Mikail Kırbayır

Museum of Historical Justice and Memory

 

Transcript
Toggle Index/Transcript View Switch.
Index
Search this Index
X
00:00:01 - Kendi Yaşam Öyküsü

Play segment

Partial Transcript: Evet-- Ne zaman doğmuşum ben de çok merak ediyorum. Anama sorduğumda yazın, babama sorduğumda güzün dünyaya ağlayarak geldiğim söylenirdi. Gelirken, bir hafta susmadan ağlamışım. Doktor yokmuş memlekette. Anamla, babacığım almış müftüye götürmüşler. Bebeğim. Demişler ki "Müftü Efendi bu çocuk çok ağlıyor, buna bir çare." Doktor da demiş ki, müftü de demiş ki "İsmi ne?" Babam demiş ki "İsmini daha koymadım." Müftü Efendi demiş ki, "İsmi Mikail olsun. Melek ismidir. Ağlaması kesilir." Tarih boyunca ağladım. Resmi nüfusuma gelince, 01.02.1950 diye kayıtlara geçmiştir. Aşağı yukarı işte 70'li yılları geride bıraktık. Yarım asırı çoktan geride bıraktığımı biliyorum. Bu asra çeyrek kaldı, bu zaman dilimi içerisinde kendim kendime bir şey yapmadım. Kendim hiçbir zaman kendime zarar vermedim. Kimseye de zarar vermedim. Hep mutsuz oldum çünkü mensubu bulunduğum, yurttaşı bulunduğum devletim beni mutsuz etti. Özellikle 12 Eylül 1980'de. Hayatımızı zifiri karanlığa çevirdi.

6 kardeştik. 3 kız, 3 erkek. Hayatta olan 4 kişiyiz. Abim vefat etti 98'de. Cemil'in de malum 8 Ekim 1980'de devlet katletti. Çocukluğum bu coğrafyanın rakımı en yüksek yeri olan Ardahan'ın Göle ilçesinde Okçu köyünde geçti. Baba fırın emekçisiydi. Geceleri fırında çalışırdı, gündüzleri uyurdu. Bütün enerjisini, emeğini, betonlar üzerinde yatmasına karşın bizlerin okuması için. Hayali oldu. Biz de onun 00:03:00hayallerini gerçekleştirmek için ilkokulu Göle'de, ortaokulu Göle'de, liseyi Kars Alpaslan Lisesi'nde, yüksekokulu da Atatürk Eğitim Enstitüsü'nde bitirdim. Sonra, zaten liseyi bitirdikten sonra Maliye Bakanlığında vergi memuru olarak yaşamaya başladım. 72-80'e kadar Göle'deydim. 80 faşist darbesi sonucu, Cemil 8 Ekim'de katledildi. Ondan, 8 Ekim, 14 Ekim-- 14 Ekim'de zorunlu ikamete, Karaman'a gönderildim. Amaç belliydi. Cemil'in akıbetini oldu bittiye getirmekti.

00:04:05 - Cemil Kırbayır'ın Kişisel Özellikleri ve Hayatı, Aile Yapıları

Play segment

Partial Transcript: Evet benimle Cemil'in arasında 2 yaş vardı. Abimle benim aramda 4 yaş vardı. Cemil'le paralel büyüdük. Çalışkandı. İlkokuluna, ortaokuluna şahit oldum. Sonra liseyi benim yanımda bitirdi. Zekiydi. Okurdu. Okuduğunu irdelerdi ve sorgulardı. Müthiş bir hafızası vardı. Ödünsüz bir karakteri vardı. Cemil zaten öğretmen olmak istiyordum. Kars Dede Korkut Eğitim Enstitüsü'nde öğrenciydi. Halkıyla beraber olmak istiyordu. Duymadım şöyle bir hakim mi olayım, doktor mu olayım veya serbest meslek sahibi mi olayım, avukat mı olayım öyle bir. Halkımla beraber olayım. Ona en yakın meslek de nedir? Öğretmenliktir. Onu istediğini tahmin ediyorum yani. Ağzından duymamıştım ama eğitim enstitüsüne gittiğine göre halktan kopmak istemeyen bir yaşam hayalı vardı. Cemil'le çocukluğumuz hep beraber geçti. Gençlik yıllarında Cemil artık siyasi yelpazeye, solla tanıştı. Sol kitaplarla haşır neşir oldu ve kendi emsalleriyle, klasik gençliğin ötesinde bilimsel gençlik diyebileceğimiz, başkalarının sorunlarıyla ilgilenme, bütün mesaisini bütün ona verdi. 12 Eylül öncesi Göle'de 00:06:00Göl-Der vardı. Onun başkanlığını üstlenmişti. Sürekli eğitimdir, köy çalışmalarıdır, bölge insanlarının sorunlarıdır. Koşturup dururdu. Belki de gençliğinde 20 ile 26 yaşına kadar birbirimizin yüzünü pek nadir görürdük. Çünkü bizden kopmuştu Cemil. Kendini halkına adamıştı. Tabii gene çevresi Şavşat, Artvin, Yusufeli, Ardahan. Devrimci Yol'du. Devrimci Yol'du. Aynı yerdeydi. Ben devlet memuru olduğum için zaten eşimle beraber biz Göle merkezde oturuyorduk. Hemen bitişiğinde bir köy vardır. 700 metredir, köydür, mahalle gibidir. Aile oradaydı. Kız kardeşlerim köyde oturuyordular. Anam, babam. Ben merkezdeydim. Cemil kah bizde kalıyordu kah köyde kalıyordu. Yüzünü görebildiğimiz kadarıyla tabii. Ama en çok da halkıyla kalıyordu. Her ana gibi doğal olarak, insani bir duygudur. Berfo Ana da kaygılanırdı. "Oğlum, bak devlet var." Onun bir numaralı. "Devlet var." Çok. Ama bu Cemil. "Tamam ana, tamam," der, geçerdi. "Tamam ana." Ana kaygılıydı hep. Ha, olumsuz bir şey mi yapıyordu Cemil kaygılıydı? Asla. Yöre halkı tarafından çok sevilirdi. Müthiş bir yeri vardı. Müthiş bir bakışı vardı. Yöre halkının müthiş bir hayranlığı. O yaşındayken. Çünkü adildi, dikti, haksızlığa asla ve asla tahammülü yoktu. Hep güçsüzün yanında. Nerede ben güçlüysem onun karşısında. Haksızlık yapan, güçsüzün karşısında duran yegane bir nefer olduğu için yöre insanı da onu, o karakterinden dolayı bağrına basmıştı. Seviyordular. Yok ben devlet memuruydum. Abim bir tarım genel müdürlüğünde işçiydi. Kız kardeşlerim de ikisi bekardı evde. biri evliydi. Böyle bir yoğun bir siyaset içerisinde o an kimse yoktu. Hiç gelmeyelim o 80'e ya. 80 kötüdür. Evet.

