Hüseyin Aykol 1

Museum of Historical Justice and Memory

 

Transcript
Toggle Index/Transcript View Switch.
Index
Search this Index
X
00:00:00 - Çocukluk ve Eğitim Hayatı

Play segment

Partial Transcript: Ben, 1956 yılında Salihli'de doğdum. Manisa'nın bir ilçesi, büyük bir ilçesi. Babamın bakkal dükkanı vardı fakat iflas etti, köye geri döndüler. Ben bu durumda ya okumayı bırakacaktım ya da bir sınava girip bir yerde yatılı okuyacaktım. Nitekim o yıl, pek çok sınava, yani öğretmen okulu sınavı, İmam Hatip okulu sınavı, parasız yatılı sınavına girdim. Parasız yatılı sınavını kazandım, öbürlerini de kazandım ama özellikle parasız yatılı sınavını kazanmak önemliydi. Normal şartlarda, Salihli'de bir lise var, yatılı bir lise, beni oraya vermeleri gerekiyordu. Ancak Manisa çapında iki üç bin kişinin girdiği, belki daha fazla, o zamanlar ona yakın bir rakam söyleniyordu, orada çok fazla yüksek puan almışım, yani birinci olmuşum ama ikinci, üçüncüye göre çok fazla fark atmışım. Bu yüzden beni Salihli Lisesi'ne vermediler. Yani orada ziyan olacağımı düşündüler, orada alacağım eğitimin bana yetersiz olacağını düşündüler. Bu şekilde parasız yatılı öğrenciliğe girdim, Ege çapında, İzmir Maarif Koleji, o zamanki adıyla İzmir Koleji deniyordu. O koleje verdiler. 21 kişiydik biz. 20 kişi, İzmir'in içinden ve İzmir'in ilçelerinden gelmişti, ama özellikle de İzmir'in içinden, orada da, yani güzel, eğitimi kaliteli ilkokullarda eğitim almış arkadaşlarla ben İzmir Koleji'nde eğitime başladım. Babamlar, işte ailem, köye geri göçtüler. Ben ise, aynı yıl İzmir'de okumaya başladım. İzmir Koleji o dönemde beş altı tane olan bu maarif kolejlerinden birisiydi ve gerçekten iyi eğitim veriliyordu. Öğretmenlerimiz Ege çapında çok ünlüydüler. Yani, müzik kolu her yıl müzik yarışmalarına girer, o yıllarda liseler arası müzik yarışması vardı, Milli Eğitim'in düzenlediği, orada birinci, ikinci olurdu. İşte, sporcularımız, Ege çapında, işte çok başarılı olurdu. İşte bilgi yarışmalarına girdiğimizde, dereceler alırdık, öyle gerçekten, o dönemde Ege'deki bir insanın, okuyabileceği, okumak istediği bir kolejdi. 00:03:00Biz işte 21 kişiydik. 120 kişi alındı o dönem. Diğer arkadaşlarımız, gündüz gelip giden ya da yatılı kalanlar da vardı onlardan da. Onlar da sınava girmişlerdi ama onlar paralı okuyorlardı. Ve dediğim gibi İzmir Kolejinden böyle çok iyi bir eğitim alarak, 7 yıl, bir hazırlık yılı var, orta ve üç, şey, orta üst sınıf, lise üç sınıf, 7 yıl orda okudum. O zamanlar ortaokul bitirmek-- lise, ilkokul bitirme de vardı, ilkokul bitirmede çok kolay geçtim, ortaokul bitirme de çok kolay geçtim ve lise bitirme de çok kolay geçtim. Ve, o zamanlar yeni başlamıştı, bütün ülke çapında üniversiteye giriş sınavları. Orada da çok yüksek bir puan alarak, ikinci tercihim olarak Ankara Tıp'a başladım. Birinci tercihim Hacettepe Tıp'tı. Birkaç puanla kaybettim. Ve Ankara Tıp'ta okumak üzere Ankara'ya geldim. 1975 yılından sonra, 12 Eylül 1981'e kadar Ankara'da kaldım. Aslında tabi, tıbbı, bilerek, isteyerek, severek yazmamıştım. Babam bir doktorun oğlu olmak istiyordu. Nitekim bizim köyde işte, hem komşumuz olan hem akrabamız olan, köy zaten bizim sülalenin köyü, yani herkes bir şekilde birbiriyle akraba, onlardan birisi Ege Üniversitesi'nde Tıp Fakültesi'ni kazanmış ve okuyordu ve doktor olacaktı. İşte onlardan bir doktor olursa, bizden neden olmasın diye o doktorun işte, Tıp Fakültesi'nde okuyan akrabamızın köyde gördüğü iltifatı babam da görmek istiyordu. O nedenle tıbbı kazandım. Girdim. Tıpta ilk yıl, FKB denen, fizik-kimya-biyoloji denen, bir nevi hazırlık sınıfıdır, sizi tıp fakültesine hazırlar, o yılı çok kolay geçtim. İkinci yıla da aslında bitirebilirdim, yani geçebilirdim, ancak, devamsızlıktan kaldım. Bir de anatomi dersinden, tabi zorluyordu, zorlanıyordum. Baktım, tıp olmayacak, yani hem okumaya devam edebileceğim, devam mecburiyeti olmayan, hem de siyasi faaliyetlerime devam edebileceğim yer olarak bu sefer Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni seçtim. Orayı da, çok yüksek bir puanla kazandım. Yani ikinci defa sınava girdiğimde, giremeyeceğim bir fakülte yoktu, yani puanım o 00:06:00kadar yüksekti ki, ancak tabi Siyasal Bilgileri en başa yazdığım için, oraya girdim. Orada da Siyasal'a girenlerde ilk beşe girdiğim için, Maliye Bakanlığı bana hemen burs verdi. Bu bursun anlamı, yani aylık verilen bir harçlığın ötesinde, üniversiteden, fakülteden mezun olduğunda hemen Maliye Bakanlığı'nda işe başlamam demekti. Yani, şeyim de hazırdı, üniversiteden mezun olsaydım, Siyasal'dan mezun olsaydım, işim bakanlıkta hazırdı.

