https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview107928.xml#segment0
Partial Transcript: Ben 1900-- 7 Nisan 1950 Mersin doğumluyum. Ailem daha çok Makedon kökenli olmakla beraber Antalya'da buluşmuş. Bir memur ailesi çocuğuyum. Dolayısıyla çocukluğum birçok şehirde dolaşarak geçti. Hemen hemen iki sene de bir okul değiştirdim. Dolayısıyla-- Annem öğretmendi. Babam, ben 2 yaşındayken babamı kaybetmişiz. Daha sonra da annem ikinci evliliğini bir subayla yaptı. Yapmış. Ben uzun yıllar hani baba bildim yani ikinci evliliğinde, yani üvey babamı. Ve çok-- Annem öğretmen olduğu için şeyde de okulda rica etmiş herhalde soyadıyla ilgili bir problem çıkmasın diye. Hani babamın üvey olduğunu şeyde öğrendim diplomamı alırken, alacağım zaman öğrendim. Benim için tabii şok oldu. Hatırlamıyordum yani şeyi, bana söylenmedi kendi babamın ölümü filan, ki çok küçükmüşüm. Sonuç olarak işte babam da üvey babam da subaydı ve çok keyifli bir çocukluk geçirdim sokaklarda oynayarak, Anadolu'nun çeşitli şehirlerinde işte Denizli, Isparta, Erzurum. Zaman zaman İstanbul, Ankara falan böyle. Fakat babamı erken kaybettik. Üniversiteye gireceğim sene, liseye bitirdiğim sene babamı kaybettik. Ankara'daydım o zaman. Daha sonra Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi, İzmir'e gittim. Orada üniversiteyi okudum. 5 yıllık bir fakülteydi o zaman. İşte sonra yani daha sonra bir süre Devlet Su İşleri'nde çalıştım. 2 sene. 12 Eylül'den önce. Okulu bitirdikten, okuldayken sol sempatizandım o zamanlar yani tam 68 kuşağıdır o yani benim yaşadığım dönem ama İzmir, İstanbul ve Ankara kadar hareketli olmadığı için yani daha biraz daha geriden gelen bir şeydir. Çünkü çok fazla ülkücü hareket de yoktu İzmir'de. Dolayısıyla İstanbul'da, Ankara'daki falan çatışmalar, gerilimler daha sonradan geliyor. Bir de İzmir'de henüz o zaman sosyal, sosyal bilimlerle ilgili üniversite, fakülte yoktu kampüs içerisinde. Daha sonradan kuruldu Ege Üniversitesi'nin sosyal bilimleri. Bunlar hep etkili faktörler yani. Fakat, bütün işte 68'in bütün öğrenci eylemleri, direnişleri, NATO pardon 6. Filoya karşı yapılan şeyler mesela İzmir'de, İzmir'e de uğruyordu 6. Filo. Ona karşı yapılan bütün eylemler filan hani İzmir'de de oluyordu ama kaynağı İzmir değildi yani. Biraz yani zaman zaman İstanbul'dan, Ankara'dan gelen DEV-GENÇ'li arkadaşlarımız da etkili oluyordu. Ama İzmir'de de bir DEV-GENÇ örgütlenmesi, bir FKF örgütlenmesi vardı. İşte demokratik üniversite, daha-- öğrencilerin daha çok hak sahibi olması için üniversite yönetiminde yapılan her türlü talepler, eylemler filan gibi şeyleri İzmir'de de hepimiz yapıyorduk, katılıyorduk bunlara. Burada söylemeden geçemeyeceğim, tarihteki belki de ilk yani tarihte demeyeyim o biraz ayıp olur geçmişteki direnişçi kadınlara ama İzmir'de bir 6. Filo'ya karşı bir, sadece kadınların katıldığı bir eylem yapmıştık. Çok uzun yıllar sonra tekrar sadece kadınların yaptığı eylemler gündeme geldi Türkiye'de. Hasan Tahsin Anıtı önünde bir oturma eylemi yaptık kadınlar, 6. Filo'nun protesto edilmesi gerekçesiyle. İşte gözaltına alındılar hani erkek arkadaşlarımızın katılmasını istememiştik. Hani geldiler ama koruma amacıyla geldiklerini söylediler ama onları bile almadık içimize filan. Böyle ilk, ta 70'lerde böyle bir ilk kadın, sadece kadınların yaptığı bir eylem yapmış olmuşuz. O zaman tabii bunun bilincinde değildik yani bir kadın eylemi olsun diye değil de dikkat çekici bir şey olsun diye yapmıştık onu. İşte gözaltına alındık, bırakıldık sonra bir iki saat sonra, çeşitli nasihatlerden sonra. Ama ilk polisle temasım benim mesela öyle olmuştur. Enteresandı yani bir arkadaşımız polisin kafasını şey yapmıştı, şemsiyeyle vurmuştu. Yanında şemsiye. Demek ki yağmurlu bir günmüş. Ben de şey yani dirsek attığımı hatırlıyorum böyle yaka paça yakalayınca filan hani böyle aklımda o şeyler, sahneler var. Velhasıl, işte daha sonra hani okul bittikten sonra daha, sosyalizmle daha yakından 00:06:00ilgilenmek gerektiğini düşündüm yani. Ve İzmir'de Tüm Teknik Elmanlar Derneği vardı. Bu, o zaman memurların sendikal hakları yoktu. Ben de Devlet Su İşleri'nde çalışıyordum. Devlet Su İşleri'nde hani çalışanların, memurların, memur statüsünde çalışanların sendikal haklarıyla ilgili çalışmalar yapmak üzere bu dernekte görev aldım. Ziraat Mühendisleri Odası'nda çalıştım bir dönem. Fakat 2 sene sonra, anca 2 buçuk sene falan çalışabildim. Sonra 12 Eylül geldi zaten. O dönem tabii üniversiteye giriş şimdiki kadar zor değildi ama kolay da değildi ve sanıyorum, herhalde ikinci, ikinci gruptuk biz yani bizden önce bir ekip daha merkezi sistemle üniversiteye girmişti. Yani bizden önceki dönemle başlamıştı merkezi üniversiteye giriş sınavları ve yeniydi yani test usulü yapılıyordu. Daha önce her üniversite, girmek istediğiniz her üniversiteye şey yapıyorduk, başvuruyordunuz, orada sınava giriyordunuz ya da onun koşullarına göre. İşte bizim, bizden önceki dönemde merkezi sistem oldu. Ama gene de ODTÜ ayrı, genel üniversiteler ayrı. O zaman Gazi Eğitim Enstitüsü denen 2 senelik şeyler vardı, öğretmen okulları vardı, yüksek öğretmen okulları, onlar da ayrı sınavlıydı. Yani ben 