Rahime Kesici Karakaş

Museum of Historical Justice and Memory

 

Transcript
Toggle Index/Transcript View Switch.
Index
Search this Index
X
00:00:00 - Çocukluk ve İlk Gençlik Yılları

Play segment

Partial Transcript: Ben 1961 yılında Urfa'nın Siverek ilçesinde doğdum. 4 kız, 1 erkek çocuklu bir ailenin en küçük çocuğuydum. Ve oranın yetişme koşullarında kadınlara uygulanan erken evlilik ve benzeri sorunlarla, abime de aslında baskı uygulandı. İşte "tek erkeksin, okuma, evlen orta okuldan sonra." Evlendirmek istediler. O da liseyi Urfa'da okursam Siverek'te yoktu lise, dönünce söz evlenirim diye gitti ve bir daha dönmedi. Eskişehir'de Ticari İlimler Akademisi'ne başladı ama bunu duyan aile ona para göndermediği için astsubay olup kızları kurtarmak için döndü Siverek'e. Tayini de Diyarbakır'a çıkmıştı. Ben ve lise mezunu ablamı alıp Diyarbakır'a geldi. Diyarbakır'daki öykümüz böyle başladı. Ben 7 yaşındaydım. 6 yaşında ilkokul 1'e başlamıştım. 7 yaşının ikinci döneminde Bağlar'da Devrim İlkokulu'nda devam ettim eğitimime. Ablam öğretmen oldu okuyarak. Biz 3 kardeş birlikte kaldık. Çok böyle kanıksanmış ne Kürt tipi ne Türk tipi ailemiz olmadı. Tabii ben bunu sonra öğrendim. Babam Ermeni Soykırımı'ndan kurtulmuş bir Ermeni çocuğuymuş. Onu, ölüm kağıdını çıkarırken tesadüfen öğrendim. Bu ayrı bir travma oldu ama sonuçta ben de ötekiydim. [Duraksıyor] Su içmem lazım. Ve bütün okul hayatım Diyarbakır'da geçti. Üniversiteye geçmeden lise 2 gibi, lise 1-2 gibi LİSE-DER denilen liselilerin yani 76-7 yılları oluyor. Liselilere sosyal aktiviteler ve işte eğitmek amacıyla farkındalık yaratmak 00:03:00amacıyla LİS-DER [LİSE-DER] denilen bir dernek kurulmuştu. Oraya gidip geliyorduk. Hafta sonları seminerler oluyordu işte üniversitedeki abiler daha çok. Ablalar çok azdı, yoktu o dönem. Kitap okumamızı işte üniversite okumamızı, var olan bütün boşlukları doldurmaya çalışıyorlardı. Sonra üniversite sınavına girdik işte ben İngilizce Bölümü'nü kazandım. O zaman da liseli olmaktan çıkmıştık. DYÖD [DYÖKD] vardı. Diyarbakır Yüksek Öğrenim Derneği [Diyarbakır yüksek Öğrenim Kültür Derneği]. Oraya giderdik gene abiler bizi çeşitli kültürel aktiviteler ve tercihlerimiz konusunda yardımcı oluyorlardı. Böylelikle toplumsal yaşamın keyfine, yaşıtlarımla birlikte olmanın tadına bir de farkındalıklarımın artmasına neden olan 2 komün ve örgütsel yaşam beni taraf olmaya götürdü doğal olarak. Ve kimlik olayı çıktı ortaya. Tabii ben o dönem babamın kırımdan kurtulan bir Ermeni çocuğu olduğunu bilmiyordum. Kürt kimliğimle vardım orada. Annem Kürt'tü. Üniversite 3.sınıfa kadar geçen zaman diliminde DYÖD'den [DYÖKD] sonra şekilleneceğim şey Devrimci Demokrat Kadınlar Derneği adında bir dernek oldu. DDKAD diye geçer. Vardır onun işte mitinglere katılımı, işte kadınların farkındalık yaratmak anlamında açılan kursları. Yasal bir dernekti. İzinli bir dernekti. Orada yöneticiydim. Ta ki 12 Eylül'e kadar

00:05:15 - 12 Eylül'ün Gelişi, Tutuklanma Süreci

Play segment

Partial Transcript: 12 Eylül geldiği zaman dernekler kapatıldı bilirsiniz. İşte eşyalarımızı bekar öğrenci arkadaşlarımızın evine koyarak derneği kapattık. Sonra üniversiteden bir arkadaşımız yani-- Aslında bir çatışma oldu Diyarbakır'da üniversite yolunda tren garına, peron derler alt geçitte. Bir bizim kuşaktan biri yaralandı, silahla vuruldu. Ve zaten eğitim fakültesi olmuştu, 4 yıl 00:06:00olmuştu biz kayıt yaptığımız zaman. Bütün gözler oradaydı çünkü her bölümün gerçekten hem faşistlerden ayıklanmıştı. Bizden önceki kuşak tarafından. Hem de her bölümün gerçekten inanan, taraf olan devrimci gençlerin hepsi hemen hemen oluşan bir okuldu. O okuldaydı bütün gözler acaba nasıl bu kaleyi de yıkarız anlamında. O yaralanmayla karınca gibi polis, asker doldu okula. Ve sadece kimliklerimize bakılarak götürüldük. Sadece doğum yeri, kimliklerimize bakılarak götürüldük. Çünkü bizim olayla aslında hiçbir alakamız yoktu. Evet, okuyan arkadaşımız Dicle Üniversite Eğitim Fakültesi'nde okuyordu. Ya da vuran da belki o okulda okuyordu. Bilmiyorum onu ama biz derslerimize giren öğrencilerdik ve doğum yerlerimize göre alınınca hemen hemen Kürt kimlikli olan bütün kadınlar, erkekler, kızlar alındı yani, alındık. Valla vurulan arkadaşımız Konya Kürtlerinden. Sonra cezaevinde astı kendini yoğun işkenceye dayanamadı. Aslında protesto etmek için astı kendini. Yılmaz-- Soyadını hatırlayacağım. Ama vuran hakkında bir şey bilmiyorum. Fakat devrimci bir çocuktu. Yurtsever bir çocuktu. Yurtsever derken Kürdistani bir duruşu vardı. O konuda bir şey bilmiyorum. Belki başka açılan davalarda itham edilenler vardır. Ya da bizde öğrenci olanlar vardır ama bizim davada yoktu. Biz daha sonra ayıklandık işte. Kayıt, herhangi bir kanıt anlamında kaydı olmayanlar, o dönem 40 günlüktü gözaltı süresi ve gerçekten de kötü bir gözaltıydı. Cezaevine gidersek rahatlarız diye düşünüyorduk ama maalesef cezaevinde gözaltıya gitmeyi tercih ettik. Gidemezdik tabii de. Bir kısım arkadaşımız gözaltından çıktı ama ben tutuklandım. Çünkü DDKAD davasında bir bildirimiz vardı ve bildirimizin başlığı "Analar 00:09:00 Çocuklarınıza Anadilini Öğretiniz" idi. Oradaki kastımızın Kürtçe olduğunu, bu amaçla bölücülük yaptığımızı, işte benzeri bir sürü iddianamelerde geçer yani. Bölgeyi, bölgeyi değil Türkiye'yi bölüp parçalamaktan tutuklandık. Tutuklandık ama tutuklu sayısını arttırmak için çok sudan gerekçelerle tutuklu olanlar vardı. Yani işte oğlu aranıyor, geliyor ev basılıyor, oğlu yakalanamıyor. Anneyi getiriyorlar, babayı getiriyorlar, kardeşi getiriyorlar amaç aslında 12 Eylül'ün ne kadar çok zarar vereceğiyle alakalıydı. Bence. Yani kime ne kadar çok zarar verirsek o kadar popüler oluruz zannediyorum mantığıyla yığınsal bir tutukluluk vardı yani. Ben de tutuklananlar arasındaydım sonra gözaltı-- kadınların gözaltı koğuşu yoktu biz cezaevine gönderildik. Cezaevinin alt koğuşu kadın gözaltı koğuşu olarak düzenlenmişti. Üstte de tutuklu olanlar kalıyordu. Böylelikle orada da bir süre kaldıktan sonra başka bir davaya daha bağladılar, başka bir davaya daha bağladılar. Yani hemen hemen 3 ay gözaltında olmamıza rağmen soruşturmada geçti.

