Aydın Çavlan Erdoğan

Museum of Historical Justice and Memory

 

Transcript
Toggle Index/Transcript View Switch.
Index
Search this Index
X
00:00:00 - Kısaca Hayat Hikayesi, Deniz Gezmiş'in İdamı

Play segment

Partial Transcript: 1974 Kasım doğumluyum. Antalya. Babam avukat, Mükerrem Erdoğan ismi. Annem ilkokul öğretmeni Nihal Erdoğan. Aslen baba tarafım Isparta, anne tarafım Trakyalı. Ama Antalya'ya yerleşme olmuş, Ankara'da uzun süre yaşadıktan sonra Antalya'ya geçiyorlar. Ben orada dünyaya geliyorum. Antalyalı oluyorum. Annem TÖB-DER'li. O dönem öğretmenlerin örgütlü mücadele yöntemi, aracı olarak kullanılan yerin bir üyesi. Babam da solcuların, sosyalistlerin, devrimcilerin, ihtiyacı olanların avukatlığı yapan bir insan. Mesleğinde bir Deniz Gezmiş avukatlığı var. Deniz Gezmiş'in idamında da bulunan avukatlarından. Biraz da o dönemde dikkatini çekmiş devletin. Çünkü idamın not edilmesi, Denizlerin anılarının gelecek kuşaklara aktarılması noktasında özellikle idam gecesinde, Deniz Gezmişlerin idam gecesinde Yusuf Aslan, Hüseyin İnan'ın da tabii. Hep Deniz Gezmiş diyoruz ama tabii ki onlar 3 kişiler. Devletin bir unutturma hatta beklemediği bir idamla karşılaşıyor devlet. Ya onların biraz korkmasını, sinmesini bekliyor herhalde ama böyle bir şey olmuyor. Ve bunun tanıkları olarak da Halit Çelenk ve Mükerrem Erdoğan o gece kavga dövüş, ite kaka bütün engellemelere rağmen oradaki savcıları, komutanları karşılarına alarak bunları notlara düşürüyorlar, bu insanların yiğitçe veda edişlerini. Bu biraz herhalde sanırım birilerinin not almasına yol açıyor, fişlemesine yol açıyor babamı. Annem de her ne kadar ilkokul öğretmeni olsa da okulunda aktif bir insan yani çok aktif bir devrimci faaliyeti yok ama sendika üyesi, öğretmen örgütü üyesi, meslek örgütü üyesi.

00:02:09 - Ailecek Saldırıya Uğradıkları Gece, Annesi Nihal Erdoğan'ın Ölümü

Play segment

Partial Transcript: Mayıs'ı 6 Mayıs'a bağlayan gece, 1980 tam Deniz Gezmişlerin idamının gecesi. Buradan da bu sağcılarda şey vardır, biraz mistik öğeler katmak, belli tarihler seçmek. Özellikle Deniz Gezmişlerin idamının gecesinin seçilmesini işte babamın cezalandırılması olarak algılayabiliriz. Bir saldırıya uğradık evimizde. Babam henüz gelmemişti, geç vakitlere kadar çalışıyordu. Çünkü o dönem yoğun, çok fazla gözaltılar var, tutuklamalar var işte Ege ve Akdeniz bölgesindeki hemen hemen her yere yetişmeye çalışıyor o dönemde. Annemle yalnızdık. Kapı çaldı. Akşam hava karardıktan sonra. Annem "kim o" dedi. Dediler "biz Emin Özder'in 00:03:00 arkadaşlarıyız." Emin Özder, dayım. Annemin öz kardeşi. Annem sanırım o cümle üzerine "yani nereden bilsinler düşmansalar, kötü niyetlilerse Emin'i nereden bilsinler" diye düşünüp kapıyı açtı. Daha doğrusu kapıda zincirli bu, hafif açarsınız zincir, ondan var. Fakat tabii karşımızda profesyonel 4 tane tip var. Onlar o zincir açılır açılmaz kapıya yüklenip girdiler içeriye. Bizi oturttular işte evi aramaya başladılar. Talan ettiler. Ya para ve altın falan ne bulurlarsa onun peşindeler aslında. Yoksa bir evrak falan evde olmaz. Avukat bürosunda tutar hep. Zaten ne gizlisi olabilir o dönemde. Sonra, daha sonra babam geldi. Kapıyı çaldı, hemen açıp onu yaka paça içeri aldılar. Onu da oturttular. Önce ya bir propaganda, bir slogan tarzı bir şey yoktu. Sadece evi aramak için, vakit kazanmak için biraz işte siyaset konuşmaya çalıştılar. Babam da işte ailesini kurtarabilmek için, karşıdakilerin kim olduğunu tahmin ettiği için o da alttan alarak, yumuşak bir şekilde konuşmaya başladı. Ben annemle yan yana oturuyorum. Annem bana sarılmış vaziyette. 6 yaşındayım bu arada. Babam biraz çaprazımızda. Yan koltukta oturuyor. 4 kişiler. Bir tanesi sürekli içeride, bir şeyler arıyor, altın arıyor, para arıyor. Sonra bir anda bir tanesi kalktı, televizyonun sesini sonuna kadar açtı. Açınca babam bir hamle yapmaya çalıştı ama yani anladı. 4'ü birden ateşe başladılar. Yani 4 ayrı silahla ateş açıldı. Annem benim üzerime kapandı korumak için. Sonra sesler duruldu, ben karanlıktayım yani annemin altındayım. Annem ufak tefek değildi, biraz iriydi. Ses duruldu sonra annemin kalktığını fark ettim. Ben de kalktım ama annem birkaç adım atıp düştü. Babam koltukta kafası arkaya atık bir şekilde, oturma pozisyonunda kafası arkaya atık bir şekilde bilinci yerinde değil. Annem kapıya doğru gitmeye çalışıyordu o yüzden ben de kapıya yöneldim. Şimdi tam hatırlamıyorum yani aradan çok zaman geçti. Yani "yardım çağır" da demiş olabilirim annem ben kendim refleks olarak da yapmış olabilirim. Ben kapıyı açtım ve karşı komşuyu çaldım kapısını yardım için. Açmadılar. Üst kata çıktım. Bu arada gece baya ilerleyen bir saat. Yani çocuklar için uyku vakti. Apartmanın ve şehrin sessiz olduğu bir saat. Üst kattaki komşumuz açtı. Üst kat, karşı komşu. Çok iyi hatırlıyorum. Beni o halde görünce tabii benim her tarafım kan yani baştan aşağı ben kan durumundayım. Annemin kanı var. Bir an böyle bir çığlık attı açan kadın. İşte kocası koştu. Dedim 00:06:00"saldırıya uğradık, kötü insanlar" gibi bir şey. Beni hemen içeriye aldılar, çocuklarını uyandırdılar. Ya benim mahallede oynadığım arkadaşım. Bize hemen oyuncaklar çıkardılar. Kapıyı kapattılar bize. Sonra işte siren sesleri falan geldi, biz odadayız. Benim kolum acımaya başladı. Acıyı hissetmeye başladım. İşte o zamanki çocuk aklıyla işte elimiz yaralanınca kolonya pamuk sürer ya annemiz. Ben de kapıyı açtım işte komşu teyzeye dedim "kolonya pamuk var mı?" Dedi "neden?" Dedim "benim kolumda yara var." Hemen üstümü çıkardı. Tabii kan var ama onlar hep annemin kanı zannetmişler. Çünkü ben yürüyerek üst kata çıkabildiğim için akıllarına gelmiyor beni kontrol etmek o anda. Belki doğal bir şey olarak. İşte kolumda bir yara var, midemi sıyıran bir yaram var, 2 tane yaram var. Hemen arkadaşın babası beni kucağına aldı, hemen aşağı indirdi.

00:07:05 - Babası ile Hastanede İlk Karşılaşma

Play segment

Partial Transcript: Tabii polisler var, ambulans var. Annemi babamı götürmüşler ama hala ekipler, her şey var. Beni polise verdi, ben polis arabasında hastaneye götürüldüm. İçeri girdik hastanede hemen beni yatırdılar ameliyat masasına. İşte koluma bir çengel gibi bir şey sokup mermiyi aradılar. Mermi çıkmış kolumdan, karnımın üstündeki de sıyırmış geçmiş zaten yani delmemiş. Sonra beni babamın yanına aldılar. Babamın boğazı sarılıydı ama gözleri açıktı. O televizyonun sesini açtıklarında anladığı için ateş açılacağını bir hamle yapınca tam boğazına gelen merci çok şans eseri hayati bir şeyi delmeden girip çıkıyor. Ama tabii boyun kaslarını parçalıyor ve bir şokla bayıltıyor. Yani ben evden yardıma çıkarken annemi daha sağ, sağlam babamı daha ölü görmüştüm. Orada babam gözleri açıktı, annem yok. "Annem nerede" diyorum, söylemiyorlar hemşireler. Babam konuşamıyor. Sonra işte sarıldık falan babamla. Bir süre kaldık hastanede. Sonra çıktık.

00:08:21 - Annesinin Cenazesi, Okula Başlayış ve Hayata Dönüş

Play segment

Partial Transcript: Cenaze olmuş o sırada. İşte cenaze baya kalabalıkmış. Yurdun değişik yerlerinden hesap sormaya gelen devrimciler olmuş, bir miktar hesaplar sorulmuş. Antalya'da. Fakat orada bir karışıklık var. Gece, babam o haldeyken polis gelip bir liste gösteriyor. Fotoğraflar. "Bu var mıydı, bu var mıydı, bu var mıydı" diye. Şimdi sonuçta bize isim söylemiyor bize bu saldırıyı yapanlar. Herhangi bir örgüt ismi de söylemiyorlar. Ama tabii kim olduğunu tahmin edebiliyorsunuz tiplerinden, konuşmalarından, tarzlarından. Gösterilen 00:09:00 fotoğrafların da kim olduğu belli değil. O yüzden babam orada birkaç tane benzeyeni ya boğazı kapalı, konuşamıyor ve eliyle gösteriyor. Ve televizyon işte "sol içi çatışma" olarak veriyor. Hatta TRT 1 işte "Kurtuluş Örgütü Devrimci Yol avukatını vurdu" diye veriyorlar. Ama bunu tabii ki devrimci camia yemiyor. Yani bu devletin o zaman yaptığı bir şey. Gelenler, bölgedeki diğer ismi geçen hareketin sorumlularını bulup soruyorlar yani nedir, onlar da "kesinlikle biz böyle bir şey yapmadık" diyorlar. Ve 1-2 sene bu bir muallakta kaldı. Sonra işte biz hastaneden çıktık, akrabalarımızın yanında kaldık. Hiçbir akrabamız tam olarak şey yapamadı ama e biraz onda, biraz onda şeklinde. Çünkü hala güvenlik kaygımız var. Çünkü daha 12 Eylül olmamış, hala sokaklarda darbe mekanı denilen o meşhur mevzu döndürülüyor. Sonra eylül ayı gibi ben okula başlatıldım. Biz hayatımıza devam ettik. Babam işte iyileştikten sonra işine döndü, ben okula başladım. Babam tabii avukat ya her ne kadar siyasi davalar giriyor olsa da aynı zamanda normal davalara da adli suçlara da avukatlık yapıyor.

