https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview107927.xml#segment0
Partial Transcript: 12 Eylül 1980 sabahı, saat 7 buçukta servise yetişmek için alelacele fırladım evden koşa koşa. Servis geçiyordu yakından çünkü uzaktı iş yerim. Yolda balkonlardan insanlar bağırdılar, "nereye gidiyorsun hanım hanım bir dakika dur" filan. İşte ne dediler yani darbe oldu dememişlerdir herhalde. İşte bir şey oldu dediler, ihtilal oldu mu ne dediler. Ama yani mesela buna ben çok şaşırdığımı hatırlamıyorum çünkü zaten yani karşılıklı restleşmeler başlamıştı hani muhalefet, sol muhalefet açısından söylüyorum ve şey devletin de sertleştiği bir süreçti. İşte aydınların öldürüldüğü, çok fazla kıyımın olduğu işte mahallelerde özellikle birçok mahallede, İzmir'de çok yaşamadık bunu ama Ankara yani Türkiye'nin birçok yerinde mahalleler bölünmüştü. Solcu mahallelerle, ülkücü o zaman işte MHP'li mahalleler arasında. İşte "bozkurtlar" diyorlardı kendilerine falan. Yani mahalle mahalle baya mahalle savaşları yapılıyordu ve baya silahlı külahlı falan çatışmalar oluyordu. Fabrikalarda mücadele çok yoğunlaşmıştı. Bir Tariş şeyi yaşamıştık deneyimi yaşamıştık. Tariş fabrikasındaki direniş baya kanlı bir şekilde bastırılmıştı. Yani kayıp, ölenler oldu, yaralanan oldu falan. Dolayısıyla yani toplu kalkışmalar ve toplu bastırmalar yani restleşmeler çok yoğunlaşmıştı. Kurtuluş'un çeşitli yayın organlarında da işte böyle bir hızla kötü bir şeyin gelmekte olduğu, bir darbenin gelmekte olduğu lafları konuşuluyordu. Ama hiç kimsenin buna dair bir yani ben kendi çevrem açısından söyleyeyim herhangi bir önlem alması söz konusu olmadı yani bana yansıyan bir şey olmadı. Ama hani "aaa darbe olmuş" ya da "aaa ihtilal olmuş hay Allah" filan demedik yani. Hah nihayet, hah olan oldu gibi hissettiğimi biliyorum yani o anda. Eve gittim, eşimi uyandırdım. İşte akşama kadar evde kaldık. Oğlum o sırada annemdeydi. Onlarla yani evde yakındı hani ben mahalle arasından gittim onu aldım falan. Bir süre bekledik işte hani ne olacak ne bitecek. İzmir'de hemen şeylere 00:03:00saldırılmadı yani hemen birçok bazı yerlerde hemen muhalif kişiler ve örgütler üzerine askeri şeyler gelmiş ama bizim olmadı. Yani bir süre sonra işte insanlar ufak ufak bir araya geldiler, derneklerde toparlandık ne yapılacak ne edilecek konuşuldu filan ama bir geri çekilme, mümkün mertebe dikkat çekmeyecek şekilde davranma falan gibi hani kendi açımızdan önlemler alındı. O sırada da örgütsel olarak işte öncelikle şef yani yönetici pozisyonundaki insanların korunması için aileleriyle birlikte şey değiştirmesi, semt değiştirme, şehir değiştirmesi söz konusu oldu. Çünkü bulunduğunuz şehirde çok zaten tanınıyorsunuzdur polis tarafından falan gibi. O sırada da işte hani sonuçta eşim 15-20 gün içerisinde işte birlikte konuştuk, ben bir süre daha İzmir'de kaldım. O gitti. Nereye gittiğini ben bilmiyordum ama bir süre sonra yani benim de onunla birlikte gitme konusunda benimle de konuşuldu ama valizimi alıp gitmem gerekiyordu çünkü ben de bir arkadaşımızın evine gideceğim, birisi de gelip benim evimde oturacak. Yani kendi eşyalarımızla kendi şeylerimizle gitmeyeceğiz. Yani evi taşımayacağız o anlamda söylüyorum. İşte bu, bu süreç geçerken bu süreç olurken ben de 29 Ekim'e doğru şeyden, iş yerimden ayrıldım yani bir illegal hayata geçiş söz konusu oldu bizim için. Çünkü eşimin yani hemen hem geçmişi nedeniyle hem 12 Eylül öncesi konumu itibariyle şey, yani aranacak olduğu ya da işte göz, tutuklanacak olduğu söz konusu, yargılanacak olduğu söz konusuydu. Velhasıl böylece 29 Ekim'den sonra da ben gittim. 12 Eylül sürecini de böylece illegal hayata geçiş olarak noktaladık. 2 sene kadar sürdü yani İstanbul ve Ankara'da olmak üzere çeşitli defalar evler değiştirerek çünkü çeşitli operasyonlarda işte mümkün mertebe şeyi, evi dikkat çekmeyecek ortamlarda 00:06:00 oluşturmaya çalıştık. O arada hani mümkün mertebe az insan biliyordu, gelen gidenimiz pek olmazdı ama gelenlerden biri yakalanınca evi terk etmek söz konusu oluyordu. Onun ifadesi ortaya çıkana kadar evi verip vermediği ya da işte evin takip edilip edilmediği anlaşılana kadar işte çeşitli evlerde falan dolaşıldı. Böyle birkaç ev değiştirdim. En son 12-- 11, 11 Ekim 1982'de Ankara'da eşim bir takip sonucu eve geldikten sonra, oğlum da bu arada yanımdaydı yani ben İstanbul'a gittim hemen 1 ay sonra da oğlumu yanıma aldım. Hani üçümüz birlikteydik. Kimlik değiştirdik falan. Dolayısıyla böyle bir şey yaşadık illegal süreç yaşadık ve 11 Ekim'de yakalandık. 