Berin Uyar 2

Museum of Historical Justice and Memory

 

Transcript
Toggle Index/Transcript View Switch.
Index
Search this Index
X
00:05:26 - 12 Eylül Günü, Darbenin Ardından Çıkan Aranmalar, Taşınma Süreci

Play segment

Partial Transcript: 12 Eylül sabahında kayınvalidemin evindeyiz Ertan'la. İstanbul'da Kocamustafapaşa'da. Biz darbeyi herkesten biraz daha önce öğrendik çünkü kayınvalidemin karşı komşusu polisti. Pol-Der'li bir polisti. İlerici bir polisti. O bizi gece yarısı pijamayla gelip haber verdi. "Darbe oldu, haberiniz olsun kaçın" diye. Fakat-- Ha hemen biz hazırlandık Ertan'la. Hani bulunduğumuz yeri terk edip başka bir yere gitmeye çalıştık. Fakat mümkün olmadı bu çünkü kapıdan çıktığımız zaman askeri arabalar çoktan geçmeye başlamışlardı köşe başları tutulmuştu. Yani dışarı çıkmak bizim için daha rizikolu bir şeydi. Tekrar kayınvalidemin evine döndük. Sokağa çıkma yasağı bitinceye kadar, biraz titreyerek orada bekledik. Çünkü hani adresi biliyorlarsa, bilmiyorlarmış demek ki kimse gelmedi. Bir de durumun nedir, ne olduğunu öğrenmeye çalıştık. İlk listede biz yokuz. Ertan da yok ben de yokum. Sendika yöneticileri var. İKD yöneticileri var. İkinci listede biz de girdik devreye, girmişiz devreye yani. Sonra çıktık. Kendi evimize gittik. O dönemde Beşiktaş'ta Serencebey Yokuşu'nun üstünde bir evde oturuyorduk. En çok sevdiğim evlerden bir tanesiydi orası. Çok ev değiştirdik çünkü. Hemen yeni bir ev aramaya başladık. Çünkü o eve gelecekler büyük bir ihtimalle. Serencebey Yokuşu Beşiktaş'ta. Maden-İş Sendikası da Beşiktaş'ta. Yani çok kolay bir şekilde mutlaka o evi biliyorlardır diye düşündük. Çok acele bir şekilde Acıbadem'de bir ev bulduk. Bir gece yükledik eşyaları taşındık. Taşındık ama aynı zamanda. Yani tabii ki 3 günde olmadı bu gene bir 10 gün falan sürdü. O arada bizi çok rahatsız edenler oldu. Evimizin hemen karşısında MHP'lilerin, faşistlerin bir yurdu vardı. O yurttan gelip penceremize cam atanlar şey taş atanlar, işte penceremizi tıklatanlar. Duvarın üstüne çıktığınız zaman penceremize ulaşmak mümkündü. Biraz ondan da ürktük. Orası çok tekinsiz bir yerdi. Taşındık. Orada bir süre 00:03:00yaşadık. Sonra Ertan'ın da arandığı anlaşıldı. Sendikacı olarak. Maden-İş Sendikası'nda çalışıyordu demiştim. Bir gün bir arkadaş geldi. Yurt dışına çıkması gerektiğini söyledi. Hazırlandı. O gitti. Ben bunları hep yazdım. O anları yani öyküleştirdim. Onun için böyle şimdi tak tak tak geçiyorum. Hani ayrıntı anlatmak gereksiz şimdi. O kaçtı yurt dışına ya da evden çıktı yani. Başka bir yere gitti. Yurt dışına gittiğini, gideceğini biliyorum da çıkıp çıkmadığını bilmiyorum. Herhalde bir süre yurt içinde bir yerlerde kaldı ama kısa bir süre sonra onu göndermişler. İngiltere'ye gitmiş. Onun haberi geldi bana. Ben o sırada aranmıyordum. Sadece o çıktı dışarı. Hani yani aranmadan da gitmek çok anlamlı gelmedi. Hani düzeni de bozmak istemiyorum. Ben kaldım. Sonra o evde de kalmamız gerektiği çıktı ortaya. Çünkü benim kaldığım o evde yani Ertan gittikten sonra bazı arkadaşlarımız, kalacak yeri olmayanlar geldiler, kaldılar. Hani birisi orayı ihbar eder, ev basılır vesaire korkusuyla oradan biz taşındık. Büyükçekmece'de bir eve. Bir yazlığa. Yazdı. Annemin adına tuttuk evi. Büyükçekmece'deki evi. Kardeşimle Aydın da orada başka bir ev buldular, aynı mahallede. Onlar da oraya taşındılar. Orada tanıdıklarımız da vardı hani onları buldular bize bu evleri. Ben kendi adımla yani illegal yaşamıyorum. Kendi ismimle, kendi hüviyetimle yaşıyorum. Kardeşim de öyle yaşıyor.

00:15:44 - Yazlık Günleri, Zerrin Tümay Şenesen ve Kendisinin Kaldığı Eve Karakol Kurulması

