Mehmet Erdal 2

Museum of Historical Justice and Memory

 

Transcript
Toggle Index/Transcript View Switch.
Index
Search this Index
X
00:00:01 - Denizli Cezaevi'ne Götürülüş

Play segment

Partial Transcript: Şimdi biz yakalanınca bizde yaralılar var. İkiye ayırdılar. Ben, bir iki arkadaş daha. Yani adlarını veririm. Biri bizim Halil Öter'di. Bir de Hüdayi Muhan diye bir arkadaş vardı. Onların ikisi de yaralıydı. Biz Denizli'den arandığımız için bizi Denizli bölgesine götürdüler. Diğer arkadaşlar işte Süleyman Oktay ve diğer arkadaşlar Uşak'tan aranıyordu. O dönemde hani şey var, sonuçta devlet o idari bölünmeye uyuyor. Denizli'den arananlar Denizli Emniyeti'ne götürülüyor. Uşak'tan alınanlar Uşak tarafına gidiyordu. Biz önce Kutlubey'e, karakola gittik. Oradan Çal Karakolu'na, oradan Denizli merkezdeki jandarma karakolu vardı. Oraya gittik. Oradan bizi doğru şeye, İzmir Emniyet Müdürlüğüne gönderdiler. Ben işte toplam 66 gün o süreçte kaldım. Nisanın yirmi küsürleri, 20'si, 21 belki de 22'si bilemiyorum tam onu ama hafızamda 66 gün kalmıştı. Biz jandarma ve emniyet sürecini yaşadık sonra tekrar Denizli'ye sevk ettiler ve Denizli'de tutuklamamız oldu. Denizli'nin kapalı cezaevine. Bu sefer firar ettiğimiz cezaevine tekrar geldik.

00:01:23 - İşkencelerin Başlaması

Play segment

Partial Transcript: Tabii şöyle var. Denizli Cezaevi'nde artık eski cezaevi değil. Mesela 12 Eylül günü müşahededeki, 12 Eylül sabahı müşahededeki arkadaşları bir koridor yapıyorlar koğuşlara kadar. Diyelim ki belki 100 belki 150 tane jandarma, gardiyanlar. Diyorlar ki "hadi buyurun." Burada ben içeri girdiğimde arkadaşlardan anlattıkları hepsini eziyorlar. Yani 12 Eylül sabahı Denizli Cezaevi'ndeki tüm siyasi, sol siyasi mahkumları bir kere tabiri caizse silindir gibi eziyorlar. Hepsini parçalıyorlar. Bu sefer adli mahkumların, faşistlerin içerisine o karıştır, marıştır hikayesine koyuyorlar. Biz gittik işte Nisan'ın 20'si, 22 belki 22'si. Bilmiyorum. 66.günde vardığımızda şey diye karşılandık, "Ooo Denizli Valisi hoş geldi" dediler. Tabii eski gardiyanlar bu kez, hepsi biraz ceberuttu. Öyle söyleyeyim daha önce hani abiydik, başka şeydik; dertlerini anlatırlardı ama bu sefer artık hepsi eli sopalıydı. Yine karıştır marıştır olayı vardı. Denizli Cezaevi'nde bizim biraz sayımız fazlaydı. Çok sıkışıktık. Yerlerde insanlar yatıyor. T tipi cezaevinde. Mahkum koyma sınırın belli senin. İkili ranzalar sistemi var ama şeylerde bile, neydi o, koridorlarda bile yatıyorsun. Yani 3 bölümüz, 3 bölümde 5 koğuş var. Her koğuşun bir koridor kısmı var. Orada millet yerlerde yatıyor. Dolu. Yapacak bir şey yok. Her gün onlarca insanlar getiriliyor. Biz orada ilk dönemde biraz şey yaptık, ciddi olarak baskı altına alındık. İşte İstiklal Marşı okuma vesaire. İşte bunlara karşı bizim tepkimiz şeydi 00:03:00 yani belki ilk günden "hayır" demedik. Ama süreç içerisinde biz bunların hepsini ekarte ettik. Bir süre sonra mesela orada faşistlerde bir sebep oldu. Ciddi bir, faşistlerin bir kısmına ciddi bir dayak çektik. Sonra sonbaharda bu kez ne yaptılar--. Bizi tekrar müşahedeye aldılar. Bir grup arkadaşı. Hepimiz birer, o eskiden kaçmayı düşündüğümüz hani aşağıya ineriz de oradan kaçarız dediğimiz hücrelerde bu sefer bizi iyice ezdiler. Ertesi gün de bana bir havuz sefası çektirdiler. Tabiri şöyle, sabah ezanında aldılar. Artık bir, bir fatura kesecekler havuz var, Denizli Kapalı Cezaevi'nin şimdi yerinde otopark vardır da. Yeşil alandır üstü. İçeri sokturlar omuzlarımızı. Elde sopa. Sonra bütün cezaevi avlusunda bir meydan dayağı yaptı, bütün mahkumlar şeyden bakıyor. Yani onlar bekliyorlar ki işte ben "yandım Allah filan" bağıracağım neyse. Sonra tekrar müşahedeye geçildi.

00:04:09 - Açlık Grevi Kararı, Buca Cezaevi

Play segment

Partial Transcript: Biz sonra belki Türkiye'nin ilk açlık grevini yaptık. 81 sonbaharında. 9 buçuk gün. Son 7 günü aştık. Son 2 buçuk gün susuzdur ve 9 buçuğuncu gün bu sefer askerler geldi. Ula hakikaten bunlar ölecek diye. Çünkü bu suyu kontrol ediyorlar, bakıyorlar ki bir yudum su içilmemiş yani 3.gündeyiz. Dudaklarımız bizim patlamıştı. Dedik ki ya bu bu, buna bir son verelim. Bu işi bitirelim." Bir 9 buçuğuncu günde de askerlerin soluyla, biz neyi şikayet ediyorsak bunu çözdüler. Çünkü başımızda bir Mehmet Kuzu diye bir psikopat vardı. Bunun oğlu da aynı zaman Isparta Cezaevi'nin müdürüdür. 80'lerde Isparta Cezaevi bela bir yerdir. Yani mahkumlar arasında herkesin gitmek istemediği bir yerdir. Oğlu şey, tam bir despot. Babası, kendisi de alkolik bir despottu. Ama bizim o açlık grevinden sonra bizim askerlerin işte belki askerler bilemiyoruz belki de demokratlardı, bilemiyoruz. 12 Eylül'de. Biraz onların da baskısıyla. Bizim haklarımız-- Neler şikayet işte dayak kalkacak, işte şu olacak bu olacak filan. İşte yolsuzluklar, çay ocağındaki yolsuzluklar bitecek, yemekler düzelecek işte kitaplar alınacak gibi. Birtakım talepler kabul edildi ve ondan sonra biz 83'ün Şubat veya-- 82'nin pardon, 81 sonbahardan önce 82 Şubat veya Martında Buca'ya sevk edilinceye kadar rahat bir dönem yaşadık. Şeyde, Denizli Cezaevi'nde. Sonra biz hepimiz Buca'ya gönderildik. Devrimci Yolcular olarak.