00:10:33 - Yargı Süreci

Play segment

Partial Transcript: Bir müvekkili bir haber veriyor, 81'in sonu zannedersem. Diyor ki "Avukat Bey, bizim koğuşta bir işte hırsızlıktan yatan biri var. İşte içki soktuk içeriye." Tabii siyasilere davrandıkları gibi davranmıyorlar o zaman adli suçlulara. İçki serbest, uyuşturucu serbest. "Bu" diyor "içti içti sonra işte avukatı ben vurdum diyor, dedi" diye haber veriyor babama. Babam da sıkıyönetim komutanına bir avukat olarak, baro kayıtlı, baro başkanıyla beraber gidip işte "böyle böyle diye bir durum" var. "İşte failler olduğu ihtimali olan biri var içeride, faillerden biri olduğu." Yani o, yani kadına çocuğa ateş edebilecek tıynetteki bir adam, bir tokat yiyince hemen zaten isimlerini, bütün arkadaşlarını satıyor. Hemen bütün liste çıkıyor. TİT ve ETKO diye iki örgüt ismi vardır o yıllarda. "Türk İntikam Tugayları" ve "Esir Türkleri Kurtarma Ordusu." Ya bunu muhtemelen o dönemde solda çok karizmatik isimler var. Bundan etkilenip işte Ülkü Ocakları ya da MHP demek yerine ya da biraz hukuki kaygılarla yani yarın öbür gün bir şey olursa işte bütün bu cinayetler, katliamlar MHP'ye kalmasın amaçlı da olabilir. TİT ve ETKO üyesi olduğunu söyleyen bir grup yargılandı, idama mahkum oldular. İşte ben mahkemede şahit olarak 00:12:00teşhis ettim hepsini zaten. Gösterdim. İtiraf da ettiler. Hatta bir tanesi, liderleri olduğunu tahmin ettiğimiz şey dedi "yakalanmasaydık biz" dedi şey, "kaçmak zorunda kalmasaydık biz Antalya valisini de vuracaktık" gibi bir şeyi de var, ifadesi de var. Buradan da--

00:12:26 - 12 Eylül Öncesi ve Sonrası, İnşa Edilen Korku İklimi, Ailecek Başlarına Gelenin Bu İklimdeki Yeri

Play segment

Partial Transcript: Şimdi 12 Eylül karmaşık bir olay yani bir 12 Eylül sonrası var. İşkenceler, idamlar işte bütün sosyal hakların kısıtlanması, geriletilmesi işte liberal, liberalizmin önünün açılması. Ama bir de 80 öncesinde bu darbenin insanlar, halk tarafindan beklenir, özlenir ve geldiğinde alkışlanır hale getirilme çabası var. İşte Maraş Katliamı var 78'de, 1 Mayıs Katliamı var Taksim Meydanı'nda işte mayıs ayında bizim olayımızın olduğu sırada Çorum Katliamı bu arada bir şekilde pişirilmeye çalışılıyor. Her ne kadar boşa çıkarılmış olsa da bekledikleri kadar insan öldürememiş olsalar da o da bir darbe öncesinde darbeyi istetir, alkışlatır hale getirmek için. Bizim de öyle seçildiğimizi, özellikle işte TRT'de bunun yayımlanması. 2 sol örgütün birbirini vuruyor olduğu intibasının üretilmesi, uydurulması. Bunların 80 öncesindeki darbe koşullarının hazırlanması, bugünkü moda tabirlerden biri "korku iklimi", cehennem iklimi diyelim o zamankine de. Bir durumda kurban olarak biz, bizim ailemiz seçilmişti. Biz babamla hayatımıza devam ettik. Annemin mezarı Antalya'da. Bu arada annem hamileydi öldürüldüğü sırada kardeşime de. Hamileydi. Yani hamile bir kadını öldürecek kadar, bir çocuğu öldürmeye kalkacak kadar ki zaten öldüm zannedip, babamı da beni öldüm zannedip bıraktılar. Yani çünkü ben zaten annemin vücudundan 7 mermi çıkarıldı, pardon bir tanesi girip çıkıyor, benim de kolumdan girip çıkıyor, 6 tanesi vücudundan çıkarılıyor. Yani kadın o halde 6-7 mermi yiyor, bir tanesi içinden geçiyor 6 tanesi içinde, kalkıyor ve hala adım atıyor. Öyle de bir anne duygusu, güçlü yani zaten şey bir kadındı büyük bir kadındı bir de öğretmenliğin getirdiği vakurluk var. Soldan da elbette işte hesaplar soruldu, fakat asla yani hamile bir kadına ateş edilmesi, infaz yapılması bu şekilde bir baskında çocuklara ateş edilmesi o iç savaş koşullarında solun etik tavrıydı, bu taraftaysa bu şekilde bilerek ve isteyerek. Şimdi ava çıktıkları dönemler 00:15:00de var o dönemde, yani biz mesela sokakta oynarken hatırlıyorum işte yabancı tipler mahalleye geldiği zaman hemen "bakkala gidin ya da işte apartmana kaçın, eve kaçın" şeklinde uyarılırdık. Öncesinde de sonrasında da. İlk zamanlarında, okula başladığım zamanlarda 12 Eylül sonrası. Ya bu ava çıkan tipleri vardı bunların rastgele. Okuduğu gazeteyi beğenmeyip birine ateş edebiliyor işte sırf infial yaratmak için otobüsü tarayabiliyor. Şimdi orada ben çocuk vurmak istemedim demiş olabilir ifadesinde ama ya da belki hani kendini o şekil, vicdanını rahatlatmaya çalışıyor olabilir ama biz olayımızda çok net bir şekilde hamile bir kadına ve çocuğa gözünü kırpmadan, 4'ü birden ateş ettikleri ortada ve öldürme niyetli. Ya ben kıpırdayabilseydim o anda muhtemelen devam edeceklerdi ateşe. Ama işte babamın ilk mermiyi yiyip bayılması ve boğazından kan fışkırmasından dolayı görüntü olarak öldüğü intibasını bırakması, e annemin zaten o kadar kurşunla hayatta kalması mucize olurdu. Ben de herhalde belki o anda kısa bir baygınlık da yaşamış olabilirim tam hatırlamıyorum. Hiç sesimi çıkarmamışım, çığlık da atmamışım ki bırakıp gidiyorlar. Ve o gece bu saldırıya gelirlerken bir taksi gasp etmişler. Taksiciyi de öldürmüşler. Yani hiç siyasetle alakası olmayan bir insanı da öldürdüler o yüzden bu olayın davasında 2 ölü, 2 yaralıdan dolayı yargılandılar bundan. Tabii birleştirildiler çünkü Türk İntikam Tugayları daha sonra MHP dosyasına galiba katıldı tam hukuki süreci bilmiyorum ama bu daha bir sürü var cinayetleri, katliamları. Burada, bu olaydaki şeyde 2 ölü, bir tanesi de taksi şoförünü öldürmüşler yani taksiyle kaçmışlar arkasından.

00:16:46 - Yas Evreleri, Annesi ile Olan Anılar ve Fotoğraflara Dair

Play segment

Partial Transcript: Tabii yaşım itibariyle, algılama seviyem itibariyle ben çok fark edemiyordum ama yıllar sonra baktığımda o zamanki toplumda toplum değerleri, ailelerin çocuklarına anlattıkları, söyledikleri, yönlendirmeleri farklıymış ve ben hiç, bir arkadaşımdan işte "annen niye yok" diye bir şey duymadım mesela. Bir tembihleme olduğunu daha sonra fark edebiliyorsunuz yani sonuçta onların anneleri babaları geliyor senin sadece baban geliyor. Bir çocuk da fark eder yani "senin annen nerede" derdi yani. Hiç denmedi bana hiç hiç böyle bir şeyle karşılaşmadım. Demek bir tembihleme durumu varmış ya toplum biraz daha duyarlı bu konuda. Bir hassasiyet var ve "kırılabilir, üzülebilir aman oğlum bunu söyleme" gibi. Şimdi var mı bilmiyorum, yapılıyor mu böyle bir şey. Shaming falan filan laflar var ya sosyal medyada da okuyoruz. Yani öyle birçok dalga geçilebilirdim, üzülebilirdim, beni kırmak isteyen çok kırabilirdi. Hiç kimse yapmadı. Ya da hep iyi insanlara denk geldim bilmiyorum. İlkokul arkadaşlarım, ortaokul arkadaşlarım belki de hep iyilerin arasındaydım o yüzden olmadı. O konuda bir zorluk yaşamadım artı işte 83'te anneannem ve teyzemin yanına geçtim Tekirdağ'a. 00:18:00İki sene orada kaldım. Ya anneannem ve teyzem ikisi de zaten acı yaşamışlar ve beraber o acıyı konuşmayarak ya konuşmadık. Hatta şöyle söyleyeyim fotoğrafları bile pek çıkmazdı. Herhalde şey oldu baştan unutabilmek için ya da üstünü örtebilmek için ateşi söndürebilmek için önce çıkmadı. Sonra da belki de şey oldu yani böyle iyi gidiyor, ama konuşulurdu. Ben biliyordum işte nasıl biriymiş, lise çağlarında nasıl biriymiş annem. Anlatıldı bunlar ama yıpratıcı bir şekilde olmadı. Bir de 80'li yıllar çok fotoğrafı yok insanların yani annemin toplasanız bir 20 tane fotoğrafı vardır bende. O kadar çünkü zaten. Yani bütün fotoğraflarını sakladım zaten bende duruyorlar. TÖB-DER kimliği--

Birlikte bir iki parkta gezerken, Antalya Karaoğlu Parkı'nda gezerken bir iki tane fotoğrafımız çekilmiş. Bir iki tane Antalya'da Konyaaltı Plajı vardı. O zaman halk plajıydı şimdi ne durumda bilmiyorum galiba özelleştirilmiş oralar, halka kapatılmış ya da parayla giriyorsunuz. O zaman halka açıktı, inerdiniz denize girerdiniz rahat orada bir iki fotoğrafımız var. Ben küçüğüm tabii ki hepsi 6 yaş öncesi sonuçta. Böyle 1-2 fotoğraf var. Çok değil ama kimsenin çok değil zannedersem. Çünkü o dönem fotoğraf çekmek özel bir durum yani işte poz veriliyor, hazırlanıyor, fotoğraf makinelerinin şeyiyle. Şimdi günde 10 tane, o kadarını insanlar günde çekiyorlar. O bir talihsizlik çok fazla bir şey yok. Şeyi saklıyorum o yüzden TÖB-DER kimlik kartı var annemin, onu saklıyorum. Bir iki anım var öğretmenle ilgili. Şimdi öğretmenlik yaptığı okula götürürdü beni bazen kreş, ana okulu da vardı içeride. Oraya bırakırdı ben hep kaçıp kaçıp sınıfına giderdim bunun. Öğrencilerinin yanına. İşte böyle anılarım var şeyle ilgili. Fakat o gece mesela çok nettir. Yani bu biraz daha psikolojinin konusu yani saniye saniye o yaşananlar çok anlatılmadığı halde, çok tekrarlanmadığı halde. Ki bizde biraz konuşulmadı bunlar. Hani babam tercih etti bunu. Konuşmamayı, anlatmamayı. O yüzden de şey yapmadık. Belki-- Şey diyorlar, çok anlatılırsa hafıza bozulur. Benim biraz da sağlam kalmasının sebebi çok konuşmamak belki de. İşte arkadaşlar sormadılar. Arkadaşlarım sormadı. Akrabalarım sormadı. Kendi aralarında konuşmuşlardır mutlaka ama bana sorulmadı.