3 ayrı kategoride sınavlara girdim yani ben ve benim yaşıtlarım. Dolayısıyla bu çok stresli bir şeydi çünkü biz eğitim alırken klasik eğitim alıyorduk, test eğitimi yapmıyorduk hiç. Testli sınavlar yapmıyorduk, yapılmıyordu. Dolayısıyla testli sınava hazırlanmak kısa sürede, bizim için baya bir stresli dönemdi ve son 2 sene, lise 2 ve lise 3'te fen bölümündeydim. Bayağı, sadece çalışan çocuklar olmak zorunda kaldık yani kendi çevrem olarak söylüyorum. Öyle şeyler pek yaygın, dershane, hoca moca şeyleri de yoktu. Zaten olanak da yoktu pek fazla yani ortalama gelir düzeyindeki insanlar için. Kendi çabamızla girmek durumundaydık. İşte üniversiteyi hedefleyince de çok stresli günlerdi. Onun için hani çok fazla etrafta neler oluyor pek bilmiyordum, pek fazla hani derslerden başka bir şeyle ilgilenemedim. Mutlaka bir takım gelişmeler vardı gençler arasında. Sonradan öğreniyoruz, TİP kuruluşu falan o dönemlere denk geliyor ama ben onlarla hiç 00:09:00karşılaşmamıştım. Üniversiteye girdikten sonra e tabii çok özgür bir ortam yani o baskılı ve şey lise ortamından sonra bağımsız--Ha bir de ailemden de uzakta, ailem Ankara'da oturuyordu, ben İzmir'e gittim. Dolayısıyla ilk defa kendi başıma kararlarımı aldığım, özgürleştiğim bir dönemdi benim için. Çok etkiliydi yani etkilendim bundan. Ama bütün bu süreç içerisinde de genel olarak ev okuyan bir ailedir yani ailemiz evde kitaplar olan bir aileydi. Dolayısıyla evdeki bütün kitaplardan ben de yararlandım, birçok klasikleri okumuştum. İşte Fransız Devrimi'nden falan oldukça etkilendiğimi hatırlıyorum yani pek çok şeyi okumuştum yani çok dünyayla yeni karşılaşmadım yani. Dünyayla evde karşılaşmıştım yani. Ege Üniversitesi'nde geldiğim sene zaten öğrenci dernekleri seçimleri oluyordu. 2 tane ayrı dernek, daha doğrusu 1 dernek vardı da 2 ekip şey yapıyordu birbiriyle, ne diyeyim, rekabet halindeydi. Bir kısmı sosyal demokrat, o zaman sosyal demokrat dediğimiz işte CHP'li düşüncede olan gençler bir de DEV-GENÇ'liler. Yani DEV-GENÇ'in işte nüveleri diyeyim yani solcu gençler vardı yani 2 ekip vardı. Seçimler baya şeyli oluyordu, öğrenci derneği seçimleri. Her fakülte, her üniversitede yani okulun öğrenci dernekleri vardı. O dernekler vasıtasıyla şeyle, yönetimlerle şey yapabiliyorduk pazarlıklar yapabiliyorduk çeşitli haklar filan konusunda. Zaten gelir gelmez herhalde ilgimi çekti ki işte gruplarla şey yaptım ve DEV-GENÇ'li bir ekiple, yani o dönem solcu olduğunu bildiğim, bilmiyordum o zaman DEV-GENÇ nedir, ne değildir. Ekiple konuştum ve bana aday olmamı istediler. "Aaa olur" dedim önce. Fakat hatta resim çektirdik, afişler yapılacak falan, yapıldı diye hatırlıyorum. Fakat sonra karşı ekipten birtakım şeyler, yani bir de ben EGE Üniversite'si her şeye rağmen, gene de bir Anadolu üniversitesiydi. Yani İzmir, Ankara'dan farklıydı. Daha çok Ege'den öğrenci almıştı ve daha çok işte kız öğrencilerin çoğu İzmir, İzmir Kız Liseliler. Erkek öğrencilerin çoğu Atatürk Lisesi, Cumhuriyet Lisesi gibi İzmir'in böyle kalburüstü liselerinden gelen öğrencilerdi. Yani dışardan gelen öğrenci çok azdı. Azdı diyeyim vardı ama daha, onlarda böyle tabii okulda herkes daha şey hani ilk sene, grup grup dolaşıyordu ve ben tek kaldım Ankara'dan gelmiş birisi olarak. Biraz o yüzden de bir arayış içindeydim herhalde, kimlere yanaşayım, kimlerle ne yapayım filan diye.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview107928.xml#segment745
Partial Transcript: Azdı diyeyim vardı ama daha, onlarda böyle tabii okulda herkes daha şey hani ilk sene, grup grup dolaşıyordu ve ben tek kaldım Ankara'dan gelmiş birisi olarak. Biraz o yüzden de bir arayış içindeydim herhalde, kimlere yanaşayım, kimlerle ne yapayım filan diye. Velhasıl öyle solcularla çakıştı yani, demek ki gönül şeyi oldu. Ve bu ekiple işte ben de aday oldum. Sonra bir gün yemeğe gittim, akşamları üniversitede yemek çıkıyordu yani ucuz yemekler oluyordu. Daha henüz yurtlar yoktu böyle pansiyon evlerde kalıyorduk, zordu yani o zaman. Yurtlar açılmamıştı, yapılıyordu henüz, yani kampüs yeni inşa ediliyordu. Böyle etrafıma oturdular masada ve böyle sanki hiç benimle konuşmuyor gibi kendi aralarında konuşuyor gibi, bir kadın için böyle bir dernekte çalışmanın ne kadar absürt olduğunu ne kadar zor olduğunu falan böyle benim duyacağım şekilde, benimle konuşmaya başladılar ama beni muhatap almıyorlar yani doğrudan kendi aralarında konuşuyorlar birtakım erkek öğrenciler ve büyük sınıftan öğrenciler. Böyle bu tabii beni çok rahatsız etti. Başka türlü bir şey hissettim, ilk kez orada hani kadın öğrenci olmak ve kadın olarak erkek işine bulaşmanın zorluğunu hissettim. Doğrusu gözüm yemedi. Hani solculuktan değil ama kadınlık üzerinden hani bir de orada çok yalnız da hissettiğim için kendimi. Belki bir çevre olsaydı beni arkamda destekleyecek göze alabilecektim. Ertesi gün gittim ve çekildiğimi karar-- bildirdim şeyden ekipten. Ama bu benim içime oturdu yani o zaman. Daha sonra da işte dediğim gibi daha ziyade militan şey yani destekçi, sempatizan düzeyinde bu 2 dernek, özellikle de DEV-GENÇ ekibini yani solcu ekibi destekledim hep. Okuldaki etkinlikleri de zaten daha fazlaydı yani