Hamit Kapan 2

Museum of Historical Justice and Memory

 

Transcript
Toggle Index/Transcript View Switch.
Index
Search this Index
X
00:00:00 - Katliamdan Hemen Sonrası Yaşananlar, Davanın Başlatılması

Play segment

Partial Transcript: Katliamdan sonraki günlerde yani Kayseri Havalimanı Tugayı geldi ortalık biraz durulduktan sonraki günlerde sanki Yörükselim Mahallesi saldırmış, Yörükselim Mahallesi böyle bir tezgahı yapmış gibi Yörükselim Mahallesi tam bir ablukaya alındı ve ev ev askerler tarafından aranmaya başlandı. Biz de artık duvardan duvara, sokaktan sokağa atlayarak aramaları atlatıyorduk ama büyük bir şeyle karşı karşıya kaldık. Bir arama operasyonuyla karşı karşıya kaldık. Daha sonra özellikle aracı olanlar ya da askeriye marifetiyle, askeri araçlar marifetiyle çevreden olanlar varsa, çevreden köyden gelenler varsa işte gitmek isteyen varsa onları götürelim biçiminde çağrı yapılıyordu ya da özel aracı olanlar izinli olarak mahalleden çıkabiliyorlardı. Ben ve 2 arkadaşım biraz o direniş sürecinde göze batacak pozisyonda olduğumuz için de biz de şehirden çıkmak iyi olur düşüncesiyle kendimizi götürdük. Çünkü o arama şeyleri bir atlatalım bir nefes durumu görelim diye. Ben ve 2 arkadaşım mahalleden ve dolayısıyla şehirden çıktık. Biraz uzaklaştık başka bir yerlere taşıttık kendimizi. Ama hemen arkasından tabii büyük bir şey, yakalama operasyonu yapıldı. Ana davadayım, Maraş Katliamı Ana Davası'nda ağırlıklı olarak faşistlerin yargılandığı o 800 küsur insanın yargılandığı davada yaklaşık 65-70 tane bizim taraftan olmak üzere 800'e yakın, küsur sanıklı bir ana dava başlatıldı.

00:02:13 - Milli Piyangocuların Maraş'a Getirilişi, Dava Sürecinde Avukatların Öldürülmesi

Play segment

Partial Transcript: Bunların-- Ahmet Albay, evet. Bunlar Maraş Katliam Davası sürerken aralıklı, o günlerde aralıklı olarak arka arkaya faşistler tarafından katledildiler. Buradaki amaç tabii deminde dediğim gibi Maraş davasını savunan insanlara göz dağı vermek. Maraş'taki o bizim insanlarımızı, mağdur insanlarımızı korkutmak onları sindirmek amacı güdülmüştü. O arkadaşlarımızı da buradan saygıyla, minnetle anıyorum. O dava başladığında davadaki sanıklara baktığımızda 25 ayrı şehirden gelen insan o davada yargılanıyor. Yani Maraş'taki bu katliam için en az 25 ilden 00:03:00çeşitli insanlar getirtilmiş, hazırlık yapılmış. Hatta atlattım ben onu, unuttum. Şimdi gözden kaçtı. Katliamdan bir süre önce ne kadar süre önce olduğunu tam bilmiyorum. Maraş'a milli piyangocu adı altında bir yığın insan sevk ediliyor. Seyyar bayii anlamında. Çünkü aralık ayı olduğu için ocak, yeni yıl döneminde milli piyangocular biliyorsunuz seyyar bayii olarak geziyorlar. Maraş'a bu bayii adı altında, seyyar bayii adı altında sırf bir otele 20'ye kadar seyyar bayii giriş yapıyor. Çünkü ne kadar kalacaklar bilmiyorlar. Dolayısıyla bir otele 20 tane seyyar bayii giriş yapıyor. Şeye, otele. Ancak daha sonra bu seyyar bayicilerin isimleri Milli Piyango İdaresi'ne soruluyor "böyle bir bayileriniz giriş yapmış, bunlar nedir" diye. Milli Piyango İdaresi "kendilerine ait bu isimli bir seyyar bayilerin olmadığını" söylüyor. Yani buradan hemen şunu çıkartmak mümkün, demek ki günler öncesinden Maraş'a bu katliam için çevre illerden, çevre köylerden, ilçelerinden ülkenin birçok yerinden özellikle seçilmiş insanlar aktarılmıştır. Bu da dava dosyasında kendisini şöyle gösteriyor, 25 ayrı ilden o davada sanık var bakıldığında. Yine 76 tane sayılı, 70'li bir rakam kadın var sanıkların içerisinde. Kadınlar bile o katliamda saldırganlara işte benzin taşıma olsun ya da işte bir Alevinin bir Kürdün evini gösterme. "Şu da Alevi köyü, şu da Kürtlerin evidir. Onları kaçırmayın, onları da şey yapın" diye yer gösterme, yardım etme anlamında 70 küsur kadın o dosyada yargılanmıştır. Bu dava sürecinde o dönemki mağdurları ya bizim insanlarımızı savunan 3 tane avukat dostumuzu aralıklı olarak yakın yakın tarihlerde o bölgede, Adana bölgesinde faşistler tarafından katledildiler. Yani bizi savunan, bizim insanlarımızı savunan avukatlarımızı katlederek göz dağı vermeye çalıştılar. 3 tane avukatımızı arka arkaya o tarihlerde, o bölgede Adana'da katlettiler. Yani bütün bu şey gösteriyor ki hala mağdurları yani bizi yok etmeye, bizi ezmeye, bizi katletmeye o süreçte bile çaba harcamaları dikkat çekici. Yargılama sonucunda 24 tane idam cezası çıktı. İşte çeşitli hapis cezalarıyla birlikte dava sonuçlandı.

