https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview113123.xml#segment0
Partial Transcript: 1965 Samsun doğumluyum. Gençlik yıllarım orada geçti. Daha sonra İstanbul'a taşındım okumak için. Daha doğrusu üniversite için. Orta sınıf bir ailedenim işte çok eğlenceli bir çocukluk hatırlıyorum, oldukça. Çok çocuklu böyle hababam sınıfı gibi bir aile. Hani sürekli hareketin olduğu. Babam işte bir nakliyat şirketi vardı. Küçük şehir, küçük şehrin tanınanlarından falan. Böyle. Normal, bildiğiniz ortalama bir ailedeydik. Baya keyifli bir aileydik ta ki 12 Eylül'e kadar.
İşte 5 kardeş, şu an 5 kardeşiz. Aslında 6 kardeştik. Bir tanesi 12 Eylül sonrası polis tarafından vurularak öldürüldü. 5 kaldık. İşte kaç yaşına kadar-- Yüksek lisans yapmak için İstanbul'a geldim. Yani ortaokul, lise hep Samsun'da geçti. 12 Eylül yılları da Samsun'da geçti. Sonra İstanbul'a geldim ve işte 35-40 senedir de İstanbul'da yaşıyorum.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview113123.xml#segment87
Partial Transcript: Şimdi, aslında 14 yaşına kadar her şey güzeldi. 14 yaşında 12 Eylül oldu. Tabii öncesi de biraz karışıktı. Tam, birkaç sene öncesi de biraz karışıktı. Hani çocukluk yılları, ilkokul, ortaokul vesaire hani gerçekten rüya gibi, son derece özgür, rahat bir çocuk büyüdüm hani kızlı erkekli sürekli bir arada top oynayarak. Hayatım küçüklüğümde böyle yuvarlak bir top hatırlıyorum sürekli. Sporcuydum zaten, eski sporcuyum ben. Hep top oynayarak ve çok keyifli, her akşam upuzun 12 kişilik yemek masasının kurulduğu, herkesin arkadaşının geldiği, girip çıktığı, kapı zilinin hiç durmadığı bir evde büyüdüm. Ve büyüdüğüm apartman da böyle çok enteresan bir apartmandı Samsun. Hatta onun üzerine ben bir Hafıza Merkezi'nde de bulabilirsiniz, bir video yaptım. Şu an o apartman yok. Samsun'un 2.yapılan apartmanı. 43'lerde yapılıyor. Çok tuhaf, geniş, kocaman balkonları olan tuhaf bir apartman. Şehrin merkezinde bir apartman. Böyle zaten küçük şehir, her yere yakın yürüyorsunuz falan. Babam işine yürüyerek gidip geliyor. Annem ev hanımı. İşte çoluk çocuk kaynayıp gidiyoruz ve 12 Eylül dönemine kadar her şey son derece keyifli. Tabii 12 Eylül'ün hemen öncesinde başlayan şeyler var. Şehirde ani bir değişim var sonuçta küçük şehir. Bir süre sonra şeyi 00:03:00fark ediyorsun hani babamın işyerini şehrin sağcılar tarafında, abim işe gidemez oluyor. Öldürülen abim. İşte bizim okullarımız daha çok solcuların tarafında o tarafa gidiyoruz. Ama kazara işte biri diğerinin bölgesine girerse o gün hani annesinden doğduğuna pişman olacak kadar dayak yiyor falan. Şehir tamamen ikiye bölünmüş bir ortamda ve ortam gittikçe siyah beyazlaşıyor. Zaten biliyorsun o dönemler de, işte siyah beyaz televizyonlarımız var. Artık şunu hatırlıyorum çocukluğumda hani çok kardeşli bir evde büyüdüğüm için. Eve giren çıkanın haddinin, hesabının olmadığı, sabahlara kadar gençlerin eğlendiği dışarlarda olduğu. Çok özgür bir ortamda büyüdük