Play segment

Partial Transcript: Fakat bu arada Aydın aranmaya başladı. Aydın Politika gazetesi. Gazete de kapandı tabii ki. Biliyorsunuz Kanarya Sevenler Derneği bile kapandı. Hiçbir örgüt, hiçbir gazete kalmadı 12 Eylül döneminde. Aslında çok güzel bir hayat. Bir 1 ay kadar çok güzel bir hayat yaşadık. Orada bizi çok tanıyan yok. Denize yakınız. Her gün sabahtan çıkıyoruz. Denize gidiyoruz, midye topluyoruz. Bir kısmını şeyde yiyoruz, sahilde. Tenekelerin üstünde 00:06:00 pişirip. Ondan sonra bir kısmını-- O kadar çok midye topluyoruz ki. O zamanlar deniz temiz bugünkü gibi temiz. Kovalara doldurup eve getiriyoruz, komşulara dağıtıyoruz. Midye pilakisi yapıyoruz, midye tava yapıyoruz, midye dolma yapıyoruz. Yapmadığımız şey kalmıyor. İsilik olduk bütün midye yemekten düşün. Öyle bir hayat yaşadık. Güzeldi çok güzeldi. Kardeşim de yakın bana. Sonra bir gün Aydın eve bir arkadaşını getirdi. Onun da kalacak bir yeri yokmuş. Gazeteci bir arkadaşı. O da aranıyor. O da sahile çıktığı zaman bir tanıyan olmuş bir öğretmen mi neyse. Nerede kalıyorsun demiş. İşte burada kalıyorum demiş. Böylece polis, belki de polisti o konuştuğu, tanıdığı. Evi basılı-- ev basılmış. Ama kardeş-- Aydın yoktu. Annesinin babasının yanına gitmişti. Zerrin ben de kalıyordu hani evde o çocukla birlikte kalmak istemedi. Bende kalıyordu. Zerrin'in bende kaldığı bir gün ev basılmış, o çocuğu götürmüşler. Eve de karakol kurmuşlar. Biz de Zerrin'le her gün denize gidiyoruz, geliyoruz falan bir gün Zerrin dedi ki, "Ya abla şuradan birkaç tane giysi alayım." Biz böyle üstlerimizden sular damlıyor, mayolarımızın üstünden şey geçirmişiz havlu. Zerrin'in evine girdik. O tabii kapıyı çalıyordu her zaman. Hani çocuk hazır olsun, çıplak olmasın falan diye. Kapıyı çaldı, kapı açıldı. Üstümüze silahlar doğruldu. Karakol. Ondan sonra bizi çektiler içeri. Polisin eline düştük yani karakola düştük. İlk önce beni tanımadılar. "Ben ablasıyım" dedim Zerrin'in. Zerrin'i tabi biliyorlar Aydın'ın kocası [karısı olacak] diye. "Yerini söyle" dediler. Zerrin, "Bilmiyorum nerede olduğunu" dedi. Bana sordular. Ben de bilmiyorum. Çıktı gitti. "Her gün gidiyor, nereye gidiyor bilmiyoruz" falan dedik. Ondan sonra benim adımı sordular. Ben adımı söyledim. "Ne iş yapıyorsun" dedi. O an şeye karar verdim ben. Legal olarak yaptığım hiçbir şeyi saklamayacağım. Çünkü bunu herkes biliyor. "Kadınların Sesi dergisinin sorumlu yazı işleri müdürüyüm" dedim. Zaten açık her şey. Kadınların Sesi dergisi deyince oradaki polislerden bir tanesi, "Vaay orospu" dedi, "tamam işte bu Beria Onger" dedi. Beni, gazetenin sahibi olan ve İKD'nin de başkanı olan Beria Onger sandı. Sonra başka birisi dedi ki "Ya o karı" dedi "moruk" dedi. "Bak bu genç" dedi. Beria Onger rahmetli oldu şimdi. Bizden daha büyüktü, 00:09:00daha yaşlıydı. Terbiyesiz böyle bir şey kullandı. Senin-- İşte baktılar, sonuçta benim de adımı buldular ve Aydın gelecek diye karakola devam ettiler. Yani o evde biz o polislerle beraber kalmak zorunda kaldık. Ama bu arada "Sen nerede oturuyorsun?" dediler. "İşte iki ev ilerde oturuyorum" dedim. İşte giyindik. Ben tabii mayoyla. Bunlar sivil polis bunlar. Şeyle yanımda sanki benim arkadaşlarım gibi öbür eve geldiler. Bellerinden silahları çıkarttılar eve böyle girdiler. Hani orada da birisi vardır ya da Aydın vardır diye. Benim evi de aradılar. İşte giyinmeme izin verdiler. Üstümde mayo var, ıslak vaziyetteyim. Evde sakıncalı buldukları her şeyi topladılar. Bir çuvalın, şeyin bohçanın içine, çarşafın içine sardılar. Tekrar biz Zerrinlere gittik. Bu arada polisin eline hiç geçmesini istemediğim bir şeydi. Torbanın içine attılar. Kocam şeyden çıktıktan sonra, evden ayrıldıktan sonra bana bir not yazmış şöyle küçük bir kağıda bir arkadaş vasıtasıyla yolladı bana onu. Diyor ki, "Beni hiç merak etme ben çok iyiyim. Kısa zaman içerisinde buluşacağız, kavuşacağız. Hiç korkma. Keşke seni çok sevdiğimi daha çok söyleyebilseydim sana" yazıyor. Ben-- Kağıdı getiren arkadaş dedi ki "Oku bunu yırt hemen at." Kıyamadım onu atmaya. Her gece çıkarıp ona bakıyorum. Biz çünkü çok sevişerek evlendik Ertan'la. Çok büyük bir üzüntü yaşıyorum. Ondan hani kalan iki not diye. Atamadım. Sen o kağıda da bir çantanın içindeydi. Torbanın içine koy. Şimdi ben büyük bir paniğe kapıldım. Neden diyeceksiniz. Çünkü herkese Ertan gittikten sonra, niye bırakıp gitti seni diyecekler annem de dahil olmak üzere. "Anlaşamadık ayrıldık. Ben hani onun yaşadığı işte sendikal hayat bilmem falan filan onu taşıyamadım. Daha rahat bir hayat yaşamak istiyorum. O yüzden ayrıldık" dedim. Şimdi o kağıt ele geçerse ben ifade, açıklamak zorundayım. Ya kocam yazdı bana diyeceğim ya da bir sevgilim var olacak. Bu sefer sevgilim kim diye beni zorlayacaklar. Yani kafamda kurduğum plan çökmüş olacak. Dolayısıyla çok büyük bir korku yaşıyorum. Çünkü o torbayı da getirdiler Zerrin'in evine. Böyle bir oda. Şöyle bir sedir var. 00:12:00Ayak ayağa biz Zerrin'le orada oturuyoruz. Ortada büyük bir tane orta masası var. Onun üstüne koydular. Polis de masanın kenarında böyle yanda bir yerde oturuyor. Geceyi orada geçireceğiz. Bir sedir var. O sedirin üstüne bizi oturttular. Başımıza bir polis diktiler. O da oturuyor tabii ki. Diğer polisler de içerideki odalarda uyuyorlar, odalara dağıldılar. Ortada bir tane masa var. Yani sehpa var. O sehpanın üzerine de benim evimden getirdikleri eşyaları koydular. Az önce söylemiştim. O benden gelen eşyaların içinde polisin eline geçmesini istemediğim bir kağıt parçası var. Benim için bir kağıt parçası değil çok değerli ama işte sonuçta bir kağıt. Gece hep aklımda o ses var, "o kağıdı oradan almalısın, onu oradan almalısın." Ve polis de orada yatıyor. Böyle ayaklarını uzatmış. Sehpayla bizim aramızda ayakları. Yani nasıl alabilirim ki onu. Mümkün değil gibi görünüyor. Odanın da ışığı yanıyor. Bir ara polislerden bir tanesi kalktı, öbür odadaki polislerden biri. Bizim odadaki ışığı söndürdü. Salondaki ışığı. Polis de ayaklarını topladı biraz. Böyle bacak bacak üstüne attı. Ben polisin uyuduğundan emin olduktan sonra, kardeşim de uyanık. Bakıyorum ben ne yapıyorum diye. Şeyden yavaş yavaş kaydım aşağıya, sehpa-- koltuktan. Ondan sonra sehpa aslında şöyle elimi uzatsam yakalayabileceğim yakınlıkta. Fakat bana kilometrelerce gibi geliyor. Ulaşmaya çalışıyorum. Ya rabbim nasıl ses çıkıyor. Kemiklerimden, halıdan, bütün vücudumdan. Bu kadar çok ses çıkarttığını insanın tahayyül etmesi mümkün değil. İşte emekleye emekleye yavaş yavaş yavaş aslında biraz böyle bukalemun gibi. Böyle yapıyorsun duruyorsun [elini öne doğru uzatıyor]. Biraz daha gidiyorsun duruyorsun falan. Geldim. Torbayı dört tarafından bağlamışlar. Tam bildiğiniz şey torba, kenarından bir boşluktan elimi soktum. Ya rabbim nasıl gürültü geliyor. Size anlatamam. Nerede olduğunu biliyorum. Bir tane çanta var böyle bir el çantası gibi bir şey. Onun içinde. Çanta çıt çıtlı, çıt çıtı açtım. Tak diye bir ses ya da güm diye bir ses. Baktım adam da hiçbir hareket yok. Zaten horluyor. Allahtan horluyor ki uyuduğunu anlıyorum. Elimi soktum. Kağıdı aldım. Tabii ki buruşturdum kağıdı. Haşır huşur haşır huşur ses çıkartıyor. Çantanın şeyini kapatamadım artık çıt çıtını. Ondan sonra geri çıktım. Onu ağzıma attım, kağıdı. Koltuğa geldim. Yutamıyorum. O kadar heyecanlıyım ki şey tükürük bezlerim çalışmıyor yani. Yarısını kopardım kardeşime verdim. Zerrin de böyle gözleri kocaman açılmış bana bakıyor, ne yapıyor ablam acaba diye. Konuşamadığımız için anlamadı o ne olduğunu. Ondan sonra katiyen yutamadım, midem bulanmaya başladı. Öğürmeye başladım. Polis uyandı. Dedim "tuvalete gitmek 00:15:00 istiyorum". Dedi "sakın şey yapma" -götürdüler beni tuvalete- "şey çekme sifonu çekme." Yani aslında ağzımdaki kağıdı atıp sifonu çekmek istiyorum. Baktım olacak gibi değil. Şeye çıktım, vardır ya tuvaletlerde bir boşluk, oradan kağıdı dışarı attım. Sifonu çekmeden çıktım dışarı. Böylece şeye, yani sorguya girmeden önce kendimi çok rahat ve özgür hissettim. Çünkü söylemiştim hatırlarsanız, hiç yalan söylemeyeceğim. Yani legal olarak yaptığım her şeyi söyleyeceğim.