00:06:03 - Kahramanmaraş'a Girerken Yakalanması, 12 Eylül'ün Gelişi

Play segment

Partial Transcript: Tam bu süreçte ben de 79 Aralık 00:06:00ayında, tam katliamın 1.yıldönümünde işte aralık ayının 6'ında şehre bir otomatik silahla giriş yaparken yakalandım.

Çünkü yıldönümü geliyordu, katliamın yıldönümü geliyordu. İçlerindeki o hınç, katliam hıncı hala sönmemişti katillerin. Deniliyordu, bize gelen haberlerde bize deniliyordu ki "işte bu sefer Yörükselim'in yerine arpa ekeceğiz. Yörükselim'in yerine tarla yapacağız. Orada kimseyi sağ bırakmayacağız" söylemleri, dedikoduları yayılıyordu. O süreci o katliam günlerini canlı olarak yaşayan biri olarak da yakınlarını kaybetmiş bir mağdur olarak da ben de orada olmak gereğini hissettim kendi adıma. Çünkü hala yakınlarım orada vardı. Hala insan, dostlarımız, insanlarımız oradaydı. Dolayısıyla daha önceki, 78'deki gibi hazırlıksız olmayalım, canımız yanmasın, en azından kendimizi koruyalım düşüncesiyle bir otomatik bir silahla şehre girerken bir askeri araçtan yakalandım. Gözaltı süresi 45 günlük bir şeyden sonra ben dosya açılarak beni Adana Cezaevi'ne gönderdiler. Adana Cezaevi'nde yatarken 5-6 aylık bir şey yatarken, cezaevinde çıkan bir isyanda adım karıştığı için beni oradan Niğde Cezaevi'ne sürgün ettiler. Niğde Cezaevi'ne gittim bu sefer de. Bu arada 12 Eylül geldi. Tam Niğde Cezaevi'ndeyken.

