Berin Uyar 1

Museum of Historical Justice and Memory

 

Transcript
Toggle Index/Transcript View Switch.
Index
Search this Index
X
00:02:52 - Çocukluk ve İlk Gençlik Yılları, Üniversiteyi Kazanma Süreci

Play segment

Partial Transcript: 1950 yılında doğdum. Ankara'da. Mayıs ayında. Bir memur ailesi ailem benim. Annem de babam da ikisi de çalışan insanlar. Annem, eskiden Devlet Yatırım Bankası diye bir banka vardı şimdi galiba Eximbank olmuş. Onun genel muhasebe müdürüydü. Babam da mali müşavirdi. Ankara'da yaşadık. İlkokulu ve ortaokulu, tabii ki liseyi de Ankara'da bitirdim. Yani çok mutlu bir çocukluğum oldu. Güzel bir aile içinde, kalabalık bir aile içinde. Eski bir evde bir tarafından rüzgar girip öbür tarafından çıkan bir evde büyüdüm. Bahçemiz vardı. Bahçede oynadım. Yani tam bir çocukluk yaşadım. Şimdi çocukların yaşamadığı bir çocukluk. Bütün hayatım sokakta geçti öyle söyleyeyim. Sonra işte lisede Ankara Kız Lisesi'nde okudum ve ilk kez üniversite imtihanları benim üniversiteye gireceğim yıl yapıldı. Girdim sınavlara ama sınava girmeden 1 hafta önce sarılık oldum. Çok berbat bir hastalıktır sarılık bilir misiniz bilmem. Beni şeye almadılar, sınava almadılar. Annem daha doğrusu gitmiş söylemiş. "Çocuğum sarılık ona özel bir oda açın diğer çocuklara bulaşmasın" diye. Müdür de kabul etmiyor, bir oda açmayı yani bana. Onun üzerine annem müdürü pencerenin kenarına çağırıyor, "Bak" diyor "dışarıdaki çocukların suratının hepsi bembeyaz benim çocuğum hangisi olduğunu senin bilme şansın yok. O zaman diğerleriyle birlikte girecek" diyor. Onun üzerine müdür bana bir tane oda açıyor. Şimdi ben hatırlamıyorum tabii ki o günleri. Ama Orta Doğu Üniversitesi'nin şehircilik bölümünü kazandım. Bir de iktisat. Annem de babam da muhasebeci, matematikçi oldukları için "iktisada git" dediler. Ben ikisini de istemedim. Ne Orta Doğu'yu. Çünkü benim gönlüm İstanbul'da güzel sanatlarda okumaktı. Onlardan habersiz güzel sanatların sınavlarına da girdim. Onu kazandım ve mecbur oldular beni İstanbul'a göndermeye. Ben, babaannemin yanında üniversiteyi tamamladım. Çok hoş bir üniversite hayatı yaşadım. Rahat bir aile içinde büyüdüm. Yani demokrat bir aile. Fazla bana karışmadılar, çok güvendiler bana.

00:09:37 - 68 Rüzgarı ve Politik İklim, Dev-Genç ile Tanışma, Kardeşi Zerrin Tümay Şenesen'in Kendisinin Etkisiyle Sol Düşünce ile Teması, Gençlik Hareketleri ve Faaliyetleri

