Hamit Kankılıç 2

Museum of Historical Justice and Memory

 

Transcript
Toggle Index/Transcript View Switch.
Index
Search this Index
X
00:00:00 - 12 Eylül Öncesi Diyarbakır Cezaevi

Play segment

Partial Transcript: İlk etapta mesela ben cezaevine gelmeden önce mesela eski o 1 Nolu Askeri Cezaevi'nde mesela, örneğin bir arkadaşı tekrardan sorguya götürmek istemiştiler. Arkadaşlar açlık grevine gitmiştiler işte içeriye gaz bombası atmıştılar. Böyle baya bir şey. Ben şey cezaevine girmeden önce. Bazı sorunlar yaşanıyordu ama normalde yani o tekrardan sorguya götürme şeyinden dolayı yaşanmıştı. Bizi bu meşhur Diyarbakır Cezaevi'ne getirdiğinde zaten ilk böyle ringlerden inip içeri girdiğimizde böyle etrafa da bakmıştım. Bizi burada öldürseler dahi kimse bizim sesimizi duymaz. Yani bilmez. Çünkü her tarafın bomboş. Sadece birkaç gecekondu vardı. Bir de etraf hep böyle bahçeler. Bizi böyle içeri koridorlara girdik. Hepsi böyle gri renge boyalı, demirden yapılma küçük mazgal delikleri, küçük mazgallar var kapılarda. Öyle dedik, "eyvah herhalde cezaevine şimdi girdik." Yani ilk o koridorda yürürken öyle. Sonra işte bizi koğuşa götürdüler. Zaten cezaevi yeni inşaattan çıkmıştı. Her tarafı şeydi. Ama böyle bir baskı, işkence şeyi yoktu. Yani normalde sayıma gelirlerdi. İşte temsilcilerle bir sorun varsa görüşürlerdi, şey yapıyorlardı. Yani koşullar normal düzeyde sürüyordu 12 Eylül gelene kadar.

00:02:09 - 12 Eylülün Gelişi, Diyarbakır Cezaevi'nde Başlayan Baskı ve İşkenceler

Play segment

Partial Transcript: 12 Eylül'ün gelişiyle birlikte bütün cezaevinin yaklaşımı, devletin yaklaşımı değişti. Mazgal--Böyle koğuşu gözetleyen mazgalların demirlerinden, o demirdir, oraya vurup küfretme, hakaret etme. Ondan sonra sayıma gelip "Askeri düzene geçin" işte "Burası bir askeri cezaevi." Ondan sonra-- Tabii biz kabul etmiyorduk. Ondan sonra temsilcileri onlarla görüşmeye giderken temsilcileri dövme, getirip koğuşa atma. Yani artık koşullar şey. Ziyarete zaten ilk darbe olduğu hafta zaten ziyarete çıkamamıştık. Ondan sonraki ziyaretlere çıktığımızda askeri 00:03:00 yürüyüş dayatma, ondan sonra şey yapmaya başladılar. Saçların kesilmesi, bıyıkların kesilmesini dayatma. Bizi böyle askerileştirme süreci dayatılıyordu. Tabii kabul etmiyorduk. Ziyarete gidip gelirken işkenceye maruz kalıyorduk, baskıya maruz kalıyorduk. Bazı koğuşlara toplu bir askeri güçlerle gidip tek tek böyle askerlerin şeyine de tutup saçları kesme durumları yaşanıyordu. Bu böyle 3-4 ay yani 12. aya kadar hep böyle işkenceye maruz kalma şeyiyle sürekli bir gergin ortamda süreç işledi. 12. aydan itibaren onlar da tabii cezaevi idaresini değiştirdiler, değiştirmiştiler. İşte havacı bir tane çavuş vardı. Mevlüt Çavuş deniliyordu. Başçavuş. Kendisi havacı. Böyle bir zincir, zincir elindeydi. "Bu benim tesbihimdir." Kısa boylu biriydi. Tabii biz de işte bu koşullara, bu koşullara karşı bir açlık grevi hazırlığımız vardı. Kendi içinde süresi belli ama idareye dilekçe verirken süresiz olarak, süresini belirtmediğimiz bir açlık grevi. İşte tabii o süreçte gazeteler geliyor, Mamak'ta nasıl askeri yürüyüşler yapılıyor, nasıl askerileştirildiğini böyle şeyler de var. Biz işte 1 Ocak'ta, yok 3 Ocak'ta açlık grevine başladık. Sonra kendi içinde çünkü duyduk bizim 18. koğuştaki arkadaşları "Daha büyük bir koğuşa götürüyoruz" diyerek hücreye attıklarını. Orada arkadaşların açlık grevinde olduğunu da duyduk. Açlık grevine başladık. Gestapo Mevlüt. Biliyorsunuz, Almanya'da gestapo işkencecilere genelde gestapo şeyi denilir. Zaten ona da gestapo denilmesinin temel nedeni bu. Yani böyle Almanya'da biliyorsunuz Gestapo denildiğinde böyle işkencedir, baskıdır, şey özelliklere sahip olan karakterlere deniliyor. Bu da zaten dedim ya zincir elinde dolaşırdı, derdi bu benim tespihimdir. Yani o zincirle işkence yapardı.Tabii ailelerle cuma günleri görüşüyorduk. Dedim ya ziyarete 00:06:00 giderken bir eziyet, ziyarete gidip, atıp eskisi gibi böyle çok rahat da konuşamıyorduk. Çünkü giriyorsun, ailenin yanında da asker var senin yanında da asker var. Yani bir hal hatır sorup öyle. Tabii aileler de gelirken, içeriye alınırken görüşmeye çok büyük sıkıntılarla daha sonraki zamanlardaki görüşmelerden anladık. Çok büyük sıkıntılar, şeylerle karşılaşıyorlardı. Karın altında dışarıda bekletiliyorlardı. Yani saatlerce öyle bekletilip ondan sonra içeri alınıyorlardı. Zaten 5, 5 dakika bile sürmezdi görüşme. Öyle bir şeydi. Giderken askeri yürüyüşü kabul etmediğimiz işte "1-2-3" biliyorsunuz askeri şeylerde, yürüyüşlerde 1-2-3 diye sayılır. Bunu yapmadığımız için hakaretlere, işkencelere maruz kalıyorduk. Ama gelirken daha ağırına çünkü giderken ziyaretçilerin karşısında böyle yüzünde bir iz miz olmaması için ona dikkat ediliyor. Ama dönüşte daha ağırına maruz kalıyorduk. Yani böyle bir süreçti.