00:08:02 - 200 Gün Süren İşkence, Katliamdan Sorumlu Kılınmak İstenmesi

Play segment

Partial Transcript: 12 Eylül geldiğinde rahatlıkla diyebilirim ki Maraş bölge olarak ikinci bir katliamla karşı karşıya kaldı. Yani o kadar ağır yaşadı ki Maraş bölgesi 12 Eylül'ü işkence görmeyen bir tane köylümüz, bir tane yaşlımız, bir tane kadınımız kalmamıştır. Ne kadar ötekilerin köyü varsa ne kadar Alevinin, Kürdün köyü varsa zalimce işkencelere tutulmuşlardır. Dolayısıyla rahatlıkla ikinci bir katliam diye söz ediyorum ben de o süreci. O büyük operasyonlar yapılıyordu, insanlar yakalanıyordu. Yani "selam verdim" desen bile "şu kahvede oturduk selamlaştık" desek bile o insan işkenceye götürülüyordu. Dolayısıyla sorgulardaki süreçte bazı 00:09:00dostlarımızın, arkadaşlarımızın ifadelerinde benim ismimin geçmesi kaçınılmaz olarak, ismim geçiyor. Ve bir gece sabah saat 5 sularında Niğde Cezaevi'nden ben apar topar alınarak Maraş'a getirildim. Maraş'a getirildiğimde Maraş'taki Eğitim Enstitüsü okul binasının işkencehaneye çevrildiğini gördük. Yani bir eğitim kurumu askeri bir karargah yapılmış ve orada 7'den 70'e bütün insanlar işkenceden geçiriliyor. Oraya götürüldüm. Kaba bir dayakla başladı, hiçbir şey sormadan. Soruları yapmadan bir meydan dayağı şeklinde büyük bir şeyle karşı karşıya kaldım. Hemen elimiz gözümüz bağlanıyor. Bir iki gün böyle geçtikten sonra artık hadi bakalım "Hamit şunu söyle, bunu söyle. Hadi bakalım bunu sen yapmışsın, bunu sen yapmışsın" bir şey başladı. "Yok" dedim. "Şu kadar zamandır ben içerdeyim zaten. Ben yapmadım. Ben etmedim, görmüyorum, bilmiyorum" gibi şeyler kullanıyordum. Ama bu süre içerisinde de bazı benim adımı kullanan arkadaşlarla şeye başladılar, yüzleştirmeye. Hani birbirimizi görmüyorduk ama sesimizi bize duyuruyorlardı. İşte örneğin "Hasan sen mi yaptın?" Hasan işkence görmüş dayanamamış. "Ben yaptım" diyor. "E sana bunu kim yaptırdı?" dedi. "Hamit yaptırdı" diyor. "Tamam çık." Ne diyor "Yalan söylüyor, korkutmuşsunuz, işkence yapmışsınız. Ben öyle bir şey demedim, yapmadım, yaptırmadım" desem de sert bir şekilde işkenceye tabii tutuyorlardı beni. Bu şekilde daha değişik ifadelerle de karşılaşıyordum. Ama ben hepsine de "yalan söylüyor bunlar, işkenceye yapmışsınız dayanamamış söylemiş. Ben bunlar kabul etmiyorum" desem de bu sefer hem onlara hem bana işkence yapıyorlardı. Arkasından işin rengi değişmeye başladı sorgunun. Tümüyle Maraş Katliamını üzerimize yıkmaya, özellikle bizim örgütün. Devrimci Savaş'ın üzerine yıkmaya ve bunlara en öne çıkan isim olarak da beni öne almaya başladılar. Çünkü diğer arkadaşlarımızın tümü daha yeni yakalanan insanlar, yeni o tür şartları yaşayan insanlardı. Ben daha önce yaşadım. Daha önce de cezaevinden geldiğim için bir psikolojik olarak bir şeyim de var, kendime güvenim, hazırlığım da var. Ben savuşturmaya çalışıyorum tüm şeyleri. Yalan söylüyor onlar, siz işkence yapmışsınız, işkencecisiniz gibi karşılık veriyordum onlara. Dolayısıyla bütün şeyi üzerime çekilmeye başladı, dikkatler. İşte öğretmenlerin vurulması, sinemanın 00:12:00 bombalanması, katliam sırasında silah kullanılması, bombalamalar. Maraş'ta daha önceden ne kadar yapılmış işte bombalama kavga mavga varsa üzerimize yıkmaya çalışıyorlardı. Özellikle 2 öğretmenimizin öldürülmesi olayını ısrarla yıkmaya çalışıyorlardı. Bunun kabul edilmesi ya da bunun altına "evet" denmesi kendi adıma söylesem, söylüyorum çok büyük bir onursuzluk olur. Büyük bir bana göre şey olur, zulüm olur, en ağır işkence olur bana göre. Ben de buna karşılık kendimi direnmeye örgütlüyordum, alıştırıyor, şartlıyordum. Bu süreç tam 210 gün sürdü. 210 günün 10 günü hariç, son 10 günü hariç 200 gün bir fiil işkencede kaldım ben. Bu işkence yöntemlerinde o dönem belki de Türkiye'de ilk defa kimseye uygulanmamış sadece bana uygulayan bir yöntem uyguladılar bana. "Çin işkencesi" diye bir işkence yöntemleri var. Biz bunu gençliğimizde, gençlik dönemimizde o Vietnam ulusal mücadele dönemlerinde Amerikalıların Vietnamlılara uyguladığı bir işkence olarak kitaplarda okumuştuk. Bir su damlatma işkencesi. Yani kafaya belli mesafeden belli noktaya belli aralıklarla "tık tık tık" su damlatma işkencesi. Bir gün böyle oturttular böyle sandalyenin üzerine kafamı jiletle kazıdılar. Aklıma şey geldi bir anda, acaba dedim hani epey temelli gözaltındayız. Olağanüstü sorgulanıyoruz bir de. 13 tane arkadaşım ve ben olağanüstü sorgulanıyoruz. Zincirliler diye bizim grubun adını çıkarttılar, çıktı o dönem gözaltında. 24 saat zincirle bağlı yatarken bile, gözümüz hiç açılmamak kaydıyla tutuluyoruz. Diğer normal sorgusu devam eden arkadaşlarımız mesela, mesai saatlerinde sorgusu yapılıyor mesaisi bitince polislerin büyük bir koğuşa atılıyor hepsi gözleri açık, elleri açık. İşte yarasına bakıyor, adam arkadaşını görüyor yarasını merhemliyor, işte nefes alıyor yemek yiyor falan. Biz de öyle bir şey yoktur. Biz özel olarak o 13 kişi özel sorgulandık. Hiç konuşmadan. Başımıza askeri nöbetçiler tutularak. Zincirle bağlı şekilde. Sadece sorguya gittiğimiz zaman çözüyorlardı, götürüyorlardı işini bitirince geri getirip bağlıyorlardı aynı yere. O kafamın kazınmasında ben herhalde dedim bu kadar süre kaldık. Acaba dedim bitleniyor muyuz ya da ondan dolayı mı kesiyorlar saçlarımızı diye. O zaman bir de saçlarım vardı tabii bu kadar 00:15:00değildi. Fakat bir süre sonra öyle olmadığını gördüm. Beni bir, sabit bir yere felaket şekilde bağladılar. Yani nefes almak için böyle göğsümü bile şişiremiyordum. Kafamı kımıldatamıyorsun. Böyle bir pozisyondayken "tık" diye kafama bir su damlaması başladı. Arkasından bir daha. Ben bir yerden mi geliyor ya da bir yerden mi sıçradı diye düşünüyordum. Bir daha bir daha aynı yere, aynı şekilde damlamaya başladı. O zaman benim aklıma okuduğumuz kitaplardaki o Vietnamlılara yapılan işkence aklıma geldi. Orada hemen şunu anımsadım ben. Nasıl buna karşı durulduğunu, nasıl buna karşı direnilebildiğini hatırladım. Eğer bilinciniz yerindeyse irade olarak bilinç yerindeyse onu su olarak hissediyorsunuz. Su damlıyor, normal bir şeyi yok. Ama şey öyle bir an geliyor ki diyelim ki 6 saniyede bir damlıyor. Sayıyordum çünkü ben "bir, iki, üç, dört, beş, altı" diyordum "tıp" su damlıyor. Kendimdeyim. Hissediyorsun. Bir daha sayıyorum 6 saniye daha bir su daha damlıyor. Hissediyorum. Ama öyle bir an geliyor ki o 6 saniye içerisinde artık bilinç kayboluyor herhalde ki ya da bayılıyor muyum ya da nasıl bir şey hissediyorsam bilmiyorum ama. Kafama öyle bir şey düşüyordu ki. Bütün hücrelerim patlayacak gibi böyle hissettiriyor sana. Sanki böyle yukarı kaldırıp yere düşürmüş gibi ya da kafana büyük bir şey düşmüş gibi hissettiriyor. Bu yöntem 3 gün sürdü bana. Aynı anda kulaklarımın iki tarafında da hışırtlı bir şey mikrofon sesi, dijital ses, kaset sesi gibi. Ama bozuk. Gıcır gıcır testere gıcırtısı gibi bir ses devamlı veriliyor. Hatta bu pozisyondayken bile başında silahlı nöbetçi, askeri nöbetçiler var. Biliyorsunuz askerler 2 saatte 1 nöbetlerini değiştiriyor. Benim başımdaki nöbetçi asker işte nöbeti bitip de diyelim ki diğer arkadaşların yanına gidiyor bir süre sonra. O diğer zincirli arkadaşlarımın yanına. Onlar da artık bize alıştıkları için diyorlar ki arkadaşlarıma "Hamit'in" diyorlar "yukarıda beyni yıkanıyor yakında her şeyi anlatacak siz de kurtulacaksınız ondan. Çünkü işi bitmiş." Beni bekliyorlar. Ben kabul etmediğim için. Hepsi dost birlikte bizi bekliyorlar diye. İşte "Hamit'in beyni yıkanıyor yukarıda yakında her şeyi anlatacak. Siz de kurtulacaksınız" diye arkadaşlara anlatıyorlar güya. 3 gün sürdü bu yöntem. 3 gün sonra ben baygın halde arkadaşlarımın yanına getirildiğimi sonradan hatırlıyorum.

