https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview109406.xml#segment0
Partial Transcript: İTÜ'lü ve DEV-GENÇ'liydik. 1 Mayıs 76 yıllar sonra yani ilk aslında büyük, kitlesel 1 Mayıs gösterisiydi ve DİSK tarafından düzenliyordu. DİSK de o dönem yoğun siyasi etkileşimi de olan güçlü bir sınıf sendikasıydı. Prestijli bir sendikasıydı. 1 Mayıs 76'nın Taksim'de oldukça kalabalık, bizim yani şöyle bizim Beşiktaş tarafından itibaren kortej oluşturduğumuz, Dolmabahçe'yi geçerek ta Beşiktaş'a kadar o kortejin olduğu. Ben o zaman dayımların yanında kalıyordum. Tabii ki yine yani her zaman olduğu gibi müthiş bir kara propagandayla yani o dönemin, örneğin Tercüman gazetesini hatırlıyorum. O dönemde kara propagandanın araçlarından biriydi. Hergün gazetesini hatırlıyorum. Irkçı, faşist yayın çizgisindeydi. Kamu bugünkü gibi bugün ya da geçtiğimiz yıllardan başlayarak olduğu gibi bir yandaş medya demek, o zaman bak öyle bir kavram yoktu. Birbirinin çok farklı yayın organlarında, günler öncesinden başlayarak, aylar öncesinden başlayarak bunun tartışıldığını ve 1 Mayıs günü bir tedirginlik yaşandığını ama sendikaların çoğunlukta olduğu, öğrenci gruplarının biz de dahil, oldukça yoğun olduğu bir 1 Mayıs olmuştu. 1 Mayıs 77'ye gelirken, 76 ile 77 arasında çok önemli bir fark var. Bir de 1 Mayıs 78'de de gene Taksim'deydik. O arada da çok önemli bir fark var, şöyle; kitlesellik açısından giderek artan ama gerilim açısından da giderek artan bir ortam vardı. 1 Mayıs 76 daha işte o zaman afişleriyle işte o zaman ilk olan 1 Mayıs afişi, çeşitli tasarımcıların tarafından üretilen çeşitli afişler, bütün sokakların, caddelerin, meydanların renk renk afişler--Tabii bu da ayrı bir konu. Onu konuşmamız lazım. "Afişe çıkmak", "yazıya çıkmak" diye bizim için o dönem çok önemli bir şey vardı. Ben de güzel yazı yazardım. İstanbul'un yazı yazmadığım duvar tabii kalmamıştı. Bunlarla bütün şehrin donatıldığı, adeta toplumsal mücadelenin duvarlara ve her yere yansıdığı bir hazırlık sürecinden sonra 1 Mayıs oldu. 77 1 Mayısında ise biraz önce konuştuğumuz siyasi kutuplaşmalarının gölgesinde yaklaşıyorduk biz. Çok sert bir polemik içerisindeydi. Dönemin ÇKP [Çin 00:03:00Komünist Partisi] yanlısı gruplarıyla DİSK'i de motive eden, Sovyet yanlısı, Sovyetler Birliği Komünist Partisi gruplar arasında bir yoğun gerginlik vardı. Biz işte tırnak içinde, adı üstünde "orta yolcu" gruplar olarak biz varız. Kurtuluş grubu da zaman zaman bunun içerisinde anılabilir. Biz büyük büyük bir kitle de arada olanlar vardı. Buna bir tedirginlikle, tartışmalarla gidildiğini hatırlıyorum. Okullarda, forumlardan başlayarak. Yani şöyle hem aynı zamanda sınıf mücadelesinin çok yoğunlaştığı, grevlerin, direnişlerin çok yoğunlaştığı, aynı zamanda anti demokratik işte MC hükümetlerinin yaptırımlarının ve yeniden yapım faaliyetlerinin de etkisiyle birtakım baskı yasalarının devreye sokulduğu, yavaş yavaş pratikte çeşitli zor biçimlerinin sıklıkla uygulandığı bir dönem bir yandan. Ben o yıllarda okuldaki faaliyetin yanı sıra Kartal'a gidiyorum. Kartal'lı bir arkadaşım var, önce onunla gidip gelmeye başladık. Kartal o dönemde çok önemli bir işçi mahallesi ve çok güçlü siyasi yapılanmaların olduğu bir yer. Kartal o dönemde bir, önemli bir mahalle İstanbul'da. Biz o arkadaşımla-- Onu da maalesef-- Mete benim sınıf arkadaşımdı. Okulda ilk arkadaşımdı. Kartal Yükseköğrenim Derneği yönetim kurulu üyesiydi. Daha sonra Kartal'da kurduğumuz Kartal DEV-GENÇ yönetim kurulu üyesiydi. O da benim gibi asker çocuğuydu. Babası albaydı. Benim sınıf arkadaşım. Hemen araya bir parantez koyayım, o dönem üniversitelerde şöyle bir şekilde ilk yakınlaşmaların başladığını hatırlıyorum. Benim için de öyle oldu. Ben Anadolu'dan gelen bir sol eğilimli genç olarak amfinin en arkasına oturup, o ilk günlerde sınıfa giren çıkanlar, bize birtakım komutlar verenler, arkadaşlar şöyle yapalım, böyle yapalım işte şurada toplanalım, panel yapalım, forum yapalım derken izliyorum arkadan. Ve onların içerisinden kendime, 5-10 tanesini işaret ettim aklıma. Ben bunlarla arkadaş olabilirim diye. Nitekim onlarla hepsiyle arkadaş oldum. Hala daha ölenler dışında onlarla arkadaşım. Mete ilkiydi bunların. Biz Mete ile Kartal'a gidip gelirdik. Mete orada bir yerel faaliyetin de içerisinde, dernek yöneticisi ve ben de oradaki pratik içerisinde yer alıyorum. Dolayısıyla 1 Mayıs 77'ye Kartal DEV-GENÇ 00:06:00pankartıyla, hazırlayarak, günler öncesinde heyecanla, İstanbul'un işte İTÜ Spor Kulübünde, akademinin salonların birtakım geniş mekanlarda yerlere serdiğimiz dev bezleri birbirlerine iliştirerek devasa pankartlar hazırlıyoruz. Yani bir tane şöyle bir pankart hatırlıyorum. Demart'ın binasına Beşiktaş'ta asmış, astığımız zaman 6. Kattan aşağıya kadar olan pankart sığmamıştı. Üzerinde Kızıldere'yi simgeleyen bir desen vardı. Akademi öğrencileri yapmıştı bir yıl, yıldızlı