00:27:53 - Zerrin Tümay Şeneser ve Kendisinin Gayrettepe 1. Şube'ye Götürülüşü, Sorgu Anları, Görülen İşkenceler, Mustafa Hayrullahoğlu'nun Öldürülmesi, Tarık Akan'ın Gayrettepe'ye Getirilmesi

Play segment

Partial Transcript: Sonra sabah oldu. Bir ekip otosu geldi. Bizi bindirdiler Zerrin'le. Önde iki polis var. Biri şoför. Biz de arkada oturuyoruz gidiyoruz. Çantamı da benim kucağıma verdiler. İşte paralar içinde şu var bu var. Birden aklıma geldi ya rabbim, içi anahtar dolu. Şimdi nerenin anahtarı diyeceksin. Annemin anahtarı var. Alt kapı üst kapı. Bir de şey hani atamazsın ya "ay bu anahtar nedir acaba" diye saklarsın öyle anahtarlar da var. Şimdi onlar da bana dert oldu. Çaktırmadan onları da koltuğun arkasında şeye, arabaya bıraktım. Şu sıkıştırarak yani. Ondan sonra gittik. Bizi Gayrettepe'de 1.Şube'ye götürdüler. Zerrin'i arkada bir hücreye beni de bir, ön tarafta bir hücreye koydular. Hücre çok küçük yani şu koltuk boyunda. Aslında o koltuk boyunda bile değil. Hani park, parklarda banklar var ya o banklar gibi düşünün. Tahta yani yatak falan değil. Tahta. Hücrede bir sürü insan var. 8 kişiyiz. Hücre çok dar yani böyle oturuyorsun. Benim bacaklarım kısa olduğum için değmiyor duvara ama erkek hücrelerinde mutlaka bacaklar duvara değiyordur. Uçaklardaki kadar yakın yani. 4 kişi banka oturuyor, 4 kişi ayakta duruyor. Sonra yer değişiyorsun. 4 kişi oturuyor, 4 kişi ayağa kalkıyor. O kadar dar yani. Benim şöyle bir şeyim var, avantajım var. Ben her yerde uyuyabilirim. Hangi koşullarda olursa olsun. Böyle orada bir hırka gibi bir şey buldum. Onu şeyin altına serdim, o bankın altına. Oraya girdim ben uyudum. Şimdi oraya kimse girmiyor çünkü pire var, çok pire var. Böcek var. Sürekli böyle pıt pıt pıt. Beni pire ısırmıyor çok şükür. Orada ben rahat rahat uyudum. 48 saat uyumuşum sorguya alınıncaya kadar. 00:18:00Düşünebiliyor musunuz ne kadar uzun. Ama o uyuma aslında belki de bir şey kaçış. Bilmiyorum. Ya da bir rahatlama süreci. Uyandığım zaman sanki senelerdir o hücredeymişim gibi uyandım. Tabii sorguya aldılar, çıkarttılar. İlk sorgu hafif bir sorguydu. Ama neler sordukları konusunda bir fikrim oldu. İşte kocamı sordular, Zerrin'in kocası Aydın'ı sordular. Nerededir diye. Ondan sonra işte şu TKP'li midir, şu-- Sen TKP'li misin diye sordular. O yıllarda TKP legal olmadığı için, illegal bir örgüt olduğu için. Ben örgüt üyesi olduğumu reddettim. "Yani TKP'lilerle birlikte çalışıyorum belki. Hani sempati de duyuyorum ama öz bir üyesi değilim" dedim. Üye olduğumu söyletmek için biraz zorladılar beni. Sonra aşağıya indirdiler. Sonra bu sorgunun dozajı artarak devam etti. Biz kardeşimle beraber 90 gün kaldık o hücrede. O başka bir hücrede ben bu hücrede. İşte çeşitli işkenceler gördük tabii söyletmek üzere. Ben, beni askıya aldılar. Böyle bir sopa gibi düşünün, yukarıdan tellerle asılı herhalde. Şimdi çok aklımda değil. Zaten gözlerin bağlı olarak o odaya getiriliyorsun. Kimseyi görmüyorsun. Yani çarmıha gerilmiş gibi kollarından bağlıyorlar. Sen asılıyorsun yukarıya doğru çekiyorlar seni. Aslında çok acı verici bir şey yani ilk bir şey değilmiş gibi kolaymış gibi görünüyor ama bir kere bağladıkları yerler çok acıyor. Çünkü bütün vücudunun ağırlığını çekiyor. Uzun süre orada kaldığın zaman kan deveranı tabii ki kesilmiş oluyor. Ellerin uyuşmaya, karıncalanmaya başlıyor. Ve elektrik verildi ayaklarımdan, ellerimden. Benim çocukluktan gelme bir şeyim var, sakatlığım var. Belkemiğimde bir kavis var, skolyoz denilen bir hastalık. O kadar uzun süre orada asılı kalınca herhalde bir bir şey oldu, bilmiyorum ne olduğunu. Böyle zaman zaman bayılır gibi oldum. Çünkü elektrik verildiği zaman bütün vücut şey oluyor, geriliyor. Kasılıyor böyle bütün her tarafından kan fışkırıyormuş gibi bir duyguyla yaşıyorsun o anı ya da anları. Çünkü böyle sürekli vermiyorlar. Verip verip çekiyorlar. Yani kötü gerçekten çok kötü. Hele 00:21:00 askıdayken elektrik verilmesi çok kötü. En son verdikleri yani kaçıncı sorguydu şimdi hatırlamıyorum. En son sorguda bayıldım ben herhalde. Yani hatırlamıyorum ondan sonrasını. Gözlerimi açtığım zaman böyle yerde yatıyordum. Bacaklarım-- Ha pantolonumu, pardon, askıdayken pantolonumu indirdiler. İşte ondan sonrasını hatırlamıyorum. Orada herhalde bayıldım ya da öyle bir elektrik verdiler ki beni kendimden geçirdi. Yerde buldum kendimi. Oradan devam edeyim. Evet, uyandığımda kendime geldiğimde daha doğrusu yerdeydim. Islak üstüm başım. Herhalde su döktüler. Böyle bacaklarım bana