Play segment

Partial Transcript: Üniversite yıllarım biraz uzun sürdü. Uzun sürmesinin sebebi tam 68 00:03:00yılında üniversiteye girmiş oldum. 68 yılı biliyorsunuz hem dünyada hem Türkiye'de 68 hareketinin, öğrenci hareketlerinin çok alevlendiği daha doğrusu başladığı yıllar. Tabii ki ben de bunun içine dahil oldum. Önce DEV-GENÇ'li oldum. O zaman başka şansımız yoktu öğrenci olarak. Epey maceralar da yaşadım. Bilmiyorum merak ederseniz sonra sorarsınız anlatırım. İşte o dönem çok tutuklandım, içeri girdim, çıktım. 12 Mart askeri darbesi sırasında ve hemen 12 Mart sırasında üniversite hareketinden, gençlik hareketinden biraz kopup sendikalarda çalışmaya başladım. Önce Tekstil Sendikasının dergisinde çalıştım. Daha sonra-- Hepsi bunlar DİSK'e bağlı sendikalar. Kimya-İş Sendikasının dergisinde çalıştım. Genel merkezinin DİSK dergisinde çalıştım. Çok hareketli yıllardı. Biz 2 kardeşiz. Kardeştik daha doğrusu. Kardeşim benden 8 yaş küçüktü. Ben üniversiteye geldiğim yıllarda o 12-13 yaşlarında. Dolayısıyla biz o yaşlarda, ben o yaşlarda ailemden ayrılmış oldum. İşte tabii ki tatillerde gidiyorum ya da onlar geliyorlar. Kardeşim benden çok etkilendi. Ben biraz böyle edebiyata, sanata, yani düşkün bir insanım. İşte şiir vesaire. Kardeşimle mektuplaştık. Çok uzun zaman mektuplaştık. O mektuplar onu çok etkilemiş. Kardeşim de benim gibi sol hareketin içinde devrimci oldu. Gazetecilik okudu Ankara'da. Sonra kocasıyla beraber, kocası da Politika gazetesinin yazı işleri müdürüydü. Aydın Şenesen. Onunla İstanbul'a geldiler. Orada yaşamaya başladılar. Devlet Güzel Sanatlar Akademisi aslında İstanbul'daki bütün devrimci hareketlerin merkezi gibiydi. Çok güzel bir okuldur eğer gidip gördüyseniz. Deniz kenarındadır. O zamanlar biz oradan denize girerdik. Şimdi tabii ki mümkün değil. Kantinde tabii ki geliyorlar, toplantılar yapılıyor işte forumlar yapılıyor vesaire. Ben geldiğim zaman tam 68 hareketleri ve boykotların yani 68 hareketinin, gençlik hareketinin boykotlarının olduğu bir dönemdi. O dönemde tabii ki DEV-GENÇ'le tanıştım. DEV-GENÇ'lilerle tanıştım. Hem bizim okulda çok yoğundu hem de dışarıdan bizim okula gelirlerdi. Çok güzel bir konferans salonumuz vardı. Orada toplantılar yapılırdı. 00:06:00Dolayısıyla böyle doğal bir şekilde, sanki her zaman oradaymışım gibi onların arasında oldum. Çok güzel arkadaşlıklar kuruldu. Dostluklar kuruldu. Sadece dostluklar değil tabii. Yoldaşlıklar anlamında da söylüyorum. DEV-GENÇ başlangıçta hakikaten bir öğrenci hareketiydi. Bizim okulda da gerçekten çok ciddi bir mücadele veriliyordu. Sanıyorum Türkiye'deki üniversiteler içerisinde ilk kez öğrencinin üniversite yönetimine katılması bizim okulda kabul ettirildi. Biz yönetime katılırdık yani hocalarla birlikte karar verilirdi. Şimdi galiba böyle bir şey yok üniversitelerde. Dolayısıyla bir merkez halindeydi. İşte yürüyüşlere gidilir. Tabii ki cenazelere gidilir. Çünkü çok genç kaybedilirdi. Ölürdü. Öldürülürdü. O zaman bu dinciler fanatik dinciler çok kuvvetli değildi ama faşistler çok fazlaydı. Özellikle işte bu Türkeş'in, MHP'nin Bozkurtları vesaire. Onlarla bir ciddi çatışmalar olurdu. Tabii ki çok anti-emperyalist bir hareketti. Şimdi böyle gülerek anlatıyorum. Tekrar olsa yapar mıyım aynı şeyi bilmiyorum. İşte gidip Amerikan binalarının camlarını taşlardık. Polis gelir. O zaman polise "fruko" derdik. Çünkü yeşil elbiseleri vardı, beyaz şapka, şeyler giyerlerdi miğferler giyerlerdi. Nedense onlara fruko adı takılmıştı. Onların arabaları da bugünkülere hiç benzemezdi. Açık arabalardı. Gelirler, kovalarlar, kaçarız. Yani hayatımız hep kaçmakla, kovalamakla geçti. Bizim okulda serigrafi basılırdı. Afişler bizim okulda basılırdı. Gece afişlemeye çıkardık. İşte saat 11-12 gibi el ayak çekilince. Tam okulun karşısında bir sebil vardı böyle çok tarihi. Hala var. Kabataş'a doğru. İşte şeyleri dağıttık, astıktan sonra afişleri yapıştırdıktan sonra sabaha karşı böyle 3'lerde, 4'lerde falan sebile gider çay içerdik. Yani çok, çok hoştu aslında. Böyle bir macera filmi gibi düşündüğüm zaman. Hatta şöyle şeyler yaşadık. Tabii ki polis de aptal değil bizi takip ediyor. Sebile giriyoruz, çay içiyoruz. Kapıda bekliyorlar. Çıkanları teker teker yakalıyorlar. 1.Şube'ye götürüyorlar. İşte biraz hırpalanıyoruz, ertesi sabah bırakılıyoruz. 1.Şube o zaman şeydi, Sultan-- Sultanahmet diyorum. Sirkeci'de Sansaryan Han'dı. Oraya götürürler işte biraz tartaklarlar. Bazen karakollarda sabahlarız falan. 00:09:00Böyle bir şey yani. Nasıl, bu şekilde nasıl devrim yapardık onu da bilmiyorum. Ama daha sonra tabii iş çok ciddileşti. Hani ilk başladığı zamanki o romantizm ortadan kalktı. Baya iş ciddileşti. Banka soygunları başladı işte yani iş biraz çığırından çıktı. Çok sayıda arkadaşımız çatışmalarda ölmeye başladı falan.

00:12:47 - Tekstil Sendikası'na Girerek İşçi Sınıfına Dahil Olma Süreci, Ertan Uyar ile Tanışması ve Evlenme Süreci