52 gün gözaltında kaldım. Onun 10 gün DAL'da, Ankara'da. 10 günü şey 42 günü İzmir'de olmak üzere yani ikili bir şey oldu. Sonra tutuksuz yargılanmak üzere bırakıldım. Eşim tutuklandı. Ondan sonra da cezaevi süreci başladı. Evet evet aynı anda alındık. Çünkü eşim gündüz takip yemiş, fark et-- yani atlattığını zannederek eve gelmiş. Ama daha önceden zaten 1 gün önceden de takip edilmiş. Dolayısıyla akşamleyin biz yani o takip olma ihtimali karşısında ben bir çıktım etrafı kolaçan ettim gece ve gidip gardan bilet aldım. Ankara'dan İstanbul'a gitmek üzere. Hani yer değiştirelim diye. Sonra eve geldim, eve geldikten işte tam 9 civarıydı gece çıkış, trenin kalkış şeyi. İşte 8 buçuk gibi filan bir taksi çağırdık, aşağıya indik elimizde valizlerle ve arkamızdan yani böyle bir hareket hissettik. Anladık yani takipte olduğumuzu yani gözaltında olduğumuzu. Şeye kadar ellemediler, trene kadar. Trene bindik, birileriyle buluşuruz diye yem olarak kullandılar anladığım kadarıyla. Sonra bindik, sonra eşimi koltuklarından tutarak sürükleyerek götürdüler. Biz Mehmet'le bir iki dakika sonra bizi de Gar Karakolu'na 00:09:00 aldılar. Oradan bizi eve getirdiler, onu Dal'a götürmüşler. İşte evde karakol kuruldu. 1 gece karakolda kaldık polislerle beraber. O sıra, o gece, gece sonra beni çocuğum, oğlumu bırakıp evde beni DAL'a götürdüler. Biraz eşimin sorgusunda beni kullanmak istediler. Taciz ettiler, soydular işte eşyalarımı, kıyafetlerimi gösterdiler filan. Yani ona verdiler. Sonra beni alıp tekrar eve getirdiler. Sonra oğlumu Ankara'daki bir akrabamıza bıraktık ve tekrar DAL'a geldim. Yani işte çok anlatılmıştır herhalde, işte gözlerinizi bağlıyorlar, üstünüzdeki eşyaları alıyorlar falan. Yani küçücük, çok yani oturduğunda ayaklarımı düz tutamıyordum yani çapraz, köşegenlemesine oturuyorsam ayaklarım sığıyordu yani ben çok uzun boylu bir insan değilim. Yani ebatları açısından söylüyorum. Üstümde gündelik kıyafetim vardı. Bir tek palto vardı üstümde yani kalın bir pardösü almıştım. İşte onu kullanırım diye düşünmüştüm. Tamamen beton bir yerdi, uzun süre -- regliydim. Yani çantamdaki şeylerden anladılar, malzemeden anladılar. Yolculuk için hazırlık yapmıştım çünkü. Vermediler. Pamuk vermediler bununla tehdit ettiler mesela. Bana bu o kadar gülünç geldi ki yani benim ayıbım değil ki kanamam benim ayıbım değil, sizin ayıbınız bana ne kanasın dursun yani falan gibi. Ağır işkence görmedim yani psikolojik işkence dışında işte cinsel taciz dışında hani büyük fiziki işkence görmedim ama eşimin bütün işkencesini hemen hemen dinledim. Yani onu dinlettiler ama zaten hani yol boyunca da hani takipte olduğumuzu, trene giderken de nasıl davranacağımız konusunda zaten bir fikir birliğimiz vardı. Yani işte sonuçta yani benim de zaten örgütsel anlatabileceğim çok da bir şey yoktu. Yani öyle bir pozisyonum da yok. Sadece üzerimde sahte kimlik olduğu için ve işte herhalde yataklık diye mi aldılar. Ha bir de işte küçük bir şey vardı yanımızda, eşimin çalıştığı dönemden kalma o zaman yabancı para taşıma yasaktı. Türk parasını koruma kanunundan da dava açtılar 00:12:00 yani 3-5 belki 200 300 dolar böyle bir para vardı. Yedek bir para almıştık yanımıza. Ondan ötürü de dava açtılar bir de işte neden, örgüt üyeliğinden dava açtılar.
Keywords: 12 Eylül; Cinsel Taciz; DAL; Dava; Gar Karakolu; Gözaltı; Polis; Sahte Kimlik; Taciz; İhtilal
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview107927.xml#segment736
Partial Transcript: Sonra da o davalar düştü. Kanun değişti, yabancı koruma, parayı koruma, Türk parasını koruma kanunu yasası çıktı, değişti. Dolayısıyla benim dava düştü. Yoksa ondan ceza alacaktım böyle yani sahtekarlık falan gibi adi suçtan. O düştü, sonra ben de işte üyelikten ya üye değildim zaten ama o dava da düştü. Ama eşim örgüt yöneticiliğinden şey aldı, ceza aldı. O dönem 168'e 1'den ceza aldı. 8 yıldı o gün, o dönemde yani 82'de, 83'te mi bitti ya da 84'te mi bitti dava. Erken bitti yani. Ondan sonra, sonra da indirimlerle 5 buçuk yıl yatarak çıktı. Hayır, DAL'dan doğru bizi bir arabaya koydular şeye, yani Saim ağır işkence gördü DAL'da. Ama bizi bir minibüse koydular DAL'daki birtakım--İyi polis, kötü polis var orada da işte şeyler alındı falan, ifadeler. DAL'da ayrı ifade işte sonra İzmir'e gittik. Çünkü biz yakalanır yakalanmaz İzmir'de hemen bir operasyon başlatmışlar. Yani zaten takipte olan, var olan birtakım ilişkiler toparlanmış, biz gittiğimizde orada bir şey hazır bir Kurtuluş örgütü davası başladı yani oldu. Yani herhalde 10-15 kişi kadar, 15-20 kişi belki. Çok komikti, biz gittiğimizde şey vardı bizden önce TKP davası olmuş, gözaltılar varmış işte onların işkencesi bilmem nesi bitmiş İzmir'de. Kapılar açıldı, biz koridorda bekliyoruz. Bir sürü tanıdığımız insanı koy verdiler. Bir kısmı çıkarıldı, bir kısmı gözaltına alındı. Yani şeye tutuklandı. Cezaevine gitti. Bizim ise biz öteki bir hücrede de Kurtuluş operasyonu başladı böyle