00:10:56 - Gözaltı Süresince Maruz Kaldığı İşkenceler

Play segment

Partial Transcript: Yani aldıkları andan itibaren gözümüz bağlıydı ama şimdi bir, 1.Şube'ye yani Siyasi Şube diye adlandırılan bir yere götürdüler zannediyorum. Ondan sonra soruşturmaya geldik. Yani işkence yapılan yere. Soruşturma dedikleri. Daha sonra kadın gözaltısına gittik yani aşama böyleydi. Yani ne yaptılar-- Zaten iğrenç bir göz bağıyla alındığınız andan itibaren başınız dizlerinizin arasında, göz bağınızla götürüyorlar. Olayı böyle izledikleri Amerikan filmleri gibi bir senaryoyla daha şey yapmaya çalışıyorlar, ciddiyetini anlatmaya, korkutmaya, sindirmeye çalışıyorlar. İşte vuruyorlar, kulağınıza üflüyorlar, virajları 00:12:00alıyorlar hızlı savruluyorsun. İşte kendi aralarında konuşarak beni nelerin beklediği konusunda korkutmaya çalıştılar. Saçma sapan bir yola girdiğimi işte şimdi yatağımda olacağımı, neden böyle bir işin altına girdiğimi. Halbuki kendilerinin izniyle kurulan bir derneğin yöneticisiydim yani. İşi tabii dediğim gibi korku cenderesine almak oldukları için yani en doğal istemlerinizin engellenmesi bile işkenceydi aslında. İşte yemek, su, hava, tuvalet, uyku. Bunların hiçbiri yokken artık işkencenin boyutu da kaba dayaktı işte elektrikti, soyunma hani bizim cinsellik olarak yasaklarımız, tabularımızla büyüdüğümüz için. İşte soyarız, şunu yaparız, bunu yaparız. Saçma sapan taciz hareketleri işte falakalar, elektrik vermeler, işkenceye aldıklarını dinletmeler, sesli sesli aralarında işte "şimdi kimin sırası, şu kızlardan bir taneyi de alın da bilmem şunu yapalım da, bunu yapalım da" bu tür şeylerdi. Ama uzun süre bu tür şeylerle işte yıkanmadan, yemeden, içmeden o göz bağıyla kalmak bile gerçekten korkunçtu yani. Yani ailem tabii evden alınıyor ama yani beni tutuklama gerekçelerinin yani tutuklama değil, evin basılma gerekçesi bile işte bölücüsün, bölücü yani. Türkiye'yi bölüp parçalara ayırmak işte başka bir devlet kurmak, o yasal izinli dernek falan yok. Bilinmiyordu yani basıldığı zaman. Ki beni kimlikle almışlar. Yani sadece gerçekten de Siverek, Mardin, Urfa işte onlara göre Kürt bölgesinde doğan herkes işte Türkiye'yi bölüp parçalayacak ve o mantalitede bir sistem dayatıldığı için suçlandığınız tek nokta o. Bölücü yani bölücü. İşte o gerekçeyle tutuklandığınız için. Tabii tutukluluk sonrası oldu ama 3 ay 00:15:00boyunca ailem nerede olduğumu bilmedi. Temiz elbise almadık. Yıkanmadık. Gerçekten yıkanmadık. Tırnaklarımızın için yani çamur, kan her şey vardı. Yani biz kadınlar regl olmadık mesela. Bitlendik. Yani bit, bitlerimiz kocaman kocaman vücudumuzdaydı, kaşınırdık. Yatamadık yani herkes mantosunun üstünde işte ıslak ıslak. Aralık gibiydi ben yakalandığım zaman. Kasım sonu, aralık gibi. O zemheride yerdeydik yani. Bunların hepsi aslında işkencenin en alasıydı. Gerçekten o, o bağla kalmak bile işkencenin büyük anlamda en büyük parçasıydı diyeyim. Sesler, sesler korkunçtu. Yani insan sesi değildi. Böğürmeydi yani ve asla durmadı. Çünkü seansları vardı. 2 kişi ya da 3 kişiyi alıyorlardı işte diyelim ki 3-5 seansı. Bunu söylüyorlardı yani polisler. İşte seansım başladı. Seansım sanki ameliyat yapacak ya da başka bir aktivitede bulunacak. 2 saat o çıkardı başka birileri gelirdi, gene 2-3 kişi alınırdı. Yığınsalsa diyelim ki bir grup gelecek, grubu yakalamışlar. Nokta gözaltına almışlar. 15 kişi, 17 kişi, 30 kişiyi. O zaman karınca gibi oluyorlardı ve artık siz yani sağır olmayı istiyordunuz. Ben şahsen çok istedim sağır olmak istedim.

00:17:10 - Kürtlük Bilincinin Oluşması ve Politikleşme Süreci, LİSE-DER, DYÖKD ve DDKD Yapılanmalarının Politik Faaliyetleri, Kadın Örgütlenme Süreci

Play segment

Partial Transcript: Şimdi 76 yılı yani benim-- 76-77 mezunuyum. 74'ten işte o liseli, LİSE-DER kurulmasıyla gençlik örgütleri farkındalık yaratmak için kuruldular yani Kürt kimliği hakkında böyle bir ışık yakmak, bir mum yakmak. Ben şimdi öyle değerlendiriyorum. O amaçla gitmiyorduk. Bilmiyorduk çünkü. Yani 6-7 yaşında her gün ben "Türküm, doğruyum" andını içersem, evde de Kürtçe konuşmazsam ya da işte öyle bir yaşam yaşamazsam 00:18:00farkında değilim ve ben kuşağım yani bizim kuşak herkes aynı şekildeydi. Çünkü ana babalarımız yani dediğim gibi babam zaten başlı başına yaşadığı bir travmanın ürünü olarak babaydı. Annem okuma yazması olmayan bir kadındı. Yani onlar, farklı kültürleri ayrıştıracak kadar bilinçli değillerdi. Babam bir kere çok korkmuştu yani bize hiçbir şey söylemeden ancak ölüm kağıdını ben çıkardım, abim yoldaydı. Muhtedi olarak görünce işte isimleri farklı görünce ben öğrendim yani bu, bu başlı başına çok kötü bir şeydi. Bence siyasi olarak DDKO'nun türevi, Devrimci Kültür Ocakları, Kürt Kültür Ocakları'nın oradan yetişen üniversiteli gençlerin farkındalıkları önce arttı. Sonra ülkelerine dönüp, gençlerin farkındalıklarını arttırmak için bu tür çabaları gösterdiler. Kimdi o dönemin devrimci gençleri? Batıda, metropol dediğimiz yerlerde okuyan, siyasal okuyan, hukuk okuyan, tıp okuyan işte üniversite öğrencileriydi. Ama bunlar kimdi? Bunlar işte Diyarbakır'ın Kulp ilçesinden, Silvan'ından, Batman'ından, Mardin'inden ya da işte Siverek'ten, Urfa'dan gelen gençler tatilde geldiler, canla başla çocukların yollarını açmak için okumaları gerektiğini, tabii okumak derken sadece işte hani lise ya da üniversite okumaktan bahsetmiyorum. Yani kitap okumak, bilinçlenmek, farkındalık yaratmak babında bir çalışma yaptılar. Yani Kürdistan denilen parçanın her metropolünde okuyan genci bence bunu hedefleyerek geldi. Çünkü ben hatırlıyorum mesela lise 1'deyken biz Siverek'e gitmiştik. Bir okulda, okulda dediler ki "İstanbul'dan abiler gelmiş işte ikmale--" Önce 00:21:00ikmale kalırdık biz. Diyelim ki matematiğim kötü ya da fenim kötü. Hangi ders-- İngilizcem kötü. Onlar bize gönüllü öğretmenlik yaparlardı. Diyelim ki devlet okulunun alt katını, gidip müdürle konuşurlardı işte "Gençler ikmale kalmış hocam ders vermek istiyoruz" hani Siverek'te yaşayan. Ben hatırlıyorum, öyle bir kursa gittim yani. İşte giderdik diyelim ki haftanın 3 günü İngilizceyi bize Ahmet öğretmen öğretirdi. Aslında öğretmen değildi siyasal okuyordu çocuk ama İngilizcesi iyiydi ya da çalışıp geliyordu bilmiyorum yani. Ama biz, o yıl herkes geçti yani. Bize ders verdiler çünkü. Bu bizde güven duygusu yarattı. Abilere güvenmek, ablalar az dediğim gibi daha önce de. Ama biz LİSE-DER'e takılmaya başladık. Yani LİSE-DER'e gitmeden önce, diyelim ki ben ortaokulda, evet ben ortaokulda Ahmet Arif'i tanıdım ama çünkü abim okuyordu yani o kitabı o yüzden tanıdım. Ama böyle Kemalettin Tuğcu falan okurduk yani. Ama biz LİSE-DER'e gittikten sonra işte Gorkileri okuduk, Balzacları okuduk. Klasiklerin tümünü okuduk. Bu bizi farklı bir kuşak kıldı, farklı bir kuşak yaptı yani. Bu bizi evrimleştirdi aslında. Ne oldu sonra? Kürt dili çıktı ortaya. Biz başladık analarımız işte benim Samsun'dan tayin olup gelen arkadaşımın annesi gibi değil yani. Onun gibi Türkçe konuşmuyor ya da babam şalvar giyiyor. Yani başladık kendi kültürümüzü, kendi çekirdek ailemizde farklı bulmaya. Farklıydık çünkü. Bu bizi götürdü farklı kimlik arayışlarına. Evet, biz Kürdüz galiba biz farklıyız. Yani biz yer sofrasında oturuyoruz 20 kişi yemek yiyoruz. Ama Samsun'dan gelen işte Ayşe masada oturuyor 2 kardeşi var. Bizim işte ablamız 13 yaşında sarhoş, duvarlara bıçak çeken ayyaş bir adamın kaçırma korkusuyla ona veriliyor. 