Mahmut Döğer

Museum of Historical Justice and Memory

 

Transcript
Toggle Index/Transcript View Switch.
Index
Search this Index
X
00:00:00 - Kısaca Hayat Hikayesi

Play segment

Partial Transcript: Diyarbakır Silvan ilçesinde 1962 yılında doğmuşum. Diyarbakır'da ilköğretim, ortaokul Silvan Lisesi'nde Lise 2'ye kadar okudum, bitirdim. Ama o Lise 2 döneminde sürgün olduğumdan Diyarbakır Lisesi'ni 1978-79 yılında bitirdim. Diyarbakır Lisesi'nde. 1977 yılında da Silvan yani şeydeydim, Silvan'da kaldım. Babam Silvan'da zahirecilik yapıyor idi. Yani köylerden hububat türü malzemeleri toplu alır, onları büyük şehirlere satışını yapardı. Yani Silvan'ın sayılı kesimlerden bir ailenin çocuğuydum. Yani zengin, yani durumu iyi maddi olarak, bir ailenin çocuğuydum. Toplam 6 kardeşiz. En büyüğümüz ablamız. Ben de erkek kardeşlerimin en büyüğüyüm. En büyüğüyüm. Silvan'dan-- Silvan'da, lisesinde bir öğrenci eyleminde dolayı sürgün edilince ailem evini benim de münasebetimle Diyarbakır'a taşıdı. Yani biz komple Diyarbakır'a geldik. 77'den sonra da Diyarbakır'dan sonra da Diyarbakır'da yaşamaya devam ediyoruz, ettik. 77'den sonra. 80-- Kaça kadar-- Şeye 1980'de, 79-80'de bir cezaevine girdim. O zaman 5 Nolu, ilerleyen konuşmalarımızda anlatacağım, henüz 5 Nolu yoktu. Yeni yeni yapılıyordu. İstihkam taburunda 1 yıla yakın bir süre kaldım. Daha sonra çıktım ama kısa süreli dışarda kaldım. Çıktıktan sonra kısa süreli dışarda kaldım. Yargılandığım dava Özgürlük Yolu davasında geniş bir operasyon ile tekrar gözaltına alındık. Bu sefer 6 yıl, 6 yıl süresince cezaevinde bulundum.

00:02:39 - Diyarbakır'da Politik İklim, Kendi Politize Olma Süreci

Play segment

Partial Transcript: Şimdi Silvan ağlık, beylik, şeyhliğin yoğun olduğu bir kent, bir ilçe. Ama aynı zamanda köylülüğün tamam mı halkın, dar gelirli kesiminde oldukça sıkıntı yaşadığı dönemler, dönemler. Mesela Silvan Lisesi'nde, Silvan Lisesi'nde bir yoksul aile çocuğu, yoksul aile çocuğu zengin bir 00:03:00ailenin çevresi tarafından dövülüyor. Silvan Lisesi'nde. Tabii o dönemde Silvan, özellikle Diyarbakır ilçelerinden olan Silvan bu konularda en duyarlı, hassas ve tepki gösteren bir yapıya sahip, yapıya sahip. Şimdi ağanın çocukları hem dövüyorlar çocuğu hem de emniyet hem ağanın, şey dövülen çocuğu hem de ailesini komple gözaltına alıyorlar. Şimdi Silvan Lisesi o sırada liseden hükümet konağına da doğru yürüdü. Biz de o eylemdeyiz, biz de katıldık. Benim ilk, hemen hemen ilk eylem diyebileceğim, siyasetle tanışacağım ilk eylem. Bir de ailem de maddi anlamda oldukça durumu iyi, zengin, o ailelerle de ilişkili olan bir konumda. Öyle bir aile içinde olmam daha da şey duruma getiriyor, beni o insanlar tarafından daha iyi ilişkilerimi geliştirmem anlamında söylüyorum ben. Benim o dönemlerde dilim kekemeydi. Korkunç bir kekemelik vardı. Yani her iki, her üç kelimeden birisini söylerken iki ayağımı yere vuraraktan zorlan konuşabiliyordum. Şimdi o slogan atmalarda hani hükümet konağına giderken slogan atıyoruz ya, işte kekemelerin bir özelliği, bir özelliği çok güçlü ses çıkarırlar. Normal konuşmada çok zorluk çekerler ama slogan atarken yani mesela katılan 100-200 kişidir diyelim, sizin sesiniz orada hemen kendisini gösterir. Şimdi herhangi bir örgüt, dernek bir bağımız yoktu. Öyle kendinden gelişen bir hareket. Ve ben de orada işte ağalığın, "Kahrolsun ağalar", "Ağalığa son" benzer sloganlar attığımda çok güçlü bir ses çıkıyordu. Ben daha sonradan, daha sonradan bunu öyle yorumladım. Okulun panosuna işte şu eyleme katılmalarından dolayı Milli Eğitim Bakanlığı tarafından sürgün edilen öğrencilerin başında ben geliyordum. Yani şimdi o sloganı yüksek sesle atmış olmam benim sürgünüme sebep oldu. İyi ki oldu. Yani, yani Diyarbakır'a gitmem benim açımdan çok daha iyi oldu. Çünkü orada daha güzel bir şey, atmosfer vardı. Ve o şekilde Diyarbakır Lisesi'ne gidip öğrenimimi orada devam ettirdim. Yani Silvan Lisesi'ndeki şeyimiz oydu. Ama daha sonra, daha sonra şey Diyarbakır Lice ve Diyarbakır Lice ve Silvan üçlü yol ayrımında bir yürüyüşümüz oldu. O yürüyüşte Lice depreminde, Lice depreminde dünyadan hani Lice ismi de 00:06:00dünyaca bilinen bir yer olduğu için korkunç bir yardım gelmişti. Yani siz o yardımlarla küçük bir ne bileyim, küçük bir ilçeyi yeniden kurabilirsiniz. Ama o yardımların hiçbirisi yerlerine ulaşmıyordu. Yani fakire, yoksula, ihtiyaç sahiplerine gitmiyordu. Bilakis onlar para karşılığı belli bir miktarlarda satılmaya çalışılıyordu. Hem depremin olmasına sebep olan o evlerin yapım şekillerine dönük tepki, hem de böylesi yardımların yerine ulaşmamasından dolayı bir miting düzenledi o dönemin kurumları tarafından. Ona katıldık. Oradan da yaklaşık 28 kilometre herhalde Diyarbakır Dağkapı'ya kadar yürüdük, Diyarbakır Dağkapı'ya kadar yürüdük. Yani bu, özellikle katılım, katılım yoğunluğu Silvan'dan gelen insanlardı. O yüzden 80 sonrası devlet Silvan'a büyük bir önem verdi. Sanırım bu Hizbullah denilen örgüt de Silvan'ın köylerinden oluştu. Hizbullah denilen örgüt. O kadarını şu anlık söyleyeyim. Yani çok büyük bir önem verdi çünkü Kürt yurtsever, demokrat, ne bileyim en insani düşüncelerin yoğun yeşerdiği bir yerdi. Bunu da birazcık da ağalığın, beyliğin olabildiğince hakim olduğu bir coğrafya olmasından kaynaklanıyor diye yorumlamak da mümkün diye düşünüyorum ben. Zaten Silvan'da Silvan Halk Kültür Derneği vardı. Silvan Halk Kültür Derneği'nde herkes, yani değişik, farklı düşünen insanlar da gelip katılıyordu. Ama daha sonraki zamanlarda yani 80 sonrasında ayrışmalar oldu. Mesela Silvan Halk Kültür Derneği'nde "Kawa" diye bilinen bir siyasi yapı vardı. Onlar daha çok orada devam ettiler. Benim, mesela benim tercihim Özgürlük Yolu taraftarı olmaktı, Özgürlük Yolu farklı bir dernekle ama Silvan'da değil Diyarbakır'da biz orada devam ettik. Devrimci Halk Kültür Derneği diye. Orada siyasi çalışmalarımıza devam ettik. Ama o dediğimiz dönemleri, sizin de dediğiniz gibi kendiliğinden gelişen bir şeydi tamam mı-- Ama tabii yaşça daha büyük abilerimiz vardı diyelim. Onların kendi aralarında siyasi tercihleri kuşkusuz vardı. Ama 80 sonrası gibi net bir ayrışma yoktu, yoktu. Yani DDKD şey o zamanki diliyle diyelim 00:09:00işte Şivancısı, Özgürlükçüsü, Rızgarisi. Öyle net bir ayrışma yoktu. O yurtseverlik, demokratlık güzel duygularla bir arada yürüyebiliyordu. O dönem için diyorum. Ama ondan sonra ayrışmalar daha da netleşir oldu.

00:09:19 - Dernek Faaliyetlerinin Sonlandırılması, Legal Demokratik Siyaset Üzerindeki Baskılar