şey şey, dalga dalga mesela sürekli vardiyalı örgüt operasyonları yapılıyordu o dönemde. Bu bahsettiğim 82 yılları oluyor. Dediğim gibi Saim'in şeyini bildiğim için, yani ifadesini bildiğim için yani İzmir'e dair herhangi bir açıklaması olmadı. Aslında çok net bir 00:15:00şeyi vardı hani "ben sorduğunuz soruların çoğunu biliyorum ama bunlara cevap vermeyeceğim" dedi ve orada bıraktı. Yani İzmir operasyonu Saim'e bağlı olarak yapılmadı. Önceden zaten bilinen birtakım isimler Saim'le birleştirildi. Yani eşimle birleştirildi. Dolayısıyla birlikte gittik İzmir'e. Medeni koşullarda gittik. Yan yana oturttular, kelepçelerle birbirimize bağlıydık ama 10 gün yemek yememiştik yani bir kuru ekmek bir şey veriyorlar, su vermiyorlar yani böyle psikolojik şeyler yapıyorlar. İşte bir lokantada mola verdik, tuvalete gittik, ondan sonra şey bir yemek yedik baş başa falan. Yani daha hani bir kendimize geldik diyeyim. Ondan sonra da İzmir'e geçtik. İzmir koşulları tabii DAL'a göre iyiydi. Şey gibi hissettiğimi hatırlıyorum, "aa burası otel gibi" diye düşünmüştüm çünkü sırada oturdum, bekleme sırasında yani o koğuşların, hücrelerin boşalması sırasında. Bir önceki operasyondan insanlar boşalırken. Ya uzanabildim, ayaklarımı uzatabildim yani yatabildim, 2 dakika uyuyabildim falan yani o devamlı işkence seslerini duymaktan uyuyamıyordum falan. Neyse. Sonra hücreye alındık. Oradaki hücrelerde hiç olmazsa birer battaniye vardı altımızda. Öteki tarafta tamamen betondu falan. Hani İzmir'in koşulları, bir de mesela İzmir Emniyeti, o zaman dördüncü katta mıydı, beşinci katta mıydı yani daha böyle bir havadar, bir güneş bir şey var yani. Hani ne olursa olsun pencerelerden, koridordan bir şey sızıyor. DAL yeraltındaydı. O, o da duygu da tabii insanı-- Bütün bunların hepsi psikolojik olarak insanı etkileyen şeyler yani. Dolayısıyla İzmir benim için hani öyle demiştik. İzmir biraz daha rahatlatıcı bir işkence ortamıydı. Orada da 50-- 42 gün kadar orada kaldık. Aslında operasyon bitmişti yani fakat tam anayasa oylamasının yapıldığı günlerdi. Bizi beklettiler anayasa oylamasına kadar. Anayasa oylamasının akabinde, öncesinde böyle şeye çıkarıp, televizyona çıkarıp "bakın terör bitmedi hainler hala faaliyet halinde" deyip 3 tane kırık, nereden 00:18:00bulunduğu-- Yani insanların hani şey karşısında bildikleri, analarından, atalarından, babalarından belki, buldukları silahları koymuşlar oraya. Yani silahlı örgüt olarak bir silah yoktu yani ortada. Onu demek istiyorum. Velhasıl bir propaganda malzemesi olarak kullanmak için bu kadar uzattılar. Yoksa şey bitmişti zaten. İşte 42 gün sürdü bu macera. Ondan sonra da önce Narlıdere'ye gittik. Narlıdere Askeri Gözetim'e geçirildik. Orada karavanadan sıcak su isteyip, saçımızı başımızı yıkama şeyimiz oldu hiç olmazsa. Kadınlarla bir araya koydular. 5-6 kadındık bir Kurtuluş çevresinden. Tanımıyordum çoğunu. Ondan sonra oradan da işte İzmir Sıkıyönetim mahkemesi, mahkemeden de tutuksuz yargılanmak üzere eve döndüm. Buca Cezaevi'ne gönderildi. Pardon Şirinyer Askeri Cezaevi'ne gönderildi ve böylece benim cezaevi kapısı sürecim başlamış oldu. Bilinebileceğini hani birbirlerine zaten isimleriyle hitap etmiyorlardı o dönem. Haydar diyorlardı galiba birbirlerine herkes. Bütün polisler haydar diyordu birbirine öyle hatırlıyorum. Ali, Veli demiyorlardı yani kendi isimleriyle hitap etmiyorlardı. İkincisi de yani zaten sorgucuları, sorgucuların sadece sorgu teknikleri nedeniyle bir farklılık olduğunu hissedebildim. Yani bir şey vardı yani bir polis, birden fazla kategori var. Yani bir normal hani getir götür işte bağır çağır hani şey yap olanlar var, hani terör estir olanlar var. Bir sorgu yapan şeyler var, polisler var. Bir de derin bir şey var yani onların asker olduğunu ya da yani istihbarat ama yani polis, askeri istihbarat gibi bir şey olduğunu tahmin ediyorum. Bunu neden tahmin ediyorum, yani bir şekilde gözlerimiz bağlı olduğu için ortam şey hani görmüyorduk zaten. Ama mesela taciz eden, o patırtı kütürtüyü yapanlar polisler. Tacizi hani psikolojik olarak seni yıkmak istiyor. Ama bilinçli olarak seni daha doğrusu politik şeyi çözmek isteyen, kodları 00:21:00çözmek isteyen yahut da şeyi anlamak isteyen, örgütsel yapıyı algılamak isteyenin daha farklı bir ekip olduğunu düşünüyorum. Büyük ihtimal içinde asker de vardı yani o dönemde. Kibarlardı onlar. Yani öyle şey değildi. Birden fazla ha benim algılarım bunlar. Büyük ihtimal Saim belki başka şeyler söyleyecektir. Hani o daha farklı muameleye maruz kaldı çünkü. İyi polis, kötü polis var tabii ki. Bir tanesi mesela şey demişti, sonunda galiba Ankara'daki, DAL'da son yani bana bir şey, ifade imzalatıyorlar yani işte ne dediysem onu dedim, yazdım imzaladım. Yani "bilgim