00:07:53 - Yargılanma Gerekçeleri, Avukat Görüşleri

Play segment

Partial Transcript: Desem ki ben 3 yıl cezaevinde kaldım, avukatla ilk defa 83 yılında görüştüm. O da ayrıyeten babam bir vekalet vermişti bir avukata. O da geldi aynı ziyaretçiler gibi bir şeydeydi, görüş kabininin öbür tarafında ben de bu tarafında. Onun yanında da asker vardı. Benim yanımda da. Dedi "Senin baban benim bak--" Avukatın adı Fethi Gümüş'tü. Dedi "Seni bana, beni sana avukatın olarak tutmuştur." Dedim "Tamam sıkıntı yok." Zaten vekalet gelmişti, imzalamıştım. O kadar. Yani konuşabilecek avukatla bir konuşabilecek bir şey de yok. Vekil müvekkil arasında kimsenin olmaması lazım değil mi? Ama yok. Öyle değildi. Onun dışında avukatla hiç görüşme olmadı yani çünkü 12 Eylül'den sonra esas avukat olanları tutukladılar. Ondan sonra işte 1 avukat kalmıştı genelde böyle toplu davalarımıza bakan. Bir de ailelerin safi olarak tuttuğu avukatlar vardı. Ben işte örgüt üyeliği, Bucak'a karşı silahlı mücadele içerisinde bulunma şeyinden. Öyle. 125'ten yargılanıyordum o zaman. 125. madde de idam şeyiydi. Öyle. Dosya öyle açılmıştı. 83 yılıydı zaten ölüm orucundan yeni çıkmıştık. 4 arkadaşımızı ölüm orucu şeyinde yitirmiştik. Kendim de ölüm orucundan çıkmıştım. İşte 83 yılının başında işte avukat görüşü dediler. Gittim. Görüş kabininde, onun yanında da asker benim yanımda da asker. İşte 4-5 dakika bir görüşme yaptık. Orada hal hatır. İşte dedi, "Senin baban beni avukatın olarak tutmuş." Dedim, "İyi etmiş" dedim. "Nasılsın?" "İyiyim" dedim. O kadar. Öyle bir görüşme. Avukatla öyle bir görüşmemiz gerçekleşti. Başka da bir görüşme olmadı.

00:10:44 - Esat Oktay Yıldıran'ın Diyarbakır Cezaevi'ne Gelişi

Play segment

Partial Transcript: Açlık grevinin 2. günü koğuşlara, bu Gestapo Mevlüt yani başçavuş operasyonlar böyle büyük askeri güçlerle operasyonlar yaptı. Aramalar yapıyordu, şey yapıyordu. Bir de zorla yanında karavanalarla getirdiği yemeği zorla karşıklı ağızdan yedirmeye çalışıyordu. Tabii eylemi kıramadı, şey yapamadı. İşte o operasyonlar sürecinde Kurtuluş davasından yargılanan arkadaşların koğuşunda eylem planı yakalanıyor. Yani kendi için-- dedik ya dilekçeyi verirken süreyi belirtmemiştik ama kendi içimizde süresini 12 günlük olarak belirlemiştik. İşte o şey planı yaka, yaka, yakalanmıştı onların koğuşunda şeyin. Ondan sonra zaten işkencelere devam ettiler, bizi sonra getirip o meşhur 35 denilen hücre şeyine 4 Ocak'tı, 5 Ocak'tı bizi attılar hücreye. Hücrede işte eylemin 12. gününden sonra açlık grevini bitirdik 00:12:00 tabii. Çünkü kendi içimizde süresi o kadardı. Ama işkenceler sürüyordu, giderek koşullar zorlaşıyordu. Daha sonra işte Şubat'tan sonra işte Şubat ayında, bu defa Gestapo Mevlüt de başarısız görüldüğü için görevden alındı. İşte Esat Oktay ekibi geldi. Şimdi o gün, Esat Oktay geldi. Peşinde komandolar var, sırtında çantalar. Böyle marşlar söyleyip 1. kattan çıktılar, döndüler 2. kata. 2. kattan 3. kata. 4. kata. Öyle marşlar eşliğinde katları dolaşıp gövde gösterisinde bulunarak kendini, geldiğini ilan etti Esat Oktay. Ondan sonra o 4 katta dolaşmayı şey, bitirdikten sonra işte kendisi geldi. 1. kata böyle konuştu işte. "Ben Türk ordumuzun bilmem en önemli askeri yüzbaşısıyım. Askerim. İşte birçok yerde bulundum. Benim dediğimi yapmazsanız yaşam alanı bulamazsınız. Benim dediklerimi yaparsanız yaşayabilirsiniz. Ben bir söz söyledim mi, o sözü yerine getiririm." Böyle bir sürü böyle konuştu.