00:20:33 - Mahkemede Failleri Teşhis Etme Anı, Yargı Sonucu

Play segment

Partial Transcript: Ben bir tek mahkemede, 82 yılında Antalya Sıkıyönetim Mahkemesi'nde işte çıktık bunlar, bu MHP, Ülkü Ocakları üyeleri işte kimisi kendine TİT diyor kimisi ETKO diyor. İşte o gelenler de 4'ü de oradaydılar. İşte ben teşhis ettim önce. Parmakla gösterdim. Hatırlıyorum mesela hakim bana yakından gösterdi "hangisi" dedi. Ben gittim yanlarına gösterdim. 00:21:00 Korktum. Yani korktuğumu hatırlıyorum ama babam da oradaydı. Bir sürü akrabam oradaydı, babamın arkadaşları oradaydı. Zaten avukat olduğu için Antalya Barosu'nda baya bir avukat vardı içeride. Yani bana zarar verildi diye değil sadece tiksinmeyle karışık bir şey yani çocuksunuz ve tiksinme duygusuyla korku duygusu birbirine karışıyor ama mesela hakim, "biraz daha yakından göster, hangisi tam olarak göster" dediğinde ben babama baktım. Babam "yap" dedi yani onu ben herhalde güvenli, korkma gibi algılayıp dibine kadar gittim yani neredeyse dokunacaktım adama. O şekilde gösterdim. İşte zaten itiraf etmişlerdi şeye de gerek yoktu. İfademi verdim. Ne olduğunu orada anlattım. Sonra bir daha detaylı ilk defa size anlatıyorum diyebilirim.

İdam aldılar. Sonra işte 89-90 çıktılar yani hiçbiri idam edilmedi.

Ölenler var aralarında doğal sebeplerle. Kayıp olanlar var yani pek aradığımı da-- yani merak etmiyorum ne yaptıklarını. Yani umut ederim ki bir pişmanlık yaşamışlardır veya yaptıklarının yanlış olduğunu anlayıp hayatlarına düzgün insanlar olarak devam etmişlerdir. Düzgün çocuklar yetiştirmişlerdir. Umut ediyorum bu olmuştur yani.

00:22:18 - 12 Eylül'e Dair Hatırladıkları: Yaralar ve Pansumanlar

Play segment

Partial Transcript: Hayır, ben 12 Eylül gününü hatırlamıyorum. Biraz tabii yaralıydık o zaman. Hala tedavimiz devam ediyor, pansumanlar devam ediyor. Pansumanı da mesela yani vurulduğumda hissetmedim, daha sonra acımaya başladı. Ama hastanede o şey sokmalarında canımın çok yandığını hatırlıyorum. Bir de pansumanlarda canımın çok yandığını hatırlıyorum. Çünkü o zamanın pansuman yöntemleri biraz böyle çekerken deriyi de alarak değiştiriyorlardı pansumanları yani sevmiyordum. Keşke daha az pansuman yapılsa diye. Bir de çocuğum. Çocuk olunca çok kendinizi hızlı iyileşmek bünye hızlı iyileştirse de siz dikkat etmiyorsunuz muhtemelen o yüzden benim biraz kolumun uzun sürdüğünü hatırlıyorum iyileşmesini. Yani ilkokula başlamıştım, ekim ayı mesela hala kolumda şeyler vardı. Tam iyileşme yoktu. Kolumu tam kullanamıyordum ama sonra, şu anda bir sorun kalmadı. Daha sonra geçti zaten aradan geçmiş 42-41 yıl.Hayır, ben 12 Eylül gününü hatırlamıyorum. Biraz tabii yaralıydık o zaman. Hala tedavimiz devam ediyor, pansumanlar devam ediyor. Pansumanı da mesela yani vurulduğumda hissetmedim, daha sonra acımaya başladı. Ama hastanede o şey sokmalarında canımın çok yandığını hatırlıyorum. Bir de pansumanlarda canımın çok yandığını hatırlıyorum. Çünkü o zamanın pansuman yöntemleri biraz böyle çekerken deriyi de alarak değiştiriyorlardı pansumanları yani sevmiyordum. Keşke daha az pansuman yapılsa diye. Bir de çocuğum. Çocuk olunca çok kendinizi hızlı iyileşmek bünye hızlı iyileştirse de siz dikkat etmiyorsunuz muhtemelen o yüzden benim biraz kolumun uzun sürdüğünü hatırlıyorum iyileşmesini. Yani ilkokula başlamıştım, ekim ayı mesela hala kolumda şeyler vardı. Tam iyileşme yoktu. Kolumu tam kullanamıyordum ama sonra, şu anda bir sorun kalmadı. Daha sonra geçti zaten aradan geçmiş 42-41 yıl.

00:23:14 - Geçim Derdi, Yeni Bir Hayat Kurmanın Zorlukları, Eğitim Hayatı

Play segment

Partial Transcript: Biz devam ettik hayatımıza, İstanbul'a taşındık bir süre sonra çünkü tabii anılar, hatıralar yani babam için zor. Eşini kaybetti, çocuğu yaralı. İstanbul'a geldik, İstanbul'da tekrardan küçük şehirden büyük şehre gelen avukatın durumu biraz zordur. Büyük şehirden küçük şehre giden avukatlar genelde biraz avantajlı olurlar ama küçük şehirden büyük şehre gelince biraz zorluklar yaşadık. Babam da siyasi davalara girmeye devam etti. Darbe mahkemelerinde savunmaya devam etti. İstanbul'a gelince tabii azaldı daha sonra. Hükümler verildi, yeni davalar açılmadı. Ticari davalara kaydı.

83'te geldik. 3 sene daha Antalya'da kaldık. Ya ben ilkokul 3'ü Antalya'da bitirdim. Sonra beni 2 sene anneannemin yanına gönderdi Tekirdağ'a. Ben 2 00:24:00sene Tekirdağ'da kaldım o İstanbul'a gelmede, o hayatı kurana kadar. Bir de şu var pek konuşulmaz 12 Eylül konuşulurken de 11 Eylül günü ya da işte öncesindeki yıl insanlarda bir darbe beklentisi, beklentisi derken korku ve beklentisi yani kimisi istiyor, kimisi aman diyor ama sonuçta insanlar böyle bir şeyi az çok öngörüyorlar. Ve o süreçte işte bankalardaki hesaplara para el koyması devletin darbeyi yaptıktan sonra, insanlar bankada para tutmuyorlar diye biliyorum. O yüzden evde arıyor. Çünkü herkesin evinde parası var, bizim evde de para arıyorlar. Ama pek paramız da yok. Buldularsa da almışlardır herhalde. Ben tabii bilmiyorum annemin altını var mıydı yok muydu da. Tabii bu 5 Mayıs'ı 6 Mayıs'a bağlayan gece yaşanan olaydan babam sonra uzun süre çalışamadı. İşte benim okula başlama masraflarım falan derken biz ekonomik zorluklarla da boğuştuk aynı zamanda. Ya bana hissettirmediler yani benim akrabalarımızın geldiğini, kaldığını hatırlıyorum ben. İşte hem anne tarafımdan hem baba tarafımdan. Anne eksikliğini hissettirmemek için herkes elinden geleni yaptı. Ben o konuda şanslıyım yani 12 Eylül öncesi ve sonrasının kurbanlarından çoğu bu avantajı, bu şansı yakalayamamıştır. Benim o açıdan şansım vardı. İnsanlar geldiler, yani anneannem, teyzem, halalarım, uzak akrabalarımız. Hatırlıyorum sürekli etrafımda ablalar, teyzeler vardı. Ve ben o açıdan biraz bu travmayı şey atlattım, kolay atlattım. Ve bana hemen mesela gerçeği söylediler. Öyle annen melek oldu da denmedi. O yüzden kabullenmek şiddetli ama daha kolay oldu. Kısa vadede hayata dönüş yapabildik belki. Belki yaşımın küçüklüğünden kaynaklı bilmiyorum ama çok ciddi bir sorun yaşamadım ben. Hatırlamıyorum yani ciddi bir sorun yaşadığımı. Babam çalışmaya başladıktan sonra Antalya'da kalmamamız gerektiğini düşündü sanırım. Anılar, hem biraz da bazı mesleki açıdan da zor olabilir. Tekrar gelmek isterlerse bizi bulmaları kolay olabilir. Yarım bıraktıkları işi. Çünkü erkek çocukları özellikle öldürülüyor ya intikam alınmasın diye ilerde. Ondan belki çekindi. Bizi büyük şehre getirdi ben de işte 2 sene Tekirdağ'a gönderdi anneannemin yanına o burada düzeni kurana kadar. 2 sene Tekirdağ'da kaldım. Anneannem, teyzem, kuzenim, dedem sonra 2 sene sonra, ilkokul 5'ten sonra İstanbul'a aldı ve beraber yaşadık baba oğul. Ya Türkiye'de genelde babalık yapan anneler çoğunluktadır. Babam da annelik yaptı aynı zamanda. İyi de yaptı. O daha çok ticari davalara kaydı, işi de artık ilerledi. Bense liseyi bitirdim, 00:27:00 İstanbul Hukuk'u kazandım.

00:27:05 - Kenan Evren Lisesi'nde Ders Almak

Play segment

Partial Transcript: İşte Antalya'da bir ilkokul 3'e kadar okudum. Sonra Tekirdağ'da Süleymanpaşa İlkokulu'nda okudum. Sonra Anadolu lisesi sınavını kazandım, Özel Ortadoğu Lisesi'ne başladım. Yatılı olarak. Yakacık'taydı yeri. Fakat zaten 2 sene Tekirdağ'da babamdan ayrıldım sonra yatılı bana biraz zor geldi. İstemedim. Yani madem aldın beraber yaşayalım diye. O yüzden aldı beni Özel Ortadoğu Lisesi'nden ortaokul bölümünden. Kenan Evren Lisesi, Kadıköy'de Fenerbahçe Stadyumu'nun yanındaydı. Orada ev tutmuştu, kiradaydık. O okula gittim, Kenan Evren Lisesi'ne. Hatta Kenan Evren'in ilkokulu okuduğu, ilkokula başladığı sınıfta başladım yani böyle bir ilginç tesadüftür. Yani kapida Kenan Evren Dersliği mi öyle bir yazı vardı.

00:27:56 - Hukuk Okuması, Kendi Politize Olma Süreci

Play segment

Partial Transcript: Sonra ortaokulu bitirdikten sonra Beşiktaş'a taşındık. Kabataş Erkek Lisesi'ne geçtim. Liseyi Kabataş Erkek Lisesi'nde bitirdim. Oradan İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni kazandım. O da biraz babamın zoruydu. Kendi orada okumuş işte Denizlerle, Deniz Gezmişlerle oradan arkadaşlığı var. "Sen de orada okuyacaksın" dedi. Pek hayalim değildi avukat olmak ama biraz kırmayalım dedik girdik ama bıraktım sonra, bitirmedim. Üniversitede tabii 6 yaşında politize olmuş bir insanım. Bu ailesi muhafazakar ailelerden gelenlerin sol ilerici saflarda tutması çok değerlidir. Onlar için daha zor. Ya ben, benim zaten başka bir şeyim yoktu. Ya ailem solcu, sağla 6 yaşında tanışmışım. Nasıl bir şeydir sağ. Üniversiteye başladım. İstanbul Üniversitesi o zaman şimdi tabii bilemiyorum ama haberlerden, gazetelerden işte sosyal medyadan takip ettiğimiz kadarıyla biraz daha baskı yoğun öğrenciler üzerinde işte özel güvenlikler ayrı, polis ayrı, üniversite yönetimi gericiler tarafından ele geçirilmiş. O dönem nispeten daha özgür bir ortam vardı. Biz de özerk demokratik üniversite mücadelesi veriliyordu ben de katıldım. Sivil faşistlerle karşılaşma şansım da oldu birkaç kere. Bir tekrar bir denediler beni öldürmeyi. Bu sefer de bacaktan. Gene öldüremediler. İkinci bir silahlı saldırı oldu

96 yılında. Bu tam işte YÖK karşıtı eylemlerin yükseldiği ve YÖK'ün sallanmaya başladığı ki YÖK 12 Eylül'dür. Yani YÖK 12 Eylül'dür. O 00:30:00yüzden YÖK'ün sallanması aynı zamanda 12 Eylül rejiminin sallanmasıdır. Önemlidir, değerlidir. Bunun için bedel ödenir. İşte bedel ödemek gerekiyordu. Birçok arkadaşımız bedel ödedi. Ben de o sırada üzerime düşen şekilde ödemeye çalıştım bedeli. Bir şekilde başarılı olduğunu düşünüyorum. Yani her ne kadar 90'lı yıllardaki üniversite mücadelesi biraz küçümseniyor olsa da son dönemde yani yemekhanelerin bile ta 2000'lerin, 2010'lara kadar makul ücretlerde olması, o 90'lı yıllardaki mücadelenin bir devamı aslında.