yoktur, eşim nedeniyle buradayım, işte eşim getirdi" filan. Yani birlikte kurduğumuz ifadeyi verdim. Ama bana döndü şey dedi, "Kocanı nasıl bilirsin?" dedi yani "Nedir? sen kocanı nasıl biliyorsun?" dedi. İşte "iyi bir adamdır" -yani o solculuk üzerinden soruyor- "iyi bir adamdır, devrimcidir işte geçmişte yatmış çıkmış" falan. "O bilinçli bir komünist" dedi bana. "İyi bir komünist" dedi bana. Bana bir böyle eşimin propagandasını yaptı şey bunu beni, bunu niye bana söyledi bilmiyorum. Bana moral oldu o ayrı. Ama hani bunu bana moral olsun diye mi söyledi yoksa beni hani soğutmak için mi söyledi ne, ne demek istedi yani beni zaten tanımadığı için mi böyle söyledi bilmiyorum ama bana böyle bir şey yapmıştı. Ya kibar davranmıştı sorgu, o şey sırasında kağıt, ifade yazma sırasında. İzmir'deki ifade de ise var olan bir ifadeyi yani bir şeyi bana imzalatmak istediler. Orada eşimi şey yapan suçlayan ifadeler vardı TÜTED üzerinden. Bunu imzalamayacağımı söylemedim. İşte yani çok da zaten zaman geçmişti dediğim gibi yani 50 gün sonra, biraz da ortama alışıyorsunuz galiba. İşte o da bana alıştı, onlar da bana alıştılar herhalde. Attılar, tuttular falan. Birkaç defa zaten getirip götürmüşlerdi. Şey dedi "O zaman" dedi "seni çıkarmam buradan" dedi. "İyi siz bilirsiniz, ben bunu imzalayamayacağım" dedim. "O zaman bunu yaz 00:24:00oraya" dedi, "imtina ediyorum diye yaz" dedi. İmtina etmek, kaçınmak demektir. "Kaçınmıyorum yani imzalamak istemiyorum ben" dedim, "yani bunu imtina ediyorum diye yazmam." Peki ne istiyorsan onu yaz Allah'ın belası dedi. Not yazdım, "Ben bu ifadeyi yani yukardaki ifadeyi imzalamıyorum, bu benim ifadem değildir" diye yazdım. Öylece çıktım yani o şekilde çıktım. Yani böyle birden fazla mekanizma çalıştırmaya çalışıyorlar. Çok mu bilinçli bilmiyorum. Bunların her birinin çok bilinçli olduklarını da düşünmüyorum çok yani çok planlı, programlı, "a faktörü şöyle" yani satranç gibi bir şey olduğunu düşünmüyorum. Biraz da insanların kendi şeyi. Çünkü ne bileyim mesela hücre kapımı açıp, bana bak sakın uyuma, uyursan-- Su içme, pardon. Su içersen şişersin diyenler oldu neden çünkü şeyden sonra işte uzun süre susuz bırakıyorlar, sonra işte falakadan sonra su vermiyorlar falan şey için fazla su tutmayı engellemek için. Yani böyle hani yardım için bir şeyler yapmak isteyenler, ufak tefek bir şeyler yapmak isteyenler de çıktı. Hani görev icabı yaptı, yapıyor gibi. Ama öteki hücreye gidiyor, ona ana avrat küfrediyor. Hayatımda duymadığım küfürler duydum bütün o süreç içerisinde yani hakikaten duymadım. Hala da duymadım yani. Nereden buluyorlar onları bilemedim yani. Farklı yani bu-- İnsan çok acayip bir şey. Sadece şeyi düşünüyorum bütün o süreçten sonra, o günlerde yani bütün bu 52 gün sonra eve geldiğimde, bütün bu insanlarla aynı kategoride olmak yani ben de insanım onlar da insan. Yani nasıl, nasıl aynı kategoride. Biraz patolojik bir düşünce galiba ama yani aynı kategoride olduğumu düşünmek bana şey gelmişti. Fena gelmişti. Bu da böyle.
Keywords: DAL; Hücre; Küfür; Saim Koç; Susuzluk; Taciz; TÜTED; İfade; İşkence
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview107927.xml#segment1576
Partial Transcript: Yani bu darbe meselesi gündeme geldiği anda bir düşündük yani ben de düşündüm esas olarak. Sonuçta bir hayat seçmiştim. Aslında çocuk yapmayı istememiştim yani çocuğum olsun istememiştim çünkü nasıl-- Yani bilinçli bir tercih yaptığım için zor bir hayatım olacağını biliyordum. Biraz da yani bütün bunlar nedeniyle de şey yapmak istemedim, ortak etmek istemedim yani bu benim seçimimdi. Çocuğumun seçimi olmayacaktı yani anlatabiliyor muyum yaşayacağımız zorluklar. Böyle düşünüyordum gerçekten ama işler istediğim gibi gitmedi yani öyle planladığım gibi 00:27:00gitmedi. Bir iki kürtaj oldum, o kürtajlar sonucu, sonraki hamileliğimi yapmak zorunda kaldım. Bir de o zaman korunma yani spiralli korunma filan şeyleri yoktu yani. Bunlar hep şeyde, kürtajlar, merdiven altı kürtajlardı. Oralarda-- He bir iki arkadaşımın da kürtajına şahit oldum filan yani bunlar çok şeydi, ağır süreçlerdi. Sonuçta Mehmet'in olmasına karar verdik ve yani o iki merdiven altı kürtajdan sonra benimle ilgili tehlikeli bir süreç olacağını söyledi doktor. Onun üzerine dünyaya getirmeye karar verdim Mehmet'i. Dolayısıyla Mehmet yani hayatımı tümden değiştirmeme neden olmadı. Baştan hani bir hayat yaşayacağız ve birlikte o hayatın zorluklarını birlikte göğüsleyecek diye konuşmuştuk. Hem eşimle hem de kendim de bunu göze almıştım yani. Sonuçta kadının esas olarak bu konuda karar vermesi gerekiyor yani hayat içerisinde bunun böyle olduğunu gördük zaten. Çeşitli, birçok hayatlarda ve deneylerde. Dolayısıyla Mehmet'i bırakmayı, geride bırakmayı