yumurta piyasaya çıkmış, bir yıldızlı yumruk oluyor mücadele ve direniş eğilimleri. Üzerinde de şöyle yazıyordu, "Bu kan denizlerinin ufkundan kızıl bir güneş doğacak" yazıyordu. Daha sonra da biliyorsunuz, Afişe Çıkmak diye bir kitap çıktı. Çok değerli bir çalışma. Yılmaz Aysan'ın. Orada bu bütün anlattığım hikayenin afişlere, duvarlara yansımış örnekleri var. Bu pankart da var. Böyle bir hazırlıkla ve aslında coşkuyla ama hafif bir tedirginlikle 1 Mayıs'a hazırlandığımızı, bütün okullarda. Yani şöyle düşünün, şimdi bugünle karşılaştırmayın hiç, çeşitli toplumsal muhalefet etkinliklerine katılıyorum ben de pandemi süreci öncesine kadar. İşte biliyorsunuz, sen de izliyorsun işte 100 kişi olur 200 kişi olur. HDP yapmışsa bin kişiye kadar çıkabilir. Mitingler işte 3 bin kişi olur. Yani gayet iyi olur 3 bin olursa. Savaş karşıtı etkinliklerimiz sırasında 40 bine kadar çıktığı oldu. HDP'nin Nevroz gösterilerini bir kenara koyarsak ve seçim öncesi mitinglerini işte birkaç bin kişiden bahsediyoruz. Bu 1 Mayıs hazırlığı öncesi günlerde böyle bir şey söz konusu değil. Hemen hemen her siyasi grubun, iyilerini sayarsak 40 tane olduğunu düşünelim. Her siyasi grubun, her okulda en az 10 tane 20 tane kitlesi var. Onların pankartlar arka arkaya dizilmiş-- Ben mesela şöyle olduğumuzu hissediyorum, hatırlıyorum, birkaç yönden birden gelinecek Taksim Meydanı'na. Artık müthiş bir birikim yani inanılmaz bir birikim. O arada Rauf Tamer diye o dönemin provokatör diyebiliriz, yazarları, Ergün Göze Kabaklı [Ahmet Kabaklı], Kabakçı veya. Tercüman'dan. Koçbaşı yazarlar. Biraz zaman zaman tırnak içerisinde, Yılmaz Özdil'in zaman zaman kaleme aldığı yazılardaki 00:09:00ötekileştirici dilin o dönemde çok uç örneklerini ve biz aynı tarz. Yani o küçük küçük. Örneğin Rauf Tamer şöyle yazardı yazılarını. Böyle alt alta dizilmiş aforizma şeklinde cümleler, cümleler, cümleler. Sonradan ben birtakım muhalifler tarafından da çok beğenilen Yılmaz Özdil'in yazılarında da aynı yaklaşımı görüyorum. Müthiş bir kamplaşma, bugünkü düzeyde değil ama o dönemde de yani komünizme karşı. E zaten artık geleneksel hale gelmiş 50'li yıllardan itibaren. Bir açıdan kuruluştan itibaren geleneksel hale gelmiş o ötekileştirici yaklaşımın en uç örnekleri sergilenerek o güne ilişkin bir düşmanlık, korku, öfke birikimi yapılıyordu. Biz o duyguda değildik tabii. Biz heyecanla ve şevkle bütün okullarda, bütün birimlerde, tüm mahallelerde kendi kortejlerimizi hazırlıyorduk. Nitekim Tarlabaşı'ndan gelen büyük bir kitlenin dışında Şişli'den gelen ana kol, büyük bir kitlenin dışında yani bir ucu Taksim'deyken öbür ucu Mecidiyeköy'ün falan çok ötelerinde, Ok Meydanı'na kadar. Tarlabaşı'ndan Taksim'e kadar ve bizim de bulunduğumuz tarafta bir ucu Taksim'de olan ama öbür ucu Beşiktaş, Yıldız Teknik Üniversitesi'nin kapısından Levent'e doğru giden. Biz Yıldız Teknik Üniversitesi'nin oralarda anca yer bulabilmiştik. Şimdi en büyük kitlelerden birinin bizim olduğumuzu, DEV-GENÇ'in olduğunu hatırlıyorum. Ankara'dan-- Şimdi o dönemde şöyle bir merkezi 1 Mayıs yapılıyor dolayısıyla çeşitli şehirlerden de temsili katılımlar var. Ankara'dan önemli bir katılım vardı. Bizim o dönem Ankara'daki önde gelen arkadaşlarımızın çoğusu da orada vardı. Biz 1 Mayıs'a tabii başka şöyle bir heyecanla da hazırlanıyoruz. Uzun bir süredir hazırlık içinde olduğumuz, tartıştığımız, artık kendi aramızda çıkışını beklediğimiz Devrimci Yol dergisi de o gün piyasaya çıkacak. Dolayısıyla çok umutluyuz, çok heyecanlıyız. Ve artık şöyle ifade edebilirim, biz evet bu ülkede o koşullarda yaşıyoruz, sürekli faşizm dediğimiz, kuruluştan beri hiç eksilmeyen totaliter bir rejimin içindeyiz, otoriter eğilimleri her zaman yüzümüze çarpan bir rejimin içindeyiz ama o birkaç yıl içerisinde bizler etrafımızı saran duvarın ötesini görmüş insanlarız artık. Yani öyle bir pratik geliştirebilmişiz ki o yıllar boyunca, biz ortaklaşa bir 00:12:00yaşamın ne olduğunu anladık. Çıkarsız ilişki nasıl kurulur onu hissettik. Başkası için hayatın nasıl feda edilebileceğini gördük ve yaşadık. Kendinden önce başkasını düşünüp bir tehlike geldiği zaman o tehlikenin karşısına önce kendimizin geçmesinin nasıl bir duyguya yol açtığını sonra insanlarla nasıl ilişkiler yani "başka bir dünya mümkün" diye sonradan o yıllarda yoktu, sonradan çok ünlü, biliyorsunuz sosyal forumlarda bir sloganımız olmuştu. Biz o zaman böyle bir şey ifade etmiyorduk ama o başka dünyayı görmüştük. Biz ona "devrim" diyorduk. Biz onu görmüştük. Bunun yarattığı şevkle hazırlanıyoruz aslında. Taksim'e geldik. Kolay gelmedik Taksim'e de. Çünkü hem bir yandan bizim tam olarak hepsini görmediğimiz yani mümkün değil çünkü bu. Zaten meydan dolmuş, dolmaya yakın ve DİSK'in görevleri, bu Çin yanlısı diyelim tırnak içinde, Çin ve Arnavutluk yanlısı birtakım hani dışlanan ve o gün Taksim'e girmesi izin verilmeyeceği söylenen grupların