00:30:40 - Politik Tahayyülü ve Mücadele Yolları

Play segment

Partial Transcript: Şimdi ben hiç sekter olmadım bu örgüt, hareket, parti konusunda. Yani kendisini ilerici gören, herkesle omuz omuza gelirim, herkesle arkadaş olurum, yoldaş olurum. O konuda ocuymuş, bucuymuş gibi bir şeye hiç girmedim. Çünkü en kötüsünü gördük daha çocukluğumuzda. Gösterdiler. O yüzden onların hedefi olma ihtimali olan herkes benim yanımdadır. Kime yardım edebilirsem ederim. Kimle yan yana gelmem gerekiyorsa gelirim. O yüzden de ben üniversite mücadelesinde şucu, bucu olmadım ama kapsayıcı olmayı tabii ki ön plana koyan siyasetler benim için daha, bana uygun gözüküyor. Çünkü ben öyleyim. O zaman Üniversite Öğrencileri Koordinasyonu vardı. Bütün öğrencileri kapsamayı hedefliyordu hatta bütün üniversite emekçilerini. Yani yemekhanedeki çalışanları da. İşte temizlik görevlilerini de öğretim üyelerini de. Özerk üniversiteyle kastettiğimiz de buydu. Yani üniversitenin bütün özneleri, bütün bileşenleri yani orada ekmeğini orada kazanan da olur, eğitimini orada alan da olur. Hepsi için söz hakkının onlarda olması gerektiğini. Aynı şeyi tabii fabrika için de üretim araçları için de söyleyebiliriz. Yani bir üretim aracında kim ter döküyorsa söz hakkı olmak zorunda. Üniversite de böyleydi. Ben oradaydım, onu savundum. Fabrikada olsam, fabrikada benzerini savunacaktım. O dönem harçlara zam, yüksek bir zam geldi. Harç dediğimiz de benim üniversite sınavıyla kazandığım ve bitirdiğimde vergi vereceğim, bir meslek edineceğim yerde okurken devlet benden para istiyor. Yani ticarethane şeklinde. Yani sinemaya gidersiniz belli bir ücret ödersiniz. Film seyredeceksinizdir. Tiyatroya gidersiniz. Tabii ki. Çünkü oradaki insanların geçimi buradan. Ama üniversitenin maliyetinin, üniversitenin masraflarının devlet tarafından. Çünkü devlet üniversitesi bu, özel üniversiteye giden tabii ki verecek ama devlet üniversitesine giden niye veriyor şeklinde bir tepkimiz vardı. Bir de üstelik bunları yüksek seviyelere çıkardıklarında yani hedefin çok açık bir şekilde emekçi çocuklarını üniversite kapılarından uzaklaştırmak. Üniversite kapılarını kapatmak ve 00:33:00üniversiteyi belli bir ekonomik seviyesi olan insanların sadece çocuklarının okuyabileceği yer haline getirmek. Ya bir işçinin çocuğu, bir fabrika işçisinin çocuğu, bir köylü çiftçinin çocuğu okuyamayacak duruma gelecek çünkü bunu ödeyemez ya da çalışma zorunda kalacak. Bu da eğitimin daha kalitesiz bir eğitim almasına sebep olacak. Yani liberal düşüncenin yansıması. Tabii bir de Türkiye'deki neoliberal faaliyet vardı o dönemde. İşte özelleştirmeler, "fabrika niye devletin, özelin olsun, bu işte üniversite niye devlet üniversite kurmuş öğrenci okutuyor, özel okullarda okusun çocuklar" şeklinde bir zihniyetin devamı. İşte bugün de mesela çok yakıcı olan Temmuz 2022 yılında sağlık sistemimiz. Mesela ta o zamandan başlayan o zaman tabii dokunamadılar hastanelere ilk baş aşamada, bu en son aşaması gözüküyor şeyin, sistemin. Eğitimi özelleştirmek, sağlığı özelleştirmek, ortaöğretimi özelleştirmek ve sağlık sistemini özelleştirmek, sigorta sistemini özelleştirmek. İşte bugün benzer şeyi yapıyorlar. Doktorlarımıza şiddeti körüklüyorlar. Troll hesaplarla bir şekilde bunu pompalıyorlar. İşte sağ lümpen kitlelerin şey hastanelerde silahlı ya da işte taşlı sopalı sağlıkçılara saldırmalarında herhangi bir ciddi ceza, caydırıcı ceza sistemi kurmayarak, korumayarak sağlıkçılarımızı; yetişmiş insanlarımızı zor durumda bırakıyorlar ve bu insanları özel hastanelere gitmeye veyahut da yurtdışına çıkmaya zorluyorlar. Yani tam bir neoliberal politika bu. O zaman da üniversitelerde ilk aşama olarak bu vardı. Bir tek Bilkent vardı o zamanlar özel üniversite olarak. Şu anda her taraf özel üniversite. Yani işte çok diyorlardı "özel olursa eğitim yükselir." Bunu da gördük ne kadar büyük yalancı olduklarını. O kadar özel üniversite var, eğitim yerlerde. Yerin de altına girdi hatta. Yani 2000 yılına yaklaşırken dünyada en iyi ilk 100 üniversitenin arasında 3 tane Türk üniversitesi vardı. Şu anda hiç yok. İlk 500'e girersek seviniyoruz. İşte her tarafı özelleştirirseniz olacağı bu. Kesinlikle halk düşmanı, emekçi kesimlerin ki emekçiyle kastettiğim yani ülkenin yüzde 95'inden fazlası neredeyse. Bunların karşıtı bir politikaydı ben de bir şekilde yani 80'de aldığım motivasyonu 90'larda bu şekilde sergilemeye, intikamımı bu şekilde almaya yani kişilerden değil de yani tetiği çeken bir tane üç kuruş verip, koluna tıkıştırıp "al sana bir title, sen şuranın reisisin, sen bu masanın bilmem nesisin" dedikleri bir tane tipi gaza getirip gönderdikleri değil. O değil yani. Ama bir sistem var, bir rejim var buna karşı bir şekilde intikamımı bu şekilde almaya çalıştım.

00:35:50 - Üniversite Örgütlenmeleri, Öğrenci Mücadelesi

Play segment

Partial Transcript: Koordinasyon nasıl örgütlendi-- Öncelikle üniversitelerde zaten birbirinden bağımsız şekilde o yıllarda yani 90'ların başında, 80'lerde biraz duraksama olduysa da 80'lerin sonunda ya ben lisedeyken bir üniversite 00:36:00hareketliliği başlamıştı zaten. İlerici demokrat öğrenciler bir şekilde doğru olanı anlatmaya, doğru olanı gerçekleştirmek için örgütlenmeye çalışıyorlardı. Ben başladığımda hemen hemen her üniversitede üçerli, beşerli, onarlı gruplar şeklinde faaliyetler yürütmeye çalışan öğrenciler vardı. Öncelikle işte gazetede haberini görüyorduk, şenlik yapmışlar, şenlikte bir konuşma olmuş. Konuşmaya bakıyorsunuz "aa size uygun." Kafanız, sizin de yapsanız, konuşacağınız şekilde. Ya gidildi, tanışıldı bu insanlarla. Dediler "hadi beraber bir şeyler" yapalım. Çünkü birlikten güç doğar. Beraber olalım. O yüzden adı koordinasyondu. Yani değişik üniversite faaliyetlerinin işte Eskişehir, İzmir, Ankara, İstanbul, Kocaeli, Trabzon birçok şehirdeki üniversitelerde yürütülen faaliyetlerin koordine edilmesi ve ortak bir şekilde güçlü olarak sisteme yönelmesi. Sistemle kastettiğim de işte paralı eğitim, liberalizm, buna yönelmesi idi. Başarılı oldu mu? Tabii sonuca, ya bitirmedi yani altına nokta koyamadık. "Tamam bu iş bitmiştir, yendik" denmedi ama tarih bir süreç onun bir diliminde bir adım öteye götürülebildiyse-- oydu zaten amaç. Yoksa birkaç bin gencin çıkıp da binlerce yıllık kötülüğü yenmesi, ordularıyla, silahlarıyla, uydularıyla, paralarıyla, medyalarıyla büyük bir gücü, propaganda makinesini yenmesi pek mümkün değil zaten ama yani bence hacmimize göre gayet iyi iş çıkardık diye düşünüyorum.