düşünmedim yani ailemle, eşimin ya da kendi aileme bırakmayı düşünmedim. Yerimiz yurdumuz belli olduğu andan itibaren onu da yanıma aldım ve birlikte yaşadık bu kaçaklık sürecini, illegal süreci. İşte birlikte yakalandık. Her şeye şahit oldu, babasının sürüklenişine, polislere, evde karakol kurulmasına, polisler ona işte evdeki silahları, o kendi silahlarını masanın üstüne koyup onun evdeki silahları da kendisine göstermesini istemesine filan. Şahit oldu. Gitmiş içerden oyuncak silahlarını getirmiş garibim. Dolayısıyla Mehmet oldukça şey yaşadı, o karakol döneminde de yani evde karakol kurulduğunda da beni DAL'a götürüp getirdiler bir vahşetten geliyorum, tacizden geliyorum ve Mehmet orada mışıl mışıl uyuyor. Yani bunlar hakikaten psikolojik olarak insanı çok zorlayan şeyler. Yani bütün derdim Mehmet'le birlikte DAL'a gitmemekti. Neyse ki bir akrabamıza bırakmak konusunda şey yaptılar, karar verdiler. O akrabaya götürdük Mehmet'i onlara teslim ettim ve orada hani annemden başka kimseye Mehmet'i vermemelerini 00:30:00tembihleyerek, ondan sonra ayrıldık yani oradan ve kapıdan gittiğimde sırtımdan büyük bir yük kalkmıştı. En büyük korkum hani Mehmet'i bize karşı kullanmaları korkusuydu yani Mehmet'e bir kötü muamele yapacakları korkusuydu. Bir şekilde onu güvenceye aldığımızı hissettiğim anda yani sanki o DAL'a gitmiyor gibi ya da o kötü şey yani nereye gideceğimi biliyorum ama orası bana o kadar ürkütücü gelmedi artık. Dolayısıyla hemen anneme haber verilmiş, annem gelip almış ve İzmir'e getirmiş. İşte bu süreç içerisinde tabii Mehmet oldukça etkilendi yani ben geldiğimde herkes yani anneannesi de babaannesi de bakıp bakıp suratına ağlıyorlarmış yani. Şimdi bir çocuk daha 3-4 yaşında bir çocuk yani sonuçta ne olduğunu da çok anlayamıyor. Kötü adamlar yakalanır diye biliyor hani televizyondan ya da-- Kötü adamları polisler bir şey yapar diye düşündüğü için habire mesela çizgi film, çizgi şeyler yapıyordu geldiğimde idam edilen çizgi bebekler yapıyordu, sallanan. Çizgi derken hani Cin Ali'ler vardır ya kibrit, kibrit adamlar. Ben geldikten sonra işte bir şekilde devamlı konuşarak ederek yani daha kendini güvende hissederek herhalde geçti o süreç. Ondan sonra da bir daha hiç ayrılmadık yani. Ama bugünlerin üzerinde olumlu etkisi yani olumsuz etkisi olduğunun çok farkındayım tabii ki. Şöyle, Şirinyer Askeri Cezaevi'ndeyken işte hemen tabii işte görüşlere gidildi, gelindi falan. Şirinyer Askeri Cezaevi'nde-- Yani şöyle oluyor, o dönem süreç şöyle işliyordu. Şeyken, mahkeme sürecinde askeri cezaevlerinde kalınıyordu. Mahkeme sonu, askeri mahkemede de yargılanıldığı için, askeri mahkeme bitince yani ceza aldıktan sonra sivil cezaevlerine hani o zaman için yapılmış şey cezaevlerine gidiliyordu işte E tipi cezaevleri yeni kurulmaya başlanmıştı, öyle bir cezaevine gidiyordu. Saim'in mahkemesi bittikten sonra Şirinyer'den Buca cezaevine 00:33:00 geçtiler. Buca Cezaevi'nden de orası kalabalıklaştığı için Buca'da İzmir'de. Bursa F Tipi Cezaevi'ne gitti. Toplam üç cezaevi değiştirdi. Askeri cezaevindeyken bu Türkiye genelindeki tek tip elbise uygulaması nedeniyle direnişler başladı bir süre sonra ama zaten görüşler o kadar komikti ki yani üç dakika görüşe geliyorduk normal süreçte üç dakikaydı görüş. Yani hangi birimiz ne konuşacağız ne edeceğiz. Yani annesi babası var. Onlar da tabii ki görmek istiyor. Üç dakikada hep birlikte görüşe gidiyorduk. Sonuçta bu koşullarında değiştirilmesi için ve tek tip elbise giymemek için direnişler olmaya başladı. Böylece görüşler tamamen gitti. Mektuplarla haberleşmeye çalıştık uzun bir zaman. Yani bütün bu süreç içerisinde herhalde hayatımın en yoğun yazarlık süreci bu dönemdedir. Çok fazla mektup yazıldı karşılıklı. Mümkün mertebe itiş kakış olmayacağını düşündüğüm şeylere, görüşlere Mehmet'i de götürdüm hani bütün hayatımızda, Mehmet'i de yani Mehmet'in de ortak olmasını yani saklanacak bir şey yapmayacağımızı ifade etmek istedim. Yani Mehmet'in utanıp, sıkılıp, saklayacağı bir hayatı annesi babası olmadığını anlamasını istedim öncelikle. İyi mi yaptım bilmiyorum. Böyle yapmayan arkadaşlarım oldu. Hangisi daha başarılıydı, hangisi daha iyiydi, Mehmet'in üzerinde ne kadar etki, hangisi daha iyi etki verirdi bilmiyorum. Ama yıllar sonra bana şey dedi, bir başka arkadaşımızın yani çocuklarını kendi anne babasına bırakıp hani onların çocukları gibi yetişmesini, yetişmesini göze almış. Arkadaşım. Arkadaşımız. "Bana öyle yapsaydın seni hiç affetmezdim" dedi. Onun için belki iyi yapmışım, devamlı birlikte olmakla hani onu da zorluklarla tanıştırmakla, kendimizden ayırmamakla belki de iyi yapmışım diye düşündüm. Ama bilemezsin yani insan psikolojisi. Bu her zaman benim için bir soru işareti olarak kalacak.