00:05:40 - İşkenceler ve Sorumlular

Play segment

Partial Transcript: Tabii yani bir kere Kutlubey'de ilk alındığımızda iyi bir sopa çektik. Mesela ben kalpte hala benim gerçi aileden kalma bir ritim bozukluğu vardır da. Ciddi olarak kaba dayak yedik. Çal'da keza öyle. Şeyde, Denizli'ye geldiğimizde karakolda bunu davranmadı. Çünkü orada ben hala anarım, Ertan 00:06:00diye bir başçavuş vardı. Yani belki adamdan kaynaklandı. Silah kaçakçıları filan hepimiz karakoldayız. İnan hiç orada bir şey yaptırtmadılar. Sonra şeyde, İzmir'e geldiğimizde evet o zaman bizim meşhur, siyasi komiser vardı. Muhlis Cincibir. Rahmetli olmuştur sonradan. İlginç bir adamdı. Kendisini sosyal demokrat olarak tanıtırdı. Sonra otobüs yazıhanelerinde çalışmış hep kendisini öyle sosyal demokrat biri olarak tanır ve bizi anladığını söylerdi. O aslında sorgu ekibinin başındaydı. Muhlis Cincibir. Yani ben İzmir'de hep falaka yedim. İyi de falaka attılar. Ama onun dışında mesela başka arkadaşlar çok daha ağır işkenceler olduğunu ben biliyorum. Bana dersen, falaka dışında, kaba dayak dışında bana yönelik bir şey olmuş mudur? Hayır. Bana yönelik bir şey olmadı. Öteden beri şey, kaba dayak ve falaka. Tabii Muhlis Cincibir'dir. Muhlis Cincibir'i herkes Ege'de bilir. Yani git eski, 80 öncesi bütün siyasi gruplar bilir. Kendisini sosyal demokrat olarak tanımlayan biridir. Denizli Cezaevi'nin bütün gardiyan kesimi de kendisini sosyal demokrat olarak nitelendirir. Hatta 91'den sonra bunların çoğu CHP'de çalıştılar. Ve bunlar iyi dayakçıdırlar. Yani isimlerini, şeyi çok dillendirmiyorum ama biz tek tek biliyoruz. Hepsi bunların CHP kesimiydi. İzmir'de işte ifadeler alındı biz sonra yine 3'müz, Hüdayi, Halil ve ben tekrar Denizli Cezaevi'ne gönderildik. İfadelerimiz alındıktan sonra. Denizli şeye Adliyesi'ne oradan da içeriye girdik. Yani orada aynı benzeri yani muhtemelen, olayı dayak yediği anda bilemiyoruz ama Halil'le Hüdayi'nin de onlar biraz yaralıydı. Zaten kurşunla yaralanmışlardı. Yine kaba dayak ve falaka yemişlerdi. Onun ötesinde şimdi hatırlamıyorum yani bir elektrik yemişler midir başka diğer arkadaşlar gibi elektrik verilmiş midir onu bilmiyorum. Ama kaba dayak en çok nedir, işte hayalara vurulma işte kaburgalara vurulma en çok da kalbe vurulmadır. Şiddet orada uygulanır çünkü. Direnci orada kırabileceklerini düşünüyorlardı. Bir de falaka. Bunu biz ilk Muraca'da yaşamaya başladık. Yani bu işi bilenler dizleriyle sürekli kalbe çalışırlar veya yumrukla kalbe çalışırlar. Başka hiçbir yere vurmazlar yani yüzüne, gözüne vurmuyorlar. Sürekli kalbin üzerine vuruyorlar. Bir süre sonra çünkü hakikaten dayanması güçleşiyor. Sen nefes alamaz hale geliyorsun ve hep şu korkuyu hissediyorsun. Bunlar öldürecekler beni. Onun için de yumruk ve diz olayı genelde yüze, göze değil hep kalp üzerinedir.

00:08:47 - Yargı ve Hukuki Süreç, Duruşmalar

Play segment

Partial Transcript: Şimdi Denizli'ye geldiğimizde biz şey, silahlı çete üyesi olmak. Ben, sorumlu olmak. Sorumlu çete unsuru olarak yargılandım. O zaman tabii 146 vesaire ilk madde savcılıkta söylenmiyor şu mudur diye. O nedenle, silahlı 00:09:00 çatışma ve silahlı işte anarşist. Öyle diyorlardı ya o dönemde. Örgüt üyesi olmaktan tutuklandık. Avukat bize ne zaman geldi-- Valla çok sonra yani ne zaman geldi, herhalde 81'in yazlarında, yaz ortalarında. İşte bizim eşim filan geldi, annemgil geldi. Ondan sonra daha dava falan açılmış durumda değil. Dediler ki bir avukat bulalım. Hani itirazlar falan olacak ya. Yasal prosedür gereği. "İyi o zaman" dedik. Bir vekalet gönderdik. Valla İzmir'e gidinceye kadar sanırım bir kez avukatımız bizim yanımıza geldi çünkü İzmir'den biz avukat bulmuştuk. Denizli'deki avukatın faydası yoktu. İzmir'e bütün Ege bölgesi, Ege'de toplanıyor idi. Ama İzmir'e geldikten sonra işte rahmetli Kemal Kırlangıç vardı. Şimdi Esen Yücel vardı. Gültekin Savuroğlu vardı. Bunlar hep bizim sol siyasi mahkumların-- Mesela Kasım vardı bu Sosyalist Vatan Partisi çizgisinde bir arkadaştı. Onlar bizim davaları üstleniyordu ama bizim avukatımız ben hiç unutmam rahmetli Kemal Kırlangıç'tı. O bizim davaları almıştı. Şimdi 81'de ilk yaz aylarında avukat geldi ama biz hala davaya çıkmıyoruz. Mesela o zaman Sıkıyönetim savcısı gelmişti. O daha çok geliyordu çünkü şey itirafa zorluyordu insanları. Mesela 81'de bizim Denizli Cezaevi'ne geldiklerinde herkese sordukları şu. "Mehmet Erdal aleyhine ifade verir misin?" Çünkü daha sonra arkadaşlar o savcının ki Askeri Yargıtay'a üye olarak gitti. Böyle dediğini de dilekçeyle Ege Sıkıyönetim Komutanlığı'ndaki mahkeme duruşmalarına sundular. Yani şu savcı geldi, bize baskı yaptılar. Bizden bunu istedi. Biz de "hayır" dedik diye vermişlerdi. Biz Buca'ya geldik hala dava yok. Daha sonra 82'nin sonlarına doğru bizim dava dosyası, iddianame hazırlandı ve geldi, gördük. 146'ya 1 bizim için istenen, bir kısım arkadaş için 146'ya 3. O zaman biz merak ettik. Hakikaten ne bu 146? Bir baktık işte Talat Aydemirlerden başlıyor, pek çok insan bizden önce yargılanmış. O sıra avukatlar şeyi getirdiler. Ankara'daki arkadaşlar 146 konusunda ne düşünüyor? Bizim içimizde ilk tartışma o zaman başladı zaten. Biz 146'dan yargılanırken kendimizi nasıl savunacağız? Bütün sorun bu. O konuda bizim, benim veya benim gibi düşünen bazı arkadaşların tavrı şeydi ya çıkalım, Devrimci Yolu savunalım. Ama o zaman ya işte örgüt değiliz. Genel merkez tavrı bu 00:12:00 doğrultuda. Örgütlenemedik çünkü örgütten biz partiyi anlıyoruz. O çok genel bir yaklaşımdan yola çıkarak şey yapıldı. Ve biz mahkemede ilk sorguya kadar bu konuyu bir şekilde çözemedik ama ben mesela ilk yazılı verdim. Orada örgüt değiliz tamam ama biz Devrimci Yol olarak halkız kardeşim, bizi halk yargılasın. Yani şöyle bir şey. Tamam hukuken örgüt değiliz ama bir de biz Devrimci Yol' uz kardeşim. Varsa bir suçumuz halk bizi yargılasın türünden. Ruhunda ikili bir tarzda savunma olan ifadeler verdik. Nerede yargılandık? Ege Ordu Sıkıyönetim Komutanlığı'nda 2 numaralı mahkemedeydik biz. Bizim mahkememiz aslında şeydi, bir denizci albayın olduğu bir mahkemeydi. Daha sonra Sıkıyönetim Komutanlığı bu mahkemeyi feshetti. Çünkü şeydi oradaki albay, denizci biraz demokrattı. Urla davasında, bizim arkadaşları tahliye ettiği için ertesi gün feshettiler mesela. Bu mahkemeyi iptal ettiler, yeniden kurdular. Onun başında sivil olan da bizi dinliyordu mesela, itirazlarımız olunca kayda giriyordu veya şeydi yani anlatın diyordu, rahat bırakıyordu. Ama mesela 1 No'lu da bu kadar rahat değildi. Bunun hakkını vermek lazım. Biz nereye kadar o duruşma-- Biz birkaç duruşmaya çıktık. Belki 2 duruşma çıktık. Çok fazla hatırlamıyorum. Son tek tip elbise direnişi başladı bizde. Ondan sonra zaten "biz bu elbiseyle çıkmayız" deyip elbiseleri mahkeme sonunda yırtmaya başladık ve bütün duruşmalar bizim gıyabımızda yapıldı. Biz ceza alıncaya kadar bir daha mahkemelere hiç çıkmadık. 82'nin sonlarında dava başladı biz 82, 83'te belki birer-- En fazla 2 duruşmaya katıldık.