13 yaşında. Ama Samsunlu Ayşe'nin ablası 18'inde evleniyor ya da 20'sinde evleniyor, üniversite okuyor falan. Farkındalıklar, önce bizde ışık yandı yani. Sonra LİSE-DER'den sonra DYÖD'den [DYÖKD] bahsetmiştim 00:24:00size. Diyarbakır Yüksek Öğrenim Derneği [Diyarbakır Yüksek Öğrenim Kültür Derneği]. Açılışı bu. Orada abiler farklılaşmaya başladı. Aslında özleri aynıydı. Hepsi çok tatlıydı. Hepsi bize yardımcı olurdu. İşte hangi dersten kalırsak ders ayarlamaya çalışırdı, kitap bulup getirirdi, kaynak bulup getirirdi. Ama farklı dernekler oluştu DYÖD'de [DYÖKD]. İşte Riya Azadi Özgürlük Yolu başladı. Farklı bir dergi çıkardılar. DDKD oldu. Devrimci Demokrat Gençlik oldu. Farklı bir dernek çıkardılar. TKP oldular. Onun İKD yan kolu oldu. Kadınların gittiği. Herkes bizi bir yere çekmeye başladı yani işte gelin buraya, gelin buraya, şöyle bir seminer var, şöyle bir etkinlik var. Ve işin aslı hiç farklı değillerdi ama biz hasbelkader DDKAD'de buluştuk. DDKD'nin kadın örgütüyle buluştuk. Çünkü TKP'nin de İKD'si vardı. İGD erkeklerindi. İKD kadınlarındı. Sonra Kawa çıktı, sonra Apocular çıktı. Ve bunlar farklı aslında öz aynı, çok minik nüanslarla Ala Rızgari çıktı. Rızgari çıktı önce sonra kopuşlar oldu Ala Rızgari. Hiçbir zaman anlam veremediğimiz, biz kadınların ama, erkekler bunlara bir anlam verdiler. "Siz revizyonistsiniz, siz sosyal faşistsiniz, siz işte ütopyacısınız, siz Türk solusunuz. Kürtsünüz ama TKP'yle ne işiniz olur." Yani ben bunları 10 yıldır biliyorum. Ondan önce yani evet farklı düşünüyorlar. Aslında bu bir oyundu. Ne kadar çok bölersek o kadar çok rahat yürütürüz oyunuydu. Eğer bu birliktelik vardıysa somut durumun, somut tahlilinden bu şey çıkmıştı, bu özellik çıkmıştı. Anlatabiliyor muyum Eylem Hanım? Yani siz aile yaşantınızı, kültürünüzü, dilinizi fark ettikten sonra sizin için bir şey fark etmiyordu. Siz bunları istiyordunuz. Siz dilinizle 00:27:00konuşmak istiyordunuz. Ananızın size dilinizi öğretmesini istiyordunuz. Ve bir engel vardı. Engel neydi? Sabahın köründen sabahçılar giderdi, ezberlerdi, öğlenciler giderdi tekrar okurdu. Ve biz İstiklal Marşı'nı ya da gençliğe hitabeyi lisede ya da ortaokulda hangi ırktan, soydan, ruhtan olursak olsun ezberlemek zorundaydık. Bunu hem de şehvetle okumak zorundaydık çünkü iyi bir not almak için bu bir görevdi yani. Böylesi bir aşamadan sonra bu kadar ışık, mum yanmışsa ve siz onu yani çok böyle nüans farkıyla bölüp bölüp, bölüp bölüp ciddi bir muhalefetinizi bozuyorsanız bunda bir sorun vardı. TKP'nin işte gençlik örgütü İGD, kadın kolu İKD'ydi. Bence, ben yeni yani bunu düşünüyorum. Ben de DDKD saflarında yer alıyordum. DDKAD de kadın örgütü olarak kuruldu. Yani bu bence bu bir model olarak mı alındı hani TKP böyle yaptı, biz de böyle yapalım. Yoksa Kürt kadınları hani daha rahat işte izin alıp gidiyorduk ya ailemizden. İşte derneğe gidiyoruz kurs görüyoruz ya da işte kitap okuyoruz. Hani erkekler yok, mahremiyet var yani kadın kadınayız. Belki de böyle düşünüldü ve doğru düşünüldü. Çünkü o dönem çok böyle cinsler arasındaki samimiyet ya da birliktelik olmuyordu, rahat değildi yani. Biz bir metropoldeki arkadaşlarımız gibi yaşayamıyorduk maalesef. Giysilerimiz diz altıydı, pantolon giyemezdik, uzun kollu giyemezdik. Örnek görünmek zorundaydık. Makyaj yoktu, takı yoktu, bir şey yoktu yani. Öyle numaralandırmıştık. Beynimizde bizi mütevazi, erkeğe benzemeyen kadın kimliğimizle, kadınları ancak çekebiliriz diye bir şey oluşmuştu. O yüzden de DDKAD kuruldu gibime geliyor. Bu benim kişisel düşüncem. Amaçları neydi? Amaçları, dediğim gibi dağıttığımız bildiriden de kaynaklanan önce analara, çocuklara kendi dilini öğretmeleri konusunda bir 00:30:00işaret vermekti. Yani dilinizden utanmayın demekti. Kültürünüzden utanmayın. Bunu yaşatın. Siz farklı giysiler giyebilirsiniz. Ama siz bu kültürünüzün bir parçası yani kimseye benzemek zorundasınız. [zorunda değilsiniz.] Özgüven ve farkındalığı yaratmak için amaçlarımız vardı. Neydi o amaçlar? Öncelikle biz de işte o abilerimizden öğrendiğimiz gibi kadın üniversiteliler olarak, dernekte üniversitelilere hazırlık kursu ya da ikmale kalanlara, kızlara sınıf geçmeleri için yardımcı oluyorduk. Çünkü biz artık üniversiteliydik. Üniversite kursları çok ciddi anlamda rağbet görüyordu. İşte ders okulda ikmale kalanlar için ciddi anlamda rağbet görüyordu. Ev ekonomisini nasıl yönetirsiniz diye kadınlara işte minik öneriler, sohbetler yapıyorduk. Kürtçe konuşan kadınlara dil kursları, Türkçeyi öğretiyorduk çünkü tek başlarına onlar hastaneye gidemiyorlardı, yanlış otobüslere, minibüslere biniyorlardı. Dilinden utanmamaları gerektiğini aslında herkesin şoförün kullandığı bir dil olduğunu, Kürtçe sorabileceğini, özgüven yaratsın diye sohbetlerimiz oluyordu. Çocuk bakımı ve sağlığı konusunda tıpta okuyan arkadaşlarımız annelere işte benzeri eğitimler veriyordu. Diyelim ki fen fakültesinde okuyan arkadaşlarımız besinleri nasıl korumamız gerektiğini, anaların nasıl bunları koruması gerektiğini anlatıyordu. Yani bizim her hafta sonu daha çok her hafta sonu çok yoğun eğitimlerimiz vardı. Ama önce aile içinde işte ev ekonomisine katkıda bulunmak için biçki dikiş kurslarımız vardı. Bir tane kullanmadıkları bir makineyi getirmişlerdi. Dikiş öğretiyorduk. Basit işte. Yastık kılıfından tutun da giderek kendilerine etek dikmeyi öğreniyorlardı. Yani amaç aslında kendine güven, bir duruş sergilemek ve kendinden utanmamayı sağlamaktı. Amaç buydu. Kadınların dik durmasını, ayakları üstünde durmasını sağlamaktı