00:06:41 - TIP-DER ile Tanışması, Ankara'ya Geliş

Play segment

Partial Transcript: Ancak ben, tıptan başlayarak, tıbbın ikinci sınıfından başlayarak, oradaki TIP-DER yönetimine seçildim. Yani işte öğrenci derneğiydi ama o zamanlar Ankara Tıp Fakültesi'nde bir kısım öğrenciler faşist eğilimliydi. Biz devrimciler onlardan çoktuk. Artı, iki taraftan olmayan öğrencileri de daha çok biz faşistlerden korurduk. Yani işte birlikte giderdik, işte kantinde ona göre oturulur, faşistlerin herhangi bir saldırısı, tacizi durumunda biz araya girer, onları okuldan atmaya çalışırdık. Yani benim, ikinci sınıfta, devamsızlıktan kalmam, aslında biraz da bu TIP-DER yönetimi ile ilgili çalışmalardı. İşte teksirlerle soru çoğaltırdık. Onları işte, o öğrencilere satardık, altlarında soruların işte, o günün sloganları olurdu. Öyle bir çalışma. Taa o zamandan başlayan, bir teksir makinamız vardı o zaman. Çoğaltma, yani onları mumlu kağıtlara yazmak, çoğaltmak, onları işte öğrencilere satmak şeklinde başlayan faaliyetimiz, o dönemde benim de TIP-DER, Tıp öğrencilerinin derneğine yönetici olmama sebep olmuştu. Ve oradan başlayan devrimci mücadelenin, bir kısmı da şöyle oldu; biz işte, parasız yatılı okumuş birkaç arkadaş olarak, birlikte ev tuttuk. O evde, işte, benim babamdan biraz harçlık gelirdi, diğerlerinden ya hiç gelmezdi ya da az gelirdi. İşte kira, evin kirası, eve alınacak gıdalar şeklinde, zorlanıyorduk. O nedenle önce arkadaşlarımızdan biri, daha sonra da ben, Ser Yayınevi'ne girdik. Ser Yayınevi, o dönemde belli başlı üç sol yayınevinden biriydi. Birisi bilirsiniz, Sol Yayınevi, ikincisi Bilim ve 00:09:00Sosyalizm Yayınevi, bir de bizim Ser Yayınevi vardı. O dönemde, çıkardığı kitaplarla sol kamuoyunu, sosyalist kamuoyunu oluşturan üç yayınevinden biriydi. Ben orada, diğer arkadaşlarımız daha çok, işte kitapevinde bulunmak ve işte matbaaya gitmek, gelmek şeklinde, daha çok hammaliye işlerini yaparken, ben editör olarak başladım. Nasıl bir editör, işte bizim kolejden İngilizcemiz var, İngilizceden çeviriler yapılıyor, ya da yapılmış çevirileri ben redakte ediyorum ve onlar, matbaaya götürüyor, kitap haline geliyor. O şekilde ben, 75'te Ankara'ya geldim, demek ki 76'dan itibaren falan hem TIP-DER'de siyasi faaliyetlere başlamışım, hem de Ser Yayınevi aracılığı ile basına ayağımı atmıştım. Ser Yayınevi'nde, işte kapatılana kadar, 12 Eylül kapandı, işte faaliyet yapamaz hale geldi, ona kadar, hep Ser Yayınevi'nde kaldım ve bugünkü, işte gazeteciliğimi, basınla ilgili bütün bilgimi oradan aldım. Şöyle ki, dediğim gibi, redaksiyon yapıyorum, çeviri yapıyorum, kitapları seçiyorum, o dönemde 20-30 ülkede yayınlanan bir derginin yayın yönetmenliğini yaptım. Sosyalist Teori ve Pratik diye. Ve bu anlamda basın dünyasına girmiş oldum, siyasete girmiş oldum ve özellikle, 1980'den itibaren de illegal çalışmanın içinde bulundum. İllegal çalışma, o zamanlar işte TKP'nin bölündüğü, birçok TKP olduğu ve bu TKP'lerin birleştirilmesi gerektiğini düşünen Türkiye Komünist Partisi Birlik diye bir partide çalışmaya başladım. 12 Eylül'de cezaevine girişim, bu partinin üyesi olmak iddiası. Yani öyleydim de, yani onların aslında bu konuda kanıtlamaları gerekiyordu ne yaptıklarımı. Bu şekilde 1981 yılında cezaevine girdim. Cezaevi de Türkiye'nin ünlü cezaevlerinden birisi, hani birisi en kötü Diyarbakır ise ikincisi Mamak'tır, üçüncüsü Metris. Benim, payıma Mamak Cezaevi düştü.