00:14:07 - Esat Oktay'a Cevap: 81 Ölüm Orucu, Artan İşkenceler

Play segment

Partial Transcript: Şeyi, ondan sonra tabii Diyarbakır'da da ölüm orucu eylemi başladı. 81 ölüm orucu. İlk ölüm orucu 81 ölüm orucuydu. Açlık grevinden sonra. Ve Esat Oktay'a karşı ölüm orucuyla karşılık verildi. Öyle 45 gün sürecek bir ölüm orucu eylemi. Tabii ölüm orucunun 29. gününde işte Maraş Pazarcıklı dediğim Ali Erek arkadaş, Cin Ali, dayanamıyor tabii ölüm orucunu bırakıyor ama kuralları, Esat Oktay kuralları dayatıyor. Kendi 00:15:00şeyini, kurallara uyma, istediklerini yaptırma. Yapmıyor, kabul etmiyor. O arkadaş ölüm orucunu bıraktı ama o şeylere tedavi edilmediği için çünkü mide kanaması geçirmişti. Tedavi edilmediği için o arkadaşımız yaşamını öyle yitirdi. Ali Erek. Ama kod ismi Cin Ali. Tabii o süreçte, ölüm orucundakiler hepsi 1. katta toplanmış. Ara 2. kat değil de 3. kattaki direnişçileri de hepsini 4. kata çıkarmıştılar. 4. kattaki şey çatı katı olduğu için meyilliydi böyle. Düşün işte her hücrede, normalde tek kişilik yapılan bir hücre, ama her hücrede 10 kişi kaldığında, 15 kişi kaldığında kendimizi krallar sarayında hissederdik. Ama bazen mesela bizi 40 kişi, 50 kişiyi bir hücreye toplarlardı. Bir Tursil, Tursili suyla karıştırıp üzerimize atarlardı. O Tursilli suyun çıkardığı koku, şeyi düşün 40-50 kişi o meyilli o hücrede. Adeta neredeyse bazen dizanteriye yakalanmış gibi ishaller, mide bulantıları, şeyleri oluyordu. Öyle, 3-4 saat öyle tutarlardı. Sonra tekrardan 15 kişilik, 10-15 kişi halinde o tek hücreye konulurduk. Böyle işkence. Zaten ziyarete çıkarma, çıkma yok. Şey yoktu, dışarıyla herhangi bir bağlantı herhangi bir şey yoktu. Ölüm orucunda olan arkadaşlar 1. katta. Ara katlara da kurallara uyanlar. Yani yeni yakalananıp, kurallara uyanları yerleştirmişler. İşte Ahmet Türk de o zaman oradaydı. Nurettin Yılmaz, milletvekiliydi. Oraya getirilmişti. Böyle işte şeyi, yeni yakalanan değişik insanlar işte Mehdi Zana, Diyarbakır Belediye Başkanı'nı da o, o zaman getirilmişti oraya. Böyle ara katta kurallara uyan şey yani böyle de hem 1. kat, 4. katla 1.kat 00:18:00 arasındaki bağlantıyı da böyle de kesmiş oluyorlardı. Yani tabii geliyorlardı, hücrede çıkarıp falakaya yatırma. Şey yapma mesela gerçekten çok şey. Özel olarak mesela Esat Oktay geliyordu. Götürürdü böyle o katlar arasındaki o böyle boşluk şeyinden, orada mesela falakaya yatırırdı. Mesela Mustafa Karasu'ya işini de yaparken hiç sesini çıkarmadı diye "Ah de" diyordu "seni işkenceyi bırakacağım." "Ah" demediği için yani hiç şeyi, saatlerce işkence yapıyorlardı. Mesela yine Hüseyin Taşkaya diye bir yurtsever vardı. Belki, duymuşsunuzdur. Oradan işte Siverek'te kaçırılıp katledilen, faili hala bulunmamış, cesedi de bulunmamış kayıplar listesinde de var. Yurtseverdi. Mesela o da hiç şeyi ona da mesela yani böyle, "ah" demeyene kadar işkence şeyleri yaparlardı böyle. Korkmadığını yani göstermek için o hücre demir parmaklıklarından ayaklarımızı uzatırdık veya ellerimizi uzatırdık. Böyle özel ağaçlardan yapılmış sopalarla döverlerdi. Öyle yani. O süreç öyle hep şeye taa 45. gün-- Tabii o süreçte bizim ana davanın iddianamesi de geldi. İşte PKK ana davasının iddianamesi geldi. İddianameyi getirdikleri gece bizi 40'ar kişilik o hücrelere, toplayıp hücrelere koydular. İddianameyi verdiler ondan sonra bidonlarla Tursil karıştırılmış suyu üzerimize boşalttılar. Yani iddianameye zaten bakmak koşulumuz da yoktu. Her tarafımız bitti. Yani o kadar şey ki yani bir taraftan işkence, bir taraftan bitlerle. Zaten su doğru dürüst akmazdı. O zaman kış olduğu için böyle bu yağmur, yağmur sularının gideceği böyle borulardan su süzülürdü. Biz o suyu, o borunun şeyine bez 00:21:00 koymuştuk. O suyu böyle süt kutularına koyup öyle su ihtiyacımızı karşılardık. Çünkü su da günlük su da bırakmıyorlardı yukarı çıksın. Kaç günde bir bir su açıyorlardı. Bir 5-10 dakika akıyordu, hemen kesiyorlardı. Yani dolayısıyla temizliği şey yapmak şu bu koşulu da yoktu ve her tarafımız bitti. Yani belki binlerce bit bedenimizde birikmişti. Yani o kadar şey.

00:21:37 - Mahkeme Süreci, Duruşma Öncesi ve Sonrası Yaşanan İşkenceler, Artan Baskı ve Şiddet

