Bülent Aydın 1

Museum of Historical Justice and Memory

 

Transcript
Toggle Index/Transcript View Switch.
Index
Search this Index
X
00:00:00 - Çocukluk, Eğitim Hayatı, Diyarbakır'dan İstanbul'a geliş

Play segment

Partial Transcript: 11 Ocak 1958'de Elazığ'ın Keban ilçesinin Ağın nahiyesinde doğmuşum ben. Şimdi oralarda baraj gölü var, deniz geldi. O zaman öyle değil. Bir Anadolu kasabası. Ben 7 aylık doğmuşum. O yüzden ancak bu kadar olabildi boyum posum. 7 aylık doğmuşum ve doğduğum zaman o dönemin koşullarında 1958 ve o kır koşulları. O zaman anneme, "Ya bu çocuk yaşamaz dolayısıyla en iyi sen bununla uğraşma da siz bir çocuk daha yapın" demişler. Fakat Allah'tan ilk çocuk olduğum için, annem de dirayetli bir kadındı. Benim yakamı bırakmamış, beni özel birtakım tedbirlerle büyütmüş, sonra yıllar sonra Hopa'da, tesadüf, o doktoru gördüm ben. O benimle o zaman ilgilenen, oradaki nahiyedeki doktor, Hopa'da görevliydi. Beni görünce gözleri yaşardı adamın. Benim bu hale gelmiş olmamı sevinçle karşıladı. Babam astsubaydı. Ben onların ilk çocuğuyum. Annem ise bize bakmakla ve ev işleriyle uğraşırdı. Dolayısıyla babamın asker olması nedeniyle, Orhan Aydın, siz de tanıyorsunuz, babam oldukça ılımlı ve demokrat nitelikleri olan spor düşkünü, bizzat kendisi de futbol oynayan bir adamdı Orhan Aydın. Ve hep sonraki yıllarda da hep bizimle duygudaşlık kurdu. Ömrünün son zamanına kadar öyle geçirdi. Hep benim arkadaşlarım onun da arkadaşları oldu. Hemen şimdi araya adı geçince, aklıma şu geldi. Nitekim o anlatırken tarih çalışmasında 12 Eylül'le ilgili söyleşi yaparken şöyle bir cümlesi var, "Ya bunlar için gizli örgüt dediler. Yalan. Çünkü Bülent'in bütün arkadaşlarını ben tanıyorum. Gizli değillerdi çünkü bizim eve gelip toplantı yapıyorlardı" diye öyle, öyle düşünürdü hep. Ben, Ağın daha sonra Ordu'nun Aybastı ilçesinde daha sonra Siirt'in Şirvan ilçesinde ilkokul 1. sınıfa başladım. O dönemin tabii Siirt'in Şirvan'ı bir elin parmakları kadar evden neredeyse oluşan, yerlilerin oturduğu bir tepecik ve karşısında devlet görevlilerinin, resmi 00:03:00kişilerin oturduğu 7 tane lojmandan itibaren, ibaret küçücük bir yerdi. Daha sonra Manisa'nın Selendi ilçesinde ilkokula devam ettim. Manisa'nın Salihli ilçesinde ortaokulu okudum, liseye başladım. Bu, o 68'li yıllara denk geliyor. Yani ben Salihli'deyken, orta okul son sınıf öğrencisiyken bir matem günü gibi örneğin Denizlerin asıldığı günü hatırlıyorum. Çünkü öğretmenler okulda boykot yapmışlardı. Demek ki 68-70 yılları. Daha sonra Diyarbakır'da, Diyarbakır benim en sevdiğim şehirlerden birisi oldu sonraki yıllarda da, liseyi okudum ve Diyarbakır Lisesi'ni bitirdim. Bağlar Mahallesinde oturuyorduk o zaman. Şehrin nispeten dışında bir mahalleydi Bağlar Mahallesi. Ve ağırlıkla Kürt nüfusun ve Diyarbakır'a o dönemde de artık başlayan, yavaş yavaş başlayan şimdi tabii çok başka bir şekil aldı ama göç, şehre yeni gelenlerin de oturduğu bir mahalleydi. Diyarbakır Lisesi de Diyarbakır'da 2 lise vardı o dönem. Ziya Gökalp Lisesi daha kalburüstü bir okuldu ve daha eski. Diyarbakır Lisesi ise daha sonra yapılmıştı ve nispeten bir kenar mahalle okuluydu. Oldukça eğitim koşulları sıkıntılıydı. Örnek olsun diye şöyle söyleyeyim, ben iyi bir öğrenciydim. Daha önceki Salihli Lisesi daha nitelikli bir okuldu. Hemen bir parantez daha açayım. Salihli'de o yıllarda muhalefetin, sol mücadelenin güçlü olduğu yıllardan birisiydi. Nitekim daha sonraki yıllarda oradan gelmiş, Ankara'da, İstanbul'da üniversiteye gelmiş arkadaşlarımız oldu. Diyarbakır Lisesi'nde o kadar öğretmen açığı vardı ki birkaç derse ben öğretmen olarak, ders boş geçmesin diye bildiklerimi işte evde çalışıp arkadaşlarıma anlatmaya çalışırdım. Fakat bugünle o gün arasında demek ki Türkiye'deki koşullar açısından eğitim açısından olumsuz, epey şey olmuş çünkü o şekilde okuduğumuz ve bitirdiğimiz Diyarbakır Lisesi'nden ben İstanbul Teknik Üniversitesi Maçka Maden Fakültesine girdim. Ve hatırlıyorum, o dönemde bizim okuldan Ankara'daki, İstanbul'daki, İzmir'deki okullara o zaman üniversiteler yok taşrada, hemen hemen yok. Zannediyorum, belki de Diyarbakır'da üniversitenin yeni başladığı yıllar olacak. 1975 yılında İstanbul'da üniversite hayatına başladım. 00:06:00 Diyarbakır Lisesi'nden İTÜ'ye geldim. İlk yıl İstanbul'da dayımın yanında kaldım. Çağlayan'da kaldım. Daha sonraki yıllarda babam da emekli oldu, ailem de İstanbul'a geldi. Bakırköy'de oturduk uzun zaman. 1975-1980 döneminin üniversite öğrencisiyim ben. Bu dönem aynı zamanda Türkiye'deki toplum mücadelenin yeniden zirveye doğru yükseldiği, özellikle üniversiteler merkez olmak üzere anti faşist mücadelenin yoğun olduğu yıllar oldu. Ben o yılları İTÜ öğrencisi olarak geçirdim diyebilirim. Okulumuzda İTÜ-DER yani öğrenci derneğimiz vardı yine o dönemde bizlerin kurduğu. İTÜ-DER çalışmalarına aktif olarak katıldım. Sınıf temsilcisiydim. Daha sonra İstanbul, İstanbul Yükseköğrenim Derneği kuruldu. İYÖD. Ve daha sonra o kapandı, İstanbul Yükseköğrenim Kültür Derneği kuruldu. İYÖKD. O derneklerin aktivistleri arasındaydım. İstanbul DEV-GENÇ 1900-- Yani o yıllarda İstanbul'da devrimci öğrenci olmak nasıl bir şeydi deyince hemen iki şey aklıma geliyor. 1 Mayıs, 1 Mayıs 77'de Taksim'deydim ben. 16 Mart 1978'de Beyazıt Meydanı'ndaydım. Yani o iki örnek, o yılların nasıl yıllar olduğunu anlatmak için belki yeterlidir.

