Bülent Aydın 3

Museum of Historical Justice and Memory

 

Transcript
Toggle Index/Transcript View Switch.
Index
Search this Index
X
00:00:00 - 12 Eylül Öncesi Politik Atmosfer

Play segment

Partial Transcript: Evet şöyle biz iki, ikili bir yanı var bunun yani şöyle bir yandan devrimci hareketler üzerindeki polis bakısıyla, bir yandan sürekli olarak bize pusu kuran ve bize saldıran paramiliter örgütlerle mücadele aşamasında, bir yandan öğrenci yurtlarında, okullarda günlük yaşamını sürdüren veya ailesi burada olanlar, ailesiyle ilişkisi olanlar, ailesi de yanında olanlar== Yani şöyle şimdi aynı zamanda bizler şu veya bu siyasi gruplaşmanın unsurları, militanıyken aynı zamanda da işte mahallemizin bir insanı, evimizin bir insanıyız bir yandan. Şimdi babamın dediği şöyle doğru. Bazı DEV-GENÇ toplantılarını bizim evde de yapmışız mesela. Şimdi yer bulmak diye bir sorun var çünkü. Ondan sonra, dernekte eğer yapmak gerekmiyorsa. Daha doğrusu bir saatten sonra dernekler kapandı peş peşe. Yani önce bizim derneklerdi ana mekanımız. Üniversite yurtlarıydı. Onlar daralmaya başladı. O tür olanaklar. Dolayısıyla şöyle bir şeye dönüştü: Öğrenci evleri. Hani o zamanın medyasında bol bol propagandası yapıldığı gibi "örgüt evleri" tırnak içerisinde. Hayır bu örgüt evleri çok 12 Eylül'e yakın zamanda evet, birtakım özel mekanlarda, evet, oluşturuldu. Devrimciler tarafından. Çünkü bir sürü kaçak göçek insan olmaya başladı. Biz özellikle İstanbul'daki öğrenci kesiminde evet, aranan arkadaşlarımız oluyordu. Yalnız zaman zaman davalarımız da oluyordu. O davalar genellikle ufak tefek cezalarla o dönem, 12 Eylül öncesinde kısa tutukluklarla sürüyordu. Bazen kovuşturmaya yer olmadığı yani mesela şöyle bir şeyler hatırlıyorum ben; bir spor kulübü, İstanbul Teknik Üniversitesi'nin Gümüşsuyu binasının yanındaki spor kulübünün önünde büyük bir top sahası var. İTÜ öğrenci yurdu-- Tam bu dediğim 78. İTÜ öğrenci yurdu mücadelesi kapsamında orada biz çadır direnişi yaptık. Yani benzetmek gibi olmasın Gezi Parkı'ndaki çadırların kurulduğu zamanki gibi. Yani İstanbul'un göbeğinde, ana caddenin kenarında bir komün oluştu. Orada her siyasetin çadırları var ve o çadırlarla gece gündüz orada 00:03:00kalınıyor. Günlerce sürdü bu. Günlerce. Kalınıyor ve aynı zamanda tartışmalar oluyor. O zaman yoğun işte Devrimci Sol ayrılığı baş göstermiş. İstanbul'da önemli bir mesele o. Onun dışında demin sözünü ettiğimiz çeşitli siyasi grupların tartışmaları sürüyor. Aynı zaman komünal bir şekilde yemek yeniliyor, oraya ziyaretler oluyor arada bir davul zurna çalınıyor falan öyle bir şey. Gezi Parkı gibi, direnişi gibi bir direnişteyiz biz. Çadır direnişi. Sonra bir gece o dönemin önemli polis müdürlerinden Şükrü Balcı 12 Eylül'de de onun önemli rolü vardır. Daha sonra onu Amerika'ya yolladılar. Ataşe olarak. Büyük ihtimalle vefat etmiştir şimdi. Ve o ve adamları, siyasi polis bastı o çadırların içini. Aynı bu Gezi Parkı'na yapılan baskın gibi. O zaman sis bombası diye bir şey yok, gaz bombası yok. Ama onun dışında yine her şey var. Panzerler, etrafımız sarıldı ve basıldı. Ama biz aynı zamanda o çadır direnişinde geceleri sabahlara kadar yazı afişlerimiz olduğu için ve ben de gene sabaha kadar bir yerlerde çalışmışım, derin bir uykudayım. Baskın olayını, uykudayım hatırlamıyorum, ayağım çadırları topluyorlar artık panzerler. Beni de unutmuşlar çadırın birinin içinde. Çekiştirirlerken çadırı, uyandım, çıktım ödleri koptu. Neyse bizi derdest ettiler. Yüzlerce kişi çıktı tabii oradan. Bizi, hepimizi topluca 2.Şube, Sanasaryan Han'ı Eminönü, Eminönü'ndeki, Sirkeci'deki 2.Şube'ye götürdüler. Neyse biz sloganlar demek ki hala psikolojik üstünlük biz de. Kıyameti koparıyoruz. İkide bir geliyorlar rica ediyorlar, "marş söylemeyin ya gece bari susun." Yüzlerce insanız. Sonra bizi ertesi gün başlayarak savcıya çıkardılar tek tek. İşte savcıda ifade veriyoruz. Atıyoruz, tutuyoruz işte DEV-GENÇ'i anlatıyoruz. Hepimiz kendi siyasetimizi anlatıyoruz. Sonra bizi bıraktılar. Fakat bırakınca, faşistler de tabii hemen gelmişler. Adliye o zaman Sultanahmet'te. Sultanahmet biraz daha netameli bir bölge. Faşistlerin de etkinliği var orada. Adliyenin karşısında öğrendik ki faşistler bizi bekliyorlar. Tabii ne oldu hemen, zor durumlarda yaptığımız gibi Orhan Aydın'dan yardım istedik. Babam geldi birkaç arkadaşıyla beraber resmi elbiseyle. Tabii silahı da var belinde. Bizi resmi elbiseyle, bizim güvenliğimizi aldı adliyeden öyle çıktık. O dönem öyleydi. Şimdi yani şöyle bir şey; hem legal siyasetin bütün olanaklarını kullanıyoruz ve 00:06:00doğal olarak demokratik bir siyaset de yapmaya çalışıyoruz. Fakat bir yandan o zamanki uygulamalar, yasalara göre de tabii yasadışı olan da bir faaliyetimiz var. İster istemez. Bir yandan da o sürüyor. Böyle