00:11:40 - Ser Yayınevi Zamanları, Dönemin Ankara'sı, Entelektüel ve Politik Hayat

Play segment

Partial Transcript: Evet, o zaman bence şeyden alalım yeniden, Ser Yayınevi'nden alalım. Şimdi Ser Yayınevi, biz tabi Ser Yayınevi'ne girmeden önce, işte Ankara'da meşhur Zafer Çarşısı var, orada kitapçılar var, 00:12:00oralara giderdik, işte o hafta alabileceğimiz kitapları alırdık. Vallahi çaldık mı, ben çalmadım ama arkadaşlardan çalan olmuştur kitapları ve bu çok meşru görülüyordu. Sonra, işte afişler vardı orada. Ahmed Arif'in afişlerinden aldık, ilk aldığımız şeyler, yeni yeni işte kasetler o dönemde, Zülfü Livaneli'nin kasetleri falan olurdu. Şiir kasetleri olurdu, onları alırdık ve bu anlamda, işte yavaş yavaş Ankara'daki o devrimci hayatı biraz tanımaya başladık. Sonra şeyi de, Halk Kitabevi'nin bulunduğu pasaj vardı, o, oraya giderdik. Sanıyorum, biraz da önce bir arkadaşımız orada bir dönem çalıştı, sonra, ondan sonra Ser Yayınevi'ne geçtik. Ser Yayınevi'ne geçmemiz de bizim için şöyle güzel olmuştu; yani bir, oradan işte satılan kitaplardan istediğimiz kadar okuyup yerine koyabiliyorduk. Sonra, Ser Yayınevi'ne gidip gelen yazarlarla tanıştık. Ataol Behramoğlu mesela, orada tanıştığımız insanlardan birisi. Bir yemek vesilesi ile Ahmed Arif ile aynı masada bulunmuştum ben. O gün işte çeşitli insanlar, Ser Yayınlarının sahiplerinden biri olan Abdullah Nefes'in evine yemeğe gelmişti. Sanıyorum Türkiye Yazarlar Sendikası'nın seçimleri vardı. Orada, nasıl bir liste çıkarılması gerektiği falan konuşuluyordu. Bu anlamda böyle bir ortama da girmiş olduk. Yani, hemen o yılarda başladı mı bilmiyorum ama, Mülkiyeliler Birliği'ne giderdik zaman zaman, orada, hocalarla, milletvekilleriyle hatta bakanlarla bile aynı ortamda bulunabiliyorsunuz. O zamanlar, yani, öyle ne koruma şeyleri var, bir de gelinen şey olarak insanlar daha kolay milletvekillerine ulaşabiliyorlar, bakanlara hatta ulaşabiliyorlar. Daha sonra işte, biz TIP-DER'de, Tabip Odası'nın ya da SES'in, o zamanki ismi SES değildi galiba, sağlık emekçileri ile ilgili sendika vardı, onlara gider ve bizim kendi TIP-DER'in teksir makinası falan, nasıl alsın, öyle alınabilecek şey değil, o 00:15:00yaptığımız sorular ve işte altına konulan sloganlar ya da ona benzer 1 Mayıs bildirileri falan olduğunda teksir makinası ile çoğaltırdık. Orada yani, hem sendikacılarla tanışmış olduk, dönemin Tabip Odaları başkanı, Ankara Tabip Odası Başkanıyla şeyimiz iyiydi. TIP-DER bir öğrenci derneği ve işte orada tabi herkes bir şekilde yönetimi almaya çalışıyor, yani DEV-YOL'cular, Halkın Kurtuluşu, ya da TKP'liler, o nedenle öyle bir, tabi seçimlerde öyle bir yarış olurdu. Ve benim katıldığım şeyde, yönetim kurulunda biz üç kişi o zaman ben İGD ile tanıştım, İGD ile gidip geliyorduk. Oranın, işte, bazen şeyleri olduğunda, bildirileri olduğunda ben fakülteye götürüp orada tanıdığım arkadaşlara veriyordum. Biz TIP-DER'de, benim yönetime geldiğim listede, biz üç kişi İGD'li idik, üç kişi ise diğer siyasetlerdendi; DEV-YOL'dan, Halkın Kurtuluşu da vardı galiba. Ve dördüncü kişi, onlardan herhangi biri siyasetten olmayan kişiydi. Üç biz, üç karşıda muhalifler, dördüncü kişi nereyi seçerse o ekip yönetime gelecekti. Yani biz yedi kişiyi, çarşaf liste olarak seçilmişiz ama, esas yani, TIP-DER'in başkanı kim olacak, hangi eğilimin yönetim belirleyecek, o anlamda o dördüncü arkadaş bizim tarafımızı seçti ve sonradan da sanıyorum İGD'li oldu ve biz esasen TIP-DER'de yönetim olarak, İGD'nin şeyinde oldu, yani insiyatifinde bir par- öğrenci derneği oldu. Ve İGD şeyi, TIP-DER olarak ne yaptık derseniz, dediğim gibi, biz işte, daha önceki yıllarda çıkmış soruları çoğaltıp öğrencilere dağıtırken, böylece derneğimize üye kazanmaya çalışıyorduk. Altlarındaki sloganlardan bizim solcu olduğumuz, devrimci olduğumuz belli oluyordu. Artı hemen, şey başlattık, eğitim çalışması başlattık. Sonra, işte çeşitli arkadaşların evlerinde, o gün için uygun olan evlerinde buluşuyorduk. Yani Tabip Odası'ndan ya da SES diyebileceğim, o 00:18:00zamanki sağlık emekçilerinin derneğinden, sendikasından yer demek ki pek alamamışız, daha çok kendi evlerimizde yapıyorduk. Sanki illegal bir iş yapıyor gibi de, hatırladığım ilk şey mesela şuydu, işte herkes konuları paylaştık, işte sırası gelen o konuyu anlatacak, o anlattıktan sonra da eğitimin sonunda, herkes birbirine soru soracak ya da anlatıcıya soru soracak. Konuyu biraz daha açacağız. Galiba benimle başladı ders, eğitim dersi çalışması. Bana [Komünist] Manifesto düştü. Dediler Manifesto'yu okuyacaksın ve gelip anlatacaksın bize. Küçük, incecik bir kitap, ben sevindim önce, fakat baştan okuyorum, okuyorum, hiçbir şey anlamıyorum. Onun başında, biliyorsunuz, kendi metninden çok önsözleri vardır. Sonra, şey yaptım, gözümü kararttım, dedim bu önsözler, boşverin, sonra Manifesto metnini okudum ve gayet açıktı ve onu, sevinmiştim önsözlerden kurtulduktan sonra. Çünkü okuduktan sonra hem anladım, hem de arkadaşlara anlattığımı hatırlıyorum. O eğitim çalışması, kaç kişiyle sürdü, bitirebildik mi hiç hatırlamıyorum. Zaten, şey boyunca, devrimci hayatım boyunca, bir şekilde eğitim çalışmaları hep başlatılmış ama hiçbirinde, ama hiçbirinin sona erdirildiğini bilemiyorum. Yani bu, biraz şeyle ilgili, evet böyle yapmak lazım, eğitimi almak lazım, haydi birlikte yapmak lazım onu, o şekilde, büyük bir şevk ile başlanır ama sonunu getirmek her zaman mümkün olmuyor.