00:08:45 - 12 Eylül Gecesi Cemil Kırbayır'ın Evinden Alınışı

Play segment

Partial Transcript: Cemil Kırbayır sadece 12 Eylül sonrası içeri alan veya devletin güvenlik güçleriyle ters düşen ilk yanı değildir. 12 Eylül öncesi de Cemil Kırbayır defalarca içeri alındı. Erzurum Karskapı Cezaevi'nde yattı. 00:09:00Beraat etti bütün girdiği mahkeme davalarının hepsinden. Beraatlar sonucunda-- Erbakan olayındam epey yattı. Şeyi, Erbakan'ın Göle'ye geldiğinde protesto etme amaçlı bir eylem gerçekleştirmişler. 77 seçimleri. Evet, 77'ydi. Sonra 79'da bir senato adayının Göle'de öldürülmesi, bazukayla, belediye başkanı olarak öldürülmesi. Bundan Cemil'den şüphe ettiler. Yine içeri girdi. 80'e kadar, 80'in mayısında tahliye oldu, beraat etti. Onun için Cemil sadece 12 Eylül sonrası değil, öncesinde de cezaevleriyle tanışıktı. Güvenlik güçleriyle bilinirdi. O anlamda 12 Eylül geldiğinde hedefti. Belliydi. Planlı, programlı bir şekilde bunun akıbetinin böyle olacağını kimse bilmez ama içerden çıkmayacağını, çıkarmayacaklarını da biliyorduk. 12 Eylül cuntacıları 5 general ülke yönetimine el koyduklarında, 13 Eylül sabaha yakın, 12 Eylül'ü 13'e bağlayan sabaha yakın Cemil'i evden aldılar. 1 hafta filan 247. Piyade Alayı'nda kaldı. Sonra 17 arkadaşıyla beraber 9.Kolordu'ya bağlı Erzurum, Ağrı, Kars, Artvin illeri Sıkıyönetim Komutanlığı bünyesindeki Kars Askeri Cezaevi'ne götürüldü. 7 Ekim'e kadar gidip gelirdim, görüşürdüm. 7 Ekim'de gittim. Bir miktar para verdim, elbiselerini verdim, pusula yazmıştı. "İyiyim, yıkanması gereken elbiselerim, benden endişe etmeyin," diye pusula verdi. 8 Ekim'de ben Göle'deyken babam geldi gece. Ev basılmış. Cemil'in firar ettiği söyleniyor denildi. İşte o gün bugündür adını firar koydular.

00:11:29 - Cemil Kırbayır'ın Kaybedilişi, Ailesi Tarafından Arayış Süreci

Play segment

Partial Transcript: Bana göre firar etmesi mümkün değildi. Çünkü babama da dedim o zaman. "Baba babasın, ben dün Cemil'in yanından geldim. Kuş uçmaz, kervan geçmez bir yerdedir. Bunun firar etmesi mümkün değildir. Hazırlıklı ol. Cemil'i desene ki öldürdüler." Hemen oradan izin aldım. 10 günlük izin. Önce teslim alan, 247. Piyade Alayı'na gittim. Alay komutanı beni kabul etmedi. 00:12:00Nizamiye kapısında telefonla görüştüm. "Kardeşimi ben size teslim ettim. Siz teslim aldınız. Pardon. Sen diyorum. Siz kardeşimi evinden teslim aldınız. Böyle böyle bir duyum aldım. Kardeşimin hayatında endişelerim var." Dönemin albayı bana, hakaretvari şeyle "Sen o teröristin-- Ne biçim devlet memurusun. Ölüsünü veya dirisini devlet verecektir," diye. Hakaretvari lafıyla telefonu kapattı. Hemen oradan Kars'a gittim. 1 gün önce gözetim evine gittim. "Cemil Kırbayır'la görüşmek istiyorum." İçeri birileri gidiyor geliyor, Cemil Kırbayır yok. İçeride yok. Defteri açtılar. Nerede? Şeyde, emniyet götürmüş sabahleyin. Emniyete geldim. "Kardeşim buradadır. Gözetim evine almışsınız falan," Dediler "Yok almadık, yalan söylüyorlar." Tekrar gittim. Gözetim evine. Askeri gözetim evine. Bağırdım, "Kardeşim dün buradaydı, yaşıyordu. Para verdim, elbiselerini aldım. Yıkanan elbiseleri henüz daha kurumamıştır. O buradaydı. Nerede benim kardeşim?" Rütbeli birisi geldi. Benimle, benlen başçavuş böyle münakaşa ediyoruz. Ne var dedim böyle böyle. Açtı defteri. Uzun saman yapraklı bir defter. Zimmet defteri. "Gel," dedi. Geldim. "Okur yazarın var mı?" "He, biraz mürekkep yalamışlığım var," dedim. İkimiz de birbirimize denk düşüyoruz. "Belli oluyor," dedi. "Oku bakalım." Baktım. Çetin Aşula, Cengiz Kaya, Cemil Kırbayır ve Metin Akkaş. Almışlar, götürmüşler. Kim götürmüş? Emniyet götürmüş. Dönüş? Çetin Aşula, Cengiz Kaya, Metin Akkaş gelmiş. Geri gelmiş. Cemil Kırbayır'ın karşısına, kırmızı kalemle büyük harflerle "getirilmedi" diye yazmışlar. Kardeşin burada dedi. Buyur. Tamam, anladım. Gittim tekrar emniyete. Dedim böyle böyle. "Kardeşimi siz almış getirmişsiniz. Bu bu kişilerle beraber. Kardeşim nerede?" Orada birileri artık-- Babam da rahmetli yanımda. Babamın yanında beni tartaklamaya başladılar. Bilmem neyini ne yaptığımız firar etti. Başımız belada. Defol git falan gibisinden. Geldik işte. Anladık. Ertesi gün eşimi aldım. Halamı aldım. Nerede firar etmiş? Eğitim Enstitüsü'nde. Dede Korkut 00:15:00Eğitim Enstitüsü'nde işkence yeriymiş. Cemil'in okuduğu yeri 12 Eylül'de ifade yeri, sorgulama yeri, işkence yeri diyorum ben ona. Oraya götürmüşler. Oranın etrafındaki şeyleri 2 bayanla beraber dolaştım. Evleri. Eğer hakikaten firar etmişse kaçacak bir yeri yoktur. İlk buraya gelir. Buralarda olur. Hangi kapıyı çaldıysak yok. Görmedik. Arama marama yaptılar mı? Arama da yapmadılar. Bir baskın olduğunu evinize filan. 8 Ekimi 9'a bağlayan gece. Hiçbir şey yok. İlk kaldığı gözetim evi eski Ruslardan kalma tabyalar dediğimiz, yeraltındaki yerlerdi. Oradan kalmışlar, Dede Korkut Eğitim Enstitüsü dediğimiz şeyin tepede, karşının tepesinde, tepemsi bir yerde etrafı üç defa askerlerle çevrili. Kimsenin orada kıpırdama, yürüme şansı sıfır. Normal insan bile o tarafa yaklaşamıyor. Firar etti dedikleri herkesin görebileceği ve gündüz. Çırılçıplak, eli kolu bağlı. Tabii sonradan biz bunları duyduk. Görebileceği bir yerde. Bir kimsenin oradan elini kolunu sallayarak gitmesi mümkün değil. Bu senaryo. Bu işin senaryo tarafı. Ben geldim. Tekrar baktım. Dediler "kimse yok." Araya, cumaydı, cumartesi, pazar. Pazartesini mecbur bekleyeceğiz.