00:17:59 - Sedat Caner'in Nokta Dergisi'ndeki İtirafları, Mahkeme Sürecindeki Savunması

Play segment

Partial Transcript: Yine ayrıca 1986 yılında Maraş'ta 12 00:18:00 Eylül katliam günlerinde görev yapan daha sonra 12 Eylül'de işkencelerde bulunan polis Serhat Caner var. İtirafçı polis oldu daha sonra bu. Onun itirafları Nokta dergisinde yayımlanmıştı 2 sayı arka arkaya. O itiraflarında bana yapılan işkenceleri geniş geniş anlatıyor. Bu şey de var Google'da falan var bu dergilerin şeyleri girilirse görülür. Bende de var o dergiler duruyor. Orada ben gün olarak tam sayıyı bilmiyordum ama 9 günde bok çukurunda tutulduğumu söylüyor. Yani şöyle diyebilirim o 210 günün 200 günü bu ağır işkenceleri gördükten sonra artık kilit durumdasınız. Bütün insanların şeyi, sorumluluğu üzerinizde. Bizi bir savcılığa çıkardılar sonuçta. Yine Sıkıyönetimin binasının içerisindeki bir odada savcılığa gittiğimizde. Hazırlanan evrakları bana okudu savcı. "Şunu şunu yapmışsın bunu yapmışsın" diye. Ben "bu iddiaların hiçbirini kabul etmiyorum böyle bir şey yapmadım. Benle ilgisi yok. Bu ifade bana ait değil" dediğimde beni tekrar işkenceye götürmekle tehdit etti savcı. Ben de "lanet olsun size" diye imzaladım şeyi. Ve bize dava açıldı. Tam bu dönemde de işte Maraş'taki o asıl katillerin davası da Yargıtay aşamasına gelmişti. O 24 tane idam cezasının da bulunduğu dava. Bu süre içerisinde o davanın bozulması yani bizi öne çıkaracaklar, "işte Maraş katliamının asıl şeyi bunlardı" diye öne çıkarıp onları cezalarından kurtarmaya amaçlanıyordu. Bizim davada bu süre içerisinde sürerken işte o polisin itirafları yayınlandı. Arkasından biraz önce söz etmiştim Mustafa Yüzbaşıoğlu'nun bir ifadesi var bizim için önemlidir, daha sonra tekrar anlatacağız döneceğiz diye. Ben Mustafa Yüzbaşıoğlu'yla dediğim gibi iyi bir dostluk, iyi bir arkadaşlığı olan sık sık görüştüğüm bir insan olarak söz etmiştim. Biz katliamdan 00:21:00 önceki yıllarda 76 yılının ortalarında sanırım yine Yörükselim Mahallesi'ndeki bir dernekte toplantı halindeyken, 60 kişiye yakın insan bulunduğu bir toplantı halindeyken polis baskınına uğradık biz. Benimle Yüzbaşıoğlu'nun da içinde bulunduğu 60 kişi topluca polise götürüldük, poliste 2 gün tutulduk. Sonra savcıya gönderildik. Savcılık bizi serbest bıraktı. Ancak bunun kayıtları hem savcılıkta hem de polis kayıtlarında mevcut olduğunu biz öğrendik ve bunu avukatların marifetiyle ortaya çıkardık biz. Bu tutuklanmaları ve savcılık kararlarını ve oradaki isimlerin kimler olduğunu gördük. O toplantıda bulunan işte benim de ismim var Mustafa Yüzbaşıoğlu'nun da ismi var. Yani dolayısıyla aynı toplantıda bulunan ve birbirini tanıyan insanların bir davası var. Biz bunu mahkemeye sunduk. Gerçi mahkeme bize cezayı vermişti. İdam cezasını vermişti. Yargıtay aşamasında biz bunu devreye soktuk. Artı yine dediğim gibi bizi bu şekilde destekleyen polisin itirafları da bizi destekleyen... Yani biz mesela ben o kadar 16 tane ayrı suçtan yargılandım. 16 tane ayrı iddia vardı. Hiçbir tanesinde somut bir belge, somut bir tanık, somut bir şey yok. Bir tek silah yakalatmışım ben gelirken, şehre gelirken. O da benim haklı gerekçelerim var. Bir katliam yaşamışım, mağdurum, yakınlarımı kaybetmişim. Yine bir katliam yaşanacak diye korku endişesindeyim. Kendi çabamla oluşturduğum bir silahla yakalandım. Bundan daha doğal ne olabilir. Bir tek bu benim üzerimde. Kabul etmişim bir de "bu benim silahımdır" diye. Başka üzerimde bir sayfalık bir belge ya da bir tanık ifadesi ya da bir şahit ya da bir şey yok.