Play segment

Partial Transcript: Şimdi öncelikle "dernek faaliyetleri kapatıldı" diyorsunuz ya. Dernek faaliyetlerinin kapatılması, ben bunu Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde, cezaevinde yatan insanlarla yapılan röportajlardan birisi de benimle yapıldı. İşte o zaman isimlerini bile anmak istemiyorum iki tane milletvekili vardı. Birisi benimle aynı davada yargılandı. Aynı koğuşta kaldık. Aynı işkence süreçlerinden geçtik. Orada da söyledim ben, kapatılmasının nedeni insanları yasal, demokratik ortamdan uzaklaştırmak idi. Bu çok önemli bir nottur. Bu çok önemliydi. Onları yasal, demokratik ortamlarda toplumsal sorunlara duyarlı olmaktan ziyade tamam mı, daha çok illegal ve işte şu anda da sürekli "yasadışı, yasadışı" diyorlar ya, o ana iten de o zihniyetti. Orada da söyledik yani "bu çok önemlidir" dedim. "Yani eğer sizin bu iktidarınız da eğer bu yönde devam ederse bu, sizde bir dönem gelir bunlar gibi yargılanırsınız." Yani legal, demokratik zeminde hak arama en insani, en makul, en doğru olanıdır. Bırakın insanlar bunu yapsınlar. O derneklerin kapatılmasının da nedeni buydu. Yoksa dernekler gidip tüzel kişiliği alınmış, insanların üye, üye adresleri, kimlikleri, her şeyleri belli. Oradaki kültürel, siyasi çalışmaların ne olacağı belli. Ama hatta içinde şeyin, o dönemin, o dönem hangi dönem olursa olsun insanların da içinde bulunduğu tamam mı, her an rapor edilip bilgi verilebilecek açık şeffaf bir yerdir. Yani o kapatıldı. Ha, dernek çalışmalarınız ile iktidarlar daha duyarlı hale geliyor. Nedir onların başında? Mesela eğitim çalışmaları. Eğitim çalışmaları çok önemliydi. Sonra yaşanılan toplumda olan bilen haksızlıklar ile ilgili geniş çaplı kitlelerle bağ kurabilmek için bildiri dağıtmak işte konferanslar düzenlemek, yürüyüşler tertiplemek. Tamam mı-- Böyle pratik yaşama yansıyan eylem türleri oluyordu. E bütün bunlar zaten gidiyorsun şimdi şeyse, valilikse valilikten, ilçeyse kaymakamlıktan gerekli yasal 00:12:00müracaatlarını yapıyorsun, izin alıyorsun. İşte mesela diyorsun ki "YÖK'e karşıyız." Mesela. YÖK niye oldu? YÖK'e karşıyız diyor. YÖK'ü eleştiriyoruz, bu anlamda yürüyüş yapacağız. Bu anlamda konferans vereceğiz. Sıkıyönetim uygulanıyor. "Sıkıyönetime hayır." Niye sıkıyönetime hayır? Gerekçeleriyle anlatıyoruz, anlatıyoruz. Yani o dönemin toplumsal sorunlarıyla ilgili yasal, demokratik bir hak kullanılarak yapılan bir eylem biçimleridir bunlar. Ama devlet bir şeyin farkında. Çünkü devletin hiçbir uygulaması, hiçbir uygulaması insanların yararına olabilecek şeyler getirmiyordu. Yan hiçbir, o dönem için diyorum. En başta biz Kürtçe üzerinde ciddi anlamda baskı vardı. Kürtçe. Ha biz o dönemde Roja Welat çıkardık. O Roja Welat çıkarana kadar alınmadığımız mesela haftalık çıkıyordu. 1 ay için-- Yani alınmadığımız ay yoktu. Mutlaka alınıyordun ve ağır işkencelere maruz kalıyorduk. Tamam mı-- Buna rağmen şeyi de engellemiyordu. Bunu da söylüyorduk. Diyorduk ki "Siz ne kadar şiddet yaparsanız, o kadar tepki alırsınız." Siz bu kadar mesela diyelim ki beni 6 yıl, 7 yıl yatırdınız. O kadar işkence, zulüm yaptınız. Şimdi geldik aradan bir zaman geçti. Şimdi ben sizin gibi düşünmüyorum ki. Ben gene o noktadayım. Soruşturmada hiç unutmam. Bak bu da önemli bir nottu. Orada da ben söyledim. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde. Çok önemli bir nottu. "Siz niye şiddete başvurmadınız? Bu hak aramayı silaha dönük, şiddete dönük yapmadınız?" Ya adam bana çok affedersiniz, anadan doğma halde bir tokat atmanın ardından, ardından hani derler ya yıldızları saymaya başlarsın. Doğru. O sırada meslektaşına söylüyor, diyor "bizim asıl için tehlike kokan bunlardır." "Niye bunlardır" diye soruyor. Diyor "bunlar" diyor, "silah şiddet kullanmıyorlar. Bunlar kitle içerisinde demokratik yasal mücadele veriyorlar. Yani bizi, bizim için şeydirler, tehlike bunlar." Ya düşünebiliyor musunuz? Diyor ki, "madem" diyor "eğer kullan-- size silah mı yoktu? Ya isteseydiniz size de verirdik." Yani bunu çok net bir şekilde dünkü gibi hatırlıyorum. O yüzden şu anda da zaten devletler sadece Türkiye Cumhuriyeti için demiyorum, Türkiye Cumhuriyeti Devleti için demiyorum. Dünyada kapitalizmin hakim olduğu, sömürünün, baskının, zulmün hakim olduğu devletler kendisine muhalif olan kesimleri susturabilmek için, üzerine gidebilmek için bu terör, şiddet mavalını hep kullanırlar. E tamam yani şimdi şiddet, terör kullanan vardır ama ben kullanmıyorum. Niye benim önümü kesiyorsun? Amaçları hep o minvale 00:15:00getirmektir. O yüzden 80 öncesinde, 80 zaten, 80 ihtilalinin olmasının da en büyük sebebi oydu. Yani 1976'yla 80 yılında legal mücadele, demokratik bir ortamda verilen mücadeleyi hazmedemeyen, hazzetmeyen bir devlet vardı. Ve o devlet 80 Eylül'le bunu bertaraf etti. Aynı zamanda Türk işçi hareketi de o dönemde baya yol alıyordu. Onlar da kavga, gürültüye, silaha, şiddete başvurmadan sendikal haklarla sınıf mücadelesi veriyordu. Aynı şekilde onlarla, bu Kürt halkının mücadelesi ivme kazanınca 80, 12 Eylül oldu. Dikkat edin, 12 Eylül olduktan sonra hep radikal söylemler ortada kaldı. Diğerleri büyük ölçüde ya yurtdışına kaçtılar ya bulundukları yerde cezaevinde kaldılar ya da ses çıkarmadılar. Ama hep devletle radikal yapılar baş başa kaldı. Birbirlerini de besliyorlar. Benim yorumum o.

00:16:10 - 80 Öncesi Diyarbakır'da Devam Eden Politik Faaliyetler, Diyarbakır Lisesi'nin Durumu, Mehdi Zana Dönemi

Play segment

Partial Transcript: Ya Diyarbakır Lisesi, bizim dönemde çok hareketli, siyasi anlamda hareketli bir dönemdi. Diyarbakır'da mağdur olan, mağdur olan kim varsa neredeyse tamam mı, Diyarbakır Lisesi gençlerine haber verilmesi halinde Diyarbakır Lisesi cümbür cemaat giderdi, orada ona müdahale ederdi. Devlet o Diyarbakır Lisesi'nin o anki politik, toplumsal sorunlara karşı duyarlılığını bile hazmedemedi. Diyarbakır Lisesi'nin adını değiştirdiler. Şimdi-- Ve yerini değiştirdiler. Yani şu an bile Diyarbakır Lisesi yok. Diyarbakır bilmiyorum ne Cumhuriyet Lisesi mi ne farklı bir şey olmuş. Tamam mı ne olmuş. Yani çok hareketli bir dönemde siyasette. Yani siyaset anlamında eylemliklerin, yapılan haksız uygulamaların. Mesela bizim sırf okulda hiç unutmam 6 tane öğretmenimiz sürgün edildi. Bu 6 tane öğretmen de öyle kendi hallerinde. İçinde Türkler bile vardı. Öyle demokrat, hümanist, yeşilci. Öyle çok politik olmayan öğretmenlerdi. Bunları bile hazmedemiyorlardı. Düşünün. Ondan sonra boykota gidiyorduk. Boykot da öğretmenlerimizi geri istemek amacıyla. Ama yani boykotlar amacına hizmet edebilmeleri için söylenen söylevler, atılan sloganlarla uyumlu olması lazım. Bir sıkıntı orada yaşadık birazcık. Özellikle bizim gibi toplumlar, az gelişmiş, gelişmekte olan toplumlar bu tür şeylere daha yakın, yatkındırlar. Şeyde, ülkeyi idare edenler de bunu çok iyi bildikleri için iyi kullanıyorlar. Bu tür 00:18:00şeyleri. Şeyler bakın bakın mesela o zaman Diyarbakır'da hiç şiddet, silah türü şeyler olmadan belediye başkanlığını yaşadığımız bir dönemde geçirdim ben. Yani Mehdi Zana'nın belediye başkanlık görevi. 76-80 arası oradaydım ben. Belediye başkanlığını kazandık. Hem de kime karşı? Oldukça zengin, maddi olarak oldukça iyi durumda olan bir sürü karşı adaylara karşı Mehdi Zana kazandı tamam mı-- Yani Diyarbakır bölge olarak, halk olarak az önce anlattığımız Silvan'daki durum daha geniş anlamıyla haksızlığa, haksızlığa şeye eşitsizliğe böylesi yapılan, kimi yapılan zulümlere karşı duran bir kitle şeyi var Diyarbakır'da. Ya mesela genellikle bu bilinir. Diyarbakır'da izne çıkan askerleri, izne çıkıyor tamam mı, inzibatlar tarafından işte sigara elindeyse veyahut da aksi bir hareket yaptıysa inzibatlarca alındığında halk kesinlikle, Diyarbakır'ın neresinde olursa olsun bu iş halk kesinlikle ne yapar ne eder o inzibatın elinden askeri alır. Yani güzellikle hoşlukla da olsa alır. Yani bu kadar hassasiyeti olan bir bölgedir halk. Yani o askeri, askerliği, ezilmişliği tamam mı, anasından babasından ayrı oluşu, gurbette oluşu. Alır onu yedirir, içirir yani bu anlamda Diyarbakır halkı olabildiğince bu tür insani duyguların en üstte düzeyde olan bir siyasi yapıya, iradeye sahip olduğu için diye. Ve bundan dolayı da eylemliliklerin de çok yoğun olduğu bölgelerdi. Atıyorum mesela Alparslan Türkeş'in, MHP'nin Kürtlerle ilgili tespitleri belli. Çok net belli. E şimdi geliyor, "Diyarbakır'da ben konuşma yapacağım." Yapabilir mi? Yani şimdi mümkün değil ve yaptırmadılar da. Yaptırmadılar da. Niye yaptırmadılar? Çünkü kullandığın dil önemli. Sen onlara karşı, Kürtlere karşı bu kadar önyargılı, ırkçı, şoven yani aşırı böyle bir dil. Ondan sonra gelip diyeceksin ki yüzde 80-90'ı Kürt olan bir coğrafyada "Ben geldim, merhaba" diyeceksin. Yani böyle Diyarbakır 80 öncesi politik anlamda baya, diğer bölgelere nazaran etkili olan yerlerden birisiydi. Çok hareketli bir dönemdi. Yani 76-80 yılı oldukça hareketli bir dönemdi. En azından halkın istek ve 00:21:00taleplerine dönük, dönük böyle herhangi bir rant, rant gütmeksizin sadece hizmet faktörüyle hizmet etme, halka birlikte hizmet etme tamam mı, halkla birlikte ama. Hizmet etme faktörünün herhangi böyle çok da şiddete başvurmaksızın kendiliğinden alınabileceğini bir kurum belediye. Ben Diyarbakır için söyleyeyim. Tabii ki yani o dönemde kısa dönemli bir belediye başkanlığı sürdü. Çünkü sanırım 78-79'du. Yani hemen ondan sonra 12 Eylül geldi. Çok öyle değişken olabilecek bir şey söylemem mümkün değil. Ama yapılan çalışmalar, yapılan çalışmalar halkla birlikte iç içe yapılan çalışmalardı. Mesela kanalizasyon olsun, belediyecilik hizmeti bakımından aklınıza ne geliyorsa bütün şeyleri halkan birlikte yapabilecek durumdaydı. Ama ömrü uzun sürmedi. Ya o yüzden çok fazla bir şey ifade etmede zorlanıyorum. Ondan sonra da zaten 80 sonrası gelen o belediyelerin çoğu, şimdi dahil kayyum atanıyor. Hani kendi istedikleri gibi belediyecilik şeyi yapıyorlar. Ama o zaman 80 Eylül olmamış olsaydı, olmamış olsaydı bir Diyarbakır bir de Ağrı Dağı belediye başkanlığı alınmıştı. Ve onlar diğer bölgelere de sıçrayacaktı. Çok rahat bir şekilde o bölgelere de belediyeler el değdirecekti. Ve çalışmalar da siyasi çalışmaları siz belediye çalışmalarından soyutlayamazsınız her ne kadar yerel yöneticilik desek bile bölgenin kendine özgü siyasal sorunları da vardır. Dil, kültür benzeri. Soyutlayamazsınız. E bu da devlet için kabul edilemez bir durum olduğu için müdahale her an gelir. Sıkıntı oradaydı. Tabii ki orada bir eksiklik de vardı. Yani mesela duyarlı, duyarlı kesimlerin kendi aralarında bir birlik ve bütün şeyi de yoktu. Yani birlik de yoktu onlarda. Bir tek siyasi hareket mesela diyelim ki Özgürlük Yolu hareketiyle yürüyordu. O birlik olduğunda da tabii ki bu sefer şey devreye giriyor devletin kolluk güçleri falan devreye giriyor ve ciddi bir şekilde onların üzerlerine gidiyor. Daha sonraki dönemler için söylüyorum. Yani kısa ömürlü bir Mehdi Zana dönemi olduğu için çok aktarabileceğim bir çalışma dile 00:24:00 getiremem, dile getiremem. Bu kadarıyla yetineyim bu konuyla ilgili.