00:16:38 - Karaman'a Sürgün Edilişi

Play segment

Partial Transcript: Pazartesi beni kaymakam sesledi. Raporlu olduğum halde. Dedim, herhalde Cemil'den bir haber var. Gittim. Kaymakam Şükrü Kocatepe dışarıya doğru bakıyor camdan. Yazı işleri müdürü vardı. Bahattin Abi. O da ikisinin de morali bozuk, sıfır. Dedim herhalde Cemil'i bunlar benim kara haberini veriyorlar, verecekler. Dilleri bir türlü şey yapmıyor. "Kaymakam Bey," dedim, "Ben her şeye hazırım. Cemil hakkında bir olumsuz bir şey varsa ben buna hazırım," dedim. Geri döndü. Baktım buğulu gözleri. Dedi "Konu Cemil değil. Sensin." "Ne olmuş bana?" dedim, "Niye ben?" "Bahattin anlatsın." "Bahattin Abi ne oldu?" Dedi "Ya seni sürgünün çıkmış." "E çıksın" dedim. "Nereye?" "Karaman'a." "E çıktıysa ben de istifa ederim" dedim. "Gitmem." Kaymakam dedi ki "İstifa etmek çözüm değil. Aklını başına topla. Senin burada yaşama hakkın elinden alınmış." "Sebep?" "Bilmiyorum," dedi. "İki dudak arasında. Ben de senin kadar şaşkınım. Sen bundan sonraki yaşamını Konya Karaman'da geçireceksin. Onun için istifa mistifa seni kurtarmaz. Git memuriyetine orada devam et," dedi. "Buralarda duramazsın." Dedim "E ben bir Kars'a gidip geleyim. Bir defterdarla görüşeyim dolaşayım." Dedi "Sana yetkimi kullanıyorum 1 günlüğüne." Gittim geldim. Yok. Neyse beni, kendimden fazla bahsetmek istemiyorum. 14 Ekim 1980'de yani 8 Ekim-14-- 6 gün içerisinde beni uzaklaştırdılar. Niye? Çünkü ailede benden başka Cemil'in akıbetini sorgulayacak kimsenin olmadığını biliyorlardı. Bu zalimler. Beni orada bıraktılar. Gittiğim yerde mesaim 5 buçukta bitiyor, saat 5'te her gün 00:18:00emniyete imzaya gidiyordum. Bıktırma politikası. İşkence. Hayat böyle gitti. Devam ediyor işte. 17 yıl kaldım. Çünkü Karaman beni sevdi ben Karaman'ı sevdim. İstemediğim, rızamın dışında gittiğim yerlerde halk şey yaptı, tuttu. 17 yıl Karaman'da kaldım.

00:19:14 - 2006'da Cumartesi Anneleri'ne Katılışı, 2010'da Kurulan Komisyon

Play segment

Partial Transcript: Tabii tabii babam takip ediyor, babam şey yapıyor. Telefonla görüşüyoruz. Her 2 sene de bir ben gidip geliyorum. Yıllık iznimi mümkün mertebe oralarda geçiriyorum. Firar. Firar. Firar. Nereye kadar bu firar? Ben emekli olup 2006'da Cumartesi Anneleri kervanına katıldıktan sonra Cemil'in akıbetini kamuoyuyla paylaşmaya, sesimizi onlarla beraber duyurmaya çalıştık. 2010'da diğer kayıp yakını, yol arkadaşlarımla beraber yaya Ankara'ya yürüdük. Parlamentoya gittik. Derdimizi oralara anlattık. "Bizim kayıplarımız vardır. Devletin zimmeti altında kaybedilmiştir. Bunların akıbetinin açığa çıkarılması." Derken, bu mücadeleler sonucu dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan Dolmabahçe'ye geldi. Annelerle görüştü. O annelerin içerisinde de birisi Berfo anaydı. Yaşı itibariyle dikkatini çekmiş ola ki onunla ilgilendi. Söz verdi. Hakikaten. Gitti o dönem, hem kendi Ak Parti'nin genel kurul toplantısında konuyu dile getirdi. "Cemil Kırbayır buhar mıydı uçtu gitti? Burası muz devleti midir?" Bağırdı. Sonra komisyon kurdu meclise Zafer Üskül başkanlığında.