Play segment

Partial Transcript: Ben o yıllarda aslında doğrudan DEV-GENÇ'in içinde değildim çünkü tekstil bölümünde okuyordum üniversitede. Ve şey işçi sınıfının içine de girmek istiyoruz. Beni tekstil sendikasına gönderdiler. Tekstil sendikasında çalışırsam işçi sınıfının içerisine girmişiz gibi olacağız. Böyle bir naif bir düşünce aslında bugün baktığım zaman. O zaman tabii çok daha ciddiye alıyordum bu işi. Sendikaya gittim. Mini etekli bir kızım. Çünkü biz akademideki kızlar, diğer okuldakilerden biraz daha farklıydık. Daha böyle alternatif giyiniriz falan. Rahmetli Yunus Kara, sendikanın genel sekreteri beni kabul etti. "Sen niye geldin kızım buraya?" dedi. "Ben iş arıyorum, onun için geldim" dedim. Böyle bir baktı aşağıdan yukarıya bana. Pek yemedi benim söylediğim şeyi ama biraz sağa sola telefon etti, bana iş bulmaya çalıştı. Sandı ki hani paraya ihtiyacım var. Çalışmak istiyorum. O sırada içeriye Aydın Engin girdi. Aydın Engin'i tanır mısınız bilmiyorum. Gazeteci. Yunus Kara tanıştırdı beni Aydın Engin'le. "Bu kız" dedi, "bu küçük hanım" dedi "iş aramaya gelmiş" dedi. "Nasıl bir iş ararsın, ne yaparsın?" dedi bana Aydın Abi bana. Aydın Engin. E "Ben" dedim "işte akademide okuyorum yazarım, çizerim, resim yaparım, boyarım." "Aaa öyle mi hadi gel bakayım sen içeri" dedi. Böyle küçücük bir odaya aldı beni. Tekstil dergisini çıkartıyormuş Aydın Engin. Ve bir broşür çıkaracaklarmış işçilere, bir eğitim broşürü. E o zaman bu broşürü sen resimle bakalım dedi. Allaaah hiç yapmadığım bir iş bu benim şimdiye kadar. Ama şöyle bir huyum var benim yapmadığım işlerin üstüne çok balıklama atlarım. Yaparım derim. Tabii ki gece gündüz çalıştım. Bir şeyler çizdim. Folklor oynayan, dans eden işçiler çizmişim. Hala broşür de durur içeride. Ama öyle bir çizmişim ki adamların hiçbirinin boynu yok. Senelerce benimle dalga geçtiler. Boyunsuz işçiler çizdi diye. Ama bu şekilde ben sendikalara girmiş oldum. Okuldaki gençlik hareketinden de kopmuş oldum. Sendika dergilerinde çalıştım. O arada Ertan'la, o da sendikada çalışıyordu. Tekstil dergisinde tanıştık. 00:12:00Benden epey büyük, 7 yaş büyük. Sosyolojide okuyor böyle kara gözlüklü. Çok ciddi. Böyle bıyıklı. Kareli şey giyiyor, ceket giyiyor. Hatta ütülü pantolon giyiyor. Hiç benim alışmadığım bir giyim tarzı. Biraz didişmeye başladık onunla. Sonra aradan yıllar geçti. 3-4 yıl sonra sevgili olduk nasıl olduysa. Ve 75 yılında evlendik. Yani birlikte çalışarak ve birbirimizi tanıyarak başladık.

00:22:07 - İKD'ye Katılması, Yayıncılık Dönemi, 12 Mart Dönemi, 3 Kere Tutuklanma Süreci ve THKO Davası, Gençlik Hareketinden Kopuş