00:24:10 - Gözaltına Alınma Süreçleri, Diyarbakır 5 No'lu Cezaevi Hakkında İlk Duydukları

Play segment

Partial Transcript: Şimdi ben 2 defa alındım. Birincisinde, Diyarbakır Ofis semtinde bildiri dağıtma sırasında alındım, alındım. Bildiri normal çıkan gazetenin şeyiydi ek bildirisi gibi bir şeydi. Yani şu an o bildiride yazılanlar, yazılanlar şimdi çok rahat bir şekilde CHP'nin dile getirdiği şeylerdir. Yani öyle çok şey bir bildiri değildi ama o dönem yasaktı. O dönem aldık, alındık, alındık 3 arkadaş. 8 aylık bir cezaevi yaşamı, 8 aylık bir cezaevi yaşamı geçti. Sonra çıktık, daha sonra çıktık ama bu sefer yargılandığımız davada toplu bir alınma oldu. 1981'di sanırım. Orada bizi uzun süre tuttular, uzun süre tuttular bizi. O zaman tuttuklarında şimdi şeye geçiyoruz gözaltı süresinde, gözaltı süresinde biz daha gözaltına alınmadan önce 5 Nolu Cezaevi'ni az çok anlatıyorlardı. Ama yaşamamıştık. Bizi gözaltına aldıktan sonra orada 5 Nolu'dan gelip, çünkü 5 Nolu'dan tahliye edilenler gözaltına geliyor, oradan bırakılıyordu. Birisi geldi beni tanıyordu. Hatırlamıyorum ama. Dedi, "Mahmut gel" dedi, "sana bir şey söyleyeceğim." Dedim "buyurun." Dedi "bak" dedi "biz arkadaşlar desek de demesek de yarın 5 Nolu'ya gidecekler, gidecekler. Ama onların böyle büyük bir korkuyla, endişeyle gitmelerini tamam mı, törpülemek için tamam mı kısmen de olsa böyle rahat bir psikolojiyle gitseler daha iyi olur düşüncesiyle biz onları, şeyi abartmıyoruz. Cezaevinde olanları. Ama ben sana farklı anlatacağım. Neden farklı anlatacağım? Çünkü sen tanıyorum dilin kekeme yani çok uzun konuşuyorsun, yani iki kelimeden üç kelimeden bir tanesini konuşuyorsun. Ve çok zayıf, sıskaydım. Çok zayıf. Daha yaşım da buraya gelmeden önce yazdım kaç diye falan. Kaç yaşındaydım? 18 yaşındaydım. 18-19 o civarlarda. Çok zayıftım. Kekemem de acayip bir dil var yani çok zorlanıyordum. Eee ne yapacağım peki? Dedi, "bak", dedi "sizi önce bir hoş 00:27:00geldin yapacaklar size. Hoş geldin sürecinde hücrelerde tutuyorlar tamam mı, böyle kaba dayak atacaklar size. Son hücrelere koyacaklar. Ne kadar kalacağınızı bilmiyorum ama. Onların durumuna göre. Çıkardıklarında hücrede, sizi koğuşlara dağıtım yaptıklarında sen bu kekemelik, kesinlikle kekemeliğini sürdür, sürdür." Güldüm. Dedi "niye gülüyorsun?" Dedim "zaten o ortamda düzgün konuşmak mümkün değil ki. Yani zaten kekemeyim." "Yok" diyor, "öyle değil. Ola ki bir anda bir reflekse güzel cümleler kurarsın seni normal koğuşa yollarlarsa durum hiç değil. Sen sürdür." "Tamam" dedim. Yani dur. Ama onların akıllarını da kimseyle paylaşmıyorum. Çünkü haklı, haklı. Yani o ortamda gerçekten de anlatılması bile insanı ürpertiyor, o ortamı.

00:28:09 - Diyarbakır 5 No'lu Askeri Cezaevi'ne Geliş, İşkencelerin Başlaması

Play segment

Partial Transcript: Gittik. Tabii tamam dedik. Bizi aldılar, götürdüler. Önce bütün eşyalarımızı aldılar, gülüyorlar tabii. Önümüzde devasa-- Biz kaç kişiydik? 30-40 kişiydik. Ama 100-150 tane böyle fiziki olarak yapılı, ellerinde özel jop değil he jop değil. Özel kalaslar var ellerinde tamam mı. Tabii millet artık anlatılanları artık unuttu. O anı izliyoruz. Dövecekler bizi. Yok Mahmut kekemeymiş, çocukmuş, içlerinde çocuk, yaşlı varmış hiç şey değildi. Güzel bir dayaktan sonra-- Yok dediler ki televizyon mu, televizyonlu bir odaya mı alalım tamam mı yoksa önce banyo mu yaparsınız? Yani şimdi dalga da geçiyorlar. Önce banyolu bir yer mi istersiniz yoksa diğer televizyonlu odaya mı alalım sizi? Tabii biz ses çıkarmıyoruz. Çünkü onların o fiziki duruşlarını gördüğümüz için ona cevap verme şeyimiz yok bizim. Aldılar. Bir hücrenin, bir hücrenin yarısı dışarı taşmayacak şekilde çok af buyurun, insan pislikleri var. Dolmuş, taşmış tamam mı. Ondan sonra sırasıyla-- Ama gitmemek mümkün değil. Sen gitmek istemezsen bile öyle bir şansın yok. Çünkü o ellerindeki kalaslarla sokup çıkarıyorlardı içine. Çok korkunç bir şeydi yani o anlatılmaz. Sonra çıkanı, yeri ıslatmışlar, yer yamyaş. Yüzüstü oluyorsun. Yüzüstü. İki elinle balıklama, yüzer gibi yaparaktan karşı duvara kadar yürüyeceksin. Yani 00:30:00 gideceksin tamam mı. Bütün tutukluları o şekilde. Ve adamlar postallarıyla birisinin bir ayağı bir tutuklunun sırtında; diğer ayağı başka tutuklunun sırtında. Böyle hoplayıp zıplıyor. Korkunç bir şey. Yani o 1 saatlik o işkenceyi yaşadıktan sonra, yani o uzun bir süreydi zaten. 1 saat dedim ama uzun bir işkenceyi aştıktan sonra bizi hücrelere attılar. Hücreler bizim için yetmiyordu. Zaten ben en az kaldığım hücre 17-18 kişiydi. Ya 17 ya 18'di. Ya hücre çok affedersiniz yani bizim şey tuvalet diye kullandığımız var ya. Onun biraz daha büyüğünü düşün. Çok küçük bir yer. Düşün orada 18 kişiyiz. Ondan sonra sürekli her gün, her gün günün belirli saatlerinde çıkarıyorlardı. Aynı getirdikleri gibi işkenceleri yapıyorlardı. En son tahminen 2 aydan az bir süre sürdü bu uygulama.

00:31:07 - Eğitim Hakkının Engellenmesi, Çocuk Koğuşuna Veriliş

Play segment

Partial Transcript: Yani 40 ve 50 gün arası bir şey sürdü. Ben o zaman üniversite imtihanlarına hazırlanmıştım, üniversite imtihanlarına. Üniversite imtihanlarına sınavın olacağı gün bir yazı geldi, getirdi gardiyan. Dedi, "imzala" dedi "bunu Mahmut." Baktım, nedir? "Ben kendi isteğim ve rızamla sınavlara girmek istemiyorum" diye bir yazı. Onu bile, o şeyi bile yapıyorlardı. E benim orada imza atmamam mümkün değil zaten. Yani imza attık onu. Kendi şeyimle üniversite sınavlarına girdim. Ve çok ciddi bir şekilde de hazırlanmıştım. Yani unutamayacağım şeylerden birisi de oydu. Yani yaklaşık son 3-4 ay süresince bir iki üniversite öğrencisi arkadaş beni çok güzel bir şekilde hazırlamışlardı. İddialıydım. Üniversiteye gireceğime kesin inanıyordum. Ama maalesef olmadı. Şimdi bu noktada duygusallaşmamın bir nedeni Yılmaz Demir adında bir arkadaşımız vardı, o da beni hazırlayan sınavlara arkadaşlardan birisiydi. O da devam eden süreçlerde, cezaevindeki o vahşi uygulamaların, vahşi uygulamaların geri püskürtülmesi için kendini astı. Yani intihar etti. Ama intihar etmesi-- Aklı başında bir insandı. Onun ailesi ona ısrarla "Yılmaz bak sen ODTÜ -Orta Doğu Teknik Üniversitesi-, Hacettepe Üniversitesi, Boğaziçi Üniversitesi ayarlarında bir öğrencisin. Git mücadeleni oralarda sürdür. Diyarbakır'a niye gidiyorsun?" Ve ben hemen konuyu şey yapacağım, 00:33:00değiştireceğim. Hücrelerdeki olan arkadaşları koğuşlara dağıtma sürecine geldik, geldik. Sıra bana geldi. Artık dedi "sizi koğuşlara dağıtacağız." O Esad Oktay Yıldıran. Çok affedersiniz "alçak" diyeceğim o adama. Esad Oktay Yıldıran. Teker teker bizi sorguluyor. Bana geldiğinde zaten o şartlarda dediğim gibi konuşamazdık. Onu hatırladım. Söyleyemedim. Ne adımı söyleyebildim ne hiçbir şey. Tabii çok affedersiniz sizden, çok namusluymuş gibi çok namusluymuş gibi diyor ki "bu çocuk koğuşlarda namusunu koruyamaz. Bunu çocuk koğuşuna, sübyan koğuşuna verin" dedi. Sübyan koğuşuna girişim bu şekilde oldu. Normalde çocuk koğuşu 18 yaşından küçükler gider. Ben sanıyorum ki 19-20 yaşlarımdaydım o zaman. 18-19 veya. Yaşlarındaydım. Ama o yaşıma bakmadı artık. Dedi "bu şeyini koruyamaz, namusunu koruyamaz." Çok namusluymuş gibi. Beni çocuk koğuşuna verdiler. E tabii ki çocuk koğuşu da çok farklı. Diğer arkadaşlar da farklı farklı koğuşlara. Ama o cezaevine ilk girdiği andaki ilk o 18 şey, 40-50 günlük o sürecin, süreci asla-- Aradan 42-- Burada bir notumu almıştım. Yani epey bir zaman geçmiş olmasına rağmen unutmak mümkün değil. Unutmak mümkün değil. Çocuk koğuşuna geldik.