00:08:10 - 70'li Yılların Diyarbakır'ı

Play segment

Partial Transcript: Diyarbakır, 1973-74-75'te Diyarbakır'daydım ben. Öncelikle şunu söylemek isterim. Diyarbakır o dönemde gerçekten tırnak içerisinde Doğu'nun Paris'i diye adı geçen bir şehirdi. Daha sonra Diyarbakır'dan İstanbul'a geldiğim zaman İstanbul'da bile benzerini ve muadilini bulamayacağım kadar değerli şeylerin yaşandığı ve olduğu bir yerde Diyarbakır. Yani sinemalarından, pastanelerine, oradaki kültürel birikime kadar. Ve o yıllar yine Diyarbakır'da yoğun bir bilinçlenmenin yaşandığı yıllardı. Yani şöyle hatırlıyorum ben. Ben ilk sol siyasi dergileri Diyarbakır'da okumaya 00:09:00başladım. Mesela hemen aklıma gelen Yürüyüş diye bir dergi vardı. O dönem Türkiye İşçi Partisi tarafından çıkarılan. Kapakları ilgimi çekmişti benim, çok güzeldi kapakları. Yine o yıllarda benim arkadaşlarım yani benim Diyarbakır'daki lise arkadaşlarımın bir kısmı bize göre yani Kürt arkadaşlarım bunlar. Ve onlar bize göre daha, daha bilinç düzeyi yüksek insanlardı. Kitap okuyan. Mesela yine bir örnek söyleyeyim. Bir yaş günümde arkadaşım bana Ahmet Arif'in Hasretinden Prangalar Eskittim kitabı çıkmıştı. O kitabı imzalayıp bana vermişti. Ben o kitabı saklıyorum hala çünkü arkadaşım öldü takip eden yıllarda. Daha doğrusu şöyle söyleyeyim, o yıllarda, geçen gün albümde elimde kalan birkaç fotoğrafa da baktım, o yıllarda Diyarbakır Lisesi'nde birlikte okuduğum çoğusu ilerici daha sonraki yani o dönemde devrimci, kendisine devrimci demeye başlamış inşalardı bunlar. Ben henüz öyle değilken. Ve o insanların maalesef çoğusu, büyük bir çoğunluğu, sonraki yıllardaki çatışmalarda öldüler. Diyarbakır'da o yüzden bir arkadaşım kalmadı. Bana Hasretinden Prangalar Eskittim kitabını hediye eden arkadaşımda Hazrolu'ydu ve sonraki yıllarda bir siyasi bir çatışmada değil ama bir aşiret çatışmasında babasıyla, amcasıyla beraber onları aile olarak ortadan kaldırdılar. Halbuki aynı yıl birlikte ben İstanbul'a geldiğim zaman o da Ankara'da İktisadi Ticari İlimler Akademisi kazanmıştı ve oldukça yetkin bir çocuktu. Şunu hatırlıyorum, Diyarbakır Lisesi'nde sınıflarda Ahmet Arif'in şiirlerini ezbere okuyan yani o kitaptaki şiirler insanlar arasında dolaşırdı, o şiirleri ezbere okuyan epeyce arkadaşım vardı benim. Öyle bir bilinçlenme dönemiydi Diyarbakır. Özellikle Kürtler açısından. Diyarbakır o zaman şimdiki gibi değil yani Diyarbakır'da Diyarbakırlı olmayan veya çevre illerde olmayan daha sonraki yıllardaki gibi çok büyük bir göç hareketi henüz yaşanmamış. Şehrin merkezi Suriçi aslında ağırlıklı olarak. Ama biz Sur dışında okuyorduk ve yaşıyorduk. Başka şehirlerden insanlar daha çok kamu görevlilerinin çocuklarıydı. Ve mesela şunu da hatırlıyorum gene o yıllardan unutamadığım şeylerden biri. O kamu görevlilerinin çocuklarına ilişkin bir, bir tutum söz 00:12:00konusuydu. Yani bunu şöyle de söylemek gerekir; gerek bayrak törenlerinde olsun gerek öğrencilere o dönemde disiplini sağlama açısından zorla yaptırılan, her konuda olsun, zorla saç kesme, operasyonlarda dahil olmak üzere hemen o Diyarbakır'ın liseli öğrencileri arasında bir dayanışma ve bir tutum alma olurdu. Ben demek ki o zaman onlara daha yakın hissediyordum kendimi. Çünkü şöyle, hep onlarla birlikte vakit geçirirdim. Onların toplantılarına katılırdım. Ve asla, örneğin, asker çocuklarının bindiği servise falan hiç binmezdim. Orada, Diyarbakır'da büyük bir orduevi vardı. Orduevine hiç gitmezdim. Demek ki şöyle söylenebilir, düşünsel bir kutuplaşma, bir tavır alma başlamıştı. Yine Diyarbakır deyince şunu hatırlıyorum, hemen hemen her işyerinin camekanında mutlaka bir Yılmaz Güney resmi vardı. Ve Yılmaz Güney filmlerini ilk tabii ben orada izledim. Her filmden sonra bir nümayiş olurdu kendi çapında. Yani o Diyarbakır bugünkü Diyarbakır değildi. Ama bir farklı yönleriyle yine ortaya çıkan, çok güzel filmler gelirdi. İyi kitapçılar vardı ve hemen bir parantez daha açayım. Orhan Aydın'ın, Orhan Aydın'ı takrirle burada anmak istiyorum. Biz, ben ve kardeşim. 1 erkek kardeşim var benden 3 yaş küçük, Levent. Daha sonra İstanbul'da Yıldız'da mimarlık okudu. Mimarlık yaptı. Hemen hemen o aynı döneme ama sen de biliyorsun. Sizin için de geçerli. O yıllarda da öyle birkaç yaş çok şey fark ediyordu. Yani aramızda 3 yaş fark, fark var ama ben tamamen ayrı bir gençlik ve öğrencilik yaşadım. Levent tamamen ayrı bir gençlik ve öğrencilik yaşadı. Şeyin, babam Orhan Aydın prensip olarak mutlaka Nobel Edebiyat Armağanı o kendince öyle bir ölçü koymuştu demek ki. Nobel Armağanı kazanmış kitaplar o dönem Altın Kitaplar Yayınevi'nden basılırdı. Şömizli, ciltler halinde. Mutlaka babam her kitabı alır, bize getirirdi. Daha öncesinde yani Şirvan'da, elektrik yoktu Şirvan'da ve Selendi'de de ilk zamanlar elektrik yoktu. Lamba ışığında ben, annem ve Levent toplanırdık. Babam bize her gece kitap okurdu. Ben çok kitap okuyan birisi oldum ilkokul yıllarından itibaren. Hemen 00:15:00 hemen bütün işte klasik kitapları, babamın sayesinde ve Diyarbakır'da benden daha büyük Diyarbakırlı bazı arkadaşların da sayesinde okumuştum. Yine bizim liseye yakın, Diyarbakır Öğretmen Lisesi vardı. Oldukça politik bir okuldu. Ve o dönemde daha biz lisedeyken, boykotların, işgallerin yaşandığı bir okuldu. Çok kitap okudum. Kardeşimle bu noktada da ayrıştık. 3 sene çok fark ediyor dedim ya biraz önce. Örneğin şöyle bir örnek söyleyeyim ben cezaevine girdim. 5 yıl sonra cezaevinden çıktığımda bizim evdeki kütüphanede kitapların hiçbirinin yeri değişmemişti. Hatta kütüphanede kitapların arasında sıkıştırdığım birtakım notları çıktığım zaman yine sağ salim olarak bulmuştum. Yani öyle, öyle de bir süreç yaşadık.