Play segment

Partial Transcript: İşte sonradan Nisan'da işte mahkeme süreci başladı. Bizim duruşma süreci. Düşünün işte duruşmaya sabah erkenden çıkarıldık. Koridorlara çıkarıldık. Koridorlarda da işkence yapıyorlar, yüzümüz duvara dönük. Koğuştakilerden uzak tutuyorlar. Tabii üzerimizde de duracak halimiz de yoktu. Mahkemeye çıktık. Mahkemede ilk defa böyle medya içeri doluydu. Yabancı medya, şeyi belliydi. Tabii biz kimlik tespiti yapmadık. Cezaevindeki işkencelere dikkat çektik, ölüm orucundaki arkadaşlarımızın durumuna değindik. Kimlik tespiti yapmadığımız için bizi koğuştakiler yani o kurallara uyan koğuştakiler zaten direniş bir 35'te kalmıştı. İşte o zaman işte ona şey yaptı. Sonra işte 45. gün Esat Oktay işte geldi. "Asker sözü veriyorum işte bütün işkenceler bitecek, işte baskı olmayacak, işte savunma haklarının tanınacak" diyerek anlaşıldı. 45. gün ölüm orucu bitirildi. İşte o zaman eşyalarımız verildi. Çünkü hiçbir, bütün giyeceklerimiz hepsi toplatılmıştı. Karanlık hücrelere atılmıştı. İşte o zaman şey yaptık, ondan sonra mahkeme çıkmaya başlamadan sözünü yine yerine getirmemeye, mahkemeye çıkınca da böyle grup grup-- Artık biz toplu 35'teki Diyarbakır, Mardin, Siirt, Batman ve Urfa grubu olarak değil de parça parça. Küçük gruplar 00:24:00 biçiminde mahkemeye çıkarıyorlardı. İşte mahkemenin dönüşünde de mesela mahkemede işkenceyi anlatıyoruz, şeyi hiç bizi dinlemiyorlardı. Mahkemenin dönüşünde de işte koridorda bizi ellerimiz çözüldükten sonra "Kürt müsün, Türk müsün?" diye sorarlardı. Kürdüm diyorduk. Ondan sonra işkence başlıyordu. Mesela Kemal Pir de o zaman. Esat Oktay sordu, "Kürt müsün, Türk müsün?" dedi "Türk değilim" dedi. "Çünkü Türklük böylesi başka halkın üzerinde bir baskı aracıysa, o olamam" düşüncesi vardı. Ve bizi o zaman getirdiler, o 35'in karşısındaki hücreler vardı. Oralara da 36 deniliyordu. Bütün lağımlar dolmuştu, böyle hücrenin içi pislik doluydu. Bizi oraya, oraya attılar. İşkence yani yerden sürükleyerek içeri şeyi getirip oraya öyle 2-3 gün öyle sürdü. Ondan sonra kurallara uymayı kabul ettik. Haziran ayıydı yani artık böyle şeyin-- Çünkü işkence bitmiyordu ve şey yani mahkemeye artık kimse de basın masın da gelmiyordu. Kimse. O zaman işte Kemal Pir, Hayri Durmuş arkadaşım Mustafa Karasu, başka birkaç arkadaş daha şey diyorlar hani "Bir eylem geliştirsek biz yaşamımızı yitirsek, cezaevinde daha da kötü oyunlar da oynanabilir." Direnişi cezaevinden mahkemeye taşıma yani mahkemede bu halkın, halka sahiplik yapmak. Ve bir biçimde şeye bir karara varıyorlar. Onlar da kurallara uymayı kabul ettiler. Ve öylece direniş Haziran ayında bitmiş oldu yani 1981 haziran ayında fiili direniş süreci bitmiş oldu. Direniş 00:27:00 cezaevlerinde şey mahkeme, savunmalar biçiminde taşınmaya başladı. Öyle bir süreç. Şimdi tabii o direniş sürecinde zaten ölüm orucunda olan, o 45 günlük ölüm orucu içerisinde olan Hayri Durmuş arkadaştı. Kemal Pir arkadaştı. Başka arkadaşlar vardır. Rıza Altun, Muzaffer Ayata. Başka diğer arkadaşlar vardı. Mazlum arkadaş şeydeydi o zaman 36'daydı. Onları da o direnenleri 35'e getirince bizi hepimizi 4. kata topladılar. E tabii bazen aynı hücreye de düşüyorduk. Yani konuşuyorduk böyle o zaman direniş sürdüğü için böyle yüksek sesle konuşma şeylerimiz oluyordu. Bu, yani 81 Temmuz'una kadar da böyle diyaloglarımız sürüyordu. Mesela mahkemeye gidip gelirken de benim mesela 3. katın 4.hücresinde kalıyordum 4 arkadaşla. Kemal Pir arkadaş tek kalıyordu. O da 4. katın 4. hücresindeydi. O arkadaşları işte her birini bir hücreye koyarken bir hücre aralarında boş bırakmıştılar. Yani böyle aralıklı, iletişim kurmasınlar, şey yapmasınlar diye. Ama daha sonra işkence, baskı, şey giderek tempoyu arttırdıkça konuşmalar, yasaklanmalar, işkenceler şey ve özellikle 81'in bitişine doğru giderken tempo arttırılıyordu ve giderek artık duyuyorduk itirafçılaştırma, mahkemede konuşturmama başlıyordu. Mesela ilk etapta mahkemede çıkıyorduk, konuşuyorduk ama daha sonraki süreçte mahkemede bile artık bizi konuşturmamaya başlıyordu. Cezaevinde işkence temposu artıyordu. Esat Oktay mesela açıklıyordu. Diyordu ki "Sizi öyle bir hale getireceğim ki siz buradan çıkmak istemeyeceksiniz" Yani "Sinek dahi benden habersiz uçamaz" diyordu. Yani "Her şey benden sorulur. Hiç kimse benim dışımda bir şey yapamaz. Benim dediğimi yaparsanız da şey yani sizi öyle 00:30:00 bir hale getireceğim ki sizi bırakmak istesek bile, dışarıya çıkmak istemeyeceksiniz çünkü dışarıya çıkacak bir yüz, bir şey sizde kalmamış olacak." Öyle bir şeydi.