00:13:26 - Tek Tip Elbise Direnişi

Play segment

Partial Transcript: Sonra tek tip elbise direnişi başladı bizde. Ondan sonra zaten "biz bu elbiseyle çıkmayız" deyip elbiseleri mahkeme sonunda yırtmaya başladık ve bütün duruşmalar bizim gıyabımızda yapıldı. Biz ceza alıncaya kadar bir daha mahkemelere hiç çıkmadık. 82'nin sonlarında dava başladı biz 82, 83'te belki birer-- En fazla 2 duruşmaya katıldık. Bizde 83 Şubatında Buca'da tek tip elbise direnişi başlamıştı. Bizi mevcut, adli mahkumları olan koğuşlardan aldılar. Bak 83'ün Şubatı veya Martı. Ama Nisan değil. Müşahedeyeler tıktılar. Sordukları soru şu, "Elbiseyi giyecek misin, giymeyecek misin?" Giymem diyenler müşahedeye gittik. Giyerim diyenler adli koğuşlara tekrar geri döndüler. Ve biz o andan itibaren artık 83'ün Şubat, Martından bahsediyorum. O 84, sizin o açlık grevleri olayları bizim çok sonradan, müşahededeyken, eski bölümdeyken 39 gün açlık grevine destek verdiğimiz bir eylemdir. O hani Dev-Solcu arkadaşların, TİKB'li arkadaşların öldükleri eylemi kastediyorsunuz siz. Biz ondan önce 83 Şubatında bizim Buca'da tek tip elbise olayı, uygulaması ve buna karşı direniş başladı. Yani biz orada Egeliler büyük ölçüde kitlesel tepki gösterdik. Biz de elbise giyen çok azdır.

00:14:49 - Devrimci Yol Davası ve Geliştirilen Savunma Stratejisi

Play segment

Partial Transcript: Ben Denizli Devrimci-Yol 1.davayımdır. Benden 2 yıl sonra ikinci bir Devrimci Yol davası-- Çünkü şey, Denizli'de Devrimci Yol grubu mücadeleyi sürdürdü. 82, 83'lere, 84'lere kadar sürdürdü orası. Ben 1.davasının 1 00:15:00 numaralı sanığıyım. Onun dışında Uşak Devrimci Yol, bizimle aynı çatışmada yakalanan arkadaşlar işte Süleyman Oktay ve diğer arkadaşlar Uşak davasında yargılandılar. Sonra Ege Devrimci Yol davası vardır. E, Tariş davası vardır. Gültepe davası vardır. Vardır da vardır yani Muğla davası vardır, Balıkesir davası vardır. Farklı davalar var. Benim yargılandığım dava, Denizli Devrimci Yol 1 numaralı davadır.

Dışardan hani yakalandık ama o dönemde kişilerin eğer itirafçı değilse birbirlerini yargılayıp, hiyerarşiyi yeniden kurması olayı bizim Ege'de yaşanmadı. Dolayısıyla biz içerde mesela benden daha, dışardayken sorumlu olan, Ege sorumlusu olan arkadaş da bizim cezaevindeydi. Biz ona soruyorduk. Yani ne yapacağız burada diye. O sıra işte Ankara'dan arkadaşların, "biz dergi çevresiyiz, biz örgüt değiliz" türünden bir savunma yapılacağını ilettiklerinde şu tartışmayı kendi içimizde yaptık. "Ya niye böyle? Niye biz örgüt değiliz?" Çünkü 146'da yargılanıp yargılanmamak için örgüt olup olmamanın önemi yok. 146'nın özü, senin varlığın devleti ilgaya yeterli mi değil midirdi. İşin doğrusu böyledir. Biz bunlar hep tartıştık. Dolayısıyla örgüt dememizin bize artı getireceği bir şey yok ki. Ama genelden, yukarıdan aşağıya böyle bir şey önerilince eli mecbur. Tamam o zaman buna bir teorik kılıf bulmak lazım. Mesela ben yazılı olarak verdiğim için, 50 sayfalık bir savunma yaptığım için söylüyorum. Biz örgütten partiyi anlıyoruz. Parti olmadığımız için kendimizi örgüt olarak kabul etmiyoruz. Şimdi yani böyle çok absürt bir savunma ama öte yandan çıkıyorsun. Biz Devrimci Yol'uz, biz halkımız için mücadele ettik. Mesela ben şöyle diyordum, bütün bunlar benim için yapılamaz şeyler değildir. O koşullarda bütün bunlar doğru olan şeylerdi. Ama işte soygunu yapmadım ama bütün öbürküleri yaptım. Cezaevinden kaçtım, anti faşist mücadeleye katıldım, dağlara çıktım vesaire vesaire. Her neyse. Bütün bunları anlatıyorsun. Aslında sen gerçek, nesnel olarak örgütü anlatıyorsun ama savunmaya geldiğinde örgüt değiliz diyorsun. Bu, bu bir absürttü. Bu bizim arkadaşlarımıza daha sonra birtakım sıkıntılara yol açan aslında bir tartışmanın başlangıcıydı. Bana göre örgüt demenin, 146 ile yargılanıp yargılanmamanın hiçbir alakası yoktu. O denklem yanlıştı. Bana göre. Örgütüz arkadaş deyip ama 146'dan yargılanmamız için gerekli, yeterli değildir bu. 146 başka bir şeydir. Denizler için de. Mesela bir tek ben yazdığım için söylüyorum, hala söylüyorum. Bir tek bunu soka soka Talat Aydemirler olayı sokulabilirdi. Nitekim onlar 146'ya 1'den yargılandılar. Çünkü onlar silahlı külahlı, arkalarında askeri güç var. Adam resmen iktidarı almaya teşebbüs ediyor. Ama ne Denizlerde ne bizde 00:18:00iktidarı almaya müsait. Dolayısıyla kanunun gereğini yerine getiren bir hal yoktu ki. Biz bu çerçevede savunma yapabilirdik. Kısmen yaptık ama dediğim gibi, "örgüt değiliz ama" diye başladık.

00:18:13 - Aile Fertlerinin Gördüğü İşkence ve Baskılar

Play segment

Partial Transcript: Ya eşim ben yakalandıktan çok sonra Denizli'de alınmış. O zaman eşim 2.kez hamileydi. O, bu Uşak'ta işkencede-- Tabii bir de bizim kız var, büyük kız var. Ayşe Zeynep. 78 doğumlu. O daha bebe. Onunla birlikte yakalanıyorlar bir ev baskınında. Eşim orada, dayakta, işkencede 2.çocuğu düşürdü. Mesela Ayşe'de hala o travma vardır. Ayşe'ye diyorlar ki o dönemde, "Sen vur bunları." O da "Vurmam" diyor. Daha bebe düşünsenize. 3 yaşında çocuk. Polis baskı yapıyor hani annene vur, ona vur diye. O da "vurmam" diyor. Sonra eşim tabii bırakıldı, şeyde. O bana göre çok daha dirençli çıktı. Ve Akhisar'a. Göçmendir o. Makedon göçmeni. Ailesinin yanına döndü ama 81 yazında bizim yanımıza gelmeye başlamıştı annemle birlikte ve bir de kardeşlerimle birlikte. Ve o Akhisar'da kalmaya devam etti. Bizim ailede bir tek babamın ilk çocuk yani ikinci eşinin ilk 5 çocuğundan dolayı bir mesafe koyma vardır ama benim anamdan olan 6 kardeşte mesafe koyma yoktur. Aksine onların hepsi bugün-- Mesela benim küçük kardeşim geçen Almanya, şey 2016'da Almanya'da ölenlerden biridir. Bu, Mahmut Mehmudyan'la birlikte Malatya bölgesinde gerilla birliğinin üyelerinden biridir. Settar diye biliniyor. Musa Erdal. Benim o küçük, bizim 10 numaradır o. E diğer kardeşlerim de yani şeydir, bize uzak değildirler. Onu ifade edeyim. Yani aileden, gerçek anlamda söylüyorum. Bu aileden bize yönelik negatif bir tavır yok. Eşimin ailesinden yana da yok. Çünkü onun zaten iki kardeşi de Halkın Kurtuluşu davası, eğilimindeydiler. Bir de Akhisar'ın havasını biliyorsunuz. Akhisar genelde şeydir. Anti faşist potansiyeli olan bir yerdir. Ama köyde ne oluyor-- Benim o dönemde tabii, kaç numaraya, 7-8-- 9 numaraya bir medyan dayağı çekiyor köylülerin bir kısmı. 12 Eylül'ün o hengâmeli günlerinde. O evet faturayı bir şekilde ödüyor. Annem ciddi baskı görüyor. Çünkü şey ben yakalandım ama benim küçük kardeş hala firar. Çünkü o da Salihli Cezaevi'nin 80, 18 Eylül, 18 Mayıs'ında kaçanlardan biridir. Musa. O da firardı. O da Devrimci Yol hareketi içinde yer alan bir arkadaştı. Ondan dolayı Musa şeye kadar, cezaevinden kaçtıktan sonra asla yakalanmadı. İşte Suriye, Malatya. Oralara gelip 00:21:00 gitmeleri var. Evde baskı annemin üzerinde var ama annem iyi dayandı.