00:16:03 - İTÜ'ye Giriş ve Politikleşme Süreci

Play segment

Partial Transcript: Çok karakteristik bir yıldı benim üniversiteye başladığım yıl. Yani insanların bulunduğu yerden okullarına zaten sol eğilim olarak geldiği-- Ha, bu arada hemen şunu da söyleyeyim. Genellikle devrimciler, yani o dönemin bizim kuşaktaki devrimcilerin ailelerinde de ailelerinden onlara sirayet eden işte bir sosyal demokrat zemin, o dönemde sosyal demokrat diye bir laf ortada yoktu da. Bir CHP'lilik damarı, bir Kemalistlik damarı vardı ama mesela bizim evde babam oldukça prensipli bir askerdi. Dediğim gibi oldukça demokrat bir insandı hem mesleğiyle ilgili olarak hem de bizimle ilgili olarak. Fakat hiçbir zaman bize hiçbir siyasi görüşü empoze ettiğini hatırlamıyorum. Bize hiçbir konuda, evde, çocukluğumuzdan itibaren bir yönlendirme ve baskı yapıldığını hatırlamıyorum. Fakat babamın, annemin gayretiyle ve ittirmesiyle bir dönem, bir dönem yazın Levent'le birlikte zorlan kuran kursuna gittiğimizi hatırlıyorum. O, o dönemde neredeyse herkesin yaptığı vaka-i adiyeden aslında genç, çocuklar için bir eğlence vesilesiydi tabii. İşte kuran kursu vesilesiyle okul devam ediyormuş gibi oluyordu. Bir tek onu hatırlıyorum. Ama bizim evde ne siyasi konularda ne inanç konularında herhangi bir yönlendirme olmadı. Biz bir Laz ailesiyiz. Annem de, babam da Hopalı. Her ikisi de köken olarak Batum'dan, Osmanlı-Rus Savaşı yıllarında Hopa'ya gelmiş olan bir Laz ailesinin çocukları. Dolayısıyla 00:18:00kültürel olarak da öyle bir tarafımız vardı. Her yaz mutlaka Hopa'ya gider, köyde 1 ay geçirildi babam memur olduğu için. Yaz tatillerinde. Ve onun da bizi şöyle etkilediğini hatırlıyorum, Diyarbakır'da Kürtçe öğrenmeye başlarken yani arkadaşlarımızla birtakım basit kelimele çünkü herkes Kürtçe konuşurdu okulda. Resmi olanın dışında yani sınıftaki muhabbetin dışında herkes Kürtçe konuşurdu. Biz de hem Şirvan'dan hem Diyarbakır'dan Kürtçe öğrenmeye başlamıştık. Ama köye gittiğimiz zaman herkes Lazca konuşurdu ve şöyle bir kuşak olduk biz, benim annem ve babam çok iyi Lazca konuşurdu ama kamusal alanda Lazca konuşmazlardı. Kendi aralarında Lazca konuşurlardı. Fakat köyde babaannem, anneannem de dahil olmak üzere Türkçe bilmezdi insanlar. Hep Lazca konuşurlardı. Daha ve şeye rağmen işte "Lazca konuşmayın, Türkçe konuşun" baskılanmasına rağmen tam bir Laz köyüydü orası. Şimdi bütün bu hikayeyle birlikte Diyar--İstanbul'a geldiğimde yani Diyarbakır'dan İstanbul'a geldiğimde üniversitenin ilk gününden itibaren şunu hatırlıyorum. Amfinin, İstanbul Teknik Üniversitesi Maçka Maden Fakültesi İstanbul'un aslında en güzel okullarından birisiydi. Yine 12 Mart'tan itibaren bağlantıları süren, en politik okullarından birisi olarak o süreci yaşamış büyük bir, İstanbul'daki en büyük forum salonlarından biri Mustafa Kemal Amfisiydi onun adı. Biz onu daha sonra Mahir Çayan amfisi yapmıştık ama o dönem öyleydi. Oradaydı. Çok büyük forumlar orada daha önceki yıllarda gerçekleştirilmiş, bizim tam okula girdiğimiz yılda 12 Mart'tan gelen yani 74 Affı'ndan çıkmış birkaç tane öğrenci olduğunu hatırlıyorum ben. Ve bunların THKP-C ve THKO kökenli o dönem için, daha sonra Halkın Kurtuluşu, Halkın Yolu, Halkın Birliği gibi siyasetleri oluşturan hareketlerden insanlar vardı. Ve bizden 1 yıl önce, yani 1974 yılında üniversitelerde bir anti faşist mücadele başlamıştı. Biz okula girdiğimiz ilk günden itibaren aslında böyle bir ortamla karşılaştık. Şöyle, 1975 yılında önce kavga, dövüş şeklinde başlayan fakat hızla silahlı çatışmaları da içeren, bir şekilde yükselen bir pratik oldu. 00:21:00İTÜ bu pratiğin İstanbul'daki merkezlerinden birisiydi. Maçka Maden Fakültesi de bu konuda oldukça yoğun bir pratiğin yaşandığı okul oldu. İTÜ'de ve bizim, bizim sınıfımızda ilk girdiğimiz yıl şunu hatırlıyorum. Ülkücü öğrenciler vardı kendilerine de "Ülkücü" diyen. Devrimci öğrenciler vardı. Biz hemen ilk günlerden itibaren zaten o arkadaşlarla birlikte olmaya başladık. Onlar 74 girişli. 73 girişli arkadaşlardı. Ve onların nispeten 12 Mart'taki devrimci hareketle de bir ilişkileri vardı. Yani öyle bir mesela bizim dönemde bir ara kuşak vardır. Örneğin hani cenazesinde Ertuğrul Kürkçü söylemişti. Örneğin Bülent Uluer gibi mesela. Bizden biraz daha büyük olan kuşaktan insanlar aslında o aradaki bağlantı kayışı gibi olan insanlar oldu. Bizim Maçka Maden Fakültesi ilk yıl yani 75 yılı ufak tefek kavgalarla ama ülkücülerin hemen kendi arasında gruplaştığı ve okula polis zoruyla gelmeye başladığı bizim ise genel olarak aslında okulun sahibi gibi kendimizi hissettiğimiz, daha ilk yıldan itibaren, yoğun bir demokratik üniversite mücadelesinin verildiği işte ders notları, teksirler, Anadolu'dan gelen insanların yurt sorunları gibi ve gerçekten de oldukça yetkin bir mücadelenin verildiği bir okuldu. Çok kitlesel bir sol birikimin olduğu bir okuldu. Yani şöyle söyleyebilirim hemen ilk yıllardan itibaren birtakım yani mesela şöyle, okulda bir hadise olunca forum yapılırdı. Biz o forumlarda yetişmiş sayılabiliriz. Bunlar son derece demokratik toplantılardı. Hemen bütün öğrenciler ya amfide ya aşağıdaki büyük salonda toplanır. Çeşitli işte kişiler bireysel olarak veya siyasi görüşleri olanlar, siyasi temsilleri olanlar konuşmalar yapar. Akademik demokratik sorunlardan, Çin Devriminin sorunlarına kadar çeşitli konular görüşülür. Dolayısıyla okulun büyük kitlesi içinde bulunan bizler de bütün bunları dinlerdik. Dolayısıyla ben üniversiteye girdiğim ilk yılda önce bir devrimci daha sonra militan bir devrimci hızla, o yıl içerisinde olduğumu söyleyebilirim.

00:23:51 - Okullardaki Politik Faaliyetler, İTÜ-DER'in Öyküsü, Okul Yıllarındaki Mücadeleler