00:30:13 - Mazlum Doğan'ın Hikayesi ve Cezaevi'ndeki Eylemi

Play segment

Partial Transcript: Mazlum farklı kimlikle yakalanmıştı. İşte o zaman istikham cezaevi var. Yani, dedim ya Kolordu'nun içerisinde 1 no.lu, 2 no.lu istikham. Yani buraları askerler, suç işleyen askerlere dönük yapılan cezaevi. Sonra Hilvan'da 79'un sonunda, Ekim'inde çok ciddi yakalanmalar ve çözülmeler olunca Mazlum'un sahte kimlikle cezaevinde yattığını söylüyorlar. Mazlum'un kimliği öyle ortaya çıkıyor. O zamana kadar şey, sahte kimlikle içeride. Daha sonra işte tabii Mazlum'un çıkamayacağı şey olunca arkadaşlar böyle hep, Mazlumla arkadaşlar da böyle cezaevinden böyle büyük varillerde çöpler askerler gelip götürüyor, döküyor. Dışarıya haber gönderiyorlar 80'de, 1980'in başları. O zaman Diyarbakır'da Akif Yılmaz var sorumlulardan. Başka sorumlular da var ama Akif Diyarbakır'ı çok bilmez. Haber gönderiyorlar, anlaşıyorlar randevu şeyi. Çöpün nereye döküldüğünü Diyarbakır'dakiler takip ediyor, tespit ediyor. Mazlum neredeyse bir gün boyunca o çöp kutusunun içerisinde, kovasının içerisinde kalıyor. Çöpler hep üzerine dökülüyor. Askerler geliyor, çöp varilini alıp götürüp döküyorlar. Arkadaşlar yanlış yerde durmuşlar yani zannediyorlar; o çıkacak kendilerine doğru gelecek. Bilmiyorlar yani saatlerce çöp varilinin içinde kalınca uyuşabileceğini, şu buyunu hesaba katmıyorlar. Bekliyorlar Mazlum gelsin. Mazlum'da çöp boşalınca her tarafı, bacakları uyuşmuş. İki asker bakıyor, silahsızdırlar ama şey, bakıyorlar hareket edemiyor. Şaşırıyorlar da alıyorlar tekrar cezaevine getiriyorlar ve öylece kimlik şeyi ortaya çıkıyor tabii. Mazlum, tabii, böyle dedim ya ideolojik şeyde. Mesela o, 81 direnişi şeyinde de işte Diyarbakır'da biz mesela "Hawar" dergisi çıkarıyorduk elle yazılan. İşte o, Hayri Durmuş, Ferhat Kurtay aynı koğuşta kalıyorlardı. İşte, haftada bir, on beş günde bir "Hawar" dergisi diye bir dergi çıkarıyorlardı. İşte geliyorduk, koğuşlarda okuyorduk, öyle. Sonra işte şey oldu, mesela dedim ya Sonra işte şey oldu mesela dedim ya Mazlum hareketin genç, en genç önder 00:33:00kadrosunda olmasına rağmen o 81'de kurallara uymayı kabul ettikten sonra mesela şeyde görmüştüm böyle ziyarete gideceği zaman gördüm. Mesela saçları bembeyaz olmuştu. Kabullenemiyordu. Yani bu, bu arkadaşı kadar koruyamamanın bu kadar arkadaşı bu kurallara uymayı, şeyi kabullenemiyordu ve mesela saçları bembeyaz olmuştu, şeyi. İşte 82'ye doğru geldiğinde, 81'in sonunda zaten itirafçılık politikası da giderek dağıtılıyordu. İşte Mazlum o zaman 4. katın 9. hücresinde kalıyor. Dedim ya 4. kat böyle meyilliydi. Yani sen tuvalete giderken dahi eğilmek zorunda kalıyorsun. İşte o şeyde, 20'yi 21 Marta bağlayan gece şeyde, kendi hücresinde 3 kibrit çöpünü de yakıyor tabii. Şeyi, kendini yakma olayı yok. Orada, o musluk şeyine ip bağlıyor ve oradan bütün vücut ağırlığını vererek kendi yaşamını şey yapıyor. Arkadaşlarla paylaşmıyor bu fikrini, bu eylem, yapacağı eyleme ilişkin hiç kimseyle bir şey paylaşmıyor. Çünkü diyor, "paylaşırsam engelleyebilirler." Çünkü Hayri arkadaş var işte Kemal Pir arkadaş var. Yani bunlar da merkez komite üyesi ve şey, konum olarak Hayri hepsinin üstüydü. Yani herkes Hayri'yi dinlerdi. Yani mesela bir şey olduğunda da mesela Kemal Pir arkadaş diyordu "Hayri arkadaş daha iyi bilir" diyordu. Herkes Hayri'ye danışırdı. İşte böyle tabii bilmiyorduk. O günü sabah erkenden uyandığımızda üst katta habire asker ayak sesleri duyuluyordu 4. kata. Biz o zaman 2. kattaydık. O günü marş marş 00:36:00söyletmediler. Şey yapmadılar. Sonra işte Kambur, Çerkes bir çavuş vardı. O söyledi işte "Başınız sağ olsun Mazlum işte yaşamına son vermiş" şeyi. Yani bir şeyler oluyor ama ne olduğunu bilmiyoruz. Çünkü göremiyoruz da yani 2. katın 4. hücresinde kalıyor-- 6. hücresinde kalıyorduk yani ne oluyor ne bitiyor. Öyle hiçbir şey göremiyorduk en üst katta. Hücrenin kat kapısı da çok ileride. Belki 1. hücredekiler görme durumu yani yukarıda mı bir şey var, oluyorsa onu daha rahat görme koşulu vardı ama bizim yoktu. Tabii böyle bir eylemle aslında bir çağrıydı. Yeni bir direnişin, yeni bir sürecin başlatılması çağrısıydı. Mazlum'un böyle bir şeyi var yani direniş şeyi vardı. Direnişçiydi. Bir de işin teorik yönünü, mesela mahkemede konuşurken Kürdistan şeyini hiç böyle şey yapmadan takılmadan hep anlatırdı mesela savunma şeylerini. Çok hakimdi mesela hepsini biliyordu.

00:37:39 - Dörtlerin Gecesi

Play segment

Partial Transcript: Mazlum'un eylemi duyuluyor tabii. Şey oluyor e tabii arkadaşlar mahkemeye gidiyor Hayri Durmuş arkadaş mahkemede diyor, Mazlum'un neden yaşamına son verdiğine dair şeyleri, cezaevi koşullarını, cezaevindeki baskıları, işkenceyi, savunma haklarının kalmadığına dair değiniyor. Arkadaşlar orada duyuyorlar. Tabii 33. koğuşta Ferhat Kurtay kalıyor, Necmi Öner, Eşref Anyık, Mahmut Zengin. Bu arkadaşların şeyin. Kendi aralarında bunlar şey yapıyor. 33. koğuş Diyarbakır Cezaevi'nin yani iç, dış kattan içeri girerken ki en son kısımda oluyor. O zaman da bizden alınan paralarla boyalar alınıyor, her tarafa işte "Ne mutlu Türküm" işte, şey böyle Atatürk posterleri, asker posterleri habire duvarlara çizdiriliyor. Yani tuvalet, hücre tuvaletlerinde bile sloganlar vardı. "Ne mutlu Türküm", "Türk, öğün, çalış" şeyler 00:39:00vardı. Bu arkadaşlar işte o boyaların tinerlerini böyle biriktiriyorlar. 18'i 19 Mayıs'a bağlayan gece çünkü 18 Mayıs aynı zamanda şeydir, Haki Karer'in katledildiği tarihti. 19 Mayıs ise Haki Karer'in afişini, onun anmasına dönük Hilvan'da toplantı gençlerle yaparken katledilen aynı zamanda Halil Çavgun'un da katledilme yıl dönümüydü. İşte bir anlamda o arkadaşlara yanı bağlılığın da bir şeyi olarak o geceyi şey yapıyorlar. Ve herkes yattıktan sonra böyle koğuşun böyle kimsenin görmeyeceği bir şeyde kendini o tinerle, biriktirdikleri tinerle kendini yakıyor. Arkadaşlar uyanıyor, "aman şu bu." Su atmaya çalışıyorlar. "Hayır su değil benzin atın" diyorlar. Sloganlar atıyorlar. Öyle tabii idare geliyor şeyi ama hepsi o şeyde, dördü de o alevler içerisinde yaşamını yitiriyor. Tabii bizim haberimiz yok. Biz 35'te hücredeyiz. Kaç gün sonra işte böyle 33. koğuş işkencelerle, şeylerle böyle boşaltılırken işte 35'e de getirildiler. Bizim hücrede de arkadaşlar üstün şeyi. Onlardan öğrendik. O ölümü.