onları da tanıyoruz bizim öğrenci arkadaşlarımızdı o sıralarda. Yani aynı okulda, burada DEV-GENÇ pankartı arkasında biz varız. Taksim'de İGD'li pankartının arkasında bizim İGD'li arkadaşlar var. Öbür tarafta da Halkın Kurtuluşu pankartının arkasında bizim Halkın Kurtuluşu'ndan arkadaşlarımız var. Ve biz hep beraber okullarda ve mahallelerde faşistlerle mücadele içerisindeyiz. Birlikte polis baskısına direnmeye çalışıyoruz. İlerlemedi bizim kortejimiz. Saatler ilerliyor. Sabah oldu, öğlen oldu işte bu arada birbirlerini görüyor insanlar, sarılıyor, öpüşüyor, hazırlıklar yapılıyor, sloganlar atılıyor. Sonra biz yani en önde olan arkadaşların da önderliğinde İstanbul'u iyi bilen, galiba Behçet vardı mesela bunların içinde. Behçet Dinlerer. Daha sonra işkencede ölen arkadaşlarımızdan birisi. Ön ayak olmasıyla bazı arkadaşlarımızın, DEV-GENÇ yönetiminin tabii, bizimkiler kestirmeden başka yolları kullanarak yani o normal güzergahın dışında, çok başarılı bir biçimde şeye geldik yani normal güzergahımız yürümeyince Şişli, Taksim'e gelen yolun üzerine çıktık İTÜ'nün oradan ve oradan geldik. Biraz bekleşme, birtakım görüşmeler falan ile birlikte şimdi bu arada şöyle de bir şeyi hemen söyleyelim, şimdi mitinge katılan çok geniş kitle kortejleri oluşturuyor, hemen hemen her hareketin tabii bizim de militanları ise o yani o 00:15:00günün koşullarını da düşünerek o kortejin sağına soluna güvenliğini sağlıyor, onlar daha önce yani her mitingde öyle olurdu ama 1 Mayıs'tan önce daha önemli öyle oldu. İşte daha önceden toplantılar yapılıyor. O, o, onlar yani o güvenlikten de sorumlu olanlar çeşitli tedbirler, bir şey olursa nasıl haberleşilecek, ne olacak, nasıl davranılacak-- Sonuç olarak elinde megafonlar olan arkadaşlarımız da var, seslendirme cihazları var ve herkes kendi kortejinin yönetiyor. Taksim'e girdik. Akşamüzeriydi. Sonra şey biz de Kartal DEV-GENÇ pankartıyla girdik. O pankart işte alan doluydu ama yine de biz biraz ittirerek bize biraz yer açılarak Taksim Anıtı'nın etrafında durduğumuzu hatırlıyorum. Otobüs durakları vardı o zaman ortada. Otobüs duraklarının üstüne çıktı arkadaşlarımız. Bir yandan ajitasyon çalışması, bu arada kürsüde de görü, körü-- şeyler var onlardan kitleyi yönetme anonsları yapılıyor. Bir yandan da şeyi de takip etmeye çalışıyoruz. Öbür taraftan da yürüyüş devam ediyor Taksim'e doğru. Yani o 1 Mayıs'ta girilmesine izin verilmeyecek grubun, bu arada da bizim de bazı arkadaşlarımız aracılığıyla bir arıza çıkmaması için biz gene klasik orta yolcu tavır olarak böyle aralarda bir yerde bizi mevzilendirdiler. Yani biz TKP'lilerle diğer grupların arasındayız aynı zamanda. Bizden sonra veya bizden önce Kurtuluş grubu geldi. O da Kazancı'ya doğru, otele doğru bizim yanımızda aldı. Ben ilk silah sesini duyduğumda, "taak" diye bir silah sesi. Artık o zamana gelene kadar silah sesinin, açık alanda, kapı alanda nasıl bir şey olduğunu biz biliyoruz. Duymuşuz. Bu arada şeyin de farkındayız, o iki grup yoğun bir şekilde oraya geldi ve orada bir tartışma var biz oraya dahil değiliz. Ve tam o tarafa kadar yani alanın da başını tutuyoruz hani bir şey de olursa biz gene arada olacağız. Öyle tembih etmişiz hepimiz birbirimizi. "Tak" diye bir silah sesi geldiğini hatırlıyorum. Benim cephem anıta ve anıtın arkasındaki "Sular İdaresi" o zaman dediğimiz, üzerinde birtakım reklam panoları vardı, oraya doğru da bakıyorum ve uzun boyluyum ben. Dolayısıyla meydanda biraz daha görüş alanım geniş. Şöyle bir parmak uçlarıma doğru yükseldiğimi, gayet sakin olduğumuzu, olduğumu en azından benim. O sağ taraftaki köşede yani Tarlabaşı, o zaman şimdiki gibi bulvar yok. Tarlabaşı tarafındaki köşede böyle bir arbede hali olduğunu, "tak tak tak" diye birkaç el daha 00:18:00silah atıldığını-- Bunlar normal, küçük, 7.65 çapında silah sesiydi. Bir şey olmadı aslında. Bir kıssa sessizlik olduğunu ve bir esneme olduğunu hatırlıyorum. Fakat şöyle bir meydandan bahsediyoruz, sımsıkı yani. Yani herkes sırt sırta ve göğüs göğse. Meydan o kadar kalabalık ki. Bir ucundan bir ucuna böyle bir şeyden bahsediyoruz. O dolu meydana biz girdik yani 50 binden fazla bir kitleyle. Başka bize yakın gruplar da var tabii. Biz tek kalabalık grup değiliz. Daha bir kalabalık oldu ve şimdi bir basınç daha var, etrafta bariyer oluşturan işte gömlekli, DİSK gömlekli işçiler var. Onlar daha fazla giriş olmamasına çalışırken bir yandan da kürsüden artık miting toparlanmaya çalışılıyor ve DİSK başkanı konuşma yapıyordu. Daha sonra ÖDP'de de birlikte de mücadele ettiğimiz bir arkadaş kürsüden anonslar yapıyordu. Ama genel olarak yani meydandaki insanlar artık mitingin sonuna geldiğimiz duygusundaydı. Ortalığı karıştıran şu oldu, seri halde oradan değil yani orası yakın çünkü ben orayı hem görüyorum hem duyuyorum. Oradaki silah seslerinden sonra iki yöne doğru esneme oldu orada. Yani o iki grup birbirinin içine