00:32:52 - 5 Nolu Cezaevi'nde İlk Zamanlar, Dava ve Yargı Süreci, Mahkeme Öncesi ve Sırasındaki İşkenceler,

Play segment

Partial Transcript: 80 darbesinde işte okulda kimliklere bakılmakla bir yere--. Yılmaz Demir'di o arkadaşımın adı. Peronda vurulan arkadaşımın 00:33:00 adı. Daha sonra evlere götürülüp hani varsa kitap benzeri, silah milah arıyorlar ama 12 Eylül geldikten sonraydı bizim yani Eylül, Eylül'den 3-4 ay geçmişti. O dönemde işte fotoğraflar, kitaplar. Silahımız yoktu da hiçbir zaman olmadı ama bir başka davaya "kadın yok" diye bizi götürdüklerinde bir sürü silahın önünde resim çektiler. Hiçbiri bizimle yakalanmamıştı. Belki erkek arkadaşlarımın da evinde yakalanmamıştı. Kitaplar, fotoğraflar hani sorabilecekleri her türlü kaynağı zaten işte bahçeye bir yerlere gömdük, yaktık ya da benzeri herkesin kullandığı yöntemlerle yok etmiştik. O yüzden bir sıkıntı olmadı. Evden bir şey alınmadı yani çünkü yoktu. Ders kitapları vardı. İşte dediğim aşamalardan geçtik. Tam gözaltına gitmemiz gerekirken toplu gelişler oldu DDKD'den, erkek arkadaşlarımızdan. Sonra onunla itham edilmeye başlandık. E orada da üye değildik. Değildik. Biz kadınlar için götürülmüştük, DDKAD için. Yani DDKAD çıkmıştı bizim soruşturmamızda. Ondan sonra gözaltı koğuşuna gittik yani cezaevinin alt koğuşuna gittik. 5 nolu cezaevi. Oraya gittik. Bu süre zarfında görüşmedik. Çünkü tutuklanmamız gerekiyordu görüşmemiz için. Elbise alınmadı bize yani yedek üstümüz yoktu. Üstümüzde ne varsa. Evet sıkı giyinmiştik ama kış, kışlıktı yani. Kazak, yelek, hırka işte çizme, bot, kot pantolon, parka. Ama Haziran'da tutuklandım ben. O zamana kadar tutuklanmadan elbise alınmıyordu. Üst koğuşta kadın tutuklulardan mahkemeye çıkarak, çıkarken istedik. İşte bize giysi verir misiniz hani gömlek, etek gibi. İsmini vermek istemiyorum bir kadın arkadaş farklı bir davadan yukarıdaydı. Dedi ki "Siz pikniğe gelmişsiniz, tahliye olursunuz 00:36:00 size giysi getirmeyi düşünmüyorum." Sonra başka bir arkadaş bize giysi verdi. Gittik mahkemeye. Tabii benim söylediğim şey Mayıs başları, bahardı yani. Mahkeme süreci işkencenin yani gerçekten çok daha kötüsüydü. Yani bizim davada sadece erkekleri zincirliyorlardı. Ve saat 5'te çıkardık karavanasız. Zaten karavana dediğiniz bazen sıcak su bile değildi, 3-5 tane içinde ya bir bulgur çorbası. Ekmeğimiz günlük verilirdi. Bazen asker ekmeğiydi böyle yuvarlak şimdiki sandviç değil de ne deniyor ona-- Fast foodlarda yenilen ekmek büyüklüğünde bir şeydi. Bazen 30 tane gelirdi bazen 90 tane gelirdi. O zaman sana 1 tane ekmek düşerdi günde. Çünkü biz tutuklularla beraber alırdık karavanayı. Yani küçük kaplarımız vardı, onların büyüktü. 100'e yakın tutuklu vardı yukarıda kadın. Biz işte 5 kişiydik, 9 kişi olurduk. En fazla 15-20 kişi gözaltında. Hani soruşturması biten oraya gelirdi. Onlar da sayımıza göre bize ekmek verirlerdi. Yemek verirlerdi. Tutuklu karavanasından yerdik yani. Gün boyu bekletilirdik. Tutuklu erkekler marş söylerdi, zincir takılırdı ayaklarına. O zincir sesleriyle biz de sayımda durur gibi, merdiven altında 4-5 kadın biz bu davadan yargılanan. Orada sırtımız erkeklere dönük beklerdik. İşte diyelim ki burnumuz aktı, izin alırdınız. Çünkü gardiyanlar sağınızda ve solunuzdaydı. "Komutanım burnumu silebilir miyim?" "Silme, ye" derse ağzınızla temizlersiniz burnunuzu, dilinizle. "Yok" derse zaten temizlemezdiniz, akardı. Ve biz gözaltı olduğumuz için marş söylemezdik. Belki de sayımız azdı diye bilmiyorum ama erkekler dizlerini 90 derece dik ederek saat 9'a, 10'a kadar, ne zaman canları isterse, 5'ten o 00:39:00zamana kadar böyle bir eğitim yaparlardı. Sonra balık istifi gibi atarlardı panzerlere bizi. O dönemde hakaret, dayak. Mahkemeye gidene kadar. Kötüydü yani kötüydü, çok kötüydü. Mahkemede de ya 4 ya 5 kişiye sadece kimlik sorarlardı. Çünkü ne kadar çok gidip gelirsek o kadar eziyetti. Ve onların tek bir nedeni vardı, orası bir cehennem, onlar zebani, biz de suçlu ve kurbandık. Yani bu üçgende ne kadar çok canımız yanarsa ne kadar çok mahkemeye gidersek, ne kadar çok kırığımız, döküğümüz, enkazımız olursa onlar o kadar ödüllendirilirdi Esat Oktay tarafından. Mahkeme süreci dediğiniz gibi hukuksuz bir süreçti, avukatlarımız vardı herkesin avukatı vardı. Ama avukat bile susturuluyordu. Ziyaretçi alınıyordu ama ziyaretçileri perişan ediyorlardı. Gelmemeleri, bizi yalnızlaştırmaları için aslında çok kötü aramalar, hakaretler, sıraya dizmeler işte yok sayımız bitti geri dönün. İnsanlar farklı farklı yerlerden çok zor koşullarda geliyorlardı. Avukatların bile susturulduğu bir mahkemeyi artık siz düşünün. Zaten benim pozisyonumda olan arkadaşlarım yani benim pozisyonum neydi işte ya yasal bir dernekte çalışmışlar ya öğretmenler, öğrenciyken belki işte sol tarafta olduğunu öğrenmişler bir şekilde. Ya da işkenceyle biri çok sıkışmış da samimi bir arkadaşının adını söylemiş işte falankes de benim arkadaşımdı gibi. Yani ne bir ölüm ne bir soygun ne bir katliam yokken. Hepimiz üniversite öğrencisiydik zaten. Zaten mahkemenin uzun bir aya neredeyse en az 2 ay, haftanın 5 günü dediğim şekilde götürülürdük. Mesela biz 40 kişi yargılanıyorsak bir davadan 3 kişi en fazla 5 kişinin işte "kaç doğumlusunuz, nereye başladınız, kaç kardeşsiniz ?" O arada tabii hakaretler işte mesela benim için, ben tek 00:42:00 kadındım o 40-50 kişinin içinde bilmiyorum iddianame varsa, iyi tam hatırlamayabilirim. Mesela bana demişti ki, "Bunun" demişti "ailesi de desin, ben kız büyüttüm. Kız, kızı başı boş bırakınca ya davulcuya ya zurnacıya varır. İşte parmağını arı kovanına sokar" falan böyle kişisel hakaretlerle geçiştiriyorlardı. Adı da kimlik kontrolü. Nedir, işte dava karara bağlandığı zaman işte falan falan falan insanların kimlik kontrolü yapıldı. Nedir o kimlik kontrolü? "Nerede doğdun? Nereyi okuyorsun? Kaç kardeşin var?" Buna benzer şeyler. En sonda, tutuklanmamız döneminde işte bütün bu herkesin kimlik kontrolü bitince, ki normalde 1 buçuk, 2 ay sürüyor. Hatta daha kalabalık davalarda 1 yıl kimlik kontrolü yapıldığını bilirim. Diyelim ki PKK'nin işte Viranşehir iddianamesinde. Çünkü kadınlar tutuklu oldukları yani gözaltı sürecinin yaşandığı dönem gidiyorlardı ve ben de aynı ortamdaydım. 1 yıl boyunca, 1 yıl da bekliyorsunuz iddianamenin oluşunu. Onlar için söylüyorum. Kalabalık iddianameler için söylüyorum. Bizim işte 2 ay falan sürdü. Sonra savcı sizi tutukladı, hakim de o bildiri nedeniyle bizi tutukladı. Biz bu 5 kadından 3'ü çıkmıştı zaten. 2'si ya da 3'ü çıktı. Biz 3 kadın tutuklu kaldık. Sonra ilk başta ben çıktım çünkü bir arkadaşım da karakola düşmüştü. Kiralık ev ararken karakola düşmüştü yani polis açmıştı kapıyı. "Yok sen bu evin sahibini tanıyorsun." "Hayır ben kiralık ev arıyorum." Böyle bir şey vardı. O da tutuklandı. Çünkü o evde kim gelmişse tutuklandı yani komşusu bile kapıyı çalmışsa tutuklandı. Bir diğer arkadaşım da yönetimdeydi. Yani 3'müz de yönetimde olduğumuz için DDKAD'ın yönetiminde olduğumuz için tutuklandık. Ama en erken ben çıktım

00:44:39 - Cezaevi Günleri ve Gündelik Hayat, İşkence Dolu Günler, İşkencecilerin Nitelikleri, Keyfi Tahliye Engellemeleri