00:41:07 - İtirafçılaştırma Politikaları

Play segment

Partial Transcript: Tabii o hücrelere getirilirken arkadaşlar o kadar işkenceler, itirafçılık dayatılmış, şey olmuş. Yani perperişan bir halde getirilmiştiler. İşte öyle öğrendik. Tabii giderek direniş böyle bir şeye dönüyordu. Aslında herkesin aklında bir direniş şeyi vardı. Ama nasıl bir direniş, nasıl bir şeyle bu durdurulabilinir. Çünkü mahkemelerde artık sadece itirafçılar konuşturuluyordu. Mesela söz hakkı alıyorduk, söz hakkı verilmiyordu. İşte tabii zaman da aslında zamanın nasıl, zaman nasıl geçiyor, nasıl bir zaman, tarih şeyleri de çok 00:42:00 bilmiyoruz. Gerçekten de zaman bir metal metafora dönüşmüştü. Yani insanların bütün kelimeler, kavramlar aslında içte anlamını buluyor veya anlamsızlaşıyor. Her şey gelip bir kelimelik şeyde düğümlenmişti: "Namusu kurtarmak." Çünkü namusu kurtarmak halka verdiğin söze bağlı kalmaktı. Oydu. Yani olay seni bitirmek, seni yok etmek, fizikmen yaşayabilirsin ama ruhen ölmüş bir duruma getirilmek isteniyor. Tabii biz mesela o zaman mahkemelerde savunmalar yapıyoruz, şey yapıyoruz. Ve mahkemelerde gidip geliyorsun hiç şey yapmıyor yani mahkemelere giderken işkence görüyorsun, gelirken işkence görüyorsun. Zaten hücrede de işkence, itirafçılık politikaları dayatılıyor. Mesela bir gün Diyarbakır grubundan mı-- Mardin grubundan Hayri Durmuş arkadaş işte savunma yapmak istediğini söylüyor, bu koşulun verilmesini istiyor. Yani başka türlü savunma yapamayacağım diye şey yapıyor. Mahkeme "tamam" diyor, "cezaevine bildirelim." Gerçekten de cezaevine bildiriyor. Bir gün Mayıs ayıydı bir baktık, işte o kambur Çerkes çavuş geldi beni hücreden çıkarttı. Karşı tarafın ana koridoruna çıkarttı. Mazgaldan hücreleri görüyorsun, mazgallar var, mazgallardan bakıyorsun. Götürdü, 3. katın 3., 4. hücresinde Hayri oturuyordu. Elinde böyle kağıtlar vardı. Yazı yazıyordu. Dedi "O kimdir?" Dedim "Hayri Durmuş" dedim. Dedi "Ne yapıyor?" Dedim "Yazı yazıyor." Dedi "İtirafçılaşmış." Dedim "Valla Hayri Durmuş'un itirafçılaşacağına inanmıyorum. Yani itirafçılaşsa da bizim, beni ilgilendirmez yani o, itirafçılaşacağını, itiraf yazacağına inanmıyorum. O başka bir şey yazıyor." Hakaret ede ede getirdi. Dedi "Nasıl olur, onlar seni yoldan çıkarmadılar mı?" "Yok" dedim. "Herkes kendisi için 00:45:00devrimci olmuş, herkes kendi halkı için bu işlere girişmiş." Dövdüler, hakaret ede ede geri getirdiler. Birkaç arkadaşı daha öyle getirip gösteriyorlar. Tabii Kemal Pir arkadaşa haber ulaştı. Dedi "Biliyorduk öyle yapacaklarını." Çünkü Hayri arkadaş savunma koşullarını istemiş. Götürüyorlar. Onu da işte sanki götürüp başka bir yerde yazdırıyorlar sanki itiraf şeyi yazıyor şeyiyle insanları etkilemek, düşürmek. Tutmadı. Tutmayınca 2. gün tekrar hücresine getirdiler.