Play segment

Partial Transcript: İşte o sendikadan o sendikaya çeşitli yayınlarda çalıştım. Yani Cağaloğlu'nda çalıştım şeye kadar 80'li yıllara kadar. 75 yılında, 74 yılında İlerici Kadınlar Derneği kuruldu. İKD. Onlar bir şey arıyorlardı böyle eli bu tür işleri tutan. Kağıt tutan işte biraz mizanpaj yapabilecek, derginin hazırlığında görev alabilecek birisini arıyorlardı. Ben de o sıralarda DİSK dergisinde çalışıyordum. Bana teklif ettiler. Ben kadın hareketine hiç ilgi duymuyordum açıkçasını söylemek gerekirse. O yıllarda. Ama dergide çalışmak olunca, hani bildiğim ve yaptığım bir iş olduğu için gene balıklama atladım işin üstüne. Kadınların Sesi dergisinde çalışmaya başladım ve onun yazı işleri müdürü oldum. Dergiyi çıkartıyorduk. Aylık bir dergiydi. Önce gazete boyutunda çıkıyordu sonra dergi boyutuna indirdik. İşte aşağı yukarı 80'li yıllara kadar dergi çıktı. Çok iyi bir dergiydi aslını isterseniz. Bir kadın dergisi olarak. Tabii feminist bir dergi değildi. Yani o zaman zaten Türkiye'de feminizm çok fazla bilinen, tartışılan ya da ne denir makbul bir bakış açısı değildi. Biz kadınların kurtuluşunun ancak sosyalizmle mümkün olabileceğine inanıyorduk. Bunu savunuyorduk. Yani "toplumun kurtuluşu kadının da kurtuluşudur" diyorduk. Fakat bugün ben dergilere dönüp baktığım zaman, bakıyorum zaman zaman ne yapmışız acaba diye bugün feminist arkadaşların istediği neredeyse, öne çıkardığı bütün konular bizim dergilerimizde yer alıyor. İşte evlat acısı, eşit işe eşit ücret, çocuklara kreş hakkı işte çocuklara süt, cinayetler, kadın cinayetleri. Yani çok ilginç şeyler var. Mesela Gaziantepli genelev kadınlarının sorunlarını bile 00:15:00işlemişiz şeyde, dergide. Yani bunların da şimdi bile tartışıldığını görünce baya ileri adımlar olduğunu düşünüyorum. Ama ne yazık ki işte Türkiye'deki durum çok sertleşince, artık herkes yani neredeyse sokakta herkes birbirinizi vuracak durumda biliyorsunuz. Kahveler taranıyor, evler basılıyor, insanlar öldürülüyor. Çok sayıda insan içeride. Tabii bu arada 12 Mart dönemini atladım. Hemen 12 Eylül'e geldim. 12 Mart dönemi de çok sert bir dönemdi. O dönemde de ben 3 kere tutuklandım. Epey problem yaşadım tutuklandığım dönemlerde. Ama hep DEV-GENÇ üzerinden sorgulandım. Şeyde yattım, o ilginçtir benim hayatım için. Orada çok şey öğrendim. Aslında dünyaya bakış açımın orada değiştiğini de düşünüyorum. Ankara'ya götürdüler beni. Burada İstanbul'da tutuklayıp. Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu'nda kaldım. Sevgi Soysal'ın kaldığı koğuş. Ama Sevgi Soysal tahliye olmuştu. Orada ben Behice Boran'la tanıştım. Behice Boran. TİP genel başkanı oradaydı. Aşağı yukarı 1 buçuk ay kadar kaldım tutuklu olarak. Behice Boran'dan çok şey öğrendim. Yani dünyaya bakışım aslında öyle söylemem gerekirse, Behice Boran'la değişti. Çok disiplinli, çok sıcak. Ama böyle duruşu ilk baktığınız zaman sert bir insan izlenimini veren ama konuştuğunuz zaman sizin böyle içinize nüfuz eden bir şeyi vardı, konuşması vardı. İkna edici, anlatıcı, hiç insanları küçümsemeyen, hiç üşenmeden anlatan. Çok güzel bir sesi vardı. Geceleri keyif yapardık koğuşta. Davudi bir sesi vardı. Şarkılar söylerdi. Ondan çok şarkı öğrendim mesela. İlk türkülerimi ondan öğrendim desen yalan olmayacak. Yani oradan çıktığım zaman ben başka biriydim artık ve gençlik hareketinden bu şekilde kopmuş oldum. Yani THKO davası, Deniz Gezmişlerle ilgili bir davaydı. Birisinin üstünde telefon numaram çıkmış. Benim adımı vermiş. Sorguya götürdüler. Ama ben hakikaten bir şey bilmiyordum yani. Örgütün doğrudan içinde değildim çünkü zaten kopmuştum. Ama işte telefon numarası bilmem ne falan filan bu şekilde bir bağlantı kurmuşlar. Valla şimdi komik bir 00:18:00şey söyleyeceğim size ama bana ne sorduklarını bile o dönemde unuttum. Böyle her tarafı kapalı bir yerde sorguya çekildik. Bir evdi orası, ev gibi bir yerdi. Bütün pencerelerine böyle tahta çakılmıştı ya da tahta panjurlar vardı. Ben tek başıma bir odada tutuldum. İşte silahlar nerede diye soruyorlar, bu hareketi kimler yönetiyor diye soruyorlar işte nereden para alıyorsunuz diye soruyorlar. Yani gerçekten bilmediğim bir sürü şey soruyorlardı bana. Aslında orayla ilgili çok ilginç anılarım var ama şimdi sizin çok zamanınızı almak istemiyorum. Yani Yıldırım Bölge'ye gitmeden önce o sorgu yerinde kaldım uzunca bir süre. Orası askeri bir yerdi çünkü bizim yemeğimizi falan askerler getiriyorlardı. Üstümüzdeki bütün elbiseleri ne varsa ne yoksa aldılar böyle çizgili pijamalar verdiler. E ben çok ufak tefek bir insanım. O pijamalar herhalde erkek pijaması böyle paçaları kolları uzun şeylerdi, katlıyordum falan. Öyle orada kalıyordum. Her gün gelip gözümü bağlıyordu askerler. 2-3 kişi gelip sorgu yapıyordu. Bir gün, gene gözüm bağlı, başka birisi geldi. Yani sesini çok iyi tanımadığım, duymadığım birisi geldi. Benim kulaklarım falan çok şeydir, böyle hassastır. Sesleri falan çok ayırabilirim. "Sen" dedi "Berrin misin?" dedi. "Berrin Tümay'sın değil mi?" dedi. O zamanki soyadım Tümay. "Evet" dedim. "Ben seni tanıyorum" dedi. "Nasıl düştün buraya" dedi? "Siz kimsiniz?" dedim. "Aç gözlerini" dedi. Açtırdı benim gözlerimi. Böyle çopur suratlı bir resmi kıyafetli bir adam. Genç böyle, şimdi ben o zaman 20'li yaşlardayım. Bu da herhalde 35 filan. O civarda. Tabii rütbesini hatırlamıyorum. "Beni hatırladın mı?" dedi. Tabii ben görür görmez hatırladım. Şimdi benim matematiğim her zaman çok zayıftı. Ortaokulda Ankara'da annem bana matematik dersi aldırdı bir askeri öğrenciden. Bizim evimiz Cebeci'deydi. Askeri öğrencilerin kaldığı bir yurt vardı. Cebeci yakınlarında bir yerde. Oradan bir öğrenci gelip bana ders veriyordu, matematik dersi veriyordu. O adam, o çocuk büyümüş, rütbeli bir asker olmuş ve geldi beni sorguya çekmeye başladı. Benim iyi polisim diyeyim tırnak içinde. Polis değil adam asker ama. Şey istedi, "Bak" dedi "ben senin çocukluğunu biliyorum. Sen böyle anarşist 00:21:00olacak filan bir aileden gelmiyorsun. Onun için sen" dedi "şimdi bütün başından geçenleri sırasıyla yaz. Her şeyi, sana sordukları her şeyi söyle. Ben seni buradan kurtaracağım" dedi. Ben de bir şeyler yazdım uydur kaydır. Yani bir şey bilmiyorum zaten. Adamlara ne anlattıysam onları yazdım. Ama hakikaten o yazıları verdikten sonra 3 gün içinde ben oradan tahliye oldum ama Yıldırım Bölge'ye gittim tutuklanarak. Böyle ilginç bir şey. Yani bana matematik dersi veren adam sonra benim karşıma sorgucu olarak çıktı. Büyük bir ihtimalle yani işte askeriyenin bu siyasi işlere bakan artık MİT görevlisi miydi, BİT görevlisi miydi bilmiyorum. Adamlarından bir tanesiydi. Fakat ne yazık ki ne annem adını hatırlıyor çocuğun ne ben hatırlıyorum. Yani izini kaybettik onu demek istiyorum. Bilmiyoruz.

