Hamit Kankılıç 3

Museum of Historical Justice and Memory

 

Transcript
Toggle Index/Transcript View Switch.
Index
Search this Index
X
00:00:00 - Yabancı Heyetlerin Cezaevi Süreci, Yeniden Tek Tip Elbise Sürecinin Dayatılması

Play segment

Partial Transcript: İlk defa yabancı heyet 86'dan sonra cezaevine geldi. Türk gazetecileri de ilk defa 86 yılında cezaevine geldiler. O zamana kadar hiç kimse cezaevine gelip gitmedi. Heyetler geldiğinde işte biraz tercüman da vardı biraz İngilizce bilen arkadaşlar direkt şeyi, koşulları, yaşadığımız koşulları, işkenceleri, baskıları, şeyleri anlattılar. Ondan sonra zaten 86'dan sonra 87-- Tek tip elbise mesela 84'te de mesela-- biz 82 ölüm orucundan sonra zaten 83'ün Mayıs'ında ana dava sonuçlandı. Sonuçlandı. Tabii yeni bir eylem hazırlık sürecine girildi. Bizi mesela o zaman 36'ya götürdüler. İlk etapta ceza aldıktan sonra işte 83 Eylül'ünde cezaevinde işte yeni bir ölüm orucu, yeni bir eylem sürecine başlama kararını aldık. Çünkü koşulların değişmesi lazımdı. Halen istediğimiz düzeyde o şey koşulları yoktu. 83 eyleminde ise bütün cezaevi adeta ayaklandı. O çağrı şey yeni bir ölüm orucu başladı Eylül'de. Ve idare tabii Esat Oktay-- şey Osman, Ali Osman Aydın da değişmişti. Bir başka yönetim geldi. İşte 29. mu 28. mi günde geldiler, anlaştık. İşte cezaevinde artık hiçbir şey kalmayacak. Marşlar, şu bu, baskı şuyun buyun olmayacağını, mahkemelerde savunma haklarının daha şey olacağına dair öyle anlaştık. Tabii anlaştık ama devlet vazgeçmiyordu. Yeni bir tek tip elbise sürecini başlatıyorlardı. İşte 84 Ocak şeyinde, 84 Ocak şeyinde tek tip elbise dayatma ve aynı zamanda onunla birlikte eski koşulları yeniden dayatma 00:03:00 şeylerinde bulundular. Tabii buna karşı hem fiili direniş de başladı. Ölüm orucu başladı yine. İşte bu ölüm orucu içerisinde de yine Karasu vardı, Orhan Keskin vardı, Cemal Arat vardı. Birçok arkadaş vardı. İşte fiili direniş şeyinde de koğuşlarda böyle barikat kurup direniş şeyini şey yapan şey olunca. İşte tabii bu koğuşları büyük baskınlarla, şeylerle barikatları yıkıp mesela işte sinema salonuna götürüyorlar. İşte Necmettin Büyükkaya mesela o operasyon sürecinde işte barikat açılıp sinema salonuna götüreceği yerde götürüp cezaevi hamamında işkence ede ede mesela katlediliyor. Yine başka insanlar o işkence şeyinde koğuşlara o baskın şeyinde katledildi. Yani çok insan. Ve tabii öyle ki cezaevinde adeta yeniden bir o eski 81-82 süreci dayatılıyordu. Ölüm orucu da var. 35'te de fiili direniş ile barikat da var, fiili direniş de var. Ölüm orucu da 35'tedir. İşte cezaevi idaresiyle görüşmeler yapıldı. Tek tip elbise giyilmek kabul edilecek ama işkenceler bitirilecek şeyi. Ölüm orucu sürecek yani koşullar değişmeyene kadar bizim şeyde. İşte o süreçte çünkü baktık koşullar yani 35 dışında koğuşlarda çok, durum çok kötü. Yani bir daha 81-82 gibi bir şeye işte hücre kapılarını açmasını kabul ettik. Gittik sinema salonunda tek tip elbiseyi gitmeyi kabul ettik.