00:20:02 - Politik Faaliyetler, Yazarlar Sendikası, İGD ve TKP Süreci, Edebiyat Çevresi

Play segment

Partial Transcript: Şimdi ben, TIP-DER'de, tabi bir yıl yöneticilik yaptım, ikinci yıl, bir yıl hazırlık, fizik-kimya-biyoloji tamam, geçtim, ikinci yıl devamsızlıktan kaldım, bütün bu faaliyetler yüzünden ve de anatomi ile başım dertteydi. Sonra, bitirmeyi, yani oradan ayrılmayı düşündüğüm halde, üçüncü yıl, yani diğer sınava girinceye kadar, üçüncü yıl bu faaliyetlerin içindeydim. İşte daha çok İGD'ye gidip gelmek, Ser Yayınevi'nde bir nevi siyasi çalışmalar gördüğümüz için, çalışmak şeklinde geçti. Ve, bu arada, İGD'den gece işte bazen yazılamalara çıkılırdı. Duvarlar, işte, sloganlar yazılırdı. Bu 00:21:00 sloganlardan bir kısmı, polisten kaçma şeklinde bir faaliyetti. Yakalanmama şeklinde faaliyetti. Bir kısmı da, herkesin gerçi kendi mahallesi olsa da, işte, başkasının yazdığı, başka bir siyasetin yazdığı sloganı silip, onun üzerine kendi sloganını yazmak gibi tuhaf bir yarışmaydı. Onları hatırlıyorum. Tabi, öyle bu anlamda da gerginlikler de olurdu. Onun dışında, yani İGD derneğine gidip gelmeler, orada da bir takım tartışmalar, ama esasen diğer siyasetlerle ilgili tanışma, tartışma, takışmamız, Siyasal Bilgiler'e girişimle oldu. Orada, işte öğrenci derneğinin seçimleri, tıptaki gibi, birkaç yüz, yani yüz ya da yüz elli kişi ile yaptık biz genel kurulumuzu. Orada işte, nerdeyse binlerin katıldığı dernek seçimleri olurdu. Dernek seçimleri öncesinde, her siyaset, işte, kendi afişlerini yapar, o şeylere asar, dernek seçim öncesinde toplantılar yapılır, herkes söz alır, işte kendi görüşlerini anlatır, o görüşleri anlatılırken tartışmalar çıkar. Bazen itiş kakışmalar, hatta kavga dövüş olur, onları hatırlıyorum, ama orada da yani Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne gittikten sonra, yani İGD'den de belli bir süre sonra kopup, Türkiye Komünist Partisi Birlik çalışmalarına katılmaya başladığım için, Siyasal'da da ben pek okula gitmedim ve okuldaki öğrenci hareketlerini, bu birbirleri ile kavga eden, birbirleri ile dövüşen siyasetlerin tavırlarını çoktan, çok böyle birebir maruz kalmadım. Ancak, yani orada, işte sadece sınavlara girerek geçtim sınıfımı, sürekli geçtim. O zamanlar şey de yoktu, hani ana sınavlara girebilmek için, yok vizelere girmek, ya da şu anda genelde uygulanıyor, devam zorunluluğu yoktu, o anlamda öğrenci hareketleri ile benim ilişkim öyle çok da fazla olmadı ama dediğim gibi, şeyler, öğrenci derneği seçimleri, Siyasal'da kıran kırana geçerdi. Ve şeyi, sadece şeyi hatırlıyorum, Halkın Kurtuluşu listesi, muhalefet listesi, Devrimci Muhalefet diye çıkardı, yani iktidarla bir sorunu yok, ya da DEV-YOL her zaman alacak, DEV-YOL'cular alırdı Siyasal'da. Onlar da sadece muhalefet listesini çıkarır, oylanır ve gerçekten DEV-YOL'cular alırdı. Onlar da 00:24:00daha çok öğrenci derneğinin başkanının kim olacağı, DEV-YOL'un kendi içinden bu yıl şu olsun şeklindeki bir anane olmuştu neredeyse. Ve diğer siyasetler, işte İGD de girerdi, başka, o zaman, halkın diğer, biz sülalesi derdik Halkın Kurtuluşu dışındaki Enver Hocacı ya da Çinci siyasetlere, onlar da az oy alırdı. Şeydi Siyasal Bilgiler'de, benim okuduğum yıllarda, genelde şey DEV-YOL'cuların elinde öğrenci derneği. Şeye gelince, ben, yani TKP-BİRLİK çalışmalarına geçmeden önce, ben işte sonuna kadar şeyde, Ser Yayınevi'nde kaldım. Editörlük yaptım. İşte Ser Yayınevi bir matbaa