Uşak'ta alındı. Uşak'ta merkez. Hani ben kırsal kesimde yakalandım ama evi evi evi vermedik. Evde eşim yaşıyor. Sonra başka evlere geçiyor. Sonra bir operasyonda, Uşak'ta daha arkadaşlar var ve bir kısmı yakalanmadı mesela. Onlar yurt dışına çıktılar. Eşim bir operasyonda Uşak'ta gözaltına alınıyor. Emniyete, Uşak merkez emniyete götürülüyor. İlk sorgular orada yapılıyor ya. Orada işte hamile, bebeği düşürme olayı orada oluyor. Sonra onu orada bırakıyorlar.

00:21:35 - Hapishane Görüşleri ve Ziyaretler

Play segment

Partial Transcript: Tabii tek tip elbise direnişine kadar ziyaretler oldu. Ne zaman--. Bir açlık grevine gittiğimizde. Mesela Denizli'ye açlık grevine gittiğimizde bir, öyle bir yasak getirildi. Onun dışında sorun yoktu. Sadece uzak. İzmir'den hani Manisa'dan çıkıp geliyorlar. Denizli'de o zaman yakın bir yer değil. 3-3 buçuk saatlik yol var. O in, bin ile 5-6 saati bulan bir mesafe. Sonra geri gitmeleri lazım. E Denizli'de kalacak yerin olması lazım filan. Ziyaretlerde bir sorunumuz yok. Ama ne zaman? İşte 83'te tek tip elbise direnişi başladıktan sonra biz 86'ya kadar belki hiç ziyaretçi görmedik öyle söyleyeyim. Biz 3-4 yıl sürekli tek tip elbiseden dolayı hep ceza aldık zaten. Yani 15 gün ceza aldık çıktık. Tekrar dayak yedik. Ve bu birkaç yıl süren bir olaydı. Yok işte kızımı Denizli Cezaevi'ne girdikten sonra gördüm. Buca'da geldiğinde gördüm sonra tek tip elbise direnişi bittikten sonra gördük. 86'dan önce, 84'te Özal bu açlık grevleri olduktan sonra var ya ortam biraz gevşedi öyle ifade edeyim. O ölümlerden sonra biraz ortam gevşedi. Mesela açık görüşte bize Buca'da bir gün şey vermişlerdi, demir parmaklıkların arkasında eşim, kızım, annem vesaire herkes öyle. Biz de böyle sıraya dizilmiştik. Böyle bir açık görüş vermişlerdi. 84'ün sonu olabilir, 85 olabilir. Çok net hatırlamıyorum. 86'da değil ama daha önceki dönemde.

00:23:19 - Tahliye Süreci

Play segment

Partial Transcript: Ben 91'in 1 Ağustos günü çıktım. Çünkü müebbet almıştık ceza. Hani Özal o 12 şey, 12 Nisan 1991'de bir anti terör yasası, infaz yasası çıkardı. Ama bizi muaf tutmuştu ya bizi ve 125'likleri. Ve bazı suçları. Sonra biz Anayasa Mahkemesine gittik. Ama 125'ten, maddeden dolayı başvuru yapılmamıştı. Biz 1 Ağustos günü çıktık. O aslında hafızada hep 1 Ağustos Genelgesi olarak adlandırılır. Doğru değil. 12 Nisan 1991'deki infaz yasasının eşitlik açısından Anayasa Mahkemesi'ne-- Yekta Güngör Özden 00:24:00vardı. O dönemde. O mahkeme tarafından bizim lehimize şey yapılmasıyla, mahkemenin sonuçlandırılmasıyla biz 1 Ağustos günü dışarıya çıktık. Nazilli Cezaevi'nden çıktım ben. Tabii 91'in 1 Ağustos günü çıktık biz. Biz resmen-- Biz mesela hep hani cezaevinden çıkanların şöyle bir hayali vardır. Biz 86'da ilk infaz yasasından çıkanlardan bu hayali kuruyorduk. Ben o zaman Şirinyer Askeri Cezaevi'ndeyim. 86'da. 86 Mart'ı mı ne. Özal bir infaz yasası çıkardı ya o 5 yıllık cezalar için. Hep herkes şöyle hayal eder. Şimdi siyasi mahkumun rüyası budur. "Dışarı çıkacağız, herkes davul zurnayla bizi karşılayacak." Tabii dışarı çıkanlar böyle, asla böyle karşılanmadılar. Ve bize daha sonra bunu anlattılar. Hatta diyorlardı ki "ulan lanet olsun, keşke çıkmasaydım, dışarısı çok kötü." Ama 91 Şubat'ı şey 91 1 Ağustos'unda başka cezaevlerini bilmiyorum. Biz Nazilli Cezaevi'nden adımımızı attığımızda hakikaten bu hayal ettiğimiz olay vardı. Davullar çalınıyor, zurnalar öttürülüyordu. Yüzlerce kişi. Yani bizim arkadaşlar işi iyi örgütlemişlerdi. Bugün hepsini hani şey yapıyoruz, çok farklı yerlerdeyiz bazı arkadaşlarla ama o, o birlikteliği sağlamışlardı. 91'in 1 Ağustos günü. Ve biz çıktığımızda gözümüze inanamıyorduk. İşte analarımız orada, eşler orada, çocuklar orada, akrabalar orada. Ve bizim daha önce tahliye olmuş arkadaşlarımız orada ve davullar çalınıyor. Nasıl hoş bir manzara bu. 1 Ağustos günü böyle çıktık. Sonra tabii doğru İzmir'e gittik. Ondan sonra bize gerçek hayat başladı. Tabii hiç de iyi bir hayat değildi. Yani açıkça söyleyeyim. Hani özgürlük güzel bir şeydi ama ilk günkü hayal 1 günlüktü. Ertesi günden itibaren gerçekler seni bekliyordu.