00:34:58 - 31. Koğuş

Play segment

Partial Transcript: Çocuk koğuşundan özetlersek, özetlersek yani genç yaşta henüz algı yeteneği gelişmemiş gençler oldukları için değişime uğrayabilirler, farklılaşabilirler. Örneğin dini konularda. En basiti. Çünkü 31. Koğuşta 4 tane büyük vardı. 4 tane büyük, büyüğün suçu ise-- Onlar da tutukludur, 4 tane tutuklu. Ama onlar hava korsanı. Yani şeriat yöntemini, yönetimini benimseyen şeriat yönetimini benimseyen kendi coğrafyasından, dünyadaki bütün coğrafyaların şeriatla yönetilerek daha iyi bir yaşam şeyine inanan insanlardan oluşan 4 kişi. Bu, bunlar aynı zamanda şey birisi şair, yazar. Onun ismini hatırlayamadım. 00:36:00Hatırlayabildiğim, benim bulunduğum koğuşun sorumlusu Ömer Yoğrulmaz'dı. Ömer Yoğrulmaz'dı. Ama diğerini yani çok iyi hatırlayamadım. O cezaevi içinde tutuklulara söyletilen marşların çoğunu onun yazdığı şiirlerdir. Onun yazdığı şiirlerdir. Şimdi, çocuk koğuşundaki amaç bizleri teslim ederken bunları şey Kürtçülükten ve solculuktan arındırın ne yaparsanız yapın. Size teslim, tamam mı. Yani Kürt halkının sorunlarına çünkü o bölgede zaten Kürt halkının sorununu dile getirenler vardı. Yani en çok yoğunlukta. Tabii bir de solculuk da eklenince onlar için daha büyük bir tehlike arz ediyor. Bu iki şeyden ötürü. Dini şey yapmıyorlardı. Mesela orada çok ciddi bir şekilde dini eğitim görüldü. Ben 4 yıl kaldım 31. Koğuşta. 4 yıl. 1984 yılında eylemler başladı. Başkaldırı 84 yılına kadar oluyordu ama 84 yılında bütün cezaevi toplu olarak eyleme katıldı. Orada bizim koğuşa da geldiler. Bizi çıkardılar şeye koridora. Dedi, "Kim bu koğuştan gitmek istiyor?" Yani birkaç kişiden biri de bendim. "Niye gitmek istiyorsun" diye sordular. "Ben büyüdüm, ben çocuk değilim artık" dedim. "Burası çocuk koğuşu. Ben kalan süremi büyüklerin yanında geçirmek istiyorum" dedim. Tabii biliyorduk 84'ten sonra artık 84 yılına kadarki gibi olmayacak. Orası da bir-- Olsaydı bile zaten o teklifler biz gitmek istiyorduk. Çünkü orada 4 yıl boyunca psikolojik işkence, manevi işkence. Onu gerçekten onu tarif etmek bile zor. Yani fiziki işkenceyi anlatırsın, anlatırsın daha da anlatırız ama o psikolojik işkence acayip bir şey. Mesela bir şey söyleyeyim ben. Ben sigaraya karşıyım, asla sigara içmem. Yani durup durduğu yerde gözlerim yaşarmaz. Ağlamam, tamam mı. Ama birilerini karşımızda dövdüklerinde, ki o, bu çok çok önemli bir şeydi. Birilerini karşımızda dövüyorlar ya, yani slogan atamıyorsun, müdahale edemiyorsun yani yani korkunç bir şey. Psikolojik olarak var ya acayip bir şey. E şimdi 31. Koğuştasın ama çocuk koğuşundasın ama ağlamak, şey sesler geliyor dayak yiyen insanların korkunç sesleri geliyor. Korkunç sesleri geliyor. Ya o yakın bir zamanda 00:39:00dündü sanırım Dörtler diye bilinen, kendisini yakan insanlar bizim üstümüzde kalıyorlardı. O bağrışmalar aynen koğuşun içerisindeydi. Yani şimdi etkilenmemek mümkün mü? Mümkün mü? Yani cezaevi yönetiminin çocuk koğuşundaki olan politikası 4 hava korsanının, özetlersek 4 hava korsanının şeyine verilmiş, inisiyatifine verilmiş. Bunları solculuktan, Kürtçülükten, Kürt sorunlarını dile getirmekten ayrıştır ne yaparsan yap gibi bir mantıktı. Tabii eğitim, o kadar yıl için eğitim dini eğitim veriliyordu. Dini yani böyle hiç aklımda, unutmam. Bu Elmalı diye bir kitap var Elmalı. Benzeri Said Nursi'nin bir sürü kitabı var. Onlar da sınır yoktu, onlar çok vardı orada. Onlar herkesçe okunurdu ve okunmak zorundaydı. Şimdi namaz kılmak zorundasın orada. Yani namaz-- Adam diyor ki "bak" diyor "zorlama yok dinde, ben namaz kıl demiyorum. Sen bilirsin" diyorum. E gel bakalım o şartlarda namaza durmayan insan ben hiç görmedim, hiç görmedim.

00:40:24 - Çocuk Koğuşundaki Psikolojik İşkenceler

Play segment

Partial Transcript: Bir gün o süreçte, yeni alınan bir arkadaş geldi bir çocuk geldi daha doğrusu. Onunla birlikte yemek yiyorduk karşılıklı. Yemek yeme sırasında dışarıda hava nasıl, bir şeyler öğrenmeye çalışıyordum. O konuşuyordu. Henüz dışarının sıcaklığı var onda. O, o inancını koruyor. Herhangi bir sorun yok. O görüştüğüm yeni gelen, çocuk koğuşuna gelen arkadaş, tabii o zamanki dışardaki ortam bilgileri aktardı. O beni o an hoşnut etti tabii. Güzel şeyler söylüyordu. Çünkü dışarda en azından cezaevine dönük uygulamalar, o zaman iktidarda olan hükümetin yanlışlıklarına dönük uygulamalar karşısında geniş bir demokratik kitle örgütleri, siyasi yapılar arasındaki güzel ilişkiyi anlatıyordu. Onlarda bir canlılık olduğunu, yakın zamanda daha iyi bir duruma gelinebileceğini anlatıyordu tamam mı. Bunlarla mutlu oluyorsun yani yeni gelen birisi. Ama maalesef çocuk dedik ya yani aslında onlar yöntemleri kendilerince doğru bir yöntem. Bir süre sonra o çocuk da onların etkisi altına girdi. Etkisi altına girince de benimle yaşadığı o durumu anlattı. "Ben yeni geldim, bu arkadaş benimle böyle böyle konuştu." Yani doğrusu fiziki olarak işkence yoktu. Orada bana fiziki olarak bir şey yapmadılar. 00:42:00Beni cezaevi idaresine de teslim etmediler. Doğru. Çünkü onlar da bu uygulamaları hani şeriatçı bir mantık, kendilerine bizi daha iyi bir duruma yakınlaştırıp, kendilerini kabul ettirebilmeleri için bu tür şeylerden kaçınıyorlardı. Ne yaptılar? Kapalı bir yere bırakıp, uzun süre yani süresini hatırlamıyorum. Günlerce yalnız başıma kaldım. Yeme içme vermediler. Ve sonraki takip eden günlerde de ciddi bir şey başladı. İnsanlarda benim gibilere karşı bir soğuma başladı. "Ya hayır bu olmaz, bu yani deyim yerinde 'Allah birdir' bile dese inanmayın, bu doğru söylemiyor" gibisinde. Çok, psikolojik olarak baskı vardı. Yapamazdın sen onu onlarla, yani onlarla yürüyemezdi işler. Çünkü verdikleri kültür bir sefer bana ters. Yani ben doğaüstü güçlere inanmıyorum. Yani doğrusu olan bu. Ama orada hep dini eğitim veriliyor. Irkçı, şoven şeyler de yanında verilmeye çalışılıyor. Mesela şeyin o ismini hatırlamadığımız adamın yazdığı bazı şair, şiirler vardı. Yani insanın tüylerini ürpertiyordu. Onları dinlemek bile başlı başına şeydi. Ve onları diğer koğuşlardan yüksek sesle, yani diğer koğuşlardan derken yani komple her tarafımız koğuş onlara ses geliyordu. Ve o marşlar geliyordu. Yani psikolojik olarak onların etkisinde olmamak mümkün değildi. Yani 31. Koğuş maalesef devletin orada genç yaşta her 18 yaşından çocukların kendi o, kendi kültürlerinden uzaklaşmaları için oraya geliş sebebi olan siyasi düşüncelerinden ayrıştırmak için yoğun bir dini propaganda etkisi altına girip ki onların da aileleriyle görüşmeleri de çok rahattı, çok kolaydı. Büyük oranda başarılı oldular bana göre. Ondan sonra, onlar çıktıktan sonra kimileri devam etti mi etmedi mi bilmem. Ama dini yönden özellikle bizim coğrafyanın işte Kürdistan coğrafyasında dini faktörün 00:45:00bu kadar ön plana çıkmasında devletin ne kadar din duygusuna önem verdiğinin bir işaretidir yani işaretidir. Yani tabii sadece 31. Koğuşta verilen o dini çocuklara verilen dini eğitim sadece o değil. Yani aynı zamanda gidin bütün başta bizim bölgemiz olmak üzere coğrafya her 300-400 metre ötede dini yönden yerler açılır, camiler vardır. Onların amacı bu insanları kendi asıl sorunların soyutlayıp öbür dünyada her şey çözülecek, halledilecek gibisinden bir şey geliştirmek, anlayış geliştirmek.

00:45:39 - Aile Ziyaretleri ve Görüşlerdeki Baskı Ortamı

Play segment

Partial Transcript: Nüfus-- Şöyle sayı olarak tam veremem ama yani unutmuşum ama 4 koğuştu, 4 koğuş. Ama birbirleriyle görüşebilen 4 koğuştu. İç içeydik. Çünkü 1 ev, 4 odası vardı. 4 koğuştu. Yani yaklaşık olarak diyebilirim yani 150 civarındaydı. Aileleriyle görüşmeleri oldukça, diğer koğuştakilere nazaran daha iyiydi, daha iyi koşullardaydı. Mesela diğer koğuştakiler henüz daha 1 dakika bile geçmeden tamam mı, geri dönüyorlardı. Yani daha sonra onların anlatımlarından çıkardığımız sonuç ama çocuk koğuşu öyle değildi. Yani en az, en az 15 dakika rahat rahat karşılıklı konuşulabiliyordu. Bayramlarda, seyranlarda, şeylerde rahat rahat konuşuyorlardı. Onlar için özel bir ayrıcalık vardı. E tabii ki bunlar çocukların, şeyin anne bana ne kadar farklı düşünürse düşünsün kendi kafasında çocuğunun rahat etmesi vardır. Huzurlu olması vardır. Kaba, baskı, işkence, zulüm görmemesi vardır. Yani o açıdan idare 31. Koğuştakilere yönelik şey yapmıyorlardı. Yapmıyorlardı. Çünkü ben de onu yaşıyordum. Ama konuşmaların içeriği önemliydi. Yani şimdi ben dışarıdan yeni gelen bir tutukluyla onu konuşmanın bir benzerini ailemle yapma şansım yok. Mümkün değil tamam mı. Zaten o dönemde babamın ciddi bir rahatsızlığı vardı. Onun üzerine yoğunlaşıp o rahatsızlığının iyileşmesi için benden kaynaklıydı, çok üzülüyordu. Onu rahatlatmaya çalışıyordum. Hep gelmiyordu zaten babam. Genellikle annem ve diğer kardeşlerim geliyordu. Daha doğrusu kardeşlerim değil de ablam geliyordu. Çünkü kardeşlerimi güvenlik açısından yollamıyorlardı. Ne olur ne olmaz diye. Annem mesela bazen anlatır, anlatır. Yani dışarıda çektikleri de o da ayrı bir caba. Yani dışarıda çektikleri de ayrı bir caba. Anlatır aklın durur. Yani elbette ki bizim kadar değil ama o zaman 50-60 yaşındaki 00:48:00anne ve babaya yaptıkları da çok kötü şeylerdi, çok kötü şeylerdi.

O görüşmelerde bir sefer "hastayım, rahatsızım, durumum iyi değil." Olumsuz negatif bir şey söyleme şansın yok. Hep pozitif olacaksın. Yani çünkü öyle dedin mi bu mesaj olarak algılanıyor, mesaj olarak algılanıyor.