00:25:12 - Yıldırım Bölge'de Tutukluluk Hayatı, Hapishanede Günlük Yaşam

Play segment

Partial Transcript: Evet Yıldırım Bölge çok ilginçti. Aslında orası bir hapishane olarak yapılmamış. Asker koğuşları. Çok büyük hangar gibi bir yer düşünün. Pencereler böyle yukarıda. İkişer katlı ranzalar var. Üstteki ranzaya çıktığın zaman dışarıyı görebiliyorsun. Üstteki ranzaya çıktığımız zaman bir taraftan içerde yani bu askeri bölgenin içinde talim yapan askerleri görebiliyorsun. Diğer taraftan pencereden baktığın zaman da karşıda gecekonduları görebiliyorsun. Öyle bir yüksekçe bir yere kurulmuş bir yerdi Yıldırım Bölge. Dışarıda askerler işte günde 2 kere 3 kere tam iyice hatırlayamıyorum, şey yapıyorlar, talim yapıyorlar. İşte "Eminem Eminem Çakır Eminem, göbeğinin altı çukur Eminem" diye koşuyorlar. Biz içeride çok disiplinli bir yaşam sürdürüyorduk. Sabah çok erken karavana geliyordu. Koğuş epey kalabalıktı. Dedim ya hangar gibi şimdi tam hatırlayamıyorum ama 20 kişiye yakındı herhalde. Mesela hatırladığım insanlar işte Behice Boran'ı çok iyi hatırlıyorum. Seyhan Erdoğdu vardı mesela. O da böyle devrimci hareketin önde gelenlerinden bir tanesiydi o yıllarda. Sonra Aydınlıkçılardan birileri vardı. İsimlerini unutmuşum şimdi gerçekten. Çok da hatırlamaya çalıştım ama hatırlayamadım. Neyse sabah kalkıyoruz, ortada kocaman bir tane soba var. Baya büyük bir soba var. Nöbetçi onu yakıyor. Çünkü kıştı ben girdiğim zaman. Sobanın etrafında işte oturuluyor, sohbet ediliyor sabah 00:24:00kahvaltı edildikten sonra. Eğitim saatleri var işte hep de orada böyle entelektüel insanlar olduğu için hani Behice Boran çapında kimse yoktu ama belirli konular üzerinde tartışılıyor, konuşuluyor vesaire. Öğleden sonra belli bir saatte sessizlik saati yapılıyor. 2 saat 3 saat herkes kitabını okuyor. Ranzasında oturuyor. Mümkün olduğunca sessiz kalmaya çalışıyor. Akşam da yemeğimizi yedikten sonra gene karavana geliyor ama içerde de biz yemek pişirebiliyorduk dışardan bir şeyler aldırtarak. Ondan sonra keyif saati başlıyor. Oturuyoruz ranzalarımıza. İşte kimisi örgü örüyor, kimisi nakış örüyor kimisi resim yapıyor. Şarkılar söyleniyor, türküler söyleniyor sobanın etrafında. Hoş. Bir de günde 1 kere havalandırma saatimiz var. O askerlerin talim yaptıkları alana çıkıp işte ne kadardı 1 saate yakın, dolaşabiliyorduk. Yani günlük yaşam böyle devam ediyordu.