o dönemde. Tabii bu genel olarak diğer, Türkiye'nin genelindeki işte THKP-C ve THKO'nun etkinlikleri ve nedeniyle, karizması ve işte yaptığı işler nedeniyle biraz da böyleydi. Tabii daha sonraki yıllarda okula pek çok konuşmacı geldi. Yani işte Doğu Perinçek'i mesela ilk kez orada dinlemiştim. Hiç hoşlanmamıştım. Haklıymışım. Hani ilk, ilk anılar, ilk izlenimler o kadar da olumsuz değilmiş şey değilmiş yani yanlış olmuyormuş. Oya Baydar'ı da İzmir'de dinledim. Daha pek çok, şu anda ismini hatırlayamayacağım yani gelip bize şeyler anlatıyorlardı Ankara'da, İstanbul'da yaptıkları salon konuşmalarını bize de aktarıyorlardı. Biz de onları izliyorduk. Ama yerel yani İzmir'den çıkmış bu tür konuşmacı ve bu tür hani-- Çünkü sosyal bilimler dediğim gibi çok fazla yoktu yani öyle bir alan yoktu, öğretim üyeleri yoktu, bu konunun tartışılabileceği şeyler yoktu. Gelen arkadaşlar, politik arkadaşlar geliyorlardı ve oralardaki tartışmaları aktarıyorlardı, ben de onları izliyordum. Yani tamamen sempatizan bir öğrenci olarak şey yaptım. Benim solculuk konusundaki kararım üniversiteyi bitirdikten sonra oldu yani "Ben bundan sonra ne yapacağım?" Çünkü yani işte çeşitli yollar var, bütün sınıf arkadaşlarım işte bir kısmı akademiyi seçtiler, bir kısmı, daha idealist arkadaşlarımın çoğu Anadolu'da çalışmayı-- Tarımsal araştırma merkezleri vardı o zaman, enstitüleri vardı, oralarda çalışmayı yeğlediler. İşte şeylerini yaptılar yani tayinlerini falan da yaptırdılar. Ben ise doğrusu 1 yıl kadar üniversitenin serasında çalıştım yani ne yapacağıma çok karar verememiştim. O süreçte de hani bir karar verme süreciydi benim için. Sonra da tam işte 12 Eylül olmuştu, 72 mezunuyum ben. Mezunu değilim aslında şöyle 1972 eylül ayında 4 dersim vardı mezun olmak için. Biz çok ders okurduk yani bir sömestrde 20'ye yakın ders okurduk ve işte eskiden geriden kalanlar falan da çok yoğun olurdu. Ama ben yani Eylül ayına dört dersle kalmayı başardım. Pek fazla dersim yoktu. Fakat eylülde şeye karar verdim, bunları vermeyeceğim. Bu okuldan mezun olmayacağım henüz çünkü ne yapaca-- hayatım hakkında karar verememiştim henüz. İşte dediğim gibi 1 yıl kadar üniversitenin seralarında çalıştım, sonra da sol, devrimcilik yapmaya karar verdim. Böyle bir bilinçli karar süreci yaşadım. O dönemde, hemen akabinde yani tam bu 72 işte idamlardan sonra, Kızıldere'den sonraya filan denk geliyor yani bütün bu dönemi de zaten sürekli okuyarak, izleyerek işte her şeyin içinde olarak yani şey, bilgi anlamında hiç kopmadan geçirdiğim için çok etkilendim bütün bu şeylerden. O arada okuldaki aktif arkadaşlarımız, DEV-GENÇ yöneticisi olan arkadaşlarımız tutuklanmıştı, okul boşalmıştı. Yani hani daha önce solcu olarak bildiğimiz, birlikte eylemlere gittiğimiz insanlar, şeyler yakalanmışlardı, hepsi tutuklanmışlardı falan. Arananlar yani afişler, arananlar afişleri falan. Hani bir zamanlar filmlerde, kovboy filmlerinde gördüğümüze benzer afişler her yerde filan. Yani bunlar çok dehşet verici şeylerdi ve ben hayatıma standart bir şekilde devam edemeyeceğime karar verdim ve işte o 1 yıllık şey sürecinde, serada çalışma sürecinde de gözaltına alınmamış ya da tutuklanmamış arkadaşların bazılarıyla bir araya gelip bir dernek kurmaya karar verdik. Ve İzmir'de Sinematek Derneği diye bir dernek kurduk. Çünkü işte bütün her şeye sansür gelmişti, sinemalar tabii o dönemin gençleri oldukça entelektüel gençlerdi yani sinemaya gidiyorduk, çok kitap okuyorduk, birlikte tartışıyorduk hani arkadaş gruplarında bütün bu, icabında çaya, partiye bilmem neye de gidip dans ediyorduk. İşte sportif-- ben mesela halk oyunları oynuyordum, çeşitli festivallere-- Sadece hani sistemin göstermek istediği gibi tek kanallı, tek düşünceli işte sadece solculuğa ya da sosyalizme odaklanmış insanlar değildik. Hayatımızı gayet çok yönlü yaşıyorduk böyle sonradan geçmişin resimleri çizilirken ya da hatırlatılırken, okunurken, konuşurken böyle çok tek taraflı şeyler anlatılıyor. Öyle değildik. Yani en azından benim çevrem öyle değildi. Son derece aktif, faal insanlardık biz. Ve-- Tabii 12 Eylül'den sonra, pardon 12 Mart'tan sonra bütün bunlar kapanınca yani bu kitapevlerinde işte kitaplara sansürler oldu, hiç, kitapçıya gidiyordum alacak kitap bulamıyordum yani çoğunu okumuşum zaten. Ama ilgimi çeken bir şey olmuyordu falan. Yani benim ilgimi çekebilecek kitaplar artık yayımlanmıyordu söz gelimi. Yahut sinemalar da öyle yani benim için bir böyle çorak dönem başlamıştı. O nedenle de bir 00:21:00Sinematek Derneği kuralım dedik ve o zaman hani Türkiye'deki büyük Sinematek kapatılmıştı. İşte onların arşivlerinden, oradaki insanların kendi özel arşivinden filmler şey yapıp-- ya bir kültür derneği gibi bir şey yapmaya karar verdik. İzmir'de kurulan, 12 Mart'tan sonra kurulan ilk şeydir, muhalif dernektir o. İşte orada ben işte gönüllü olarak ama sekreterlik görevi yaptım. Bayağı bir üyemiz vardı. Şimdi hatırlayamıyorum ama. İşte tiyatro çalışmaları yaptık, işte filmler getirdik işte o sırada TSİP'in kurulma süreci vardı filan. Ahmet Kaçmaz'la, Oya Baydar gelmişti. Ruhi Su gelmişti. Yani konserler vermeye şeyler vermeye hani bu tür etkinlikler