00:05:40 - Tek Tip Elbise Direnişi

Play segment

Partial Transcript: Geldik tekrar 35'e. Direniş normal seyrinde sürdü. E tabii o baskınlarda yaşamını yitirenler var. Sonra ölüm orucu 46. günde işte 00:06:00 görüşmeler de sürüyor. Çünkü ölüm orucu giderek ölüm şeylerini getiriyordu. İşte Orhan Keskin mesela Dev-Yol davasından içeri düşmüştü. Ama mesela bir Dev-Yolcu gibi değil. Gerçekten bir direnişçi bir şeydi. Mesela kendisi demişti, "Hareket bana sahip çıksın." Ölüm orucu içerisinde yaşamını yitirdi. Cemal Arat ölüm orucu içerisinde yaşamını yitirdi. İşte o şeyde anlaşma yapıldı, baskı, işkence şeyler hepsi son bulma. Ve öylece 46. günde 3. ölüm orucu dönemi anlaşmayla sonuçlandı. Ondan sonra koğuşlar yavaş yavaş düzelmeye başlıyor. 86'da işte öyle gazetecileri bıraktılar. Ondan sonra işte onlardan önce Avrupa'dan insan hakları şeyleri geldiler. O zamana kadar hiç kimse gelip gitmezdi. Yani cezaevi koşulları 87'de işte tek tip elbiseyi de 87'de bu Didar Şenşoy Metris Cezaevi'nde direnişe destek vermek için eyleme yaparken yaşamını yitirince onu protesto etmek, onlara sahip çıkmak için 3 günlük bir açlık grevi kararı almıştık ama dilekçeyi verirken süreyi belirtmemiştik. Bir tek tip elbisesine de-- tabii bir tane de tünel, tünel de vardı Diyarbakır'da. Biri işte diyor bunlar normalde diyor, tek tip elbiseyi kaldırma eylemini yapacaklardı ama niye ertelediklerini bilmiyordum diyor. İtirafçı oluyor o süreçte. İşte idare bu bilgiyi de almış. Biz dilekçeyi verirken de tek tip elbisesine de değinmiştik. İşte açlık grevinin 1. gününde biz dilekçeyi verdik, açlık grevine başladık. İdare temsilcimiz Yılmaz Uzun'du. Onu çağırdılar işte dediler ki "Zaten size bildirecektir, siz de açlık grevine başladınız. İşte açlık grevini bitirin tek tip elbise artık kalkmış, ailelerinize söyleyin, elbise isteyebilirsiniz." O zaman işte açlık grevimizin 3 günlük olduğunu bu şeyin protesto edilme şeyiyle--İşte 3 gün sonra ziyaretçiler geldi. Elbise istedik. Yani tek tip elbise şeyi, tek tip elbisesini de mahkemeye giderken giyerdik. Yani cezaevindeyken tek tip elbise giymiyorduk. Hep eşofman giyerdik. 00:09:00 Zaten havalandırmaya günde yarım saat çıkıyorduk o zaman da. Yavaş yavaş koşullar böyle şey oldu.