00:22:56 - İşkenceleri Teşhir Etmek, Davanın Sonuçlanışı

Play segment

Partial Transcript: Sadece polisten alınan işkence ifadeleri var. Biz de dolayısıyla bunları teşhir etmek zorunda kalıyorduk. Yani işkenceyi teşhir etme. Benim 8 tane ayak tırnağımı çekmişlerdi bu arada. (Ağlıyor) Tam dokuzuncuyu çekerlerken birdenbire başımdaki işkenceciler bir şeyle telaşla odadan çıkmaya, çıktılar. Biraz benim burnum kemiklidir. Dikkat ettiyseniz görürsünüz. Dolayısıyla gözüm 00:24:00bağlı olmasına rağmen burnum biraz kemikli oluşundan kaynaklı küçük küçük yerlerden görüntüyü alabiliyordum şeyde. Bir anda bir panikle odadan çıktıklarını duydum. Her taraf kan içerisinde, ayaklarım kanıyor. Tek ben kaldım odada. O anda nasıl bir düşünceyle akıl ettiysem eğer hemen o çekilen tırnaklarımı toplamaya başladım. Bu şekilde çevrili olan gömleğimin bu kollarının içerisine onları yerleştirdim. Sonraki günlerde onları cezaevine taşıdım. Sonraki günlerde onları cezaevinden ailemle dışarı çıkarttırdım. Mahkeme sürecinde de onları biz zarf içerisinde avukatım Emin Değer aracılığıyla mahkeme heyetine sunduk. Mahkeme heyeti zarf içerisindeki çektiğim tırnaklara baktı ve "görülmüştür" deyip dosyanın altına sürüverdi. Halbuki normal bir hukuk sürecinde o çekilen tırnaklardan bir DNA alınsa kime ait olduğu yıllar sonra bile açığa çıkacak. Böyle bir talep olmadan hemen "görülmüştür" ibaresiyle dosyanın altına sıkıştırıverdiler. Yani bizim savunma yapmamızın tek bir şeyi vardı, işkenceyi teşhir etmekti. Biz benim üzerimde o zaman hala yaralar vardı, açık yaralar onları göstermemize rağmen hiçbir şekilde şey edemedik mahkemeyi. Mahkeme bizi kasti olarak bana ve bir arkadaşıma idam cezası verdi. Diğer arkadaşlarımızla da değişik cezalar aldık. Şey Yargıtay aşamasındayken hem o Mustafa Yüzbaşıoğlu'yla benim tanışıklığımı biz belgeledik. Hem de Sedat Caner'in itirafları bizi destekleyince, bize yapılan işkenceleri anlatınca Yargıtay bizim dosyamızı bozdu. Yeniden yargılanmamız için tekrar Adana Sıkıyönetimine gönderdi. Adana Sıkıyönetim Mahkemesi kararında ısrar etmedi. Yargıtay'ın şeyine uydu. Bana örgüt sorumluluğundan 15 yıl taban cezası vardı o zaman. 15 yıl ceza verdi tabandan. Bir madde uyguladılar. Altta bir düşürme maddesi. 12 sene 6 aya düşürdüler. Ben bu sıra 9 yıldan belli yatmış olduğumdan dolayı da tahliyeme karar verdi. Dolayısıyla o 9 yıllık yatmışlığım zaten aşağı yukarı 16 yıla tekabül ediyordu. Ben devletten 3 sene 3 buçuk sene alacaklı olarak tahliye edildim, bırakıldım. Böylece sonuçlandırdım.