00:45:58 - 14 Temmuz Direnişi Kararı ve Mahkemeye Bildirilmesi

Play segment

Partial Transcript: Tabii mahkemeler o zaman ara verilince 2 ay filan mahkemelere çıkarılmıyorduk şeyi. İşte 14 Temmuz günü sabah, zaten önce demişlerdi ya biliyorduk 14 Temmuz'da mahkememiz olacak. Urfa grubunun. Urfa grubu dediğimiz Hilvan-Siverek grubuydu. İşte sabah erkenden bizi çıkarttılar ana koridora, böyle yüzümüz duvara dönük, ellerimiz arkadan kelepçeli. Hayri Durmuş arkadaşla yan yanaydık. Hayri Durmuş arkadaş omuzlarını habire oynatıyordu şey yapıyordu. Bir asker sordu "Hayri neyin var?" Dedi "Sol göğsüm ağrıyor" dedi. Öyle cevap verdi. Sonra tabii saat 9'a doğru, artık saat kaçtı yani şey böyle güneş artık açmaya başlamıştı. Aydınlanmıştı. Bizi alıp bir ringe bindirdiler. Bütün 35'i bir ringe bindiriyorlardı yani böyle adeta o ringin içinde istiflenirdi. Böyle şey. Bir de ringin ön kısmında, hava alan kısmın önüne de asker geçerdi. Bir de hem arkadan ellerimizi kelepçelerlerdi hem de zincirlerle de böyle bizi birbirimize bağlarlardı. Araba giderken bilinçli olarak birden fren yapıp birbirimizin üzerine yıkılıyoruz, sonra tekrar. Öyle, o devrilme şeylerinde de "vay nasıl hareket ediyorsunuz" diye dövme, işkence, hakaret. Öyle mahkemeye götürüyorlardı. Mahkemeye gittik tabii işte mahkeme başkanı Emrullah Kaya'ydı. İşte oturduk, belliydi mahkeme daha öğle olmadan ara vereceğini yani erteleyeceğini belliydi. Söz hakkı istiyoruz, söz hakkı möz hakkı 00:48:00vermiyor. Hayri arkadaş kaç defa söz hakkı istedi. "Hayri tamam, sonra" diyerek habire erteleyip bırakmıyorlar konuşsun. Ve mahkeme giderek bitirilecek konuşma. En sonda dedi "çok önemli açıklamalarda bulunacağım" dedi. Dedi "Tamam buyurun." Çok önemli açıklamalarda bulunacağım deyince "Buyurun" dedi Hayri'ye. "Bugüne kadar Diyarbakır Cezaevine ilişkin, yaşadığımız koşullarına ilişkin hep anlattım. İşkenceleri, baskıları, savunma haklarımızın nasıl kısıtlandığını. Hep anlattım. Mazlum'un, Dörtler'in niçin bu eylemi gerçekleştirdiklerine dair de değindim. Ama hiç, hep şey dediniz 'Kolordu'ya bildireceğiz, bu bizi ilgilendirmez. Cezaevinin sorunudur, cezaevini ilgilendiren bir konu' deyip geçiştirdiniz. Ben bütün bu insanlardan sorumluyum ve bu insanlara karşı gereken sorumluluğu ve görevimi yerine getirmediğimizden dolayı da bu halka karşı borçluyum. Bu benim son mahkemem. Ölüm orucuna başlıyoruz. Bugünden itibaren ölüm orucu eylemine başlıyorum ve öldüğümde de mezar taşıma 'bu insan borçludur' diye yazılsın" dedi. Mahkeme, Emrullah Kaya "Hayri kararını geri al işte Kolordu'ya bildireceğiz, şey yapacağız, sorunu çözmeye." "Hayır" dedi. "Bugüne kadar defalarca söyledik hiç şey yapmadınız bu benim kesin kararım" dedi. Geldi yerine oturdu. Sonra işte Ali Çiçek arkadaş. O da o da çok önemli açıklamalarda işte bulunacağını söyledi. O da işte kalktı. "PKK'nin kendisine teslimiyeti değil direnişi öğrettiğini ama bugüne kadar bu direnişin gereklerine kadar davranamadığını, ondan sonra kendisinin de ölüm orucuna diğerlerinin bir ilgisi yok bunları ben yapmışım" dedi. Ve o da öyle. Kemal Pir söz hakkı istedi. "Tamam" dedi "yerinde söyleyebilirsin." Dedi "Hayri arkadaş, onların şeyi" dedi "katılıyorum." Dedi "bu benim de son 00:51:00mahkememdir." Ölüm orucuna. Dedi, o zaman Emrullah Kaya sordu. "Yaşamı sevmiyor musunuz Kemal?" diye sordu. O da "Yaşamı uğruna ölebileceğimiz kadar seviyoruz" diye cevap vererek oturdu. Sonra başka arkadaşlar da kalktılar. Öyle ölüm orucu şeyine başladıklarını söylediler. Böylece 5 kişiyle ölüm orucu başlamış oldu, 5 kişi olmuştu. Tabii mahkemede çok da-- Esat Oktay da o zaman, o günü duruşmaya gelmişti. Herkes şey. Bizim ellerimizi kelepçelediler. Duruşma artık ertelendiğini açıkladılar. Ellerimizi kelepçeleyip ringe bindirirken hiçbir işkence bir şey yapmadılar. Çok da yani eğilim başlamış. Cezaevine geldik ringlerden indirdiler. Kimlik tespiti. Esat Oktay o kadar kızgın o kadar şey. Birden Kemal Pir'in yanına gitti dedi "o zaman diğer 80-- geçen yılki ölüm orucunda niye ölmedin? Şimdi şeyi--" Kemal Pir sakince dedi ki "O zaman ölmesini bilmedik ama şimdi ölmesini öğrendik" dedi, diye cevap verdi.

00:52:28 - Ölüm Orucunda Günler, Yıldırma Politikaları

Play segment

Partial Transcript: Ondan sonra bizi alıp hücreye getirdiler. İlk defa o günü hücrelere konulurken bir işkence görmedik, bir hakaret görmeden hücrelere getirildik. İşte hücredeki arkadaşlarımıza anlattık ölüm orucunun başladığını. Sonradan Hayri arkadaş onları ölüm orucunu şeyini duyan arkadaşlar olmuştu işte Akif Yılmaz ile Fuat Kav da yani arkadaşların ölüm orucuna başladığını duyunca onlar da 2. gün ölüm orucuna başladılar. Ve öylece 2. gün aynı zamanda arkadaşları, ölüm orucunda bulunan arkadaşları 4. kata koymuştular. Aldılar 35'ten, 36 denilen hücrelere götürdüler. Onların da her birini bir hücreye bir aralarında bir hücre boş bırakarak, bir iki hücre boş bırakarak birbiriyle irtibatlanmamaları-- Kemal Pir arkadaş 4. kat 1. hücreye konulmuştu. Hayri Durmuş arkadaş mesela diğer arkadaşlara böyle eğri büğrü olsa da böyle kirli bir döşek vermiştiler ama Hayri Durmuş arkadaşa bir döşek dahi vermemiştiler. Betonun üzerinde kalıyordu. 00:54:00Çünkü eylemi başlatan sorumlu olarak şeyi öyle. İşte tabii biz 35'te işte ölüm orucu günleri giderek şey oluyor ve arkadaşların yaşamını yitirme şeyinin olabileceğini düşünüyorduk. 20.günde ben de ölüm orucuna başladım. İşte aldılar, ilkin arkadaşların yanına götürmediler. Sinema salonuna götürdüler. Yani ne su vardı ne tuvalet ihtiyacı şeyi vardı. Yani hiçbir şey yoktu. Oraya koymalarının nedeni bıraktırmak, böyle şey. 4 gün o sinema salonunda tutuldum. Sadece 1 gün dedim ki "Ya tuvalete gitmek gerekiyor." Beni alıp götürdüler tuvalete. Ama su vermiyorlardı ya ben de bilinçli olarak musluktan su akmasına rağmen ağzımı suya vurmadım. Dedim bir zafiyet olarak düşünebilirler. Bilinçli olarak bu suyu akıtıyorlar. Hiç suya dokunmadım. Sadece ihtiyacımı giderdim, gene getirdiler şeye sinema salonuna. 4. gün işte alıp arkadaşların yanına götürdüler. Beni 3. kat 1. hücreye koymuştular, koydular. İşte ilerimde, aramızda 2 hücre boş Ali Çiçek vardı. Öyle şey. Kemal Pir arkadaşım da benim üst katımdaydı. Sonra ölüm orucunun 24. günü, 25.gününde biri ölüm orucunu bıraktı. Dayanamadı. Sonra işte bu bıraktığı şeyi dediklerini de kabul etti. Şahin Dönmez'in hazırladığı bir metni okudular, okuttular ona. Yani işte aslında idarenin getirdiği yemek, bunlar ölüm orucunda değiller. İşte idarenin getirdiği yemekleri fareler değil bunlar yiyor ama fareler yemiş gibi görünüyor, gösteriyorlar. Böyle bir şey. Kemal arkadaş bu konuşmayı dinleyince dedi ki dedi "bu Şahin Dönmez'in şeyidir, deyimleridir." Tabii koğuştakileri etkilemek, ölüm orucundakileri psikolojikmen etkilemeye dönük bir şey. 00:57:00 Çünkü gerçekten de o 1. kat böyle tıkatılmıştı tuvaletleri. Ha böyle fareler vardı. Böyle fareler vardı. Mesela gerçekten de o zamana kadar hiç öyle bir yemek cezaevinde görmemiştik. Öyle özel yemek yapıp servis tabaklarına konulup, getirip tam karşımıza konuluyordu. Fareler geliyordu, yiyordu. Fareler bizim için su da mesela musluklardan su akmazdı. Böyle plastik bidonun içerisine su konulurdu.Düşünün işte Diyarbakır'ın Temmuz, Ağustos, Eylül aylarındaki sıcaklık. O su kaynıyordu. Sivrisinekler içine giriyordu. Fareler gelip içiyordu. Biz o sudan içiyorduk yani şeyi.