sonuç olarak yani ailecek de öyleydik. Ama sonuçta babam işte hani eski cumhuriyet tiplemesi. Fötr şapkalı, Süleyman Demirel hayranı bir adamdı. Annem biraz daha muhafazakardı. Ama evimizde her zaman çok demokratik bir şey vardı, ortam vardı. Bütün kardeşlerim dinsizdi. Annemi bu çok üzerdi. Yani kadıncağızın gözü açık gitti. Ama hani bu nasıl diyeyim bunlar zaman zaman evin içerisinde tartışılır ama bir şey, büyük bir şeye neden olmazdı. Keyifli bir şekilde yaşardık yani. Herkes istediği gibi yaşardı, herkesin kendi kalesi vardı evde. Büyük bir evimiz vardı. Rahattık. Gerçekten bir süre sonra her şey gittikçe siyah beyazlaşmaya başladı hani. Önce griydi, daha sonra 12 Eylül'den sonra, tastamam siyah beyaz oldu yani. Benim için öyledir hani geriye bakıp işte sanatçı olduğum ve sanat eğitimcisi de olduğum için biraz böyle adlandırmayı seviyorum. Ama o dönem 12 Eylül'ün hemen öncesi grileşmeye başlayan bir dönemdi. Renklerin kaybolmaya başladığı işte bu bahsettiğim ölen abim ve ablam aslında ikiz kardeşler. Ve onlar bir süre sonra bayağı keskin devrimci oldular.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview113123.xml#segment323
Partial Transcript: İşte evimizin biraz uzağında Devrimci Yol'un bir derneği var. Devrimci Yol kapsamında çalışmalar yapmaya başladılar bayağı bayağı. İşte eğitim çalışması yapıyorlar, şunu yapıyorlar, bunu yapıyorlar. Çok renkli kimliklerken işte sabahlara kadar yer içer, gezer falanken ben de küçük onların bacaklarına dolaşırken çünkü yaş farkı çok fazla. Ben kaza çocuğuyum. Torunum. Torun muamelesi görerek büyüdüm biraz. Yani yaş farkımız çok fazla. Ben onların ayaklarına dolanırken, gerçekten renkli bir dünyaları varken birdenbire herkes grileşmeye başladı. Daha sert, asık 00:06:00suratlar işte sık sık gerçekleşen eylemler. Ben lisedeyken mesela iyi bir talebeyken birden düşmeye başladım çünkü ders görmemeye başladık. Sürekli olarak dersler kesilir, forma gidilir. Dersler kesilir, forma gidilir falan şeklinde. Sürekli eylemlerin olduğu, sokakların sürekli olarak şeylerle, sloganlarla dolu olduğu bir dönem. Ama çoğu ya kırmızı ya beyaz ya da siyah kullanıldığı bir dönem. Bu kadar renkli bir gençlikleri varken birdenbire abla ve abi gerçekten siyah beyaz olmaya başladılar. O dönem benim şeyime denk geliyor işte teenage, yeni yetme dönemlerime denk geliyor. Ben de aralarına-- Tabii onlara hayranım bu arada çok tatlı abla ve abilerim var gerçekten. O dönemin ilginç kimlikleri ve insanları etrafında topluyorlar. Ben de gidip geliyorum onlarla. Bakıyorum ne oluyor ne bitiyor. Bir yandan da sporcuyum ama ben. Hani bir yandan da devrimci konjonktür içinde ben lümpenim aslında. Bir de evin küçük kızıyım bir de evin biraz daha şımarık kızıyım falan. Hafif de lümpenim. Sonra büyümeye başlıyorum falan şöyle şeyler olmaya başlıyor. Ben böyle iki taraflı konuşacağım biraz çünkü gerçekten hani o devrimci konjonktürdeki bıyıklı abi sultasında yaşamış biriyim. Bunun da eleştirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Hani bunun kutsanması o kahramanlık dili her zaman çok irrite ediciydi. Hani benim gençliğime bütün bu zaten hani faşistlerin baskısı bir yana, artık bu kelimeyi kullanacağım. Bir de devrimci faşist abilerin baskısı da vardı işin açıkçası. Mesela şöyle derler "Niye mavi girdin? Siyah beyaz giymen lazım." Ne! İnanılmaz bir şey yaşanıyordu hani üstündekine başındakine karışmak ya da şöyle mesela "Hmm bunu giymişsin ama sen bunu giyme bana ver" falan gibi. Böyle hani kolektivite altında yaşanan tuhaf şeyler de oluyordu. Ama tabii ki öte yandan çok özel birliktelikler de olabiliyordu benim gözlemlediğim. Çünkü ben daha küçüğüm birebir içerisinde değilim. Bir süre sonra işte her şey daha sertleşmeye başladı. Mesela önceleri bütün bu devrimci yönelim evde bir şeyler değişiyor, abla abi çuvalla eve kitap almaya, getirmeye başlıyorlar. Tonlarca işte şey kitap diziliyor. Hepsi sol konjonktürde kitaplar. Bir süre sonra baba-anne, babam ve annem rahatsız olmaya başlıyor tabii. Evin içerisinde de gerilim artmaya başladı ne oluyor ne bitiyor. Ama o gerilim arttıkça saflar şey olmaya başladı çünkü zaten şehir de ikiye bölünmüş vaziyette. Biz işte sol kesimin oturduğu yerde oturuyoruz ama babamın işyeri diğer tarafta gibi. Abim işe gidip gelemiyor falan. Bir 00:09:00diğer abim o arada Ankara'da okuyor falan. Neyse her şey çok sertleşmeye başladı. Evin içerisindeki o tat da gitmeye başladı. Hani biz baya siyah beyaz televizyonun esiri olduk sanki. Siyah beyaz televizyona bakıyoruz artık sadece. Hani geceleri eve gelen ne bileyim, annemlerin pişti partileri falan olurdu. Artık onlar olmamaya başladı. Babam işte tabii şehrin eşrafından olduğu için "senin oğlun işte komünist oldu" diyerek damgayı yedi ve arkadaşları tarafından dışlandı. Cidden yaşandı bu yani bayağı dışlandı adamcağız. Zaten abi ve abla kendilerine başka bir postür giydirmeler ve duvarlarını ördüler. Evin içinde böyle sert rüzgarlar esiyor falan. Sonra tabii aşama aşama 12 Eylül gelmeye başladı. 12 Eylül-- Ve geldi. Ya onun öncesinde tabii şey de var. Orayı atlıyorum galiba. Onun öncesinde işte devrimci olmak var, polis tarafından haftada bir bizim evin basılması hikayesi var. Basılıyor, kapılar kırılıyor, içeri dalınıyor, kitaplar gidiyor. Böyle o evden kaç çuval taşındı. Bütün çocuk klasiklerim o çuvalların içerisinde gitti yani hiçbirini ayırt etmeden toplayıp toplayıp götürdüler. İşte bu evde mesela Türk Dil Kurumu ödülü almış bir kitap var. Gözümün önünde ben de daha çocuğum, okuyor: "6.Lenin" diye okuyor onu mesela. Yani, polis. Alıyor, götürüyor, bu adet haline geldi. Benim bir ara şey olmuştu ben de hani Renault kapısı sesi vardır ya, o dönemin polis arabalarının hepsi Renault 12. Birden sokak sarılır, "çat, çat, çat" her taraf böyle sarılır. Sesler duyarsın zıplarsın yatağından, gümbür gümbür gümbür kapı vurulur. "Taak" postallarla içeri girilir. Aranır, taranır. Şeyler tutulur, kitaplar