00:20:52 - Cemil Kırbayır'ın İşkencede Katledişi, Berfo Ana'nın ve Ailenin Bitmeyen Bekleyişi

Play segment

Partial Transcript: Öldüğüne ben inanıyorum. Ama gel gör ki bunu anaya babaya inandırmak zor. Babam, hep tepelere bakarmış Cemil gelecek diye. Ben yokum. Öyle anlatırlar. Ve 91'de beyin kanamasından babam sizlere ömür gitti. Ağzından kan kusarak gitti. Çocuğunun tabutunun altına girme hakkı elinden alınan baba. Ana evi sit alanı ilan etti. Kapısını açık tuttu. Boyasını badanasını 00:21:00yaptırmadı. Cemil bir gün gelirse kapı açık kalsın. Boya badana yaptırırsam evi tanımayabilir. Ve o şekliyle kaldı. 2001'e kadar. 2001'de kız kardeşlerim buraya gelince anne de buraya geldi. Hayat işkenceye döndü, bütün ailede ve adı firardı. Biliyoruz ki hepimiz biliyoruz, içerden çıkanlar dediler "Cemil'i öldürdüler." Çetin Aşula, Cengiz Kaya, Metin Akkaş. Yan yana 4 kişiyi götürmüşler. Onlar, "Hayır. Biz öldürüldüğü kanaatindeyiz. Çünkü aniden sesi kesildi. Konuşmalar aniden kesildi." 4 kişiyi gözetim evine, dedim ya defteri bana gösterdiler. Cemil-- Çetin Aşula, Cengiz Kaya ve Metin Akkaş geldi. Cengiz Kırbayır gelmedi. Bunların dördü de gidiyorlar Köy Eğitim Enstitüsü'ne. Şey Eğitim Enstitüsü'ne. Dede Korkut Eğitim Enstitüsü'ne. Önce Cemil'i sorguya alıyorlar. İşte orada ne denir arada sorgu sırasında Cemil diyor ki "Ben karaborsalara karşı çıktım. Halkıma fırsat düşkünleri karaborsaları şey yaptı. Ormanın kaçakçılarına karşı çıktım. Onun ötesinde 12-13 yaşındaki gencecik kızlarımızı Niğde'ye, Kayseri'ye kadın tüccarlarının gelip fakir aileleri, başlık parası adında götürmelerine karşı çıktım. Bu suçsa ben bu suçları işledim. Siz, bu karşı çıktıklarımı bana ihbar ettik ve dilekçe veren--" Diyorlar ki "Sen ak kaşık değilsin senin aklında bir sürü dilekçe var." "İşte bu dilekçe verenler o namussuzlardır. Bunlardan dolayı siz bana bu işkenceyi yapıyorsunuz." Derken o arada ters bir şey oluyor işte sesi kesiliyor. Cem şeyin, Çetin'in, Cengiz'in ve Metin'in bize anlattıkları ki artık daha 00:24:00 şeyi yok o zaman. Tamam. Ama Ana buna inanmıyor. Babaya demek istemiyoruz. Öyle şeyde kalsın onlar. Ama babaya sık sık devlete dilekçeleri gönderiyoruz. Çocuğun akıbetini. Öldürdünüz diye. Öldürdünüz diye. Kaba işkence yapmışlar. Nasıl yapmışlar-- Onların da gözü bağlı. Çırılçıplak. Anadan üryan, çırılçıplak. dördünü de çırılçıplak etmişler. Hepsinin 10 cm anlattıklarına göre yerde su varmış. Cemil'i oradan almışlar, hemen yan odada çırılçıplak bir şekilde. Eli arkada bağlı. Yoğun işkence sonucu Cemil'in normal sesi "bam" diye duvara bir ses duyuyorlar. Tahmin ediyoruz kafasını şeye vurdular, duvara vurdular. O arada mide kanaması, ağzından kan geliyor. Tamam diyorlar. Hastaneye götürüyoruz falan şu bu. Ses kesiliyor. Ondan sonra işkence duruyor. Bunların normal şeylerine ifadelerini alıyorlar. Bunlar da korkusundan, Cemil o anki durumlarından "Cemil nerededir şu, bu," gibisinden soru da soramıyorlar. Halen daha onun ezikliğini yüzlerinden anlıyorum ben. Kendilerinin kurtulduğunu kar sayıyorlar, şans sayıyorlar ve geri geliyorlar. İçerde yatan oldu. 3-4 ay sonra gözetim evi sürecinde dışarı çıkan oldu. Metin çıktı da Çetin ile Cengiz epey yattılar. Onlar da gene bu şeylerle eylemlerle, efendime söyleyeyim pankartla mankartla suçlanıyor şu bu. Ölüm yok böyle de bir şey yok. Neyle suçlayabilirler ki? Boykotla. Okul boykot edilmiş, bu şu edilmiş, şu edilmiş. Onun gibi. Tali suçlarla. En uzunu Çetin yattı. Çetin Aşula yattı. 10 sene yatmadı ama 3-4 sene gibi bir yattığını biliyorum.

00:26:12 - Firar İddiaları, İHD ve Cumartesi Anneleri/İnsanları Mücadelesi, 2010 Referandumu ve Kayıplar Komisyonu, Dolmabahçe Süreci