00:26:57 - İşkencelerin Sorumluları, İşkencede Yitirilenler

Play segment

Partial Transcript: Demin de dediğim gibi yani 12 Eylül gerçekten Maraş'ta ikinci bir katliam 00:27:00 yaşattı diye düşünüyorum ben. Maraş merkezde Eğitim Enstitüsü binasını yani bir öğretim kurumunu karargah olarak kullanıyordu. Daha önce orada öğrenci olan arkadaşlarımız ki ben de o okulda öğrenci değildim ama o okula girip çıkanlardan biriydim ben. Öğretim gördüğü bir mekânda bir işkence karargahı kurulmuştu. Orada işkence yapılıyordu bize. Ama örneğin Afşin merkezde karakol örgütlenmişti. Elbistan merkezde bir karakol örgütlenmişti. Oralarda da işkenceler yapılıyordu. Ama asıl şeyi ağırlık Maraş merkezdeydi. Maraş'ta bu süre içerisinde 6 kişi işkenceden katledildi. 2 tanesi benim yoldaşımdı. Mehmet Ceren ve Fehmi Özaslan isimli 2 yoldaşımı kaybettim. Yine bir bayan arkadaşımızı kaybettik. Cennet Değirmenci diye bir bayan arkadaşımızı kaybettik. Dün yıldönümüydü. Bir yoldaşımızı daha kaybettik. Mehmet Ali Ekber Yürek isminde bir yoldaşımızı kaybettim. Dün de yıldönümü, ölüm yıldönümüydü onun işkenceden. Tam bir fırtına şeklinde esiyordu. Bu işkenceyi yapan polislerin başında Necdet Kondolot isimli Gümüşhane Kelkitli bir emniyet müdürü vardı. Necdet Kondolot isminde. Ali Aydın vardı işkenceci polislerden. Biz buna, ona kendi aralarında "Humeyni" derlerdi. Lakapları vardı. Sakallıydı çünkü kendisi. Şerif isminde biri vardı. Bunların isimleri bende var aslında. Şimdi aklıma gelmiyor. Ancak asıl işkencelerden sorumlu o dönem Maraş Sıkıyönetim Komutanı olan Yusuf Haznedaroğlu isimli generaldi. Gerçekten işkenceye katılan, bana bizzat işkence yapanlardan biri odur. Ben kendisiyle Radikal gazetesi aracılığıyla, İsmail Saymaz'ın marifetiyle 2-3 gün yazıştık karşılıklı olarak. İsmail Saymaz benle röportaj yapmıştı. Ben anlatmıştım hikayeyi ve bunların, işkencelerin başında bunun olduğunu, bu generalin olduğunu adının da "Kırbaçlı General" olduğunu söylemiştim. Kırbacıyla bize işkence yaptığını söylemiştim. Bir gün sonraki İsmail'in kendisiyle yaptığı röportajda beni yalanlamaya çalışarak "hayır kırbaç değil bende asa vardı, bizde asa olur" diyerek dolaylı olarak beni doğrulamış bir işkencecidir kendisi. Asıl sorumlu olan işkencelerden budur. Yani hiçbir şekilde yanında yokmuşuz gibi-- Şimdi biz gözümüz bağlı görmüyoruz ya güya odada bize işkence yapılırken en azından izler. En azından izlemiştir yani. Ki işkence de yapıyordu bana. Bizzat yaptı bana çünkü ben biliyorum yani. Başkasına yapmıştır diye iddia etmeyeceksem bile ben kendi adıma, bana yaptığından dolayı 00:30:00 iddialıyım. Tam böyle işkencelerin kızgın zamanında kapı açılıp kapanmış numarası yapıyorlar. Bu içeri girmiş oluyor, general. Herkes duruyor. "Ne yapıyorsunuz siz! Ne yapıyorsunuz siz! Bırakın adamı! Hamit nasılsın oğlum? Ne yapıyorsun? Niye sen kendini bunlara ezdiriyorsunuz? Bunlar senden ne istiyor? Söyle ne istiyorlarsa. Karnın aç mı? Ne istiyorsun?" Ben de fırsatları değerlendireyim diye "açım" diyordum. Bana hemen tost söylüyordu, çay söylüyordu. Bir zaman kazanıyordum ben de.