ait değilmiş gibi böyle açık duruyor. Ayaklarımı görüyorum şeyimin altından göz bağımın altından. Birtakım ayaklar geliyor tabii yüzlerini göremiyorum. Ayaklar geliyor, bacaklar geliyor. "Ya daha kendine gelmedi, şimdi geldi" gibi konuşmalar oluyor. Sonra ben kendime geldim fakat bacaklarımı hareket ettiremiyorum. Kapatmak istiyorum, toplamak istiyorum. Hakim değilim bacaklarıma. İşte bu kendine geldi diye tekrar benimle konuşmaya başladılar. Ben dedim bacaklarımı hareket ettiremiyorum. Tabii ki inanmadılar. Tokyolu bir ayak vardı hiç gözümün önünden gitmiyor. Böyle pis bir ayak. Tokyo giymiş, beyaz Tokyo. Çorap yok. Böyle tekmeliyor ayağıma tekme atıyor. Acıyor, tabii ki Tokyo da olduğu için çok acımıyor ama yine de hareket ettiremiyorum bacağımı, çekemiyorum. Sonra şeye karar verdiler yani anladılar ki benim bacaklarda herhangi bir şey var. Hani felç gibi bir durum var. Ya da bir hissizlik var. Ondan sonra kollarımdan çekerek beni tekrar şeye indirdiler, hücreye indirdiler. Aşağıya. Yani sürükleyerek götürdüler. Şey var mesela aklımda sürüklerken, böyle merdivenlerden tak tak tak yani kollarımdan çekiyorlar ama ayaklarım böyle tak tak tak acımıyor ama sesini duyuyorsun. Evet, sürükleyerek hücreye getirdiler. Arkadaşlar benimle ilgilendiler tabii. O şeyin üstüne yatırdılar. Tahtanın üzerine. Tahta yatağın üzerine. Ondan sonra günlerce bir sağlıkla ilgili birisi olduğunu düşündüğümüz sivil bir insan geldi. Benim kontrol ettiler bacaklarımı. Bazı şeyler verdiler, ilaçlar verdiler. Yavaş yavaş kendime geldi bacaklarım yani 3-4 00:24:00 gün içinde yürür hale geldim. Demek ki o belkemiğimdeki skolyoz nedeniyle bir sinir sıkışması herhangi bir şey oldu yani. Aslında bir felç durumu söz konusu. Bu iş bittikten sonra beni ve kardeşimi sorguya, şeye çıkarttılar en son sorguya çıkarttılar. İşte imza atılacak. Ha neler sordular derseniz, çok ilginçti. Listeler gösteriyorlar o listelerde "kimler TKP'li kimleri tanıyorsun." Yani şimdi size komik gelebilir ama Süleyman Demirel bile vardı. Çünkü şaşırtmaca sorular. Yani böyle ünlü artistlerin isimleri hani Süleyman Demirel çok aklımda kalmış. Var. Ama arada da işte senin adın var, onun adı var, bunun adı var. Yani TKP'li olduğunu düşündüğüm ya da bildiğim insanların isimleri de var. Tabii ben tanıdığım bütün isimleri söyledim. Süleyman Demirel başbakan falan filan. Bu arada bir Ulvi Oğuz adı da var. Ulvi Oğuz aslında Cumhuriyet gazetesinde bir karikatüristti o yıllarda. Şimdi hala yaşıyor mu bilmiyorum. "Onu da tanıyorum" dedim. "Vaaay işte orospu" diye başladılar. Çünkü bir tane de TKP'li varmış Ulvi Oğuz adında. Ben kendisini tanımıyorum ve onun yakalanması üzerine ben şey getirilmişim, o listeye, arananlar listesine. Çünkü benim TKP'li olduğumu söylemiş. Ben kendisini tanımıyorum. Yani olabilir, insanlar söylemiş olabilirler hani bunun çok şöyle alakası yok paçayı kurtarır diye bir isim söylemiş olabilir. Çünkü çok ağır işkenceler yapıyorlar. Ben 1.Şube'deyken Deniz Yoldaş, Hayrullahoğlu, Mustafa Hayrullahoğlu öldürüldü. Pencereden atılarak. Yani atladı dediler tabii ki bütün pencereden atılanlar gibi. Yani mesela o öldü. Başka şeyler duyduk. İşte-- Ha bu arada enteresan bir şey daha yine biz şeydeyken hücrelerdeyken, Gayrettepe'deyken Tarık Akan geldi. Onu da tutukladılar, getirdiler yani gözaltına almışlar daha doğrusu. O da epey kaldı, şimdi unuttum ne kadar kaldığını. Tabii ki çok meşhur olduğu için ve tabii ki çok yakışıklı, çok güzel bir insan. Bizim şeyden görünüyor, mazgaldan geçerken. Ben gördüm. "Aaa Tarık Akan" dedim. Hatta kızlardan ne dalga geçtiler Marlon Brando da burada falan diye. Meğerse hakikaten getirmişler çocuğu, adamcağızı. Biraz ona şey yaptılar. Tabii ki ona da sorgu yaptılar, işkence, dayak vesaire. Hücrelerin önünü 00:27:00temizleme görevi verdiler. Onu sırf görebiliyorduk. Hatta bir seferinde ben ondan bir yardım istedim. Kardeşimden hiçbir haber alamıyorum, arka hücrelerde o. "Ondan bir haber getirebilir misiniz bana" dedim. O süpürgeyle oraya gidiyor, oraları süpürürken kardeşimle konuşuyor, geçerken de bana şey yaptı, söyledi. "Kardeşinden selam var, her şey yolunda" diye. Böyle bir maceramız da var yani. Şeyle, Tarık Akan'la. Bu arada komik bir şey. Hem onu politik tutuklu olarak, suçlu olarak oraya getiriyorlar hem de çok merak ediyorlar. İşte kadın memurlar geliyorlar aşağıya bakıyorlar. Hiç alakası olmayan polisler geliyorlar "Tarık Akan buradaymış, nerede" falan diye. Yani insan psikolojisi çok acayip bir şey.