yapıyorduk böyle bir süreçti. Saloz'un Mavalı diye bir oyunu oynamaya, sahnelemeye çalıştık. Saloz'un Mavalı, Portekiz'deki, Brecht'in [Peter Weiss] yanılmıyorsam oyunudur. Portekizli, Portekiz'deki Salazar iktidarı, şeyine karşı yazılmış bir diktatörlüğüne karşı yazılmış bir şeydi, oyundu. Onu sahnelemeye çalıştık ama onu sahneye koyamadık maalesef. Ama çalışmaları çok uzun sürdü. Bu dediğim 73 yanılmıyorsam, 73-74. Biraz önce anlattıklarım. Dediğim gibi TSİP kuruldu, legal yani ilk sol parti olarak. Biliyorsun 74'te yavaş şey, af gündeme geldi ve şeyde tutukluların çoğu tahliye oldular. O sırada ben evlendim. Yani bir şekilde gene İzmir'deki gene DEV-GENÇ yöneticilerinden birisiyle evlendim. Öğrenciliğimde tanımıyordum daha sonra bu Sinematek sürecinde tanıdım. O da Mamak'tan çıkıp gelmişti filan. Neyse evlendim ve birlikte bir politik hayat sürdürmeyi hedefleyerek zaten de biraz evlenmiştik. Bütün tartışmaları izlemeye çalıştık. GSB kurulmuştu, Genç Sosyalistler Birliği herhalde. Yani TSİP'in gençlik örgütüydü. İşte onların tartışmaları, işte geçmişteki THKP ya da 00:24:00THKP parti cephe politikalarıyla çelişkileri filan üzerine. Hani artık daha memleket yani genel sosyalizmden ziyade memleketteki sosyalist tartışmaların içinde ben de hani onlarla ilgilenmeye başlamıştım. Henüz karar vermemiştim ne yapacağımıza, nasıl bir süreçte yer alacağıma. Ama şunu biliyordum bir, sosyalist olduğumu biliyordum; ikincisi de yani bu sistemin şeyle hani kolay kolay yani böyle güle oynaya, oyla moyla filan değişmeyeceği konusunda bir fikrim vardı. Yani egemenler, sahip oldukları imtiyazları gönül rızasıyla devretmeyecekler yani bunu biliyordum. Evet yani o yüzden daha ziyade silahlı mücadeleyi reddetmeyen bir anlayışım olduğunu biliyordum. O yüzden de mesela TSİP bana biraz daha soru işaretler oluşturmuştur, TİP filan gibi. Yani geçmişteki o legal mücadele yolları o zaman için benim kafamda henüz şey değildi yani beni cezbeden mücadele yöntemleri değildi diyeyim. Çünkü tabii 12 Mart'ın anıları çok tazeydi bir de dediğim gibi yani egemenlerin, yani hiç kimse gönül rızasıyla imtiyazlarından kolay kolay vazgeçmez illaki bir itiş kakış olacaktır yani. E bu büyük toplumsal şeylere de yaygınlaştırılırsa yani daha büyük karışıklıklar, karmaşalar olması muhtemel yani böyle düşünüyordum o zaman yani en kabaca söylüyorum. Ve bütün bu tartışmaları izliyordum. Bu arada eşim, cezaevlerindeki çıkan arkadaşlarla ve geçmişte birlikte olduğu insanlarla temasını da sürdürüyordu zaten. Her biri İzmir'e gelip kendi düşüncelerini anlatıyorlardı falan. Önce, sonradan Halkın Kurtuluş'una evirilecek insanlar, arkadaşlar geldi. Aktan İnce işte Muzaffer Doyum filan gibi. Bu arkadaşlarla görüşüldü, edildi filan ama duruş olarak o dönem eşim yani Ma-- işte Mahir Sayın, Mahir Çayanların işte parti cephe çizgisine yakındı ve o, o dönemden, o çizgideki insanlarla şeyi sürüyordu ilişkisi sürüyordu. Velhasıl böyle bir arayış dönemiydi diyeyim. Sonuçta önce bir süre Halkın Kurtuluş'uyla birlikte davrandık daha sonra Kurtuluş'un kuruluşuyla, Kurtuluş hareketinin kuruluşuyla Kurtuluş çevresinde yer aldık. Bu süreç içerisinde ben Sinematek'ten ayrılmıştım evlendikten sonra. Bilmiyorum hangi nedenle ama galiba şey için ayrıldım artık daha fazla sınıfla ilişkilenmek gerekir filan diye düşündüğüm için 1 sene kadar fabrikada çalıştım, bir 8 ay bir yerde işte herhalde 3 ay da bir atölyede, fabrikada çalıştım.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview107928.xml#segment1682
Partial Transcript: Böyle hatta kimliğimde küçük değişiklikler yaparak. Çünkü üniversite mezunu bir işçi bir örgüt çalışanı olamazdı yani fabrikaya nasıl gireceğim. Hani Esra Koç değil de Esra Uçkun olarak şey Ayşe Uçkun olarak girdim. Ayşe birinci adım, Uçkun da kızlık soyadım böyle küçük bir değişiklik yaptık şeyde öyle sigortaya kaydoldum. İşte ve tabii zordu yani hani hiç bilmediğim, ben bir memur çocuğuyum, küçük burjuva bir hayatım olmuş yani çalışma hayatı-- Bir de hiç çalışma-- Yani serada çalıştım bir tek o da keyifli bir çalışmaydı doğrusu kendi alanımda. Bağ bahçe mezunuyum ben zaten hani bildiğim, sevdiğim bir işi yapmıştım. Burada sabahın köründe işe, yani 8'de işte olup akşamın 6'sına kadar bir de İzmir'in dışında bir yerdeydi fabrika. Oraya gidip gelmek böyle servisler mervisler de yoktu, bayağı sorun. Küçük el aletleri üreten bir fabrikaydı. Şeyi hatırlıyorum, daha ikinci günümde ellerimde, su topladı ellerim, şey kullanmaktan hani hiç alışkın değilim çünkü elimle çalışmaya. Tornavida, bant usulü çalışılıyordu. Zaten tabii ki insan ne olursa olsun yani hani kimlik değişti zaten öyle bir amacım da yoktu ama sonuçta bir şekilde eğitimli olduğunun, konuşmandan, davranışlarından, oturmandan, kalkamadan anlıyor insanlar yani. İlk ustabaşı şey yaptı yani hani rahatsız oldu benden ve en zor işleri var yani kendi rakip gördü. O anlamda. Şeye koydu bantın en sonu, bütün kontrollerin yapılacağı, çok hızlı çalışmayı gerektiren, her şeyi kontrol edip yani aletin yapılan işte 00:30:00nedir, saç kurutma makinasıdır ya da işte küçük fırınlardır filan. Her türlü aletin kontrolünün yapıldığı bir şeydi, çok hızlı