00:58:10 - Kemal Pir'in Ölümü

Play segment

Partial Transcript: Ve tabii şeyi 56. günde mesela o günü normalde hep Kemal Pir arkadaş sabah erkenden hep uyanırdı. Doktor diye Hayri arkadaşa seslenirdi. Herkesi böyle tek tek arayıp sorardı. Ama o günü Kemal Pir'den hiç ses çıkmadı. Hepimiz bağırıyoruz, ben bağırıyorum "Kemal Abi, Kemal Abi." Ses yok. Anladık ki yani artık şey olmuş. Çünkü gözlerini önceden yitirmişti. Gözlerini yitirdiğini de bize mesela ima etmişti. Ama direkt söylememişti çünkü duyarlarsa gelip müdahalede bulunabilirler şeyiyle şey yapmıyor. Bir gün böyle cigarayı yakmaya çalışırken, sigarayı ters ağzına koymuş yakmaya çalışıyor. O anda Esat Oktay'la doktor şeyi, şey diyorlar "Hayır" diyor. "Ben tedavi medavi şeyi kabul etmem." "İşte seni kurtarabiliriz, şey yapabiliriz." "Hayır, tedaviyi falan kabul etmem." Şimdi ölüm orucunun 56.günü idi. İşte o günü normalde her gün Kemal Pir sabah erkenden uyanır uyanmaz bütün arkadaşlara tek tek seslenirdi. Ama o gün ondan ses çıkmayınca biz hep Kemal-- mesela ben "Kemal abi" derim yani yoldaş, arkadaş şey değil, abi diyorduk. Yani o zaman abi. Kemal abi, Kemal abi, Hayri arkadaş ayrı çağırıyor, herkes çağırıyor. Ses yok. O zaman anladık ki artık Kemal arkadaş da yaşamını yitirdiğini anladık. İşte o zaman askerler geldiler böyle benim dış kapının önüne perde çektiler. Hani götürürken görmemek için şey 01:00:00yapmamak için. Öyle. Kemal Pir arkadaş gerçekten de mesela ölüm orucu içerisinde de her gün bir ili anlatırdı. Çok dolaşmıştı. Karadeniz'i anlatırdı. Mesela Karadeniz'i neredeyse onun anlatımlarından Karadeniz'i görmüş gibi oluyordum.

01:00:54 - Ölüm Orucunun Kazanımla Sonlandırılması

Play segment

Partial Transcript: Bir de şeydi, ben ilk ölüm orucuna girdiğim 4. gün sonra, 4 gün sonra beni götürdüklerinde ben ölüm orucuna girmeden önce temmuzun sonunda, Ağustos'un başında Hürriyet gazetesini getirdiler. İlk defa, yıllar sonra bize gazete getirdiler. Gazetede şöyle bir manşet vardı "Apo yakalandı. Yakında Türkiye'de." Sırf o haberi o şeyi bize okutmak için şey yaptılar. Ölüm orucuna girince "ne var ne yok" dedi. Ben dedim "Böyle bir şey." Aynen şu cümleyi kullandı. "Onlar yakalayamadılar, Abdullah arkadaşın şu anda nerede olduğunu tahmin ediyorum" cümlesini söyledi. Yani "yalandır" dedi. "Şu anda nerede olduğunu tahmin ediyorum" dedi. Çünkü kendisi de orada kalmış, biliyor yani şeyi çok iyi biliyordu. Öyle yani Kemal Pir arkadaştan sonra giderek diğer arkadaşlar şey oldu. Sonra o ölüm orucu böyle 60. günü geçmeye başlayınca arkadaşları hastaneye kaldırdılar. Öyle, giderek ölüm orucunda işte daha sonra bu 4 arkadaş da ölüm orucunda yaşamını yitirdikten sonra anlaşmaya şeyi. Zaten Hayri Durmuş arkadaş da arkadaş, arkadaşlara şunu demişti. Mesela Karasu'ya demişti "Sen kesin ölüm orucuna girme." Ama Karasu 6-7 gün sonra girdi. Hayri arkadaş şey diyordu "Siz-- biz öleceğiz yani biz öldükten sonra işkence ile işkence dönemiyle bitirirlerse itirafçılık dönemini ve 01:03:00mahkemede savunma hakkını tanırlarsa ölüm orucunu bitirin." Bu Hayri arkadaş, onların kararıydı ve öyle ölüm orucu işte bu 4 arkadaş yaşamını yitirdikten sonra anlaşma şeyinde işte 70. günden sonra yani 70 kaç-- 72., 73. günden sonra anlaşmayla bitti, sonuçlandı. Öyle. Tabii savunma hakkı tanındı işte, zorla itirafçılaştırma şeyi kalmadı. Cezaevi yönetimi Esat Oktay'ın ekibinde sadece Ali Osman Aydın kaldı. Onun dışındakiler hepsi değiştirildi. Böyle bir süreç.