satın aldı, oraya giderdik, orada çalışırdık. Bir kitabın başından sonuna kadar nasıl yapılacağını ve nasıl yapılması gerektiğini, bizzat yaşamış, çalışmış insanım. Yani, kırmak derdik mesela, biz formaları, işte on altı sayfanın bir katlanma işini bile bilirdim. Yani onların, işte kitapların, kenarlarının giyotin dediğimiz matbaada şey, kesme aleti, bıçakta nasıl kesileceğini bilirdim. Şeyi zaten, daktilo yazmasını öğrenmişim. Orada onun işte, şeyde, matbaada kurşun baskı olurdu o zamanlar, tipo baskı, onların nasıl yapılacağını bilirdim. Ben, aslında, hem legalde, hem illegalde, başından sonuna kadar hep basın bölümünde kaldım ve basınla ilgili her şeyi çok ayrıntısına kadar bilirim ve bizzat yapmışımdır. Daha başka, Ankara'da atladığım, şeyi söylemiştim zaten, yani siyasi kişiler, yazarlar, şairlerle bir öyle ortamlarımız hep oldu. Hatta hatta, Ser Yayınevi'nden bir ya da ikinci çeviri kitabım çıktıktan sonra, beni hemen Türkiye Yazarlar Sendikası'na üye yaptılar. Neden, işte, Ataol'un, TKP'li Ataol Behramoğlu'nun yazdığı listeye oy verebileyim diye, bir oy, bir oydur hesabı ile. Böyle şeyler oldu yani. O yıllardan benim hatırladığım, mesela, bir Yazarlar Sendikası şeyidir, seçimidir. Yazarlar Sendikası, 00:27:00aslında tabi Aziz Nesin'in şeyiyle, insiyatifiyle kurulmuş önemli bir kurum. Ve, TKP'liler onu istemezlerdi başkan olarak, istemiyorlardı, öbür tarafta başını Emin Galip Sandalcı'nın seçtiği, çektiği Halkın Kurtuluşu ve diğer siyasetler, iki tane liste çıkmıştı ve bir işte Ataol'un başını çektiği bir liste, Ataol Behramoğlu'nun, bir de Emin Galip Sandalcı'nın başını çektiği, diğer siyasetler, bu taraf TKP'liler'di, diğeri diğer siyasetler. Öyle iki liste çıkmıştı. Tabi, kendi başına da Aziz Nesin aday, anladığım, hatırladığım kadarıyla demek ki öyle bir çarşaf liste ile üç kişi TKP listesinden, üç kişi diğer siyasetler listesinden ve bir Aziz Nesin seçilmişti, yedi kişi. Orada da Aziz Nesin'i TKP'liler istemiyor, Ataol Behramoğlu gidip diyor ki "Yani tamam, birbirimizi yıprattık, bu genel kurulda ama, gelin, işte benim başkanlığıma evet deyin. İşte Ataol da genel sekreter olsun, yine sendikayı biz yürütürüz. " TKP'liler evet diyorlar, olur diyorlar, dört oyla Aziz Nesin başkan seçiliyor. Başkan seçildikten sonra, genel sekreter ve diğer mali sekreter seçilecek. Bu sefer, öbürlerine gidiyor, Halkın Kurtuluşu'na diyor ki "Ben bunlarla çalışmak istemiyorum, gelin sizden genel sekreter ve diğer şeyleri seçelim," diye, Aziz Nesin'in öyle şeyini hatırlıyorum. Çünkü ben de gitmiş ve Aziz Nesin aleyhine oy kullanmıştım. Böyle bir, yani ilk defa orada solcuların, böyle şairlerin anlaşamaması şeklinde hatırlıyorum ben daha çok. Şairler, birbirlerini sevmezler, yazarların çoğu birbirini sevmezler, böyle bir ortamdı. Benim için aslında tabi, yıpratıcı bir süreçti ama politikaya girdikçe böyle şeylerin olağan olduğunu, daha sonraki bir sürü şeyde gördüm. Maalesef ki politika biraz çirkin bir şey. Oysa yani Yazarlar Sendikası'nın esas derdi yazarlar olmalı. Onların hakları olmalı. O zamanlar yazarlar doğru dürüst telif alamıyorlardı. Ve bunu, telif alamamayı, devrimci bir tavır olarak görüyordu, yani kitaplar çıkıyor, bol bol satıyor ama yazara ya da şaire bir şey kalmıyordu. Yani 00:30:00 Ahmed Arif mesela o zaman tek şiir kitabı ama herhalde 500 bin satmıştır, 1 milyon satmıştır. Ahmed Arif'in eline verdikleri paranın çok az olduğunu biliyorum, çok iyi hatırlıyorum