karışmadı, kendisini geriye doğru çekti. Fakat başka yerlerde yani meydanın başka ve yüksek yerlerinde gelen silah sesleri ama bunlar normal silahlar değil bizim o güne kadar duyduğumuz silahlar değil. Seri halde ateş edilen silahlarla meydanın tarandığını önce duydum sonra bunu hemen o Taksim Anıtı'nın etrafındaki o şeyde bitkiler vardı orada şimdikinden daha yüksek olmak üzere, çöktüğümüzü ve "çökün" dediğimizi arkadaşlarımıza, durağın üstündeki arkadaşımızın hemen uyarıp atladığını ve yere çökmemizi söylediğini ve oradaki bazı ağaçlar "tıkır tıkır tıkır" böyle yapraklarının üstümüze döküldüğünü hissettim ve ateş edildiğini düşündüm tabii. Hemen yönümü oraya doğru çevirdim. O sırada bir o Sular İdaresi tarafından çünkü o taraftan ses geldi. O dönemde daha onun üstündeki insanları biz görmüyoruz. Onu miting 00:21:00dağılırken gördüğümü hatırlıyorum. Bize doğru yani Kültür Sarayı önüne doğru o dönem Taksim'deki, bir kitle hareketinin geldiğini, bizim DEV-GENÇ'liler olarak mümkün olduğu kadar onları tutmaya çalıştığımızı çünkü bir yandan uyarıyor bizi arkadaşlar: "Arkadaşlar hareket etmeyin, yerinizde durun." Bu arada devam ediyor atış yani anlık bir şey değil. Tak tak tak ateş edilirken şöyle bir şey de devreye girdi yani benim o anki tahminimle Alman Hastanesi tarafından ve İstiklal Caddesi tarafından yani meydandan değil, meydanın bir arkasındaki bir yerlerden "baam baaam" diye ses bombası sesleri. Yani şöyle, daha önce duydum ses bombası dolayısıyla çok yoğun bir ses peş peşe atılıyor böyle, "baam baam" diye ses bombaları. Meydan da değil bunlar. Bu daha da o tedirginliği arttırdı. Ve İstiklal Caddesi Sular İdaresi Tarlabaşı tarafından oradaki grup oradan geriye doğru dağılırken-- Biz onlarla hiç yan yana ya da yüz yüze gelemedik ama oradan seri bir ateş bizim üzerimize olmadı. Buradan bir an yere düştüğümü daha doğrusu yere düşmüş bir kadını, bizden yaşlı bir kadını kaldırmaya çalışırken yani öyle korkunç bir şey ki. Büyük bir güç yani önünde durmak mümkün değil. Yani 10 bin tane insan üzerine geliyor. Yine de o anıtın etrafındaki, şimdi hala var, etrafını çevreleyen bir peyzaj var. Orada direndiğimizi hatırlıyorum. Direndik yani elimizden geldiği kadar. Fakat insanların böyle, yere bir an düştüm üzerimden insanlar geçti. Tutmaya çalıştım. Mümkün değil. İnsanları meydanın solundan sağına doğru ve Şişli yönüne doğru yani orası daha geniş çünkü. Bir de o zamanki yani bütün bu caddeler falan daha sıkışık. Hareket ettirdiğimizi. Bu sırada bir grup arkadaşımızın, InterContinental Oteli'ne doğru dönüp birkaçının oraya ateş ettiğini, güvenlikle ilgili olan bazı arkadaşların, bizim gruptan veya diğer gruptan ateş etti dediğimiz çakaralmaz, işte dediğim bizim okulda öğrenci kredilerini birleştirerek almaya çalıştığımız 7.65 küçücük silahlardan bahsediyoruz. Yani Taksim'den ateş etsek Kültür Sarayı'na gitmez onların zaten hiçbirisinin mermisi. Çünkü oradan bizim, bize dönük yani direkt insanların üstüne belki olmasa bile çünkü biliyorsunuz ölümlerin çoğu kurşun yarasıyla olmadı. Kurşun yarasıyla da ölenler var ama çoğunluğu öyle olmadı. Ateş edildiğini bu arada 00:24:00oradaki bir kısmı, birdenbire bir boşluk açıldığını yani İstiklal Caddesi tarafından, otel, InterContinental Oteli'nin önünden-- Resmi polisleri de gördüm bu arada. Böyle çaresiz bir şekilde yani olayla çok ilgili değil. Etrafımızda bizim güvenlik alan, resmi polisler var. Şeyi de görmüştük meydana doğru yürürken yaptığımız hani şey bir kortej yürürken böyle sağa sola da öncüler yollanır. O dönem cep telefonu da olmadığı için 100 metre ileride ne oluyor, 200 metre ileride ne oluyor, 1 km ileride ne oluyor diye bakıp gelinir. Askeri birlikler de zaten en baştan itibaren daha geri planda vardı. Yani işte parkın oralarda, Gümüşsuyu'nun oralarda bir yerler. Onlar yüz yüze değildi bu kitleyle. Bu kitleyle yüz yüze olan polisler vardı. Sivilleri bilmiyorum ama tabii ki çoktu. Resmi polisler vardı. Kültür Sarayı tarafında da vardı, Beyoğlu tarafında da vardı. Onların da panik içerisinde kaçıştığını hatırlıyorum ve o arada şeyde bir yığılma, otelin orada bir eczane vardı ve oradaki yokuş, Kazancı Yokuşu vardı. Ben o tarafa doğru gitmedim. Oraya doğru bizim militan arkadaşlarımızın "insanlar eziliyor" diye, DEV-GENÇ yöneticilerinin oraya gittiğini, o tarafa doğru gittiğini çünkü bizim bulunduğumuz yerlerde, yerdeki ezilenler yani zaten anıtın etrafında da sonraki resimlerde var, tamamen yere yatmış yani biz kaçmasınlar diye insanlar uğraştık. O bizim bulunduğumuz grubun anıtın etrafına böyle hamsi yığını gibi yattığını, başlarını korumaya çalıştıklarını çünkü insanların böyle hemen başlarının üzerinden sanki kurşunlar geçiyormuş gibi o yaprakların döküldüğünü demek ki yani herkes bunu hissetti. Orada olduğunu insanların bir kısmının-- Ama bu söylediğim 1 dakika değil, 2 dakika değil, 3 dakika belki 5 dakika en az sürmüştür. Yani