Play segment

Partial Transcript: O yıllarda yani 12 Mart sonrası üniversitelerin çoğunda belki bizim okulda da öyle bir dernek vardı. Şöyle, 12 Mart'ın deney ve tecrübesiyle okul 00:24:00yönetimlerinin bir şekilde bir politika olarak oluşturduğu yarı resmi öğrenci dernekleri vardı. Bu yarı resmi öğrenci dernekleri biz devrimci öğrencilerin katılımını ve talebini karşılamayan işte "okulda bir öğrenci derneği var mı, var" şeklindeki derneklerdi. Biz ise 1975 yılından başlayarak, 75-76'da bir öğrenci derneği kuruldu. İstanbul Teknik Üniversitesi Öğrencileri Derneği. İTÜ-DER. Bu İTÜ-DER'in başkanı Timur Semerci'ydi. Benim de o yıllardan beri arkadaşım ve şu anda da aradan yarım asır zaman geçti ama karşılıklı dairelerde oturuyoruz biz şu anda da. Benim de çok iyi arkadaşımdır. Birlikte cezaevine girdik. Birlikte çıktık. Timur'un başkanlığını yaptığı, fakültelerden seçimle gelen delegelerin oluşturduğu ve başlangıçta o dönemdeki mücade-- [Öksürüyor.] Pardon. Mücadele içerisindeki devrimci siyasetlerin katılımıyla oluşmuş bir dernekti bu. Dernek-- Derneğin hatta İstanbul'daki o dönemde Spor Sergi Sarayı diye büyük bir kompleks vardı. Orada etkinlikleri olurdu. Bizim İTÜ'de, İTÜ Spor Merkezi vardı. Gümüşsuyu'nda. İTÜ Spor Kulübü vardı. O spor kulübünde çeşitli çalışmalar ve etkinlikleri olurdu. Ve şöyle söyleyebilirim, çıkış olarak akademik demokratik mücadeleyi de içeren, siyasi, toplumsal mücadeleyi de içeren bir mücadele hattı içerisinde olan, asıl olan okuldaki akademik, demokratik taleplerimizin sözcülüğünü yapan ve okuldaki anti faşist mücadelenin de aslında örgütlendiği birim olan bir yapıydı. Biz buna arkadaşlarımızı üye yaptık. Yani üyelik fişlerimiz falan vardı. Onlar sonradan bir kısmı resmiydi bir kısmı resmi değildi. Çünkü bu hemen 75 yılından başlayarak bizim ilk karşılaştığımız şeylerden birisi, o bizim faşist dediğimiz kendilerine ülkücü diyen polis denetiminde okula gelip giden ve bize pek sokulmayan o grubun tavrı ve şiddet eğilimlerinin dışında, polisin bize yönelik gadrine de hemen muhatap olduk. Yani ilk yıllardan başlayarak şöyle gelişti süreç, okulda herhangi bir kavga olduğunda bu kavgalar öncelikle yumruklu sonra efenim işte masaların bacağı falan kırılarak kavgalardı. Fakat sonra bir gün faşistler gelip, 00:27:00okulun kapısında, okulun, okula zorla girip bir tepkiyle karşılaşılıp yani bizim örgütlediğimiz ama okulun hemen hemen bütün kitlesinin tepkisiyle karşılaşıp okula giremezlerdi. "İTÜ'ye faşistler giremez" diye bir sloganımız vardı bizim. 1975 yılından itibaren. Çünkü bunun da bir sebebi vardı. Bütün üniversiteler aşağı yukarı, Ankara'dakiler daha yoğun olmak üzere İstanbul'da da İstanbul Üniversitesi daha yoğun olmak üzere yoğun bir faşizan baskı ve saldırı altında başladılar 1975 ders yılına. 1974'ten 75'e geçerken böyle bir radikal dönüşüm oldu yani ilk öğrenci ölümleri 1974 yılında oldu. 1975 yılından başlayarak bunlar artmaya başladı. Yani ülkücü öğrenci grupları pusular kurarak, okula gidip gelirken arkadaşlarımızı vurmaya başladılar. Okullardaki ilk silahlı çatışmalarda ülkücü grupların okula silah sokup, silahla gelip, kapıdaki aramaya rağmen o aramadan geçip, o silahla bize ateş etmesiyle başladı. Ve şöyle bir süreç yaşadık. 1975'ten 76'ya geçerken, örneğin 1976 yılında-- 75 yılını biz bir şekilde bitirdik. Yani şöyle Devrimci Gençlik dergisi çıktı. Ankara'da. "Emperyalizme ve oligarşiye karşı Devrimci Gençlik" başlığıyla. Bu dergi, büyük bir ilgiyle karşılandı. Daha önceden de birtakım yayınlar vardı, birtakım tartışmalar oluyordu. Örneğin İstanbul'da TMGT [Türkiye Milli Gençlik Teşkilatı] vardı, Türkiye Milli Talebe Teşkilatı. Beyoğlu'nda, İstiklal Caddesi'nde bir dernek vardı. Ben 75 yılında o okuldan, o dernekteki tartışmalara gittiğimizi daha henüz yeni, solcu devrimci öğrenciler olarak sınıf arkadaşlarımla gittim. Hemen sınıfta bir 20-30 kişilik bir grup oluşturduk bir kere zaten hemen. Birbirine yakın olan arkadaşlar. Ama bu arkadaş grubunun içerisindeki arkadaşlar daha sonraki 1 yıl içerisinde hızla bir kısmı İGD'li, bir kısmı Halkın Kurtuluş'undan bazıları Halkın Yolu'ndan, Partizan'dan ve bir kısmı DEV-GENÇ'li oldu bu insanlardan. Ama o ilişkilerimiz, arkadaşlıklarımız o süreçte zaman zaman sert tartışmalar ve kavgalar olmasına rağmen daha sonraki yıllarda cezaevlerinde ve bugün de hala yıllık buluşmalar şeklinde sürüyor. Örneğin o TMGT'taki, "T M G T" 00:30:00toplantılarda Beyoğlu'nda İstiklal Caddesi'nde zannediyorum sonradan İstanbul'da ÖDP'nin ilk il merkezi olan, tünele giderken Galatasaray'dan ya o bina ya da onun yanındaki binalardan birisiydi. Ve bu 68 Hareketi'nden devralınmış bir dernekti o dernekteki duvarlardaki "Kahrolsun Amerika" afişlerini, Denizlerle ilgili afişleri, Mahirlerle ilgili afişleri ve daha çok THKP-C, THKO pratikleri üzerine ve İbrahim Kaypakkaya üzerine yapılan tartışmalar, ilk dinlediğim tartışmaların onlar olduğunu hatırlıyorum. Ve daha sonra Bakırköy'de de Çağdaş Öğrenci Derneği diye bir dernek olduğunu, öğrenci derneği olduğunu, örneğin o dernekteki toplantılara gittiğimi ve yine aklıma geliyor, örneğin İbrahim Çenet gibi THKP-C döneminde, o pratiklerden kalma birtakım insanların o dönem, onlar bize göre inanılmaz büyükler yani. Yani biz o dönemde, bizden birkaç yaş büyük insanlar ihtiyar diyorduk zaten. Daha sonraki yıllarda işte devrimci hareketi oluşturan arkadaşların olduğu gibi topu topu bizden 5-6 yaş büyük insanlardı. Ama aramıza adeta bir devir girmişti. Yani şöyle söylemek mümkün olabilir, ben İTÜ'de yaşadığım o yıllarda hemen 12, 12 Mart dönemindeki devrimci yükseliş ve devrimci hareketin bir devamı şeklindeydi bizim hareketimiz ve muhalefetimiz. Farkı şuydu: Çok yığınsal ve kitlesel bir örgütlenme düzeniyle, çok kısa bir sürede ulaşmıştı. Yani şunu söyleyebilirim, okulun 2. sınıfı yani 1976 yılı, hemen hemen hep çatışmayla, boykotla, işgalle geçtiği için o yıl iptal oldu sonuç olarak. Yani İTÜ'de o yıl başka, Türkiye'deki başka bazı okullarda da. Demek ki 1976 yılı önemli bir kırılma noktası. Belki sonra sözünü edeceğiz, bir de 78 böyle oldu. Yani çok önemli bir kırılma noktası oldu. Bu, biz İTÜ'nün, İstanbul Teknik Üniversitesi, bilmeyenler olabilir, şehrin göbeğinde taksim civarındaki 3 tarihi kışladan oluşuyor. Osmanlı'nın modernleşme döneminde yapılmış, 3 büyük kışlada okul. Gümüşsuyu, Maçka ve Taşkışla. Ve bunlar birbirine yürüme mesafesinde. Yürürdük zaten. O zaman taksiye binme gibi bir adet yoktu. Biz bu 3 binadan 00:33:00bir demokratik üniversite sorununa ilişkin veya bir saldırı sonrası Taksim'e yürüdüğümüzde, biz Taksim merkezde okullardık, o dönemde İTÜ'nün aşağı yukarı 14 bin nüfusu olduğunu hatırlıyorum ve bizim Taksim'e 10 bin kişiyle yürüdüğümüzü hatırlıyorum. Yani bu düzeyde bir kitleselleşmeden bahsediyoruz. Sonraki yıllarda yani geçtiğimiz yıllarda diyelim, 2000'li yıllarda yine çeşitli siyasi pratikler içerisinde üniversiteli devrimci öğrencileri rastladığımız zaman, tabii İTÜ'lülere de sorduğumuz zaman "Bizim okulda durum iyi diyen çocukların okuldaki 20-30 kişiden