Keywords: Buca Cezaevi'; Cezaevi; DAL; Darbe; Görüş; Karakol; Mahkeme; Mektup; Polis; Psikolojik etki; Yargılanma; Şirinyer Askeri Cezaevi
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview107927.xml#segment2147
Partial Transcript: Şeyde bu direnişler sırasında yani bu cezaevi koşullarının değiştirilmesi. Önce cezaevi cezaevi başlıyor tabii ki00:36:00 bir araya gelmeler. Sonuçta ben de bu arada İzmir'de hiç bulamadım yani dediğim gibi İzmir küçük bir yer bu şeyde de televizyonda da böyle yasadışı örgüt, silahlı örgüt çetesi-- Ha bir de Ege bölgesi kadın sorumlusuymuşum ben de, öyle lanse ettiler. Böyle olunca tabii iş bulmak hani bir de o zaman bir şey GBT yapıyorlar yani devlete ve herhangi bir işyerine giremiyorsunuz, iş bulma zorluğu var. Özel şirketlerde de yapıyorlardı. Bir de zaten herkes tanıyor. Yani iş bulmam çok zor oldu. Bulamadım bir yıl kadar. Masraflı bir hayatım var yani çocuğum var, eşime para göndereceğim, yaşayacağım falan. Yani bütün bunları yükünü annemin üstüne bırakamam falan şiddetle iş aradım. Sonuçta İstanbul'da Gelişim Yayınları'nda bir iş buldum ve oğlumu da alarak İstanbul'a taşındım. Zaten o sırada, bir süre sonra da eşim Bursa Cezaevi'ne naklolmuştu. Dolayısıyla Bursa'ya gidip gelmek daha kolaydı ama İzmir'e de epey gittim geldim yani daha henüz taşınmadan. Dolayısıyla bunu şunun için söylüyorum yani, kapı önü örgütlenmeleri biraz tabii kalıcı olursa hani mahkeme sürecinden ziyade uzun süre kalınca insanlar birbirlerini tanıyorlar falan. O arada da İstanbul'da yavaş yavaş işte bu tek tiple ilgili mücadelenin yükselmesiyle işte açlık grevleriyle falan yani bütün bu gördüğümüz ihlallere karşı, cezaevlerinde yaşanan ihlallere karşı bir şey yapılması gerektiği gündeme geldi. Gerek avukatlar kanalıyla, gerek aileler kanalıyla sesimizi duyurmak ve Türkiye'de bir işkence olduğunu anlatabilmek için bir şeyler yapmak gereği ortaya çıktı. Ve orada işte İnsan Hakları Derneği'nin kuruluşu gündeme geldi, kapıdan özellikle işte Metris ve Sultanahmet Cezaevi'nde kalan siyasi tutukluların aileleriyle bir araya gelerek ve aydınlarla bir araya gelerek. Bu süreçte ben de orada görev aldım. Birinci, İstanbul'da yani Ankara'da da Ankara'da başladı, Ankara'da da benzer her yerde benzer çalışmalar oluyordu. İstanbul'dakilere ben dahil oldum. İstanbul şubesinde de şey Emil Galip Sandalcı'ydı şube başkanı. 00:39:00Kurucu üye olmadım ama işte şey içinde, dernek içinde çalıştım. Şeyde Emil Galip benim için özel bir insandır ve orada gördüğüm, o tanıdığım kadınlar kapı önünde tanıdığım kadınlar bambaşka bir deneydir. Hayatımda çeşitli okullar okudum derim her zaman Ziraat Fakültesi gibi işte Kurtuluş da bir okuldur benim için çok şey öğrendim. Ama Emil Galip de bir okuldur. İnsan Hakları Derneği ve Emil Galip Sandalcı da bir okuldur. Demokrat olmak ne demek onu öğrendim onun yanında, deneyimledim. Bu konuda son derece eksik olduğumu deneyimledim. Hak talep etmenin çok insani bir şey olduğunu öğrendik, öğrendim. Çünkü şöyle bir şey düşünüyorsunuz, bilmiyorum başkaları da anlatıyor mu bunu biz karşı karşıya iki cepheyiz yani düşman cepheyiz diye düşünüyorsunuz, o tabii ki bana bunları yapacak diye düşünüyorsunuz. Ve bunu yani bunu yapılan şeyleri de kendinize hak görüyorsunuz, yakın zamana kadar şeyi bile düşünmedim ben, cinsel istismara uğradığımı düşünmedim. Zaten yapacak yani bir şey yapacak, yapması lazım diye düşünüyordum. Anlatabiliyor muyum, bu bir başka bir kafa. Yani sıcak savaşın tam ortasında bunu düşünmeye, hak düşünmeyebilirsiniz yani bir siperde karşı karşıya silahla ama onun dışında hayatın çeşitli aşamaları var, oralarda hakkını aramak, hak, kendine saygı duymak ve kendi hakkını sorgulamak çok önemli bir şey. Bunu dediğim gibi İnsan Hakları Derneği ve Emil Galip Sandalcı'yla öğrendim. Dolayısıyla o çok önemli bir deneyimdi benim için. Çok değerli insanlar tanıdım, kadınlar tanıdım. Çoğunu kaybettik. Anneler tanıdım. Çoğunu kaybettik hala yaşayan birkaç tane var. Onları hala görüşüyorum. Şimdi onlara o zaman teyze diyorduk ama ben onlara teyze dediğimiz yaşlardan çok daha ilerdeyim. Ve onların mücadele gücü, zekaları muhteşemdi. Yani nasıl anlatsam, sabahları ne bileyim işte mahkeme ya da cezaevinin kapısına gelmedikleri günler yatır yatır dolaşıp 00:42:00okurlarmış. Sonradan söylüyorlar. Yok Tuzcu Baba'ya bilmem ne adarlarmış. Yok bilmem kime bilmem ne. Sucu Baba'ya su adarlarmış. Onları getirip çocuklarının bilmem ne mahkemesinde atarlarmış hani hakimin gözü bağlansın. Hani bunları da anlatıyorlardı. Ama bir yandan da çatır çatır haklarını ve çocuklarının haklarını arıyorlardı. İnanılmaz kadınlardı. 