00:30:23 - Sol Bilinç Düzeyi, 77 Kanlı 1 Mayıs, 12 Eylüle Doğru Artan Çatışmalar ve Kitleselleşen Mücadele

Play segment

Partial Transcript: Yani, o zamanlardan beri başka hatırladığım, yani bütün bunlar bir şekilde, yani öğrenci derneklerinde, sendikalar da bu şekilde siyasi çekişme yaşanırken, bütün ülkede, işte siyasetler, Ankara'da da vardı, işte şu mahalle şu siyasetin, bu mahalle bu siyasetin, işte faşistlerin sınırı şurada başlıyor, diyelim ki Bahçelievler'de başlıyor, şurası faşistlerin, dikkatli olmak lazım, yani geçsen bile ona göre dikkatli geçmen lazım şeklinde, onları hatırlıyorum. Ve tabii, artık yavaş yavaş, yani hayatımızda, bugün şu kahve tarandı, şu kadar insan öldü, burada şöyle çatışma oldu, böyle insanlar öldü. Ve en son bize kadar geldi. Biz dediğim Siyasal'ın önünde, ben o gün yoktum, faşistler geliyor, kurşuna diziyorlar. Yaylım ateşi, fakültenin önüne. Fakültenin önündeki arkadaşlarımızdan biri, yurttakiler, Hakan Şenyuva mı, yani o, önce böyle bir arkadaşımız öyle faşistlerin bir saldırısında öldü. Öldürüldü, katledildi. Onun için, işte düzenlenen, şeyi hatırlıyorum, cenaze töreni hatırlıyorum. Yani, neredeyse işte, Kocatepe Cami'den, şeye kadar, Karşıyaka Mezarlığı'na kadar yürümüştük. Ve on binler, belki yüz binden fazla insan yürümüştü. Ona benzer yürüyüşleri hatırlıyorum ama, özellikle, bizim şeyin önünde, fakültenin önünde öldürülen arkadaş için yürüyüşü-- yürüdüğümü hatırlıyorum. Bunun dışında tabi, sadece Ankara'da kalmadı. Ankara'da, 1977 1 Mayıs'ında mesela, Taksim'deydik, bizim işte Ser Yayınevi ve matbaadaki işçiler olarak ayrı bir minibüs tutup gitmiştik. O zaman, yani İGD'de gidip geliyorum, ama daha TKP-B'li falan değilim. O zaman, 1 Mayıs, o görkemli, muazzam, olağanüstü güzel 1 Mayıs'ın, işte sonuna doğru işte meydan kurşunlandı. Oradaydım. Arkadaşlar, işte 1 Mayıs alanından hatırladığım en önemli şey, 00:33:00görüntü, yerlerin adeta ayakkabı tarlasıydı, insanların ya ikisi kalmış ayakkabıların, ya teki kalmış, o koşuşturmada birbirini ezerek, meydanı boşaltma halinde, bütün meydan ayakkabılarla doluydu. Onu hatırlıyorum 80 öncesinde. Sonra ne oldu, 78'de yine gittik, 78'de gidenler, 77'deki kadar, işte 77 1 Mayıs'ına beş yüz bin kişi de diyebiliriz, zorlarsak 1 milyon kişi de diyebilirsiniz ve yani, miting bitmek üzereyken hala yürüyüş kolları devam ediyordu, daha içeri giremeyen, meydana gelemeyen kitleler vardı çünkü. 78'i inadına gittiğimizi düşünüyorum, hatırlıyorum. Yani, 77'deki yaşanan katliamdan sonra, insanlar 1 Mayıs'a gitmeyeceklerini düşünüyordu herhalde o, bu işi yapmak isteyenler, katliam düzenleyenler. Ancak 78'de yine gittik. Bu sefer çok daha kararlı bir kitleydi, daha disiplinli bir kitleydi. Yani 500, bu sefer belki 200 bine inmişti, hatta 100 bine de inmiş olabilir ama, 78'in 1 Mayıs'ını kararlılıkla katıldığımızı hatırlıyorum. Yine, Ankara'dan İstanbul'a giderek. 79'da, sanırım Taksim'e izin vermediler, sadece İzmir'de yapılmıştı galiba. 80'de zaten sıkıyönetim vardı. Sokağa çıkana, şey yapıyorlardı, tutukluyorlardı. Ankara'dan yani İstanbul'a, İstanbul havası değil de daha çok Ankara'nın 1 Mayıs'a gönderdiği, götürdüğü insanlar olarak o günleri hatırlıyorum. 80 öncesinde, dediğim gibi hatırladıklarım, şimdi bunlar. [00:35:09.14] Hüseyin Aykol: Biliyorsunuz, sol harekette o zamanlar, herkes bir şekilde devrimi hayal ediyor, planlıyor. Sadece devrimin nasıl olacağı, işte kırlardan mı gelecek yoksa şehir gerillası mı olacak, onlar tartışılıyor. Sonra, yetmişlerden kalma, şu tartışma da devam ediyor; yani hemen sosyalist devrim mi yapacağız, işçi diktatörlüğü yani olacak ondan sonra, yoksa ulusal demokratik devrim mi olacak, yani önce bir ulusal bir demokratik devrim. Yani işçilerin, köylülerin, işte diğer 00:36:00katmanların da katılabileceği bir devrim mi