00:36:51 - Ailelerle İletişim, Metris Askeri Cezaevi'ne Geliş, Kardeşi Zerrin Tümay Şenesen'in Cezaevinde Felç Geçirmesi

Play segment

Partial Transcript: Tabii ki bizim nerede olduğumuzu buluncaya kadar epey zaman geçmiş. Şöyle oluyor, kapıya geliyorlarmış onların anlattığına göre. Oradan işte temiz çamaşır vesaire vesaire veriyorlar. Bir de para veriyorlar. Çünkü kantinden alışveriş ediyoruz. Bize bir yemek verilmiyor. Bir kağıt geliyor işte şu kadar para, iki tane çorap, bir tane ayakkabı, bir tane külot, bir tane şey diye. Sen de bunları aldım diye imzalıyorsun, geri gönderiyorsun. Yani bir paket geliyor. Sen de o pakete kendi kirlilerini koyuyorsun. Gönderiyorsun. Bu arada biz bitlendik tabii. Kendi kirlilerimi koyuyorum deyince hatırladım. Bit var. Şimdi orada biz şey gibi çamaşırları yıkıyoruz. Yüzümüzü, gözümüzü yıkarken. Bizi teker teker çıkartıyorlar. İşte orada bir sabun var, pis bir sabun. Onunla yıkıyoruz. Arka koridor, boş bir koridor. O koridorda böyle ipler germişler oraya eşyalarımızı asıyoruz kurutmak üzere. Fakat orası bitli. Oradan bit geliyor. Bazen işte iyi kalpli deyim polisler nöbetçi olduğu zaman şeyde, hücrelerde. Kapılarımızı açık bırakıyorlardı. Çünkü hücrede nefes alamıyorsun, yukarıda küçücük bir mazgal deliği var. Bir de şeyin altına kapının altından, çelik kapının altından gelen incecik bir, boşluktan gelen bir hava var. Bazıları biraz nefes alalım diye açıyor. Ben o zaman kapının önünde oturuyordum. Arkadan gelen çamaşırlardan teker teker bit kırıyordum. Hani hücreye daha fazla girmesin diye. Ama ne kadar çaba sarf edersen sarf et tabii gözünden kaçıyor. Sonradan tahliye olunca annem anlattı. Bir açıyorlarmış şeyleri, çamaşırları. Kardeşimden gelenleri. Böyle kıvıl kıvıl bit. Artık onları nasıl yıkıyorlarsa çamaşır sularıyla vesaire. Temizliyorlar, tekrar bize getiriyorlar. Erkek 00:30:00koğuşlarında uyuz çıktı. Uyuz da çok korkunç bir hastalıktır. Feci kaşıntılı bir şey. Yani koşullar kötüydü. Tabii ki 90 gün boyunca yıkanma şansımız olmadı. O lavabolar vardı tuvaletlerin olduğu yerde. Tuvaletlerin kapısı da kilitli değil. Açık. Böyle uyduruk uyduruk eski tip şeyler. Bazen kapıyı açık bırakıyor böyle iyice şey polisler, ne denir-- Acımasız, kötü insanlar olduğu zaman senin orada işini görmeni bekliyor. Tabii şey yapamadan çıkıyorsun yani. İyi polisler olduğu zaman orada işte sabunlar vardı. Hatta bazıları şampuan da bırakıyorlardı. Saçımızı soğuk suyla o şeyin altında yıkıyorduk. Lavabonun içinde, musluğun altında. İşte ellerimizi, kollarımızı siliyoruz falan. Bütün yıkanmamız oydu yani. Tabii ki bit olur. Olmaması mümkün mü? Her türlü pislik. İşte 90 güne yakın, tam 90 değil belki. 80 gün de olabilir. Bizi kardeşimle birlikte, Zerrin'le şeye çıkarttılar, yukarı çıkarttılar. İşte ifademizi imzalamamızı istediler. Ben imzalamadım. Okumadan önce. Bazı şeylerin değiştirilmesini istedim. Karaladılar falan filan. Öyle imzaladım. Yani bizim bırakmaya oradan kararlıydılar artık çünkü bir şey olmadığı çıktı ortaya. Hele kardeşimde hiçbir şey yok. Dolayısıyla çok da orada baskı yapmadılar. Tam ifadeyi, onların yazdığı ifadeyi imzalamak üzere. Sonra bizi mahkemeye çıkarttılar. Selimiye'ye götürdüler. Teker teker tabii ki aldılar içeri. Genç bir hakim, subay. Sorgumu yaptı benim. Sonra işte aldığım ifadeyi, ifadeyi okudu. Hakkımda verilen ifadeleri okudu filan. Beni çok rahatlatıcı bir şey söyledi. "Ya pek bir şey yok sizin durumunuzda. Herhalde biz sizi bırakırız" dedi. Hem kardeşim için hem benim için. Böyle gözlüklü bir subaydı. Hiç gözümden gitmiyor, gözümün önünden. Genç bir adam. Rütbelerden anlamadığım için söyleyemeyeceğim. Burada birtakım rütbeleri var. Sonra bizi çıkarttılar kapının önünde bekliyoruz. Tabii ki askerler nöbetçi sağımızda solumuzda. Şey çıktı, hakim, o genç hakim, çıktı. Böyle bir yarım saat içinde oraya başka bir adam geldi, başka, yaşlı daha yaşlıca bir adam geldi. Daha asker bir adam geldi ve bizi tutukladı. Yani 00:33:00aslında serbest kalmamız çok mümkünken. Sonuçta ben 3 seneye yakın kaldım. Kardeşim de 1 sene kaldı. Metris Askeri Cezaevi'nde, Tutukevi'nde. Kardeşim daha erken bırakmak zorunda kaldılar çünkü kardeşim içeride felç geçirdi. Ona da işkence olarak boynunu sıkmışlar. Yani şuralarda biliyorsunuz atardamarlar var. O atardamarlar sıkışınca yani tıkanmış aslında. Şeye geldikten sonra, Metris'e geldikten-- Hemen orada belli olmadı tabii. Metris'e geldikten bir süre sonra, herhalde bir 5-6 ay olmuştu. Kardeşim birden oturur-- ranzalar var iki katlı. Üst katta, ranzada oturuyordu. Böyle tuhaf bir kahkahaya benzer bir ses çıktı ağzından. "Ay birden" dedi "abla şey hareket edemiyorum sandım, bir tarafım tutuldu gibi geldi" dedi. Onu indirdik aşağıya, uzattık. Böyle 5-10 dakika içinde kardeşim konuşamaz hale geldi. Sağ tarafı hareket etmiyor. Ne bacağı ne beli. Yani felç geçirdi. Hemen koştuk kapılara vurduk. Bir süre sonra doktor geldi. Önce bir iğne yaptı, bizi sakinleşmeye, sakinleştirmeye çalıştı. Ben hem kardeşime belli etmemeye çalışıyorum yani çok sakin kalmaya çalışıyorum ama yani ölecek gibi hissediyorum kendimi. Aldılar kardeşimi götürdüler. Haydarpaşa Hastanesi'ne götürmüşler. Çok korktum. Onu götürdüler Selimiye'ye. Ay Haydarpaşa'ya. Askeri hastanesi diye. Bizim başımızda duran gardiyan kadınlar vardı. Yani Metris'te kadınlara şey yapan refakat eden ya da işte onları-- Gardiyanlar yani daha doğrusu. O kadınlardan bir tanesi, yaşlı bir kadıncağızdı. Onu göndermişler Zerrin'in yanına çünkü orada da bir nöbet gerekiyor. O bir gün o gidiyordu, bir gün başkası gidiyordu. Ertesi gün geldiğinde o yaşlı kadın bana kardeşimden haber getiriyordu. "Şu vaziyette işte hareket etmeye başladı, konuşmaya başladı." Bu arada aileye de haber vermişler. Annemle babama. Daha sonra anlattılar bana tabii ki bunları. Annemle babama izin vermişler Haydarpaşa Hastane 'de görmesine, görmelerine. Bu ikisi tabii ediyle büdü gitmişler. Ne korkunç bir şey düşünüyorum. Kardeşim 00:36:00 hastanede yatakta yatıyor. Başında gardiyan var. Kadın. Bunlar kapıda. Hani sarılmasına da falan izin vermemişler. Ayağından şeye bağlı, karyolaya bağladı. Felçli bir kızı karyolaya bağlıyorlar. Düşünebilir musunuz? Hem de burası hastane. Ya neyse kardeşim uzunca bir süre kaldı orada. Tekrar hareket etmeye başladığı zaman getirdiler tekrar işte. Ben bu arada yüzlerce dilekçe yazdım savcılığa. "Kardeşimi bırakın, kardeşimi bırakın." Gerekçelendirerek. Herhangi bir cevap gelmedi, herhangi bir şey de olmadı tabii.

00:42:39 - Zerrin Tümay Şenesen ve Kendisinin Mahkeme ve Yargı Süreci, Önce Zerrin Tümay Şenesen'in Ardından Kendisinin Tahliye Edilmesi