Play segment

Partial Transcript: Tahliye süreci de canı Esat Oktay'ın ne zaman isterse o zaman tahliye ediyordu. Yani tahliye kararı veriliyor ama siz 40 gün, 2 ay 3 ay kalabiliyorsunuz. Esat diyor ki size, "Ben seni çok sevdim sen biraz daha kal burada işte sen buranın yıllanmışı ol, sen kokuşmuşu ol, sen işte 00:45:00 bilmem neyi ol." Böyle temalarda bulunuyordu bize. 3 ay sonra yaklaşık tutuklandım. Yukarı çıkarıldım tutukluların yerine. Çıkarıldık o 3 arkadaş. Herkesin kendi komünü vardı. Biz de bize en yakın, dışarda tanıdığımız İKD'lilerle komün oluşturduk. Toplam 10 kişi falandık herhalde. Paramız gelmeye başladı. İşte listeler oluşturuluyordu. İhtiyaç listesi. Ama her ne hikmetse, listelerin oluşturulduğu gün koğuşa baskın yapılırdı. İşte aldığımız gıdalar zaten kantinde olan şeyleri bize satıyorlardı yüksek kar marjıyla. Diyelim ki bir şey yazdık, domates yazdık işte yaz gelmiş, domates yazdık ya da süt yazdık, bisküvi yazdık. Canı istemediği zaman diyordu ki yoktur, bu kantinde yoktur, gelmiyordu. Geleni de işte koğuşlar aranacak diye her şeyimizi atıyorlardı koğuşun içine, basıyorlardı, eziyorlardı. Dolayısıyla gene yemiyorduk. Yani paramız onlara kalıyordu. Öyle bir sistem vardı. İşte diş macunu ya da diyelim ki bir arko krem o zaman bir de lasolin isterdik çok dayak yediğimiz için. Onları patlatırlardı. Sigaralarımızı ezerlerdi. Zarar verirlerdi moralimizi bozmak için. Tabii tutuklandıktan sonra eğitim çalışmaları başlardı. Eğitim çalışmaları da belki 60 tane ırkçı, şoven saçma sapan marşı en yüksek sesimizle havalandırmada, dizlerimizi doksan derece çekerek söylerdik. Arada slogan atardık. İşte "Her Türk asker doğar" gibi. İşte "Bir Türk dünyaya bedeldir" gibi. İşte şu anda hatırlamıyorum ama bir sürü slogan vardı. O sloganlar eşliğinde havalandırmada yürürdük uygun adımlarla. "Bir 10 dakika dinlenin, sonra çıkın" derlerdi. Çıktığımız zaman da bir kitap vardı, Milli Güvenlik 00:48:00Konseyi'nin gene aynı babda yani ezberlediğimiz marşlar gibi işte Kurtuluş Savaşı'nın, bayrağın neden kırmızı, beyaz oluşunun. Hatırlamıyorum ama onları ezbere biri okurdu, biz de tekrar ederdik, ki bu genellikle koğuş sorumlusu olurdu ya da işte eğitim enstitüsünden gelen öğretmen olabilecek insanlara verilirdi. "Bugün sen oku." Cümle cümle okurduk, koğuş da tekrar ederdi. Birkaç yaşlı ve Türkçe bilmeyen analar vardı. İşte çocuklarını bulamamışlar onları getirmişler ya da çocukları işte gerilladır ona üst götürmüş ana bir şekilde, bir yere. Onu yakalamışlar, getirmişler. Onlara o marşları, bu 3 marşı kesinlikle öğretmemiz için gerekli öğretmen olan ya da okuyan öğrencileri çağırırlardı. İşte bu sabaha kadar bu marşları ezberleyecek. E mümkün değildi bu. Biz de o tutuklanan ana da dayak yerdik. Ama dayak, adı dayak yani. Mesela tırnaklarımızı böyle tutardık [parmakları birleştirerek yukarı doğru kaldırıyor] ve kalasla vururlardı. Bütün tırnaklarımız parçalanırdı. Ya da üst üste uzatırdık mazgaldan bütün dirseğimize kadar mosmordu. Hiç hiç morluğumuz silinmedi yani. Tahliye olana kadar, dirseğimize kadar bütün bileklerimiz, vücudumuz morluklarlaydı. Yemek yiyemezdik, azdı, az gelirdi, ekmek az gelirdi. Açtık yani. Su kesilirdi, yıkanamazdık. Mesela hiç sıcak suyla yıkanmadık. Ta ki direnişe kadar, ki o zaman ben orada değildim. Şu "Dörtler" kendilerini yaktılar ya. O direnişte. Ama birçok arkadaşım oradaydı. Ondan sonra sıcak su, işte yemek, belki tek tip elbiseden vazgeçmek. Tek tip elbise direnişinde de oradaydım. Ondan sonra ben, beni saldılar işte bir sürü insanı dayakla, direndikleri için öldürdüler. Necmettin Büyükkaya da onlardan biriydi. Eşiyle beraber kaldığımız için onu unutmadım. Yani 5 No'lu bir cehennem, 00:51:00onlar da zebaniydi gerçekten de. Biz de kurbandık. Öldürmek, zarar vermek, psikolojimizi bozmak. Bir Almanı bile sünnet ettiler ya. Almanı sünnet ettiler. Adını değiştirdiler. Kısa künye yapardık. Yani biz asker gibi işte bir şey lazımsa. Diyelim ki bir arkadaşımız orada sarası var bayıldı yani ya da kadına kafayı yedirttiler. Çağırırdık, mazgala vururduk vururduk vururduk. Canları isterse gelirlerdi. İşte kısa künye yaparak-- Örneğin ben nöbetçiyim. Nöbet sistemi vardı. Asker gibi. İşte 1 ile 3 nöbeti, 3 ile 5 nöbeti. 5'te uyanırdık zaten. Işıklar açık yatardık. İstediği zaman Esat koğuşu basabilirdi askerleriyle. Sayım düzenine kalkıp beklerdik. Hap map kullanıyordu, alkolik bir adamdı. Kadınları taciz ederdi. Yani ağzı kokardı. O soluğunu hissederdiniz. Dayak atardı işte "Ne işiniz var, ben sizi Türkleştireceğim. Siz Kürt, Kürt falan diye bir şey yok." Benzeri bir sürü ezberlenilmiş, hemen hemen haftada 1-2, 10 günde bir böyle gelip aynı şeyleri tekrar edip giderdi. Korku ve tedirginlik cehennemiydi 5 No'lu. Kadınlar için iki katıydı. Tutuklandıktan sonra önce avukatım geldi. Zaten "Türkçe konuş, çok konuş" diye bir tabela vardı. Türkçe konuşsak da çok konuşamıyorduk. Bazen birkaç saniye. Ama ortalama süresi 1 dakikaydı ve gerçekten de kimse görüşçüsünü istemiyordu. Çünkü biz daha çok dayak yiyorduk, daha çok sırada bekliyorduk, daha çok aç kalıyorduk. Ve görüşçülerimiz de bizim yüzümüzden cezalandırılıyordu. O zaman 5 No'lu çevresinde hiçbir şey yoktu. Yerleşim birimi, işte kahve, su, çay alabilecekleri ve o kış Diyarbakır'da gördüğüm ve ben Diyarbakır'dan hiç ayrılmadım, en soğuk kıştı. En soğuk. 1 metre sular buz tutuyordu dışarıda. Bütün havalandırma buzdu. Kırardık, temizlerdik, bizi orada süründürürlerdi. 00:54:00Erkekleri soyup süründürürlerdi, buzlar keserdi vücudumuzu. Korkunç bir kıştı ve saatlerce o görüşçüler bir dakika için hele Türkçe bilmeyenler, çocuklarını görmek için neredeyse gün boyu bekletilirlerdi. Ondan sonra sırada hakaret işte "Niye geliyorsunuz, bunlar vatan haini, bunlar suçları çok büyük, içeriden çıkmayacaklar, onlara cezasını vereceğiz." Bu tür söylemlerle alırlardı. Aynı aramalardan işte Co'nun tacizlerinden, bir köpek vardı. Duvarın altına dizilirlerdi, girerlerdi. Biz de karşı taraftan gelirdik. Zaten telliydi. Birbirimizi hayal meyal görürdük. Ellerimiz yanda olmalıydı, ellerimizi dokunduramazdık. Kurallar bize söylenirdi, onlara söylenirdi. Ama Türkçe bilmeyenler sadece bakışmak için gelirlerdi. Hatta eşimle ben hem sınıf arkadaşıyım hem cezaevi arkadaşıyım. Onun annesi tabii söyleniyormuş dışarıda işte "sakın Kürtçe konuşmayın, Kürtçe konuşurlarsa, konuşursanız onu daha çok döverler" diye. O da belki ağzımdan hani nasılsın çıkar diye iki elini kapatıyormuş ki ağzına hani konuşmasın, elde tebretmek yasak askeri duruş duracaksınız. Hem biz hem onlar. Ama bu da ses çıkar diye hani nasılsın derim diye, hem çocuğu dayak yemesin diye iki elini koymuş. Neyse yani haftada birdi görüş ama bazen ertelenebiliyordu ya da siz ceza almışsanız siz çıkarılmıyordunuz. Ceza neydi? Diyelim ki bu uzun süren kimlik tespitleri denilen komedide yandaki arkadaşınıza, zaten biz böyle dururduk işte üç şey vardı mahkeme heyetinin arkasında İstiklal Marşı, Gençliğe Hitabe ve Andımız. Ona bakardık sabit. Ortadakine bakardık. Dik dururduk. Eller de dizin üstündeydi. Öğlen arası mesela zaten 10-10 buçuk gibi gelirlerdi. 1 kişiyi alırlardı. Öğleden sonra da belki 2 kişiyi 00:57:00alırlardı. O da 2 gibi gelirlerdi işte 4 buçuğa kadar, 4'e kadar. Saat, zaten sabah aç çıkmışız 5'ten beri çıkmışız. 12 ile 1 arası başlardı sırayla hepimizin karnının sesi. Ama gerçekten gurul gurul çünkü sessizlik var ya. Yan başlarda siz kazaen döndünüz arkadaşınızı görmek için hani bir bakayım sakat mı kör mü yüzü, dudağı patlak mı-- Bir bilgi alayım yani. Sağınızda ve solunuzda jandarma var. Jandarma sizi gardiyanınıza şikayet ederdi. Hayır. İkinci bir gardiyan grubu vardı, mahkeme gardiyanları. Ve hepsinin kod adı vardı işte mesela kobra. Mesela bizimki horozdu. Çünkü biz tavuğuz ya onlar horoz. Bizimki Horoz'du. Aspirin, Kobra işte coplarının üstünde zaten yazıyordu. Buralarında bileklikler vardı böyle izbandut gibi, kepçe kulaklı, ablak suratlı. Sanki onlar eğitim-- sanki değil bence eğitilmişlerdi. Evet askerdiler ama kesinlikle onlar eğitilmiş askerlerdiler ve her sabah bence Esat Oktay onlara işte bunlar vatan haini, bunlar vatanı bölecekler, bunlar ananızı babanızı öldürecekler. İşte kızlarınızı kaçıracaklar benzeri hikayelerle belki de uyuşturucu vererek. Çünkü gerçekten de hani akıl mantaliten yerinde olsa sen ne öyle bir dayak atabilirsin-- Yani sonuçta benim ona zararım dokunmamış, ben bir şey yapmamışım ve ben gerçekten de bilmiyorum yani mahkum bile değilim yani. Beni tutuklayacak bir şey yok yani. Ama buna rağmen bu kadar gözü kara dayak atabilen işte bandajlarıyla, tiplerinin ürkütücü haliyle, yürüyüşleriyle cehennem zebanisi seçilmez yani. Bunlar ancak eğitilerek onları o seviyeye getirilir. İşte o bizi bekleyen insan mesela diyormuş ki "Sineği kovdu." Yani sinek yapışmış. Akan