Evet, biraz-- Tabii şeyi düşünüyorduk biz 80'li yıllarda çocuk olan bir kuşaktık. Yani 90'lı yılların koordinasyonu 80'li yıllarda kuşak, çocuk olan kuşak. Ben işte yani 12 Eylül'den sonra ilkokulu başlamışım. Önceden gelen, gelenekçilik yaparsanız hep aynı şeyleri yapmak şeklinde. Başarısız olmanız kaçınılmaz. Bunun da herkes farkındaydı. O yüzden ne yapabiliriz şeklinde-- Bir de yani asık suratlı iş yapmak tabii ki bu ülke acı dolu yani 365 günlük takvimi açıyorsunuz her gün bir katliam var. Her gün bir acı var. O yüzden ciddiyetsizlikle karıştırmadan aynı zamanda inancı ve umudu da gösterecek şekilde bir güler yüzlü olmaya çalıştık. İşte o sırada Kemal Alemdaroğlu vardı. İstanbul Üniversitesi rektörü. Bu o dönem bir işte güya hesapta siyasal İslam'ın önüne geçmek için onlara bir mağduriyet veren hamleler yapıldı işte başörtülü öğrencilerin okula alınmaması işte sakallı öğrencilerin sakallarının kesilmesi şeklinde bir uygulamaya geçtiler. Şimdi sakal derken üniversite öğrencisi her gün tıraş mı olacak? Yani öyle bir durum var. Ya da hizmet alan yani öğrenci hizmet alandır. Hizmet verenle hizmet alanı 00:39:00karıştırmamak lazım. Hizmet alanın istediği gibi giyinme hakkının olması gerekiyor yani kapalıysa kapalı, başörtülüyse başörtülü yani onu sen başörtünü aç işte sen mini eteklisin bunu giy, işte sen sakallısın kes, senin küpen var çıkar, sen dik baktın geç kenara falan. Ya bu, bunun sonu yok. En sonunda kapıdaki terörle mücadele eden polisler dururdu o zaman İstanbul Üniversitesi'nin önünde, terörle mücadele polisi tipini beğenmediğini içeri almamaya başladı. Yani bu, bu buraya gider her zaman için. Ve o noktada hak, kim haklı, sonuçta kimseye zarar vermeden istediği kıyafeti, istediği kitabı taşıyabilmeli insan. Biz de bu noktada, o sakal eylemleri başladığında sakal bırakıp yani sakal bıyığı kesenler dahi, yakışmadığını düşünüp kesenler dahi sakal bırakıp geldiler ve dışarıda bırakıldık, okula alınmadık. Biz de mesela kapının önünde zıplayarak, "Berber Kemal" diye yani üniversite rektörü müsün, berber misin senin milletin sakalıyla ne işin var şeklinde. Ha yıllar sonra sakal modası çıktı mesela böyle sakallarla insanlar gezdi. Yani şimdi Kemal Alemdaroğlu nerede bilmiyorum. Ama o bizim yaptığımız eylemler akıllarda kaldı. Sonra cüzdan salladığımız bir eylem var mesela işte harçlara zam gelmiş, gene kapının önünde toplandık. Cüzdanları çıkardık "para mı istiyorsunuz" şeklinde cüzdanları salladık. Yani dükkana mı giriyoruz, okula mı giriyoruz şeklinde. Ya sonuçta bu ülke, bizim halkımız büyük savaşlar atlattı tarihte, atlatmış biz de okuduk sonuçta. Yani yetişmiş insanlarımızla okumuş insanlarımızla aşabildik. Yani bizim petrolümüz yoktu, altınımız yoktu. Bir şekilde o fedakar öğretmenler, cumhuriyetin kurulduğu zamanlarda işte eşek sırtında dağ köylerine giden öğretmenler işte ülkeyi hukuksuz bir yönetimden cumhuriyetin hukuk düzenini kurmak için çabalayan, bedel ödeyen hukukçular. İşte garip garip kara büyü işleriyle devam eden bir sağlık zihniyetinden modern tıpa geçiren insanlar. Bunlar üniversitelerde yetişiyorlar. O yüzden üniversite önemli. Yani sizi işgal de edebilirler, sizin yeraltı kaynaklarınıza da el koyabilirler, ordunuzu da yenebilirler. Ama siz insan yetiştirebiliyorsanız her zaman için bir şekilde devam edebilirsiniz umudu sürdürmeye. Siz insan yetiştiremez hale gelirseniz yani birinin koskoca bir imparatorluğu, Roma İmparatorluğu gibi ya da İngiliz İmparatorluğu gibi büyük bir imparatorluğu dahi yıkması, yenmesi insan yetiştiremediği durumda. O yüzden üniversitelere biz çok önem verdik o dönemde.

00:41:39 - Koordinasyonun Eylemlilikleri

Play segment

Partial Transcript: Tabii dediğim gibi aynı zamanda bir işçi, mesela KESK vardı o dönemde aynı zamanda. KESK'in kuruluşu vardı. Her zaman destekledik. KESK eylemlerine katıldık öğrenciler olarak. Koordinasyon olarak. Ya koordinasyon sadece üniversitede de değildi. Aynı zamanda KESK'in o kuruluş aşamasında daha henüz legalliğini kazanamamıştı KESK. Fiili bir durumdu. Mesela KESK'in 00:42:00 eylemlerinde söz almadan yani katılımcı olarak işte "bu insanlar abilerimiz, babalarımız, annelerimiz, ablalarımız onları desteklemeye geldik" şeklinde katıldık her zaman için. Ya da işte işçi eylemlerine 1 Mayıslara her zaman katıldık destek olarak katıldık. Yani haddimizi bilerekten. Bir kategori olduğumuzu, genç kategorisi, öğrenci kategorisi olduğumuzu bilerekten katıldık. Koordinasyon bunu da yaptı yani ülkenin genel gündemine dair de şeyler söyledi. İşte Suluk olayları yaşandığında ona da aktif olarak katıldı. Ha bir şeyi de söylemek lazım tribünden de etkilendik. O dönemde işte Çarşı'nın da kuruluşudur. Kuruluş dönemleridir. Çarşı, daha sonra tabii fenomen oldu çarşı ama o dönem ya biraz toplumsal olaylara duyarlı bir taraftar topluluğu olarak başlamıştı Beşiktaş tribününde. Fenerbahçe tribününde de vardı mutlaka, Galatasaray taraftarları arasında da vardı mutlaka duyarlı insanlar. Ama Beşiktaş biraz daha işte Optik Mehmet isimli bir önderi vardı tribünün. Onu da rahmetle analım. Onun özellikle çabalarıyla Beşiktaş tribünü çarşı ismiyle o dönemde politize olmuştu. İşte ondan birtakım sloganları koordinasyona uyarladık. Tabii orada biraz eril şeylerde olabiliyor tribünde biz onları tabii temizleyerekten daha modernize ederekten kullandık. Bu da sempatik geldi öğrencilere. Ya popüler kültürü kullanmak. İşte Gezi eylemlerinde gördüğüm şeyi o 96 eylemlerinde nüveleri vardı. İlk başta tabii ağır abilerden şeyler de geldi "ya bu ne ciddiyetsizlik" falan şeklinde. Fakat tabii sonuç aldığı görülünce-- Ya sonuç almakla kastettiğim şu, sadece kalabalıklaşmak değil. Ya sadece kalabalıklaşmak için her şey yapılabilir ama aynı zamanda o kalabalığın doğru rotada devam edebilmesi. Ne yaptığını bilerek devam edebilmesi ve de düşmanını korkutabilmesi. Yani bunu da gördük. Yani önce zıplayan çocuklar, polis saldırınca kaçmadan direniyorlardı. Polis geri çevirmek zorunda kalıyordu. İşte ya da işte sivil faşist gruplar satırlarla, bıçaklarla, silahlarla saldırıyorlardı. O zıplayan çocuklar işte tribün marşları gibi marşlar söyleyen çocuklar aynı zamanda onları dövüp geri gönderiyordu. Yani bunlar yaşandığı için bu Gezi eylemlerine kadar insanların kafasında pişti, daha sonra tekrarı yaşandı, benzerleri yaşandı. Diğer sehirlere sıçradı. Gezi de onun ne kadar verimli olabildiğini daha iyi gördük. Yeni kuşaklar da devam ettirdi bu süreci. Koordinasyon nasıl bitti?

Sosyal medya olmaması şimdi mesela düşününce artık alıştık, "ya nasıl yapıyormuşuz falan" diyor insan. Yani "aaa" falan. Nasıl oluyordu? Tabii düşününce, hatırlamaya çalışınca işte akşamları daha çok okul sonrasında ortak mekanlarda buluşmak. Ya işte dernekler vardı, vakıflar vardı toplandığımız. Kafeler, arkadaş evleri, öğrenci evlerinde ya bir şekilde, kulaktan kulağa şeklinde yayabiliyorduk bilgiyi. Belki de istihbarat 00:45:00alamamaları da bundan kaynaklı. Şimdi sosyal medyada daha kolay karşı taraf önlemini alabiliyor. Onun dışında biraz daha takvimsel gidiyorduk.

00:45:12 - Okulda Mahir Çayan Anması, Silahla Vuruluşu

Play segment

Partial Transcript: Yani şimdi 30 Mart tarihinde Mahir Çayanların katledildiği tarihte mutlaka bir eylemlik olur. Onun öncesinde konuşulur, edilir, planlar yapılır. Ne yapmamız gerekiyor, nasıl anmamız gerekiyor? Buna uygun bir program kurulur, inşa edilir işte mesela "İTÜ'de yapılacak bu sene. İTÜ'de anacağız Mahir Çayanları" deyip İTÜ'ye gidilirdi. 1 gün öncesinden planlanır baya böyle taktiksel şeyler işte. Kim nerede buluşacak, hangi otobüslerle gelinecek şeklinde. Telefon vardı tabii biraz telefondan da faydalanıyorduk. Ama tabii ki bir gecikme var. Yani 1 gün öncesinde kararlaştırıp ertesi gün ani durumlarda mesela Susurluk kazasının olduğu gün şeyler Cerrahpaşa'ya, Çapa'ya getirilmişler. Çapa'ya getirilmişler galiba Susurluk kazasında yaralananlar. Bucak, Bucak galiba şeyde, Çapa'da. Bizim de o dönem işte öyle harç karşıtı, paralı eğitim karşıtı eylemlerimiz devam ediyor. Beyazıt Meydanı'nda eylemimiz var ve tramvay duraklarında buluşma noktaları belirlenmiş 1 gün öncesinden, 2 gün öncesinden. Tam da bu Çapa durağında buluşacağız, ondan sonra Beyazıt Meydanı'na ineceğiz, toplu halde alana giriş yapacağız. İşte diğer yerlerden gelecek insanlar. Toplu bir şekilde basın açıklamamızı gerçekleştireceğiz, sonra dağılacağız. Biz Çapa durağında buluştuk. Tabii 50-100-150 kişi falanız. Orada buluşacak olan kişiler. Silahlı külahlı adamlar geldiler. "Gidin burada durmayın, beklemeyin." Kimsiniz? Bunlar Bucak aşiretiymiş işte hastaneye Bucak getirilince önlem almışlar hastane çevresinde. Kalabalığı görünce de onlarla ilgili bir şey zannetmişler. Tabii onlar, silahlı külahlı adamlar gelince polis de dikkat, dikkatini çekti, polis de geldi. İşte polis bunlara ne dediyse bunların bir uzaklaşışı var, baya bir korktular yani polisin kafasında yerimiz olduğumuzdan daha korkutucuymuş sanırım. Onları da ona göre söylediler, uzaklaştılar. İşte tramvaydan indik mesela Beyazıt Meydanı'nda toplandık. Polis genelde müdahale ederdi, önce bir basın açıklaması yapar, biz biraz uzatırız her seferinde. Ya polis hemen bir 5 dakika, hemen hızlı söyleyin dağılın şeyinde. Çünkü o da çok şey istemiyor. Çünkü her saldırıda biz büyüdük. Bunu da fark ettiler. Çünkü biz doğru bir şey yapıyorduk. Yani bir talebimiz var bizim, bu talepte biz haklıyız. Hatta şunu söyleyeyim işte gözaltı oluyordu, karakola götürülüyoruz. Bazen polisler inerlerdi aşağıya, gece görevli polisler işte aşağıda öğrenciler varmış. İşte "Ne istiyorsunuz siz işte niye" falan. İşte özellikle çocuğu olan, küçük çocuğu olan polislerde mesela merak vardı. Yani ne olacak ki yani "Eğer kazanamazsanız ne olacak? Kazanırsanız ne olacak?" gibi sorular soruyorlardı. Yani onlara kadar 00:48:00etkilemişti bizim meşru propagandamız, söylemimiz. Demek ki doğru yapıyormuşuz bir şekilde en uç noktaya kadar gidebiliyormuş. Ve sivil faşist saldırılar her zaman sinsice oldu mesela. Hiçbir zaman vicdanları rahat değillerdi bize saldırırken. Kendi kendilerini bile ikna edemiyorlardı bize saldırmaya. Niye saldırıyoruz? Özellikle bu harç eylemleri sırasında, onlar da öğrenci bir kısmı. Dışardan tabii destek alıyorlar ama. Onlar da mesela her zaman şeydiler, o yüzden biz geri adım atmadığımız anda çözülüyorlardı. Hani şey vardır ya işgalci kuvvet, yurdunu savunan kuvvet şeklinde bir şey vardır. Psiko-- motivasyon farkı var. O motivasyon hep bizdeydi. Yurdunu savunan motivasyonu bizdeydi. O yüzden onlar daha kalabalık da olsalar silah açısından daha donanım-- Mesela bizde hiç satır, kılıç falan olmazdı yani silah, üniversiteye silah sokmak yani mümkünatı yok bunların. Ama silah çıkarıp beni vurdular mesela, üniversitenin içinde vuruldum ben. Ya o üniversitenin kantininde vuruldum. Hatta önce satırla saldırdı saldırgan. Ben satırı aldım elinde. Bir de silah varmış. Ben hesap edemedim silah da olabileceğini.