00:37:18 - Dönemin Sendikal Faaliyetleri, 77 Kanlı 1 Mayıs

Play segment

Partial Transcript: Aslında şöyle söylemek gerekir. Kendimi çok şanlı bir insan olarak kabul ederim ben. Çünkü Türkiye'de sendikaların en güçlü olduğu dönemde sendikalarda çalıştım. Gerçekten çok aktifti. Hele DİSK içindeydik ki TÜRK-İŞ de güçlüydü. Yani o da güçsüz değildi. Hatta TÜRK-İŞ'in sanıyorum üye sayısı DİSK'ten daha fazlaydı. Ama bizim etkimiz daha fazlaydı. Toplu sözleşmeleri, toplu sözleşmelerde gerçekten çok iyi haklar alınırdı. DİSK'te örgütlenmesi genelde istenmiyordu tabii ki hakim sınıflar tarafından işçilerin. Ama kararlı bir işçi sınıfı vardı. 74-75 yıllarında tam benim DİSK'te olduğum yıllar. O yıllarda DİSK'te daha doğrusu DİSK'e bağlı sendikalarda çok aktif bir şey var. Yani bir yükseliş var. Üye sayımız çok fazla oluyor. Herhangi bir şekilde bir yerde problem çıktığında hemen grev yapılıyor. Toplu sözleşmecilerimiz sendikalara bağlı, özellikle Maden-İş Sendikası, çok güçlü. Kocam da orada çalışıyordu zaten. Türkiye genelinde de bu arada Türkiye Komünist Partisi konuşulmaya başladı. Yani Türkiye Komünist Partisi tabii ki legale çıkmadı. İllegal bir parti ama örgütlenmeye başladı ve çok güçlü bir örgütlenmeydi bu. İlk 1 Mayıs mesela 00:27:00örgütlenmesi muhteşem bir olaydır benim için. Hayatımda unutamayacağım bir şeydir ve DİSK'te olduğum için doğrudan örgütlenmenin içindeyim. Hatırlarsanız, Kültür Sarayı. Şimdi yok ne yazık ki. Kültür Sarayı'nın üstüne çok büyük bir şey asılmıştı. Afiş asılmıştı. Bez afiş asılmıştı. Mesela o afişi DİSK'in alt katındaki büyük salonda boyadık. Afiş Orhan Taylan'ın bir afişi aslında. O meşhur elinde dünyayı tutan işçiler afişi, onlar basıldı. İşte afişlendi. Şeyin üstüne Kültür Sarayı'nın üstüne, o büyük bez pano yapıldı. Çok hummalı bir çalışmaydı. 10 gün 15 gün belki de daha uzun bir süre örgütlenme yapıldı. Ve 1 Mayıs gerçekten çok yığınsaldı. Çok yığınsaldı. İnanılır gibi bir şey değildi. Böyle İstanbul'un her tarafından hatta başka kentlerden de insanlar aktı Taksim alanına. Ve tabii ki 1 Mayıs'ın bu şekilde başarıyla sonuçlanması ve TKP belgelerinin orada atılması TKP'nin de çok güçlenmesine neden oldu. Ben de o yıllarda TKP'ye dahil oldum. Ya da TKP'li gruplarla çalışmaya başladım parti üyesi o yıllarda olmadım ama. Kendimi TKP'li olarak kabul ediyordum. Belgelerini kabul ediyorum, ihlallerini kabul ediyorum işte uzun uzun şimdi ideolojik olarak bir sürü şey söylemek istemiyorum ama çok gönülden harekete katılıyorum. Gece gündüz çalışıyorduk. Fabrikalara gidiyoruz yani öğrenci hareketinden tamamen koptum. Zaten o yıllarda evlendim de. 75 yılında evlendim Ertan'la. Beraber çalışıyoruz. Günlerce eve gelmediğimiz, gitmediğimiz oluyor. Hatta şöyle bir şey, pişman olduğum olaylardan bir tanesidir o. Evlendikten 75 yılında. Tabii ki ailem çok heveslendi kızları evlendi işte gelinlik giyeyim, düğünler yapalım, dernekler yapalım. Ben böyle beyaz da değil bej rengi bir elbise aldım. O elbiseyle nikaha gittim. Nikahtan sonra evdekilere yalan söyledik. Aktivitelerimizin fazla olduğu bir dönem. Tam benim evleneceğim gün, 12 Haziran, derginin çıkması gerekiyor. Aileme, ta İzmir'den Ankara'dan insanlar gelmişler benim nikahım, düğünüm için. 00:30:00Yalan söyledik. "Biz balayına çıkıyoruz şeyimiz trenimiz kalkacak, otobüsümüz kalkacak" diye. Onları sofrada bırakıp, çıkıp, gidip dergiyi yetiştirdik sabaha kadar. O kadar üzgünüm ki çünkü o benim nikahıma ta uzaklardan gelen insanların hiçbirisi yaşamıyor şimdi. Yani evet çok pişman olduğum, şimdi çok üzüldüğüm hatta niye gelinlik giymedim diye de üzüldüm. Çünkü annem çok istiyordu böyle bir şey yapmamı. Yapmadım. Onlar da hiçbir şekilde bana karşı çıkmadılar ne istersem yapayım diye. Dedim ya biraz demokratik, fazla da demokratik bir aile. Böyle, düğünümüzü bile böyle yaptık, nikahımızı bile. Onu demek istiyorum. Sonraki 1 Mayısları biliyorsunuz. Bir sonraki 1 Mayıs DİSK'te olduğum için tekrar tabii ki gündemimde. Yine çok büyük bir özveriyle hazırlandık. Ben kanlı 1 Mayıs'ta DİSK'te çalışıyorum ama bir taraftan da İKD'nin dergisine, Kadınların Sesi dergisine de yardım ediyorum. Şey görevlisiyim, alan görevlisiyim 1 Mayıs'ta. İşte tam kürsünün orada bekliyorum kadınları falan böyle şey yapıyorum yani alana yerleştirmekle görevli olanlardan bir tanesiyim. Kemal Türkler konuşurken zaten biliyorsunuz ateş açıldı. Kemal Türkleri hemen üstüne kapanıp yere yatırdılar. Aslında yere yatırmanın hiçbir anlamı yok çünkü kürsünün önü şey, kumaş. Yani bir tahta filan da değil. Bütün alandaki insanlar kürsüye doğru koşmaya başladılar. Korkunç bir panik oldu. Her tarafa doğru yayılıyorlar, kaçıyorlar. Hani böyle tam ortalığa bir şey atılmış gibi. Bizim tarafa doğru. Ben de merdivendeyim. Orada merdiven hala var mı hatırlamıyorum şimdi ama o zamanlar vardı. Böyle kolumdan birisinin beni çektiğini hatırlıyorum. Çünkü o kalabalık üstüne gelse sen orada ezilebilirsin. İşte o kalabalık biraz kendine geldikten-- Ya bu böyle 1-2 dakika bile değil. Çok kısa bir süre içinde insanlar kendilerini topladılar, daha düzenli bir şekilde dağılmaya ve kaçmaya başladılar. Aşağı yukarı 3 veya 4 dakika taş çatlasa 5 dakika sonra tekrardan merdivenlere döndüğümde o alanı tanıyamadım. Biraz önce cıvıl cıvıl rengarenk olan işte marşların söylendiği pankartların, çocukların böyle omuzlarda taşındığı, yaşlılar tekerlekli arabalarla gelmişler. Yani 00:33:00 inanılmaz güzel bir görüntüydü. Bir çöplük gibi bir şey kalmıştı. Yani çöp yığınları gibi. Bütün pankartlar yerde kırılmış, çantalar, ayakkabılar. İnsanlar bir şeyleri düşürmüşler, unutmuşlar, torbalar. 2 tane şey gözümün önünden gitmiyor. Bir tanesi, bir çantaya sarılmış ağlayan küçük bir çocuk. Yani ailesi, annesinden ya da babasından kopmuş. O ağlıyor. Ondan sonra bir de yaşlı bir amca, adam. Şey yapmış böyle oturmuş. Ayaklarını da uzatmış. Böyle dizlerine vura vura vura ağlıyor. İki görüntü hiç gözümün önünden gitmiyor.