ikili bir şey. Örneğin ben hem Bakırköy'de ailemin evi var, ailemin evine de giderek azalan bir şekilde yani 77'den itibaren giderek azalan bir şekilde ve hepimiz tabii ailemizi bütün devrimcilerin olduğu gibi kıymetli çocuklarıyız. Ben o dönemde Adalet Hanım'a yani benim anneme, bana çok düşkündü. Şöyle bir eğitim süreci güya yaptırdığımı hissediyorum bir de şöyle düşün her gün insanlar ölüyor. O her gün, şimdiki gibi değil o zamanki her günkü olay bütün büyük gazetelerin birinci, sayfalarında önemli bir haber oluyor. Yani iç savaş süreci ama milletin kulağını tıkadığı bir savaş değil. Onun resmi adı "sağ-sol çatılması." Ama olay tabii onu çok aşan bir boyutta. Hele ki Anadolu'daki bazı yerleri düşünürsek, köy köy, kasaba kasaba çatışmalar söz konusu. Çorum Olayları, Sivas, Malatya, Kahramanmaraş Katliamı. Bir yandan arka fonda bunlar sürüyor. Şeyin, merak içindeler yani mesela şöyle bir şey de hemen araya koyalım, işgal var Maçka Maden Fakültesinde tabii ben de içerideyim. Polis okulu sardı, etrafını işte hemen ailelerimiz bir yerden, haberlerden duydular ailelerimiz geldi. Bir ara ben de işte bir görevliyim, işgal sürüyor. Beni çağırdılar. "Bülent Aydın, Bülent Aydın." Ne oldu? "Şeye gel" dediler köşede, caddeye bakan köşede bir sınıf var amfi. 116-120 diye iki amfimiz var büyük. Amfinin camına geldim. 1. kattayız aşağıda, 2 metre aşağıda babam ve annem. Annem elini beline koymuş böyle bir şey Laz kadını ve her zamanki gibi. Babam da sessiz sakin yanında gene resmi elbiseyle. Babamı tutmuş kolundan zorla oraya getirmiş. Şimdi camdan konuşuyoruz. "Ne oldu?" dedim bana diyor ki, "gel" diyor "sen" diyor. "Bak bu polislerle konuştum ben" diyor, "burası çok tehlikeli olay çıkacak" diyor. "Anne" dedim "nasıl geleyim bak biz ve arkadaşlarım bir derdimiz var, haklıyız biz. Bize saldırdılar, işgal var burada." "Tamam", diyor "haklısınız arkadaşlarınız devam etsin, sen gel diyor." Yani öyle bir durumdayız aynı zamanda. Giderek eve gitmemiz azalmaya başladı. Anneme şöyle yapıyordum ben 00:09:00sabah ayrılırken mutlaka akşam erken gel diyordu bana çünkü o dönemde şöyleyiz; kapıdan çıktıktan sonra izini takip etmek mümkün değil. Aile için de öyle polis için de öyle aslında. Ben gidiyorum tamam akşam erken geleceğim diyordum. 1 hafta sonra geliyordum, 1 ay sonra geliyordum. Bu arada bir sürümüz için bu böyle olduğu için anlatıyorum. Bu arada babam önce karakolları, sonra hastaneleri sonra çünkü bu arada arka fonda her gün ölüyor insanlar, mezarlıkları-- Böyle bir süreç yaşadık. Ailelerimiz bu sürecin yani daha sonra 12 Eylül döneminde cezaevi önünde bu iş daha somutlaştı. Annem de o cezaevinin önündeki annelerden biriydi. Onun uzantısı Cumartesi Anneleri oldu. Biliyorsunuz hala devam ediyor. Olay büyüdü, değişti. Bütün süreci yaşayan o ailelerimiz aslında kendilerinin olmayan bir kavganın militanları oldular. Yani biz zaten kendimizin olan ve üstlendiğimiz bir mücadelenin militanlarıyken onlar ister istemez kendilerinin olmayan aslında öznesi olmadıkları bir mücadelenin militanları oldular. Fakat tarih daha sonra şöyle gösterdi, çok büyük bir çoğunlukla yani mutlaka istisnaları vardır, başından sonuna kadar bizim yanımızda oldular. Bizim arkamızda oldular. Bunun sebebi şöyleydi, ya biz haklı bir mücadele içerisindeydik aslında. Bizim kötü bir şey yapmadığımızı biliyorlardı, bütün arkadaşlarımızı tanıyorlardı ve onların da kötü bir şey yapmadığını biliyorlardı. Buna rağmen karşılaştığımız tavır yani örneğin 12 Eylül mahkemelerinde, daha ilk tutuklandığımız andan itibaren ben dahil, arkadaşlarımın çoğunu hemen idamla, 1,2,3 idam cezasıyla yargılanmaya başlaması daha ilk andan birbirimize zincirlenmemiz giderek koşulların zorlaştığı bizler açısından, kesintileri uğradığı süreçti. Zamanla işte şu, şimdi zaman zaman kendi evlerimizde, tehlike arz etmiyorsa mahallesine göre değişir, takibatlarımıza göre değişir. Yani demin söylediğim gibi yarı legal insanlarız durumundayız o dönem. Okullarımızı aslında fiilen bırakmışız. Ama yasal olarak da öğrenciyiz aynı zamanda okullarda. Çoğumuz bıraktık okullarımızı. O tür durumdayız ve kimimiz evlerimize 00:12:00kimimiz öğrenci yurtlarına hala gidip gelebilirken, çoğumuz öğrenci evlerinde, öğrenci evlerinde kalıyoruz. Böyle bir yapı söz konusu. 12 Eylül günü de birtakım tertibatlar yani o günlerde bir tedirginlik vardı. Biz dergimizde, Devrimci Yol dergisinde bir darbenin gelmekte olduğu yani olayların açık faşizme doğru gidişatını yazmış ve dolayısıyla böyle şeyler konuşuyoruz ama daha sonra üzerine çok konuşulduğu gibi aslında böyle bir şeyi karşılayacak bir örgütlenme, bir savunma durumunda değiliz. Çünkü hani faaliyetimizin önemli bir bölümü yasal alanlarda da sürmekte olan faaliyetler. Tabii bunun birbirinden farklı bölgeler, birimler söz konusu.