Play segment

Partial Transcript: Hayır devletin dediği "Firar etmiştir, araştırılıyor. Firar etmiştir, araştırılıyor." Gelen yanıt bu. Resmi yazılarda firar ettiği söyleniyor. Araştırılıyor. Akıbeti araştırılıyor. Sonucunda bilgi verilecektir. Ama savcılık o dönemde soruşturma başlatmamış. Sıkıntı burada. Herhangi bir kısmi olarak o görevi ihmalden dolayı, ben o zaman dilekçeyi kendim yazmıştım. Babama imzalat-- Peki, görevi ihmalden dolayı, öyle ya firar etmişse birilerinin gözünün önünde birileri suçludur orada. Böyle önemli bir insanı, elinde firar etmişse bunların bir cezalandırılması 00:27:00 lazım. Sonradan idari olarak, sadece idari olarak Selçuk Akyıldız'a, Zeki Tunçkolu'na kınama cezası veriyorlar. Kınamayla işi geçiştiriyorlar. Savcılık dosyayı sumen altı etmiş. Sonradan bakıyoruz dosyalara, geldikten sonra usulen o dilekçelere işte o usulen şeyden, ifade alınmış. Katillerden. Devletin polislerden. Usulen. "Tamam. Çık dışarı." Görevlerine devam etmişler. Bu ne demektir? O günden bugüne 12 Eylül zihniyeti devam ediyor. Niye? Çünkü Cemil Kırbayır ve Cemil Kırbayırların katilleri korundu ve kollandılar. Normal emekliliklerini aldı ve gittiler. Ha biliyordum. Görüyordum. Televizyonlarda görüyordum. İnsan Hakları Derneği'nin yürüttüğü kayıp yakınlarıyla alakalı hop oturup hop kalkıyordum. Bir gün mutlaka gitmeliyim ve geldik buraya. Ha 2001'den itibaren gidip geliyordum. Edirne'deydim o zaman. Edirne'de görevliydim. Her fırsat buldukça sadece korsan olarak katılıyordum, gidiyordum. Yabancısı değildim yani. 2001'den-- 2006'da geldim bu kervana katıldım. Yoğun mücadeleler onlarla beraber. Yürüyüşler, şunlar bunlar derken kazanımımız Dolmabahçe oldu. Kazanımımız-- Hiçbir şey kazanmadık değil. Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında toplanan milletvekili ve atanmışlardan oluşan komisyon tarafından ilk defa devletin adam öldürdüğü itirafını yaptırdık. Bu bir kazanımdır. Cemil Kırbayır 350 sayfalık raporu devletin itirafıdır. Nerede? Parlamentoda itiraf etmiştir.

Dolmabahçe sürecinde analarla görüştü. Demin de bahsettiğim gibi ananın yaşının ilerlemesi itibariyle Tayyip Erdoğan'ın dikkatini çekmiş ola ki ilgilendi. Cemil Kırbayır şeyine el attı, komisyon kurdu, ilgilenince ana akım medya o zaman bana sorardı "Umutlu musunuz?" diye. Ben de derdim ki 00:30:00"Arkadaşım görüşen bir başbakan. Bin yıllık bir devlet geleneği olan bir ülkenin başbakanı eğer bir olaya el atmış ise elbette ki umutlanacağız. Umutlanmamak mümkün değil. Ha aksisi olursa. Umutlarımız boşa çıkarsa o zaman ne olur biliyor musunuz? Bizlerin öteden beri dediğimiz, bu sistemin bu devletin kokuşmuşluğunu, çürümüşlüğünün ispatı olur." Keşke ben yanılaydım. Ben haklı çıktım. 350 sayfalık meclisin raporuna karşı-- Bu köy ihtiyar heyetinin raporu değil, kararı değil. Büyük Millet Meclisi'nin Genel Kurulu'ndan geçmiş, Adalet Bakanlığı aracılığıyla kaç büyük işte Başsavcılığına gönderilmiş, gereğinin yapılması için suç duyurusunda bulunmuş. Akıbeti, hiçbir kimse herhangi bir şeye dokunmadan Yargıtay'dan zaman aşımına görüş istenmiş. Adalet Bakanlığı aracılığıyla Yargıtay'dan mayıs ayı içerisinde görüş istendi. Yargıtay da zaman aşımı nedeniyle dosyanın kapatılması uygun olur diye başsavcılığına götürdü. Ve dosya kapatıldı. Şimdi burada sizin aracılığınızla soruyorum. Bu devlete 48 ay askerlik yapan, oyunu veren, kazancı oranında vergisini ödeyen, sadık bir vatandaş İsmail Kırbayır'ın 26 yaşında öldürdüğünüz, yaşamına son verdiğiniz çocuğunun yaşam hakkını elinden aldığınız gibi, bu sadık vatandaşınızın, evladının tabutunun altına girme hakkını da elinden aldınız. Darbeciler. Yetmedi. Karnında 9 ay taşıyan yemeyip yediren, içmeyip içiren ve 33 yıl da kapısını Cemil gelir diye açık bırakan anasının evladının mezarının başına gidip iki gözyaşı akıtma hakkını da elinden aldınız. Mecliste de bunu söylemiştim. Evet bu da yetmedi. Geleneğimizdedir. Yakını ölenlere baş sağlığı dilenir. 00:33:00Taziyeler verilir, taziye çadırları kurulur. Ben Meclis Başkanı'na da demiştim. "Peki siz bana başın sağ olsun diyebiliyor musunuz? Diyemiyorsunuz." Herkes birbirinin gözüne bakmıştı, diyemiyoruz. "Niye? Ortada ceset yok. İşte sizin de hakkınız elinden alınmıştır." İnsanlığın hakkını elinden aldılar. Bize kimse başın sağ olsun diyemedi. Bütün bu zulümler olmuşken "Ben darbe ve darbecilere karşıyım," diyen şimdinin Cumhurbaşkanı, dönemin Başbakanı. 27 Mayıs Darbesi'nin getirdiği zararları hiçe sayarak ve ben de takdir etmiştim, tasvip etmiştim. Olması gereken de oydu. Yok 27 Mayıs orada mağdur olanların haklarını iade etmiştin. Güzel. 12 Eylül faşist darbesinin yarattığı, sebep olduğu bu insanların Cemil Kırbayır ve Cemil Kırbayırların akıbeti niye örtbas edildi? Darbe sonucu olmuştu bu. Darbe olmasaydı benim kardeşim yaşıyordu. Onun sebebi darbedir. Ha. Sen o zaman bana diyemezsin ki ben darbe ve darbecilere karşıyım. Bu söyleminde samimiysen onun hesabını sorardın. Yurttaş olarak ben söylüyorum sana. Sen darbe ve darbecilere karşıysan, artistlik, filmlik yapmıyorsanız, rol yapmıyorsanız 27 Mayıs'ın da senin yalandır. Gücünü kullanmışsındır, yok etmişsindir. Ama 12 Eylül darbesinde, 12 Eylül katillerini korumuş ve kollamışsın. Bu ne demektir? 12 Eylül zihniyeti devam ediyor demektir. Bunu söylemek bile abestir. Çünkü bunların hepsi 12 Eylül'ün doğurduğu iktidarlardır. O zaman bana darbe ve darbecilere karşıyım demesin zırt pırt. Bizi aptal yerine koymasın kimse.