00:30:37 - İşkenceye Direnmek

Play segment

Partial Transcript: Aslında bunu biraz açmak istiyorum burada lafı gelmişken. Bu tür işkencelere insan direnebilir. Hepsine karşı direnebilir. Direnemeyenler için bir şey demiyorum. Sonuçta insanız etiz kemikteniz. Açlık dayanılmaz olabilir. Ama eğer direnişi kafanda netleştirdiysen direnebileceğini kafanda netleştirdiysen gerçekten direnebiliyorsun işkencelere. Ben mesela zayıf tarafımı güçlü göstermeye çalışıyordum. Güçlü olduğum yeri zayıf göstermeye çalışıyordum. Oradan gelsinler istiyordum çünkü. Örneğin, falakaya canım çok yanardı benim. Falaka geldiği zaman hiç bağırmazdım ya da çok az bağırırdım ya da tınlamaz gibi davranırdım. Ama elektriğe de iyi dayanıyordum tesadüfen. Elektrik işkencesi geldiğinde de canhıraş bağırırdım. Oradan işte bana acı yaptıklarını, acı çektirdiklerini düşünsünler, sansınlar diye, oradan gelsinler isteyerek böyle bir onlara karşı kendi adıma şey örgütlüyordum, mücadele örgütlüyordum. Çünkü artık yine bir şeyle karşı karşıyasın. Yani direnişle karşı karşıyasınız. Ne yapacağının eğer bilincinde ortaya çıkarabilirsen altından kalkamayacağın bir şey yok. Ben 9 gün bok çukurunda kalmışım. Hiç haberim yok. Gün olarak sayısını bilmiyorum ama polisin ifadesinde 9 gün tutulduğum söyleniyor. Çıktığımda vücudumun her tarafı yara bere içerisinde, çürükler içerisinde. Ama orada bile buraya kadar pislik içerisindeyken bile yarını düşünebiliyorsun. Yarını düşünebilirsen bunun altından kalkabilirsin. Yani eğer insan bunu kafasından ortaya çıkarırsa, açığa çıkarırsa gerçekten insan vücudu hepsinin altından kalkabiliyor. Bu yanı işin güzel yanı. Ama direnmemiş işte çözülmüş, anlatmış gibi insanlara da diyecek bir şeyim yok. Onlar elbette ihanet etmemişse eğer işbirlikçi olmamışsa, ihanet etme boyutunda değilse insan söyleyebilir. Kabul edebilir. Çünkü düşünüyorsun vatandaş bir eylem 00:33:00 kabul etmiş. Suçu üstüne almış ama arkasından da senin de ismini katıveriyor, katmış. Buna yapacak bir şey yok. Adam dayanamamış. Kendisini ateşe atmış çünkü zaten. Ha sırf kendini kurtarmak için beni söylemiş olsa farklı düşünebilirsin. Dolayısıyla direnmemiştir vay hepsi tü kakadır demiyorum. Ama gerçekten de insan irade olarak o şeyde, bir şey olarak bir savaş olarak görürse bunu, düşmanıyla savaş olarak görürse bunu savaşabilir, başarabilir diye görüyorum.

00:33:43 - Dışarıda Hayat, Yurtdışı Gündemi, Ülkede Mücadeleye Devam Etme Kararı

Play segment

Partial Transcript: E tabii eğer dışarıyla kopmadıysan, yaşamdan kopmadıysan fazla abartacak bir şey yok. Yani ben şeye pek katılmıyorum. İşte alışamadım yahut da ne bileyim işte orada kaldım, kafam orada kaldı, dağıldım. Onlara pek katılmıyorum. Eğer yaşamdan kopmadıysanız, dolayısıyla mücadeleden kopmadıysanız o şeyi atlatabiliyorsunuz süreci. Yani bir alışkanlık ya da bir dışarıyı özümseme kısa sürece yaşayabilirsiniz ama süreç yaşayabilirsiniz ama sonuçta fazla bir şey bırakmadan kafada ya da vücutta bir iz bırakmadan atlatabilmek mümkün. Ama bunun tersini de çok yaşayan dostumuz da var çevremizde ben görüyorum. Düşünce olarak savrulan ya da işte artık bir kenarda durayım, köşede durayım düşüncesinde olan çok dostum da var, çok arkadaşımız da var. Ama önemli olan şey yaşamdan kopmamak gerekiyor diye düşünüyorum ben. Ben de o şekilde düşündüğüm için kopmamaya çalıştım, kopmadım. Şu anda yaşım 66. Ben kendime şey demiyorum "eski solcu" ya da "eski şey" demiyorum. Ben yine solcuyum, yine devrimciyim. Duruşumu, mücadele şeyimi bir adım bile geriye çekmemek kaydıyla olmam gereken yerde olmaya çalışıyorum gücüm oranında. Fiziksel şartlarım oranında. Yaşamımı sürdürmeye çalışıyorum. Bu süre içerisinde bir 4 yıllık yurtdışı şeyi yaşadım, süreci yaşadım. bunu da istemeyerek yaşadım aslında. Şöyle, çıktıktan sonraki kısa bir süre sonra yurtdışındaki kaçan arkadaşlarımızın bir kısmı ya da cezaevinden çıkıp da giden bir kısım arkadaşımız illa benim de gelmemi istediler. "Sen de buraya gel görüşelim, tartışalım" diye. Ben "istemediğimi, gelmeyeceğimi" söyledim. Israr ettiler. İşte gelirsen işte örgüt ne 00:36:00olacak, takip mi edeceğiz, devam mı edeceğiz, dağıtacak mıyız karar verelim iddiaları yapıldı. Ben siz orada tartışın, kararınızı verin biz de burada tartışır kararımızı veririz ne çıkarsa yaparız diye söyledim. Ama en son çok ısrar ettikleri için ben de dedim ki "o zaman geliyorum, ama" dedim "ben (05:51?) kadar geleceğim siz oraya kadar gelebiliyorsunuz, Türkiye'ye gelemiyorsunuz ama oraya gelin orada görüşelim, tartışalım, neyse ortaya çıksın." "Ben" dedim "geri döneceğim. Daha öteye gelmem." Bu anlayışla ben dışarıya çıktım. Ama süreç biraz değişik gelişti. O tarafın fazla detayına girmeye gerek yok. Almanya'ya oradan İsveç'e geçmek zorunda kaldım. İsveç'te ilticaya başvurdum. İlticam kabul edildi. Evim ve her şeyim yasal olmasına rağmen ben 4 sene sonra tekrar Türkiye'ye dönmek kararını aldım ve her şeyimi orada bırakıp Türkiye'ye döndüm. Şu anda da yaşamımı İstanbul'da devam ettiriyorum. Her türlü mücadele içerisinde, çeşitli gösteriler olsun anmalar olsun etkinlikler olsun. Hepsine yetişmeye çalışıyorum. Özellikle son 15 yıldan bu yana da Maraş katliamıyla ilgili sözlü ve görsel alanlarda uğraşıveriyorum. Yani o katliamın gelecek kuşaklara aktarılması, o katliamla tekrar hesaplaşılması, yüzleşilmesi özellikle hesaplaşması babında uğraşıyorum. Son yıllarda da bir de Maraş merkezde Yörükselim Mahallesi'nde bir cemevi oluşturulmasında, cemevi inşasında sorumluluk üstlendim. Oranın yapılanması, inşaatın sürdürülmesi, bitirilmesi şeyinde de sorumluluk aldım. Onu da önemli bir şeye getirdik, sonuca getirdik diye düşünüyorum. Bu bağlamda da çağrıldığım hiçbir şeyi geri çevirmiyorum. Yetişebildiğim oranda da katılabildiğim oranda da bu tür programlara katılıyorum. Katılmaya da devam edeceğim diye düşünüyorum.