bahsettiklerini gördüm ve yaşadım. Siz de o dönemlerde öğrencilik yaptınız, yaşadınız. Arada oranlanamayacak bir fark var. Yani şöyle, çok yüksek bir politikleşme döneminde söz ediyoruz. Ben o siyasi dergilerin, o dönemde çıkan bütün dergilerin okulda birtakım arkadaşlar tarafından satıldığını yani bizden büyük arkadaşlar tarafından, birtakım arkadaşlar tarafından dağıtıldığını hatırlıyorum. Bir akşam vakti, okul, biz 75 yılından başlayarak okulun sahipleri gibiydik. Yani şöyle dersimiz olsun olmasın sabah herkes gelmeden önce okula gelip, akşam herkes çıktıktan sonra okuldan çıkardık ilk yılda. Ama biraz sonra konuşacağız hızla tabii o başka şeye dönüştü. Okullardaki mücadeleler mahallelerdeki mücadelelerle birleşti ve bizler yavaş yavaş sırayla önce gelenler önce çıkmak üzere okullardan kopmaya başladık. Ama ben şöyle söyleyebilirim, 1975-76-77 ve 78 yılına kadar ben İTÜ öğrencisiydim ağırlıkla. Fakat bazı mahallelerdeki de çalışmalara katılıyordum yavaş yavaş okul dışındaki çalışmalara da katılıyordum. Bizim bir arkadaşımız o dönem İYÖKD yönetiminde olan, İYÖKD. Arada bir "K" de var. İYÖD kapandıktan sonra kurulan İYÖKD yönetiminden olan Ekrem Can adından arkadaşımız, benim sınıf arkadaşım. Yan yana da otururduk. Devrimci Gençlik dergisi getirdi. Ben daha ilk sayısından o derginin bizi çektiğini hatırlıyorum. Çünkü dergi direkt olarak faşist saldırılara karşı direnme konusuyla başlayan bir dergiydi. Ve Selçuk'un yaptığı 00:36:00kapağın-- Ben yani ilkokul yıllarından itibaren biraz böyle grafik tasarım, yazma, çizme işlerine eğilimim vardı. O kapağın beni çok etkilediğini hatırlıyorum. Bozkurtlarla ilgili bir kapaktı. Ve biz kısa sürede hızla Devrimci Gençlik taraftarları olduk. Ondan önce, 1975 yılının başlarında böyle değildi isimler. İşte Cepheciler gibi bir isim vardı. Orducular gibi bir isim vardı. Ama bu, hızla o dönem çıkan siyasi dergilerle anılmaya başlandı. Yani işte Halkın Kurtuluşu, Halkın Yolu, Partizan, İlerici Gençler Derneği. Bizim okuldaki gruplar açısından söylüyorum. Bir, bir Birikim taraftarları grubu da oluştu o yıllarda. Biz Devrimci Gençlik grubunu oluşturduk. Biz İTÜ-DER'in ilk kongresinden çok büyük bir ağırlıkla derneğin yönetimini de kazandık ve fakat o dönemde hızla şöyle bir dönüşümün de ifade etmek lazım. Başta İstanbul'da, Ankara'da kurulan AYÖD, İYÖD gibi dernekler bütün muhalefet kesimlerini kapsayan yapıda iken o dönemde hızla politikleşirken hızla da ayrılıp, ayrı dernekler oluşturulmuş oldu veya işte demokratik merkeziyetçilik diye o zaman ifade ettiğimiz ilkeler gereğince işte seçim olur, seçimi bir liste kazanır, o kazanan liste yönetimi kazanmış olur. Yani yönetimler karma yönetimler değildi. Ama örneğin İTÜ'de şu adet yıllar boyunca, 12 Eylül'e kadar şöyle sürdü. ODTÜ bunun öncüsü ve daha gelişkiniydi. Biliyorsunuz, ODTÜ ÖTK. Zaman zaman bizim de oradan feyz aldığımızı hatırlıyorum. Ama ağırlıklı olarak İTÜ'deki örgütlenme ve mücadele deneyi 12 Mart'taki İTÜ'lülerin aktardığı mücadele deneyimiydi. Yani ben mesela Mahir Çayan'ın Maçka'daki amfide yaptığı konuşmayı bize aktaran ve çok etkilenmiş olarak anlatan okulda o dönemde birkaç öğrenci olduğunu hatırlıyorum. Ama bunların hiçbirisi Devrimci Gençlik hareketi yani taraftarları arasında yer almadı. Yani onlar Halkın Yolu, Halkın Kurtuluşu taraftarları içinde yer aldı. Biz 10..74-73 girişli bizden büyük olan onlardı yani o döneme özgü 78 kuşağından insanlar olarak bunu oluşturduk. Seçim döneminde, derneğin seçimleri döneminde ise okul 00:39:00temsilciliklerini de yürütmeye çalışır ve okul senatosu düzeyinde ve dekanlıklar düzeyinde o temsilcilerle biz muhatap olur ve yani şöyle yarı resmi de olsa bir dönem resmiyete de kavuştu birkaç senato toplantısına İTÜ-DER sözcüleri de katıldı. Biz sınıf temsilcilerini, okul temsilcileri ve bina temsilcilerini tam demokratik gizli oy, açık oy, gizli, açık sayım gizli oy prensipleriyle, sandıklara oy atarak yapar öncesinde yoğun siyasi çalışmalar yapar, siyasi veya bireysel katılımlarla seçimler olur, binlerce oylarla temsilciler seçilirdi. Sınıf temsilcilerinden okul ve fakülte temsilcilerine kadar. Bu 12 Eylül'e kadar sürdü. Biz örneğin, okulda herhangi bir hadise olduğunda okul yöneticileriyle, temsilcilerimiz aracılığıyla ilişki kurardık. Bu seçimlere bir tek faşistler katılmazdı. Katılamazdı. Onun dışında CHP'lilerde aday olurdu. Onlar da katılırdı. Bir de hemen yine o yıllardan başlayarak bizden önce okulda etkinliği olan örneğin, Halkın Sesi grubu hatırlıyorum. Yani onlar Aydınlık dergisi taraftarları şimdi artık iyice başkalaşan ve artık solda zaten artık adı geçmeyen bir grup da vardı. Halkın Sesi. Bunların bizden daha tecrübeli daha etkin unsurları vardı okullarda. Fakat ben onların mesela o yoğun anti faşist mücadele döneminde hızla tasfiye olduğunu önce dernek yönetimlerinden sonra da hatta okuldan, okuldaki pratikten de. Çünkü mesela şöyle tartışmalar olduğunu hatırlıyorum 75'ten başlayarak, "ya işte faşistler de okula gelsin" gibi birtakım tartışmalar oldu. Bunun olması zaten pratik olarak mümkün olmuyordu çünkü o dönemde içlerinde bizim sınıf arkadaşlarımız da olan o ülkücü güruh, bizim faşist dediğimiz güruh zaten okula bize saldırmak amacıyla örgütlü bir şekilde geliyorlardı. Ve nitekim şöyle birkaç olay da yaşadık. Toplu halde geliyorlardı, bize saldırılar artınca biz de toplu halde gelmeye başladık. Yani bir yerde buluşurduk, buluştuktan sonra okula gelirdik kendi güvenliğimizi alarak. Çıkışta da bunu yapmaya çalışırdık. Buna rağmen çeşitli saldırılara uğradık. Faşistler ise polisle gelirdi ve üzerimize ateş ederdi. Bir süre bu çatışmalar hızla karşılıklı olmaya başladı maalesef. Yani okuldan bir doğulu arkadaşa, 00:42:00nereli olduğunu şimdi hatırlamıyorum ama Antepli olabilir. Kredi, kredi alırdık. 3 ayda bir öğrenci kredisi alırdık. O öğrenci kredisi 3 kuruş bir paraydı ama bir sürü arkadaşımız onunla geçinirdi. Kalma da dahil olmak üzere. O kredi, o kredilerden topladığımız parayla bize de kendimizi korumak için bir tabanca tedarik etmesi için verdiğimizi ve tedarik ettiğimizi hatırlıyorum. Dolayısıyla çatışmalar o dönemdeki polis gücünün de aslında denetimi ve gözetimi altında maalesef hızla silahlı çatışma haline geldi. Fakat buna rağmen akademik demokratik talepli mücadelelerde İTÜ'de çok örgütlü olarak takdir edilesi bir seviyede sürerdi. Folklor çalışmaları, spor çalışmaları. Örneğin bizim İTÜ Spor Kulübü'nün basketbol takımı 1. ligdeydi. İTÜ çok önemli bir takımdı. O İTÜ Spor Kulübünün de yönetimini de biz aldık tabii. Hemen hızla, kısa sürede. Devrimci Gençlik grubu olarak onun da kongresine katıldık. Bu, o dönemdeki okul kongrelerinde, 75-76 şeyi de hatırlıyorum. Çoğusu 10-- 12 Mart 71 Hareketinden kalma o dönemde işte yeni yeni siyasi çevreler oluşturan, arkadaşlar da gelirlerdi o seçime. Yani biz mesela, şöyle işte sözler, söylentiler dolaşırdı aramızda "efenim işte Nasuh Mitap da gelmiş, Mustafa Kaçaroğlu da gelmiş" falan gibi yani böyle, böyle şeyler hatırlıyorum. Okul yıllarındaki mücadele böyle geçti diyebilirim.