00:35:32 - Dava Sürecinin Kazanımları ve Sınırlılıkları

Play segment

Partial Transcript: Cemil Kırbayır raporu titizlikle çalışılmış, üzerinde durulmuş 30 yıldan bu yana yurt içinde ve yurt dışında, nerede ne tanık varsa gidilmiş, ifadeleri alınmış. Birbiriyle irtibatı olmayan tanıklar ifadeleri örtüşmüş, kendi buradaki 3 sene canlı tanığının ifadesi 00:36:00alınmıştır. Çetin Aşula'nın, Cengiz Kaya'nın ve Metin Akkaş'ın. Aynı ifadeleri örtüşmüştür. Ve Cemil Kırbayır'ın öldürüldüğü ortaya çıkmıştır. Onlarca tanık bilemiyoruz ki. Şeylerde, dosyada vardır. Almanlarda vardır, bilmem nerelerde vardır. Başka illerde yaşayanlarda vardır. Şunlar da vardır bunlar da vardır. Tabii aynı anlatılar ve komisyonun kanaati, inancı Cemil Kırbayır 8 Ekim 1980'de Dede Korkut Eğitim Enstitüsü'nde sorgulama esnasındayken Zeki Tunçkollu, Mehmet Hayta, Taner Alpan ve Selçuk Akyıldız tarafından ağır işkence sonucu öldürülmüştür. Gene cesedi de bu kişiler tarafından, ortadan kaldırılarak yok edilmiştir. Rapor bu. Her şey ortada. Rapora katılanlar kimdir? Sadece siyasi değil. Yani seçilmişler. Ak Parti başkan, milletvekili, Zafer Üskül. Ak Parti Milletvekili Erdal Kalkan. CHP Milletvekili Çetin Soysal. MHP Milletvekili Mehmet bilmem ne. Bunlar parlamento, yasama yetkisi olanlar. Seçilmişler savcı kökenli adalet baş müfettişi, Adalet Bakanlığı'nı temsilen. İçişlerini Bakanlığı'nı temsilen kaymakam kökenli mülkiye baş müfettişi. Ve bir de bir yazman. Onları da atamışlar. 7 kişiden oluşturulmuş, orayı gezmişler, didik didik etmişler. Bu rapora hepsi oy birliğiyle imza atmışlardır. Atanmışlar ve seçilmişler. 2 tane şahit ipten indirir, ipe kaldırır. Alanlarda, meydanlarda, mecliste kazandık biz doğru. Kamunun vicdanında da kazandık. Ama mahkemede kaybettik. Çünkü adalet yok. Türkiye'de adalet yok. Ve dediler ki zaman aşımı. Zaman aşımı ise ayrı olarak müracaatımızı yapmışız. Gerekli hukuki yerlere vurmayabilirdik de ama vurmuşuz biz. Sen ne 00:39:00 zaman bana sahip çıkacaksın? Neden sumen altı ettin. Zaman aşımı. Doğru. Sen zamanı aşındırdın. Zaman aşımına uğramadı. Zamanı sen çaldın.

00:39:21 - Sorumlular

Play segment

Partial Transcript: Polisler tabii. Şimdi hepsi emekliler. Birisi öldü. Taner Alpan. Diğeri Burdur'da yaşıyor. Selçuk Akyıldız da Üsküdar'da burada yaşıyoruz. Şey de Tunçkollu'da Orhanlı'da. O MİT mensubu. Ankara Orhanlı'da. Göremedim. Karşılaşmadık da. Belki de içimden gelmedi. Ne diyeyim ona? Bir şekilde karşılaşırım. Adaleti sağlamak için. Bunu defalarca Galatasaray Meydanı'nda söyledim. Beni buna mecbur bırakmayın ya. Ona gidip de karşıma alıp da çay-- Sen nasıl öldürdün diyeyim mi? Beraber çay mı içelim? He gel nasıl ettin. Benim kardeşimi nasıl öldürdün? Ya bu Allahsızlıktır be. Bu başka bir duygudur bize yaşatıyorlar ya. Ya bir mahkemeye çıkar ya mahkemeye çıkar kardeşim. Mahkemeye çıkardın. Mahkeme bunları suçsuz gördü. Bir iddianame bile hazırlamadı. Adının altında kocaman Adalet Sarayı'nda. Bir lütfedip de bir iddianame hazırla ya.

00:40:41 - 12 Eylül Davasında Gördüğü Kazanım ve İmkanlar, İşletilen Zaman Aşımı ve Cezasızlık Politikası