60-70 yaşında pankart asmaya yani illegal pankart asmaya, korsan eylem yapmaya koşturan kadınlar vardı. Yani bunlar müthiş bir deneyimdi benim için. Onun için hayatımın ondan sonraki sürecinde, her zaman kendime sosyalist dedim çünkü yani işin ideolojik ve ekonomik boyutunun başka türlü olamayacağını düşünüyorum yani dönüşümün başka türlü olamayacağını düşünüyorum ama insan hakları kavgasına, insan hakları mücadelesine sosyalizmde de ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Geçmişte böyle düşünmüyordum mesela çok çarpıcı örneklerinden biri şudur: İnsan Hakları Derneği'nde idam cezasına karşı, o zaman idamlar vardı biliyorsunuz, onları durdurmak için bir kampanya yaptık ve bunu uluslararası boyuta taşımak istedik filan. Tabii çok desteklendi, içerden de desteklendi ama biz koşulsuz idam yani idamın koşulsuz engellenmesini istiyorduk. Adliyelere de faşistlere de yani ülkücülere de. Halbuki içerden şey cevabı geliyor, bize uygulansın ama onlara uygulanmasın. Şimdi mesela bu, bir zamanlar ait olduğun insanlardan böyle bir şey gelmesi çok çarpıcı bir şey. Hani insanı yani kendi gelişimini de gösteriyor enteresandı benim için. Yani bütün bunlar o dönemin bize kazandırdığı şeyler. İnsan Hakları Derneği iyi ki kuruldu ve hala var. Tabii ki birçok çatışma oldu orada da. Orada da birçok şeyi elimizle deneyerek öğrendik. Çok şey öğrendik. Uluslararası camianın aslında ne kadar çifte standartlı olduğunu da öğrendik. Gelip burada ah ah, vah vah deyip bize acıyan gözlerle zavallı Doğu şeyiyle bakıp ne bileyim işte gelip ziyaret edip, ne bileyim işte üç beş kuruş belki bağış yapıp falan ondan sonra kendi ülkelerinde cezaevlerindeki koşullarla hiç ilgilenmeyen bir sürü insanla tanıştık. Bu çifte standartlar bize, bu mücadelenin çok başka bir boyutu olduğunu, çok üzerinde çok düşünülmesi ve konuşulması gerektiğini 00:45:00öğretti. Dediğim gibi insan hakları okulu, Emil Galip'le başladı benim için. Hala da devam ediyor. Bir başka okul da feminizm okuludur. Hayatımda çok çeşitli okullar oldu. Hepsinden öğrendiğim şeylerle bir şekilde bu yaşlara geldim. Bakalım bundan sonra neler öğreneceğiz. İnşallah daha kötü şeyler görmeyiz. Evet, ben çalışıyordum yani dolayısıyla burada bir düzen kurmuştuk. Oğlum ilkokulu bitiriyordu, ben çalışıyordum yani işte bir, bir değirmenin dönmesi lazım o sırada ilk işte İstanbul'da Gelişim Yayınları'nda bir iş bulmuştum. Ve daha çok ansiklopedilerde çalıştım, ansiklopedi o zaman çok yaygın ansiklopedi yazımları vardı. Bilim maddeleri yazdım. Bir dönem çocuk ansiklopedisi çıkardık Gelişim Yayınları'nda. Daha sonra işte görsel yayınları gibi çeşitli ansiklopedilerde çalıştım. Daha sonra reklam ajanslarında çalıştım. Sektörel dergiler çıkarma konusunda. Bunlar da tabii çok şey öğretti biraz da tabii geçmişte çok şey okumamın, çok okumuş olmamın yani okur yazarlıkla çok ilgili olmamın kazandırdığı bir sürü dile hakimiyet var. İşte dolayısıyla hep, ondan sonra yayın dünyasında epeyce çalıştım. Profesyonel olarak ama bütün bu süreç içerisinde gönüllü olarak hak örgütlerinde çalıştım. Çeşitli derneklerde hak örgütlerinde çalışmaya devam ettim.
Keywords: Cezaevi koşulları; Dergi; Dernek; Direniş; Emin Galip Sandalcı; Faşist; Feminizm; GBT; Hak örgütleri; Kampanya; Metris; Sultanahmet Cezaevi; İdam; İnsan Hakları Derneği
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview107927.xml#segment2814
Partial Transcript: Eşim çıktığı zaman da işte o da tabii ki burada bir kurulu düzen vardı. O da oraya geldi. Ama daha sonra, bir süre sonra yollarımızı ayırdık. Dediğim gibi farklı, hani süreç gelişmeleri-- O cezaevi okulundaydı ben insan hakları okulundaydım. Sonuçta yollarımız yavaş yavaş ayrıldı birbirinden. 70-- Bir süre ayrı yaşadık sonra 94'tü galiba boşandık. Ben oğlumla yaşamaya devam ettim. O da kendi hayatına devam etti. 12 Eylül bize tabii yani çok büyük bir planın ya çok büyük bir puzzle'ın bir parçası 12 Eylül. Bunu dünyadaki ekonomik, dünyadaki 00:48:00 kapitalizmin gelişmesi ve pastaların azalması filan yani çok geniş çerçeveden bakmadan Türkiye'yi anlamak mümkün değil. Türkiye'de bugünü yaratmak için kullanıldı bütün darbeler. 60 da dahil olmak üzere. Türkiye'de bugün geldiğimiz noktaya gelebilmek için bu darbeler yaşandı diye düşünüyorum ben. Dolayısıyla bugün, 12 Eylül'ün sonucudur diye düşünüyorum. Şey olarak yani olumsuzluklar anlamında ama olumluluklar anlamında da çok şey öğrendik tabii bütün bu deneyimlerden. Yani toplum, toplumsal dönüşümler bedel ödenmeden, birçok aşamadan geçmeden olamıyor. Yani Türkiye köylülükten, bir tarım toplumundan birdenbire sosyalist topluma geçemezdi. Yani 12 Mart'ta bir şey olamazdı. 12 Eylül'de herhangi bir toplumsal dönüşüm olamazdı. Dolayısıyla işte tarım toplumunun yok edilmesi, işte ucuz işgücünün fabrikalara akıtılması gerekiyordu. Bütün bunların uluslararası sermayenin emrine verilmesi gerekiyordu. Bütün bunların yapılabilmesi için bu darbeler adımlardı. Tabii o günlerde bunları görebilmemiz mümkün değildi biz sadece yapılmak istenene "hayır" diyen insanlardık. Öyle olunuyor zaten. Bir şey görüyorsun, bir tehlike görüyorsun ama o tehlikenin boyutlarının göremiyorsun. Dolayısıyla sadece "durun, olmasın, böyle olmasın" diyen insanlardık. Öyle olduk. Şimdi de öyleyiz. Hala daha muhalif hareketler olarak öyleyiz. Ne belki bundan 30 sene sonra büyük resmi daha güzel görebileceğiz, daha iyi değerlendirebileceğiz. Onun için yani liberalizmin Türkiye'ye yerleşmesinin şeyidir 12 Eylül. Ayağıdır. En büyük aracıdır. Yani bütün bunları, bugünlerde meyveleri toplanan her türlü olumsuzluk 12 Eylül'de tohumları atıldı. Dolayısıyla çok şey yaptı tabii. Ama biz de mücadele anlamında deneyimler kazandık. Bilmediğimiz şeyler öğrendik. Böyle karşılıklı bir şey yani. Etki tepki meselesi. Biraz önce dediğim gibi yüzleşmek çok önemli yani bahsettiğim gibi biraz önce şeyi