silah sesleri kesildi, tak tak tak diye arkalardan, meydanda değil. Arkalarda silah sesleri devam etti. O dönemde, o zaman hemen şeyi düşündüğümü hatırlıyorum hani meydandan dağılan insanlar bir yerlerde demek ki polis çıktı bir şey oldu çatışıyorlar. Fakat o boşluktan, İstiklal Caddesi tarafından bu sefer arabaların ve panzerlerin, öncelikle panzerlerin-- panzer, hemen bir parantez açalım, o dönemdeki 75-80 mücadele sürecinde kitle, kitleyi dağıtmak ve terör estirmek için diyelim aslında işin açıkçası kullanılan koçbaşı bir araç. Şimdi devletimiz artık 00:27:00çok gelişti ve zenginleşti 50 çeşit böyle araç var. O zaman onlar var. Muhtemelen yurt dışından geliyor. Onlar dev tekerlekleri olan, her yere tırmanabilen, hatta merdivenleri tırmanabilen bir araçtı. Biz Maçka Maden Fakültesi'nde işgal yapmıştık. Bir işgalde kapılar tabii kapalı. İşte şeylerle görüşmeler oluyor, emniyetle. Onlar bize "dağılın" diye ültimatom veriyor biz de onlara, "etrafı boşaltın" diyoruz o dönem kendimize güvenle. Neyse. Sonra saldırdılar işgale. Saldırdıkları zaman panzer cadde üzerinde merdivenli, oldukça yüksek merdivenli ama bizim kullanmadığımız, okula yan kapıdan giriyorduk. Maçka Parkı'nın karşısındaki o merdiven içeri girdi, okulun içine girdi. Öyle bir alet. O panzerin girdiğini oradan hızlı bir şekilde, ben o sırada görmedim, o sırada ezilenler olmuş ve ölenlerden de o panzer tarafından ezilip ölenler var. Buraya bir parantez daha açalım. Biraz önce kulaklarını çınlattığım İTÜ-DER başkanı sonra İstanbul DEV-GENÇ yöneticisi daha sonra ayrılınca, siyasi ayrılık olunca bizim İstanbul'da sonra kurduğumuz Marmara DEV-GENÇ'in başkanı Timur Semerci'nin kardeşi değerli yönetmen Levent Semerci'nin, Ayhan Hanım diye bir filmi var. Geçtiğimiz yıllarda yaptı. O Ayhan Hanım filmi, o aileyi anlatırken ya o dönemde aileler şöyleydi, örneğin Timur'un ailesinde 4 erkek vardı. Bunlardan bir tanesi küçüktü o dönem, Levent. Diğer ailenin bütün erkekleri DEV-GENÇ'liydi. DEV-GENÇ. Adet öyleydi yani. Bir ailede sadece 1 kişi olmaz, ailenin bütün çocukları, 1 tanesi siyasi olduysa öbürleri de siyasi olurdu. O filmde bu sahneler, sinema diliyle çok etkileyici bir şekilde anlatılıyor. 1 Mayıs ve Taksim'de yaşananlar. Bizim Kartal'dan birkaç arkadaşla, demek ki hala dağılmadığımıza göre yani öyle çok yoğun bir panik duygusu içerisinde değiliz ama yaşananları görüyoruz. Çünkü şeye doğru, Gezi Parkı'na doğru geri geldik arkamıza baka baka. O anda anonsta ediliyor oradan sürekli. İşte "sakin olun, bu tarafa gelin, yerden kaldın" vesaire diye güvenlik güçlerine anons ediliyor. Anonsları Sıtkı Coşkun yapıyordu. Şimdi hatırladım adını, demin hatırlayamadım. Sonraki yıllarda birlikte mücadele ettik.
Kürsünün bulunduğu yere doğru, kürsü hala orada. Bir yandan bütün 00:30:00bunlar yaşanırken kürsü hiç boş değildi. Kürsüden yani bitiş konuşması yarım kalmış oldu. Başkan yok. DİSK başkanı yok ama başka görevliler sürekli oradan anons ediyor ve polise çağrılarda bulunuyorlar "şunu yapın, bunu yapın, ateş etmeyin" yani "ateş etmeyin" çağrıları yapılıyor sürekli. Ondan sonra şeye doğru, Gezi Parkı merdivenlerine doğru geldik. Mete de yanımda. Yani kürsünün hemen yanına doğru geldiğimizi, biraz yukarıdan demek ki bir 5 dakika içerisinde hala arka taraflardaki o bomba sesleri ve silah sesleri devam ederken; meydandaki susmuşken merdivenlere doğru çıktığımızda oradaki, meydandaki allak bullak durumu gördüğümü, anıtın etrafında bir öbeğin Kültür Saray'ın o tarafında bir öbeğin şeyin, otelin yanındaki o yokuşun başında bir öbeğin olduğunu gördüm. Yani orada, meydanda gördüğümüz kadarıyla yani belki 1-2 insanın vurulmuş olabileceği, yani öyle bir şey gibi geldi bize o anda. Biz oradan, şeyin birkaç arkadaş yani yavaş yavaş meydan boşalıyordu ve boşalan yerlere şey girmeye başladı, panzer, asker ve polis girmeye başladı. Askerler tüfek çatmış olarak girmeye başladı. Biz ise doğal olarak yavaş yavaş meydanı boşaltmaya başladık. Bir yandan da anons ediliyor, "boşaltalım meydanı" diye. Ve oradan şeye doğru, yine kalabalık yani o kadar kalabalık bir kitle ki. Kalabalık bir kitle ama dağınık bir şekilde Şişli tarafına doğru o caddeden yürüdüğümüzü, sonra bir yerde, bir durum teatisi yaptığımızı herhangi bir şey, haberleşme olanağı yok. Kadıköy'de o zaman bir derneğimiz var. Kadıköy'deki derneğe gitmek üzere yönlendiğimizi, Kadıköy Kültür Dayanışma Derneği galiba. KKDD. Ne oluyor ne bitiyor. Belki Şişli'de bir yere de uğradık. Tam şu anda hatırlamıyorum. Çünkü her mahallede bir derneğimiz var aslında. Ama yani dağıldığımızı sonuç olarak. Tam olarak ne olduğunu anlamadan dağıldığımızı. Aynı sırada-- Ben o sırada oraya gitmedim. Ama o sırada bizim arkadaşlarımızdan bazılar DEV-GENÇ yöneticileri de bunun içerisinde. Başka tabii insanlar da. Çünkü meydanın kritik bir bölgesindeyiz biz. Kazancı Yokuşu tarafına gidip oradaki insanları