00:09:16 - Görüşte Yaşanan Sıkıntılar, Başka Cezaevlerine Sevk

Play segment

Partial Transcript: Tabii ziyaretlerde problemler yaşıyorduk. Ailelerimiz Türkçe bilmiyor ama Türkçe dışında da dil yasaktı. İşte 88 Şubat'ında bu ziyaretçilerimizle rahat konuşmak için kendi diliyle, şeyiyle, açlık grevini başlattık. İşte açlık grevine o zaman SHP'nin milletvekilleri de destek verdiler. Diyarbakır'da açlık grevi yaptılar 88 yılında. Böyle kamuoyu oluştu. Sonra Özal çıktı. Başbakandı o zaman. İşte taleplerin kabul edildiğini, işte ziyaretçilerin de Kürtçe konuşacaklarını-- Tabii o açlık grevinin içerisinde o koşullar değişirken biz Diyarbakır'dan sevkimiz çıkmıştı. Açlık grevi içindeydik. Tabii anlaşma yapılırken biz o zaman Diyarbakır'da bir de adliler için bir cezaevi vardı. Adli cezaevine açlık grevinde olduğumuz için yolculuğa çıkarılmadık ama Diyarbakır Cezaevi'nden çıkarılıp oraya konulmuştuk. Eski bir Diyarbakır cezaevi. Bizi Diyarbakır Cezaevi'nden alıp oraya bırakmıştılar. İşte sonra tabii o açlık grevi içerisinde de Emin Yavuz diye bir arkadaşımız yaşamını yitirdi o süreçte. İşte anlaşmayla sonuçlandı. Ziyaretçilerin işte Kürkçe konuşma şeyleriyle. Biz de ondan sonra sevk edildik Aydın'a. Cezamız Yargıtay'da 87 yılında onaylanmıştı. İdam cezası. Dosyalarımız meclise gönderilmişti. Bizim de sevkimiz Aydın'a çıkmıştı. İşte öyle Aydın Cezaevi'ne Diyarbakır'dan 88 Subat'ında çıktık. Aydın Cezaevi'ne yolculuk başladı. 3 ay sonra Aydın'da da tünelimiz çıktı. Oradan da Bursa'ya sürgün edildik. Açlık grevinin 16. gününde. Sonra Bursa'da da devlet yine bir 1 Ağustos genelgesi ve şeyiyle bir de Türkiye solunun bir tüneli ortaya çıkmıştı. Oradan da bizi hücrelere attılar.

00:11:48 - Esat Oktay'ın Öldürülme Haberini Aldıkları An, Tahliye Süreci

Play segment

Partial Transcript: Açlık grevimiz vardı. Tam da o açlık grevinin içerisindeyken 88 Ekim'inde bir radyo vardı. Bir arkadaşın yanında. Küçük böyle radyo. Oradan haberleri izlerken Esat Oktay'ın İstanbul'da 00:12:00vurulduğunun haberi-- Tabii sloganlarımız daha güçlü çıkmaya başladı. "İşkencecilerden hesap soracağız" şeyi. O 88 Ekim açlık grevinin içerisinde, direnişi içerisinde Esat Oktay'ın vurulma haberini de öyle duyduk. Ondan sonra oradan da açlık grevinin 35. mi 36. gününde bizi Çanakkale'ye sürgün ettiler. Gittik Çanakkale'de açlık grevini tabii sonlandırdık. Sonra 91'de F tipi açılınca, ilk F tipi Eskişehir'e bizi götürdüler. Ondan sonra orası SHP, DYP iktidara gelince boşaltıldı. Bizi Bursa'ya getirdiler bu defa tekrar. İşte o 91 Kasım'ında Bursa'ya gelişimiz öyle 2000 yılında 26 Haziran. Öğleden sonra tekrar Bursa'dan tahliye oldum. 20 yıl sonra. Yani 26 Haziran 1980'de yakalandım öğleden sonra, 26 Haziran 2000 yılında öğleden sonra tahliye oldum