00:25:51 - Dışarıda Hayat, Geçim Kaygısı, Zorlanmalar

Play segment

Partial Transcript: Bir, şimdi evliyim. Eşim bir kooperatifte çalışıyor. Ve ben çıktım, işsizim. Ev kira. Cepte 5 kuruş para yok. Mesela şimdi ben o bölümleri, gün gün tuttuğum notları yayınlıyorum da mesela nisan ayında şöyle yazmışım, 1'inde. Kardeşim nişanlanacak. Eşimin yeğeni düğünü var. Oraya gidecek elbise ve para cebimizde yok. Hatta şey yazıyorum. "Ulan çıkmak mı doğru, çıkmamak mı?" Keşke çıkmasak. Hakikaten çıkmıyorum ve seviniyorum ben. Nisan ayındakinden bahsediyorum. Dışarı çıktık. Küçücük tek gözlü bir evde. Bir ev sahibinin avlusunda. O imkanlarında ev tutmuş. Eve izinli giriyorsun. Akşam oradasın. Ertesi gün sokakta serseri mayın gibi dolaşıyoruz. Bizden önce çıkan arkadaşlarımız var. Herkes tabii herkes kendi gücü doğrultasında bir şeyler yapılmış. Ve 1 Ağustos gününki karşılama yok artık. Yani mesela hep içimizde ukdedir. Ya neyse 00:27:00madem konuşuyoruz, söyleyelim. Şimdi çıkıyoruz, dışarıya birinin kapısını çalıyoruz. Soru şu: "Ne düşünüyorsun?" Sorulan soru aslında siyasi olarak ne düşünüyorsun. Tabii biz de düşünüyoruz ki "ya bu ev kirası nasıl ödenecek, şimdi işe girmek lazım, hanım tek başına çalışıyor, çocuk okulda, bekar arkadaşım yok ki ben ne halt yiyeceğim bu saatten sonra." Hiç kimse demiyor ki sana Mehmet yav arkadaş senin işe ihtiyacın var mı? Demiyor, böyle bir şey yok. Herkesin sorduğu şu, ne düşünüyorsun? Ve bunu soran bütün arkadaşlarla ilişkilerimiz koptu inanır mısınız. Yani siz inşallah yaşamayın ama kim bu soruyu sorduysa 91'den sonra bakın tam 30 yıl geçti bu arkadaşların hepsiyle ilişkiler koptu. Çünkü senin durumunu anlamıyorlar. Yani onlar, yani yaşadığımız dünyada bu kadar--Aynı yerde yaşıyoruz ama farklılar. Senin sorunların farklı. Sen eve ben ekmek götüreyim hanımın parası var 2 gün sonra kavga çıkacak diye düşünüyorsun. Başka bir arkadaş, siyasi olarak sen ne düşünüyorsun diye soruyor. Sonra iş koştuk. Yani o dönemde mesela bir tek arkadaşla, görüştüğüm mesela adını vereyim şimdi Üzüm-Sen'in, Çiftçi-Sen'in yönetimindedir. Adnan Çobaloğlu'yla. Bir başka arkadaşım var Hikmet diye. Mesela onlar tek kapıyı açtılar bana. Dediler ki albüm var, gelir misin bizimle çalışır mısın? dediler. Şimdi dışarı çıkıyoruz ya tabii en azından vefa duygusu veya beklentin var senin. En azından empati kurulması lazım. Çünkü o arkadaşlar da dışarıya önceden çıktılar. Onlar da aynı zorlukları yaşadılar. Mesela 86 infazında çıkan arkadaşları söylüyorum. Hadi aralarda çıkan ufak tefek cezalardan olan arkadaşlar var ama. Ama 86'da asıl gruplardan biri çıktı. En yazından ya arkadaş şunu sorması lazım. Ya "İşsiz misin? İşe ihtiyacın var mı? Cebinde paran var mı?" ya "Evde nasıl eşinle dostunla kavga gürültü vesaire?" Bir kere günlük yaşama dair sorular sorulmasını bekliyorsun ama yok. Dolayısıyla sen şeyi görüyorsun, dışarıda insanlar yani kendi içlerinde belli bir dayanışmaya gitmemiş değiller ama bu artık bölünme süreci başlamış ve herkes daha böyle dar çevreler içerisinde yaşıyorlar. Ve sen bakıyorsun. Kim sana kapıyı açar? İnanır mısın bir tek demin ismini verdiğim arkadaşlar. O zaman ikisi albüm çıkarıyormuş. "Mehmet katkıda bulunabilir misin?" dediler. O zaman kardeşim yurt dışında artık 86'da yurtdışına kaçak gidenlerden biriydi. Ben aradım "Musa" dedim "böyle bir şey var." Bugünkü parayla 5 bin lira para. O zaman işte mark göndermişti. Ben onu koydum arkadaşlara. Orada albümde çalışmaya başladık. Bir şekilde öyle girdik. Ama bir süre sonra tabii o da yürümüyor. Yani herkesin hayata bakışı ve beklentileri farklı. Dolayısıyla oradan ayrıldık.

00:29:55 - İHD'nin Destekleri, Psikolog ve Çeşitli Dayanışma Ağları

Play segment

Partial Transcript: Sonra ne yapacağız biz? Ama öbür tarafta bir şey var, güzel bir şey. O dönemde bu İnsan Hakları Derneği, bu Birleşmiş 00:30:00 Milletlerle hepimizi yani daha önce söyleyen arkadaşlar oldu mu bilmiyorum ama hepimizi doktorlara. Mesela bir psikologdur, kulak burun vesaire. Göndermişlerdi. Hatta o zaman Hüsnü diye ben hiç unutmam bir psikolog vardı. "Ne düşünüyorsun?" dedi. Ona aynı şeyleri söyledim. "Bak" dedim "böyle boktan kötü şeyler var, bir de senin gibi adamlar var." Bu iyi bir şey. Yani bizim sizlere en azından sağlığımız için gönderilmemiz güzel bir şey ya. Ya bunlar umut verici şeyler ama bir de öbür taraftan benim eve ne götüreceğimi hiç sorgulamayan da arkadaşlarım var benim. Yani sormuyorlar. Ee Mehmet-- Bugün ekmek yiyecek misin? Paraya ihtiyacın var mı? Minibüs parası var mı cebinde diye sormuyorlar. Ama ne soruyorlar "ne düşünüyorsun?" İşte "askere gidecek misin?" Mesela en önemli sorulardan biri. Ben hiç lafı esirgeyen adamlardan biri değilim. "Evet, gideceğim" dedim. O zamanda-- Daha sonra gerçi bedelli yaptık. Son anda frene bastık, kaçtık. Tekrar bedelli yasası çıkınca ondan faydalandık. Mesela o albümden de ayrıldık, sonra ne yapacağız--. İnanır mısın hiçbir şey yok. Bir o zaman tekstil işi yapan bir arkadaşım vardı. Devrimci Halkın Birliği davasından. O ihracat fazlası mal yapıyordu ve bende 5 kuruş para yok. Girdim. O arkadaştan mal alıp pazarcılığa başladım. Tam 25 yıl. Hep, hep şöyle girmiştim. Bir iki yıl yaparım bu işin içinden çıkarım, bir iki yıl yaparım. Valla inanın tam 25 yılımı aldı. 25 yıl sonra pazarcılıktan emekli oldum.

Ya bizim 91'de çıkan arkadaşlara yani şimdi hangi kanaldan geldi bilmiyorum ama dendi ki İnsan Hakları Derneği uğrayın. O zaman Alsancak'taydı yeri. Mesela ben hatırlıyorum. Galiba şimdi Emek Partisi'nde olan bir kız arkadaş vardı orada. İsmini hatırlamıyorum. Biz ona gitmiştik. O veriyor işte. Şu, işte kulak burun şuraya gideceksin. Psikolog şuna gideceksin. İşte kardiyologda şuna gideceksin. Doktorların ismi verilmişti. Zaten doktorların haberi vardı. Biz tabii soruyoruz, "ya para ödeyecek miyiz buraya?" Bilmiyoruz ya dışarıda kurallar nasıl. Yok dedi. Kendinizi tanıtacaksınız, isimler zaten orada var. Ve gittik. Valla ben o doktorların hepsinden çok pozitif tepkiler gördük. İşte hal hatır soruyorlardı. Muayene ediyorlardı ve iyi de doktorlardı benim bildiğim. Çünkü alanında uzman olan kişilerdi, önerilerde bulunuyorlardı, bazen ilaç yazıyorlardı. Sonra biz o süreci öyle atlattık. Mesela ben sağlamdım. Herhangi bir problemim yoktu. Çünkü cezaevinde sürekli zaten spor yapan biriydim. Hala şeyim yoktur, herhangi bir sıkıntım yoktur. En sonda da işte o psikologla. Hüsnü Bey. Adını ben, soyadını bilmiyorum ama genç bir psikologdu. Onunla bir görüşme olduktan sonra tabii o şey önermişti bize. Böyle bir gün terapi yapacağım. "Katılır mısınız?" dedi. Hala aynı şeyi düşünürüm ya. Bu biraz bizim kendimize yediremediğimiz bir durumdu. Başka arkadaşlar katıldı mı da bilmiyorum. Mesela ben katılmamıştım. "Yok Hüsnü Bey sağ olun" dedim. Veya belki 00:33:00oyalayacak bir laf ettim. Hiç bilmiyorum. Ama katılmadığımı biliyorum. Sadece onunla dertleştik. Bana çok iyi gelmişti o. Hüsnü Bey'le dertleşmek. Ondan sonra biz zaten yolumuza devam ettik yani hayata devam ettik. Yani bu konuda eğitim almış yani bu konuda hiçbiri bana önceden nutuk atmış biri değil ama bir psikologla terapiye gitmek sanki sıkıntı verir. Mesela hala öyle. Mesela bunu söylerken bile sıkıntı hissediyorum, terliyorum. Yani sıkıntılı bir durum gibi. Yani pek kabul edilecek bir durum değil gibi bana gelmişti o dönemde. Halen daha böyle bir terapi seansı olsa oraya gider miyim bilmiyorum. Valla bilmiyorum. Muhtemelen gitmem herhalde. Çünkü kendimi sağlıklı görüyordum. Benim dertlerim başkaydı. Yani ben geçmişe yönelik ne anlatacaktım yani. "Pişman mısın?" Hayır. Ben her yerde söyledim. Ben asla pişman olan bir adam değilim halen de değilimdir. Doğru olduğuna inandığımız şeyleri yaptık ve hayat içerisinde yolumuza devam edeceğiz. Bu kadar. Bunun için bir terapiye ihtiyaç var mıydı? Yoktu bence.