00:48:30 - İletişim ve Haberleşmedeki Sansür ve Baskılar

Play segment

Partial Transcript: Mesela ben bir gün cezaevi idaresi cumartesi günüydü, beni çağırdı. Biz korktuk yani. Arkadaşlar dedi ki "seni samimi itiraf etmeye mi çağırıyorlar, mahkemeye mi götürecekler, verelim mi vermeyelim mi seni." Dedik ki "Hiç kendimizi zorlamayalım. Yani bu adamlar ne kadar yaparsak yapalım beni çağırıyorlarsa, bütün cezaevi gardiyanını dikerler alıp götürürler." "Yani hepiniz şeyine girmeyin. Yani her şey bende bitecek. Ben gideyim tamam mı yani artık gelmezsem artık siz bilirsiniz." Neyse gittim. Götürdüler. Ama baktım şey, şeydi, asteğmenmiş. Yani bu ama o, onun iyiliği de bir de sivil olmasından kaynaklı birazcık da. Asteğmen, orada subay geldi kucakladı. Ben daha çok şey oldum. Bu niye kucaklıyor? Yav diyor bak mektup var burada, mektup var. İşte diyor ki bu tür şeylere dikkat-- Ama gelenlerin çoğu da kültür düzeyleri gerçekten de çok düşük. Yani diyor ki siz şeyler, kuzular süt veriyor mu? Bilmiyorum yani öyle acayip şeyler yazdıklarını söylüyor ki. Diyor ki bunlar, bunları ben nasıl söyleyeyim? Sen açık ve net yazmışsın yazılarında. Her şey okunuyor, anlaşılıyor. O yüzden annelerimizle, babalarımızla, yakınlarımızla konuşmamız, tamam mı öyle istediğimiz gibi olmuyor. Ama bazıları yani hakkını vermek lazım, bazıları, bazıları derken yani 31. Koğuşa giden herkesi söylemiyorum çocuk koğuşundan. Çünkü yan şeylerden itişip, kakışmalardan biliyoruz orada onlara uygulanan uygulamaları anlatan tutuklular oluyordu. Onları çok haşat ediyorlardı. Acayip dayak atıyorlardı. Yani o da yani her tutuklu yapmazdı onu. Öyle fiziken, inanç olarak kendisine güvenen. Bu işin birisi tarafından karşı tarafa bildirilmesi gerektiğine inanan, daha dayanıklı insanlar bunu söylüyordu. Yoksa normal bir tutuklunun ya atıyorum yani şunu diyemezdi, "ya ben günlerdir midem ağrıyor, midemde ülser var, dişim ağrıyor, revire yazdır, revire yazdırmışım ama çağırmıyorlar." Hayır. Bunu diyemez. 00:51:00 Bunu dediği anda o hastanelik değil daha kötüsü sonuçlar doğardı. Yani ya 31. Koğuşun çocuk koğuşu olmasından da öte idarenin oraya özel bir yöntem yani onların, onların değimiyle ıslah etmek, eğitmek, kendilerine göre yontmak, kendilerine göre bir şekil almasını sağlamak için eğitim şeyi yapıyorlardı. Ama tabii şeyin de farkında değillerdi. Yani mesela İran'daki yönetim gibi şeriatla yönetimi ister bir örgütlemenin gelişebileceğini de tasavvur edemiyorlardı. Ben bugünlerde o sürecin de katkısı olduğuna inanıyorum ben. Oldu ve nitekim çoğu da öyle söylüyordu. Mevcut sistemi, devleti bizim gibi en radikal uçta eleştiriyorlardı. Ama onun yerine koydukları şey İslami şeriat yönetimiydi. Bir farkımız oydu yani biz sosyalizmi getirecektik ama onlar İslami şeriatı getireceklerdi. Onlara her türlü mübah vardı, rahatlık vardı. Ama bizde maalesef onları anlatma, tartışma gibi bir şeyimiz olmuyordu. Sadece erkek çocuklarıydı. Kadın yoktu. Ben yani siyaseten geldiklerini hatırlıyorum. Siyaset dışı gelen bir çocuğu şu an anımsayamıyorum. Hep siyasetti. Çünkü şeyleri de biliyorum yani sohbetlerimizden de biliyorum. İşte hangi davadan geldiklerini söylüyorlardı. Onları da tanıyordum. Ve ve çoğunu da dışarıdan tanıdıklarım da vardı zaten onların içinde. O yüzden hep siyasetten gelmişlerdi. Ama siyaset dışından gelen de varsa çok azdır diye biliyorum yani ben görmedim, hatırlamıyorum onu ben. Çok azdı.

00:53:10 - Yargılandığı Dava ve Maddeler

Play segment

Partial Transcript: Ben Özgürlük Yolu diye bilinen, Özgürlük Yolu diye bilinen Türkiye Kürdistan Sosyalist Partisi, Türkiye Kürdistan Sosyalist Partisi davasından yargılandım. Ya Özgürlük Yolu Türkiye Kürdistan Sosyalist Partisi'nin bir yayın organıdır. Gençlik kesiminden Devrimci Halk Kültür Derneği içinde büyüdük, yetiştik. Özgürlük Yolu davası, Türkiye Kürdistan Sosyalist Partisi'ni. Ama ben Türkiye Kürdistan Sosyalist Partisi'nin ismini çıktıktan sonra yani öğrendim. Yani üyesi falan olmadım. Ben DHKD içinde çok etkinliklerde kaldım. Bu düşünce onu da söylemek isterim amaçladığı özgür bir Kürt coğrafyasının, sınıfsız, sömürüsüz, 00:54:00 baskının olmadığı, eşitlikçi bir yönetim olan sosyalizme gelmesini savunan bir düşünce, düşünce. Ama bunun yasal, legal zeminde ancak kotarılabileceğini şiddetle olamayacağını, tırnak içinde şiddetle olamayacağının ne kadar doğru olduğunu ben yaşadığım o soruşturma safhasında-- O soruşlar ekipler de öyle sıradan yerel soruşturma ekipleri değildi. Bunu çok iyi biliyorduk. Her siyasi yapının Ankara'da o örgütü tanıyan, bilen, organize olmuş kültürel olarak o her şeyi bilen, siyasi birikimli olan kadrolar geliyordu ve bizim bu anlamda ne kadar tehlikeli olduğumuzu bu şekilde ifade ediyorlardı. Doğru söylüyorlardı. Yani şiddete dayalı, sadece bizim coğrafyamızda değil dünyanın neresinde olursa olsun. Çünkü bir sefer güçler eşit değil. Sen nasıl yapacaksın? Şimdi benim elimde telefon ben ne konuşayım ne ediyorum adam olduğu gibi çözüyor. Hareketimi, davranışımı çözüyor. Nasıl kotaracaksın sen? En yani en doğru olanı silahın, şiddetin olmadığı demokratik bir zeminde hak arama yani 168 farklıydı. Yani silahlı bir örgütten yol alıp yürümek. Ben 171 maddesinden yargılandım. En az ceza 8 yıldı. En yüksek 15 yıldı. Onu biliyorum. 8 yıldan, 8 yıldan 1402,1402 çocuk yaşta olduğumu orada ifade ettiler. Madde uygulandı ama çocuk yaşta olduğum için uygulandı. Oradan düştüler. Toplam aldığım ceza bir artış oldu, bir düşüş oldu. 12 yıl 6 ay ceza aldım. Arttırmasının sebebi de 1980, 12 Eylül sonrasında eylemlere devam ettiğim için 1402 o yüzden uyguladılar. 12 yıl 6 ay ceza aldım. Çıkmama 1,5 yıl vardı henüz sanırım bu Turgut Özal mıydı, Rahşan Ecevit miydi? Onların döneminde bir infazda bir indirim oldu. 6 yıl yattıktan sonra çıktım. Yani madde 171/1'di.

00:56:25 - Mahkeme Sürecinde Yaşananlar, Devam Eden İşkenceler

Play segment

Partial Transcript: Mahkeme günü anlatırken Yılmaz Demir yine aklıma gelecek. Zorlanacağım. Şey, arabalar var şey siyah böyle dışarıdan baktığınızda göze hoş gelmeyen bu tutuklu taşıyan arabalar vardı. Orada ellerimiz arkada bağlı yani kelepçeyle tamam mı, başımız önümüzdekinin sırtına değmeyecek 00:57:00şekilde uzanık ama değmeyecek şekilde tamam mı değmeyecek şekilde. Yaklaşık 1 saatlik bir yolculukla mahkeme alanına geliyorduk. Mahkeme yerine geliyorduk. Orada da mahkeme sürecine kadar yine aynı o nizami bir şekilde koridorda bekletiliyorduk. Mahkeme saati geldiğinde şeye giriyorduk. Tabii bir anı, tabii şey anlatayım o anımı. Şimdi sıra, cezaevinde sıraya koyduklarında herkes babasının adını söylemek zorunda. Yani kendi adını değil. Çünkü o listede takip ediyor, yanlış kişi yanlış kişinin yerine gitmesin diye. İşte baba adı söyleyecek. Yani sırası gelen babasının adını söylüyor. Tabii ben orada da babamın adını söylemeye zorlanıyordum. Yılmaz Demir şehit olan, yaşamda olmayan arkadaşım gardiyan, bulunduğu koğuşta pek o davada, bizim davamızdan o geliyordu. Onu getirdiğinde o da geliyordu, benim yanımda bekliyordu. O da biliyordu ki ben babamın adını söylemeye zorlanacağım için kendisi iki sefer söylüyordu. Bir kendi adını bir de benim babamın adını söylüyordu. Şimdi o Konya Cihanbeyli, ben Diyarbakır Silvan doğumlu. E akrabalık da yok tamam mı orada çok zorluk çekiyorduk orada tamam mı. Çok zorluk çekiyorduk. Gelen diyordu "bak yoldaşının yardımına koştu." Artık gardiyanlar alıştılar. İlginçtir bir mahkeme de demedi ki "artık sen gitme oraya" demedi. Yani o da bir güzel bir durumdu. Yani bir şey demiyorlar. Herhalde bir yerlerde kalmış bir acıma duyguları vardı ki yani tamam bu görevi yapıyor bir şey olmaz. Yani biz onu bekleyemez ki ta babasının adını söyleyene kadar çekemeyiz, bırak dursun orada. O da babasının adını söylesin. Unutamadığım bir anım oydu. Tabii ki arkadaş her an şeye girişimizde mahkeme aşamalarına gidişimizde, benim bildiğim bir şiir vardı. O şiiri söylememi öğrenmek istiyordu. O şiiri öğrendi. O şiiri yaşamına son verirken bıraktığı bir mektupla birlikte her gün-- Onun koğuşunda kalan arkadaşlar da söylendi zaten. Yılmaz arkadaş bu şiiri gün boyu okudu okudu ama biz hiç şüphelenmedik. Akşam böyle bir olay yapacağını. Böyle bir anım var cezaevinde, cezaevinde.