gönderilir şey doldurulur çuvallara. Tutanaklar tutulur. O kitapların ne olduğu belli değil mesela. Bu bizde böyle haftada bir yaşanmaya başlandı. Tabii evde şeyler gittikçe düşmeye başladı bu arada işte abla, İzmir'de görevine başladı gitti. Abi, sağda solda dolaşıyor falan. Henüz içeri alınmalar yok ama bizim ev şey oldu, bir çeşit karargaha dönüşmüş oldu. Yani mimlendi ve apartmanda hani sol tandanslı hiçbir aile yoktu. Bir tek bizdik. Ve hani apartmanın korkulu rüyası olmaya başladık. Çünkü haftada bir ya da 15 günde bir basılan, 00:12:00kapısı yumruklanan, kapısı kırılan bir ev var yani. Böyle giderken-- Ha bir ara, tabii İzmir faslında Gülsen içeri alındı, çıktı. Kadir'i ara sıra alıp salıyorlardı zaten. Bir şey yok. Çünkü sadece aslında dernek faaliyeti yapıyorlar yani işte bir derneğe üye olmak falan zaten şey. Tabii bunu yaparken bir sürü arkadaşları o dönemde içeri alınıyor. Mesela bazen ziyaretlere gidiyorduk tanıdığımız insanlardı yani kaç kere onlara bir şeyler götürdüğümü hapishaneye hatırlarım çocukluğumda. Ne bileyim, idamdan yargılanan insanlar şu an hayatlarındalar. Gündelik hayatını mesela sürdürüyorlar. Yani bir sürü insan tanıyorum. Üzerlerine çünkü bindirilen tonlarca şey oluyordu.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview113123.xml#segment785
Partial Transcript: Bir seferinde işte abiyi aldılar işte gene dernek üyesi, götürdüler. Yanına yaklaşamıyoruz gidiyoruz, geliyoruz bilmem ne. Annem telef, babam telef. 12 Eylül öncesinde işin açıkçası babamın gücü yetiyordu sağa sola konuşuyordu işte şehir kulüplerine gidiyordu falan filan. Abimin arkasını biraz temizleyebiliyor, kurtarabiliyordu abimi. Hatta bir seferinde öyle olmuştu. İçeri alınıyor mesela abi. Tabii gidiyorsun bakıyorsun-- Bir de devrimci bir ahlak vardı. Asla konuşmazlardı gördükleri işkenceleri. Yüz göz darmadağın çocukta, duman edilmiş falan. Öyle birkaç şeyimiz oldu. 12 Eylül'ün hemen öncesinde gene bir gün kapıyı kırdılar. İşin açıkçası evin arka tarafına tuhaf bir apartman, diğer apartmanın balkonuyla yakın. Daha doğrusu öncesi orası boştu, sonradan oraya bir tane daha dikildi. Kocaman bir arsa vardı, orada top oynardık falan. Polisler gelince-- Bir öncesinde o kadar çok işkence görmüştü ki söylememişti ama belliydi zaten. "Hadi buradan git" dedik. Biz abiyi kaçırdık. En büyük pişmanlığım herhalde odur. Hani-- Burası biraz zorluyor. Neyse. Hani o zaman gitmeseydi işkence de görmüş olsa hayatta olabilirdi sanki. Tabii gidiş o gidiş. Sonra Fatsa civarında kendi örgütsel şeylerini--