00:13:00 - 12 Eylül Günü ve Sonrasındaki Süreç

Play segment

Partial Transcript: Ben o, o gün öncesinde yani eve uğradığım zamanlardan biriydi. Ben evdeydim ve darbeyi televizyondan duyduğumu hatırlıyorum. 12 Eylül darbesini. Bir tedirginlikle hemen, olabildiğince tedirginlikle, sokağa çıkılabiliyordu yasak olmasına rağmen. Hemen yakında olan arkadaşlarla haberleşip o dönemde özellikle aranan ve durumu bizden daha vahim olan birtakım arkadaşların ya aile evlerinde ya mesela kapalı olan iş yerleri, iş yerleri kapalı, kapalı olan birtakım iş yerlerinde saklanmasını öncelikle sağlamaya çalıştık. Sonra şöyle hemen kritik bir dönüşüm olmadı aslında yani sonra buluştuk arkadaşlarımızda mahallelerde, birimlerde ve yoğun bir şekilde cuntaya karşı mücadele-- Yani darbenin şekli şemali konusunda herhangi bir soru işareti olmadı zaten bu darbenin nasıl bir şey olduğu. Ailelerimizde oldu böyle dağınıklıklar. Çünkü işte biliyorsunuz, faşistler de bir takibata uğradı. Türkeş aranır oldu vesaire. Ama biz aşağı yukarı nasıl bir şey olduğunun farkındayız ve bir bakışımız var. Darbeye karşı mücadele gündemine geçmiş olduk ve şöyle bir örnekle bunu izah edeyim. Örneğin, benim mesela iddianamede ve mütalaada bizim davanın yer alan ve bize suç isnat edilen sonuç olarak 146, 1.madde uyarınca, anayasal düzeni ortadan kaldırmak suçuyla yargılandığımız o dava kapsamındaki eylemlerin, somutlaşmış eylemlerin diyelim çoğusu 12 Eylül darbesinden sonraki sürece ait. Yani şöyle de 00:15:00denilebilir; hemen ertesi günlerden başlayarak darbeye karşı yazılamalar, afiş hazırlayıp asmalar onun dışında hemen ilk günlerden başlayarak ortaya çıkan işkence ve işkencede hemen çünkü hemen darbeden sonra insanlar toplanmaya başlandı. Bizler kendimizi daha güvenceli yerler kendimiz için yapmaya çalıştık ve yoğun işkenceler başladı. Cezaevlerinden kötü muamele ve işkence haberleri gelmeye başladı. Dolayısıyla onlara ilişkin, işkencede ölen arkadaşlarımız için Türkiye çapında kampanyalar, bu arada askeri darbenin vaaz ettiği sürekli günde o zaman gece sabaha kadar yayın yoktu ama bütün gün boyunca nutuk atıp, sıkı yönetim bildirilerinde anlatılan o imajı kırmaya dönük işte asker araçlarının üzerine afişler yapıştırmaktan bir ara mesela ihbar kampanyası açtı darbeciler. Telefon numaraları verdiler herkes ihbar etsin şüphelendiklerini diye. Çünkü tabii şu da oldu. Etrafımızdaki aslında bizim içerisinde bir şekilde eridiğimiz ve güvenlik böylece sağladığımız o kitlelerde de çözülmeler oldu. Çünkü biliyorsunuz, o süreci yaşayanlar daha yakından biliyorlar, bu iç savaş süreci idari olarak giderek daha şiddet biçimleriyle sürerken mahallelerde, fabrikalarda, okullarda insanlardaki tedirginlikler arttı. Bu çatışmaları bizim durdurmamamız kendi inisiyatifimizle ve başka bir boyuta aktaramamamız yani düzen muhalifi ve başka bir, başka bir düzeni öne çıkarmaktan çok can güvenliğiyle saldırılar ve savunmalar ve bunlar zaman zaman aralarındaki ayrım çizgilerinin flulaştığı dönemler ve eylemler de oldu. Bütün bunların yarattığı tedirginlik bir kabul oluşturdu darbeden sonra. Biz bütün faaliyetlerimizle bunu kırmaya çalıştık aslında. Hani darbeyi teşhir etmek, fabrikalardaki birtakım uygulamalar-- Çünkü hemen başladı. İlk hedef alınan yerlerden biri iş yerleri oldu. Bütün sendikalar kapandı, direnişler durdu ve sendikalı işçiler zoraki çalışır duruma geldiler. Biliyorsunuz iş adamlarından [Halit Narin] bir tanesi, "Şimdi gülmek sırası bize geldi" demişti. Böyle bir mücadele içerisindeyiz. Aynı zamanda bunun içerisinde şu da var, birtakım şehir değiştirmeler. Bazı 00:18:00arkadaşlarımızın başka şehirlere gitmesi yine Anadolu'da hani İstanbul'da öyle bir şey, İstanbul'da öyle bir şeye gerek olmadı ama küçük yerlerde özellikle arkadaşlarımızın kırsal kesimlere doğru çıkması, onların birtakım ihtiyaçları-- Örneğin şeyi hatırlıyorum ben o zaman İstanbul yani Suriçi bölgesinde bir faaliyetin sorumluları arasındayız. Kapalıçarşı'da arkadaşlarımız vardı işte birtakım giysiler, soğuğa dayanıklı. Yani böyle bir yandan da uzun sürecek daha sıcak bir çatışma öngörüyoruz ve bu çatışmaya karşı da bir hazırlık yapmak gereğini hissediyoruz derken Ankara'dan başlayarak operasyonlar başladı. Bu operasyonlar-- Bu arada, bu olurken şundan söz etmek lazım bütün kural ve kaideler rafa kaldırıldı yani insan hakları, en temel demokratik haklar kullanılmaz oldu. İnsan haklı diye bir şey söz konusu değil ve dolayısıyla bir savaş durumu söz konusu oldu ve askerler sokaklardaki askerler herkese asker gibi davranmaya başladı. Subayından erine kadar. Böyle bir şiddetle aniden yüz yüze olduk. Bir kere ilk olarak bütün devrimciler okula gidemez oldu. Çünkü üniversiteler tam bir tahakküm altına girdi hemen. Gidemez oldular. Sendikacılar, iş yerlerine gidemez oldular. Soruşturmalar nedeniyle teslim olma, ifade verme birtakım yasak dernek yöneticilerinin, sendika yöneticilerinin böyle şeyler bir yandan sürerken operasyonlar şiddetlenmeye başladı giderek, hızla. Ankara'daki büyük Devrimci Yol operasyonu etkili oldu. Onun İstanbul'a yönelik-- Ve bir yandan zaman geçiyor yani fiilen artık cuntaya karşı bir mücadele içerisindeyiz. İşte bir dergimiz vardı, o derginin artık basımı falan zorlaştı. Dolayısıyla haberleşme mekanizmaları, toplantılar kesintilere uğradı. Ve biz de birtakım işte tedbirler alıyoruz. Bazı okullarına gidemeyen öğrencileri memleketlerine yolluyoruz. Bazılarını dikkat et, dikkat etmelerini sağlıyoruz.