Play segment

Partial Transcript: Kardeşim geldi. Şey gibi olmuş birin gibi, zayıflamış. Yürüyor ama belli ki bir şey geçirmiş. Elini biraz zor kullanıyor. Konuşmasında hafif bir bozukluk olmuş. Böyle ağzı kayıyor. Ondan sonra derken bir sonraki mahkemede, bu arada da sürekli mahkemeye çıkıyoruz. "Tutukluluğun devamına, tutukluluğun devamına" kararını veriyor mahkeme. 141, 142. Gizli örgüt üyesi olmakla suçluyorlar. Yani öyle bir madde vardı o zaman. Şimdi gerçi onun benzerleri gene var ama. Hemen hemen her ay mahkeme oluyordu. Bizi alıyorlar, götürüyorlar mahkemeye. Her gün her mahkemede işte 2-3 kişinin iddianamesi okunuyor. Tahliye edilirse ediliyor, edilmezse geri getiriyorlar Metris'e. Metris'e. Zerrin'in koğuşa gelmesinden sonraki ilk mahkemede kardeşimi serbest bıraktılar, tahliye ettiler. Yani aslında komedi gibi bazı şeyler. Onu da bir not olsun diye düşmek istiyorum. Şimdi biz İKD'li kadınlar şey yapıyorduk işte böyle karanfiller, çiçekler, böcekler. Onları iğnelere takıyoruz. Hani hamurdan yapıyoruz. Boyuyoruz falan. Hem bir hobi hem de onları işte 50 kuruşu 1 kuruşa, neyse o zamanki fiyat. Satıyoruz, derneğe gelir sağlıyoruz. Kardeşim de onlardan yapmıştı. Şimdi kardeşimin evinde arama yaptıkları zaman bunlardan buluyorlar bir torba. İğne, karanfil işte kızıl yıldız, şu bu. Bir de kardeşimin hatıra defterini getirmişler. Hatıra defterinde ya bacak kadar 00:39:00çocuk aslında. 10-12-13 yaşlarında yazdığı bir hatıra defteri. Şey geçen konuşmamızda anlatmıştım. Benden çok etkilenmiş kardeşim diye. Biz sürekli yazışıyoruz. O Ankara'da okuyor. Ben İstanbul'dayım. Mektup yazıyorum. Ben çok mektup yazmayı severim. O da bana yazıyor. İşte şiirler yazıyorum, Nazım'dan şiir yazıyorum işte bazı şeylerden bahsediyorum, anlatıyorum. İşte Che Guevara kimdir, ne bileyim o nedir, bu nedir. Yani kendi görüşlerim doğrultusunda ona çiçekli, böcekli, onun anlayabileceği tarzda şeyler. O da bunlardan etkileniyor. Hatıra defterine böyle kalp yapmış bir tane. Bir tarafına Che Guevara'nın resmini yapıştırmış; bir tarafına da Nazım'ın bir şiirini yazmış. Mesela bir sayfada bu var. Öbür sayfada işte gene bir kalp yapmış. Yani çocukça şeyler. Devrimci laflar yazmışlar. Ondan sonra o torbanın içinde de bir torba getirmişler, o yaptığı iğneden yakalıklar var. Bunları kardeşimin suç delili olarak getirdiler mahkemeye. Şey, savcımız çok korkunç bir adamdı. Yaşıyorsa, rahat yüzü görmesin demek istiyorum. Elini torbaya soktu, "Bakın bunlar ne kadar berbat adamlar" dedi. Bir tane iğne battı eline. Hiç unutmuyoruz onu. Kahkaha, kahkaha. Bütün mahkeme güldü. Şey böyle batırınca elini, kim bilir ne çıkacak sandı. Belki de daha önce bakmamış. Parmağına battı iğnelerden bir tanesi falan neyse. Bu işin tabii komik tarafı.

Bulabiliriz TKP davasının savcısı kimdir diye. Boşu boşuna yatırdılar birçok insanı. Beni de. Çünkü ellerinden hiçbir, hiçbir şey yok, hiçbir şey yok. Legal bir gazetenin sorumlu yazı işleri müdürüyüm, sendikalarda gazetecilik yapmışım, çalışmışım. Yani TKP'yle illegal ilişkimi kanıtlayabilecekleri hiçbir şey yok ellerinde. Sadece bir ifade üzerine 3 yıla yakın bir süre benim hayatımdan çaldılar. Kardeşimi neyse hakim biraz daha insaflıymış demek ki. O mahkemede serbest bıraktılar. Tabii ki çıktıktan sonra annem, babam onu bakıma almış. Kocası o sırada yakalandı. Aydın Şenesen'de Metris'e geldi. Böylece her haftaki görüş günlerine annem ve babam bazen tek başına annem. Bir gün Aydın'ı görmeye, çünkü o da sonuçta damadı. Bir gün de beni görmeye kardeşimle birlikte gelmeye başladılar. Metris taa Allah'ın bir ucu. E onlar burada oturuyorlar, Bostancı'da oturuyorlar. 00:42:00 Gerçekten yaz kış çok zor günler geçirdi aile. Ben kaldım. Sonra işte mahkeme mahkeme falan filan derken bir gün beni de tahliye ettiler, hiç beklemediğim bir anda. Çıktım. 81'den 84'e kadar kalmış oldum. 84'ün yılbaşını evimde geçirdim. 81, 82, 83. Üç yılbaşı geçirdim orada. 84'ü kendi evimde geçirdim çünkü ya 30'unda ya 31'inde bıraktılar.