Neyse sonrasında 12 Eylül geldi. Böyle detaylar çok tabii yani sabaha kadar anlatılabilir bu. 12 Eylül geldi sonrasında. O gece 12 Eylül'ün sabahı bir uyandık evde sadece bir ortanca ablam, ben ve babam var. Babam "darbe oldu" dedi. Ne olduğunu 00:15:00anlayamadan yarım saat sonra kapımız yumruklandı. Kırıldı. Babamın ağzına yumruk atıldı. Bir daha o adam ondan sonra kendine gelemedi babam. Asla hazmedemedi. Ve o yumruğu atan kişi hala hayatta ve kim olduğunu biliyorum. Her gün ona iyi dileklerimi yolluyorum. İnsan müsveddesi bir yaratık. Çünkü gözümün önünde de o adam. O asker, o sefil insan bir çocuğun boğazına yapışmıştı bir seferinde. Neyse sonra biz 3'ümüz içeri alındık. 1 hafta içerde kaldık. 14 yaşındayım ve niye olduğunu bilmiyorum. Korkudan ödüm patlıyor. 1 hafta askeri şeyde kaldık, alayda kaldık.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview113123.xml#segment983
Partial Transcript: Şeyin işte Samsun'da bir, kaçıncı alaydı bilmiyorum, hatırlamıyorum şimdi. Yani hatta orada nasıl diyeyim asker çocuğu olan tanıdıklarım var, tanıdığım insanlar da var yani tabii ki. Ama 12 Eylül olmuş herkes görevini yapıyor yani anlatabiliyor muyum-- Merkez polis karakolu, şehrin içerisinde. Hatta benim okulunun arka tarafıdır. Orada nezarete götürüldük. Atıldık içeriye. Bir gece orada kaldık. Gidiyor geliyor, gidiyor geliyor, bir şeyler söylüyor. Ben çok anlamıyorum, ablam sürekli savuşturuyor falan, sonra sanırım dışarıdaki nöbetçi askerlerden bir tanesi haber verdi. Üsteğmen geldi, konuya el koydu ve adam bir daha görünmedi. Nezarette hepimiz; kadın, erkek, herkes bir aradaydı. Bir gece öyle kaldık. Sonra alaya götürüldük, orada ayrıldık. Sonrasında, önce bir grup insanla birlikteydik, sonra ablamla beni ayırıp bir yere koydular. O gece bizim başımıza bir tane çavuş tebelleş oldu, sarhoş bir çavuş. Çünkü şunu hatırlıyorum; sanırım ablama kafayı taktı. Adam bana sürekli şey diyordu: "Sen yat, uyu." Kafana çuval geçiriliyor, bir yere götürülüyorsun ve birisi seni elinden tutuyor. O tutmazsa düşersin. Güvenebileceğin tek şey o. Niye götürüldüğünü bilmiyorsun. Yani işte 00:18:00efendim kardeşlerini aramaya geliyorlar, evde kim varsa alıp götürüyorlar. Böyle bir şey. Tabii ki-- Neyse biz 1 hafta orada kaldık. Sonra salındık ve dışarı çıktığımda ablamla ben, babamla karşılaştık. Babamı tanıyamadım. Herhalde bir 10 yıl falan yaşlanmıştı. Hay Allah bu kadar duygusal olacağımı zannetmiyordum. Neyse tabii yediremedi kendisine hani daha farklı bir eşi dostu etrafı bilmem nesi varken adam birdenbire hani kendini bir yerlerde buldu ki bu birçok insanın başına geldi. Abartılacak bir şey yok tabii ama sonuçta şok üstüne şok yaşanıyor tabii. Ve ondan sonra işte hikaye başladı. Kadir kaçtı. Gülsen de kaçtı. Önce bir yerlerdeydiler işte zaman zaman haber alıyorduk, zaman zaman alamıyorduk. Haber aldığımızda işte elimizden geldiği kadar annem babam maddi destek sağlamaya çalışıyordu yaşayabilsinler diye. Sonra bir gün Gülsen İsveç'ten aradı. Oraya iltica etti. Ondan sonra da birkaç sene sonra 84 yılında Kadir'in ölüsü geldi. Fatsa'da. Oradaki de hikaye-- Yani bunu, ben şimdi bunu anlattığım için Gülsen beni boğabilir çünkü eski devrimci ahlakları var onların. Benim yok. Ben o ahlakı reddediyorum. Benim başka bir türlü... Sağlam bir ahlakım var ama başka türlü. Şükür ki erkek değil benim ahlakım. Ama ben de solcuyum bu arada. Her zaman öyle oldum. Kaçarken bilebildiğimiz kadarıyla Fatsa'da, polis tarafından vuruluyor. Şuradan yiyor kurşunu. Sonra arkadaşları onu bir yerde bırakıyorlar. O anda hastaneye götürülse yaşayabilir. İç kanamadan ölüyor.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview113123.xml#segment1252