Evet, tomalar. O zaman toma değil-- Neydi ya zırhlı arabaların adı unuttum. Şimdi-- Panzerler. Gidip geliyor insanların etrafında, üstünden geçiyorlar. İşte o kadıncağız bir panzer tarafından ezilmiş. Kazancı Yokuşu'nun başında korkunç bir yığılma olmuş. Hem kurşunla ölenler var hem de ezilerek ölenler var. Çünkü yani çok korkunç bir şey. Yani sonradan gördük tabii ama o anı çok yakından hatırlayamıyorum. Şeyi hatırlıyorum, oraya toplanan arkadaşlar, görevli arkadaşlar. İlk önce tabii ki yaralılara falan yardım ettik. Ambulanslar geldi. Daha sonra da erkek arkadaşlardan bir tanesi o çocuğu kucağına aldı götürdü. Çantaları, ayakkabıları topladığımızı hatırlıyorum. Ne-- yani bir şok herhalde. Ayakkabıları niye topluyoruz ki. Yani ben ayakkabı topladığımızı çok iyi hatırlıyorum. Bir çuval. Çantaları topladık. Hadi o biraz daha mantıklı bir şey. İnsanların paraları var, kimlikleri var içinde. Sonra DİSK'e gitmedik. Başka bir yerde arkadaşlarla buluştuk. Yani herkes ağlıyordu. O kadar güzel bir şeyin, bu şekilde sonlanması feci bir olaydı. Tabii ertesi gün DİSK'te ölenlerin ailelerine taziyeye gidildi. İşte çantalar teslim edildi. O çantalardan 1-2 tanesini de ben götürüp teslim ettim. Yani kaçarken götürmüşler tabii içinde kimlik olunca buluyorsun. Ama bir sonraki 1 Mayıs benim için çok enteresan. Çünkü o zaman İKD'de çalışıyorum. Kadınların Sesi dergisinde. Kadınları 1 00:36:00 Mayıs'a hazırlamaya çalışıyoruz. Evlere gidiyoruz. Birkaç arkadaşım daha buna benzer şeyler anlatırlar. Benim karşılaştığım da şöyle, bir gene böyle o günler için baktığımda benim açımdan yaşlı bir kadın. Şimdi bir 70 yaşındayım, 70'lerinde filan olan bir kadın. Böyle beyaz saçlı. Şuraları hani kınalı kınalı olur ya beyaz saçın üzerine kına. Öyle bir kadın. "1 Mayıs'a hazırlanıyorum kızım" dedi. "Bak burada her şeyimi hazırladım" dedi. Temiz beyaz iç çamaşırları hazırlamış, temiz, her şeyi tertemiz, pırıl pırıl, ütülemiş onları. "Niye böyle hazırlanıyorsun?" "Şimdi" dedi, "geçen sene ben gördüm" dedi, "böyle ölenlerin üstünü açıveriyorlar. Hani beni de dedi böyle şey eski püskü, yırtık pırtık giysilerle görsünler, iç çamaşırıyla görsünler istemiyorum" dedi. Tertemiz giysilerini giyip gelmiş şeye, bir sonraki 1 Mayıs'a. Ondan sonra da zaten biliyorsunuz yavaş yavaş her şey yasaklanmaya başladı. Çatışmalar arttı. Yavaş yavaş 12 Eylül'e yaklaşmaya başladık.

00:45:03 - Kadınların Sesi Dergisinde Çalışma Hayatı, 16 Mart Katliamı, TKP ile Etkileşimi, İKD ve "Uzun Yürüyüş"

Play segment

Partial Transcript: 12 Eylül'e yaklaşmaya başladığımız yıllarda ben Kadınların Sesi'nde çalışıyorum artık. Bizim dergimiz 30 bin basılıyordu. Hiç elimizde kalmıyordu yani 15-20-30 belki 100 tane kalıyordu. E hem satılıyordu hem dağıtılıyordu. Bugün için 30 bin satılan ya da dağıtılan bir dergi var mı bilmiyorum. Çok üyemiz vardı. Hani şöyle parmağımızı yaptığımız zaman, çıt yaptığımız zaman kadınlar bir araya toplanırdı. İşçiler de öyleydi aslında. 12 Eylül'den sonra her şey böyle yavaş yavaş düşmeye başladı. Ama kadınların haklarını yememek lazım. Ben bu dünyayı kadınların kurtaracağına inanıyorum. Şimdi de sokakta olan sadece kadınlar var.