çalışman gerekiyor çünkü arkandan birikiyor şey, işi yavaşlatmaman gerekiyor. Ve ellerim dediğim gibi bir hafta içinde her taraf su topladı. E su topladı diye işten izin alamıyorsunuz. Bir süre sonra onlar yara oldu falan ve nasır oldu. Anca nasır olunca rahatlayabildim. O halde çalıştım yani. Tabii bu benim için çok şok edici bir şey yani sınıf neymiş anladım, öğrendim orada. Dolayısıyla sonra ellerim böyle nasırlı oldu. Şey olmuştu, arada eşimle el ele tutuşurduk da yani hani normal tatil günlerinde filan, onun elleri yumuşacık benim ellim yaba gibi tuhafıma giderdi böyle biraz yani rahatsız olurdum filan yani. Neyse sonuçta orası-- İşin daha vahim kısmı şu, beni çok o zaman rahatsız eden, o zaman da rahatsız etti şimdi de hep rahatsız eder. Bu çalıştığım fabrika DİSK üyesi bir fabrikaydı, DİSK'te örgütlüydü. Ve biz o zaman DİSK'te, o dönemde yani 75'e geliyoruz diyelim, 75 civarında, 1975 civarında yani işte bu Halkın Kurtuluşu çevresiyle filanla da ilişkilerimiz var ve orada DİSK'in revizyonist bir şey olduğunu düşünüyoruz. Ve Maden-İş'te örgütlü olan fabrikayı Maden-İş'ten çıkarıp Türk-İş'te örgütlü bir işte metal neyse ne fabrikası ne sendikası, oraya örgütleyeceğiz ve bizim denetimimizde olacak. Hani mesela o günlerde bile böyle bir kafamız varmış. Şimdi, o zaman da rahatsız olmuştum yani bunu açıkça söylemem lazım. Bu, bu, burada bir tuhaflık varı hissetmiştim. Ama demek ki böyle bir deneyi yaşamam gerekiyormuş. Hala da çok üzülürüm yani nasıl böyle bir şeyi yapabildim ben, nasıl böyle düşünebildim diye. Böyle bir süreçti yani bir şekilde biraz da hani DİSK'liler çünkü o DİSK'te çalışan sendikacılar da tanıyorlar. Bir kısmı eskiden tanıdığımız, eskiden ilişkimiz olan arkadaşlarımız falan filan yani. Böyle oldu yani. O zamandan başlamıştı hani görüş ayrılıklarının arasındaki bu sert şeyler, ilişkiler yani. Ya aslında tam bir örgüt yani örgüt yoktu, kuruluş aşamasıydı. Dolayısıyla bu bağımsız bir karar. E para kazanmam gerekiyor, bizim çalışmamız lazım. Eşim de çalışıyordu. Eşim de defter tutuyordu. 00:33:00İktisat mezunudur, o da defter tutarak para kazanıyordu. Ama yani hayatının büyük bir kısmını da bu, işte çeşitli politik faaliyetlere ayırmıştı. Benim de öyle. Ben de boş boş oturacak halim yok yani. Henüz daha çok örgütlü, çok işte hani beni görevlendirecek ya da yer alabileceğim bir yapı da yok. Fabrikada çalışmak ve doğrusu benim kararımdı. Ama hangi fabrika olacağı konusu ve işte ilişkiler filan çerçevesinde orayı bulan, o fabrikaya müracaat etmemi sağlayan tabii o çevredeki ilişkilerin şeyidir yani yardımıdır. Yoksa ben bu küçük madeni eşya fabrikasının yerini de bilmezdim sahibini de. Adını bile bilmezdim. Fabrikada çalışmanın doğru olacağı ben düşün-- Yani kişisel kararımdır ama tabii ki bir destekle oldu ve giderek o politik şey yani hani ayrışma yani revizyonizm yani Sovyet revizyonizmiyle öteki karşı taraf yani işte ikiye bölünmeye başladı yani şey Türkiye'deki politik atmosfer. Yani zaten şeyden başlamıştı hani beyaz aydınlık, kırmızı aydınlık ayrışmalarından-- Geçmişte de vardı bir şey, birtakım ayrışmalar ama yani işte DEV-GENÇ, THKP-C, TİP şeyleri hani farklı siyaset yapma biçimleri ve bunun dünyadaki yansımaları çerçevesinde bir, bir ayrışmalar vardı zaten. Yani ama bu 12 Mart'tan sonraki politik ortamda yani politik arayışlar içerisinde ana şey, hat bu oldu. Pardon. Daha sonra biraz şey yaparak karikatürize ederek söyleyeceğim ama Çincilerle Sovyetçiler arasında sıkışıp kalmak da rahatsız etti beni ve benim bulunduğum çevredeki insanları, Kurtuluş çevresini diyeyim. Dolayısıyla zaten bu ikisi arasında olmak zorunda değiliz, başka bir yol vardır üzerine tartışmalar yapılıyordu ve bu konuda bir broşür yayımlandı ve mesela bu broşür bu anlamda beni çok şey yapmıştı yani tatmin etmişti yani bana iyi gelmişti, sorularıma cevap gelmişti ve dolayısıyla mesela Kurtuluş'ta yer alma konusunda beni etkileyen faktörlerden biridir bu. İki, Kemalizm konusunda yaptığı, yapılan, çıkan broşürler beni etkilemiştir falan. Ve 00:36:00 yavaş yavaş da eşim nedeniyle bu broşürleri yazan işte yayımlayan insanlarla da tanışınca böylece bir Kurtuluş hayatı başlamış oldu benim açımdan.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview107928.xml#segment2175
Partial Transcript: Evet ben İstanbul'daydım. Yani İzmir'de yaşıyordum ama İstanbul'a 1 Mayıs'a otobüslerle gittik. Kurtuluş çevresinden insanlarla birlikte yani Kurtuluş İzmir'de örgütlenmeye başlamıştı zaten. O arada ben tabii fabrikadan çıktıktan sonra bir kitap evi açtık. Eşim de ayrıldı işinden. Kitabevi açtık. O kitabevi çerçevesinde yani orası da hani küçük derneğimsi bir şey haline gelmişti. Gelenler, gidenler, konuşmalar filan. Yani henüz bir dernek yoktu ama ya da bir yapı yoktu ama bir odaktı diyeyim. Yani bir Kurtuluş çevresi orada oluşmaya başlamıştı. O arada bir oğlum oldu Ocak ayında. Bunları anneme bıraktım ve 1 Mayıs'a gittim ben. İstanbul'a dediğim gibi otobüslerle gittik, dediğim gibi çok şeydi yani Halkın Kurtuluş'unun alana gelmek istemesi, alınmak isteme-- yani DİSK ve TKP çevresinin almak istememesi filan yani bu gerilimler tabii çok sıkıntılıydı. Ben