96 Kasım galiba. Ekim sonu kasım mıydı-- Tam hatırlamıyorum. 96 yılında. Yani bu noktada bu kadar donanımlı olmalarına, bu kadar arkalarında polis desteği olmasına rağmen ki kapıdaki polisler sonuçta bizde tırnak makası bile sokamazsınız, saat sokamazsınız. Ya bir şenlik yapacaksınız mümkün değil bir şey sokmanız içeriye. İşte öğretmen, hocalardan rica ederdik arabalarında sokarlar mı-- Hocalar da korkuyor tabii ama işte bir saz getirilir, bir saz çalınır içeride. Ama bunu bile ne kadar şey yapmamız, planlamamız gerekiyor. Adamsa belinde silahla, satırlarla-- zaten satır onların için şeydi ya kalem gibi cebinde satırla geliyorlardı. Ama biz her zaman bunları püskürttük. Yani öyle sivil faşistlerin 90'lı yıllarda bir kavgada eşit şartlarda yendiği mümkün değildir. Eşit şartlarla kastettiğim, polisin mesela polis saldırır, biz geri çekilmişizdir. Bu olmuştur ama sivil faşistlerle, ülkücülerle, devrimcilerin karşı karşıya gelip de ülkücülerin, devrimcileri kovaladığı mümkün değil hiçbir yerde olmadı. Çünkü biz yurdunu savunan motivasyonundaydık, onlarsa işgalci kuvvet motivasyonundaydılar ve o yüzden de hemen hızlıca çözülür, kaçarlardı.

00:50:19 - Babası Mükerrem Erdoğan'ın Desteği

Play segment

Partial Transcript: Babam inşallah bunu seyretmez. Biraz kaygılıydı benim yani 6 yaşından başlayan o birkaç yıldaki çok sakinmişim herhalde o yüzden biraz korkmuşlar yani bu fena patlayacak diye herhalde. O yüzden bana karşı biraz bu tür durumlara toleransı yüksekti. Fakat bir kontrol altına-- en azından ne yaptığımı bilmek istiyordu. 90'lı yıllarda bir ara Emniyet Genel Müdürlüğü öğrencilere mektup göndermeye karar verdi, herkesin evine mektup geliyor. İşte oğlunuz terör örgütünün kıskacındadır, şudur budur diye böyle baya bir döktürmüşler. Ben de aradım o zaman da cep 00:51:00telefonu yok. Normal telefondan, ev telefonundan aradım. "Baba" dedim "bak mektup gelecek, arkadaşlarıma gelmiş. Bak kaygılanma herkese geliyor, onu herkese göndermişler." "Bize gelmez o" dedi. Dedim "baba gelir yani herkese geliyormuş." Dedim "paraya kıymış Emniyet Genel Müdürlüğü." Bütçesi sağlam. "Gelmez gelmez" dedi. "Onlar senin yüzünden zaten gönderiyorlar, senin gibiler yüzünden gönderiyorlar." Dedim "yapma, öyle deme." Yani biraz şeyin farkındaydı. Yani işin organizatör kısmında olduğumun farkındaydı. Sadece şey diyordu "yani bir bulaşırsan bir belaya yani haberim olsun yardım etmeye çalışayım." Ben vurulduktan sonra şey yapmaya çalıştılar, "oğlun aslında iyi çocuktur arkadaşları kötü dedirtmeye" çalıştılar. Birtakım televizyon kanalları gitti. Ya benim vurulma olayım biraz televizyona falan çıktı o akşam, akşamında, o haftasında televizyonlarda haber oldu. Çünkü şey 80 sonrasında ilk defa silahlı saldırı olmuş üniversite. Ondan dolayı biraz. Daha sonrasında bir sürü kez oldu. Çok da ciddi sonuçlarla birçok arkadaşımız, kardeşimiz yaralandı ama hayatını kaybedenler oldu silahlı saldırılarda. Benimki bir ilk olmaktan kaynaklı 80 sonrasında işte 80'den 96'ya kadar olmamış o yüzden bir haberlere çıktı. İşte hemen gitmişler babamdan şey istiyorlar işte "oğlum iyi çocuktu işte arkadaşları onu şey yapıyor falan." Demiş ki "onurlu her Türk gencinin yapması gerekeni yapmış. Bedeli neyse ödemiş, diyecek başka bir şey de yok" demiş. Yani böyle bir arkada durma olayı vardı. Ama bu güzel bir yöntem. Yani ben o yüzden hep ona şeyi de düşündüm, "üzer miyim hani biraz daha mı dikkatli olsam" şeklinde bir düşünce kafamda vardı. İyi bir yöntem izlemiş yani. Bu yaşa gelebildik

00:52:45 - ÖDP'ye Dahil Oluşu, Meslek Hayatı

Play segment

Partial Transcript: Ben zaten avukat olmak istemiyordum, hukukçu olmak istemiyordum. Ya biraz babamın zoruyla girdik ya biter bir şekilde diye düşünüyordum ama yani 1. ve 2.sınıfı geçtikten sonra baya bir emek, kolay değil. Üst üste koydum kitapları bir gün bir baktım şöyle dedim "ya ben bunları ne zaman okuyacağım." Tembellik biraz benimkisi yani burada suçlanacak birisi varsa o da benim. Bitirilebilirdi, bitiren arkadaşlarımız oldu. Yani onlar hem faaliyetlerine devam ettiler hem devrimcilik yaptılar hem de çok iyi avukatlar çoğu şu anda. Bitirdiler. Ben orada biraz tembellik yaptım, kolaya kaçtım diyebilirim. Bir de benim biraz yurtdışı görme hayalim vardı. Ona göre bir meslek seçtim. Başka bir meslek edindim kendime hukuk dışında. Şu anda geçiniyorum ama hukuk yok yani diplomamı almadım. Ya önce birkaç kere attılar beni, onlarla döndüm mesela. Orada bir "vay siz atamazsınız ben dönerim" şeklinde bir durum oldu. En son döndüm. Dedim "ben okumuyorum, ben bitirmiyorum." Yani iş inada binince, bir kere attılar geri döndüm sonra kendim bıraktım.

Şöyle, o dönem Özgürlük ve Dayanışma Partisi kurulmuştu. Ben ona dahil oldum yani kuruluşundan itibaren vardım zaten. Özgürlük ve Dayanışma Partisi'nde çalışma yaptım. Bir neferi olarak. Daha sonra bir yurtdışı 00:54:00çıkışım oldu benim 2000 yılında. Rusya'ya geçtim. Rusya'ya çıktım işte ticaret yapacağız şeklinde. Üniversiteden atılmıştım ve bitirmiştim üniversite işini komple. İşte arkadaşlarım da mezun olmuşlardı, biraz bu 2000 yılının bir şeyi var. Şimdi böyle söylenince "vay niye gidildi" denir ama 99-2000 yılında Türkiye'de bir çözülme yaşandı siyaseten. İşte bu hayata dönüş operasyonuna götüren işte Recep Tayyip Erdoğan'ın cezaevine girmesi, işte bu şeyin koalisyonların yüksek enflasyon şey durumlarında bir siyaseten bir çözülme yaşandı 2000 yıllarına gelirken. O sırada ben de bir karar alıp hem dünyayı görmek hem Rusya'yı görmek hem de geçimimi sağlamak, bir meslek edinmek amacıyla yurtdışına çıktım 2000 yılında. 2010 yılında döndüm. 10 yıl yurtdışında kaldım. Ticaret öğrendim işte bütün Sovyetler Birliği coğrafyasını gezdim. Yani Litvanya, Letonya, Estonya'dan Türkmenistan'a kadar sokak sokak neredeyse. İnsanlar sohbet ettim, çok şey öğrendiğimi söyleyebilirim kitaplarda yazmayan birçok şey. O yüzden kesinlikle iyi ki yapmışım diyorum. Sonra 2010 yılında biraz sağlık sorunları yaşamaya başladım. Orada biraz sağlık sisteminden iyisinden faydalanma şansım yoktu hep yabancı olduğum için. Ya vatandaş olmadığım için şey oldu ya Sibirya'da bir soğuk, donma tehlikesi geçirdim ondan sonra kolum, kaslarım erimeye başladı. Ve ben de dedim ben döneyim, Türkiye'de tedavi olayım ama döner dönmez beni askere aldılar. İşte askerde, askeri hastanede kolumu düzelttiler. İyi ki de yani şey oldu, baya iyiymiş askeri hastanenin sağlık sistemi, sağlıkçıları. Tecrübelilermiş. Çok hızlı bir şekilde, baya zor bir şeyi yaptılar. Sağ olsunlar. Yani kolum düzeldi. Sonra çıkmadım tekrar kaldım. Mesleğime burada devam edeceğim şekilde. Şu anda da işte gidip gelerek işte yılın neredeyse yarısını o bölgedeyim. Özbekistan, Kazakistan, Rusya. Savaş öncesinde Ukrayna. Bir şekilde gene bu mesleğime devam ediyorum öyle diyeyim, ticaret.