00:13:34 - Dışarıda Hayat, Değişikliklere Adaptasyon Süreci

Play segment

Partial Transcript: Tabii cezaevinde kalıyorduk ama dünyadan, dışardan kopuk değildik. Bir de hep okuyoruz, hep sorguluyoruz hep dışardaki gelişmeleri, şeyleri yakından takip de ediyorduk. Yani o yüzden aslında dışarıya çok yabancı değildik. Yani niçin yattığımızı biliyorduk ve dışarının nasıl olduğunu, ne durumda olduğunu az çok biliyorduk. Daha çok dışarıda teknik boyutuyla, böyle şey boyutuyla çıktığımızda yabancılık yaşadık. Yoksa insan tanıma, toplumun içinde bulunduğu koşullar, şeyler-- İstanbul'u mesela hiç görmemiştim hayatımda. Hiç de görmeyi düşünmemiştim. İşte ilk defa o zaman İstanbul'a gelmiştim. Mesela şeyi söyleyeyim, Taksim'e böyle meydana gelmiştik aynı o zaman da avukatların bürosu vardı Gümüşsuyu'nda. Sizin ofisinizin aşağısında. O şey, Tüp Bebek'in arka sokağındaydı. Oraya gitmiştim. Oradan sonra çıktık Taksim Meydanı'nda herkesin elinde böyle bu telefonlar. Hiç cep telefonu şu bu hiç 00:15:00bilmiyordum. Ben zannettim bunların hepsi polis. Şeyi, öyle. Sonra arkadaşım dedi "Ya bunlar telefondur işte cep telefonu." Yani cep telefonunu gördüm, öyle cep telefonuyla tanışmış oldum. Ya şeydi yani dedim ya şey, yani çok zorlanma şeyi olmadı. Biraz biliyordum. Biraz şey de yaptığımız için. İşte memlekete gidememiştim. Memlekete 13 gün sonra gittim. Şimdi ailem o zaman işte geldi. Birkaç gün böyle İstanbul'da birlikte kaldık. Gittiler. Annem geldi. Zaten annem babam hep ziyarete geliyorlardı. Her açık ziyarette yanıma gidip geliyorlardı. Öyle. Daha sonra işte şeydi, işte 13 gün sonra Siverek'e gittiğimde, dedim ya o Saygon Direnme Savaşı [Direnme Savaşı : Saygon Zindanlarında Mücadele] kitabını okurken 8 yıl sonra adam çıkıyor, bakıyor bunun doğduğu, bildiği yer hepsi değişmiş. Eski arkadaş çevresi kimse yok. Ben demiştim çok abartılıyor ya böyle 8 yıl içerisinde nasıl bir yer bu kadar değişir. Bu kadar şey olur. Gerçekten de 20 yıl sonra yani 13-- 33 yıl sonra Siverek'e gittim. 33 yıl sonra Siverek'e gittiğimde gerçekten her şey değişmiş. Mimari yapı değişmiş, yeni binalar. Üzüm bağları kalmamış. Siverek ki üzüm bağlarıyla meşhurdu. Kara taşlardan evleriyle meşhurdu. E tabii eski o arkadaş çevresinden kimse yok. Yani şey. Yani kültürel olarak da gerilemiş. Yani o aşiret ilişkileri, şeyi kültürel olarak da Siverek'i geriletmiştir. Siverek eskiden gerçekten kültürel düzeyi, boyutuyla gelişkin bir şeye sahipti. Okuyan, araştıran böyle şey yapan bir yapısı vardı. Mesela yazlık sinemaları vardı, kışlık sinemaları vardı. Ve insanlar kendi günlük sosyal yaşam alanında kendi diliyle konuşurlardı. Yani ya Kürtçe ya Zazaca konuşurlardı. Yani bir devlet dairesine giderken Türkçe konuşurlardı. Ama bayağı bir değişmişti. O acı verici bir durumdu yani.

00:18:04 - Ailelerin Direnişi

Play segment

Partial Transcript: Ya ilk etapta o 84'te, 84 direnişinde ailelerinde dışarda direndiklerini şey yaptıklarını duyduk. O zamana kadar yani haberimiz yoktu. Yani o zaman duyduk. O da hastanede aileler ölüm orucundaki arkadaşların yanına görüşe götürürken orada söylüyorlar. Ankara'ya gidiyorlar, şeye gidiyorlar bu sorunun çözülmesi için, kimsenin ölmemesi için, işkencelerin son bulması için. Yani o zaman öğrendik. Yani doğal bir aile mücadelesi, hareketi gelişmişti. Çünkü herkes kendi çocuklarına, yakınlarına sahip çıkma şeyiyle hareket ediyordu.