çok üzülüyordum çünkü her iki taraftan tanıdıklarım var, eski arkadaşlarım var falan. Kurtuluş zaten bu iki cephe arasında tampon gibi bir görev almıştı o 1 Mayıs'ta. Kurtuluş, Halkın Kurtuluş'unun önünde, DİSK'in arkasında yer aldı ve hani bir, herhangi bir çatışma, bir gerilim gündeme gelirse şey yapma bakımından. Doğrusu devletten beklemiyorduk esas olarak şeyi, gerginliği. Yani böyle bir hani yani sol içi gerginlik olabilir diye bekliyorduk. Ve zaten devletin de en çok yani sistemin de en çok yararlandığı şey bu algı oldu. Belki de o nedenle de körüklendi bu, birtakım eller tarafından, bilemeyeceğim. Ama beklenti öyleydi. Sonuçta işte silah sesiyle alan birbirine girdi ve herkes ilk anda bu işin işte Halkın Kurtuluşu ve onun çevresinde olan küçük küçük grupların bir provokasyonu olduğunu düşündü. Yani ilk anda hiç kimse ama tabii şeyler de 1 Mayıs'ta, alanında, Taksim alanında, Taksim'de Sular 00:39:00 İdaresi'nin tepesinde ya da işte oradaki InterContinental Oteli'nin bazı pencerelerindeki silahlı, uzun namlulu silahlı insanları görünce bunun tabii tamamen yanlış olduğunu hepimiz öğrendik. Yani ben anında fark ettim yani öyle bir şey yok. Bu gerilimden değil bu katliam çünkü bizzat yani şeyde yani oteldeki şeylere şahit oldum. Çünkü tam otelin önündeydim ben silahlar patladığında bir grup kadınla beraber. Yani her yer, ya çok keyifli bir 1 Mayıs'tı. Ondan sonraki hiçbir 1 Mayıs bu kadar şey olmadı yani gerçek anlamıyla bir işçi bayramı haline gelmedi. Çok fazla sendikalı işçi vardı, katılımcı vardı, anneler, çocuklar. Herkes yani. İki yanımda hamile arkadaşlarım vardı. Arkadaşımın annesi, anneannesi vardı falan. Böyle bir şey halindeydik yani çok güvenli ve doğal bir şeydeydik yani. Benim hiç, ben yani bizim çevreden de hiç kimse zaten Halkın Kurtuluş'unun da böyle bir provokasyon yapacağını beklemiyordu aslında. Her ihtimale karşı gibi bir, olmaz ama filan. Öyle bir duygu içindeydik biz. Dolayısıyla çok acı bir şeydi tabii. Sonra tekrar hep beraber toparlanıp İzmir'e döndük. Bizden pek kayıp olmadı, bir kaybımız olmadı İzmir'den gelen arkadaşlar. 2 otobüs gelmiştik herhalde. Ama o bütün o dehşet verici sahneleri yaşamış olmak-- şeyi de fark ettim mesela ben otelin önünde ateş açılınca yanımdaki hamile arkadaşlar otele doğru kaçmaya çalıştılar. Bir tanesi kaçtı. Bir tanesi yere düştü ve onun yere-- yani böyle kurşunların etrafımızdan zıpladığını biliyorum ve onun yere düşmüş olması benim için hani öldü ölecek. Bir şekilde, bir böyle şey anı yaşadım, donma anı yaşadım yani kıpırdayamaz hale geldim. Ama o kendini kurtardı, bir zincir vardı oradan atlayıp attı kendini otele doğru. Yani korudu kendini, korunaklı yere aldı. Ben öyle kalakaldım. Bir anda kendimi-- Bu anlık, saniyelik şeyler. Böyle bir anarok şeyiyle yüzümde bir şey hissettim. Kapıda siper almış yani kendini korumaya çalışan polislerden biri, oradan donduğumu görünce alıp, tutup hemen iki adım atıp beni alıp çekmiş kendisine. Ve ben onunla böyle kucak kucak kapıya ulaşmış oldum. Ve orada uyandım. Adamı böyle ittirdim, "ne 00:42:00yapıyorsunuz, niye yapıyorsunuz" bunu filan. Adamın haberi yok, "kim yapıyor, bunları kim-- Biz yapmıyoruz" filan diye o da bana izahatta bulunmaya çalışıyor. Yani derin devletin işiydi onu demek istiyorum yani orada görevli işte alanın işte güvenliğiyle görevli insanların da haberi yoktu, polislerin de haberi yoktu ve zaten otelin içinde biz birbirimizi ararken işte bazı arkadaşlarımız, girilmemesi gerek odalara girdi. Tanırsınız, Melahat şey Leman Fırtına, anılarında da bahsetmiştir. Leman Fırtına oradaydı. Biz beraberdik zaten. Leman Fırtına kapıların birini açıyor hani içerde böyle simsiyah giysiler içinde, uzun namlu silahlarla insanları görüyor ve hemen adamlar itekliyorlar onu falan. Hani yaşlı olduğu için herhalde bir şey yapmadılar o zaman beyaz saçlarıyla. Hani şey göstermediler herhalde, onun kendileri için tehlike olabileceğini düşünmediler. Velhasıl ve her zaman anlattı bunu. "Ben o otelde, o insanları gördüm" diye. E tabii ki zaten fotoğrafları ve şeyleri de var zaten Sular İdaresi'ndeki silahlı, uzun namlu silahlı insanların. Uzun yıllar bunun ceremesi yani 1 Mayıs Taksim'in ceremesi solcuların üzerine yıkılmaya çalışıldı. 1 Mayıs'lar o yüzden uzun yıllar şeyde, Taksim'de yapılmamasını, yapılmamaya çalışıldı. Birçok aydın da buna destek oldu, "yani ne var ne lüzum var ille de 1 Mayıs. " Yani sanki solcuların suçuymuş gibi bütün o katliam gibi devlet tarafından şey yapıldı. Beni en çok üzen şeylerden biridir. Sonra yıllar sonra Taksim'de tekrar legal bir 1 Mayıs, görkemli bir 1 Mayıs yaptığımızda mesela bu yükten kurtulduğumu hissettim yani hepimiz gayet, kimse müdahale etmediğinde hepimiz gayet güzel bayramlarımızı kutlayabiliyoruz. Yani bu, bu bize ait değil 1 Mayıs'ın o kadar kişinin ölümü ve o dehşet bizim şeyimiz değil. Ama bunu anlatmak, insanlara anlatmak çok zor oldu, halka anlatmak çok zor oldu. Yani bu, bunu söylemek isterim doğrusu. Bahsettiğim gibi bir moral yıkımı olmadı, çünkü dediğim gibi yani ben böyle düşünüyordum yani biraz önce, tabloyu böyle hissediyordum. Arkadaşlarım da benzer şeyler düşünüyorlardı. Yani biz bu işin sistemle ilgili bir şey olduğunu zaten biliyorduk, bildik yani her zaman bunu anlatmaya çalıştık. Yani 1 Mayıs katliamını derin devletin yaptığını biliyorduk. Dolayısıyla hani işin 00:45:00 sertleştiğini fark ettik, fark ediyorsunuz ama bence İzmir'de tam tersine daha güçlü bir çalışma şeyi oldu. Her örgüt açısından böyle.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview107928.xml#segment2720