00:56:28 - 12 Eylül'ün Etkileri ve Sonuçları, Hesaplaşma Yolları

Play segment

Partial Transcript: Şimdi 12 Eylül ciddi bir dönüşüm sadece 3-5 askerin, 1 tane deli generalin çıkıp da işte öncesinde biraz pişirip ortamı sonra hadi ben, biraz da ben kralcılık oynayayım dediği bir şey değil. Bu bir politik bir dönüşümün, ekonomik bir dönüşümün ve ülkenin kapitalizme daha fazla entegre edilmesi, emekçi aleyhinde yani işçi sınıfı aleyhinde sermaye sınıfı lehinde bir dönüşümün günüdür 12 Eylül sonuç itibariyle. O 00:57:00yüzden de arkasından yaşanılan her şey buna hizmet etti. Yani gelen iktidarlar Çillerler, Özallar. Hepsi yaptıkları her şey de -ha iyi bir şeyler varsa bu karşıt tarafın, karşı cephenin, ilericilerin, bu ülkenin ilericilerinin bedel ödeyerek, direnerek, örgütlenerek kazandıkları.- Ya 90'larda mesela hala işçi mahkemeleri, işçi-patron arasındaki sorunların yansıdığı mahkemelerde işçi lehinde kararlar çıkan kanunlar vardı. Bu kanunların hepsi bir şekilde alındı yani bedel ödeyerek, çabalayarak. Birilerini bunun bedelini ödedi. İsmini bilmeyiz yani sendikacıdır, işyeri çıkışında saldırıya uğramıştır bilemezsiniz. Araba çarpmıştır, o arabayı kimin sürdüğünü bilemezsiniz. Olmuştu bunlar ama bir şeyler kazanılmıştı. Ama 12 Eylül geri döndürülemez bir şekilde yoluna devam etti. Önce işte kamu iktisadi teşebbüslerinin özelleştirilmesi için güzel bir komplo kurdular ülkeye. İşte arpalık oldu, arpalığı yapan kendisi. Yani özelleştirmeyi savunan onu arpalık olmakla suçluyor, arpalığı yapan da kendisi. Arpalık oldu, verimsiz deyip özelleştirdiler. Sonuçta bugün mesela şeyi çok iyi görüyoruz, işte bir abonelik alıyorsun bir telefon ya da internetten sonra onu iptal ettirmek için size akla karayı seçtiriyorlar. Abonelik almak kolay ama "ben vazgeçiyorum beğenmedim hizmetinizi, servisinizi" dediğinizde sizi baya bir yoruyorlar. Bu özel olduğu için. Yani devlette olsa almasıyla bırakması aynı derecede zorlu olurdu mesela. Kamuya ait olsa. Kastettiğim bu. 12 Eylül yavaş yavaş kültürünü de inşa etti, tüketim toplumunu da inşa etti, özelleştirme sadece özelleştirme değil aynı zamanda otoriter bir devlet anlayışını da inşa etti yani Demirel'e "baba" diyorlardı, Çiller'e "ana" dediler sonra abi geldi. Ve ben hani AKP'nin kuruluşunun tamamen 12 Eylül sayesinde olduğunu düşünüyorum. Yani biraz mistik bir cümle kurmak gerekirse AKP 12 Eylül'ün çocuğudur. O yüzden de zaten 12 Eylül'le bunun hesaplaşması mümkün değil. Mümkün değildi. Ha belki işte-- o zaman da tabii bunu destekleyen insanların arasında da onların bunun olduğunun farkında olan ama destekleyen insanlar vardı. Onlar da diyorlardı ki "o bir şekilde popülizm adına işte oy alabilmek için gerçekten birtakım hesaplaşmalara gider" diyenler vardı. Ama işte tuğlayı çekerseniz duvar çöker. Onların lafıdır ya. Sağcıların lafıdır. Tuğlayı çekmeyeceğini görenler de vardı. Ben tuğlayı çekmeyeceğini görenlerdendim. Sadece duvarı yeşile boyarsanız bunu orman diye yutturmaya kalkabilirsiniz ya da ağaç resmi çizerek. Bunu yapacaklarını düşünüyordum o yüzden ben referandumda karşıydım. Ha bunun hesaplaşması yapılacak ama bunlar yapmayacaklar. 01:00:00Bunlar zaman kazandırır. Ya bir hesaplaşma vakti geliyor ki demek ki bir şey oldu ki bir doygunluğa ulaştı ki bir hesaplaşma kapıda ki bunlar böyle bir hamle yapıyorlar. Yapmayalım, gerçek hesaplaşmanın süresini kaçırmayalım. Ya da insanlara bir rahatlama gelmesini, hesaplaşmanın bu olduğunu zannetmesinler düşüncesindeydim. Ve hesaplaşmadılar sonuç itibariyle. Yani bir iki sokaktan Kenan Evren isminin kaldırılması yani birilerinin hoşuna gitmiş olabilir. Kötü müdür? Değil. Hepsinin ismini kaldırsınlar tabii. Mezarı, mezar taşı bile kaldırılsın. Ama neye faydası var? 12 Eylül'le ne kadar bir hesaplaşmadır. Bu sadece duygusal bir tatminden öteye gidemez. 12 Eylül'le hesaplaşmaları için bir kere onun kurumlarını onun yapmak istediğini iyi analiz etmek gerekiyor. 12 Eylül ne yapmak istedi? Sadece işkence-- "Bundan sonra işkence olmayacak" dediğinizde 12 Eylül'le hesaplamış olmuyorsunuz. Belki de işkence edebilecek olan adam kalmadı, özür dilerim insan kalmadı. Yani eğer kimse sokağa çıkmazsa toma da görmezsiniz bu artık toma yok anlamına gelmez. Ama sokağa çıktığınızda o tomalar depolardan çıkıp üzerinize gaz sıkmaya, su sıkmaya devam edecektir. O yüzden 2010 referandumunda bir kandırmacaya kurban gittiğimizi düşünüyorum. Ama suçlamak gayesiyle değil yani orada destekleyen insanları suçlamanın tamam o zaman bir suçladık falan ama artık bunu çok da uzatmanın da taraftarı değilim.

01:01:25 - Güncel Politik Pozisyonu ve TİP

Play segment

Partial Transcript: Türkiye'ye döndükten sonra ben tekrar işte siyasete aktif olarak girme niyetiyle işte bakıyordum kim ne yapıyor, kim kaldı. Önce eski arkadaşlarla buluştuk işte çoğu aile kurmuş herkes ama bir şekilde bir yerlerde bir şeyler yapmaya çalışıyorlar. Dağılmışız. İşte İzmir'e gidenler, Mersin'e gidenler, şehirlerine gidenler, Karadeniz'e geçenler. Küçük şehirde yaşamak güzeldir. İstanbul'dan gidenleri anlıyorum. Doğru yapıyorlar. İşte onlarla önce internet vasıtasıyla, öyle bir imkan vardı artık. Görüşmeye başladık, fikir alışverişi yapmaya başladık. "Ne oluyor ne bitiyor ne olacak" şeklinde. Ben şu anda Türkiye İşçi Partisi üyesiyim. Erkan Baş da üniversite yıllarından o biraz alt devredir bize, küçümsemek için söylemiyorum başkanım-- O geldiğinde hemen zaten göze batmıştı yani direnciyle, cesaretiyle, ataklığıyla. Farklı yer, farklı gruplardaydık onla o dönem. Ama işte zaten edebiyata faşistler saldırdığında nasıl faşistler dışardan destek alıyorsa ki onlar öğrenci olmayanlardan destek alıyorlar. Biz de merkez kampüsten hemen koşa koşa giderdik. Bir saldırı olduğunda edebiyat koşa koşa yardıma gelirdi. O yüzden Erkan Baş'la bir tanışıklığımız vardı. İşte ama tanışıklıktan dolayı değil sadece TİP'in programını yapmaya çalıştığını, bizim 90'larda yapmaya çalıştığımız, kafama yatan şeye benzettim ben. Yani sekter değil, kapsayıcı olmaya çalışıyor, birkaç soruna odaklanmıyor komple bir çözümün peşinde. Çünkü birkaç 01:03:00sorunu çözdüğünüzde diğer sorunları bırakırsanız o diğer sorunlar daha sonra sizin çözdüğünüzü sandığınız sorunları tekrardan yükseltebilir. O yüzden ya komple bir çözüm üreteceksiniz, bir program sunacaksınız ya da hiç girmeyeceksiniz. Öteki türlüsü kötü oluyor diye düşünüyorum. Yani TİP de ülkenin bütün sorunlarına yönelik bir program şey yapıyor. Ben TİP propagandası yapmaya gelmediğim için kısa kesiyorum burayı. Şu anda oradayım yani devam ediyorum faaliyete. ÖDP'de ya da bugünkü adıyla Sol Parti'de değilim. Orada arkadaşlarım var yani hemen hemen her yerde arkadaşım var diyebilirim aslına bakarsanız. Çünkü bütün bu ömrüm boyunca kimliğimi hiç gizlemedim. Ha kimliği gizlememem de belki 6 yaşında cesaretle ya da ölüm korkusuyla yüzleşmiş olmaktan da kaynaklanıyor olabilir. Yani işyerlerinde de yani genelde patronlarım sağ görüşlü insanlardı. Onlardan da gizlemedim. İşimi kaybettiğim de oldu bu sebeple. Değiştirdim. İyi olmaya, işimi iyi yapmaya çalıştım. Bu şekilde ayakta kaldım ama kimliğimi gizlemedim. Kimliğimi gizlemediğim için yaptığım her iyi şeyde insan edindim. Arkadaş edindim, dost edindim, dost biriktirdim. O yüzden de insanlarla çok farklı sektörlerde, mesleklerde, farklı sosyal koşullarda insanlarla şu anda fikir alışverişi yapabiliyorum.