00:34:06 - Dışarıda Politik Yüzleşmeler, ÖDP Süreci

Play segment

Partial Transcript: Tabii şimdi şöyle biz, dedim ya 91'de hani dışardaki karşılaştığımız nedenlerle gönül kırılmaları vardı. Dışarda bugün Yeşil Sol'u oluşturan arkadaşların aslında o zaman daha ortodoks daha böyle dogmatik bir çizgileri vardı. Demokratik söylem grubuydular. Aslında bir öncesi hani ben Nasuh Abi'den öğrendiğim bir şey vardır. Mesela hep söylerim. 1 Ağustos günü. Bizim aramızdaki sorunları anlamak için 31 Temmuz akşamına gitmek lazım. 12 Eylül sabahı olanları anlamak için, 11 Eylül akşamına gitmek lazım. Yani bunların birbirinden bıçak gibi kesilebilen şeyler değil. Yani cezaevinde yaşadıklarımızdan dolayı ve bir de dışarda karşılaştıklarımızdan dolayı zaten birtakım bu duygusal kırılmalar filan dışarda ama. Sonra bu ben onun için 93'ün, 91-92-- Evet 93 Eylül ayında bu tarafa, pazarcılık işi için geçtiğimde biraz uzaktım. Yani işin doğrusunu söyleyeyim. Yani bu cezaevinde zaten yeterince birbirimizi hırpalamıştık. Dışarda bir de hırpalamanın anlamı yoktu. Arkadaşlar o zaman şey derlerdi yani "sen kaçıyorsun." Evet ben sahile kaçtım. Pazarcılık işi için, iş için geldim bu Datça tarafına. Sonra bu tartışmalar başladığında bir gün geriye gittik. O zaman İşçilerin Sesi dergisinin bürosunda bu tartışmalar yapılıyor. O zaman kim var, Sedat gelmişti. Ozan Abi gelmişti. Başka yok. Gerisi Ege'dendir. Orada bir tartışma yaptık. Tabii hala şey bazı arkadaşlar hemen sanki akşamdan sabaha hadi yürü denecek ve yürüyecekler. Bana göre çok doğru değildi bu. Ama kendi içimizde bir tartışmanın yapılıyor olması gerekiyor idi. Şimdi o dönemde ben bu demokrasi söylem yani daha sonra bu ÖDP'ye doğru evirilen, arkadaşlara karşı çıkan arkadaşlardan uzak durdum çünkü zaten o kesimle cezaevinden 00:36:00olan bir kırgınlığım var. Ciddi birtakım sıkıntılar var, tartışmalarımız var. Ama diğer kesimle işim gereği çok fazla durmadım. Ne zamana kadar? ÖDP kurulduktan sonra ben Marmaris'te ÖDP ilçe örgütüne gittim, üye oldum. Yani o süreçte ben pazarcılık olduğu için haftada 5 gün bazen 6 gün bazen 7 gün. Sürekli pazar kovalayan bir adamım onu söyleyeyim. Bazen eve aylarca gitmeyen adamım. Çünkü Marmaris bu bölgede pazar pazar koşturuyorum. Bazen arabalarda yatıyorum, bazen depolarda yatıyorum. Ama ne zaman Marmaris'te ben bir depoda kalmaya başladım. Ondan sonra gittim ÖDP'ye üye oldum. Ha tamam orada da birtakım tartışmalar vardı. 2000 galiba 6 yılına kadar (2006) ÖDP üyesiydim. Sonra da ayrıldım zaten. Tekrar sol partiye girinceye kadar. Yani "geleceği birlikte kuralım" dönemindeki tartışmalardan bir tartışmaya katıldım. Ve orada tartışmanın kendisi bana doğruydu. Tartışmadan çıkan sonuçlara dair hep şeyler, karşılıklı spekülatif tartışmalar ve iddialar hep var ola geldi ama ben inan onların hiçbirinde yer almadım. Çok açık söylüyorum. Çünkü nesnel olarak da yer almamıştım. Dolayısıyla bilgim yoktu ama şey, bu karşı çıkan arkadaşlara bir kere mesafeliydim. Hala da mesafeliyimdir. Sonra da o arkadaşlar o eski şey olan, ortodoks olan arkadaşlar bugün tuttular Yeşil Sol'a büyük ölçüde döndüler. Bu da ilginç bir öyküdür. Oğuzhan Müftüoğlu gelmişti. Sedat Göçmen vardı. Onun dışında gerisi biz Egelilerdik orada.

00:37:39 - Yeniden Aile Olma Süreci ve Yaşanan Kimi Çatışmalar

Play segment

Partial Transcript: Şimdi ben dışarı çıktım. Tabii içerde cezaevinde kızımla aram iyi. Çünkü şöyle düşün, 78 doğumlu bir kız. 90 yıllarında buluğ çağında ve çevresindeki oğlanlara aşık. Söyleyeyim. Anasına bir şeyler söyleyemiyor, cezaevinde bana söylüyor. Ben de diyorum ki "Tamam Ayşe sıkıntı yok, ben anneni ikna ederim." Sevda'ya sonra diyorum ki tabii o da bir kız-- Kendisi yapayalnız bir kadın ve bir kız çocuğunu büyütmeye çalışıyor. Bu hakikaten kolay bir iş değil. Muhtemelen çünkü çevrede farklı türden bir sürü baskı var. Ben, eşim anlatıyor ben biliyorum. Yani şimdiki adıyla siz mobbing veya taciz diyorsunuz. O dönemde ciddi sıkıntılar var. Mesela PTT'de çalışıyor, sürülüyor. Onun yanında ecza deposunda çalışıyor, orada da ciddi sıkıntılar yaşıyor. Bunların bir kısmı da şey çok uzak olmayan, çevreden insanlar. Tabii kendi yaşadıklarından hareketle kız çocuğu da var ama Ayşe de o yaşta, kız bunları bilmiyor. Geliyor, anlatıyordu. Ben mesela daha özgürlükçü babayım. İşin doğrusunu söyleyeyim. Ha bugüne döneyim. Mesela kızım der, "siz beni o kadar özgür yetiştirdiniz ki ben kendi çocuklarımı o kadar özgür yetiştirmeyeceğim" diyor şimdi. Çünkü biz hep şey diyorduk ona, mesela bir şey olduğunda "kızım biz devrimciyiz" diyoruz. Mesela o annesinden izin alacağında şöyleydi, biz bunu cezaevinde gazetelerde yazdık o zamanda. Babam izin verdi diyor bir konuda. Ayşe de diyor ki, Sevda da diyor 00:39:00ki eşim "baban" diyor "cezaevinde." "Ben" diyor, "resmine baktım bana göz kırptı" diyor. Şimdi böyle ilginç çocuğun davranışları var. Ama tabii dışarı çıktık, eve girdik. Üçüncü ortak gelmişti. Bir gün şöyle dedi "sen neden çıkıp geldin?" Valla bana bıçak gibi soktu. Şimdi dışarı çıkıyorum mesela Sevda diyor ki, "Babanı gezdir, Bornova'yı tanıt." Tabii 10 yıl geçmiş. Biz 79'da terk etmişiz, 91'de ağustos ayında geri gelmişiz. Ne Karabağlar, Karabağlar. Ne İzmir, İzmir. Ne Gültepe filan. Her yer şeklen de değişmiş. Ve ben dolaşıyorum mesela cezaevinde "Dağ orası neresi" diye hani köy yerinde de gösteririz ya. Ayşe elime vuruyor. Veya ben dışarı çıkmışım, kilo kaybetmeye başlamışım, pantolon bol geliyor. Ne yapacağız? E kemeri sıkacağız. "Baba bunu yapma." Ben de "tabii" diyorum ki. Kız da uyumsuzluklara başlıyor. Gepgenç bir kız var. Bir de paldır pastan bir baba var yanında. Kural mural da tanımıyor. Dolayısıyla ufak bir sürtüşme başlamış ve kızım böyle bir ortamda onu bıçak gibi bana soktu. Tabii aramız sonra iyi oldu, ayrı mesele ama kızın bu tepkisi belki hani kendisi açısından nasıl bunu algıladı. Yani neye müdahil olarak algıladı veya bir yük olarak algıladı veya annesini mi bölüşüyordu buna mı itirazı vardı. Bilemiyorum. Bizim hanımın yorumları çok farklı ama. Ben bu sıkıntıyı yaşadım. Ha sonra biraz kavgalı gürültülü uyuştuk. Neden? Çünkü o hani biz de devreye girmişiz. Mesela hep başarısız bir baba var yani onun gözünde. O cezaevi öncesini bilmiyor. Dağları, şunları bunları bilmiyor ama albüme gitmiş. Orada az bir maaşla eve gelen var. Annesi bütün evin geçimini temin ediyor. Bir şey istiyor babası ona 5 kuruş para veremiyor. Pazar işi öyle. Ticaret şeydir. Eğer aileden devralamamışsan, eğer üç kağıtçı da değilsen çok başarılabilecek bir iş değildir. 3 kere battığım için de biliyorum. Pazarcılıkta 3 kere battım. Sonunda 4. düze çıktım. O da bir Yahudi düze çıkarttı beni. O işin doğrusunu öğretti. Ondan sonra "yürü ya" dedi. Yürüdük. Bugüne kadar geldik. Bir daha batmadık. Ama o dönemde başarısız bir baba var ticarette de ve benden uzun yıllar hiç memnun değildi kızım. Mesela, ben bu tarafa geldim. Annesini ikna etmeye çalışıyorum. O da üniversitede bakın. Diyorum ki "gel hani Datça'ya yerleşelim" filan. O da Başkent Üniversite'sinin şey, ön muhasebesini yapıyor Ege bölgesinin. Ayşe şunu söyledi. "Baba ben senin evi geçindirebileceğini inanmıyorum" dedi. Bu ikinci bıçak sokuşuydu. Neyse. Ya bu çok kötü bir şey. Yani genç bir kız sana bunu söylüyor. Neyse sonra çözdük. Şimdi iyiyiz. Yani 00:42:00 aramız çok iyi, sıkıntı olduğunda arar. Yani baba iyi bir baba çünkü başardık. Sonuçta yani bu pazar işi de olsa başardık. Yani işte geldik bir düzeye çıktık. Eh. Eşin, dostun da itibar ettiği bir babası var. Ekonomik yönden sıkıntıyı aştık. Onu okuttuk. Neyse evlendi onun çocukları var. Şimdi sıkıştığında yardım edebiliyoruz filan. Bunlar tabii hoş şeyler. Dolayısıyla iyidir yani sonuç itibariyle aştık