Partial Transcript: İzmir'de ilk güçlü olan politik örgütler TKP'ydi. Halkın Kurtuluşu vardı, Kurtuluş vardı ve DEV-YOL yeni yeni yavaş yavaş DEV-YOL da öğrenciler arasında örgütlenmeye başlamıştı. Ve her biri bulundukları her alanda hiçbir şekilde hani geri düşmeden yapabildikleri yani kendi kapasiteleri neyse bütün çalışmaları yapmaya gayret ettiler. O dönemde ben 77'de işte oğlumun olması ve kitabevini de kapattıktan sonra, kapattık yani daha fazla zaman ayırmak gerekiyordu eşim açısından yani Kurtuluş çalışmalarına da daha fazla zaman ayırması gerekiyordu. Dolayısıyla ben o arada o 4 dersimi verdim, kalan ve ziraat mühendisi oldum. Çünkü kendi mesleğimde daha fazla yararlı olabileceğime karar verdim. Yani bulunduğum her alanda yani düşüncelerimin kendim olarak mücadelesini yapabileceğime, düşüncelerimin kani oldum yani, -mış gibi yapmanın yani ben işçi değilim, işçi sınıfı içerisinde zaten eriyemedim yani onlar da beni şey yapamadılar yani ben de kabul edemedim yani. Öyle olamadım, onlar gibi olamadım. Dolayısıyla bulunduğum yerde, kendim gibi çalışıp mücadele etmenin daha doğru olacağını düşündük yani. Dolayısıyla 4 dersimi verdim, tezimi de verdim. Bebeğim olmadan mezun oldum. Ondan sonra bebek olduktan bir süre sonra da Devlet Su İşleri'nde ziraat mühendisi olarak çalışmaya başladım. Bu bana yeni mücadele alanları açtı tabii ki. Ziraat Mühendisleri Odası'nda ve TMMOB'de çalışmaya başladım. Ve dediğim gibi TÜTED'de çalışmaya başladım. 12 Eylül'e kadar da böyle devam etti. Örgütsel çalışma itibariyle de yani bu benim kendi şeylerim, kendi çalışma alanım, örgütsel olarak da şimdi biraz çok rahat değildi tabii. Şu açıdan, eşim Kurtuluş içerisinde İzmir'deki tırnak içinde 00:48:00söyleyeyim, bu lafı söylemeyi sevmiyorum ama şeflerden biriydi. Şefti yani orada Kurtuluş'u örgütleyen insandı. Dolayısıyla bizim eve çok insan gelip gidiyordu. O evin bir güvenlik şeyi olması gerekiyordu filan yani iyi yerlerde oturmak işte bir kamuflajı gerekiyor yani. İşte bir ailesi görüntüsü vermek filan gibi. Dolayısıyla işte mesleğim ve çocuğumla bu kamuflaj içinde uygun da bir şey olacaktı. Yani birlikte karar verdik. Ben hani o dönemde hiç şey yapmadım yani, "şöyle yapacaksın, böyle yapacaksın" gibi zorlamalarla karşılaşmadım. Oturuldu, konuşuldu, tartışıldı, mantıklı olan şeyler kabul edildi. Böyle bir karardı benim yani odalarda ve mühendisler, demokratik kitle örgütlerinde diyeyim o dönemin tanımlamasıyla, çalışmalar yapmam bana da daha makul geldi. Daha yararlı olabileceğimi düşündüm. Örgütsel anlamda da dediğim gibi yani eve gelen gidenler olduğu için herhangi bir yapısal bir şeyim yoktu, görevim yoktu yani. İşte örgütün bilmem ne elemanı filan gibi bir şeyim yoktu. Başka kadın arkadaşların var mıydı, doğrusu sonradan hani birçok, bilmiyorum ama çok sonra öğrendiğimize göre zaten 12 Eylül'e gelindiğinde Kurtuluş örgütünde bir tek 50 tane üye, 1 tanesi kadın olmak üzere işte 50 tane, 49 tane erkek üye, 1 tane kadın üyenin olduğunu yıllar sonra öğrendik. Yani ben öyle bir üyelik şeyi içinde değildim ve fonksiyonu içinde değildim. Ama fiili olarak yani işten sonra çıkıp odaya ya da derneğe TÜTED'e gidip akşam saat 9'a kadar çalışıp orada da oradaki faaliyetlerle ilgili çalışıp ondan sonra çıkıp anneme gidip ya da çocuğum her neredeyse onu alıp onunla birlikte olup, ertesi sabah tekrar onu kreşe mi nereye bırakıyorsam, kime bırakacaksam bakıcıya mı, oraya bırakıp yani böyle bir hayatım vardı yani. Zaten oldukça dolu ve yoğun bir hayattı. 12 Eylül öncesi Kurtuluş içerisinde tabii gazeteler mazeteler, dergiler çıkmaya, çok değişik yayın organları çıkmaya başladı, doğrusu bunların bir kısmını takip etmeye çalıştım. Birikim'i çok takip ederdim yani bir şekilde Birikim her zaman bana şey geldi, akıl açıcı, farklı sorular soran bir dergi olarak gelirdi. Zaman zaman onu takip ederdim, olabildiğince, vakit bulabildiğince. Kurtuluş'un işte gazete ve 00:51:00yayın organlarını takip ederdim. Polemik konusu durumlar olduğunda polemik yapılan örgütün işte yayın organı hangisiyse onu da okumaya çalışırdım. Yani kendi kaynağından okumaya çalışırdım. Sonuç olarak Kurtuluş'ta da Ankara'da bir kadın derneği kurulduğunu öğrendik. Devrimci Kadınlar Derneği. O arada DEV-YOL'un da bir derneği oldu. İşte ikisinin adı da-- Birisi Ankara Kadınlar Derneği, birisi Ankara Devrimci Kadınlar Derneği mi ne. İkisinin adını karıştırıyorum. Galiba AKD'de bizimki de ADKD DEV-YOL'un mu hangisi-- Galiba öyle bir şeydi. Arka arkaya 2 tane dernek kuruldu. Ama İzmir'de İKD çok örgütlüydü yani İlerici Kadınlar Derneği. TKP'nin derneği olan. TKP çevresindeki kadınların kurduğu dernekti bu. Bizim ise yani şey tartışmaları vardı henüz. Yani partiye ya da örgüte bağımlı olsun olmasın hani