Play segment

Partial Transcript: Ben tarafıydım. Hatta şeyiydim. Gittim. Çünkü niye? Ben sözümün eriyim. İstanbul'dan Ardahan'a kadar Cemil Kırbayır ve Mahmut Kaya fotoğrafını elimize aldığımızda pankartlarımızla bağırıyorduk. "Kenan Evren yargılansın. Sedat Celasun yargılansın. Tahsin Şahinkaya yargılansın. Bülent Ulusu yargılansın." Kimden bunu talep ediyorduk biz? Devlete gidiyorduk ya. Yetkililer, yetkililer. Biz bunlardan şikayetçiyiz. Bunlar yargılansın. Göstermelik bile olsa, şaka bile olsa 12 Eylül davası ben orada mahkemede de söylemiştim. Çok önemliydi benim için. Çünkü bir talebim göstermelik dahi olsa yargılanma başlamışsa gerisi bize aittir. O darbeden nasibini alan herkese bir fiske kim yemişse, herkesin orada olması lazımdı. Olmadı. Olsaydı sonuçları böyle olmazdı. Buna rağmen dedik, mahkeme başkanına dedik o zaman. Ben bu davayı 00:42:00çok benimsiyorum. Çünkü yollara düştük. Çok şükür mahkeme kuruldu ama kamuoyunda bir algı var. Bunun bir tiyatro olduğu dillendiriliyor. Eğer bu tiyatro ise ben de bir kayıp yakını olarak bu tiyatroda rolümü almışımdır. Benim anlattığım işte anamın hakkı böyle oldu, babamın hakkı böyle oldu. Bizim mezarımız olmadı. Bundan dolayı şikayetçiyim. Derhal. Kenan Evren sen bana bakıyorsun yüz yüzeyiz. Telekonferans sistemiyle. Bir zamanlar Zaloğlu Rüstem'din sen. Kişi oğlu odur ki yaşamında konumu, durumu, makamı, mevkisi ne olursa olsun hesabını veremeyeceği herhangi hal ve davranış içinde bulunmaz. Bak hesap veremiyorsun. Ben senin gözünde direkt bakabiliyorum. Sen benim gözüme bakabiliyor musun lan? Bu hakkı, bu fırsatı buldum. Sizin o göstermelik denilen, dedikleriniz, filminiz. Nasıl bakıyorsanız beni ilgilendirmiyor. Evet hiç olmazsa orada egolarımı giderdim. Hırsızlıkları çıktı ortaya Tahsin Şahinkaya'nın. Fabrikaları, rüşvetleri, şunları, bunları. Bütün avukatlarınız şimdi ihaleye girdi. Ne oldu sonuçta? Rütbeleri söküldü mü? Karar verildi mi? Sadece emeklilik maaşı düz emeklilik ne ise. 3 bin lira ise 3 bin lira. Özel hizmete hizmet ekidir, ek vergisi şunlar bunlar kabarık şeylerin kaldırılmasına. Ve normal bir vatandaş sıfatının yani rütbelerinin kaldırılmasına karar verildi. Karar verildi. Mahkeme, 10.Ağır Ceza Mahkemesi karar verdi. Karar nereye gitti? Yargıtay'a. Yargıtay ne yaptı? Cemil Kırbayır davasında olduğu gibi. Katillerin ölümünü bekledi. Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya. Zaten yaşayan onlardı. Öldü. Davayı reddetmedi. Dava düştü. Düşünce ne olur? Hükümsüzdür. Yok değil ama hükümsüzdür. Biliniyor. Her şey biliniyor zaten apaçık ortadaydı. Ek bir şeyi ne olabilirdi ki? 8 Ekim'de de biliyorduk öldürülmüştür. Öldürenler bunlardır. Ama bir tek şeyi bilmiyorduk. Bizzat sorgulayan insanların isimlerini yoğunlaşmıştık. İçeri girenler de çıkanlar da 00:45:00pek onu, değişik insanlar isim ama o şimdi netleşti. Netleşen o oldu. Failleri belli. Ve devletin vatandaşını nasıl, istediği zaman, canı istediği zaman öldürteceğini öğrendik. Devletin gözünde bir vatandaşının bir hiç olduğunu öğrendik. Devletin zaman aşımı mefhumunu tanımadığını öğrendik. Devletin insanlık suçu işlediğini öğrendik. Başka bundan daha önemli öğrenmeler ne olabilir ki? Bütün bu olumsuz şeyler de benim başıma, bizim başımızdan geçti. Kalkmış darbe, darbecilere karşıyım. Beni nereye sokuyorsun? Aha konuşuyorum. Hafıza Merkezi'nde konuşuyorum. Kime yutturuyorsun? Vatandaşım vatandaş ben. E benim hakkım. Bari bana yalan söyleme ya.

00:46:28 - Adaleti Aramaktan Vazgeçmemek, Kamu Vicdanında Hak Arayışının Son Bulmaması

Play segment

Partial Transcript: Hukukun üstünlüğü hakim kılındığı zaman olurdu. Ne hazin şey ki benim ülkemde hukuk yok. Kanunlar var. Ya benim hukukum nerede? "Hukukun üstünlüğü hakim kılınmadığı için insan hakları tartışmalıdır. Medcezirdir. Gel gittir. Önce hukukun üstünlüğünü hakim kılacağız. Başka şansımız yok. Şimdi evet, o kendi kanunlarıyla, kendi yöntemleriyle zaman aşımı meselesini çalıştırıp da dosyayı ortadan kaldırabilir. Kamunun vicdanına kalmadı. Biz onu yok hükmünde sayıyoruz. Adalet arayışımızı, yüzleşme arayışımızı aynı hızla aynı heyecanla devam edeceğiz. Dün de yoktu ki. Beni aldatan, ailemi aldatan nedir? Devlete yaslanıp da böyle bir müracaat da bulunmamdır. Böyle bir müracaatımız olmasaydı babadan kalma bu insanlık suçunun muafiyetiyle yüzleşmeyecektik. 00:48:00Karşı karşıya gelmeyecektik. Ha bu demek değil ki tamam kavga bitti, harç bitti, inşaata paydos. Yok öyle bir şey. Bu nefes bu canda olduğu müddetçe nefesim enselerindedir. Hakkımda ne ne biliyorsa yapmayanlar namert oğlu namerttirler. Benim arkamdan kim ne biliyorsa. Ha şimdi çıkacağım buradan. Geri teperse namerttir.