Özgürlük Türküsü. Özgürlük Türküsü. Şiirin adı Özgürlük Türküsüydü. Soruşturmada, soruşturmada babamın adını gene babamın 01:00:00mesleğini söyleyemiyordum. Babamın adı neydi? O zaman Necati söyleyebilmiştim ama mesleğini söyleyemiyordum. Orada çok zorluk çektim. En sonda kekemelerde ani bir refleks olduğunda birisi tarafından o zorluk çektiğin kelimeyi söyleyebiliyorsun. O an bir itişme oldu ben söyledim. "Zahireci" diye ağzımdan çıktı. Bir sefer onlar bir heyecanla çok iyi algılayamadılar, çok algılayamadılar. Birbirilerine bakıyorlar "ne dedi ne dedi?" Yok. En sonunda zorlan da olsa ben söyledim "zahireci." Zahireci yazdılar ama ondan sonra beni götürecekleri yere kadar bir daha bir daha vura kıra işkence yapa yapa babamın adını söyletmeye çalışıyorlardı. Şimdi o şartlarda, o işkencelerde, o zulüm altında insanlar çıkacak dışarı tamam mı rahat rahat yaşamlarına devam edecek. Bu mümkün mü? Yani o süreçlerin hesabı sorulmalı. Yaşam bir yerde onlardan hesap sormalı. Yani önceki 12 Eylül döneminde 5 Nolu'da yapılan ve o coğrafyada yapılanların hesabı sorulmalı. Bu sorma yani bu son dönemlerde -biraz konunun dışına girecek de- yani helalleşme mantığıyla yola çıkanlar veya her taraf tamam mı bunun hesabını vermeli. Artık bu özeleştiri mi olur hata mı olur. Ya hata yaptık mı der. Ama verilmeli. Ama tabii ben verileceğine inanmıyorum.

01:01:56 - Avukat Görüşleri

Play segment

Partial Transcript: Ben 31. Koğuştayken avukat görüşmelerimde çok fazla sıkıntı yaşamadım. 31. Koğuşta olmam itibariyle. Ama cezaevi içi çok korkunçtur. Yani ben psikolojik işkencenin fiziki işkenceden daha da insanlara acı verdiğine inanıyorum. Çünkü fiziki işkence bir süre bitiyor yani gidiyor. Yerini normale dönebiliyorsun. Ama düşün ki etrafında hep böyle Osmanlılar döneminde savaşçı, böyle kılıçlı kalkanlı tamam mı böyle tasvip edemediğin, sevmediğin insan türlerinin resimleriyle donatılmış tamam mı. O bayraklar mayraklar acayip. Yani onu özel ressamlara yaptırmışlar. Bir de sen onlarla ilgili marşlarla büyüyorsun, marşlar söylüyorsun. Korkunç bir şey. Yani zaten oranın yani mutlak surette her iki 01:03:00taraf da "gerçi çok samimi olduklarına inanmıyorum da- müzeye dönmeleri, dönmesi gerektiğini söylerken mesela benim referans olarak beni söyleyen Arif Sevinç arkadaş o süreci anlatan çok güzel resimleri vardır. O resimlerin hepsini biz yaşamışız. Örneğin koğuşta ranzalarımızda atletli, atletle, yeni bir atlet bulamadığımız için o atleti tekrar giyeceğimiz için bitleri ayıklıyorduk. Bitleri. Bit ayıklıyorduk öyle giyiyorduk tamam mı. Su yoktu. Başında, başında zaten oluşan o bitler mitler. Onları şey yapamıyordun. İkide bir başını kaşıyordun tamam mı. Yani Arif Sevinç'in o resimlediği 5 Nolu cezaevini anlattığı kitapçık halinde, onların hepsi bizim yaşamımızı resimliyor, özetidir tamam mı.

Aynı davada yargılanıyorduk zaten arkadaşlarımızla, arkadaşlarımızla. Avukat görüşmeleri diğer arkadaşlardan yani 84, 1984 ile 86 yılında geçtiğimiz koğuşlardaki arkadaşlardan edindiğimiz bilgi, şey şeydi yani yine ilk başlarda anlattığım gibi negatif çerçeve çizmeksizin anlatabilirsiniz. Ama böyle şey yapamazsınız, yani yöneticileri, bulunduğun cezaevi koşulları, iktidarı, devleti tamam mı. Yönelik negatif cümleler kuraraktan şey yapamazsınız. Savunma yaparsın. "Örgüt üyesi değilim" ona benzer şeyler söyleyebilirsiniz. Ama avukat görüşmelerinde 31. Koğuşa tanınan bir ayrıcalık vardı. Ama diğer şeylerde yoktu. Zaten çoğu da görüştürdüğünü sanmıyorum. Yani görüşenler de muhtemelen çok kısa bir zamanlara denk gelmiştir, çok kısa bir zamanlara denk gelmiştir.

01:05:28 - Savunma Stratejileri ve İnandıkları İlkeler

Play segment

Partial Transcript: Örgüt üyeliği üzerine yoğunlaşıyor, yoğunlaşıyor. Ama bizde en çok şeye, şu anda olduğu gibi kişi üzerine verilen ifadeler üzerine yargılama yapılıyor. Yani benim üzerime "a-b-c-d" isimler ifade veriyor. Onlar ölçü alınıyor, onlar ölçü alınıyor. İşte polis ifadesi istihbarattan alınan onlar şey yapabiliyor. Ama mesela benim evimde yapılan aramada yani fiili 01:06:00 olarak eylem halinde olan şeylerden öyle ceza gerektirecek şeyler yok. Yani bir Devrimci Halk Kültür Derneği'ne üye olmak örgüt üyesi olmak anlamına gelmiyor bir; ikincisi örgüt üyesi olmanın belli başlı kıstas, şeylerinden birisi gizlilik temelinde olur. Biz gizli bir şey yapmıyorduk ki. Her şey aşikardı. Örneğin mesela çoğu kez o zaman demokrat polislerin, ilerici polisler Pol-Der diye bir dernek kurmuşlardı. Bizim derneğin önünden geçişlerinde onların yazılarına, onların etkinliklerine yardım ederdik. Yani şimdi dernek çatısı altında sen çalışıyorsun, çalışıyorsun. Afiş, bildiri, gazete, dergi hepsi açık. Yani sen nasıl bir örgüt. Yani illegal bir örgüt değil bir sefer bu. İllegal örgüt olsa dernek şey olmaz, çalışmaları olmaz. Ve nitekim onu da söylüyorduk. Diyorduk "biz savunduklarımız bunlar yani bütün insanların tamam mı, hangi coğrafyada yaşıyorlarsa tamam mı, aynı oranda eşit, demokratik tamam mı, adil bir şekilde yaşasınlar." Yani siz Bursa'nın Orhangazi köyünde yaşayan bir aileyle; Ağrı'nın, Hakkari'nin köyünde yaşayan bir ailenin yani sosyolojik yapısı, psikolojik yapıları aynı mıdır? Hayır. E sen niye o Orhangazi'deki halkın sahip olduğu kültürü buradakine zorlan yaptırıyorsun? Biz buna karşıyız. Bunun için de kavga yani şiddete dayalı bir şekilde dile getirmiyoruz. İşte o zaman biz Kürtçe gazete çıkardık: Roja Welat. Roja Welat'ı eğer gizli olsaydı gizli çıkarırdık. Hayır. Biz müracaat ediyorduk. Başka dilden bir gazete çıkarılamaz diye bir madde olmadığı için o an izin vermek zorunda kalıyorlardı ama ondan sonra emdiğimiz, ağzımızdan emdiğimiz şey burnumuzdan geliyordu. Yani baya zorlanıyorduk. E niye? Yani şimdi sen doğudaki, köydeki insanlar Türkçe konuşmak zorunda değiller ki. Bizim şeyimiz oydu. Mücadelemizin ana şeyi oldu. Kürtçe dili. Şeydir onların ana dilidir. Yani biz bunları savunduk. Ve dedik ki dedik ki gene birlikte olalım yani Kürtler Türklerle birlikte yine birlikte olsun ama eşit haklarla olalım tamam mı. Yine birlikte olalım. Siz Türkçe konuşun, biz Kürtçe konuşalım. Biz zaten Türkçeyi biliyoruz, sizlerle ortaklaşıyoruz. Bir zahmet gidip İngilizce, Fransızca paralar verip öğreniyorsunuz birazcık da 01:09:00bizim dilimizi de öğrenin. Üstelik bizimle yaşamda, sosyal yaşamda bizimle birliktesiniz. Evlilikleri bizimle yapıyorsunuz, ekonomik, maddi ticaretimizi hep birlikte yapıyoruz. İç içe karışmışız. İki dil, iki dil çok yani kötü bir şey değil. Keşke üçüncü, dördüncü dilleri de insanlar bilebilseler. Ama maalesef öyle bir ırkçı, şoven bir zihniyet hakim olmuş ki yani adam dünyanın bütün dillerini öğrenebilirsin ama Kürtçeye geldiğinde "aaa Kürtçe konuşuyor ha." Yani sanki yanlış bir konuşma dilidir gibi bir şey. Yani zaten toplumu geldiğimiz noktaya getiren de bu.

Polis nezaretinde alınan bütün uygulamalar, işkence altında alınmıştır. Kesinlikle yani bundan vazgeçmedik. Bunu, bunu mahkemede de söyledik. Bunu savcılıkta da söyledik. Hani savcılıkta söyleyip bizi tekrar soruşturmaya da yollayabilirlerdi. Hayır. Biz savcılıkta da söyledik. Mahkemede de söyledik tamam mı.

01:10:06 - İşkencelere Dair

Play segment

Partial Transcript: Ama madem kayıta geçiyoruz, bu işkenceyle ilgili kısa bir işleyiş anlatayım. Şimdi, 3-5 tane işkence yöntemleri vardır. Bu işkenceden haz alan bu insanlar işkence yaptıkları, işkence yapılan kişi bir işkenceyi yaşadıktan sonra tamam mı vücut alışıyor, vücut alışıyor. O vücut alıştığını hissettiği anda o işkenceden vazgeçip işkence, ikinci işkence yöntemine gidiyorlar. Vücut ikinci işkence yöntemine de alıştıktan sonra üçüncü işkence yöntemine gidiyorlar. Çünkü her yeni işkence yöntemi vücut için taze ve yeni olduğu için çok ağrı, sızı oluşuyor ve kişinin çözülmesi çok daha kolaylaşıyor. Şimdi ben de ben de bunu işkence anında çok net fark ettiğim için elektrik aşamasına geldi -daha henüz verilmemiş elektrik- ben elektrikte daha çok tepki gösterdim, uzun süre tepki gösterdim, uzun süre daha çok tepki gösterince vücudum elektriğe daha çok maruz kaldı. Dedi ki "aaa bunu vücudu, elektriğe tahammül etmiyor, alışmıyor devam edelim." O elektriğin etkisi uzun yıllar bende kaldı çırılçıplak vaziyette vücudun her tarafına elektrik veriliyor. İnsanlık dışı bir şey bu. Hadi gel bunu söyle bakalım. O zaman onu yapanlar o yasalarda yok muydu? Bir insana işkence yaparaktan ifade almak suçtur. O zaman da vardı. Biz söylüyoruz. E o zaman yargılayın. Bana bunu yaptılar. Şu an kanunla ispatlı. Benim gibi bir yığın, bir yığın insana yaptılar. İşkenceyi. Yani korkunç yani o işkence olayı özellikle, özellikle bizim Kürt coğrafyasındaki insanlara 01:12:00yapılan insanlık-- Bazıları "Hitlervari" diyor ama yani ben biraz akılcı olmak gerekir. Hitlere yanaşan bir işkence yöntemi. Çünkü onlar aynı zamanda fırınlara atıp yakıyorlardı. Yok, doğrudur. Ama Hitler'i çıkarırsan, Hitler'deki işkenceyi, şeyi ama "en çok nerede işkence oldu bu dünyada" derlerse, "5 Nolu Cezaevi" derim. Ondan sonra Kürt köylerinde de işkence yapıyorlardı.

