da olmasa da İstanbul'da olsa. Yani daha sonra 70'li yıllarda yaşandığı gibi sol hareketin bütün enerjisi İstanbul'da toplanmış olsa Türkiye'de solun 00:45:00tarihi değişir miydi diye kendi kendime bazı sorular soruyorum. Bu önemli bir dönemeç çünkü. 15-16 Haziran genel eğilimleri değiştirmedi. Her şeyi hızlandırdı. Devletin baskını çok yoğunlaştırdı. Bir kere sıkıyönetim ilan edildi. Nitekim o yaz ben de sıkıyönetimde aranmaya başladım. Evimi terk etmek zorunda kaldım. Tabii okul da terk edildi tabii bu arada. Ve pek çok sendikacı içeri alındı, işçiler atıldı işlerinden. Bu sol içindeki bölünmeleri hızlandırdı. Biz mesela Mihri Belli hareketinden koptuk ve o sonbaharda Mahirlerle birleştik İstanbul'da. O zamana kadar daha gevşek bağlarımız vardı Mahirlerle. Bu sürece rağmen sabırsızlıkla gençlik hareketi, ağırlıklı gençlik ağırlıklı örgütlenmelerde sabırsızlık da arttı ve THKP-C ve THKO örgütleri bu aslında 15-16 Haziran'dan sonra filizlendi. Yani öncesi var, hazırlığı var fakat alt yapısı var fakat örgütlerin oluşması sonraki dönem. Yani 70-71 kışı. Bu arada da askeri darbe yanlısı kesimler de aceleci olmaya başladılar, iyice aceleci olmaya başladılar. Ve belki de bu da tartışılacak bir konudur, pek tartışılmamıştır. Belki de daha önceki anti emperyalizmlerinden düzen savunuculuğuna doğru bir kayma da ordu içinde gerçekleşmiş olabilir. Yani 12 Mart darbesinin sağ bir darbe olarak gerçekleşmesinde, işçi hareketinin karşısında duyulan düzen korkusu rol oynamış olabilir. Biz de ise onun etkisi, kitleselleşme yönünde olmadı da öncü savaş yönünde oldu. Ve daha darbe gerçekleşmeden önce, öncü savaş eylemleri başladı. Biz de içimizde, kendimizi onun içinde bulduk tabii.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview107917.xml#segment2872
Partial Transcript: Ve sonra darbe geldi. Darbe tabii çok daha öncü savaş fikrini 00:48:00 kuvvetlendirici bir etki yaptı bir yandan ama bir yandan da çok yıkıcı oldu hareketler için. Çok kısa sürede çok fazla insan içeri alındı. Bütün birikimleri hedef aldı 12 Mart. Herkesi içeri attı. Bu arada örgütler sarsıldılar. THKP-C açısından bu bir aslında yenilgi, yok oluşun başlangıcı oldu. Yani bir örgüt olarak, bir yapı olarak daha kurulurken kendi merkezi dağıldı. İçeridekiler ve dışarıdakiler ayrımı doğdu ve parçalandı. Ve bir suskunluk dönemi Türkiye'nin üzerine bir şal örtüldü. Öyle bir şal istiyorlardı, zaten sözünü ediyorlardı bir şal gerekli diye. "Toplumsal hareket, ekonomik gelişmeyi aştı" sözü o dönemin yöneticilerinden birinin, ünlüdür. Gerçekten susturdular. Biz de o sırada Elrom, İsrail Büyükelçisi [Efraim] Elrom'un kaçırılmasına yardım ettiğimiz süreçte Mahirlerle birlikte yakalandık ve hapse girdik. Ve 8 sene, 71 Mayıs'ından 79 Mayıs'ına kadar 8 sene hapiste kaldık. Necmi'yle [Demir] o arada yollarımı birleştirmiştik. İkimiz de hapiste kaldık. Dolayısıyla aslında 12 Eylül'e giden dönemi, onu, ona götüren süreci ben hapishaneden izledim bütünüyle. Hapishanede de çok büyük değişikliklerle karşılaştım ama hapisten izlemeydi. O hareketlerin içinde, hiçbirinin içinde yer alamadım o 8 sene boyunca. E dergilere yazılarımı, hareketlerin parçası oldum, dergilere yazılarımı içeriden yazdım vesaire. Ama diğer tanıklar gibi benim bir 80 öncesi tanıklığım pek yok. Hapishane tanıklığım var sadece. Tabii hapishanede bile Anadolu'daki değişimi izleme olanağı buldum ama bunlar çok daha farklı tanıklıklardı.