00:20:46 - 1981'de Yakalanma Anı

Play segment

Partial Transcript: Bu süreç epey sürdü yani daha önce tutuklanan İstanbul'daki operasyonlarda tabii ki arkadaşlarım var. Ben ve bir grup arkadaşım 1981 yılının Haziran ayı 12-- Bugün ayın kaçı? Bugün 00:21:00ayın 11'ymiş. 1981 yılının 12 Haziran günü ben yakalandım. Ve şöyle gene bir örnek olarak şöyle söyleyeyim, sürecin ne kadar artık çözülmekte olduğunu özellikle kentlerdeki mücadeleler açısından. Bizim 2 arkadaşla randevumuz var bir kahvede. Biz de 3 kişiyiz. Biz bir komiteyiz. Suriçi bölge komitesiyiz. O 2 arkadaşımız da şehir komitesinden ve artık belki de İstanbul'un dışına çıkmak için falan konuşacağız. Randevumuz var ama o kadar çabuk artık operasyonlar yaygınlaşmış ki vaka-i adiyeden olmuş her gün 1-2 arkadaşımız yok oluyor ortadan. Şimdi 200 metre ilerde bir başka kafede buluştuk önce bir üçümüz. Nitekim onların 2 tanesi o gün yakalandı. 1 tanesini o gün kurtardık ama sonra yıllar sonra o da yakalanıp davaya eklendi. Ben dedim ki, "ya" dedim "şimdi gitmeyelim üçümüz birden ne olur ne olmaz" dedim. Çünkü şöyle bir, her yakalanan devrimci her yakalana arkadaşımız bu objektifte çok ağır bir saldırı ile işkenceye alınıyor. Hemen ve ilk andan itibaren. Önce ölüm tehdidiyle. Esas olarak bir işte çeşitli düzeylerde uzman ama esas olarak işkenceci polisler o yenilgi duygusunu kullanıyorlar. Senden daha önce yakalanmış olanı sana karşı kullanıyorlar. İnsanları yüzleştiriyorlar ve bir, bir yenilgi halinin psikolojisiyle senin de üzerine geliyorlar. Dolayısıyla şu veya bu şekilde operasyonlar birbirlerine ekleniyor. Onlar öyle sürdürüyorlar. Yani şöyle diyebilirim ben de 3 kere, 1-2-3 kere değişik tarihlerde cezaevinden tekrar siyasi şubeye alındım ve işkence gördüm. Esas olarak polisin-- şimdiki gibi düşünmeyelim o zamanki Türkiye'yi. Hele ki polisin durumunu. Esas olarak herhangi bir delillendirme yöntemiyle uğraşmıyorlar, o anda yakalanana dayanabildiği kadar işte belli işkenceleri uyguluyorlar ve bunlar sonradan aslında biz. Hani önceden çok sıkı bir hazırlığımız yok. Sonradan öğreniyoruz ki dünyanın her tarafında da aslında aynı aşağı yukarı yöntemler. Büyük ihtimalle, 00:24:00Amerikan gizli servislerinin oluşturup geliştirdiği yani kitaplardan öğreniyoruz ki Latin Amerika'da Kolombiya'da yapılanlarla burada yapılanların arasında bir fark yok. Bu arada tabii infazlar da bir yandan sürüyor, bir yandan da işkenceler çeşitli şehirlerde ve İstanbul'da ölenler de sürüyor. Dolayısıyla hani "üçümüz birden gitmeyelim" dedim. "Kibrit çekelim" dedim, kibrit çektik. Dedim ki şeyi, "kısa çöpü çeken gitsin ondan sonra her şey yolundaysa orada"- hiçbir haberleşme olanağı yok- "gelsin bize de haber versin toplantı yapacağız kahvede." Hala kamusal mekanları kullanıyoruz çünkü yani bir, bir yeraltı örgütü değiliz. Öyle bir şey değiliz. Daha önce de söyledim bir anti faşist direniş hareketiz biz. Dolayısıyla bir anti faşist direniş hareketinin olması gerektiği kadar meydandayız aslında hepimiz. Yani mahallenin güvenliği bizden soruluyor zaten, sabahtan akşama kadar caddelerde, sokaklarda elimizde ne varsa işte onlarla geziyoruz, bütün sorunlara müdahale etmeye çalışıyoruz. Kısa çöp bir arkadaşıma çıktı. "Tamam" dedik, "bekliyoruz bak burada. 10 dakika sana mühlet. 10 dakika içerisinde gelip bize haber ver yoksa biz gidiyoruz." Ben de hemen o gitti hemen öbür arkadaşla, kalan arkadaşla haberleştim. Dedim ki "biz seninle" dedim "yarın şurada buluşalım. Eğer buluştuk buluştuk, buluşamadıysak buluşmayalım ondan sonra hemen sen başının çaresine bak." Neyse bekledik 10 dakika bir şey yok. Yine o da o zamanki halet-i ruhiyemizi anlatmak için iyi bir örnek. Şöyle, şimdi bekledik ki bir askeri, romanlarda okuduğumuz gibi bir teşkilat havasında değiliz. E gelmedi. Gelmeyince merak ettik tabii. E ne oldu şimdi arkadaş-- Şimdi kıyamıyoruz tabii yani arkadaşımız da herhalde yakalanmıştır, öbürküler zaten yakalanmıştır diye düşünmek istemiyor insan. Yani öyle bir düşün, darbenin üzerinden epey zaman geçmiş yani Haziran, 81'in Haziranındayız. Tamam dedim, sen git dedim işte yarın dedim buluşuruz seninle buluşamazsak-- Yarın demedim. 3 gün sonra çünkü 3 gün onun da eziyeti sürdü. O gitti. Ben gittim oraya o buluşacağımız. Hiçbir şey o tarafta her şey gayet sakin biz daha önce de birkaç kere gitmişiz o kahveye. Kahveye gittim dedim ki, "ya bizim arkadaş hani filanca", tanıyor da tabii bizi adam. Biliyor işte devrimciler arada bir gelir. "Geldi mi buraya" dedim, "Yok" dedi. Dedim peki, "burada bir şey oldu mu 00:27:00böyle bir şey, bir arbede falan." "Hayır" dedi, "bir şey yok" dedi. Allah allah oturdum bir çay içtim. Hiçbir şey yok. Çıktım oradan şimdi ben arkadaşı arıyorum. Dedim herhalde bir şey oldu arkadaş yani kendi de inisiyatif kullan-- Biz yani sonuçta DEV-GENÇ'liyiz ve öyle huylarımız var. İnisiyatif kullanıyoruz. Oradan oraya gitmiş olabilir. Başka bir şey, almış onları bir yere götürmüş olabilir. Acilen bir durum olabilir. Onun gideceği yerlere gittim. Oraya buraya baktım falan. Şimdi öyle bir durum ki biz de bu şehirden gitmek için tam hazırlık yapmak üzereyiz ve şöyle bir şey var ertesi sabah bir, bir benden büyük bir tanıdık Anadolu'da bir yere gidiyor. Bir medya çalışanı idi ve arabası var gayet güzel. Beni alıp götürecek yani öyle de bir şey var çünkü işte son toplantıyı yapıyoruz. Durumlar öyle yani, kötü. Ya dedim ki ben bunu aradım, karısını da aradım. Evli arkadaş. Yok, hiçbir haber yok. İnanılmaz bir şey. Kayboldu adam ortadan. Gittim eve, bizim eve. Annem tabii çok sevindi beni görünce. Dedim "ya buraya arkadaş falan--" Tabii tanıyorlar ailecek tanışıyoruz zaten öyle durumdayız. E şöyle yani 12 Eylül'den sonraki aylarda şöyle usullerimiz vardı zaten. Mesela evde, herhangi evdeysek evin mutlaka, evde kalın perde, battaniyelerden perde yapıyoruz. Çünkü gece devriyelerinde bazen baskınlar yapıyorlar. Işık yandı, ışık yanıyor bir yerde diye. Perdeyle kapadım. Evdekiler bir yere gitti. Annem, babam, kardeşim. Biraz da güvenlikli görüyorum. Şöyle babam asker ya sonuç itibariyle ve fiilen görevli hatta ondan da ben durumu kontrol ediyorum arada. Çünkü İstanbul'da şeyde valilik binasında, onun altında bir askeri birim var orada personel şubede çalışıyor ama dolayısıyla o kıdemli bir astsubay o zaman. Gittiler onlar bir yere. Ben şimdi bekliyorum, çok tedirginim ama yani haber çıkarsa buradan çıkacak. Evde telefon var, arıyorum karısını falan. Sonra sabahı da bekliyorum. Sabah olursa gideceğim ben o arkadaşımla beraber. Gece yarısına doğru, sessizce evin etrafının sarıldığını gördüm. Zemin katta olan bir daireydi bir sitede. Sitede herkes tanıdık tabii kaç senedir orada oturuyoruz. Ve böyle Mercedesler de dahil olmak üzere birtakım arabalarla bütün bir sivil. Gördüm. Baktım o cama bu cama öyle atlayıp kaçılacak bir durum yok. Benim orada direneceğim herhangi bir olanağım da yok ama sakinim gayet. Bütün 00:30:00zaten ışıkları kapadım, sessizce bekledim. Sessizce evi sardıktan sonra kapıyı çaldılar. Ses yok. Bir daha çaldılar, bir daha çaldılar. Konuşmalarını duyuyorum. Komşularla konuştular. "Ya yok" dediler "onlar, Orhan Beyler." Beni sordular. Bülent o-- Gayet dikkatliler çünkü evin de bir askerin de evi olduğunu biliyorlar dediler, "Bülent gelmiyor buraya. Biz epey zamandır onu görmedik. Nerede olduğunu bilmiyoruz. Ev sahipleri yok." Şimdi duyuyorum ben, daha sonradan da bize işkence yapan sorumlular da oradalar. Onların hepsi bu benim mahkemedeki savunmada, isimlerini de o zaman tespit etmişiz ve vermişiz orada yazıyor. "Girelim" dedi. Biraz da tedirginler. Sıkıyönetim var yani askerlerde sorumluluk. Polisle zaman zaman aralarında gerginlikler oluyor. Bazen medyaya da yansıyor bazen çatışmaya kadar varıyor. Çünkü askerler ayrı bir otorite, polisler ayrı bir otorite. Ondan sonra gidelim, gitmeyelim falan derken sonradan siyasi şubedeki işkencelerde de daha sonradan tanış olduğum bir tane hırsız tipli, yan kesici tipli bir tanesi maymuncukla açtı kapıyı. Ben gene hiç sesimi çıkarmadım. En uzak, en arkadaki odada, en köşe bir yerde sindim. Tabii saatler yavaş yavaş geçiyor ve uzun gibi geliyor adama. Bütün evi dolaştılar. Hiçbir şeye ellemediler gene. Çekiniyorlar. "Ellemeyin hiçbir şeyi" dedi adam. Kitaplar falan var çünkü benim odamda. Onlara da hiç kurcalamadılar. Ondan sonra en arka odada birdenbire yüz yüze geldiğimiz zaman, ödleri koptu tabii. Işığı yaktılar ve yüz yüze geldik. Birden 5-10 tane birden namlu üzerime çevirdiler ve beni derdest ettiler. Aşağı yukarı buna benzer şekilde sürdü bu operasyonlar.