00:38:17 - 12 Eylül Davası, Maraş Davası

Play segment

Partial Transcript: Ben o davaya müdahil olmak için gittim Ankara'ya. Şahsım olarak gitmedim aslında. Tüm Maraş katliamı mağdurları sözcülüğü adına gittim. Hatta o dönem oraya bulunduysanız veya da görüntüler varsa elinizde otobüsün üzerinde kısa bir konuşma da yaptım ben o zaman orada. Bilerek gittik yani bu davanın sonuç vermeyeceğini bilerek gittik aslında. Çünkü aslında amacım şeydi benim dillendirmek. Bu şeyi dillendirmek. Bu Maraş katliamını dillendirmiş olmak orada. Orada da bunu ortaya çıkarmaya, orada da bunu insanlara teşvik etmek anlamında böyle bir sorumlulukla gittim ben oraya. Sanırım 500'e yakın dava kabul edilmişti. Biz o davacılardan biriydim ben 00:39:00de. Fakat davamız şeye kabul edilmedi. Öyle bir şeyden, sonuç almadık o davada biz. Süreç her ne kadar bir tezgah gibi görünse de ki göründü zaten tezgahtı. O referandum sürecinde bunun işte askeri vesayetin kırılması, onun hesabının sorulması anlamında şimdiki hükümetin ki hala o katliamcı zihniyetin en sorumlulardan biri olarak görüyorum. Bunun bir tezgah olduğunu bile bile görsek bile orada olmam gerektiğini düşünerek gitmiştim ben oraya. Sonuç alamadık tabii ki. Ancak ben şunu hemen dipnot olarak belirteyim. Benim şu anda müdahil olduğum hatta bir bölümüne davacı olduğum bir davam şu anda şeyde, AHİM'de sürüyor. Aşağı yukarı 4 sene oldu ama hiçbir şey işlem görmedi daha, bekliyorum. Görüşmüyorlarsa mı ne yapıyorlarsa orayla uğraşamıyorum doğru dürüst. Bir avukatımız var, onla uğraşıyor. Maraş'taki özellikle o demin isimlerini saydığımız işkenceden ölen arkadaşlarımızın Ali Ekber Yürek'in mesela mezarını açtırdık dava açıldığı Afşin'de. Onun kemiklerinin incelenmesi talebimiz oldu. Diğer 2 yoldaşımızın, işkencede katledilen 2 yoldaşımızın mezar-- bir tanesinin mezarını bulamıyoruz, mezarını bile göstermiyorlar mesela. Onun sürecini biz davaya taşımıştık. Yerel süreçte, ülke içindeki hukuksal süreç tamamlandı. Hiçbir sonuç alamadık. Hep süreç zamanaşımı gerekçesiyle reddedildi. Bizim o dosya şu anda AHİM'de. Bekliyoruz o da sürüyor.

00:40:56 - 12 Eylül'ün Sonuçları ve Hesap Sorabilmek

Play segment

Partial Transcript: 12 Eylül Türkiye toplumuna bugünkü hükümetin alt tohumlarını ekti bana göre. Özellikle gerici zihniyetin asıl tohumları 12 Eylül'de ekildi biliyorsunuz. Din derslerinin zorunlu hale getirilmesi, diyanetin, Diyanet İşlerinin güçlendirilmesi, onlara çeşitli olanakların yaratılması. Asıl bugünkü içinde bulunduğumuz ülkenin şartlarının içinde bulunduğu şartların asıl tohumları o zaman atıldı. Asıl amaçları da oydu zaten. Dolayısıyla 12 Eylül'le hesaplaşmak, 12 Eylül'le mücadele etmenin yolu bugünkü şeyle mücadele etmekten geçiyor bana göre. Bu anlamda da elimizden geldiği kadarıyla yani bilincimizin yettiği kadarıyla bugün bile bir 12 Eylül'le mücadele ediyormuşçasına uğraşmak gerekir, mücadele etmek gerekir. O yaşananları bizden sonraki kuşaklara en azından aktarmak gerekir. 00:42:00Sözlü olarak da görsel olarak da bunun mücadelesini sürdürmek gerekir diye düşünüyorum.