00:19:01 - Diyarbakır Direnişinin Öğrettikleri

Play segment

Partial Transcript: Diyarbakır direnişinde devlet, Kürtlerin üstünü betonlaştırmak isterken tersine Kürt-- bu bedenlerin dışında bir direniş aracı olmayan bu insanlar ise betonu çatırdattılar. Sesi bütün dünyaya, bütün şeylere yaydılar. Bir direnişiyle. Bu halka da bir moral. Benim çocuk, bizim çocuklarımız bize verdiği sözlerine bağlı kaldılar. Yani namus dedim ya, birçok kavram insanın içerisinde anlam buluyor veya anlamsızlaşır ama her şey gelir bir namusu kurtarma kavramında düğümlenmişti. Namusu kurtarma. Buradan aslında bir toplumun geleceğini kendinde temsil etme şeyidir. Yoksa o Kürtlerin geleneksel namus anlayışından bahsetmiyorum. Bir halka verdiğin söz. O söze bağlılık. O, ona karşılık verme. Yani o yüzden Diyarbakır Kürtlerin tarihinde bir ilk, bir ilk ve devlete karşı çıplak bedeniyle, ellerinde hiçbir şey yoktu. Bir inançları vardı. Bir de bedenleri vardı. Bütün o işkencelere karşı, bütün o şeylere karşı direndiler. Mahkemelerde ilk defa Kürtlerin varlığı, haklılığı ve denetiminde tutan devletin de sömürgeci bir devlet olduğunun yargılamasına tabii tutuldu. 00:21:00Bunlar çok önemli bir şeydi. Yani o demiştim ya Hayri Durmuş, Kemal Pir, Mazlum Doğan, Karasu, onlar, bu kararı alırken, karara uyup direnişi mahkemeye taşıma şeyi de buradaydı. Yani Kürtlerin geleceğinin, varlığının ortaya konması ve onları sömürgeleştiren devletin yargılanması. Direniş bu biçimde örüldü. 82. 82'den sonra da direniş daha bir üst boyuta, bu defa geriletme, yargılama şeyiyle birlikte geriletme, kazanma, Kürtlerin kendine güveni, özgüveni. Kendi varlığına sahip çıkma. Mücadeleyle ortaya koyma. Yani o yüzden böyle bir süreç.