01:12:34 - Askerlik Süreci ve Bazı Kesitler

Play segment

Partial Transcript: Dediler ki, "asker kaçağısın." Hani "vatani görevini yapacaksın" dediler. Orada babam bir kefalet buldu. Kendisi olamıyordu. Bir kefalet buldular. Bir yaklaşık 45 gün bir evde kaldım. İzin aldım. Ama askerlik şubesine götürürken ellerim yine kelepçeli götürüyorlar, yanımdaki akrabalarım diyor ki "yav arkadaş bu adam cezasını yattı, çıktı, kelepçeyi çıkarın." Silvan'dayız. Askerlik şubesine gidiyoruz. Bu insanlar bizim aileyi tanıyorlar, tanıyorlar. Yani aile rencide olmasın, kelepçeyi çıkarın. Çıkarmadılar. Neyse şeyi görüntüyü bir bez, bir şeyler attılar elimin üstüne. Ben de sanki elimi tutuyormuşum gibi tamam mı tutuyor muşum gibi gittik. Orada kollarımı açtılar. İzin verildi. 45 günlük şey verildi. Bir yaklaşık 45 gün ailemle, annemle babamla ailemle kaldım. Ondan sonra askere yolladılar.

Askerlik, Denizli'ye verdiler önce. Denizli. Acemi birliği. O dönem fazla tutmadılar. Normal 3 aydı. Ama tutmadılar fazla 3 ay. Ne kadar kalmıştım? 1 aya yakın bir süre kaldılar, kaldım. Amasya, Amasya Tugayı'na sonra gönderdiler. Amasya Tugayı'ndan da Samsun 56. Piyade Alayı'na gönderdiler. 56. Piyade Alayı'nda henüz rapor gitmediği için o zaman silah veriyorlardı. Herhangi bir şey yoktu. Ama arkamdan gelen rapordan sonra silahı aldılar, vermediler. Geri hizmete verdiler. Hiç unutmam atış alanında yani bunda benim açımdan çok güzel bir olaydı. 25 metreden atış atarken hep karavana şey, argo deyimle karavana boşa atıyorum. Hedefe gitmiyor tamam mı. Meğerse bölük komutanı da arkamızda bizi izliyor. "Asker" dedi bağıraraktan. Gittim, dedim. Dedi, "Sen nerelisin?" Dedim, "Diyarbakırlıyım." Kaşlarını çataraktan "Hmm" dedi "sen mahsus 25 metreyi vurmuyorsun. 25 metreyi çocuk 01:15:00bile vurur." Dedim "Nasıl mahsus?" Dedi ki, dedi ki "Sen Diyarbakırlı olacaksın da 25 metreyi vuramayacak mısın? Var mı böyle bir şey?" Gülümsedim. Ama böyle şey bir gülümseme. Silahı verdim ona. Dedim "Senden bir isteğim var bu silahı bir daha bana verme." "Niye?" dedi. Dedim "Ben nefret ediyorum. Ya içimden gelen bir şey. Nefret ediyorum." Bunun kullanılan yerleri belli. Bu ne işe yaradığı belli. Ben o psikolojik yapıyla atış yaparken hedefi vurmam, vuramam. Belli. Ondan sonra ya hani diyoruz ya en zalim bile olsa, en gaddar bile olsa insan bir yerlerde bir şeyler kalır. Var mutlaka. O aktif değil belki ama. O zaman dedi ki "seni geri hizmete veriyorum." Anladı sonu. Ondan sonra zaten benim raporum gelince "iyi ki silahı almışız." Yav "iyi ki" demenize gerek yok ki. Ben silah kullanmak istemiyorum. Buyurun silah size olsun. Falan. Ondan sonra şeye, geri hizmete verdiler. Geri hizmette, geri hizmette lahmacun ve pide satışı. Ya usta değilim. Onu yaparken, bakın rantın ne kadar ne kadar ne kadar insanlık, insanlık sürecinde aşağılık bir şey olduğunu. Ben bağırıyorum. Kürtçe, Kürtçe poğaça satıyorum, lahmacun satıyorum. Kürtçe hem Türkçe bir de yanına espri olsun diye İngilizce katıyorum. Ve alayın en çok lahmacun, o tür şeylerini satan ben oluyorum. Şikayet ediyorlar komutana. Komutan çağırıyor, diyor "Mahmut biz seni aldık. Hoş beş güzel bir şey söyledin ama sen Kürtçülük yapıyorsun." Gülümsedim. Dedim "Nedir Kürtçülük yaptığım?" "Sen diyorsun ki lahmacun heye, lahmacun heye, lahmacun var, lahmacun var." "Peki" dedim, "komutanım, senin sen alaydan sen sorumlusun, bu fırından değil mi? Benim kadar para getiren sana kim var?" Dedi "yok, en çok sen getiriyorsun." Dedim "siz paranıza bakın." "Valla" dedi "haklısın, biz paramıza bakalım. Sen git sat." E sen-- Yav dedim "şimdi, bu bölgede bu alayda gelen tutukluların yarısından çoğu Kürt. Şimdi ben Kürtçe satış yaptığımda insanlar sana geliyor, seni tanıyor, senlen sohbet ediyor, senlen dertleşiyor. Sen bu lahmacun işi benimlen şey olmaz, bu alayı havaya uçurmaz. Korkmanıza gerek yok. Zaten öyle bir niyeti olsa gelmez askerlik yapmaya." Çekip gidecekler da. Sen parana bak. Dedi "doğrudur" dedi, "biz paramıza bakalım."

01:17:49 - Aile Üzerinde Devam Eden Baskılar, İstanbul'a Göç

Play segment

Partial Transcript: Askerden döndükten sonra bir süre Diyarbakır'da kaldım. Diyarbakır'da ama ee şey, sivil polisler sık sık eve gelip gidiyorlardı. Böyle iki haftada 01:18:00bir, on beş günde bir gelip gidiyorlardı. Ne yapıyorsun ne ediyorsun ne iş yapıyorsun--. Artık baktık olacak gibi değil. Annemle babam, babam kalbinden hasta. Her an gidebilir endişesi. Onların şeyiyle, önerisiyle İstanbul'a taşındım. Fazla da kalmadım Diyarbakır'da. Bu yüzden ama taşındım ben. Gittim İstanbul'a. Bu sefer ben gittikten sonra daha çok gidip gelmeye başlamışlar. E annemi, babamı rahatsız ediyorlar. Bir süre sonra onları da çağırdık. Bakın babamın katili de ben şahsen devletin kendisi olduğunu söylemek isterim. Nasıl? "Doktor" dedi ki "bak" dedi "Recep Bey sen İstanbul'a gidersen"-- O dönemde İstanbul'un havası çok kötüydü. Çok berbattı. Temiz bir hava yoktu. Koku acayipti ve kalp hastaları için kesinlikle olmaması gereken bir yerdi. Babam o zor şartlarda bunların zorlamasıyla İstanbul'a gelmek zorunda kaldı. "Bak" dedi, "doktor" dedi ki "1 yıl yaşayamazsın" dedi. Gün de verdi ve benim babam 1 yıl bile İstanbul'da yaşayamadı ya yaşayamadı. Gitti. Öldü. 1 yıl süre içinde. Yani, yani doğudaki Kürt halkı, doğudaki insanlar böyle bir yaşam içinde oldular.

89-- 88/89. Bakın annem ne diyor biliyor musun şeye, gelen ekiplere. "Bakın" diyor "bakın." "Çocuk cezaevinde yattı mı 6 yıl?" Yattı. "Gidip askerliğini yaptı mı?" Yaptı. "Askerlikte bir sorun yaşandı mı?" Yaşanmadı. "Çıkıp geldi mi buraya?" Gördünüz. Ya yaşı da geldi bir yaşta. Yani sen artık bunla ney-- Bunu bir daha alabilmen için bir suç olması lazım. Bak yatmış, askerliğini yapmış, gelmiş. Gitmiş çalışıyor. Ben onun nerede olduğunu falan bilemem falan. Annemi şeye çağırıyorlar, emniyete. Gidiyor emniyete, alt şeylerden birine. Ya artık onu, o-- Her anlattığında ağlar. O kadar bir zulüm var, o kadar bir zulüm var. Yani şimdi arkadaş yani tek benim üzerimde mi? Hayır. Diyarbakırlı. Güneydoğu, Doğu Anadolu diye tabir ettikleri o Kürdistan bölgesinde her insanın karşılaştığı şey böyle bir şey. Şimdi ben bu durumda, bu durumda onların doğrularıyla bana bu kadar yaşattıkları, halkıma bu kadar reva gördükleri, bu kadar zulümden işkenceden sonra ben onlara alkış alabilir miyim? Vicdanen ben onlara aferin diyebilir miyim? Hayır. Yaşadığım süreçte, yaşadığım süreçte korkmadan bunları anlatacağım. Zaten bundan öte yapacakları nedir? Ölümdür. Yani şimdi 01:21:00hangi canlı varlık fiziki olarak ölüm yani ölümsüzdür diyebiliriz ki? Öleceğiz. Buyursunlar. Bir sürü insan öldürdüler. Korkunç. Bir sürü insan öldürdüler.

01:21:13 - İstanbul'da Basın, Yayın ve Matbaacılık Alanına Giriş

Play segment

Partial Transcript: Şimdi tabii şey İstanbul'a geldikten sonra yasal, demokratik bir zeminde olan Azadi gazetesi, Deng dergisi gibi yayın organlarının yöneticiliğini yaptım. Orada Anadolu Yakası bölge temsilciğini yaptım. Bölge temsilciliğini yaptım. Ondan sonra ekonomik şartlarla gazete, bir sürü yasaklamalar, ekonomik sıkıntılar vesaire kimi şubelerini kapatınca biz serbest olarak kendimize bir meslek edinmek amaçlı basın, yayın, halkla ilişkiler türünden matbaa hizmetine girdik. Yani şu anda benim yaptığım iş de matbaacılık, serbest matbaacılık ama. Bu şekilde yaşamımızı sürdürüyoruz. Ama hiçbir zaman ne benim gibi yaşayanlar, illaki benim gibi yaşayanların yaşaması da yani şart değil. Bu olayları gözleyen, gören, dinleyen hiçbir kimsenin siyaset dışında, bu sorunların dışında kendisini görme lüksü yoktur. Her insanın bir vicdanı vardır. O vicdanı çerçevesinde bu tür haksızlıklara karşı tamam mı, kendi doğrularıyla ne kadar varsa tamam mı bir yerde durmalıdır.