00:48:33 - Berfo Ana'nın Ölümü ve Vasiyeti, İkinci Mezar Açma Süreci

Play segment

Partial Transcript: Berfo ana epey direndi. Şubat 21'de 2013'te vefat etti. Naaşını Göle'ye gönderdik. Son nefesinde birkaç dakika önce, vasiyeti "Cemil'in kemiklerini bulmadan beni gömmeyin." Şaşırdık kaldık. Yer demir gök bakır. Gerçekleşmesi mümkün olmayan bir vasiyet. Otobüste gidiyoruz işte bütün insan hakları savunucuları, bizimkiler aile olarak. 3 otobüs. Nasıl işin içinden çıkarım diye düşündüm. Çareyi-- İkinci bir mezar kazayım dedim. Göle'ye telefon açtım. Nihat gile. Enişteye. Dedim "Nihat hemen ananın yanı başına--" Kış. Donmuş. Onlar da iş makineleriyle. Belediye'den falan almışlar iş makinelerini. Mezar kazıyorlar. Dedim "İkinci mezar. Cemil için." Birden heyecanlandı. "Bulundu mu? Bulundu mu?" "Yok.Yok," dedim, "Bulunmadı. Öyle bir şey yok da siz beni dinleyin. Cemil için ikinci bir mezar kazın." Bunlar ikinci mezarı da tabii tam yarıdayken, kaymakama şey gidiyor, haber gidiyor. Köyde ölü yok. İkinci mezar açılıyor. Kaymakam geliyor. İş makinelerini filan iptal ediyor, kovuyor. Bu nedir? Nihat diyor ki, "Abim otobüste, yolda geliyorlar. Bana böyle dedi. Belki de başka birisi de vardır." Kaymakam beni aradı. "Mikail Bey," dedi, "Başın sağ olsun." "Sağ ol," dedim, "Kaymakam bey." Dedi "İkinci--" "Evet," dedim, "İkinci mezar açılıyor. Cemil'in mezarı." "Ya olur mu işte ortada bir şey yok. Şudur, budur." "Olsa da olmasa da o zaman ben annemi gömmüyorum" dedim. "Vasiyetini yerine getireceğim." "Bana dedi ki vasiyetini, şeyini, Cemil'in kemiklerini kucağıma vermeden beni mezara koymayın." Dedi "Bir valiyle görüşeyim." 00:51:00"Sizin sorununuz." Valiyle görüştü. Benim telefonumu valiye vermiş. Onların zaten hepsi hazırlıklı. "Merhaba." Azizoğlu işte. Ne Azizoğlu. "Ben vali." "Buyurun valim." Böyle böyle. "Bu mümkün değil" dedi. "Ölü olmadan biraz eylemsel bir şey olmuyor mu?" "Adını ne koyarsanız koyun. O zaman ben anamı gömmüyorum. O zaman devletsiniz, valisiniz kemiklerini kardeşimin, evladının kemiklerini getirin kucağına koyun. O mezardan vazgeçiyorum," dedim. "Yoksa mümkün değil," dedim. Neyse bu (51:52) hepsi dinliyorlar beni. Gittik. Aradan 2-3 dakika geçmemişti. Kaymakam aradı. "Tamam," dedi sorun yok. Ben iş makinelerini gönderiyorum. İkinci mezar. Senin istediğin gibi. Vali bey de şey yaptı, makul gördü." Bu şekilde Berfo anamızı gömme rahatlığını kendimizde hissettik. Çünkü kemiklerini bulamamıştık. Bu sahtekarlıkla, bu dalavereliklerle kendimizi avuttuk. Şimdi mezar orada. Cemil'in mezarı. Tıpkı ananın açık kalan, 33 yıldır açık kalan kapısı gibi mezar da açık bekliyor. Bunların hepsi nedir? Bizlere bir travma ve devletin bize yaşattığı, uyguladığı işkencelerdir. O mezar halen açık. Çukur olmuş. Geniş aileden, hiçbir kimseden hiçbir destek görmemişizdir. Şimdi aile konuları buralarda kapatmak biraz, bana düşmez ama karşımda devlet vardır. Herkes hesabını, kitabını ona göre yapar. Davalı olduğun devlettir. Davacı olduğun devlettir. Senle devlet karşı karşıyasınız. Onun için aile de düşünür, herkes düşünür. Akraban da komşun da. Kişi de. Dersin ki herkes değneğini alsın, gelsin sana omuz versin.

00:53:50 - Genç Kuşaklara Söylemek İstedikleri

Play segment

Partial Transcript: Zaten bizim yakın kuşağımız. Yakın gençler üçüncü kuşak. En çok sevindiren beni. Galatasaray Meydanı 3.kuşaklar dedelerinin hesabını soruyorlar. Önce 00:54:00 dayılarıydı, amcalarıydı şimdi dedelerinin. Demek ki kuşaktan kuşağa gidiyor. Benim bunlara vereceğim mesaj şudur. Ezikliğim. Gençlere güzel bir Türkiye bırakamadık. Çok mücadele ettik. Güzel bir dünya bırakamadık. Çünkü önümüzü kestiler. Onlara en iyi Türkiye'yi, en iyi dünyayı Cemil Kırbayırlar bırakacaktılar. Onları katletmekle, onların yolu kesilmekle aydınlığın yolu kesildi. Onları katletmekle ülkenin elektriği kesildi. Onları katletmekle ülkenin bilinçlenmesinin önüne geçti. Ve 12 Eylül bu ülkeyi zifiri karanlığa çevirdi. 25-26 yıldan bu yana da zifiri karanlığı olan ülkeyi acaba bir griye çevirebilir miyiz? Bizden sonrakilere bu gençlere borcumuz vardır. Düzeltebilir miyiz diye son gücümüzle mücadele veriyoruz.

Gençler, fedakarlık maskesi altında riyakarlık yapmayın. Saflıkla kurnazlığı iç içe işlemeyin. Çünkü bu coğrafyada yaşayan, sizden önceki bizler ne çektikse bu halk ne çektiyse fedakarlık maskesi altında, riyakarlık yapan aydınlarla; saflıkla kurnazlığı iç içe işleyen cahillerin elinden çekti. Dik olun. Onurlu olun. Yineliyorum. Ne fedakarlık maskesi altında riyakarlık yapın ne de saflıkla kurnazlığı iç içe işleyin. Dürüst olun. Hepsi bu.

00:56:47 - Galatasaray Meydanı ve Karşılaşılan Baskılar

Play segment

Partial Transcript: Galatasaray Meydanı kayıplarımızla buluşma yerimizdi. Galatasaray Meydanı halkımızla derdimizi paylaştığımız yerdi. Ne hazin şey ki İçişleri 00:57:00 Bakanı Soylu, hangi ad altında olduğunu bilemiyoruz. Yasak getirdi oraya. Bizi İHD'nin önünde iki duvar arasına sıkıştırdı. Ona karşı yine biz dünya kamuoyuna sesimizi duyurmaya çalıştık. Tomaların, polislerin adı altında yeri gelmişken bu duygumu da paylaşayım. En çok bana acı veren ve acıtan ne biliyor musunuz? Her ana anadır. Hiçbir ananın gözyaşının rengi birisinden farklı değildir. Diyarbakır anaları evlatlarını arıyorlar. Her ana evladı nerede olsun arar. Orada beis yok. Diyarbakır anaları evlatlarını ararken, akıbetlerini sorarken, sual ederken devletin şefkatli selpaklarıyla gözyaşları siliniyor. Cumartesi anaları evlatlarını sorarken gözlerini biber gazı sıkılıyor. Bu beni çok yaralıyor. Bu ikiyüzlülüktür. Bu riyakarlıktır. Faili devlet olduğu zaman mermi. Plastik mermi, biber gazı. Faili devlet olmadığı zaman devlet şefkatli. Ola bu nasıl bir iştir. Ya bu ana. Bu anadır. Onun derdine derman olacağına gazı niye sıkıyorsun gözüne? Öteki Diyarbakır anasının yanında oturup, gözyaşını elini öpüp, selpakla kolonyayla teselli ediyorsun. Hangi cambazlığın peşindesin? Ulan ayıptır ya. Son sözüm bu olsun.