00:22:02 - Hesap Sorulabilirlik, Bugünden 12 Eylül'e Bakış, Yüzleşme Olanakları

Play segment

Partial Transcript: Şimdi bu devlet aslında 12 Eylül değil. Bu devletin aslında kuruluş şeyine bak ne oluyor? 24'ten sonra bir sabah uyanıyorsun herkes Türkleştirilmiş olarak tanımlanıyor. Ve bütün baskı ve şey aracı hep bu temelde ve bir temel üzerinde kurgulanıyor: Türklük kavramı üzerinde. Ve bu süreçlerde gelişen direnişler, şeyler, hep kırılsa da ama devletteki bu korku, bu yok saydığı, görmezden geldiği bu toplumsal kimliklerin varlığının yarattığı bir korku. Ve bu her bu toplumsal kimliklerin kendi sorununa sahip çıkışı, devletin o şiddet araçlarının devreye sokulmasıdır. Yani bütün gayrimeşru yollar, yöntemler de kullanılarak. Bu devletin yapması gereken kendi şeyiyle yüzleşme aslında ciddi bir yüzleşme gerçekleşirse bu ülke bu kadar acılara, bu kadar sefalete mahkum olmaz. Hesap sormak mümkün tabii. Ama sadece 12 Eylül'de şeyi-- Dikkat edin bir gün herkes 12 Eylül'ün anayasasının bile dahi bazı kazanımlar içerdiğini söylerler. Yani örnek aslında diyorum yani o duruma getirilmiş. Hesap sorma yani kendi gerçekliğiyle yüzleşmeyle ortaya 00:24:00çıkar. Halklar hesap soruyor mu? Sorar. Halklar zaten soracak. Bu kendi gerçekliğiyle yüzleşmeyi de anca halkların kendi mücadelesiyle diline, kültürüne, geleceğine sahip çıkmakla sorulur. O zaman 12 Eylül'le de yüzleşilir. 24'ler, 24'ler süreçlerine de yüzleşilir. 38'lerle de yüzleşilir. Yani bütün bir bu kadar sürecin öyle hepsiyle yüzleşilir ve aslında o yüzleşme bir anlamda kendisini arındırmadır. Kirinden, pasından, her şeyinden arındırıp aslında yeni bir toplumsal sözleşmeyi, yeni bir toplum modelinin ortaya çıkması olur. Yani bu işte şimdi Kürtler dayatıyor. Aslında bu 15, 2015'ten beridir bu kadar şeylerin aslında bu yüzleşmekten korkmanın şeyidir ve toplum terörize edilerek engellenmeye çalışılıyor. Yoksa dikkat et hiçbir parti, CHP'ye bak, İyi Parti'ye, AKP'ye. Aslında toplumsal sorunlar noktasında aynı kafa. Doğru araçlar hepsi baskı altında. Basınç, bir basınca tabii tutuluyor. Bunu kırmak. Aslında bütün farklılıklarını bir geleceği kurmada, bir araya getirmeyi başarabilirsek başarabiliriz. Bütün farklılıklarımızı gelecek, bir geleceği kurma şeyinde bir araya getirebilirsek. Aslında bu başarılamaz mı? Başarılabilirdi. Mesela 2015'te aslında bunun nüveleri ortaya çıktı. O yüzden aslında Suruç, Ankara Katliamı gerçekleştirildi. Yani korktu. O yüzden bu, o korku, o yüzden o korku daha bir korku toplumun üzerinde yaratarak oluşturmaya çalıştı. İşte biz bu korkuyu bertaraf edip esas o bütün farklılıkların bir araya geldiği şeyi tekrar canlandırmak, harekete geçmesini. Bunu kadınlar kadın boyutuyla, emekçiler emekleri boyutuyla, işsizler işsizleri boyutuyla, herkes-- Kürtler, Ermeniler. Yani 00:27:00herkes kendi özgünlüğüyle sorunlarına sahip çıkarsa, bir araya gelirse yani farklı olabilir birbirimizden ama talebimiz, geleceğimiz, bizim o farklılıkların bir araya gelip varlığının yaşatılmasıyla kurulabilir. Türkiye'de biliyorsun yani hiç kimse-- Şimdi bir cezanın veya bir yargılamanın olabilmesi için o anda iktidarda olan yani yönetenin böyle bir suç işleme korkusu içerisinde olmaması gerekir. Ama o biliyor ki ; o ceza vereceğinin aynısını kendisi de yapabilir. Her an yapabilir, her an isteyebilir şeyi yaşıyorsa onu yargılayamaz, onu şey yapamazsın. Şimdi düşün, 12 Eylül'ü mevcut iktidar yargılayabilir mi? Yok. 12 Eylül'ü kim yargılayabilir? Ancak gerçekten bu toplumsal değerlerin şeyinde, kendisini bu ülkenin geleceğinin bir parçası olarak kendisini gören yargılayabilir. Yargılamanın önünü açabilir. Toplumunu, geleceğini öyle güvenceye-- Şimdi kim Demirel-- Mesela herkes dikkat et diyor ki ta 90'lardan beri hep yeni bir anayasa diyorlar. Ama hiç kimse bir yeni anayasa, toplumsal sorunları çözen, toplumsal farklılıkların kabulünü sağlayan bir anayasa kurmaya girişti mi? Girişmedi. Hepsi de o mevcut anayasanın şeyinden yararlanmaya çalıştı, onun gereklerine göre davrandı. Hatta o anayasada var olanları dahi ihmal ederek. Mesela normal o, 12 Eylül anayasasına göre bu milletvekilleri cezaevinde olmaması lazım. Bir örnek aslında. Düşün. O da öyle bir şey. Ama dikkat et şeydir. Türkiye gibi ülkelerde hukuktan ziyade istisnai durumlar hep devreye girer. Bunu, bu istisnai durumlar mevcut hukuk yerine geçer. O yüzden normalleşemiyor, normal, normalleşmeyi ancak zorlarsan. O yüzden 4-5 kişi bir araya gelmesine müsaade etmiyor. O yüzden 00:30:00korkuyor. Çünkü diyor ki "bir araya gelirse bunlar giderek büyüyecek." Yani insanların normal, doğal hakkı olan bir gösteri hakkına bile binlerce şeyle engelleme. Bu, bunun bir sonucu. Bir korkunun sonucu. Aslında bana sorsan bu devlet geldiği noktada mevcut muhalefeti denilen CHP, İyi Parti-- Hiçbiri toplumun geleceğine dair bir vaatte bulunamıyor.