00:54:33 - Metris Günleri, İçeride Yaşanan Sıkıntılar, Avukat Görüşleri

Play segment

Partial Transcript: İyice hatırlayamıyorum. Şimdi kadınlar bölümünde 8 tane koğuş var. Bunlardan bir tanesi, benim ilk gittiğim koğuş, 8.koğuştu. Koridor şeklinde bir koğuş. Üstünde küçük hücreler var. Orada kalanlar o hücrelerde kalıyorlar. Kapıları açık. Böyle ranza yapmışlar tahtadan. Yani idare öyle yapmış. Tahtadan bir ranza. Altını şey olarak kullanıyorsun, elbiselik, dosya vesaire. Bavulluk. Üst tarafta yatıyorsun. Yan yana yatıyorsun. Böyle boydan boya. Bir tane penceresi var küçük. O pencereden de aydınlık giriyor. Orada kaldım uzunca bir süre. En kötü günlerimi orada geçirdim. Sonra 4.koğuşa gittim. Orada da yine ya güzel günlerdi diyeceğim. Aslında güzel günler değildi ama hani o günleri o güzel hale getirebilmeyi başarabilen bir insan topluluğu. Sonra bir tane bağımsızlık koğuşu var. Kaç numaraları koğuştu, unuttum. Orada da böyle işte dışardan daha çok gelen, çok politik olmayan tutuklular var. Ben daha çok aşağıda işte TİP'lilerin, TKP'lilerin kaldığı bir koğuşta kalmayı, kaldım. Reha İsvan vardı. Bilmem bilir misiniz-- Reha İsvan'la aynı koğuşta kaldık. Birçok arkadaş tabii oradan geldi geçti de uzun süre onunla birlikte kaldık. Şöyle düzeni anlatayım, en azından öyle başlayayım. Sabah çok erken saatte, 5 buçuk 6 gibi kapının önüne karavana koyuyorlar. Kapıya güm güm güm vuruyorlar, açıyorlar. Sen karavanayı içeri alıyorsun. Her koğuşun her gün bir nöbetçisi oluyor. Karavanalar içeriye alınıyor. Karavana da genellikle sabah karavanasında ya çorba geliyor ya çay geliyor. Şekerli bir çay. Karavananın içinde. Tabii ki ekmek geliyor. Eğer koğuşun parası varsa tabii ki komünler kuruluyor. 00:45:00Herkesin parası bir yerde toplanıyor. Kantin var işte o kantinden peynir, şu, bu. İstediğin şeyleri alabiliyorsun. Kahvaltıyı hazırlıyorsun. O günkü kahvaltıyı, işte 12 kişiysen koğuşta 12 kişiye bölerek sen hazırlıyorsun. Eşit bir şekilde. Tabii ki bu arada hiç parası gelmeyen, ailesi gelmeyen tutuklular oluyor. Onları da komüne katıyorsun, eşit şekilde onlar da yaralanıyorlar. Ya mümkün olduğunca iyi beslenmeye çalışıyorduk. Ben ilk başta çorbaları içemiyordum, sabah çorbasına alışık değiliz biz. Ama sonra hakikaten çok iyi oluyormuş sabah çorbası içmek. Böyle insanı ısıtıyor. Özellikle kış aylarında. Çok soğuk oluyordu çünkü Metris. Bazen de pekmez veriyorlardı çay ve şey yerine çorba yerine. O da çok itici bir şey yani pekmezi nasıl yiyeceksin. Ama sonra düşündüm. Birçok arkadaş hiç yiyemedi. Biz birkaç kişi pekmezi şişelere doldurup ayırıyorduk. Çünkü çok besleyici bir şey pekmez. Pekmezi içiyorduk. Ondan sonra öğlen yemeğinde yine bir karavana geliyor. 2 tane karavana oluyor. Birinde sulu bir yemek birinde de pilav, bulgur vesaire. Böyle bir şey. Akşam yemeği de aynı şekilde. Biz hep kantinden destekleyerek onu biraz daha zenginleştiriyorduk. Koğuş nöbetçisi vardı dedim. Koğuş nöbetçisi işte koğuşu temizliyor o gün, yemekleri hazırlıyor, bulaşıkları yıkıyor. Bazen 2 kişi oluyor. Çok büyük koğuşlarda. Temizlik çok önemli orada. Herkes aynı şekilde titiz davranmıyor tabii ki temizliğine. Haftada şey günde 1 kere 20 dakikalık havalandırma var her koğuş için. Havalandırmaya çıkıyorlar 20 dakika, çıkıyoruz yani 20 dakika dolaşıyoruz. Öğleden sonraları belli bir saatte sessizlik saati yapılıyor. Çünkü çok gürültülü oluyor koğuş. İsteyen uyuyor, isteyen okuyor, isteyen mektubunu yazıyor. Akşamları da yine daha önce anlatmıştım kadınlar koğuşundaki gibi programlar düzenleniyor, ortak bir şeyler yapılmaya çalışılıyor. İşte havalandırmaya şarkı söyleniyor. Diğer koğuşlar katılıyor. Hani böyle bir ortak ruh da yaratılmaya çalışılıyor. Akşamlar gerçekten çok güzel oluyordu. Cezaevi yönetimi bazen yani sık sık değişti benim orada bulunduğum süre içinde. Bazen gerçekten çok ılımlı bir komutan geliyor. Sen rahat ediyorsun. İşte kalem veriyorlar, kağıt veriyorlar. Yazabiliyorsun. Kitaplar geliyor. İşte ne bileyim dayak olmuyor, koğuşlar basılmıyor. 00:48:00Havalandırmaya çıkarken ya da mahkemeye çıkarken aranmıyorsun. İnsan gibi çıkıyorsun, geliyorsun. Bazen de yönetim değişiyor korkunç bir adam geliyor. Tabii ki bunların hepsi planlı yani böyle tesadüfen olan şeyler değil. O an geldiği zaman birden her şey değişiyor. Her şey yasaklanıyor, kitap yasaklanıyor. Havalandırmaya çıkamıyorsun. Mahkemelere çıkarken makatına varıncaya kadar arıyorlar. Seni çıplak soyarak vesaire. Ona izin vermediğin zaman seni mahkemeye ya da görüşe çıkartmıyorlar. Mesela öyle dönemlerde aylarca aile görüşüne çıkmadığım oldu benim. Çünkü yani buna izin verilmiyorsun. Evet yönetimin çok sert olduğu dönemlerde haftalarca görüşe çıkmadığımız oldu. Arama yaptırmamak için. Mektuplar gelmiyor mesela. Tabii bu aramalarda bazı şeyler yakalıyorlarmış. Ama yani yine de çok insanlık onurunu aşağılayıcı şeyler bunlar. Sabahları sayım oluyor, erkenden geliyorlar. Yatakların toplu olacak sen yatağının kenarında-- Asker disiplini aslında. Duracaksın. Şimdi ılımlı olan zamanlarda sayıyorlar gidiyorlar. Sert olan zamanlarda sabah sana İstiklal Marşı söyletmeye kalkıyorlar. Ben hiç söylemedim İstiklal Marşı'nı. Çünkü hani İstiklal Marşı'nın bir, hani beğen ya da beğenme içeriğini orası önemli değil ama bir halkın bir ulusun Kurtuluş Savaşı'nın sonucunda yani İstiklal Marşı adı. Kurtuluş, özgürlük marşı anlamına geliyor. Tutsaklık koşullarında zorla söylenmeyeceği düşüncesiyle, bu savunuyla İstiklal Marşı'nı hiç söylemedim. Tabii ki bu biraz senin, sana karşı sert davranmalarına neden oluyor. İtiliyorsun, kakılıyorsun. Zorlanıyorsun. Söylemezsen zorla söyletemiyorlar tabii ki. Bir de kötü dönemlerde, sabahın köründe başlıyorlar marş çalmaya. Zangır zangır zangır. İşte 10.Yıl Marşı. Çıktık açık alınla marşı, yaşa yüce Harbiye marbiye. Hani bir sürü marş vardır ya onları çalıyorlar. Ya da türküler çalıyorlar ama en adi türküler. Böyle şöyle yan yana birisiyle konuşman mümkün değil. Kulak zarın patlayacak kadar. Sonra birden susuyor. "Tanrım nihayet sustu" diyorsun. Tekrar başlıyor. 5 dakika sonra. Ve bunu çok muntazam olmayan aralıklarla yapıyorlar. Şeyi bilemiyorsun, 1 saat çalacak susacak. 2 saat sonra tekrar 00:51:00başlayacak değil. Bazen 10 dakika çalıyor ses. Yani çok sistemli bir işkence. Tabii ki koğuşlara giriyorlar, hiç beklemediğin bir anda. Arama yapacağız diye. Bütün her şeyini talan ediyorlar. Eşyalar talan ediliyor, yırtılıyor, işte mesela biriktirdiğim pekmezler eşyaların üstüne, yatağın üstüne dökülüyor. Sen tartaklanıyorsun. Askerler copla giriyor içerisi, askerler ve kadın polisler. Hem dövüyorlar hem saçını başını yoluyorlar. E sen de müdahale edince orada bir dövüş oluyor yani. Sonra bunlar çıkınca koğuştan, bir şey de bulamıyorlar. Bulsalar da çok önemli şeyler değil zaten. Onlar koğuştan çıkınca birbirimize bakıyoruz. Tam komedi gibi. Onun saçı, bunun başı, bunun gözlüğü, üst baş falan filan. Başlıyoruz biz kahkaha atmaya. Yani gülmemek mümkün değil. Biraz da sinirler tabii ki boşalmış oluyor. Hayda bir daha giriyorlar içeri falan. Böyle şeyler çok sıklıkla yaşanıyordu. İşte aramalarda şey buluyorlar, örneğin çok küçük kağıtlara yazılmış notlar. Kıvrılmış kıvrılmış, bilmem ne olmuş falan filan. Onu mahkemede arkadaşına veriyor mesela. Onun için arama yapıyoruz diyorlar. Yani aslında çok da önemli şeyler değil orada çıkan şeyler. Açlık grevleri tabii ki mahkemelerle ilgili işte hücrelere atıyorlar, erkek koğuşlarında bu daha çoktu. Kadın koğuşlarında, benim bulunduğum dönemde daha sakindi. Hücreye atıyorlar çocuğu mesela. Günlerce orada kalıyor. Koşulların düzeltilmesi için vesaire işte açlık grevleri yapılıyor. Kimi zaman, koşulların daha da kötü olduğu durumlarda ölüm oruçları da yapılıyor. Biz politik olarak yani TİP'liler, TKP'liler kendimiz birlikte karar alıyorduk. Açlık grevlerini desteklemek amacıyla katılıyorduk. Ama ölüm oruçlarına hiç katılmadık. Ama açlık grevlerine katıldık. Tabii bütün koğuşlar açlık grevindeyken senin karavanayı içeriye alman çok sevimli olmuyor. Ama mümkün olduğunca diğer koğuşları desteklemeye çalıştık. Çünkü ne açlık grevleri ne ölüm oruçları çok bir sonuç da getirmedi şimdiye kadar. Birlik Büro vardı. Birlik Büro'dan avukatlar, işte Atilla Coşkun geliyordu daha çok. Bahri Beren geliyordu. Ondan sonra kim geliyordu 00:54:00 başka. Evet daha çok ikisi geldi. Bahri'yle Atilla. Sağ olsunlar hiç ihmal etmiyorlardı. Ben her avukat görüşüne çıkma ihtiyacını duymuyordum çünkü mahkemeler zaten. Ama ilk başta çok önemliydi avukat görüşleri. Herhangi bir durum olduğundan çağırıyorduk tabii avukatları. Geliyorlardı. Ama avukat görüşüne çıkamadığımız zamanlar da oldu. Görüşmek isteyip de çıkamadığımız zamanlar. Özellikle o sert dönemler.