00:43:57 - 12 Mart'ın Etkisi, Sol Mücadelenin Kitleselleşmesi, Örgütlenme Çizgilerinin Belirginleşmesi, Devrimci Gençlik Yapılanması

Play segment

Partial Transcript: 12 Mart pratiği içerisinde yer almış, içeri girmiş veya girmemiş, önce girmemişti daha sonra aftan sonra, 74'ten itibaren oradan da gelenler oldu. Ama mesela İstanbul'da onların çok yoğun olduğunu hatırlamıyorum. Ben bir kere Ömer Güven diye eski THKP-C'li daha sonra Halkın Yolu siyasetini organize eden bir abinin bize göre, örneğin, bize birtakım forumlar da anlattığını hatırlıyorum. 12 Mart dönemine kalmış, İstanbul Teknik Üniversiteli Zeki Erginbay diye, daha sonra Kurtuluş Hareketi içerisinde yer alan ve mühendis odasının dergisini çıkaran, oldukça yetkin bir arkadaşın mühendis, TMMOB'nin lokallerinde yaptığımız tartışmalarda bize solu, sosyalizmi, mücadeleyi, devrimi anlattığını hatırlıyorum. Böyle birkaç kişiyi hatırlıyorum ama ağırlıklı olarak 78 kuşağı 00:45:00kendisi sanki yeniden öğrenerek bu pratiği yaşadı. Yani şöyle, örneğin İTÜ farklı bir okuldu bu konuda. Yani en baştan itibaren sol birikimin ağırlıkta olduğu gerek öğretim üyesi kadrosu olsun gerek öğrenciler olsun. Dolayısıyla böyle bir geleneğin devraldığı, nispeten daha az çatışmanın yaşandığı ve okuldaki akademik demokratik eğitim, kültür, siyasi çalışmaların ağırlıklı olduğu bir okul. Ama aynı yıllarda başka bazı okullarda eğitim enstitüsünde, İstanbul Üniversitesi merkez binada, edebiyat fakültesinde, hukukta oldukça sert bir pratik yaşanıyordu. İstanbul İktisadi Ticari Akademi'de "Yıldız" dediğimiz Devlet Mühendislik Mimarlık Akademisinden o dönemde üniversiteler şimdiki gibi tabii onlarca değil. Örneğin İstanbul'da bile birkaç üniversite söz konusu ve bunların hepsi şehrin merkezindeler. Bunların etrafında, bizim İTÜ'nün yoktu ama örneğin Beyazıt'ta Kocamustafapaşa civarında yani gene okullara yakın birtakım bölgelerde çok sayıda yurtlar vardı. Bu yurtlar Niğde Yurdu, Balıkesir Yurdu, Denizli Yurdu gibi şehir isimleriyle anılır ve bunlar Şehir Özel İdarelerine falan bağlı yurtlardı. Oradan gelen üniversite öğrencilerinin kalması için. O yurtların en baştan itibaren birer siyasi mahfil oluşturduğunu hatırlıyorum. Yani şöyle okuldaki tartışmaların bir kısmı yetmez, saatler uzar yurtlara gidilirdi ve o yurtların bir kısmında şöyle idi. Yöresine bağlı olarak, örneğin Sivas Yurdu hemen onun karşısında olan Site Yurdu vardı. Yine Beyazıt'taki Denizli Yurdu, Balıkesir Yurdu. Bu yurtların bir kısmı Kocamustafapaşa'daki yurtlar, hemen yakınındaki, biraz ilerisinde de sağ görüşlü öğrencilerin kaldığı. Yani şöyle, daha sonraki yıllarda 12 Eylül'den başlayarak yoğun İslamileştirme gençlik içerisinde yaşanmıyordu bu söylediğim dönemde. Ama yoğun bir işte komando kampları vesairelerden feyz alan, bir kısmı 12 Mart döneminde kalan, bir kısmı paramiliter eğitimlerden geçmiş insanların da içerisinde yer aldığı böyle bir yapının unsurlarının hakimiyetinde olan okullar ve yurtlar da vardı. Ve bunlar arasında çatışmalar yaşanırdı. Bunlar birbirlerini yakın binalardı çok. Bütün bunların toplamı yoğun bir pratik oluşturdu ve bunun örgütlenmesi ihtiyacından çıktı bu dernekler. Bu dernekler baş, başta demin 00:48:00söylediğim gibi siyasi katılımlarla oluştu. Daha sonra buralardaki tartışmalar, yoğun siyasi tartışmalar haline dönüştü. Yani bu aynı zamanda küresel çapta da sosyalizmde çeşitli tartışmaların yaşandığı bir döneme de işaret ediyor. İşte Sovyet-Çin kutuplaşması diye daha sonraki yıllarda ifade edilen, Çin, ÇKP yanlısı bir tarz ve siyasi tartışmaların da içine girdiği böyle bir sürece denk geldi. Örneğin biz Devrimci Gençlik dergisi taraftarı olmamızda ve bunun hız, kısa sürede en kalabalık grup olmasında, Ankara'da daha çok bu merkezleşme, İstanbul'da da ona yakın. Bu Devrimci Gençlik çizgisinin Mahirler ve onların yaşadıklarına da atıfta bulunarak yeni bir siyasi hat önermesi, özellikle faşist, anti faşist mücadele konusunda aktif bir savunma çizgisini önermesi ve örgütlemesi. Yani mesela abartmak gibi olmasın ama şöyle şeyler etkili olmuştur bu dönüşümde. Ya mesela okuldaki o çatışmalarda en çok kavga eden, en çabuk inisiyatif alan, en önde olan arkadaşlar bizim arkadaşlar olurdu genellikle. Yani "şöyle mi olsun, böyle mi olsun, oraya mı soralım, buraya mı soralım" tartışması yapılırken forumlarda falan, biz genelde harekete geçmiş olurduk. Yani eğer faşistler okula alınmayacaksa ilk kavga başlamış olurdu. Dolayısıyla biz hep en önde olurduk. Okuldan çıktığımız zaman maalesef bu sonra bir huy haline geldi, bir Dev-Gençlilik karakteristiği oldu. Ben şimdi 60 küsur yaşında da bir yerde yürürken önce bir caddenin ortasından yürüme girişimlerinde bulunuyorum eğer etrafta fazla yoğun trafik yoksa bulunuyorum. Bir yerde bir şey yapılacaksa önce benim yapmak istediğimi hissediyorum. Eğer bir yerde bir duruma müdahale edilecek, insanlara hitap edilecekse yüksek bir yer bulduğum zaman mutlaka çıkıp, söz aldığımı hissediyorum. Bu o dönemde bizim için karakteristikti. Mutlaka bunun bir nedeni vardı yani Ankara'dan başlayarak, bu harekete önderlik eden arkadaşların öyle bir çizgide insanlar olmasının etkisi de vardı bunda. İstanbul'da da bu böyleydi. Bu şuna yol açtı, biz çok hızla kitleselleştik. Yani şöyle olduğunu ben hatırlıyorum çok kısa bir süre içerisinde. İşte okullardan haber gelirdi, "biz burada 50 kişiyiz, biz de Dev-Gençliyiz." Devrimci Gençlik grubundan yani baştan öyleydi ama sonra DEV-GENÇ diye dernekler de kurulmaya başladı. İstanbul'daki İstanbul DEV-GENÇ'ti İYÖD ve İYÖKD'den sonra. 00:51:00"Gelin bir ilişki kuralım" diye veya mahallelerden böyle talepler geldiğini, bizim doğru düzgün bununla ilgili bir tecrübemiz olmamasına rağmen okulda olduğu için, dolayısıyla üniversiteli olduğu için, eğitim çalışmalarında 3-5 tane kitap okuyup tartıştığımız için. Kaldı ki; bugünkü gibi bir ortamdan bahsetmiyoruz. Son derece sınırlı kitap. Yani Bir Buçuk Yayınevinin çıkardığı kitaplardan bahsediyoruz. Yar Yayınları, Sol Yayınları. Birkaç yayınevi. Fakat, dünyanın neresinde bir mücadele varsa bizim o mücadeleye ilgi duyduğumuzu bu dünyanın o zamanki haliyle de ilgili bir şey. Marifet sadece biz de değil. Dünyanın çeşitli yerlerinde ulusal kurtuluş mücadeleleri yapılıyor. Ben her eylemde Filistin halkıyla ilgili sloganlar attığımızı, meselenin çok fazla farkında olmasak bile her eylemimizde mutlaka Kürtlerle ilgili sloganlar attığımızı hatta Kürtçe sloganlar attığımızı, hatta Herne Peş gibi Kürtçe marşlar söylediklerimizi. Bunu, bunu da şöyle olduğunu düşünüyorum, okulda, Anadolu'dan gelmiş arkadaşlarımız içinde eski DDKO, DDKD'li yani Kürt siyasi çevrelerinde siyasi mücadele içinde yer almış insanlar da vardı ve bunlar bize demek ki bu konuları da öğretmişlerdi.