00:32:15 - Gayrettepe, Fatih ve Çeşitli Karakollara Götürülüşü, 85 Gün Gözaltı Süreci

Play segment

Partial Transcript: Sonrası da şöyledir ne parmak izi ne işte bulunduysa işte silah evet, somut bir delil olarak bizim davalarımızda, yargılamalarımızda söz konusu oldu. E işte tanıklar manıklar hiç öyle bir şey yok. Yani kovuşturma dedikleri bütün o süreç, işkence temel yöntem olarak kullanıyordu hatta bir ara gene şubede bir 45 gün kaldık biz. Siyasi şubede. Gayrettepe'de. 45 gün sürdü o "gözaltı süresi" denen, bizim "işkence günleri" dediğimiz ve şöyle yani o zamanın İstanbul'unu şöyle tarif edebiliriz. Birkaç kattan oluşuyor orası, daha sonra Burhan 00:33:00 Sönmez bir roman yazdı "İstanbul İstanbul" diye. O, o İstanbul'un ortası burası İstanbul'un göbeğinde, Gayrettepe'de. Eskiden üniversiteydi orası. Ben hatta cezaevinde ilk yazdığım şiirde eskinin yüksekokulu sonranın işkence hanesi diye orayı tarif ettim. "Gece Yarısıyla Monolog" diye bir şiir yazdım. O halet-i ruhiyemizi anlatan ve o şehrin göbeğindesin ama hiç kimsenin seni duymayacağı kadar uzak bir yerdesin. Bu süreç Ankara'da, bizim daha sonradan tabii hep bunlardan haberimiz oldu, Ankara'da daha beter bir şekilde "DAL" denen işkencehanede yaşandı. Diyarbakır'da oranlanamaz şekilde yaşandı. İstanbul'da da Gayrettepe'ydi merkezi. Ama daha bizim bu operasyonlar olmadan önce şu bilgiye haiziz biz; sadece orası değil aşağı yukarı bütün karakollar işkencehane olarak kullanılıyor. Ben de yakalandıktan sonra birkaç karakola götürdüler beni. Beni Gayrettepe'deki 1.Şube'ye götürdüler. Sonra oradan Fatih Karakolu'na götürdüler. Sonra Kocamustafapaşa Karakolu. Yani o ilgili bölgenin karakollarına, karakollarına da götürdüler ve bütün oralarda yoğun bir eziyet sürüyor fakat bu Gayrettepe'de yüzlerce insan. Yani o zaman işte oradaki trafikten, sayılardan haberimiz oluyor yüzlerce. 300 civarında insan, 1.Şube'nin hücrelerindeydik biz. Şimdi şöyle oldu ama bizimle bitmedi tabii. Yani bu operasyonlar devam etti. Bizim operasyon o günlerde sönümlendi. İşte o dediğim gibi öbür arkadaşla biz buluşmadık 3 gün sonra. Mesela şöyle o eklemlenme zinciri bir yerden kopunca kopmuş oluyor. Bir gün bizi son günlerde artık İTÜ'lü birkaç arkadaşız. İTÜ-DER yöneticileri de var aramızda. Hep bir başka soruşturmayla ilgili İTÜ'lüleri siyasi şubede bir odaya bizi koydular. Gözlerimiz bağlı. Ama işte birbirimizden haberimiz oldu. Konuşuyoruz bir yandan. Artık oradaki ortama da bir şekilde alışmışız. 45 gün. Sonra tekrar alındığım zaman 20 gün daha siyasi şubede kaldım, eziyet gördüm. Sonra 3. kez alındığım zaman tekrar 20 gün kaldım. Dolayısıyla cezaevini saymazsak 45, 75, 85 gün o ortamı ben yaşamışım. 1. Şube'de ve 2. Şube'de. 2. Şube'ye de götürdüler beni. 00:36:00 Üçüncü götürülüşümde cezaevinden yani o tabii o da ayrı bir mekanizma. Şimdi de zaman zaman bunun kullanıldığını duyuyoruz.