sümüğümüze. Kış çünkü. Soğuk. Açız. Vücut direncimiz yok. Yapışmış, sen de gözleyerek kendini garanti altına alarak belki böyle bir 01:00:00yapıp kovmuşsun görülmediğini umarak ya da işte dudağını kıpırdatmışsın. O da gardiyan, cezaevi gardiyanlarına şikayet ediyordu. Gidiyorduk cezaevine. Horoz bizi karşılarken diyordu, "Vukuatınız var mı?" Biz de yok diyorduk yani vukuat-- İstenilen gibi oturmuşuz, sesimiz çıkmamış, tuvalete gitmemişiz. Diyorduk, "Yok." "Göreceğiz" diyordu. Gidiyorlardı işte bizi götüren gardiyanlara. "Vukuatı var mı?" "Evet, vukuatı var. Sineği kovdu." Haydi-- Mazgal açılırdı. "Kimler mahkemeye gitti?" İşte biz. "Sen sinek kovmuşsun." Çıkardın. Rahime Kesici, 1961, Siverek komutanım. Hayır, emret komutanım. Ama yüksek sesle, asker gibi hazır olda. Artık nereye gelirse. Kalas mı cop mu, eliyle mi-- Nasıl vurursa dayağımızı yer otururduk. İzzet-- İzzet diye bir gencin annesini getirmişlerdi. Kadının adını hatırlamaya çalışıyorum ama tam bir Diyarbakır lehçesiyle konuşan ama zeki bir kadın. Bir kadındı. Gözaltı süresinde bizim yanımızda kalıyordu. O zaman koğuş sorumlusu bendim. Tahliye olanlar çıkıyordu. Tutuklananlar yukarıya. Bir sonraki koğuş sorumlusu oluyordu. Neydi koğuş sorumlusu? Sayımda tanıtmak koğuşu. İşte "Rahime Karakaş, Kesici 61, Siverek." İşte "7 kişilik gözaltı koğuşu emir ve görüşlerinize hazırdır komutanım." "Say" diyordu. Sayıyordum. 1-2-3. Dönerek. İşte 7 deyince. "Sondur komutanım." Tamam yukarıya çıkıyorlardı. Odur yani sorumlu. İşte muhatap, gardiyanla muhatap. Yemekleri tutuklulardan alıyorduk. Çay verirlerse ki kendi paramızla alıyorduk. Büyük bidonlarda gelirdi çay. Ve plastik bardakla, tahta kaşıkla yerdik. Metal yoktu. Bardak cam yoktu çünkü belki tahammül gücümüz zorlanır da intihar ederiz diye, kırarız, bileklerimizi keseriz falan. Onlara göre öyleydi. Halbuki her dakika ölümü arardık yani. Ben 01:03:00gözaltında gerçekten sağır olmayı istedim. Gerçekten sağır olmayı istedim. Ya da insanın artık tahammül gücünün bazı durumlarda yalnızken özellikle, güç aldığım birileri yokken bitebiliyordu. Yorulabiliyordun yani. O nedenle cam, metal yoktu. Tahta kaşıktı. Bana dedi ki işte İzzet'in annesi ama adını--. Hatırlayamıyorum şu anda ama kitabımda var herhalde adı. "O" dedi "hazırlansın yarın mahkemesi var." Ben de dedim ki anaya, "Sen" dedim-- Ezberlememek için, dedi "Ben Türkçe bilmiyorum." O andı falan. Dayak yedik 3 gün oturduk ama çok da üstüne gidemediler. Başlıyordu kadın işte "Türküm, doğruyum." Bitiyordu yani o kadar. Nasıl 10 kıtayı ya da işte Gençliğe Hitabe'yi ezberlesin. Dedim ki "Tercüman isteyecek miyiz?" ona. Dedi "He tercüman iste." Çünkü zekiydi. Hani tercüman istemese bu marşları ezberlemek zorunda kalacak. İşte sabah onu uyandırdım. Bekliyoruz mazgalın önünde. Kapıyı açacak, Horoz çıkaracak İzzet'in annesini. Çıktı işte dedim, "Komutanım tercüman istiyor" dedim. "Tamam" dedi. Tabii tercüman kim? Tercüman işte Kürt askerler. Ama diyelim ki Hakkari Uludereli bir askerle, Diyarbakır şivesi, Kürtçesi bir olmuyor. Kadın da kadına suçlama, eroin taşımış. Silvan'da karayolunda kontrolde yakalanmış. Beline bağlı bir eroin işte hatırlamıyorum. Yani esrar. Pardon esrar. Bilmem ne kadar gram mı, kilo mu bilmiyorum. Ama kadın kabul etmiyor bunu. "Hayır" diyor. Anlatıyor ifadesinde. Kürtçesini [Türkçesini] anladığı kadarıyla içini rahatlatmıyor. Yanlış çeviriyor ya da farklı çeviriyor. Diyor ki "Ben konuşmak istiyorum." Hakim de diyor ki "Kürkçe [Türkçe] biliyor musun?" "Biliyorum" diyor. Bunu demek zorunda kalıyor. Anlatıyor işte "Ben gittim Silvan'a bacımgile ya da başka birine kına verdi bana, ben de 01:06:00kına çoktu belime bağladım işte yüküm ağırdı" falan. Kınaya yordu yani esrarı. O da tutuklanma kararıyla savcıya çıkarmış. İşte kontrol etmesi yakalananın falan filan. Geldi. Tabii gardiyandan vukuatı alınmış. Vukuatı var mı? Demiş, seninki bülbül gibi Kürtçe [Türkçe] konuştu. Beğenmedi tercümanı. Şimdi Ermeni olan, adını da çok iyi biliyorum, eşimin koğuş arkadaşıydı. Çok ama çok işkence yapıp, onu da sünnet etmişlerdi zannediyorum. Halen tedavi görüyor çünkü 4-5 yıl önce ya da 6 yıl önce gelmişti Diyarbakır'a eşimle görüştüler. Ama Alman belki de dil bilmediği için bilmiyorum. Kadınlar koğuşunun karşı koğuşunda kalıyordu. Yani biz karavandan yemek veriyorduk. Onun için de sesleri, dayağı, sünnetini biliyoruz. Duyuyoruz yani. Alman sünnet edildi, adı değiştirildi yani değiştirildi derken hitap ederken bir Türk adı kondu. Ali miydi? Bilmiyorum ama çağırıyorlardı onu o adla. Sünnet edildiğinde de ben oradaydım. Galiba marş da ezberletildi. Bilmiyorum. Biz öğretmedik. Fakat şöyle bir şeye ben tanık oldum. Bize un torbalarını istiyorduk çünkü çocuklarımız vardı içeride, içeride doğan çocuklarımız vardı. İşte böyle mutlu olduğu günler minik şeyleri yapardı Horoz. Diyelim ki yüz ifadesine bakardık hani çok dayak atan babalardan bir şey istenir ya mutlu olunduğu zaman. En doğru zaman yakalanır. Derdik "Komutanım işte çocuklara bez yapacağız. Bize un torbaları getirir misiniz?" Biz o un torbalarını, masa örtüsü, işlerdik yani kazaklarımızı sökerdik bir şekilde işlerdik. Nakışlardık onu. Çünkü bu bize çok iyi geliyordu. İğne de kolay kolay görülmüyordu. Çok kalabalık olduğumuz için 3 kişi bazen 4 kişi yatıyorduk yukarıda. Çünkü koğuşun bir bölümünü iptal etmişlerdi. Bir de çok soğuktu ya o kış. Dışarıdan da yatacak, yatak 01:09:00malzemesi alınmazdı. Yani asker elbiselerini mesela gözaltında öyleydi, elbiselerin bu sert kısımları doldurulmuştu yastıklara ve çok pis kokuyordu. Biz onları tutuklanınca yıkıyorduk. Yıkadıklarımızı cırdonlar çalıyordu. Kediden büyük cırdonlar vardı o yıl. Ben bir yere bağlayacaktım bunu. Evet. Ranzalarımıza diş fırçalarımızı, macunlarımızı koymak için böyle torbalar yapardık. 4 kişiyiz ya 4 ayrı şey, macun. Böyle bölmeler. Eskiden kaşıklar koyardı analarımız mektuplara, tek tek kaşıkları bilmiyorum Eylem Hanım hatırlar mı sizler hatırlamazsınız. Bezden torbalar yapardık macunlarımız için. Sonra masa örtüleri yapmaya başladık. İşi büyüttük. Hasonun da yani gardiyanın da-- Kendi aramızda Haso diyorduk. Horozun da masasına masa örtüsü yaptık işte "Bunu da size yaptık" gibisinden. Bir gün dediler ki, "Masa örtüleri, ne varsa yukarıda getirin." Hans mıydı valla bilemiyorum. Ama bu Çayan Demirel'in şeyinde vardı o, o adamcağız da konuşmuştu. Meğer ona artık kimse, bir Alman Büyükelçiliği'nden bir heyet gelecekmiş, koğuşunu çiçeklendirmek için bizim masa örtülerini aldılar. Ona işte demişler hani "Sen burada rahatsın değil mi?" Yani öyle konuş, onu anlat. Öyle bir masa örtüsü olayından anladık ki oraya bir heyet gelecek. Sonra da o konuşmada söylemişti zaten ama Türkçe komutla işte sayımla, emret komutanımla, biliyorduk ki Alman orada ve tek kalıyor ve sünnetli. Çünkü sünnet ettirildikten sonra adı değişti. Çayan Demirel'in belgeselinde öğrendim. Van'da yakalanmış bir yani bir harita mı çıkmış bilemiyorum bir araştırma için gelmiş, gazeteciymiş zannediyorum. Ama işte bölücü sıfatı yemek kolaydı o dönem. Adam da bölücü olmuş hasbelkader. Hiç kimsenin adını bilmiyoruz. Herkes kod adla çağırılırdı. İşte kod ad gardiyanların, gardiyanlara yönetim tarafından mı verilmiş, kendileri mi 01:12:00seçmiş ama güzel adlar değildi yani. Kötü adlardı. En şey olan Horoz'du. Bizim, bizimkinin kod adı Horoz'du. Ya son mahkemede işte tahliyeme karar verildi. O yazı cezaevine gönderiliyor. Artık onlar mı geciktiriyor. Biz hani Esat Oktay geciktiriyor diye biliyorduk. Gerçekten Esat Oktay bunu sık sık söylerdi. "Karar sahibi benim onlar göstermelik" dercesine. Göstermelik demezdi de ben buranın Allah'ıyım, işte peygamber izinde. Güç benim dercesine. Her şey benim sinyali verirdi bize. Ve gerçekten de bence öyleydi. O mahkeme heyetinin de onun önünden kalktığını, "Şunları tutuklayın, şunları bırakın" dediğini tahmin ediyorum yani. Bence doğru yani. "Şu, şunu öldürebilirsiniz." Nasıl gardiyanına diyorsa. Bir de gardiyan değildi. Esat'tan sonra mesela "Minik" kod adlı çok iri yarı bir adam vardı. Çok iri yarı. Kod adı Minik'ti. Ali Osman diye bir adam vardı. Üsteğmen rütbesiydi ama ben o rütbelerin de doğru olduğuna inanmıyorum. Yani bunların özel yetiştirilmiş ayrı bir güç olduklarına hatta Esat Oktay çok övünürdü. "Ben Rum bebeklerinin kanını içmiş adamım. Kıbrıs'ta Rumlara ne yaptıysam size de onu yapacağım" falan diyordu yani. Kafası hoşken, gözleri kızarıkken bir şekilde psikopatça davrandığı zaman bu tür şeyler ağzından belki hani istemeden çıkıyordu ama bu tüyoları duyuyorduk yani. Onun için bence Esat karar veriyordu ve diyelim ki akşam karavanasında ya da öğlen karavanasında diyordu, işte "5'te gelip seni alacağım, tahliyesin." Horoz diyordu bunu. İşte siz de vedalaşıyordunuz, eşyalarınızı bırakıyordunuz. Gözaltına eşyasız gelenler için.