00:52:37 - 77' Kanlı 1 Mayıs'a Doğru, Sol İçi Dinamikler, Yitirilenler

Play segment

Partial Transcript: Böyle bir örneğin, Polisario'da gerillaların mücadelesi tabii ki Che Guevera ve o dönemde o kitaplar yeni çıkmıştı. Efendim oradan tut Carlos Marighella'nın, Şehir Gerillası kitaplarını. Yani aslında çok acılı, çok sıkıntı bir dönemdi tabii yaşadığımız. Fakat şimdi bugünden baktığımda adeta romantik bir film setindeymişiz gibi. Acıları bir kenara bırakırsak. Asla tekrarlanmasını istemediğim yıllar. Çünkü çok arkadaşımı kaybettim. Çok sayıda kendi okulumuzda da olmak üzere. Böyle bir yıllar. Örneğin Salih Deniz. Bizim okulumuzda, biz sonra amfilere onun adını verdik. Uzun saçlı, zannediyorum İskenderun'lu, yakışıklı bir arkadaşımızdı ve saz çalardı. Önce mutlaka odalarında "Kuruda meşe yanıyor vay vay" diye Mahir Çayan ve arkadaşları üzerine yazılmış, türküden çevrilmiş., söylerdi bize, bize o zaman onu dinlerdik. Bizden bir sınıf önde. Ve bir gün gene İTÜ'nün koridorlarındaki saz çalınıp, söyleşmeden sonra evine giderken Nişantaşı'ndaki evine giderken faşistler taradılar ve öldürdüler 00:54:00arkadaşımızı. Ve göz önünde. Cadde ortasında. Aynı faşist, aynı gün Eminönü'nde de o dönem Halkın Kurtuluşundan ve bizden büyük 12 Mart sürecinden kalma bir arkadaşımızı daha vurdu. Boynundan yaralandı, ağır yaralandı. Fakat Salih öldü. Yani bu tür şeyler örneğin o dönemde işte Kerim Yaman'ın cenazesi ilk galiba katıldığım ilk yürüyüş. Daha sonra TİP'li, o dönem TİP'li 2 öğrencinin öldürülmesi İstanbul'da çok büyük gene bir yürüyüş. Bunlar aynı zamanda pratiğin bir adım daha sıçradığı şeyler oluyordu. Fakat bu yoğun siyasi tartışmalar, bütün bunlarla birlikte süren yani şöyle ifade edebilirim, omuz omuza kavga ediyorsun bir yandan, yani saldırıyorlar üstüne, silah da bıçak da ve hatta ufak tefek patlayıcılar da dahil olmak üzere. Örneğin hemen şöyle söyleyeyim, sabah okula erken geldik, Maçka Maden Fakültesine. Her zaman olduğu gibi. Aşağı yukarı 15 kişi falanız. Okulun koridorunda, öğrenci bürosunun olduğu yerde bir toplanma yerimiz vardı. Orada bir kaloriferlerin üzerinde otururduk biz Maçka Madenin devrimcileri olarak. Kendimize sosyalistlerden çok devrimci dediğimizi hatırlıyorum. Yani kendimize komünistten çok yani forumlarda ve eğitim çalışmalarında bu laflar geçerdi, Marksist, Leninist vesaire. Fakat biz örneğin, biz Dev-Gençliler, Devrimci Gençlik grubu "devrimci" derdik. Genelinde de çoğunlukla öyleydi. Halkın Kurtuluşçular "hocam" derdi birbirine. Ondan sonra daha radikal birtakım gruplar "yoldaş" moldaş diyenler de oluyordu. Bizdeki şey öyle değildi. Biz devrimci arkadaşlar orada güne hazırlanırken okulun kapısından içeriye sadece polislerin olduğu kapıdan içeriye 50 kişilik bir faşist grubu girdi. Ve o grup, hiç kimse yok okulda. Bir tek faşistler var ve biz varız ve polis var. Polisler yok oldu ortadan. Bu faşistler iki koldan, koridorun iki kolundan gelip bizim-- Biz de bir savunma yani hiçbir şey yok bir tek biziz bir de iki elimizde o taburenin bacaklarını aldık elimize. Kadın arkadaşları arkamıza aldık. Bekliyoruz. İri yarı olanlar da vardı tabii benim gibi. DEV-GENÇ'lilerin alamet-i farikalarından birisi de boylu poslu olmalarıydı. Tesadüf herhalde. Ve dinamit attılar üstümüze, bomba attılar. Ama şöyle, ses gücü olan. Bunlar daha sonraki yıllarda da ortaya çıktı ki, 16 Mart Katliamında da olduğu gibi bütün bu silahlar külahlar o dönemin resmi kurumlarından da tedarik edilmiş ve birtakım iç 00:57:00savaş hazırlıklarını tezgahlayan örgütlerin desteklediği şeylerdi bunlar. Biz o patlamayla birlikte üzerimize saldıran silah çekip, ateş de ederek üzerimize saldıran faşist grubun arasında kaldık. İki koldan, elimizden geldiği kadar direndik. Fakat hemen çok geçmeden, o zaman tabii cep telefonu yok. Herhangi bir şeyi bir yere duyurma imkanı yok. Camdan demek ki bizim yardım çağrımıza yandaki Mimarlık-Mühendislik Fakültesi'nden daha sonraki yıllarda yine öldürülen devrimcilerden örneğin, Sinan Kukul başta olmak üzere bir grup devrimcinin koşarak yan binadan geldiğini ve takviye bir güç oluşturduğunu hatırlıyorum. Bu tür olaylar, bu tür olaylar solcuların, devrimcilerin hatta CHP'lilere kadar, ilericilerin yani öyle bir sert mücadele pratiği ki bu aynı zamanda tırnak içerisinde şunu da söyleyeyim, 1.MC Hükümetinin kurulduğu yıllardan da bahsediyoruz. Yani olay sadece bizim okullardaki 3-5 kavgadan ibaret değil. Bütün ülkede 12 Mart döneminde sonra yeniden bir ırkçı, faşizan, siyasi örgütlenmenin sürdüğü ve bunun alt yapısının ilmek ilmek örüldüğü bir dönemden söz ediyoruz. Onlarca fabrikada direnişlerin başladığı, bu direnişlerin ve yükselen sendikal mücadelenin bu okulda bize saldıran faşistler tarafından saldırılara uğradığını. Böyle bir dönemden biz onu sadece bir alanıyız. Bir yandan bu olurken yani omuz omuza dayak yer, omuz omuza işte şeye gider, siyasi şubelere gider. 1.Şube'ye, 2.Şube'ye götürürler bizi. Her kavgadan sonra semt karakoluna. Mesela bizim okuldan Teşvikiye'deki Süslü Karakol vardır. Hala var. Çok eski, tarihi bir binadır. O binaya götürülerdi. İşte faşistleri bırakırlardı. Biz kalırdık 1 gece 2 gece. Sonra da bizi bırakırlardı. Veya bazen savcılığa verirlerdi, savcılar bizim ifademizi alır bizi bırakırlardı. Ama hep kayrılan bir grup vardı. Biz ve okulun ezici çoğunluğu ise saldırılan, kendini savunmaya çalışan, okula gelip gitmeye çalışan insanlardık. Bu siyasi tartışmalar, siyasi örgütlenmelere yansıdı hızla. Yani aynı dönemde dergi çevresinde, çoğunluğu tabii böyle olmayanlar da vardı, kendini birtakım parti vesaire örgütüyle ifade edenler de vardı, TSİP'li gençler 01:00:00vardı. O dönem tarihsel ve yasa dışı olan TKP, TKP taraftarı olan gruplar vardı. Bunlardan başlayarak daha çok yani böyle bir eğilim oluştu. Herkes kendi siyasi derneğine doğru çekilmeye başladı. Biz buna önayak olmadık. Biz Devrimci Gençlik grubu olarak ortak örgütlenme, ortak mücadele sürsün diye, mesela ÖTK falan bunun bir örneğidir, İTÜ-DER. İTÜ-DER de bunun bir örneğidir. Her zaman bu tür şeylere açık olduk ama süreç öyle olmadı. Bu hızlı dönüşüm çok hızlı oldu. Yani biz, bizim hızla kitleselleşmemizde şöyle bir şey de olmuştu. Bunda belki geçmiş yıllardaki, bizim yetiştirdiğimiz koşullardaki eğitim biçiminin falan da etkisi vardır ama biz ve daha doğrusu hızla, en hızlı büyüyen, çoğalan grup hem okullarda hem çeşitli mücadele alanlarında, bağımsız bir siyasi çizgi vaaz eden ve sosyalizmin içinde o dönem anılan Sovyet-Çin kutuplaşmasında bunların etkisi altında kalmayan; daha sonra buna bir de Arnavutluk Komünist Partisi'nin çizgisi eklendi. Bütün bunların dışında kalan grup çoğunlukta oldu. Biz 1977'ye kadar bu grubun adı Devrim-- Devrimci-Gençlik grubuydu. 