01:04:21 - Bugünün İçerisinde Devam Eden 12 Eylül

Play segment

Partial Transcript: 12 Eylül'ü hissediyoruz, hepimiz hissediyoruz, hala hissediyoruz. Gümbür gümbür. Yani 12 Eylül 1980 gibi değil. Çünkü o gün sokakta asker vardı işte kamyonlarla ekmek dağıtıyorlardı. Bugünse siz ekmek sırasına giriyorsunuz yani kamyon getirip ekmeği koyuyor, siz gidip para vererekten alıyorsunuz. Asker yok ama polis var yani işte sadece TRT yok, 50 tane TRT var şu anda. 12 Eylül TRT'sinden bahsediyorum yoksa daha önce TRT'nin gayet düzgün olduğu dönemler de vardır. Eşit, adalet duygusuna sahip olduğu dönemler de vardır. O yüzden 12 Eylül'ün hızla devam ettiğini, tam gücüyle devam ettiğini düşünüyorum. Nasıl 12 Eylül'ü bitirebiliriz? Tabii ki bir süreç gerekecek. Öncelikle kurumlarını bunların ortadan kaldırmak gerekecek. Ülkeye eşitlik ve adalet duygusunun herkesin, sadece kendisi için değil herkesin istediği durumda gerçekleşebileceğini yoksa her zaman tehdit altında olacağını ki tehdit altında olan insanların doğru kararlar alması, doğru bir ülke inşa etmesi, doğru bir dünya inşa etmesi mümkün değil, tehdit altındasınız. Çünkü hep bir savunma mekanizmanız devrede. İnsanlara bir güvenlik, insanlara bir gelecek kaygısını ortadan kaldıracak bir sistemi koymanız gerekiyor. Bugün Türkiye'de büyük bir çoğunluk 1 ay işsiz kalsa yani karnını nasıl doyuracağını bilmiyor. 1 ay, 1 ay sadece. Bakın 1 ay. Ya dilenecek, gidip bir AKP ilçe örgütüne gidip sadaka dilenecek veyahut da suça bulaşacak iş bulamazsa. Kimsenin birikimi yok. Şimdi bu kaygılardaki insanlar da ya 12 Eylül'le hesaplaşacağız dediğinizde anlatamazsınız tam 01:06:00olarak derdinizi. Öncelikle bir insanların gelecek kaygısını ortadan kaldırmak gerekiyor. 1 ay işsiz kalırsa korkmaması gerektiğini yani toplumun ona sahip sıkacağını, devletin ona sahip çıkacağını, çocuğunun iyi bir okulda okumasının garanti olduğunu yani şimdi enteresandır cumhuriyet tarihinde işte Süleyman Demirel örneği var. Isparta'nın bir köyünden çıkıp cumhurbaşkanı olabildi. Necmettin Erbakan keza aynı şekilde. Bunlar aristokrat çocukları değiller. Sistem bir şekilde oralardan yukarılara bir umut veriyor orada, piyango, her zaman bir piyango vardı. Piyango bana çıkabilir umudunuz taşıyabiliyordu insanlar en azından. Mesela şimdi gerçek piyangoyu, milli piyangoyu da bozdular. Artık kimse milli piyangoya bile güvenmiyor ki bir Anadolu'nun bir, taşranın bir köyünden bir çocuğun kendisine, insana yakışır bir hayat kurma şansı artık yok. İnsanlar o yüzden öfkeliler, agresifler. Bakın bugün sokaktaki öfke 12 Eylül'dür. Yani bugün doktora uygulanan şiddet, öğretmene uygulanan şiddet, mesela trafikte sırf korna çaldı diye birbirlerine bıçakla saldıran insanlar 12 Eylül'ün ürünüdür. 12 Eylül bu insanları üretti. Siz 12 yıl, 12 Eylül'le eğer 40 yılı aşkın yaşarsanız insanlar sokakta birbirlerine yok yere, "ya niye baktın" diye saldırırlar. Ya bu Avrupa'da, batıda bir yerlerde, oraları övmek için söylemiyorum ama sokakta bir insanın bir insana "niye baktın" diye saldırması duyduğum bir şey değil, gördüğüm bir şey değil. Mesela Rusya ve eski Sovyetler Birliği bölgesinde ya niye yan baktın diye kimsenin kimseye saldırdığını bu orada yaşadığım süre zarfında, şimdiki iş seyahatlerim sırasında hiç denk gelmedim. Bizde yaşanıyor yani sokakta başınız önünüzde yürüyorsunuz İstanbul'un yarısında. Birçok Anadolu şehrinde, Ankara'nın birçok mahallesinde. Bu 12 Eylül'ün yarattığı insan tipi. Yani sorarsanız herkesin bir kimliği var ama o kimlikte olan insana bile "niye yan baktın" diye saldırabiliyor. Yani kimliklerimiz de sahteleşti. Yani 12 Eylül sahte kimlikler üretti. Yani sağcıyım diyor, solcuyum diyor, bunların hepsi altı boş bir durumda yani tam olarak neyi kastettiğini şey yapmıyor. Şunu eklemek isterim ben bu 12 Eylül'le beraber büyürken, 12 Eylül kuşağında büyürken faşist kelimesi bizim için küfür bir kelimeydi, ırkçı, küfür, küfürdü yani. Biri birine ırkçı dediğinde bu kavga sebebiydi yani küfür. Hayır değilim hatta gerçekten ırkçı olduğu tescilli, ispatlı insanlar bile "hayır bana ırkçı diyemezsin" derdi. Faşist dediğinizde "değilim ben faşist" derdi. Şimdi, bugün öyle bir ülkedeyiz ki "bu ırkçılıksa evet ırkçıyım, bu faşistlikse evet faşistim" şeklinde bu teşhis edilmiş ne olduğu ortaya konmuş ve insanların gözünde bütün itibarı sarsılmış kavramlar, nazilik, faşistlik, ırkçılık gibi kavramlar şu anda tekrardan prestij kazanıyor. Mesele liberallik şu anda gündem dışı, liberal dediğinizde bu da kavga sebebi şu anda. Liberal demek 01:09:00şey oldu yani enteresandır ki ülkenin yüzde 90'nından fazlası liberal. Ama liberal demek şu anda hakaret kabul ediliyor. Liboşla, eskiden bir liboş vardı dalga geçilen şimdi liberal bu anlama geldi. Yani 12 Eylül kurumlarıyla, baskısıyla ekonomi üzerinde, siyaset üzerinde devam ederken aile üzerinde de devam ediyor. Yani 2022 yılındayız ülkede her gün kaç tane kadın öldürülüyor. Bu da 12 Eylül'dür. Bu kadar rahat kadınların öldürülebilmesi, insanların bu kadar rahat bir kadın hareketinin siyasi analizlerini reddediyorum anlamı çıkmasın yani patriyarka gibi teorilere ben de sonuçta katılıyorum ama. Başka bir açıdan baktığımızda 12 Eylül'ün yarattığı insan psikoloji bugün rahatlıkla "ben senin canını alırım, ben sana hayatı zindan ederim" dedirten şey 12 Eylül. Yani 12 Eylül'ü biz geri döndüremediğimiz için, hesaplaşamadığımız için her ne kadar AKP bunun sözünü verdi, yapmadı ama yaptırtmamış olmak da bizim sonuçta eksikliğimiz. Bugün Türkiye'de yaşanan sorunların hemen hemen hepsi, hemen hemen hepsi 12 Eylül'le veya onun getirdiği neoliberal akımla, onun getirdiği liderlerin hataları ya da bilinçli yaptıklarıyla sonuçlarıyla. O yüzden 12 Eylül devam ediyor. Hala 12 Eylül'deyiz.

01:10:21 - Helalleşme Kavramı

Play segment

Partial Transcript: Ben özeleştiri kavramına inanıyorum, helalleşme değil özeleştiriye. Bir insanın samimi bir şekilde hatasını kabul etmesi, sonuçlarını anlaması yani "ben böyle bir hata yaptım bunun da şu sonuçları oldu üzgünüm ve bunu telafi etmek için de ne gerekiyorsa yaparım" şeklindeki beyanının değerli olduğunu düşünüyorum. Helalleşmeyle kastettikleri sadece birilerinin kulağına hoş gelen bir kelime kullanalım değilse, buysa. Ya bu insanlara alacağız, anlatacağız yaptıkları tercihlerin sonuçlarını göstereceğiz. Bunu göstermiyor birileri, gizliyor birileri. Biz bunu göstereceğiz ve bu insanlara özeleştiri isteyeceğiz ise bence kötü bir şey değil. Benim de hatalarım varsa ben de özeleştiri vermeliyim, herkes vermeli. Buysa kastedilen ama kastedilen şuysa, "ya bunların hala çok ciddi desteği var bu desteği de ya siz olduğunuz gibi devam edersiniz sadece bunlardan desteğinizi çekin" ise ya bir siyasi kurnazlık ise bu işe yaramayacaktır. Bu tam aksine çok kısa vadede, bırakın uzun vadeyi çok kısa vadede sizin yendiğiniz zannettiğiniz kötülüğü tekrardan karşınıza çıkaracaktır. Tekrardan erki oturtacaktır, o yüzden o tür bir helalleşmeye karşıyım. Ama özeleştiriye, özeleştiri talep etmeyse, özeleştiri verdirtmeyse vermeyenlerin de bir şekilde hukuken cezasının verilmesiyse ya bu-- ki şuna da inanıyorum sonuçta bu ülkede yapılan kötülüklerin acılarını çekenler var. Benimki çok eskiden ama ya 2000'li yıllarda işsiz bırakılan insanlar, bir kararnameyle geleceksizleştirilen, 01:12:00bir anda bütün eğitimi, bütün emeği, bütün çabası silinen, açlıkla terbiye edilmeye çalışan insanlar var. İntihar edenler oldu, yurtdışına kaçmak zorunda olan, kalanlar oldu. Mesleğinin dışında başka mesleklerde çalışmak, başka şehirlerde yaşamak zorunda kalan insanlar oldu. Mesela bu insanlar iddiaları var bu insanların, bu insanların hesap sorması gerekiyor. Bu bedel ödememiş olanların bu insanlar adına helalleşme hakkı yok zaten ya helalleşme biraz da mağdurun ya mağdur der ki "ben seni affediyorum" bakın bu helalleşmedir. Gayet adildir ve makuldür, meşrudur. Ama mağdura sormadan bir üçüncü taraf yani mağdur eden insanın affetme ve onunla helalleşme hakkına sahip değildir.

01:12:55 - Bugünden Geçmişe Bakmak

Play segment

Partial Transcript: Lise dönemimi de özlüyorum aslında bakarsan ya geçmişi özlemek bir zayıflık mıdır bilmiyorum. Ama zayıflıksa da böyle bir zayıflığım var. Yani geçmişi özlüyorum çünkü ben enteresandır yani küçük yaşta anneyi kaybetmiş olmaktan dolayı ya anne öğretir insan tanımayı. Çünkü baba çalışıyordur falan genelde bizim toplumumuzda. E bir de annem öğretmen, iyi bir anne olurdu eğer sağ olsaydı diye düşünüyorum. İnsan tanımayı genelde anne öğrettiği için bende öyle bir eksiklik oldu. Her ne kadar sevgisiz bırakılmadım özellikle teyzem, anneannem çok düzgün ve politik davrandılar. Yani beni ezik de hissettirmediler, eksik de hissettirmediler. Ya kuzenimle, teyzemin oğluyla biz aynı büyüdük yani onun annesi vardı benim de sanki annem babam vardı gibi büyüdüm. Ama e tabii sadece annenin verebileceği birtakım şeyler var, yetenekler var. İşte insan tanımak. Ben o yüzden bir süre insan tanımayı kendim şey yapmak zorunda kaldım. Ama herhalde böyle olunca daha mı iyi becermeye başladım çok güzel arkadaşlar, çok iyi dostlar biriktirdim. Özlediğim şey arkadaşlarım yani ortaokulda hani kanka diyorlar ya "kankam" vardı mesela sonra yollarımız ayrıldı. Başka şehre taşındı koptuk. Ben mesela onu özlerim, lisedeki arkadaşlarımı özlerim. Lise hayatımda özlediğim şey bu. Üniversite hayatımda bir mücadele vardı. O zamanın Türkiye'sini de özlüyorum bakın. Yani 90'lara mı dönülsün 90'lara mı dönmek istiyorsun? Evet, yani 90'lara dönmenin kötü bir şey olduğunu düşünmüyorum. Neden düşünmüyorum? Çünkü umut vardı. Bakın, işkence işte sokaklarda insanların öldürülmesi, camlardan atılması işte ormanlarda işte Belgrad ormanına cesetlerinin gömülmesi, şeyde karakolda öldürülen insanların. Bunlar vardı bugün belki yok. Ama ona rağmen bizim umudumuz vardı yarına ilişkin bir şeyi değiştirebiliriz diye. Bugün bu umut çok zayıflamış 01:15:00durumda. Özlenen şey, yani 90'lara dönmekle kastedilen şey eğer ki tekrar o ruh haline dönmekse, o inanca, o örgütlülüğe, o dayanışmaya dönmekse mesela benim için 90'lara dönmek daha cazip gözüküyor. Özlediğim şey de böyle bir şey. Ama bugün de yani ne var, biriktirilmiş bir hafıza var. Şimdi o güne dönersek bu 2000'leri unutacak mıyız, bugünkü tecrübelerimizi ve aynı hataları tekrar mı yapabiliriz? Benim bugünkü tecrübelere döndürebilirseniz ben dönmek isterim tabii ki. Yani biraz, geçmişe dönmek biraz fantezi bir soru olduğu için fantezi cevap vermeye çalıştım.

Sonuçta sizinle bir tanışıklığımız var 90'lı yıllardan o yüzden bana bir mikrofon verdiniz, teşekkür ediyorum. Ben bunu niye kabul ettim? Çünkü dediğim gibi bu anlatılmış bir şey değildi. Benim de yaşım ilerliyor, çocuklarım büyüyor. Bu noktada belki ileride fırsatım olmayabilir. Türkiye'de 80 öncesinde insanlar gerek rastgele sokaklarda gerek toplu halde sadece bir kimliklerinden dolayı, Alevi kimliklerinden dolayı işçi olmalarından dolayı, sendikacı olmalarından dolayı meslekleri sebebiyle veyahut da işte siyasi görüşleri sebebiyle devletin bir oyununa kurban edildiler. Biz de o kurban kısımdayız. Ben eğer 6 yaşında olmasaydım kurban demezdim kendime. Tarafım derdim. Çünkü sonuçta bir mücadelenin içinde olacaktık sonuçta biz de karşılık verebilirdik. Ben çocuktum o yüzden kurbanım, karşılık veremedim, kendimi savunamadım, annemi savunamadım o yüzden kurbanım. Ama çok da zor şartlarda daha büyük vahşetlerle karşılaşan insanlar oldu. Yani bu üst çıta değildir benim yaşadıklarım. Onu özellikle belirtmem gerekir. Çünkü tanıştım birçok insanla hayatım boyunca, yani o 80 öncesi süreçte de 80 sonrası süreçte de gerçekten okuyanın, dinleyenin, görenin, tanık olanın ağlayacağı, kendine gelemeyeceği, ömrü boyunca unutamayacağı vahşetler yaşandı bu ülkede.