01:14:50 - Tahliye Anı, Dışarıda Hayata Tutunmaya Çalışmak, Geçim Derdi ve Öğretmenliğe Dönüş

Play segment

Partial Transcript: Ben bir görüş günü bırakılmıştım. Görüş bitmek üzereymiş yani. Vardı dışarıda ama görüşçüler. O tahliye şeyi de 01:15:00çok uzun sürüyor. 5'te bırakacaklar sözü dış kapıdan çıkacaksın yani kahvaltıdan sonra alınırsın ya da gece 9'da bırakır ama sen 1'de alınırsın işte nasihat, işte hakaret, kimliğin her şeyin, özel şeylerin oradadır. Onların teslimatı. 100 kere bir şeyler imzalatırlar. Yeminler içtirirler. Bir daha geldiğinde başına neler geleceklerini söylerler. Öyle bir seremoni vardır yani. Ondan sonra kapılar açılır, kapılar açılır. O zincir sesleri, o demir sesleri, o asma kilitler, koridordaki o süngülenmiş asker resimleri yani senin insan olarak hislerinle, bedeninle-- Bilemiyorum. Posan çıkarak bırakırlar. Artık oraya bir ruh gibi gidersin. Maddenin adını bilmiyorum ama bölücülükten yargılandım. Bu iddianamede var. Kitabımda da iddianamenin şeyi var. Yani bulunabilir ama ben direnişin başlamak üzere olduğu dönem yani Ocak-- Yeni yıldan sonra olduğunu biliyorum. İnanın tarihini de hatırlamıyorum ama tahliye kararım falan var çünkü beni okuldan sürgün etmişlerdi. Konya'ya gittim. O dönemin tarihleri var yani şu anda aklımda değil. Çok görüşmeci vardı. Yani bir kısmı gitmişti ama tutuklu sayısı çok olunca. Çok görüşmeci yani şoka girdim ben çünkü herkes bana dokunmak istiyordu. Ben de bir ruh gibiydim. Yani resmen sürünerek çıktım diyebilirim. Bunu bir arkadaşım gözlemlemişti beni tanıyan. Dedi ki benim unutamadıklarımdan bir anıydı ama kitabım için istedim o duygularını yazmasını. Yazamadı bir türlü, olmadı yani. Herkes bütün ana babalar şeyi soruyordu, "Orada ekmek var mı? Yemek yiyor musunuz? Yıkanıyor musunuz?" Demek koktum herhalde bilmiyorum ki. Biz aslında yani kadınlar evet soğuk suyu vücudumuzu bölerek yıkıyorduk yani önce kol altımızı ve kollarımızı. O çok soğuktu ama yani. Gerçekten eksi 40'lar falan vardı o kış yani. Çünkü donuyordu ve biz, 01:18:00 bize verilen saçma sapan seks gazeteleri vardı. İşte porno gazeteleri gibi. Bir ara çıkmıştı işte 80'den sonra. Hatırlamıyorum adlarını ama böyle çıplak kadın resimleri falan olan "Bulvar" mıydı? Öyle bir şeylerdi. O gazeteleri dumanın çıktığını hissettirmemek için böyle rulo yapardık kalem gibi donan çeşmemizi açardık, sonra işte 2 kolumuzu, sonra dizden aşağı bacaklarımızı öbür bölgelerimizi de lifle, sabunla siler kuruturduk. En son da başımızı eğerdik. Çünkü bitlerimiz gerçekten çoktu yani. Buna rağmen işte soruyorlardı. "Yıkanıyor musunuz? Su var mı? Çok dövüyorlar mı? Ekmek var mı?" Ben de var diyordum. Yani bari üzülmesinler diye. Öyle çıktık. Araç yok. Belli bir yere kadar hiçbir şey yok yani bomboş sadece 5 nolu var. Bunun resimlerden görülebilir yani araştırılırsa. Araç bulana kadar yürüdük, ablam gelmişti kapıya. Avukatım tahliye olduğunu söylemiş ama ne zaman çıkacağımı söylememiş tabii. O da her görüş günü gelmiş. Ama biz o gün görüşmedik. Çünkü bana dedi tahliye oluyorsun, bir daha o işkenceyi çekmek istemedim yani. Gittik eve. Kötü bir dönemdi. Okuldan atılmıştım. Hiçbir arkadaşım yoktu. En kısa zamanda gidip sürgün olduğum Konya Selçuk Üniversitesi'ne hani müracaat etmem gerekiyordu. Yoksa gerçekten kafayı yiyecektim. 1 hafta 10 gün dinlendim ama mesela gördüğüm her normal şey bana anormal geliyordu. Kaşığı alıyordum elime, ağzıma götüremiyordum. Cam bardak. Sıcak çay. Yatak. Yani orada yastık, rüyalarımızda görürken burada yastığı görmüştük ama kafamızı koyamıyorduk çünkü kötü günlerdi. Sonra böyle olmayacağını anladım. Kendi kendimizi şu anda bile kendimizi terapi ediyoruz yani. Çünkü bizim hem bu dönemi yaşayanlar hem ailelerimizin gerçekten tedavi olması gerektiğinin farkındayız. Ama öyle bir koşulumuz yok. O yüzden zaman zaman anlatıp gülüyoruz. Diyoruz ki "Tamam umudu diri tutacağız, kendimizi tedavi edeceğiz." Öyle bir karar 01:21:00verip gittim Konya'ya. 3-5 gün bekledim beni almadılar, mahkemen devam ediyor, tahliye olmuşsun, sakıncalı öğrencisin diye. O yazıyı verdiler bana. Dönüp geldim. Tabii erken saatte gittim garaja. O zaman otobüsle döneceğim. İşte parkalı, uzun atkılı bir kızcağız yani. Polis durdurdu. Habire tur atıyorum. Otobüs saatini bekliyorum. Yanımda da bir arkadaşımın eniştesi var. O da Diyarbakır'a dönecek. Mühendislik okuyor. O da parkalı. Neyse durdurdu. "Ne işiniz var?" Kimliklerimiz. Anlattık durumu. O üniversiteyi bitirdiği için tatile gidiyor yani okulu bittiği için o dönem. Ben de geri dönüyorum. Bizi almak istediler. Tesadüf, kiraladıkları evin, bekar evinin alt komşusu komisermiş. Cuma Abi'ye onun adını verince bizi saldılar. Aradılar adamı. "Evet" dedi "benim komşum yani çocuk üniversite öğrencisi, bir şeyi yok. Diyarbakırlı evine gidecek." E ben de zaten öyleyim. Bizi saldılar. Geldik. Evden çıkamıyorum. İşte ablamın evinde kalıyorum. Abimin bir pilot arkadaşı bana bir iş buldu. Orada çalışmaya başladım. Yabancı bir şirketti. Yabancılar bana iyi geldi. Dili öğrenmeye çalıştım, hatırlamaya çalıştım. 3 yıla yakın orada kaldım ve onlara her şeyi söyledim yani. Ben atılmışım, bütün çıkan arkadaşlarımı orada işe aldım şu veya bu şekilde. Onlarla hayata tutunduk. Ama sonra onlar toplanınca bana da ben de yalan ifade de bulunmuştum. İşte birinin çocuğu hasta birinin bilmem nesi öldü gibisinden. Tekrar gözaltına alındılar diye. Sonra gazeteler, basında çıkınca haberler ben işten atıldım. Arkadaşlarım da artık tutuklananlar tutuklandı, çıkanlar çıktı. Sonra dava, beraat oldum ve dava açtım. Okula döndüm. 86'da mezun oldum ama orada da beni aldılar dekanın odasına işte ajanlık teklif ettiler. Bizimle çalış yoksa sınav dönemi tekrar alırız işte arkadaşlarınla iletişime geç. Onu da zor bir dönemdi. 1 ay 40 gün kapımın önünde yattılar. Onu da 01:24:00atlattık. Sonra evlendiğim için kütüğüm değiştiği için bir öğretmenlik tayinimde şey, bir şey imzalattılar işte gözaltına alınanlar doğru beyanda bulunsun. Bulunmadığı zaman okuldan atılırsanız, öğretmenlik hakkınız feshedilir siz, sorumlusu sizsiniz falan. Ben de hiçbir tahkikat geçirmedim diye imzaladım. Çünkü biliyordum yani soyadım değişmişi, kütüğüm değişmişti. Bu kadar da zeki değillerdi. Ve ben öğretmen oldum. O hizmetimle beraber, şirkette çalıştığım hizmetimle beraber bir de özel bir dil kursu açmıştım. Eşim çok sık yakalanıyordu. Dolayısıyla öyle çalıştım birkaç yıl. 13 yıl öğretmenlik yaptım ama 7 yıl da SSK'mı birleştirerek şu anda emekli öğretmenim. Hala öğrencilerimle ya da çevremle bağım var. Hiçbir sıkıntım yok.

01:25:06 - Geçmişle Yüzleşmenin İmkanları, Bugünden 12 Eylül'e Bakmak, Kadın Hareketinin Açtığı Ufuk, Genç Nesillerin Özgünlüğü