00:42:30 - Özeleştiriler, Hatalar, Eksiklikler

Play segment

Partial Transcript: Yani ben bir kere bizim çizgi olarak, yani genel olarak sol da ama biz Devrimci Yol olarak bence doğru bir çizgi izledik. Yani şimdi ben biraz da Datça'da mesela aynı tezi savunuyorum. Bu ÖDP sol partiye dönüştürülürken tekrar girdik. Ben partiye katıldığım için aynı tezi savunuyorum. Yani günlük yaşamın dışında bir örgütlenme ve mücadele perspektifi yanlıştır. Biz 80 öncesi Devrimci Gençlik ve Devrimci Yol sürecinde bunu yaptık. Bence bu anlamda doğru bir çizgi izledik ve hızla kitleselleşebildik. İşin doğrusu buydu çünkü. Bunun dışındaki o afaki, çok illegal örgütlenmeler veya çok günlük hayatın dışındaki, çok bürokratik örgütlenme yapılarının sokakta karşılığı yoktur. Bunlar hep belli bir yerde, mesela kitlesel-- Mesela TKP'yi düşünün, sendikalar da hakim ama İzmir'de bir iki Yeraltı Maden-İş, DİSK'in bölgesi onun elinde. Ama asla bir, herhangi bir mahallede etkinlik filan kuramazlardı. Çünkü örgütlenme mantığı olarak yanlıştı. Yani bu anlamda ben kendi hareketimizin bütün eksiklerine rağmen ki bunların bir kısmını ben yaş kategorisinden olduğunu düşünüyorum. Bunu çok açık söyleyen, yazan biriyim. Yani 20'li yaşlardaki bir kişi çok mükemmel, allemi cihan olsa ne yazar ki. Sonra da 20 yaşındaki çocuktur bu. Yani 60 yaşında Mehmet Erdal değil ki 20 yaşındaki Mehmet Erdal. İnançlı. Bildiğinden çok inancıyla hareket eden kişiyiz biz. Ama doğru şeyler yaptığımıza inandık ve yapılması gereken her şeyi yapmaya çalıştığımızı düşünüyorum. Ha buna rağmen eksik ve hatalar oldu ama bunu bize yaptırmayacak olanlar da bizden 3-5 yaş daha büyükler. Onlar da hani çok daha tecrübeli insanlar değiller ki. Dolayısıyla onları da çok ağır eleştirebilmek, suçlayabilmek mümkün değil diye düşünüyorum. Yani bugün aynı hatalar yapılmamalı ama aynı çizgi yani günlük hayatın içerisinde bir mücadele çizgisini esas almalıyız ki biz şey yapabilelim, solu günlük hayat içerisinde somut bir olgu haline getirebilelim. Soyut lafızların ötesine çıkalım. Benim düşündüğüm şey budur. Şimdi 12 Eylül geldiğinde biz tabii hep diyorum ya bugünden geriye bakarak 00:45:00değerlendiriyorsun. Farklı bir çizgi izleyebilir miydik? Evet ama onun için 12 Eylül öncesine, hep söylüyorum, dönmek lazım. Oradaki eksiklikleri görmek lazımdı. Dolayısıyla bu çok şey bir tartışma olacak, çok böyle sübjektif bir tartışma olacak. Ama sonuçta 12 Eylül geldi ve Türkiye'nin tarihi gidişatını değiştirdi. Yani aldılar bizi, bir orta çağın karanlığına doğru yönelttiler ve bugün geldi. Yani bugünü anlamak için 12 Eylül'den bağımsız sadece "işte Erdoğan'ın hatasıdır, yok işte dincilerin hatasıdır." Değil. 12 Eylül'le başlayan süreç bizi bugüne getirdi. Dolayısıyla bugünden geriye dönüş yapmak için köklü bir hesaplaşmanın, dönüşümün hedeflenmesi lazım ki süreç, tarihi gelişim süreci, tekrar, başka bir çizgiye, başka bir yöne doğru evriltmeye şey yapılabilsin, başlanabilsin. Yok şey yok, gidişat değişmez.

00:46:02 - Yüzleşme Yolları

Play segment

Partial Transcript: Ya bunun için ya sadece siyasal bir iktidar değişikliği değil. Bunun ötesinde anayasasıyla, ekonomik modeliyle, toplumdaki işte günlük yaşamda var olan alışkanlıklarımıza kadar, örgütlenmeye kadar. Bence belki bizim kendi içimizden başlayarak söyleme kadar, pek çok şeyin hesaplaşmasını yapmak zorundayız. Yani şöyle bir şey olmaz ya hele bir yani mesela bunu savunmadığım için söylüyorum. "Ya hele bir önce Erdoğan'ı değiştirelim ondan sonra bir şey yapalım." Yok ya. Ondan sonra başka şeyle uğraşacaksın. Çünkü perspektifin o. Dolayısıyla mevcut siyasal iktidara karşı da biz eleştiriyi yöneltirken bunun nedenleriyle birlikte ve alternatifini önerirken çok somut olarak bir program çerçevesinde bunu yapmaya çalışmak zorundayız. Ama eksikliğimiz hala odur. Biz de mesela hala diyoruz ki "bunu yapalım yapalım." Benim bildiğim on yıllardır hala yapacağız. Ne zaman yapacağız? Şimdi işte bu 20'li yaşlarımızdaki hatamız gibi bir hata değil. Biz bugün, eğer bu deneyimle bunu yapmamız gerektiğini inanıyor isek bunu yapmalıyız. Bunu gecikmeden yapmalıyız. ÖDP'de biz bunu yapamadık. Başka sol partiler de broşürler falan yazıyorlar ama bana göre bunun sokakta karşılığı yok. Biz sokakta karşılığı olabilecek olansomut bir programı yapabilmeliyiz. Ama hala bir önümüzdeki 5 yıl 10 yıl bu -cek -cak'la idare edersek hakikaten tarih bizi bu kez affetmeyecek. Mesela ben kendimi 80'lerdeki hatalardan dolayı kısmen affedebiliyorum ama bunu yapmazsak hiç affedemeyeceğim. Çünkü 60 yaşında bunu yapamazsak 160 yaşında mı yapacağız bunu. Bugün yapacağız. Ve bunu yapmak zorundayız.