kurtarmaya çalıştıklarını tabii öğrendik hemen o günün akşamı. Hatta orada insanlar doğru düzgün gözükmüyor, ne oldukları belli değil, benim ayaklarım da büyüktür çok. 48 numara. Oradaki işte başlarını gözükmeyen sadece ayakları gözüken insanlardan 00:33:00bir tanesinin ayakkabılarını benim ayakkabılara benzettikleri için arkadaşlarım o zaman beni de aramışlardı, "Ay Bülent, acaba o Bülent miydi" diye. Yani herkes o resimleri gördükten sonra öyle aramıştı. Şeyin, Kadıköy'de dernekte konuşurken durumun boyutunu üç aşağı beş yukarı anladığımızı fakat yine de şöyle bir şey de hissediyorum--ya biz o zamana gelene kadar yani 77 1 Mayıs'ına gelene kadar o kadar aslında kanlı bir süreçten geçirmişler ki bizi yani bize bu ülkedeki en büyük katliamlardan birisi duygusunun oluştuğunu hatırlamıyorum. Yani şöyle, zaten normalde de olan çatışmalı günlerimizden birisi sanki olmuş ama bu bilemediğimiz daha geniş bir boyutta olmuş. Böyle düşündük. İkincisi; hemen orada konuşurken şöyle düşündüğümüzü de hatırlıyorum; bu Tarlabaşı'ndan gelen grupla Taksim'deki DİSK'liler arasında olan bir çatışma değil. Çünkü öyle yaşamadık, görmedik biz onu. Biz kürsüdeyken, ha onu unuttum. Kürsüye geldiğimizde şeyleri o zaman gördüm. O Tarlabaşı'nı, Sular İdaresini nitekim o dergilerde yer aldı, Devrimci Yol'un da 2.sayısında yer aldı o fotoğraf kocaman. İşte birtakım otomatik tüfekli falan adamlar oradan bakıyorlar yani ben onları ateş ederken görmedim ama hemen olayı, olay sırasında da olaydan sonra da oradaydılar. Şeydeki otelde, otelde herhangi bir, otelde herhangi bir hareket yoktu. Otelin zaten çoğu odası boşal yani bize bakan odalarında, odalarının çoğusu boşalmış, boş gibiydi. Oradan biz o günü ölüm haberlerini öğrenerek ve olayın boyutunu öğrenerek o günü bitirdik. Pankartımıza sahip çıkmaya-- Yani bir yandan öyle şeylerle uğraşıyoruz, alan biraz boşalmış, ya gidelim pankartımızı geri alalım, arkadaşlarla haberleşelim çünkü artık bir iç savaş sürecinin içindeyiz ve bu da iç savaş sürecinin sayfalarından birisi oldu. Sonraki hemen o günden başlayarak, hemen sonrasından bir şunu hatırlıyorum; 1 Mayıs'a ilişkin işte zaten birtakım gazetelerin ajitasyon ve propagandası o yöndeydi, birtakım sol gruplar da buna çanak tuttular ve işte Maocular saldırdı, 1 Mayıs kana bulandı. Biz bu fikirde olmadık, o gözle de hiç bakmadık zaten, olayı da o gözle yaşamadık. Hemen sonra şeyi de hatırlıyorum bir yerlerde sol grupların bulunduğu, o Tarlabaşı'ndan gelen grupların da 00:36:00temsilcilerinin bulunduğu kitlesel yani kitleye açık 1 Mayıs toplantıları oldu. 1 Mayıs'ın üstüne. O toplantılarda, o tarafta bulunan gruplarında temsilcilerinin konuşmalar yaptığını birtakım dialar gösterdiklerini kendilerinin bu olayın dışında olduğunu, bunun tartışıldığını ama eleştirdiğimi işte o dönem böyle bir elektriğin yani bu yol açmasının yanlış olduğunu falan. Ama şunu da tabii söylemek mümkün nasıl olurdu da başka bir şey olurdu onu da bilemiyorum. Yani o dönemdeki siyasi ortamın bir ifadesiydi. Sonra hemen ertesi günden başlayarak okullardaki, mahallelerdeki mücadeleler devam etti. 1 Mayıs 77'nin biliyorsunuz hala tam olarak hikayesi yazılmadı. Bianet bir çalışma yaptı daha yeni. 1 Mayıs'ta ölenlerin isimleri, hayat hikayeleri yeni yeni daha ortaya çıktı. 30'un üzerinde insan o gün orada öldü. Ezilenler oldu işte hemen hemen çeşitli çevrelerden insanlar var onların içerisinde. Bizim ben şöyle hatırlıyorum o bizim kitlenin yani bizim yakından tanıdığımız diyelim, bizim militan arkadaşlarımızdan o gün orada ölen olmadı. Bu ya bu o dönemdeki toplumsal olayların çoğunda da şöyle bir şey oluyordu zaten. Örneğin devrimciler iyi kötü bir hazırlık ve eğitim süreci de yaşıyorlardı kendi içerisinde. Yani bir şey olunca nasıl davranılacağını, nereye gidileceğini, nasıl kaçılacağını biliyorlardı. Dolayısıyla faşistler nitekim o dönem boyunca evet, hedef alıp vurdukları, kaçırdıkları, işkence yaptıkları devrimciler, öldürdükleri bizim de bir sürü sayısız arkadaşımız, sayısız arkadaşımız, yüzlerce arkadaşımız oldu. Ama o dönem boyunca ki, o dönem boyunca çok sayıda yani sempatizan düzeyinde ya da herhangi bir siyasi örgütlenmeyle ilgisi olmayan insanlar hedef seçildi ve onlar öldürüldü daha kolay olduğu için. Yani onlara pusu kurmak daha kolay olduğu için. Onların kendisini savunamayacağı düşündüğü için. Nitekim bu arada Taksim'deki 1 Mayıs'ta da evet, orada örgütlü gruplar var ama onlardan çok daha fazla sayıda insanlar var evinden çıkıp gelmiş. Oradan ölen simitçi de var, öğretmenler var birkaç tane. Ondan sonra çeşitli kamu görevlilerinden insanlar var. Hiç oraya kimlerle geldiği bilinmeyen çok sayıda insan var. Maalesef. Ve şöyle olur hep bu tür kitle gösterilerinde ve panikte duranlar değil, kaçanlar daha fazla hasar görür biliyorsunuz. Orada da canını kurtarmaya çalışanlar orada-- Zaten orası 00:39:00 çok dar bir sokaktı. Maalesef çok sayıda insan orada öldü. Bugünü ben öyle yaşadım.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview109406.xml#segment2352