Play segment

Partial Transcript: Arada bu derin konular beni üzüyor ya da fark ettiğim bu yan yana gelememe durumu beni gerçekten çok yaralıyor. Çünkü bu insanlar yani benim kuşağım ve 3-5 yıl benden büyük olanlar ister mülteci olsunlar ister kendi şehirlerinde demokratik kitle örgütlerinde ya da sosyal sorumluluk projelerinde görev alsınlar gerçekten özel insanlarız ve onların bu çabaları boşa gitmemeliydi. Kendini yakanların çabaları, farklı alanlarda mücadele edenlerin çabaları, anaların ödedikleri bedel, çocukların çektikleri acılar, kadınların hala şu anda bile daha katmerli, farklı şekillerini yaşamaları falan, beni derinden üzüyor. Bu kadar bedelin sonunda bunlar olmamalıydı yani diye düşünüyorum. Umarım, umarım değmiştir o cehennemi yaşamak. Bizim kuşak ve onların aileleri için. Ya da değecektir diye bir umudum hala var yani. Biraz zor görünüyor, tabii ki canımı çok yakıyor. Bir tek benim değil herkesin canını tek kelime yakıyor: Yüzleşmemek. Ama Türk tarihinin ya da sisteminin, politikacılarının işte 01:27:00psikologlarının bu işte gerçekten uzman insanların, eğitimcilerin, pedagogların yani ruhsal, ruh bilimcilerinin bu işe kafa yoranları var tabii ki. Zaman zaman maalesef 12 Eylül geldiğinde hatırlanıyor bunlar. Ama tek kelime, yüzleşme görülmüyor. Türkiye tarihinde görülmüyor maalesef. Ne daha önceki soykırımlar için işte kırımlar için, astıkları insanlar için, halk hareketlerini bastırdıkları için. Yani bu, bu sürekli-- Cuntalar için, işte askeri sıkıyönetimler için. Çok çok çok büyük şekillerde çoğaltılabilir. Bunları yapmak istemiyor çünkü gerçekten de korkuyor. Çünkü doğru olmadığını biliyor. Yani ne soykırımların yalan olduğu ne insanların dayaktan öldürüldüğü, psikolojilerinin bozulduğunu, toplu olarak katliamların yapıldığını-- Yani güncel olarak yaşanan bir sürü şey var. Uludere Davası var işte insanların toplu öldürülmeleri var, yakılmaları var, gencecik çocukların sırf oyuncak getirdi diye katliamları var. Tren garları var. Yani o kadar çok örnek var ki artık artık vukuat çok gardiyanların dediği gibi. Vukuat çok yani. Bunları sıraya koyarsa zaten bilmiyorum belki belki çocuklarımız. Onlara özgür bir dünya için biz bedel ödedik. Ama onlar belki bizim, bizim yaptıklarımızın hesabını sormak için bir dünyada olacaklar. Bilemiyorum ama kesinlikle yüzleşecek yani. İşte Almanlar yüzleşmiyor mu? Millet kalkıp özür diliyor, evlerini yaktığı Yahudilerin isimlerini evlerinin önüne kazımış işte anıt, heykeller yapmış. Gidip gördüm. Yani gerçekten bu olacak. Ama 200 yıl sonra mı 100 yıl sonra mı-- Mutlaka 01:30:00olacak. Çünkü gençler çok tatlılar. Dünyayı yakalıyorlar, okuyorlar, bütün bunlara rağmen direniyorlar. İşte Boğaziçililer. Yani aklı olan, yüreği olan, beyni olan bu dünyanın nasıl döndüğünü, bu sistemin nasıl döndüğünü farkında zaten. Önemli olan o. Kadın cinayetleri niye bu kadar çoğaldı? Çünkü kadınlar farkına vardılar. Artık bu işin sonu karşı durmak. Belki biz çok mütevazi bir farkındalık yaratmak için bir, küçücük bir şeydik, kurumduk. Ama 43 yıl 45 yıl önceydi o. 78'lerdi. Bakın şimdi-- Bir arkadaşım psikoloğa gitmiş. Dün geceki sohbetimizdi. Biz dün grupça buradayız. 13 kişi kadınla geldik. Demiş ki psikoloğu anlatımlarında, "Rahatsızlığınız?" Valla demiş bazen sıkılıyorum. Demiş ki "Siz 78 kuşağısınız biz size hayranız. Sıkılmak ne demek!" Yani hiç tanımıyor. Yardım almak için. Belki bir antidepresan bir şey alacağım da hani rahat uyuyacağım. Zaman zaman kabuslar görüyor insanlar gerçekten. Çünkü siz, önce rahatlamanız gerekiyor ki aileniz tedirgin olmasın. Mesela benim bir cezaevi arkadaşım gelmişti. Ailesiyle gelmişti işte gezdik, tozduk bizim çocuklarla tanıştılar, bizde kaldılar. Birbirlerine demişler ki nasıl belli oluyor bunlar cezaevi, 5 No'luda kalmış. Allah allah. Dedim ki "Niye?" Yani, "Nereden anladınız?" Dedi "Çok sık hareket ediyorsunuz yani oturduğunuz zaman mutlaka bir şeylerle uğraşıyorsunuz, yüksek sesle konuşuyorsunuz ve düşen her şey sizi rahatsız ediyor." Bakın 3 şey. Bunu ikimizin çocukları tespit etmiş. Nasıl düşen? Çay kaşığı düşmüş böyle olmuşuz ikimiz de. Artık farkında değiliz çünkü kanıksamışız. İşte ferforje kapılar var korunak olsun diye. Mesela hareket edince "güm" böyle bir demir sesi geliyor. Ya da zincir sesi. Yani tasma ya köpeğimizin tasmasının sesi, zincir sesi ya. E var travmalarımız tabii ki var ama buna rağmen gerçekten farkındalığımız sürüyor. Büyüyoruz, görüyoruz ve söylüyoruz. 3 01:33:00maymunu oynamıyoruz. Bizim kuşak güzel bir kuşak, seviyorum kuşağımı. Yaşadığım hiçbir şey, arada bir acıtsa da beni, pişmanlıkla sona ermiyor. Çünkü mutlaka dokunduğum insanlar oluyor, model oluyorum, güç katıyorum ve bu toplumu bu son yıllarda daha çok anladım. Bu topluma kadınlar öncülük ederek ancak kurtaracak bu kesin ve net. Erkek egosu, gücü, feodaliteden gelen böyle erk sistemi çoğu erkeği mahkum etmiş. Onun için belki yan yana gelemiyorlar. Bilemiyorum ama kadınlar öncü olacak yani. Kesinlikle. Kadınlar Türkiye'yi değiştirecek. Türkiye değişirse bizimkiler zaten değişimi yakalamaya çalışıyorlar, evet hız değiştiriyorlar. Bir şeyler oluyor, çok hoşuma gitmeyen bazı şeyler de oluyor ama her şey benim hoşuma gitmek zorunda değil. Ben bu kadar da geniş bakabiliyorum. Ama olacak yani. Şimdi benim kuşağımın kadınları yani kendilerini 12 Eylül ya da 5 No'lu konusunda çok açığa çıkarmak istemiyorlar açıkçası. Neden şu. Feodalitenin yetiştirdiği bir kültür var. Belki de ben o anlamda şanslıyım. Neden şanslıyım? Kalabalık bir ailem yok. Babam soykırımdan kurtulmuş bir Ermeni. Zaten travmalarıyla çok sosyal değil. Cami, Kur'an'la kendini kapatmış, inanmış çocuklarının rızkı için çalışmış bir adam. Annemin tek kız, 3 tane erkek kardeşi var. Onlar da hiç görüşmedik biz. Çok az taziyelerde, dayım öldüğü zaman gittik. Niye? Çünkü Urfa'da yaşıyorlardı ve faşistiler ya. Yani onlarla bir bağım olamazdı. Kişisel bağımdan bahsediyorum. Irkçıydılar. Bilmiyorum olmadı yani. Uzun süre merhaba bile vermedik yani birbirimize. Geriye kalıyor benim ablalarım ve çocukları. Bir ablam eşi vefat ettikten 01:36:00sonra Aydın'a yerleşti çocuklar. Çok az görüştük 12 Eylül sonrası. İşte darmadağındık. Habire eşim gözaltına alınıyordu. Evliydim, çocuklarım vardı. Yok sınavları vardı. Onların da bitti iletişimimiz. Arada bir bayramda seyranda merhaba diyoruz. Ama diğer kadınların öyle değildi. Nasıldı, işte kuzenleri vardı, eşleri oldu, hani gözaltından çıktılar. Uzun kalanlar mülteci oldular. Türkiye'de yaşayanlar ya da işte bizim Diyarbakır'da yaşayanlar hani 40 gündü girdik, çıktık. Eşimizin bilmesi gerekmiyor. Ya da resmi dairede çalışıyorlar. Bilmesi kimsenin gerekmiyor. Ben de bunu kitap hazırlarken hissettim yani. Hani konuşmak istiyorum, hatırlatmaları gerektiğini hissediyorum, bir şeyleri paylaşsınlar istiyorum ama kimse sıcak bakmayınca anladım ki bariyerleri var ve ben ısrar edemem yani. Yani herkes kendi doğrusunu yapar ama onun dışında yaşanmışlıkları, çocuklarını yetiştirme şekilleri, duyarlılıkları oturan çok arkadaşım var. Şimdi kimi işkolunda, yani büyük bir işletmesi var. Konuşmak istemiyor çünkü her tür insana malzeme satıyor. Kimisi işte şu ya da bu şekilde özel çalışıyor. Her türlü müşterisi var. Yani bence korku değil ama böylesi bir yaşam şekli onların seçeneği ve saygı duymak lazım. Bir de bizim burada işte o ayrıntılara o yüzden girdim, hala maalesef kadın, kadının yeri evidir mantığı çok ağırdır. Bunu kendi evlendiği arkadaşı olarak bildiği eşi bile böyle düşünüyor maalesef. İşte çocuğum var, çoluğum var, sen nasıl tatile yalnız gidersin? Niye yani ben tatile kadın arkadaşlarımla geldim. Farklı bir doku olsun diye. Olamaz mı? Daha çok yeniyiz yani. Türkiye kadınları daha rahatlar, gerçekten daha rahatlar. Ama hem kadınlardan, feminist 01:39:00kadınlardan, toplumsal aktivite içinde olan kadınlardan hem de Kürt kadınlarından gerçekten umutluyum. Gerçekten de harika kadınlardır. Mesela biz Diyarbakır'da Sur yıkılırken kendi kendine oluşan bir sosyal sorumluluk projesi geliştirdik. Hala Sur'dan burslu öğrencilerimiz var. Evet bir avucuz. Evet bir yani öğretmen kökenliyiz ama yani pandemiden dolayı biraz aksadı ama çocuklar da evdeydiler zaten. Diyarbakır dışında oturan, okuyan, 10'na yakın burslu öğrencimiz var yani. 3 aşağı 5 yukarı hepimiz minik bir katkı sunup bölüyoruz, gönderiyoruz yani. Çok zor bir olay değil. Olay ne biliyor musunuz? Olay sizi hala umut vara götüren bir şey olması. Hala okuyan çocuğumuzun olması. Bakın. Evleri yıkıldı. Yani biz dün Kivork [Knidos] mu-- Burada tarihi bir yer var. Oraya gittik. Ben giremedim. Girip normalde gezmem lazımdı ama yıkıntıya giremiyorum işte. Yaşanmışlıkları görüyorum. Travmalarım var çünkü ama hala çocuklarımızın okuyor olması çok güzel şeyler.

01:40:47 - 2010 Referandumu

Play segment

Partial Transcript: 2010 Referandumu Sonrası Biz dava açtık. Yargılanmalarını istedik. İşkenceleri yazdık. Bize dediler ki yaklaşık 25 yıl geçmişti herhalde üzerinden. 78'liler Vakfı öncülüğünde yaptık bunu. Dediler ki vücudunda işkence izini rastlanmadı. Kimse bizi kontrol bile etmedi yani. Dava düştü, kimse ceza almadı yani. Ama olsun biz gene davayı açtık, sonucu bizde. Fakat şu anda iştemesela Kavala için ne yapıyorlar? İnsanlar, yurt dışından insanlar tahliyesini istiyor ama yok yani. Çünkü yüzleşmek bir meziyettir, ahlaki bir duruştuk, hukuktur. Hukuka inanmaktadır. Ama yok, yok öyle bir şey. Onun için biz-- Öyle bir sonuç bekliyorduk zaten ama dedik ki "söz uçar, yazı kalır." Bu yazı kalsın bizde ne olur ne olmaz.