olacak tartışmaları sürüyor. Onlar için gazeteler çıkılıyor, dergiler çıkılıyor. Ve, gerçekten çok fazla satılıyor, yani, yüz bin, iki yüz bin satılıyor DEV-YOL'un şeyleri, dergileri, gazeteleri. Halkın Kurtuluşu o kadar olmasa bile, onlar satılıyor. Biz yayınevi olarak, Ser Yayınevi olarak, işte çıkardığımız kitapları, gidiyor yani, parasını tamamen toplayamasak da, bizim çok ünlü bir Faşizme Karşı Birleşik Cephe kitabımız var, kağıt bulamıyoruz yani, o kadar basıyoruz. O zamanlar işte, az basılan kitap beş bin basılıyordu. Tutmaz, satmaz denilen kitap beş bin basılıyordu. Normal kitap on binden başlıyordu. Biz her baskı için işte, Faşizme Karşı Birleşik Cephe'yi gönderiyoruz, elimizde kalmıyor, tekrar basmak istiyoruz, kağıt arayışımız da oluyor. O zamanlar bir de kağıt sorunu vardı. İşte SEKA'dan alamıyorsunuz, çok pahalı oluyordu, kötü oluyordu, onları hatırlıyorum, şey olarak. Dediğim gibi, yani nasıl bütün siyasetler işte devrim olacak diye düşünüyorsa, hatta bazılarımız lafı uzatıyorsunuz, hemen devrim olsun anlamında, ACİL lafı oradan çıkmıştır, yoksa THKPC-ACİL diye bir şey yok yani, o ana, biz onlara yüklenen isim odur. O da işte biliyorsunuz, bir arkadaş şeye, fakültenin tahtasına yazıyor, diyor hemen devrim istiyoruz, acilen devrim istiyoruz, onlara ACİLCİLER demiştik. Yani o anda, bütün siyasetler, kafasında bir şekilde devrim var. Ama sadece devrimin nasıl olacağı konusunda tartışmalar var. Bir an önce gerçekten, sosyalist bir Türkiye istiyoruz, yani bunu da, faşistleri ezeceğiz, yok edeceğiz, yani illa ki öldürme anlamında değil, yani şey yapacağız, onları siyaset sahnesinde sileceğiz, sonra burjuva partiler, işte parlamento falan hikaye, biz bir şekilde şey yapacağız, devrim yapacağız ve Türkiye'deki insanlar, emekçiler rahatlayacaklar, köylüler rahatlayacaklar, emeğiyle geçen insanlar, işte emeklerini koyabildikleri kadar koyacaklar. Sonra onlar, devlet onlara verebildiği kadar da eğitim verecek, sağlık verecek, hizmet verecek. Bu anlamda gerçekten, yani buna inanıyorduk ve istiyorduk. Yani bu anlamda, işte kendi içimizde tartışsak da nasıl olacağını, herkes bir şekilde buna göre hazırlık yapıyordu. Bu 00:39:00hazırlıklardan birisi işte, silahlanmak, nitekim zaten kendini faşistlere karşı korumak için silahlanıyorsun. Mahalle komiteleri kuruluyor, işte geceleri bekliyorsun, faşistler eğer saldıracak olursa silahla karşılık vereceksin diye. İşte zaten duvarları sloganlarla doldurmuşsun. O sloganın imzası neyse, o mahalle, o sokak, onların sayılıyordu yani. Herkes bir şekilde şeydi, hazırlıklıydı, yani şimdiden aslında köyler, kasabalar, şehirler, bir şekilde siyasetler arasında paylaşılmıştı. Halkın yaklaşımı bana göre, yani o zamanlar böyle düşünmüyorduk ama, biraz da şeydi yani, bu, bir nevi moda gibi düşünelim, bir nevi mahalle arkadaşlığı gibi düşünelim, yani bir mahallede diyelim ki şu siyaset hakimse, oradaki diğerleri, çocuklar, gençler, onları tutarlardı, aynı takım tutar gibi. Bu anlamda evet, partiler ya da örgütler diyelim daha doğrusu yayın çıkarıyordu, kendine göre eğitim sistemleri vardı ama gene de halkın önemli bölümünü, yüzde doksanını, belki daha fazlasının, sadece bunu bir mahalle arkadaşlığı gibi gördüğü için, yani aslında bunlar ne istiyorlar, ha devrim istiyorlar, hepsi o, yani nasıl yapacaklar, iktidara gelince nasıl yönetecekler, o konu fazla düşünmüyordu. Hatta öyle ki, yani benim, yani tıpta ameliyathaneden korktum, işte hala da ben korkarım kan alınırken ya da bir iğne vurulurken, bir şekilde, yani, şey, ilaç kokusunda, hastanenin ilaç kokusu bile beni bayıltabiliyor yani, hala beni zorluyor. Tıpta, tıbbı bırakırken şundan bıraktım ben yani, tamam babam doktor olmamı, o bir doktorun babası olmak istiyordu ama, şunu düşünüyorduk yani, biz önce bir devrim yapalım da sonra doktor da