Partial Transcript: İTÜ'lüyüz biz ve dolayısıyla en geniş devrimci potansiyele sahip okuluz. Yani şöyle örnek olarak hani sen de üniversite öğrenciliği yaptığın için söyleyeyim. İTÜ-DER bünyesinde şeyin, eğitim çalışmaları olurken hani normal forumlar vesaireler binlerce kişilik oluyor ama onların dışında daha ileri düzeyde eğitim olurken, daha programlı hani sanki bir şey varmış gibi. Bir parti, örgüt bir şey varmış gibi. Çünkü öyle bir, öyle bir yapıda bir hareket değiliz biz. Biz bir toplumsal muhalefet hareketiyiz. Başı sonu aşağı yukarı yani tam belli olmayan. "Ben de varım" dersen ertesi gün katıldığın. "Ben vazgeçtim" dersen ertesi gün ayrıldığın bir şeyden bahsediyoruz. 250 kişi olurdu o eğitim çalışmaları. Bunlar artık bir mahallede falan sorumluluk üstlenecek düzeyde militan, tırnak içerisinde, dediğimiz insanlar. Şimdi dolayısıyla bu önemli bir güç ve İstanbul'da çok sayıda o dönemde faşist işgal altında veya faşist işgal girişimi olan okullar da var. Ve biz şöyle bir dayanışma içerisindeyiz doğal olarak. Örneğin İTÜ'de, bizim okulda herhangi bir sıkıntı çıktığında bize yürüme mesafesinde değil ama hani bir solukta yetişebilecek olan Galatasaray Mühendislik, Çağlayan girişindeki okuldan militan arkadaşlar geliyor bize yardım etmeye veya İTÜ'nün diğer binalarından. Böyle bir şey de var yani şöyle bir tür mobilize oluyoruz. Yani her teşkilat kendi içerisinde. Ben o gün bir tarihi tesadüf olarak İstanbul Üniversitesi'nde o dönemde onlar sıkıntılı bir dönemde. Faşist işgal söz konusu. Hukukta, edebiyatta yoğun bir mücadele var. O faşist işgal kırılmak üzere devrimciler tarafından. Toplu olarak okula gidiliyor, toplu olarak okuldan çıkılıyor. Ama bu işte zaman zaman topluca gruplar halinde yapılıyor. Ben de o gün onların, o edebiyat fakültesinin, edebiyat fakültesi hemen cadde üzerinde merkez binanın yanındadır. Okula gidişine yardımcı olmak üzere yani DEV-GENÇ görevlisi olarak o arkadaşları yurttan okula götüren kişilerden birisi olarak görevliydim. Dolayısıyla sabah okula gelmedim şeye gittim İstanbul Üniversitesi'ne. Hemen Beyazıt'ın arkasında Denizli Yurdu var o dönemde. Yani DEV-GENÇ'lilerin egemenliğinde olan, onların yönettiği ve kaldığı 00:42:00bir yurt. İşte aynı cadde üzerinde, Sultanahmet'te Balıkesir Yurdu var. Aşağıda Kumkapı'da Kadırga Yurdu var. Bunların üçünün oluşturduğu üçgen bir tür güvenlik alanı hani dedim ya daha önce bir iç savaş ortamındayız. Dolayısıyla şu cadde faşistlerin caddesi, oraya giremezsin elini kolunu sallayarak ama şu meydanda devrimcilerin denetlediği bir meydan oraya da eğer ülkücüysen destursuz giremezsin. Böyle bir şeyden bahsediyoruz ve bu sokakların, caddelerin arasındaki hat ya bir tane bina sırası olabilir ya bir tane otobüs sırası olabilir. İç içe ve yüz yüze. Yani o üniversitenin kapısına bakan, Beyazıt Meydanı'nda hemen Küllük Kahvesi ve yanındaki birkaç mekana kendine üs yapmış ta 12 Mart'tan, yani Denizlerin zamanından beri üs yapmış olan faşistler orayı karakol gibi kullanıyorlar. Ama biz de okula gidip gelirken hemen bir arka sokakta da Maliye Muhasebe Okulu var. Yüksekokulu. Denizli Yurdu. Onlar da bir arka caddeye geçemiyorlar yalnız. Yani mesela aşağı Kadırga'ya zaten inemiyorlar. Çünkü aşağıda Kadırga Yurdu var. Kadırga Yurdu'yla cadde arasında biz elimizi kolumuza sallayarak gidebiliyoruz ama bunu yapabilmenin bir tedbiri var tabii. Bütün oralarda uygun olarak bir güvenlik önlemi alıyoruz bir şekilde. Yurtlarımızla, devriyelerimizle vesaire. Öyle bir dönemi yaşıyoruz. Denizli Yurdu'ndan çıkıp, arkadaşları sabah bir grup yani 50 kadar arkadaşı, çoğunluğu bizim arkadaşlar olmak üzere arkadan, caddeye çıkamıyoruz ya arka yoldan Aksaray'a doğru geldik. Ondan sonra Laleli'nin orada, orada eski bir tarihi han vardır, Süpürgeciler Çarşı'sının oradan, arka sokaktan caddeye çıktık. Olağanüstü bir sakinlik olduğunu hissediyorum. Beyazıt'ın her zamanki halinden polis açısından ve faşistler açısından bir sakinlik olduğunu. Yani normalde olması gereken polis ekiplerinin olmadığını, görünürde hiç polis ve faşist olmadığını. Yani böyle bir tedirginlikle. Çünkü dört bir yanı gözetmeye çalışıyoruz o insanları götürebilmek için. Götürüp karşıya geçtik. Karşıdan da belli bir güvenlik mesafesinde yani okulun kapısında bekleyen polislere yanaşmadan, arkadaşlarımızın sağ salim okula girdiğini gördük. Sonra aynı şekilde, öğleyin tekrar oraya gidip yani önce biz çevre güvenliğini sağlayıp bir grup arkadaş aldık, okula getirdik. Böyle bir sabahçı-öğlenci değişimi gibi. Sonra yurtta idik. Yurtta bekliyorduk. Akşamüzeri yurttaydım ben yani. Yurtta işte o yurt bir çıkmaz sokak gibidir, kesişen bir yerde. Dolayısıyla yurt, Beyazıt'tan 00:45:00aşağı doğru inen ana caddeye bakan bir sokağın