00:47:43 - Arif Kater'in Hikayesi, İnsanlığa Karşı Suç Olarak İşkenceyi Kavramak

Play segment

Partial Transcript: Ya mesela ben çok daha yani kayıtlarınızda var mı bilmiyorum ama mesela Denizli'de bizim daha sonra babası tarafından öldürülen, çünkü kendini uyuşturucuya veren bir arkadaşımız vardı. Arif Kater diye. Bir de Afyonlu 00:48:00işçi bir arkadaş vardı. 12 Eylül'den sonra buna yapılan, mesela kayıt alıyorsunuz ya söyleyeyim. İşkence anüsten hava kompresöründen hava vermekti. Ve bunların ağzından dışkı çıkmıştı. Mesela bunu yapan o arkadaşlar söylüyordu, eski Kars Ülkü Ocakları Başkanı, 12 Eylül'den sonra emniyete katılan Asker Beyaz'dı mesela. Onun yanında daha başka vardı ama Asker Beyaz adını hiç unutmam. O zaman biz şok olmuştuk. Bunu duyduğumuzda. Ve ondan sonra mesela Arif bizim asla kendine gelemedi. Her şeyi yitirdi. 91'den sonra benim yanımda da bir süre pazarcılık yaptı. Sonra babası onun yarı mafyavari biriydi. Babası böyle bir kavga anında öldürmüştü. Yani işkence 12 Eylül'ün böyle mecbur kalınca başvuracağı bir şey değil. Hatta daha sonraki hani biz bunu cezaevinden tartıştık. Hani Nazlı Ilıcak'ın da buna yönelik bir şeyi var. "İşte bir arabaya bomba koymuşlar da adamı öttürecekler, ne yapacağız" diyor. E tabii böyle uç bir örnekle konuyu alınca, tabii o zaman herkes de işte bir araba insanın canını kurtarmak için işkence meşrudur. Öyle değil. Yani düşünün sıradan bir işçi alıyor. Adam sadece devletin yani iktidarın yani 12 Eylül iktidarının kendisinin hiçbir şey yapmayacağını bildiği noktada sol görüşlü, karşıdan eskiden mücadele ettiği insana karşı anüsünden hava kompresörüyle hava basabiliyor. Yani yani bu insanlar da işkence o dönemde neredeyse zevkti. Örneğin, biz cezaevinde dayak atıldığımızda yani adamın hiçbir sebepsiz ya düşün sen evire çevire dövüyorlar. Niye? Çünkü sana boyun eğdirmek istiyor, senden kesin itaat istiyor. Eğer sen itaat etmeyeceklerden veya sen itaat edilmemesine dair bir örnek oluşturmak, oluşturacak potansiyel kişi olarak görülüyorsan kesinlikle ezilmen gerekiyordu. Bunun için bence işkence o dönemki slogan cezaevlerinde, hangi cezaevinde çıktı bilmiyorum ama. "İnsanlık onuru işkenceyi yenecektir" sloganı çıkmıştı. Bu tamamen insan onurunun yok edilmesine yönelik olarak gündeme gelmiş bir yöntemdi. Bu sadece istediğini elde etmeyle sınırlı bir olay değil. Bu bunu açıkça söyleyeyim. Çünkü bu istediğini elde etmeyle sınırlı bir olay olarak algılandığında bunu çok farklı kesimler de savunabiliyorlar. Bu değil. İşkence bundan öte bir olaydır. Yani bir insanlık suçu olarak görülmek zorunda olan bir olaydır. Yani düşün biz iktidarda olsak, diyelim ki eli kanlı bir faşist katili bulduk, işkence mi yapacağız? Böyle bir saçmalık savunulabilir mi? Bunu yaptığın an sen de zaten o her şeyi reddetmiş, başka bir şeyi savunur 00:51:00insan haline gelmiş oluyorsun. Bugün de bence hani bugün de bu 15 Temmuz öncesi sonrası yine çok uç örnekler anlatılıyor. Ne kadar doğrudur bilemiyorum. Çünkü bizim dönemimizde yaşadık gördük onun için canlı tanığıyız. Bunların yani yarısı bile doğruysa hakikaten bu bir insanlık suçudur. Yani bu işkencenin iktidarı, siyaseti, otu boku vesairesi olmaz. Bunu bir kere toptan reddetmek lazım. Artık 2020 yıllarında hala işkenceyle mi sorunları veya suçluları hangi iktidarsa işte yani kim olursa olsun yakalayabilir haldedir. Bu kadar mı aciz içerisinde bu insanlar? 80'de aciz içerisindeydiler. Öyle anlaşılıyor. Çünkü bir toplumu esir almak istiyorlardı, bence de aldılar. Büyük ölçüde başarıya ulaştılar 12 Eylülcüler. Ama bugün yine aynı noktada mıdırlar? Yani bu kadar aciz midirler? Öyle gözüküyor ki güç kaybettikçe bu acizlikleriyle bütün bu işleri yapıyorlar.

00:52:06 - Hesap Sorulabilirlik, Umudu Diri Tutmak

Play segment

Partial Transcript: Bence bunu bulmanın, bu hesabı görmenin tek yolu bu mücadelenin yükseltilmesidir. Ha bunun dışında örneğin işkencecilere, hani kayda alınmış veya şimdi işkence yapmaya devam edenlerle ilgili yasal değişiklikler yapılması hedeflenmeli midir? Evet. Bütün bunlar ama. Bütün bu hesabı görmenin mücadeleyi yükseltmekten başka yolu yok. Çünkü o zaman hani belki çok göstermelik belki bir iki sivri ismi-- O dönemde de bunu yaptılar. Yani 12 Eylül'den sonra da mesela bazı mahkemeler "işkencede alınmış ifadeler geçerli değildir" diyordu ama binlerce kişi o işkencelerde alınmış ifadelerle mahkum ediliyorlar idi. Şimdi biz o bir iki mahkemenin aldığı karara bakıp "12 Eylül'de işkenceli ifadeler geçerli olmamıştır" diyebilir miyiz? Diyemeyiz. Hala diyoruz ki orada bu suç, ağır bir insanlık suçu olarak işlenmiştir. Yani çok böyle palyatif çözümlerle değil, daha köklü hesaplaşmalar içerisine girmek lazım diye düşünüyorum. Tabii o da bu mücadelenin kitleselleşmesine ve yükseltilmesine bağlı bir olay. Yoksa biz bu konuları konuşmaya hep devam ederiz.

Evet var. Ben olmasa, hala mücadele içerisinde olmazdım. Yani bazen çok şeyden dolayı hani günlük hayatta ayakta kalabilmek için politikanın dışında kaldık bazen ama baya uzun da sürdü bu. Yok. Ben hala yaşım 66 ve hala burada koşturuyorum. Hala işte Datça'da dişe dokunur, sokakta karşılığı olan işler yapmaya çalışıyoruz. Bence bunu yapmaya devam etmek lazım. Daha çok arkadaşın kendi yaşına, kategori-- konumuna vesaire bakmadan ne yapabilecek ise bunları yapması lazım. Bu, bunların ben biriktiğini düşünüyorum. Ve bu birikimin bir gün, bir şeye, bir noktaya gelebileceğini düşünüyorum. Çünkü ben hep şeyi anlatıyorum arkadaşlara, ya 75'te bakın ben Devrimci Gençlik'e girdiğimde, 9.kişiyi 00:54:00bulduğumda o zaman arkadaşa gitmiştim. "Ya abi" demiştim, "9.kişiyi buldum." Düşün 75'te. Şimdi valla biz her ilçede en az 9-10 kişi varız. Belki çok daha fazla sayıda sol, sosyalist deneyim yaşamış, geçmiş, yaşamış insanlar var. E bence öyle korkmadan, bu arkadaşlar kendi konumlarına uygun olarak olsa bile mücadeleye bir şekilde katkıda bulunmalılar. Evet biz başarabiliriz. Biz, sonuç alabiliriz. İlerleme kaydedebiliriz ve ben hep de diyorum. Dik duralım. Yani bunu burada sadece söylemiyorum, bak arkadaşlara da aynı şeyi söylüyorum. Dik duralım. Bir gün genç çocuklar gelecekler, bizden bu görevi alacaklar.