söylemiştim yani biz kendimize yapılan her şeyin, zaten yapılması gerektiğini düşünüyorduk. Şey anlamda çünkü biz düşmanız yani belki de biz de aynı şeyi yapacağız gibi. Yani karşılıklı bir hesaplaşma kafası. Şimdi bunun değişmiş olması bence çok önemli bir 00:51:00şey. Yüzleşme kavramının ortaya çıkması yani bu, bu kutuplaşmanın, bu kutuplaşmanın kırılması. Bu sadece muhalif hareketler açısından ya da solcular açısından söylemiyorum bunu. Ötekilerle hesaplaşma meselesinde de aynı şey. Yüzleşme kavramı henüz daha yani 12 Eylül'den sonra gündemimize giren bir şey. 12 Eylül'de hapse giren arkadaşlar işkencelerini anlatamazlardı. Hapisten çıkan arkadaşlar. Daha çok kadınlar anlatırdı da, erkek arkadaşlar anlatamazlardı. Anlatabilmeye sonra sonra başladılar. Mesela şimdi yani aradan geçti 50 sene neredeyse yani 12 Eylül'den sonra, kaç seneden sonra bunları konuşuyor, yazıyor yani son birkaç 5 yıldır filan, konuşuyor, yazıyor ve anlatıyor hale geldi insanlar. Bir sürü, sadece bizim yaptığımız değil, birçok insan geçmişiyle hesaplaşıyor. Yazıyor, anlatıyor, konuşuyor. Yani anlatabiliyor. Bu çok önemli bir şey. Bu aynı zamanda öteki ötekilerle de yüzleşmeyi getiriyor. Yani şimdi burada hiç Kürtlerle ilgili konuşmadık. Ben 12 Eylül-- Evet bir Kürt olgusunda farkındaydım, Kürtlerle ilgili 12 Eylül öncesinde bir Kürt politikamız vardı. Kürtlerin bu ülkede ezildiğinin, mahvedildiğinin işte dillerinin konuşulmasının engellendiğini biliyordum, biliyordum, biliyordum. Onlar için onlarla birlikte mücadele edilmesine inanıyordum, gerekliliğine. Ama Diyarbakır Ceza-- Yani tahliye olduğumda ben eve geldiğimde ya da işte dışarı çıktığımda Diyarbakır Cezaevi'nde olabilenlerle ilgili hiçbir fikrim yoktu. İnanamadım. İlk oradan gelip, bir avukat arkadaşın eşi geldi. Avukat, kendisi avukat olan bir arkadaş geldi ve cezaevinden çıktığında yani Diyarbakır'dan geldi demek ki suçu ya da neyse üzerindeki şey daha azdı, bilmiyorum ya da önemsenmedi. Geldiğinde bir şey anlattığı şeyler, herhalde 83-84 yıllarıydı. Biraz kafayı yedi herhalde diye düşündüm. Böyle bir şey olamaz diye düşündüm. Yani ben de yaşadım ama bu anlatılar şey dışı, akıl dışı şeylerden bahsediliyor. Anlatabiliyor muyum? Yani dolayısıyla işte Kürtlerle yüzleşmek, Ermenilerle yüzleşmek, ötekiyle yüzleşmek, Alevi mevzuuyla hani Dersim'le her şeyle yüzleşebilmek yeni yeni gündeme gelmeye başladı. İşte bu da 00:54:00kazanım bence. Bu da bizim zihinsel dünyamızdaki yeni bir açılım olduğunu düşünüyorum. Bütün bu, bunlar değerli diye düşünüyorum. Mümkün olduğunca yapılması gerekiyor. Bu, bu ağırlıklardan bu, geçmişimizdeki bu kamburlardan kurtulmadan özgürleşemeyeceğiz. Her alanda yani sadece solcular ve muhalifler açısından söylemiyorum. Bütün ötekiler. Cezaevinde İnsan Hakları Derneği'nin ilk üyelerinden biridir Demet Demir. Transtı. İnsan Hakları Derneği'nde bizimle birlikte çalışmaya başladığı zaman çok tepki gördük. Çıkıp konuştuğu zaman panellerde ve cezaevinde çünkü o da gözaltında kalmış ya da işte tutuklu kalmış. Orada kendi arkadaşlarından gördüğü şeyleri, muameleyi ihsas ettirebildi ancak. Ettirebiliyordu, söylemiyordu bile. Söylediği zaman bile inanamıyorduk yani Türkiye çok ağır dönemlerden geçti. Farklı olan her şeyle yüzleşmesi gerekiyor Türkiye'nin. Bu çok önemli. Ancak o zaman sırtımızda fazla kambur olmadan rahat rahat isteklerimizi dile getirebileceğiz ve mücadele edebileceğiz diye düşünüyorum. Hepimizin sırtında var kamburlar. Çünkü bu sistemin eğitiminden geçtik, bu sistemin üretiminden geldik. Aniden bir anda değişmek kolay değil. Ben ilk kez İnsan Hakları Derneği'nde bize destek veren çeşitli yazarlar, çizerler ya da işte aydınlar arasında gey insanları gördüğüm zaman böyle gözlerimi alamadığımı ve dikkatle onlara, hayretle baktığımı hatırlıyorum. Yani o utançla tabii şimdi hatırlıyorum. Hani bunları kabul etmek hepimiz için kolay değil. Çünkü bu sistemin ürünleriyiz biz de. Geldiğimiz eğitimi düşünürsek. Dolayısıyla hak, hakkını aramak ve hak mücadelesi çok önemli ama bunu yapabilmenin en önemli yolu da yüzleşmek. Hepimizin yüzleşmesi gerekiyor. Hepimiz kendimizle de yüzleşmeliyiz. Çocuklarımızla da yüzleşmeliyiz. Onlara yaptığımız haksızlıklarla da yüzleşmeliyiz. Bize yapılanlarla da 00:57:00yüzleşmeliyiz. Çok yüzleşme dedim ama böyle düşünüyorum. Ne kadar yaygınlaşırsa ne kadar çok konuşursak ne kadar anlatabilirsek o kadar önemli. Bir de kayıt düşmenin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Maalesef bütün bu yani 30-40 yıllık süreç içerisinde kayıt tutmamanın şeylerini, kendimizde de çok gördüm eksikliğini. İHD'nin doğru dürüst kaydını, bizim çalıştığımız dönemde arşivini, belgelerini daha düzenli, daha tertipli, daha sistematik tutabilseydik ne iyi olurmuş. Ne çok şey kazanırdık. Yeniden yeniden aynı şeyleri yapmak zorunda kalmazdık mesela. Bunun gibi. Onun için çeşitli geçmişe dönüş şeyler, bu sözlü tarih çalışmaları, yazımlar yani geçmişi yeniden--Yani bu geçmiş nostaljisi olarak değil de kayıta düşmek olarak algılanmalı ve çok önem, değer verilmeli. Bu konuda ne kadar çalışsak azdır diye düşünüyorum.
Keywords: 12 Eylül; Alevi; Arşiv; Dersim; Diyarbakır Cezaevi; Ermeni; Hesaplaşma; Kayıt düşmek; Kürt; Nostalji; Yüzleşme; İHD; İnsan Hakları Derneği