yetiştiririz yani, bana işte bu iş bölümünde doktorluk düşüyorsa devam ederim tıbba ve bitiririm diye düşünüyordum. Gerçekten bunu düşünüyorduk yani, bu işte illegal çalışmalara girenler, bunu gerçekten, hani biz profesyonel devrimci derdik, hayatını buna adayanlar yani, nerden gelir nasıl gelir onu düşünmeden, esasen 24 saatini buna vermek anlamında. Böyle düşünüyorduk, yani. Hele bir devrim olsun, sonra, lazımsa, ne kadar lazımsa tıp doktoru yetiştiririz diye düşündük. Yani benim tıbbı bırakmamın sebeplerinden biri de budur aslında, yani sırf işte şeyden korkmak, kandan korkmak, şundan bundan değil, yani diğer 00:42:00arkadaşlar nasıl alıştıysa herhalde ben de alışırdım. Ve bunda da biz samimiydik yani. Bir de tabi, bilmiyorum, biraz da rahatlıktı, devrimden sonra hallederiz, yani devrimden sonra halledeceğimiz şey ulusal sorundu. Yani hele bir devrim yapalım, kürtlerle biz anlaşırız. Birlikte mi yaşayacağız, ayrılmak istiyorlarsa ayrılacaklar mı, haklarıdır diyorduk. Ondan sonra ikinci konu mesela, kadın sorunu, kadına yaklaşım, yani o zaman devrimciler zaten, sadece onları yardımcı eleman gibi düşünürlerdi. Esas kavgaya sokmamaya dikkat ederlerdi. Devrimci bacılar, en fazla, yani silahlı mücadeleye falan alınmaz, alınmamaya çalışılırdı, alınırsa bile en fazla silah taşırlar, esas kullanacak insana silah taşırlar, yani sokakta işte kolay, kadını aramak işte zordur, erkeği polis herhangi bir yerde arayabilir ama kadını arayamaz, silah taşırlardı en fazla. Ve kadına yaklaşım sorunu, diyorduk tamam, hele bir devrim yapalım, yani nasıl olacağı, o zamanlar işte kadını anlatan romanlar okurduk, Sovyetlerde bile çok şey olurduk yani, biz, bizim Nasıl Yapmalı, Çernişevski'nin vardı, yani şey yapardık, işte bu işler nasıl olabilir, evli bir kadın, işte, bir göreve gittiğinde, ya da kocası olmadığında, bir başkasını sevebilir mi, ayrılmak, boşanmak nasıl olur, nasıl yapmak, yani evlilik, şeyi, Evlilik Şirketi diye Bekir Yıldız'ın, bir bu evlilik olayını tartıştığı bir roman, incecik bir roman mesela, 30 40 baskı yapmıştı, yani anlamaya çalışırdık ama daha çok bunları devrim sonrasına bırakıyorduk. Devrimden sonra nasılsa her şeyi daha kolay çözeriz diye düşünüyorduk. Ama gerçekten devrimi biz şey yaptık yani, en azından yani bu işi 24 saatini katmış insanlar, samimi olarak şey yapıyorduk, inanıyorduk. Dahası mesela, şeyde, diğer örgütlerde, yaygın örgütlerde, herhalde çok daha fazladır, yani normal olarak silahlanmış kişiler, sırf kendini korumak için bile olsa-- Biz de mesela şunu düşünürdük, ki bizim işte Türkiye Komünist Partisi Birlik'te, polis olan, emniyet müdürü olan kadrolarımız vardı. Ondan sonra, askerde işte, hatta operasyonlarda, bir sürü şey, astsubay, yüzbaşı düzeyinde subay arkadaşlarımız vardı. Ama 00:45:00şunu düşünürdük yani, bir yanda, yani o zaman 500,000 yoktu herhalde ordu, NATO ordusu olarak Türkiye'de, biz hele bir yürüyelim, bu ordunun çoğu zaten bize katılır diye düşünürdük. Yani elimizdeki üç beş silahın yeterli olacağını düşünerek değil ama ordu, polis, bize katılacaktır. Poliste işte POL-DER örgütlemesi var, bunlar bizim arkadaşlar derdik, işte şeyde, ordunun içerisinde her zaman bir devrimci şey, damar vardır diye düşünürdük. Ve derdik ki, evet, şu anda bizim elimizde çok az silah var, koskoca devleti yıkmamız mümkün değil ama biz hele bir yürüyelim, onlar bize katılacaklardır diye düşünürdük. Dediğim gibi, bu anlamda da samimiydik, yani şunu düşünmedik şeyden sonra, yakalandıktan sonra, ya amma da aptalmışız, ne bileyim, çok hayalperestmişiz diye düşünmedik, evet biz bu maça çıktık, ama o maça güçsüz olarak çıkmışız, ya da devleti biraz küçümsemişiz, karşımızda gerçekten güçlü bir devlet var. Bu devlet de kolay kolay çözülecek gibi değil, diye bir şeyimiz oldu daha sonra, değerlendirmelerimiz oldu.