01:22:35 - Mevcut Siyasal Düzene Dair Görüşleri

Play segment

Partial Transcript: Ben gerek liberal gerek muhafazakar hangi tür olursa olsun kapitalist yönetici kadroların, idarecilerin tamam mı bu konularda gerçekten iyi niyetli olabileceğini inancı, inancına sahip değilim. İnancına sahip değilim. Yani şu an iktidarda olmayan bir muhalefet var. O muhalefet bazen öyle bir tablo çizer ki önünüze yav dersin benim anlattıklarımı aynı yapıyor. Ama gider İyi Parti gibi, MHP'den farkı olmayan-- İyi Parti'nin bu kadar yükselmesinin sebebi zaten CHP'nin kendisidir. Ben nasıl güveneyim bu CHP'ye. Yani şimdi bu kadar-- Diyorsunuz ya bu kadar şey. O süreci yargılamak. Kim yargılayacak bunu? CHP mi yargılayacak? CHP eğer şayet dürüst olmuş olsaydı hani daha o 6 Mayıs oldu. Deniz Gezmişlerin o idam edilme sürecinde ellerini kaldıran 10-20 tane milletvekili de CHP'liydi. Nasıl bir CHP'dir bu, muhalefettir? O yüzden ben inancım kapitalist sistemi, kapitalist sistemin yöneticileri, idarecileri geçmiş olan bütün o olumsuzlukları, 01:24:00kötülüklerin üstesinden gelebileceğine, ayıklayabileceklerine, kendilerini temizliğe çıkarabileceklerine ben inancına sahip değilim. İnancına sahip değilim. Zaten bakın Tayyip ilk gelişinde hiç unutmam şu cümleyi kurmuştu, hiç unutmam. Çok da önemliydi bu cümle. O yüzden belki biz, ben şahsen tarihi hata diye ben düşünüyorum. "Yetmez ama evet"e oy verenlerden birisiyim ben tamam mı. Aynen şu cümle: Şiddete, kaba kuvvete, silaha, hakaret söylemlerine bulaşmayan herkes düşüncelerini istediği gibi ifade edebilir. Yeter ki şiddet kullanmasın, şiddeti övmesin, çözüm yeri olarak şiddeti göstermesin. Küfür ve hakaret etmesin. E buyur. Ben bunların hepsinin içindeyim ve Kürdistan Sosyalist Partisi'nin üyesiyim. Eylem yapamıyorum. Sen, sen bana yasak koyuyorsun. Partimin adını bile şey yapamıyorsun. Sen kendine güvenmiyorsun. Ama onun dışında bırak beni, bırak beni şiddete bulaşmayan bir sürü, bir yığın insanlar var. Gerçekten şiddetle alakasız insanları ben, biz biliyoruz. Ama onlar hakkında bir sürü işlemler yapılıyor. Cezaevine giriyor. Şey Altan bu bu Altan Tan mıdır-- Onlara benzer birkaç tane daha var. Onlar da öyle. Hepsi öyle. Ha çok savunduğum için demiyorum ha. Onu birebir savunmuyorum. Ama en azından şiddete karşı duran insanlardı bunlar.

O şiddet yani mesela beni Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde konuşturduklarında onlara özellikle belirttim. Siz bu mantıkla yürürseniz tamam mı iktidarınızı devam ettiremezsiniz, yanlış yaparsınız. Bırakın insanlar düşüncelerini özgürce söylesinler bir. Bir de sizin düşüncelerinize sahip olmayanları şiddetlen, kaba kuvvetlen, hapse tıkmaklan tamam mı çözüm bulamazsınız. Ve daha da şiddet şiddeti doğurur. Bu evrensel bir doğrudur. 12 Eylül geldiğinde 12 Eylül'ü getirenler çok iyi biliyorlardı ki kendileri o aşırı şiddetlen birlikte aşırı şiddet yanlıları da oluşacak o aşırı karşı şiddet yanlıları içinde kendi istihbarat birimleri oluşacak. O kendi istihbarat birimleriyle istediği gibi oynayıp, zıplayacaklar sahada. Ve nitekim öyle oldu. Mesela hiç unutmayalım, geçmiş dönemde bazı alınmalar oluyordu. Savcı bunu basına da nasıl yansıdıysa o da bir tuhaf. Basına yansıyor. Diyor ki "ya 01:27:00arkadaş" diyor, "KCK'dan gelenler var. Bunların bir kısmı bizim elemanlarımız. Bunların neyine yargılayalım." Ya bunlar önemli şeyler. Yani bunlar birbirilerini besliyorlar. Ne zamanki karşı muhalefet şiddet sarmalından uzaklaşıp gerçekten halkı böyle terörize etmeden, kavga gürültü çıkarmadan demokratik bir zeminde mücadeleye yoğunlaşır bir yere gelirlerse o zaman güzel şeyler olacağına ben inanıyorum. O da kısa vadede özellikle bizim bir şanssızlığımız. Ortadoğu coğrafyası maalesef büyük emperyal güçleri için rahat cirit attığı ve bizim istediğimiz gibi bir rotaya gelebileceği bir coğrafya değil. Avrupalı bir şey değil. Ya Ortadoğu çok büyük bir tehlike. Neden tehlike? Suriye, Rusya'ya yakın. İran, ABD ile arasındaki ilişkiler belli. Irak dengesiz bir yapıya sahip, bölünmüş. Türkiye o güçler için çok önemli. Bunun için de her zaman böyle bunalımlı bir süreç böyle devam edecektir.

01:28:12 - Yüzleşme İmkanı, Umut?

Play segment

Partial Transcript: Bu sefer bu son 12 Eylül'ü sıcağı sıcağına heyecanla anlattım ya ben ama bu son yıllarda İçişleri Bakanı Soylu'nun yaptıklarını icraatlarını, yapılanları özellikle bu Kürtlere dönük yapılanları şeyde, ülke içinde yapılanları yan yana getirdiğimizde yani o kadar yıl geçmesine rağmen hala o noktadayız. Ve daha acımasız, daha çıkmazımız var. İşin en hazin yanı bütün bunlara muhalefet olan kendisine "sosyal demokrat" diyen bir CHP zihniyetinin tamam mı yani kalkıp İyi Parti'yle o AKP'nin içinden çıkan ne kadar samimidirler, değiller o da kuşkulu. Onlarla birlikte götürmeye kalkması asıl demokrat, aydın, ilerici yani Kürt şeyleriyle birlikte olamaması ben çok uzun yani kısa vadede umutlu değilim, umutlu değilim.

Öncelikle helalleşmeyle ilgili bu muhalefet kanadındaki kesimden çıkan bir şeydi, sözdü. Bunun için toplumumuzun, ülkenin yüzde 30'una varan bir nüfusuna sahip bir halk var. Bu halkın geçmiş dönemde yaşadıkları bir Dersim, Zilan benzeri Ağrı'da yaşanan katliamlar vardır. Yani öldürülen, 01:30:00yaşamlarını yitiren, sürgün edilen ve çocukları daha anasının kucağındayken alınıp başka yerlere götürülen kadınlar hakeza öyle. Bunlarla ilgili ciddi bir özeleştiri vermesi lazım. Böyle güven verici, güven verici. Yani öyle insanları öyle işte "helalleşelim" demekle olmaz. Altını doldurmak lazım bunun. Bunu yapıp, bunu yapıp ondan sonra önümüze bakalım. Peki neyi istiyor, neyi önerirsiniz? Mesela en başta gelen o bölgede yaşayan halkın kendi ana diliyle, bu dilin aynı Türkçe gibi resmi dil olması. He bunun, bunu Türklerin Kürtçe öğrenme zorunluluğu yok. Ama bir insan kendi anadiliyse niye şeyi, okulunu, öğrenimini bu yönde yapmasın veyahut da hastaneye giden 50-60 yaşlarında hiç Türkçe bilmeyen insanlar derdini anlatamıyor. Hastaneye-- Devlet kurumuna gittiğinde kendi anadillerinde konuşsun. Ondan sonra, yani uçaklara binerken bütün dillerde anons ediliyor. Gerçekten de Kürtçe, hiç Türkçe bilmeyen insanlar var bu toplumda. Hele siz bir gidin, doğuyu bir gezin bakın. E bizim bölgeleri. Hani diyorlar ya, "ya onlar Türkçe de biliyorlar ne gereği var Kürtçe anlatmaya." Hayır, bilmeyenler gerçekten var. Ben çok uçakta rastlamışım bana demiş ki "Yaw xorto xorto ew di bejê çi ew çi îşaretê?" Ya diyor ki "genç genç" diyor, "bu ne" diyor, "bu ne işarettir?" Kürtler vardı. Uçakta o-- Hiç İngiliz, hiç İngiliz yok ha. Ya Türk'tür ya Kürt'tür. İngiliz yok. Yani olan olmuş. Yani 1-2 tane çıkar ama her seferde mutlaka bir İngiliz yok. Boşu boşuna o kişiyi yoruyorlar İngilizce anlatmaya. Gerek yok. Bir Türkçe bir Kürtçe. Yüzleşmek isteniyorsa en başta Türkiye coğrafyasında yaşayan Kürt halkının ulusal istem ve taleplerine karşı duyarlı olmak, geçmişte yaptıkları konusunda özeleştiri vermek, önünde bir programı şeyi olması lazım.

01:32:19 - 12 Eylül'ün Öğrettikleri

Play segment

Partial Transcript: Şimdi geldiğimiz nokta ondan daha geride, ondan daha geride. 12 Eylül Türkiye halklarına akıl almaz zulüm, haksızlıklar yaptığı bir gerçek, bir gerçek. Ama bir şey kazandırdı. Ben onu söyleyeyim, ben ona önem veriyorum. 12 Eylül'den şu anlaşıldı ki devlet, devlet demokratik zeminde insanların mücadele etmesini istemiyor, engelliyor. Çünkü örgütlü 01:33:00geliniyor. Bakın DİSK, DİSK o zamanlar 1 Mayıs mitinginde 1 milyon insan yürütüyordu. 1 milyon. Örgütlüydü. 500 bini hemen hemen 3'te 1'i TKP'liydi. 3'te 1'i DEV-YOL'luydu. Ha o bir ayrışmalar olmasaydı var ya onlar tam bir kompakt içinde yürüselerdi var ya iktidarı alırlardı. Ama, ama yapmadıkları gibi şiddet dilini kullanan radikal örgütlerin birtakım olumsuz çabaları da bu işe, 12 Eylül'ün gelmesine şey soktu. Bizim Kürtlerde de öyle. Kürtler öyle. Mesela biz belediyeleri almaya başladık. Bir örgüt çıktı. Dedi ki "bunlar haindir." Bunu, bize hain dedi. Niye hainiz? "Siz silahı reddediyorsunuz, siz şiddeti reddediyorsunuz. Siz Türk halkıyla birlikte örgütlenmekten yanasınız." Bakın, bak bu çok önemli. Türk halkıyla birlikte örgütlenmeden yanasınız. Nasıl-- Ama onlar, daha sonra ne oldu? Daha sonra onlar dediler ki biz şey yapa-- Biz ayrı mayrı örgütlenme değil. Onların şeyi Irak, İran, Suriye, Türkiye'yi tek bir Kürdistan örgütü haline getirmek. Bu Kürt insanı için istenilen bir şeydir. Ama yakın vadede oldukça zor bir şeydir. Şey diyorlardı, biz de diyorduk ki hayır diyorduk "biz ulusal haklarımız taleplerimizle birlikte Kürtlerle, Türklerle birlikte aynı çatı altında eşit yaşayacağız. Ve onlar 12 Eylül'ün getirilmesinde şiddet sarmalında büyük ölçüde etken oldular. Çünkü, çünkü Kenan Evreni hatırlarsanız mikrofonu ele aldığında işte "terörizme, şiddete, ülkeyi idare edemez yöneticiler" falan filan. Bütün bunlar onların sebebiyle oldu 12 Eylül bize şunu kazandırdı: Bütün bu baskıcı, yasakçı, ırkçı, şoven söylemlere karşı hem Kürt cenahından hem Türkler tarafından birlik ve beraberlik içinde demokratik mücadele yol ve yöntemleriyle yol almak, ilerlemek. Aksi halde çözümsüzlüktür. Başarısızlıktır. Zaten onların istediği de budur.