onun güdümünde olsun olmasın tartışmaları yapılıyordu. Bir de hangi kadınlara hitap edeceğiz tartışmaları vardı. O tartışmaları hatırlatıyorum. Yani Devrimci Kadınlar Derneği mi olsun yoksa kadınlar mı diyelim-- Mesela bütün kadınları kapsayan bir çalışma yapılması gerektiğini düşünmüştüm her zaman. O zaman da öyle düşünüyordum ama alternatif görüş şeydi, e o zaman mesela şey galiba Süleyman Demirel'in eşi vardı Nazmiye Demirel. Ondan sonra e Nazmiye Demirel'i de mi biz savunacağız derlerdi. Şimd öyle deyince tabii "ulan yani tamam ama hani daha yani henüz kadın meselesi o kadar bilince şey yapmamıştı ama yani e ne olur, onun da hak bir şeysi eksikse yapılabilir" yani böyle bir kafa karışıklığı. Ama feminizm üzerine katiyen herhangi bir olumlu bir şey söyleyemezdik çünkü işte zamanında işte Sovyet tarihinden aktarılan şeyiyle, gelen hani bilgilerle işte feminizmin hani bir küçük burjuva hareketi olduğu ve işte devrimciler açısından katiyen makbul olmadığı üzerine bir sürü şey okumuş ve söylenmişti. Hani biraz o herkes için kötü bir şeydi. Velhasıl bu tür tartışmalar yani 12 Eylül öncesinde kadına yönelik tartışmalar başlamıştı ama İzmir'de bir şey, kadın derneği kurmadık, kuramadık. Belki zaman el verseydi, 12 Eylül olmasaydı belki böyle bir çalışma olabilirdi. Ama İKD'nin yaptığı çalışmalar çok yani şeyle hayranlıkla 00:54:00izlediğimi biliyorum. Çünkü işte mesela iş yerinde kreş gibi, kadının ekonomik haklarıyla ilgili talepler gibi doğrudan kadına yönelik, çalışan kadınlara yönelik bir sürü talepler gündeme getirip ve bunun çalışmasını ve propagandasını yapıyorlardı. Bizim yaptığımız kadın çalışması ise hani çok kısa bir süredir çünkü o yani henüz dernekleşememiştik. Biz daha ziyade erkek çalışanların yani nasıl diyeyim sınıf içinde özellikle çalışan erkeklerin politik faaliyete katılabilmesi için kadınların, eşlerinin özellikle ve de ailelerinin ikna edilmesi konusunda biraz bize, bizden bir şeyler bekleniliyordu. Kadınlardan yani solcu kadınlardan bir şey bekleniyordu. Bunun nedeni de çünkü kadınlar işte aileyi, yuvayı, işte çocuğu bilmem neyi korumaya çalışarak hani eşlerini geri çekiyorlardı. Hani sosyalizm bilinci de olmuyordu çünkü çalışan kadınlar değildi çoğu. Dolayısıyla bu tür hani yaptığımız çalışmalar, kadın çalışması olarak hani gidip kadınlarla ilişki kurmak, kendimizi tanıtmak, anlatmak, işte Kurtuluş'u anlatmak, ne yapmak istediğimizi anlatmak, kötü insanlar olmadığımızı anlatmak gibi şeylerdi yani yapılanlar. Yani bir kadın çalışması diyemeyeceğim buna bu anlamda. Yani şimdiki şeyiyle değerlendirirsek. O genel sınıf çalışmasının bir yan koluydu esas olarak. Yani ama inanın, hakikaten çok özverili günlerdi. O yüzden zaman zaman şimdiki yani belki kendi konumumla da bağlantılı belki bu işleri yapanlar vardır bilmiyorum da şimdi geriye dönüp baktığımda yani nasıl yaşayabildiğimize inanamıyorum yani. İşte gündüz bir yandan çocuk bir yandan iş hani işin de gereklerini yerine getiriyorduk yani öyle iş, ben ziraat mühendisi olarak dağ bayır jeep tepesinde dolaşıyordum yani kendi işimi de yapıyordum. Başarılı olmak zorundaydım çünkü o işyerindeki politik faaliyeti yürütebilmem için saygın olmam gerekiyordu yani arkasından işte dediğim gibi bu mühendislere yönelik sendikal ya da işte politik faaliyetlerin sürdürülmesi ki baya etkindi TMMOB VE TÜTED. Habire işte kampanyalar, grev örgütlenmeleri yani iş yerlerinde efendim çeşitli iş bırakmalar falan bir sürü iş yapılıyordu. Artı bahsettiğim gibi kadınlarla ilişkiler kurmak 00:57:00yani buna zaman bulmak lazım. Düşünebiliyor musunuz-- Bir ara satsuma işçileriyle, satsuma toplayan yani şey satsuma İzmir'de bir dönem çok yaygın ekilip biçilen bir yani üretilen bir mandalin çeşididir ve şimdi hep oralar siteler ve turizm şeyleri oldu. Çok güzel mandarin bahçeleri vardı İzmir'de. Oraya Kürt işçiler gelirdi, göçmen işçiler. Toplama döneminde. Onlara gidip orada ben mesela okuma yazma öğrettiğimi hatırlıyorum. Ben ne bilirim okuma yazma öğretmeyi, öğretmen değilim, tekniğini bilmem filan ama geceleri oraya gidiyorduk yani. Ben derken başka arkadaşlarla birlikte. Yani her yere saldırmış durumdaydık ve bu yalnız bizim için, benim için, Kurtuluş için değil bütün örgütler için böyleydi yani müthiş bir umut, müthiş bir dönüşüm şeysi vardı, ivmesi vardı hepimizde, beklentisi vardı. Elimizden ne geliyorsa, aklımıza ne geliyorsa onu yapıyorduk yani öyle teknik bir çalışma da değildi bunlar. Hani böyle yapmamız lazım, hadi böyle yapalım falan gibi. Birbirimizden falan da belki görüp. Evet, kapışıyorduk ediyorduk birbirimizle çatışıyorduk ama bir yandan da birbirimizle rekabet ediyorduk. Bunlar hep geliştirici ortamlar yani. Sonuç olarak o dönemin yani boşuna yükselmiş bir dönem değildir hani çok fazla emek vardır altında. Çok fazla görünmeyen emek vardır. Tabii ki genel olarak dünya konjonktürünün de etkisi 12 Eylül öncesinde işte 12 Mart'ta, 12 Eylül döneminin şeyi işte daha henüz 68 hareketinin etkilerinin yok olmadığı gene dünyadaki 68 ruhunun yok olmadığı bir süreç. Türkiye'deki aynı şekilde falan. Yani çok fazla faktörü olan çok fazla etkeni olan bir süreçti ve çok emek vardır o süreçte.