köşesinde. Bekliyorduk ve akşamüzeriydi. Arkadaşların çıkışına yakındı yani bizim o götürdüğümüz kitlenin, yani saatlerimiz de var belli bir saatte gidip alacağız artık. Ama bu arada farklı okullardan demek farklı çıkışlar da olacak çünkü mesela merkez binanın da bir girişi var bir çıkışı var. Onlar, Eczacılık Fakültesi'nin orada onların üzerine bombayı attılar biliyorsunuz. Müthiş bir patlama sesi duyuldu yurdun girişinde idim ben de başka arkadaşlarla. Çok büyük bir patlama sesi duyuldu. Yani şöyle Beyazıt'ı sallayan bir patlama sesi duyuldu. "Bomba" dedi arkadaşlarımızdan biri çünkü her an beklenen bir şey, her gün çatışma oluyor Beyazıt'ta. Hemen yurttan dışarı çıktığımızı, caddeye doğru bir 20-30 kişi hemen çıktığımızı ve çıkar çıkmaz o Beyazıt Meydanı işte bir ilerde o. Binaların arkası Beyazıt Meydanı. Beyazıt Meydanı'ndan çok sayıda kuşun havalandığını bir hatırlıyorum. İki, sarımsı bir dumanın, beyaz sarımsı bir dumanın yükseldiğini hatırlıyorum. Ne olduğunu bilmiyoruz tabii. Hiçbir fikrimiz yok. Hemen biz caddeye doğru, ana caddeye doğru koşmaya çalışırken Beyazıt Meydanı'ndan aşağıya doğru konudan haberli veya belki habersiz bir grup faşistin aşağı doğru koştuğunu, polislerle karışık bir şekilde, aralarında resmi kıyafetli polisler de olmak üzere bir grubun yani oradaki meydandan doğru, aşağıya doğru kaçtığını gördüm. Ve biz gayriihtiyari bizim için refleks olmuş halde, "Kahrolsun faşizm ve Beyazıt faşistlere mezar olacak" sloganları atarak bir yandan koşarken önümüzü kesti polisler. Ve biz geri yurda doğru geldik. Hemen işte haberleşmelerde olayın nasıl olduğu meydana çıktı. Hemen telefonlaşmalar, kanlar, arkadaşların gideceği hastaneler ama olay şöyle bir şeye bağlandı benim tanıklığım açısından. Hemen yurtta, o dönemki DEV-GENÇ komiteleri ve diğer siyasetlerle konuşuldu, karar verildi, bizim öncülüğümüzde okulun, okula gidilmesi ve okulun işgal edilmesine karar verildi. Biz hemen çeşitli malzemeleri de tedarik ederek yurtlardan çünkü okul işgal etmeye gidiyoruz çeşitli güvenlik araçları lazım. Birkaç kişi sırtımıza da çuvalları yükleyerek okulun arka kapısından, oraları 00:48:00bilen yani merkez binadan arkadaşların öncülüğünde yurttan çıktık ve okula gittik. Ve okulun içine girdik. Daha sonra hemen önce oraya yakın okullardan başlayarak, arkadaşlarımız yavaş yavaş geldi. Okulun ön kapısını kapadık, zincirledik. Okulun arka kapısını kapadık ve oradan tedbir aldık. O gün işte sonradan epey üzerine hikayesi yazıldı. O saatten, katliam sonrası birkaç saatten başlayarak bütün okullardan hemen gelen devrimcilerin katılımıyla, İstanbul Üniversitesi'nin kitlesinin bir kısmıyla yani zaten bir kısmı olay olduğu zaman okuldaydı. Okulda kaldılar. Binlerce kişiden oluşan yani 30-40 bin denilebilir. Bir öğrenci kitlesiyle biz o gece okulda kaldık. Bu arada ölen arkadaşların kimlikleri ortaya çıkmaya başladı, onların bir kısmının resimleri bulundu. Hemen pankartlar hazırlandı, ertesi gün kullanacağımız. O insanların oradaki süreç boyunca dikkatlerini hem yoğun tutmak hem onlara moral vermek için forumlar oldu. Bülent Uluer'in saatlerce konuştuğunu hatırlıyorum mesela bir forumda. Çok büyük bir kitleyle bir iki kere arka kapıya yakın bir ara görevliydim ben. Arka kapıya üst düzey güvenlik sorumlu, janda-- asker komutanların geldiğini, bizim temsilcilerle konuştular. Polis çünkü hemen mesafelendi. Polis görülmedi etrafta. Ertesi sabah da biliyorsunuz o büyük kitleyle ana kapı açıldı ve biz o kapıdan cenazelerimizle de beraber, pankartlarımızla, "Beyazıt faşistlere mezar olacak" sloganı, "Kahrolsun faşizm" sloganlarıyla gittik. 16 Mart. O gün yani o gün hemen biz onu öyle algılamamış olabiliriz ama o dönemdeki süreç, anti faşist mücadele ve iç savaş sürecinin bence kırılma noktası oldu. Hatta bizim o dönemdeki pratiğimiz açısından 1 Mayıs 77'den dahi daha etkili daha, daha kanlı bizim açımızdan, bize yönelik bir sürecin başlangıcı, bir işaret fişeği gibiydi. O günden sonra daha çok arkadaşımız daha kitlesel katliamlarda öldürülür oldu. Hedef alınarak, suikastlarla. Yani o bir dönüşümün işaretiydi. O, 16 Mart'tan itibaren, 1 Mayıs 77'den de başlayan bir süreçle kitleselliği sol hareketlerin biraz azaldı. Militan mücadele öne çıktı. Mahallelerdeki mücadeleler daha çok yükseldi. Ama 00:51:00Türkiye'nin 12 Eylül'e giden yolundaki en önemli dönemeçlerinden biri. Ben daha sonra, yıllar sonra biliyorsun bir davası oldu onun. 16 Mart davasını da takip ettim elimden geldiğince. Fakat biliyorsunuz o kesintiye uğradı sonuç itibariyle. Bakan geldi orada ifade verdi, "Yapmayın, etmeyin, kurcalamayın. Bu iş derin bir mesele, bunu yapamazsınız" diye. O 12 Mart, 16 Mart katliamında yaralanan, ölmeyen birtakım avukat arkadaşlar o davada arkadaşlık- avukatlık yaptı ve maalesef dava zamanaşımına uğradı, düştü. Bugün hala üzeri, defteri kapalı duran, karanlıkta kalan katliamlardan birisidir.