Şimdi ben gençlik hareketinin içinde değilim artık o yıllarda. Ama şunu gözledim. Gözlediğimi söyleyebilirim. Bir kere 12 Mart'tan önce büyüktü örgütler yani bölünmemişlerdi. Bir bütün halinde hareket edebiliyorlardı. 12 Mart hareketinden, 12 Mart darbesinden sonra özellikle de bu 1 Mayıslarda yaşanan korkunç olaylardan sonra bölünmeler başladı. Özellikle gençlik hareketi. Yani kaç tane fraksiyon oldu ben bilmiyorum. Yani hapse girdiğim yıllarda gördüm ve şaşırdım. Hiç adını duymadığım örgütlerden insanlar vardı hapishanede. DİSK tabii ki şöyle bir şey yaşadı, işçi hareketi. Maden-İş çok güçlüydü. TKP çok güçlüydü. TKP sürekli güçleniyordu. İşçi Partisi epey güçlüydü. Onun dışında 00:39:00 diğer örgütler yani sendikal hareket, doğrusunu söylemek gerekirse DİSK zayıflamadı hatırlayabildiğim kadarıyla. Ama işçi sınıfı üzerinde baskılar çok arttı. Toplu sözleşme-- Yani devletin şeyleri daha doğrusu çıkartılan kanunlarla MES yani işveren sendikaları çok güçlendirildi. İşçilerin üzerine çok baskı. Bizim kazandığımız, o güne kadar kazandığımız haklar geri alınmaya başladı ve çok büyük grevlere başladı Maden-İş Sendikası. DİSK'e bağlı sendikalar. İşte bu MES'e karşı sürdürülen grevlerde. Ve çok uzun sürdü bu grevler. Tabii ki belli yılgınlıklar yaşanmadı dersek yalan olur. Çünkü yıllarca süren grevler. İnsanlar aç susuz, işten atılıyorlar. Lokavt hakkı doğmuş. Yani seni sorgusuz sualsiz işten atabiliyor işveren. Yani 12 Mart'a giden koşullar biraz yılgınlar dönemleri demeyeyim ama yavaş yavaş insanların kendilerini geriye çekmeye başladıkları bir yıl oldu, yıllar oldu diyebilirim. Mesela kitlesel eylemler azaldı daha çok böyle mevzi, lokal eylemler yapılıyordu ve çok çatışma vardı. Yani herhangi bir eylemi yaptığın zaman mutlaka bir yerden ateş açılıyordu, silahlı çatışmalar çıkıyordu. 76'dan hatta 77'den sonraki dönemi, silahlı çatışmalar dönemi, toplu katliamlar dönemi olarak belki saymak mümkün. İşte 16, kaç öğrenciydi orada ölen-- 16 Mart'ta. Çok çok sayıda mesela öğrenci topluca öldü. Dışarıdan bomba atılmış İstanbul Üniversite'sinde. Bunlar kolay olaylar değil yani. İnsanlar çok rahatlıkla eğer örgütlü değillerse yılıp geri çekilebilirler. Şimdi mesela sen bir parmak hareketiyle biz diyoruz işte binlerce kişiyi toplayabiliyoruz ama binlerce kişi senin üyen değil, senin sempatizanın. Üyeler gene çekirdek olarak kalır ama sempatizanlar gelmez artık. Ben doğrusunu isterseniz TKP'nin içinde örgütlenme hareketinde hiç çalışmadım, yönetici de olmadım. Ben basın alanında çalıştım hep yani Türkiye'de de öyle çalıştım. Avrupa'ya çıktığım zaman da yine TKP'nin içindeydim. Hep basın yayın alanında çalıştım. Tabii ki hani 00:42:00 TKP'nin yayınlarını okuyorduk. Ama biz nispeten örgütlenmeden çok daha bağımsız çok daha özgür çalışabilen bir ekiptik.

Kardeşim de İstanbul'a gelmişti kocasıyla beraber. Ortaköy'de oturuyorlardı. O da Hür-Cam İş Sendikasında çalışıyordu. Hür-Cam İş Sendikasının sekreterliğini yapıyordu. Bir süre aynı binada çalıştık onunla. Ben işte Kimya-İş'te çalışırken o aşağıda çalışıyordu. Aslında basın yayında okudu gazetecilik yapacaktı. Ankara'da Politika gazetesinde ve İSTA ajansında çalıştı gazeteci olarak. Ama İstanbul'a gelince Hür-Cam İş Sendikasına şey olarak girdi, sekreter olarak girdi. Yine yayın işleriyle ilgileniyordu ama sekreterdi. Kocasıysa Politika gazetesinin sorumlu yazı işleri müdürüydü. Aydın Şenesen. Yani biz ailecek yayın, basın yayın işlerinde çalıştık. 12 Eylül gelmeden önce, önce Kadınların Sesi ve İKD engellendi. Yasaklandı. Hemen bize mühür vuruldu, kapımıza mühür vuruldu. Biz Tasvire Han'daydık Cağaloğlu'nda. Küçücük bir büromuz vardı. Bunun yarısı kadar, bu odanın yarısı kadar bir büroydu. Tabii ki gazeteye gidemez olduk. Bütün İKD derneklerinin kapılarına mühür vuruldu. Yani bizim toplanma ve örgütlenme şansımız kalmadı. Tabii ki gizli olarak gene buluşuyorduk ama artık açıktan çalışma şansımız kalmamıştı. İKD kapatılır kapatılmaz, İKD kadınlar bir araya gelip biz çok büyük bir yürüyüş yaptık. Ankara Yürüyüşü. İstanbul'dan Ankara'ya kadar yürüdük. "Uzun Yürüyüş" dedik adına. Çok enteresan bir yürüyüştü. Ben o sırada gazetede kaldım hani şey yönetmek üzere, basın olaylarını yönetmek üzere. Ama anlatılanlara göre her köyde ve her kentte katılımlarla epey büyüyerek Ankara'ya kadar gidiyor. Ama Ankara'nın kapısından İçişleri Bakanlığı'nın ve Sıkıyönetimin-- Sıkıyönetim tabii ki ilan edilmiş. Yolları kesiliyor. Ankara'ya sokulmuyorlar. Yoksa meclise gidip, mecliste konuşmak, yetkililerle konuşmak istiyorduk. Çok güzel şeyler yaşanmış o yürüyüşte. Tabii ki geceleri bir yerde kalınıyor, evlerde vesaire. İşte düğünler yapılmış. İKD gelinleri var. Yemekler yapılmış, sünnetler yapılmış. Yani çok eğlenceli bir-- Kaç gündü o uzun yürüyüş? 5 gün falan sürdü herhalde. Aslında çok da ses getiren bir yürüyüş oldu ama ne yazık ki bir işe yaramadı.