01:02:37 - Tahliye Anı, Kadınların Sesi Dergisinden Tekrar Aranma Kararı Çıkması, Yeniden Yakalanma İhtimaline Karşı Yurt Dışı Gündemi

Play segment

Partial Transcript: Metris'ten çıkarken ilk önce işte komutanın odasına gidiyorsun. Yani büyük komutan değil herhalde onun bir altı vesaire. Orada sen içeriye girerken senden alınmış eşyaların geri veriliyor. Çantayı da verdiler. O hala duruyor. Hani içinden kağıdı aldığım çantayı. Fakat ne yazık ki birçok mektubumu alamadım. Sakıncalı bulduklarını zaten bana vermemişler. Bir de çok enteresan bir şey. Yani dayanışmanın önemi açısından buradan söylemek istiyorum. Şöyle büyükçe bir çuval gibi torba gösterdiler bana. Yurt dışından gelen dayanışma kartları, mektupları. Onların hiçbirisi elime geçmedi benim. Ama onları bir torbanın içine koymuşlar. Gösterdiler. Yani bir tanesini bile okuyamadım. Bu vesileyle o dayanışma gösteren insanlara da teşekkür etmiş olmak isterim. Şeyi hatırlamıyorum dediğim gibi, kim aldı beni hapishaneden. Ama emniyet amirliğine gittik. Büyük bir ihtimalle avukatla gittik. Şey her hafta gidip her hafta mıydı, her gün müydü ya onu da unutmuşum. Gidip muhtarlığa imza vermem gerekiyordu. Belli bir süre. Evet, Kadıköy Emniyet Amirliği'nden babam geldi aldı beni. Çünkü bir aile büyüğüne ya da aileden birisine teslim ediyorlar. Serbest bırakıldıktan sonra. Babam geldi. O sırada bir avukat arkadaşımız da benimle aynı gün serbest bırakılmıştı. Fahrettin. Onu da babam teslim aldı. Yani o kefil olmuş oluyor. Böylece eve geldik, eve geldim. O yılbaşını beraber geçirdik. Annem en sevdiğimiz yemekleri yapmıştı. Tabii ki kardeşim var. Kardeşim, annem, babam, ben. Güzel ama çok hüzünlü 00:57:00bir yılbaşıydı. Çünkü hem Zerrin'in ve benim kocalarımız yok. Zerrin'inki Metris'te kaldı. Benim kocam da yurt dışında. İçerden ona mektuplar yazdım. Ertan'a. Şimdi söylemiştim size. Kocamla ayrıldık biz, anlaşamadık bu koşullar altında dediğim için Metris'ten açık açık Ertan'a yazamadım. Ben içerideyken dayım vefat etti. Dayıma mektuplar diye yazdım. Yani dayıma üzülmüşüm gibi. Ama sonradan böyle okudum mektupları yani biraz akıllı birisi olsa dayıya yazılmamış mektuplar olduğunu onun anlayacak. Kopyalarını yaptı bir kısmını arkadaşınız. Annemle, babamla, kardeşimle, arkadaşlarımla tabii ki yazıştım. İçeriye yazmaya çok kişi korktu. Haklı olarak da görüyorum. Çünkü insanlar baskı altında. Kendi başlarına bir şey gelir diye korkuyorlar. Rahmetli Sennur Sezer vardı. O yazdı bana. Şair arkadaşım. Onunla yazıştık. Ondan sonra Onat Kutlar'dan iki tane mektup aldım. Mesela onların hiçbiri verilmedi bana. Çok isterdim. Onat Kutlar'ın da akademide okurken film arşivi biliyorsunuz, yöneticisiydi. Öyle bir şeyimiz, ahbaplığımız da olmuştu. Ben ona yazdım. O da bana cevap verdi. Yani kendiliğinden yazmadı tabii. Bu da çok değerli bir şey. İçerideki bir insana yazmak. Bir de Majenta Galip. Yaşıyorsa kulakları çınlasın. DİSK'te çalışırken, Politika gazetesinde vesaire bizim matbaacımızdı. Bir de o yazdı bana çok ilginç bir şekilde. Yani makineyi çalıştıran çocuk. Majenta Galip derdik adına. Bir de o yazmıştı. Onun dışında hiçbir arkadaşım ya da akrabalarım bile yazmadılar. 31 yaşındaydım. Aslında en güzel yaşlar tabii ki. Kardeşim 58 doğumlu. Benden 8-- 23 yaşında girmiş yani. 24 mü? Biraz düzelmişti ama hala aksıyordu. Tabii ki bir korku da gelmişti. Mesela tek başına çıkamıyordu dışarı. Aydın'ı görmeye hep annemle beraber geliyorlardı. Sonra ben gelince tabii birlikte çıkmaya başladık. E kolay bir şey geçirmedi yani. Tekrar aynı şeyi yaşayacağım diye çok korkuyordu. İyiydi ama. Yavaş yavaş da iyileşti zaten. Sonra ben onları-- 01:00:00 Ocak, şubat, mart. 3 ay beraber kaldım onlarla. Sonra şey çıktı ortaya, avukat bana, bu sefer de İKD, Kadınların Sesi davasından arandığımı söyledi. E tekrar tutuklanabilirim. Onun üzerine ben böyle annemin evinde kalmaktan vazgeçtim. Çok bilinen bir yer. Hepimizin adresi orası çünkü. Önce 1-2 gün TİP'li bir iki arkadaşımda kaldım. Yani şeyde Kadıköy yakasında. Daha sonra Büyükada'da bir arkadaşımda kaldım uzunca bir süre. Kadıköy'deki arkadaşımda kalırken daha rahattı tabii hareket etme imkanım vardı. Kendi hüviyetimle dolaşıyordum ama yani sahte kimlikle dolaşmıyordum ama daha rahat hissediyordum kendimi bildiğim yerler falan. Büyükada'da biraz daha böyle gizlilik koşullarında kaldık. Yani insanlar bizi görmesin, tanıyan birisi olmasın vesaire diye. Çünkü yurt dışına çıkmama kararı verildi. Kaçmama karar verildi. Ertan da dışarıda zaten. Tabii ki parti vermiş bana, "seni de çıkaracağız dışarı" dediler. Biraz isteksiz bir şekilde yani bilmediğim bir şeye açılacağım, denize açılacağım. Ama tabii ki Ertan'la buluşabileceğim. Bir de bana ihtiyaç var dendi. Şöyle, yurt dışında bir göçmen dergisi çıkartmaya başlamış parti. Orada çalışacak, o konuda kalifiye eleman arıyor. Hem eli kalem tutan hem de gazetenin alt yapısını bilen. Ben iyi bir şeyim, elemanım, teknik elemanım. Bu şekilde beni dışarıya çıkarttılar. Tabii ki sahte hüviyetle çıktım. Şeyden, Büyükada'dan ayrıldıktan sonra tamamen illegal koşullarda. Bir arkadaşla buluştum. Onun evinde 3 gece kaldıktan sonra, Sirkeci Garı'ndan trenle yurt dışına çıktım.