00:36:14 - Tutukluluk Süreci, Yargı Sürecinden Kesitler

Play segment

Partial Transcript: Yani şöyle bir soruşturma sürdürülüyorsa ve hakkında tutuklama kararı alınmış ve cezaevindeysen artık soruşturma sürüyor. 12 Eylül'de şöyle bir adet çıktı. Bir baskı yöntemi olarak tutukluları zaman zamana tekrar alıp, cezaevinde, koğuşundan alıp aynı siyasi polisler yani sana zaten daha önce de işkence etmiş olan insanlar seni alıp kapıdan tekrar götürüp hiçbir aralık olmamış gibi tekrar başladığı yerden. Yani bu anlamda bir devamlılık olan bir teşkilat, teşkilattan bahsediyoruz. Şeyin, devam ediyor bir yanda süreç daha sonra bu operasyonlar yani giderek azalarak çünkü sonuçta yüzlerce kişiden bahsediyoruz. Yani bizim dava 1900-- Şimdi önce hakkımızda dava açıldı. Benim için 146 1.maddeden, 146'ya 1.maddeden idam cezası istemiyle dava açıldı. Tabii o süreçte ailelerimiz için yıkıcı oldu. 100-- 200'ye yakın kişiyle başladı. Toplu davaydı. İstanbul Devrimci Yol ve Marmara DEV-GENÇ davası. İstanbul ve Trakya diye başladı 82'de. Yıllar geçtikçe bu siyasi toplu davalara eklemlenmeler oluyordu. Operasyonlar dalga dalga sürüyor çünkü. Çünkü dışarıda yani hep öyle sürdü. Aslında 12 Eylül sonrasına da eklemlenen bir biçimde 84, 85 yıllarına kadar diyelim ki. Hatta bizim tahliye olduğumuz zamanın öncesine kadar, hep dışarıda kalanlar, devam etmeye çalıştılar cuntaya karşı direnişe ve mücadeleye devam etmeye çalıştılar ama hem zeminde hem olanaklar da tabii çok büyük bir zafiyetle operasyonlar da böylece sürdü. Sonuç olarak o zaman başlayan yani bu artık işin başka bir aşaması, tutukluluk süreci İstanbul'un çeşitli cezaevlerinde kalarak ve oldukça yoğun ve eziyetli günler yaşayarak 1986'nın mart ayında mahkemeye çıkarıldım mütalaa verildikten sonra. Başta 146'ya 1.maddeden yargılandım daha sonra 4.davada tekrar 146 1.maddeden yargılandım. 3-4 tane oldu bu 146'ya 1'ler. Sonra 00:39:00mütalaada 168., 168'e 1.maddeden yargılandım yani teşekkül oluşturmak, yönetmek. Sonra 168'e 2.maddeden 10 sene ceza aldım yıllar sonra. Ama zaten 10 sene ceza aldığımda 5 sene fiilen tutuklu olmuş ve savunmamı yaptığım duruşmada tahliye olmuştum.

00:39:32 - İşkence Süreci ve Nitelikleri, Operasyonlarda Yaşananlar, Basında Devrimcilerin Teşhiri