1977 yılının 1 Mayısında çıkan, ondan önce bildiriyle başlayan, tartışmalarla hazırlığı yapılan Devrimci Yol dergisi çıktıktan sonra bu benim de içimde olduğum grup Devrimci Yolcular olarak anılmaya başladı. Fakat bu siyasi gruplara isimlerini veren örgütlenmelerden çok çevresinde örgütlendikleri siyasi dergilerdi. Ve bu dergilerin hepsi yani sadece bizimki değil. Hepsinin ben, okula ne kadar geldiyse 1 gün 2 gün içerisinde hepsinin tükendiklerini hatırlıyorum. Dergilerin dışında ve dergiler olmadan önceki örgütlenme aracı ve bu siyasi saflaşmaların aracı ise şuydu. Duvar gazeteleri yapardık. Bu duvar gazeteleri okulun ama koridorunda hemen hemen bütün üniversitelerde yan yana asılırdı. O duvar gazetelerinin birisini biz kendi siyasi görüşümüz doğrultusunda olayları yorumlardık, haberleri, olayları. Elle baştan sona yapılırdı. Yan yana böyle 5-10 tane duvar gazetesi. Yani oraklı, çekiçli, kızıl yıldızlı, efenim Mahirli, Denizli 10 tane böyle duvar gazetesi 01:03:00olduğunu hatırlıyorum. En az. Hemen hemen her siyasi çizginin bir de şöyle bir şey hatırlıyorum, Dekan Senai Saltoğlu sonradan geçtiğimiz yıl vefat etti. Okulun dekanıydı. Maden Fakültesinde. Bir gün elini arkada bağlamış bir şekilde, hemen o koridor dekanlığa çıkıyor üst katta dekanlık var. Bu dekanlık koridorlarından indi, şöyle eli arkada bakarak geçti. Sonra yukarıya çıktı. Sonra öğrenci temsilcisini çağırdı, yanına gittik. "Ya çocuklar" dedi, "biraz önce aşağıdaki ana koridordan geçtim, dekanlığa ve öğrenim bürosuna gelen, inanın" dedi "siz belki bilmiyorsunuz ama ben Çin'i de gördüm Pekin'deki Kızıl Meydan da bile" dedi, "bu kadar" dedi "kızıl komünist afiş yok" dedi. Bize öyle demişti ve rica etmişti onları biraz azaltın diye. Tabii ki reddetmiştik. O dönem çünkü devrimci hareketin, devrimlerin motivasyonlarından bir tanesi de kendi karar aldıkları, karar verdikleri şeylere uyup idarenin dayattığı, polisin dayattığı şeylere tavır almaktı. Buna şu da dahildi üniversitelerde yani İTÜ gibi nispeten demokratik mevzi haline gelmiş üniversitelerde öğrencilerin sınav hakları, ödev hakları, ders geçme, devam mecburiyeti gibi birtakım konularda yapılan mücadele ve boykotlar da dahil, herkes katılırdı bunlara. Tam katılımla yapardık. Bazen günlerce sürerdi bazen aylarca ama biz herhangi bir nedenle bir boykot olduğu dönemde bile bütün okulların devrimci öğrencileri yine her gün okula gelirdik. Buna rağmen Maçka Maden Fakültesi de İTÜ'nün diğer binaları da birkaç kere faşistler tarafından işgal edildi. Yani bizden önce sabahın köründe veya gece gelerek ve o hissiyatımızı anlatmak için şöyle bir örnek aklıma geldi. Maçka Maden Fakültesinin karşısında Maçka Parkı var. Parkla yani okula bakan yolun kenarında Beşiktaş'tan Teşvikiye'ye giden ana caddenin kenarında çok yüksek ulu ağaçlar var. Bir dönem okul işgal edildikten sonra, biz nöbet tutup bu ağaçların üstünde okulumuzu bizden önce gelip işgal etmesinler diye bazı geceler nöbet tuttuğumuzu hatırlıyorum. Yani okul bizim evimiz gibiydi aslında. İTÜ'de o dönemde Türkiye'de ilk galiba televizyon, İTÜ televizyonu gibi bir şey vardı. Okulun en üst katında, çatı katında orası yüksek bir semt. İstanbul'un en yüksek binalarından 01:06:00biri yer itibariyle. İTÜ televizyonu vardı. Birkaç kere o televizyondan yayın girişiminde de bulunduğumuzu hatırlıyorum. Ama genel olarak devrimcilerin usulü şuydu, okuldaki hiçbir öğrenciye zarar gelmesin, okulun hiçbir malzemesine zarar gelmesin. Faşistler ise okulu işgal ettiği zaman Taşkışla'daki örneğin Venüs heykeline giydirmişlerdi, boyamışlardı ve bütün okulu tahrip etmişlerdi. Sanki bir düşman mevziisini ele geçirmek, ele geçirmiş gibi. Yani böyle bir ya bunu bir daha, daha sonraki yıllarda hızla dönüşen tarafıyla söylersek, aslında ben şöyle ifade etmek istiyorum, sivil bir iç savaştı bizim yaşadığımız. 1975'ten başlayarak 78'de derinleşerek. Bu o zaman bunu siyaseten de dile getiren bir gruptuk aslında. Bir iç savaştı. Yani sadece okullarda değil, Anadolu'nun bütün illerinde, köylerinde, dağ başlarında yaşanan böyle bir şeydi. Bu İstanbul'daki dernekler, bu biraz önce sorduğun, birbirinden ayrı dernekler. Fakat şöyle bir pratiğin unsurlarıydı bunlar. Sık sık, çeşitli sorunlar için yapılan ölümlerden sonraki cenazelerde dahil olmak üzere kitlesel etkinliklere, bu grupların derneklerinin her birisi peşi sıra birlikte katılırlardı. Genellikle ve çoğunlukla. Yer yer, zaman zaman arbede olurdu. Okul forumlarında kavgalar olurdu. Bizim İTÜ'de de olurdu. Bunlar çok büyük hasara yol açmazdı ama ileriki yıllarda, özellikle Sovyet-Çin kutuplaşmasının uluslararası düzeyde birbirini emperyalist ve faşist olarak değerlendirmesine kadar vardı. Ve bunun bize de yansıdığı yani bütün ülkelere tabii. Bütün bunlar bu arada bütün ülkelerde de buna benzer şeyler yaşanıyor o yıllarda. Bu çatışmalar maalesef ölümlere kadar varan sonuçlara da yol açtı. Ben örneğin ben hani bu pratiklerin çoğunun içinde, kıyısında olmuş bir insan olarak böyle bir şeyle hiç yüz yüze kalmadım. Okulda da böyle bir pratik yaşamadım ama maalesef böyle üzücü şeyler de oldu. Yani o dernekler bir süre sonra birbirine siyasi hasım oldu. Biz "orta yolcu" tabir edilen bir gruptuk ve çok kalabalıktık. Biz genellikle mesela şöyle hatırlıyorum İTÜ-DER yönetimi bizde, Beyoğlu'ndaydı derneğimiz. Örneğin Halkın Kurtuluşu ile İGD çok 01:09:00yoğun bir gerginlik ve çatışma içerisindeydi ama dernekte bu sorunu konuşmak için toplantı düzenlendiğini hatırlıyorum. İki taraftan da gelenlerle arasında biz sıkış sıkış olduğunu hatırlıyorum. O sırada, tartışmanın bir aşamasında silahların çekildiğini hatırlıyorum, dernek yöneticisi arkadaşların birinin havaya ateş ettiğini. Çünkü çatışma çıkacak, az kaldı yani biraz sonra. Sonra o kurşunun sekip, geçtiğimiz yıl yine vefat eden Halkın Kurtuluşundan bir arkadaş yaralandı onla hafif. Birdenbire böyle ortalığın karıştığını sonra ama yine bizim duruma hakim olup tek tek İGD'lileri Taksim'e bıraktığımızı falan böyle şeyler hatırlıyorum. Bunlar da maalesef yaşandılar.