Play segment

Partial Transcript: Şöyle oldu, bir Mercedes arabaya beni gözlerim bağlı olarak, görmüştüm ben onu zaten evi sararken, bindirdiler beni. Ve hemen bindirdiğim andan itibaren dövmeye başladılar. Ondan sonra başka bazıları için de bu söz konusu olmuş. Beni hızla peş peşe gelen sorgular ve darbelerle olmak üzere bu da genelde zaten olan bir şey Boğaziçi Köprüsü'ne doğru-- Bir konvoy halindeyiz. Birkaç tane araba var hissediyorum ben onu. Göz bağının altından da görmeye çalışıyorum ve mümkün olduğu kadar sakin kalmaya çalışıyorum. Arkadaşımla gel-- Arkadaşımla da zaten gelmişlerdi ve arkadaşımı önce yani öyle yapıyorlardı tedbir olarak önce onu içeri sokuyorlar ki hani bir çatışma durumunda ona olsun bir şey olacaksa diyerek. Ondan sonra onu da hali perişandı zaten. Boğaziçi Köprüsü'ne götürüp, arabayı durdurup "Buradan atacağız seni aşağıya" dediler. İşte öyle bir şey oluyormuş gibi sanki. Mizansen yaptılar. Sarkıttılar. Evet ama önce Boğaz Köprüsü'ne gittik. Sonra tekrar geçtik köprüyü tekrar dayakla tekrar bindirdik. Oradan yine gözüm bağlı ama ne olduğunu bir yandan görüyorum ben. Anlamaya çalışıyorum. Gayrettepe'deki 1.Şube'yi de biliyorum önceden. Gayrettepe'deki 1.Şube'ye getirip işte bu arada telsiz konuşmalarını anlıyorum bir operasyonun sürdüğünü. İstanbul'da o an bir operasyon olduğunu. Ankara'dan gelen polisler de var. Bizi de yani şöyle içeriye girdiğimiz zaman ilk birkaç günden sonra, duvarda bir şema var büyük bir şema var. Şöyle her ayrı siyasi yapı için organize olmuş ayrı birimler var. Onların hepsi o şemada isimler varsa eğer, resimler olan 00:42:00şemalar olan onlar. Ve o şemadaki eğer öldüyse üstünü çiziyorlar, boşlukları doldurmaya çalışıyorlar yani yakaladıkları ve yakalayamadıkları. Böyle ilerleyen birbirine bağlanan yani bizim o eziyete dayanma durumumuza göre bizden aldıkları bilgilerle devam ettirmeye çalıştıkları bir süreç olarak sürüyor. Tabii şöyle şimdi sonuçta biz tabii oldukça geniş bir hareketiz. Yani bizim bir mahallede aslında o bizim dava kadar insanımız var. Sonuçta biz de mümkün olduğu kadar az zayiatla atlamaya çalışıyoruz. Hani ilk andan beri, ilk andan beri değil tabii önce saatlerce bazen günlerce zaten hiç kimseyi görme ihtimalin yok. Ama biz oradaydık. Oradaki o kat kat hücrelerin birisine indiğimiz zaman o hücreler çok küçük yani şöyle bir kişi için yapılmış bir hücre. Bir kişilik hücrede bir tane bir, bir şey var bir oturma yeri var. Orada 7 kişi 8 kişi en az o bir kişilik hücrede. Dolayısıyla sadece o yukarıdaki odalarda işkence yapılıyor, aşağıda ise insanlar biriktiriliyor ve insanlar sırayla çağırılıyor belli bir düzene göre. Sonra tekrar aşağıya indiriliyor. Bazen indirilmiyor. Mesela beni 2.Şube'ye götürdükleri zaman, beni günlerce bir telsiz odasında zincirlediler bir şeye, sandalyeye bir kolumdan. Ve günlerce orada kaldım ben. Sorgunun dışında. 1980-- 84,85 falandı yani. Oldukça artık darbenin ileri zamanlarındaydı ve sonra hani o da bir travma oluşturdu. Hani ne zaman hala-- Üzerinden yıllar yıllar geçti, 40 yıl geçti. Ne zaman bir telsiz sesi duysam irkildiğimi hatırlıyorum. Bütün bu yaşananlar bir iz tabii biz de. Ben ne zaman mesela Beyazıt'tan geçsem hala sevmem ve Beyazıt'tan mümkün olduğu kadar geçmem. Beyazıt'tan geçsem o 16 Mart günü duyduğum kokuyu hissediyorum. Taksim'e indiğimde-- bir koku vardı orada. Bir kimyasal kokusu. Ne zaman Taksim'den geçsem 1 Mayıs orası bizim için. İşkenceyse hani şöyle söyleyeyim hep orada geçti bizim sürecimiz. O 45 gün sonra ya şöyleydi önce gözaltı süresi 30 gündü. Sürekli yasalar çıkıyor yani benzetmek gibi olmasın ama bugünkü gibi bir kararname ve birkaç imzayla o 00:45:00gözaltı süresi 30 gün oldu. 2 haftaydı 30 gün oldu biz daha dışarıdayken. 45 gündü biz yakalandığımız zaman. 90 gün oldu sonra. Nitekim biz şubede olduğumuz süreç içerisinde yani bizden daha fazla bizden önce operasyonlarda yakalanmış çeşitli yapılardan yani 90 güne kadar o işkenceli sorgularda kalmış insanlar vardı ve bunların bir kısmı artık hani akıl sağlığını yitirme derecesindeydi. Zaten şöyle bir yani o ortamı izah etmek için şöyle bir şey daha söyleyeyim, babam asker. Daha önce söylemiştim. Ve tabii onlar eve gelince benim alınıp götürüldüğümü öğreniyorlar ama şöyle bir ortam 12 Eylül ortamı. Tabii babam hemen önce kendi komutanını, alay komutanını arıyor. "Olur mu ya öyle bir şey yani nasıl olur" diyor, "tabii ki öğreniriz" diyorlar. İşte arıyorlar, o onu arıyor, o onu arıyor, o onun muadili olan polis müdürünü arıyor. "Yok" diyorlar "burada öyle bir şey." "Hayır diyorlar, biz almadık." Şimdi ben gecenin geç bir saati veya sabaha doğru şeyde, bu operasyonların öncelikle önce yani operasyon yapılmadan önce ve operasyon sürerken genel olarak bir kaydı yok. Yani önce operasyon sürüyor, gözaltına alınanların da bir kaydı yok. Nitekim bu yüzden biliyorsun çok sayıda insan kayboldu yani o dönemlerden başlayarak. Çünkü bir kaydı yok. Sonradan bu kayıtlar düzenlenip-- Yani ben hatırlıyorum günler sonra çünkü bazı evrakları bize de imzalatıyorlar. Nitekim cüzdanıma koydum. O evrakların bir tanesinden sökmüştüm. O gözaltı günlerin de fotoğrafımı çekmişler. Öyle bir fotoğraf da var yanımda saklamışım onu sonra çıkarmışım yanıma. Evraklar günler sonra düzenleniyor. Ben işkence sürerken şöyle, işte sonradan bunlar hep yazıldı çizildi üzerine. Askı diye bir uygulama var yani tavana, bu Filistin'den falan daha önceden de duyduğumuz ama yaşayınca tabii öğrendiğimiz bir eziyet usulü. Kollarından çıplak olarak bir kişi veya iki kişi sırt sırta bağlı olmak üzere bir demir çubuğa, tavana asıyorlar ve bir yandan da demir çubuklarla 00:48:00bir kişi veya birkaç kişi sürekli olarak sana vuruyorlar veya arada mola verip seni bekletiyorlar orada. Arkadan da bir arkadaşın olduğu için hem iki, iki kişi birbirinin çektiği eziyetin tanığı ve bazen sebebi oluyor hem de birisi kıpırdadığı zaman öbürünün acısı çok artıyor. Nitekim bu yıllar ve yıllar süren acılara da neden oluyor. Benim hala bugün, aradan bunca yıl geçtikten sonra kolları tutmayan arkadaşlarım var. Şöyle, bu, bu kaydetmeme yöntemi de aslında işkencenin bir parçasıydı. Bu çünkü sürekli olarak bize söylendiği gibi yani operasyona bağlı olarak yani önceki, birkaç gün öncesinde örneğin İstanbul'da o operasyon döneminde, örneğin Zekeriya Aydemir diye bir arkadaş öldürülmüştü. İşte o, bu tür olayları da biz yaptık, işte sizi de yapacağız şeklinde. Yani sürekli bir ölüm tehdidinin aslında bir ifadesiydi yani hiç kimse burada olduğunuzu bilmiyor vesaire şeklinde bunu kullanıyorlardı. Nitekim hani benim durumuma özel örnek vermek istedim o, oradaki ortam için gecenin bir vaktinde bir ara bir sessizlikte yani demek ki nasıl zorladıysa Orhan Aydın, bu timin sorumlusu olan komiser daha sonra terfi etti merfi etti. Hatta emniyet müdürü falan oldu. Sabahattin. Sabahattin idi onun adı. O çünkü masada oturuyordu ama bir fiil işkencelere de katılanlardan bir tanesiydi. Sessizlik istedi ve yan taraftan konuş, konuşuyor birisiyle ve ben konuşmada benim ve babamın adı geçiyor. Birisi yani aracı olan, daha üst rütbeli işte sözü geçen kimse demek ki ondan yardım istemiş babam. Beni arıyor ve muhtemelen siyasi şubeye götürmüşlerdir diye. İlgili grup amirini bulmuş, onunla konuşuyorlar ve o şöyle isim, isim soruyor. Ben bir yandan sıkıntılı bir durumdayım ama anlıyorum konuştuklarını. İsim soruyor ve kimliğimi söylüyor. Ve "hayır burada yok öyle birisi" deyip kapadılar 00:51:00telefonu. Yani bu da aslında o şeyin, o şeyin devamıydı. Tabii yukar-- Yani onu, işkence odasında sürenlerin dışında hemen hemen herkes için geçerli olmak üzere alttaki yani o işkence sürecinde olan gözaltındakilerin tıkıldığı o hücrelerde ben hem küçük hücrede de kaldım, daha büyükçe bir hücre vardı giriş tarafında, orada daha kalabalık insanlarla ama dip dibe yani hepsi dip dibe olmak üzere insanlarla kaldım çeşitli insanlarla. Aşağıdaki uygulamalarda, yukardaki uygulamaların ve eziyetin bir devamı şeklinde işte arada o hücrelere çeşitli bahanelerle müdahale edilmesi, insanların koridorlara çıkarılıp dövülmesi, sıra dayağına çekilmesi işte dışarıya çıkarılıp zorla onlara marş söyletilmeye çalışılması gibi. Tabii bunun yanında açlık, susuzluk, tuvalete götürmeme ve tuvalete çıkarmama ya da bütün o işlemlerin kendisi de bir eziyet biçiminde, şeklinde yani yüzlerce kişi için her katta bir tuvalet var. O tuvaletin kapısı açık dolayısıyla sen sana işkence yapan adamların önünde orada olmak zorundasın. Kadınlar için bu ayrı bir eziyet. Bir hücrede kadın arkadaşlar var. Onlar için ayrı bir eziyet. Ama bütün bu süreç boyunca da bir yandan bizler yani gözaltı sürecinde olan insanlar hemen hemen her fırsatı kullanarak işte birbirimizle haberleşmeye, ne durumda olduğumuzu anlamaya veya yukarıya, yukarda işkence, eziyet aşamasında çöküntüye uğramış olanlarımız birbirimizi tamir etmeye çalışmakta. Çünkü ne zaman olacağı, başı sonu olmayan bir süreçteyiz. Yani biz orada 10 gün, 20 gün olduğumuz zaman 90 gün orada olan insanlar olduğu gibi-- Şöyle bir usul de var. Nitekim bugün de onu başka şekilde, başka şekilde cezaevlerinde bile yeniden tutuklama şeklinde görüyoruz. O zaman da şöyle bir şey var. Gözaltı süreci dolup, dolanları yeniden bir gözaltı süreci başlatmaya da yetkileri de var. Yani bir yazıya bakıyor. Savcılığa bir yazı yazılarak öyle olabiliyor. Dolayısıyla tamamen bir kabusun içinde olduğumuz söylenebilir. Ben daha sonra, benim bütün gözaltı sürecim Gayrettepe'de geçti. Sonra 45. günü 00:54:00bizim hepimizi birbirinizi o süreçte gören ve görmeyen yani orada sen işte birkaç kişiyle muhatap olabiliyorsun, sana gösteriyorlar veya seni ona gösteriyorlar veya birlikte eziyet görüyorsun. Daha sonra bizi topladıklarında daha geniş bir grup olduğumuzu işte birbirimizi de gördük. Bizim hakkımızdaki evrakları, soruşturma evraklarını düzenleyip bizi bir gene sivil ve kamufle edilmiş, hep tabii bütün bunlar, sıkı güvenlik tedbirleriyle yapılıyor. Bizi şeye, Selimiye'ye bizi sorgulama ve hakimliğe, savcılığa ve hakimliğe bizi yolladılar. Bizi yolladıklarında üzerlerimizde işkencenin çeşitli izleri vardı. Yani falakanın, zaten 3-5 günde geçmeyecek gibi, hala o izlerin bir kısmı benim ve arkadaşlarımın üzerlerinde var. O izler vardı. Kollarımızdaki izler vardı. Sorgu-- Gözaltı sürecinin ikinci aşamasına diyeceğimiz, ikinci yarısında birbirimize yani uyguladığımız birtakım tedavi yöntemleriyle ve onların birtakım yöntemleriyle hani nispeten vücudun kendini onarması için bir süre kalıyor. Bu arada yine o dönemin bir adeti olarak, bizi gözaltındayken sürecin bir aşamasında, bir alttaki konferans salonunda -o zaman meşhurdu- bütün operasyonlarda yakalanan, işkence ve eziyet gören devrimciler saç sakal birbirine karışmış, üstü başı yırtık pırtık ve insanlık çıkmış bir vaziyette çoğusu dizilir. Masanın üzerine de işte o operasyonda yakalanan veya uydurulmuş deliller, bu bir dergi de olabilir, silah da olabilir. Onlar konulur ve onlar basın mensuplarına işte bütün gazetelerden ama şimdiki gibi yandaş medya ayrımı yok, bütün gazetelerden basın mensupları gelir. Onlar televizyonlarda da biz içeri girmeden önce de çeşitli arkadaşlarımızı televizyonda gördük. Yani genellikle de şöyle oluyordu. Hiçbir bilgi verilmediği için yakınlarına dahi. Bazılarımızın gözaltında olduğu, eziyet altında olduğu zaten o zaman anlaşılıyordu. "Şu da var, bu da var" diye insanlar çoluğunu çocuğunu orada görüyordu ve genellikle aileler seviniyordu "demek ki benim çocuğum ölmemiş" diye. O oldu yani öyle bir şey yaptılar. Herhangi bir orada soru-cevap, röportaj gibi bir şey olmadı ama belli bir süre fotoğrafları-- Nitekim sonra o, gazetede 00:57:00yayımlandı. Daha sona biz gördük o fotoğrafları, operasyonun fotoğrafı. Vardır mutlaka bende de. O dönemdeki operasyonlardaki sorular, operasyonun yerine ve kişinin durumuna göre değişebilir ama esas olarak şeyin ilişkilerin, ilişkilerimizi soruyorlar. Mümkün olduğu kadar ilişkilerimizi ulaşmak için. O şemada boş olan şeyleri doldurmaya çalışıyorlar. İkincisi, şeyin işte somut delil oluşturacak işte saklanan bir şey varsa silah da dahil olmak üzere, onları soruyorlar. Ev, ev ve adres soruyorlar. Hani esas olarak, esas olarak hani benim daha önce de söylediğim gibi kesintiye uğramadan mümkün olan hızlı bir süreçte ve bir an önce, olabildiğince çok insanı yakalamak, olabildiğince çok malzemeye ulaşmak. Esas amaçları oydu ve böyle düzenleniyordu operasyonlar. O yüzden de şöyle oluyordu, özellikle ilk günler yani bütün yakalananlar için, ilk günler hem yakalananlar için o şok daha üstündeyken o şoku yaşarken hem de çeşitli haberleşme olanakları daha işlemezken, daha yoğun bir baskı ve eziyet altında oluyordu insanlar ve böylece birbirine eklemlenmeye çalışılıyordu bu operasyonlar. Ve sonra belli bir şekilde ucu kesildiğinde yani daha fazla bilgiye ulaşma imkanı olmadığında, başka yani devam başkasıyla daha çok uğraşıp seninle daha az uğraşıp işte ifade işlemleri vesaire-- Ve şöyle yani biraz önce onu söyleyecektim yönteme ilişkin mesela şöyle çarpıcı bir örnek, bir odaya bizi koydular 3-4 tane İTÜ'lü devrimci ve bizim operasyonda yakalanan bizim arkadaşlarımız. Tesadüf birkaçımız da İTÜ'lüyüz. Ve İTÜ ile ilgili bizden bir ifade almaya çalışıyorlar, işte "nasıl olurdu, kim örgütlüyordu, yürüyüşler nasıl oluyordu" falan. Neyse bir ara bir boşluk oldu gittiler. Gözbağımı çıkardım ben. Ve boş, kimse yok. Baktım sadece bizim arkadaşlar var. Bir de bir dolaplar var sağda, solda. Dolapların bir tanesinin açtım çekmecesini içinde bir sürü fotoğraf var ve o bir sürü fotoğraf şöyle bir önüme doğru geldi. İTÜ'nün üç ayrı binasının yani polis demek ki sivil polisler sürekli denetim altında tutmuşlar devrimcilerin faaliyetini. Bütün yürüyüşler, çıkışlar, 01:00:00mitingler, korsan mitingler olurdu yani okuldan çıkarsın ve aniden yürüyüş yaparsın. Gece gündüz. Buralardan çekilmiş onlarca fotoğraf ve hepimiz varız o fotoğraflarda. Yani güvenlik alan da var, elini beline götürmüş olan da var. Havaya ateş eden de var. Tam o sırada geldi adamlar, yetkili adam geldi ve o, "Ay işte yasaktır. Devletin arşivini nasıl buna bakıyorsunuz, suçtur, zabıt tutacağız" falan. Ben de o zaman dedim ki, "Ya dedim bize eziyet ediyorsunuz günlerdir bir sürü eziyet ediyorsunuz. Aslında bizden bir şey öğrenmek istiyorsanız, sorduğunuz şeylerin hepsi o fotoğraflar da var zaten." Şöyle bir baktı, ya bize soruyor zaten "sen onu tanıyor musun, o onu tanıyor mu, o kimdir." O fotoğraflarda o insanlar yan yana duruyor zaten, çekilmiş o fotoğraflar. Adam da bir an şöyle gözlerime baktı, "Amaan" dedi, "kim uğraşacak onunla bizim öyle bir zamanımız yok" dedi. "Biz sizi" dedi, "yakalıyoruz, buraya getiriyoruz ve dövüyoruz" dedi. "Ne kadar" dedi, "ne söylerseniz" dedi, "öyle devam ediyoruz" dedi. Yani yöntem böyleydi.