Partial Transcript: Gülsen kendi adına çok araştırdı zaten. Onun için zaten ayrı bir hikaye. Asla üzerine onun konuşması çok zor. İkiz kardeşi 00:21:00 çünkü. Zaten aradan yıllar geçti. 10 sene sonra Gülsen Türkiye'ye gelebilmeye başladı. Çünkü üzerlerine yığdırılan bir sürü şey aslında zaten hiçbiri gerçek değildi. Sadece dernek üyesi olmak falan filan işte "vatan, millet, Sakarya" meselesi. Geldiği zaman uzun yıllar zaten ailede bunlar hiç konuşulmadı bu konular. Üstü böyle örtüldü ve yıllarca biz hala aslında bu 12 Eylül darbesinin yani şeylerini yaşıyoruz çünkü aile bir çöktü o zaman. Babam 2 sene sonra-- Zaten ondan sonra hiçbir zaman kendine gelemedi. Aşama aşama aşama çöktü 2 sene sonra gitti. Bir süre sonra da annem gitti. Yıllarca hiç konuşulmadı. Ama yıllarca en azından on yıl boyunca bütün bu sürecin şeylerini yaşadık. Artçılarını yaşadık. Defalarca bedel ödedik. Ta ki hani babamın iş yerini kaybetmesine varana kadar giden bir süreç. Her anlamda yani maddi manevi ve terörist damgası yapıştırdılar tabii Kadir'e. Kadir ki yani abim biz ona KA derdik. Hiç abartmıyorum dünyanın en iyi insanlarından biriydi. Sonrasında Gülsen gelmeye başlayınca benim için de büyük travma olduğu için. Çünkü gerçekten ben kendi adıma bakıyorum hep bir tarafım yeni yetmedir yani. Bir tarafım pek büyümüyor o darbeyi aldığı için. Koca kadın olduk ama. O darbeyi aldığınız için pek de büyütemiyorsunuz yani ancak onla hesaplaşmak gerekiyor ve bir gün "pat" diye başladım. "Ölümüne İsimsiz" diye bir iş yaparak başladım. Ve bu süreci deşmeye başladım. Bütün ailede de sessiz bir anlaşma olduğu için artık benden nefret ettiler. Sorular soruyorum, "Ne yapıyordunuz, ne ediyordunuz, nereye gittiniz?" Gülsen'e sorular soruyorum, onunla röportaj yapmaya çalışıyorum. Gülsen külliyen reddetti önce. Onun için çok çok acı 00:24:00anlıyorum tabii ki yani. Çünkü bütün o süreçleri zaten kendi kendine yaşadı. Ailenin dışında yaşadı. Ancak ve ancak anladığım üzerine kendi içerisinde örterek baş edebildi. Güçlü kadındır. Konuşmak istemedi. O süreçte ben Gülsen'i çok az konuşturabildim. Ama ki şöyle bir işe yaradı, bütün aileyi deştim sonuç olarak. Çok zorlu bir süreç, 3 sene boyunca. Çok çok zorlu bir süreçti. Çok iyi biliyorum ki kendim için yaptım aslında bunu. Çünkü benim hesaplaşmam gerekiyordu onunla ve ben şeyi de çok umursamam sanat adına yapılan böyle masif objeleşme benim çok tarzım değildir. Hatta böyle biraz ya onun da alternatif tarafında dururum hep. Sanatsal üretim olarak da. O yüzden ben dedim madem sanatla uğraşıyorum, ben madem bu işi biliyorum, ben bunu bu iş içinde yaparım. Yani. Sanatı alet ettim ben bu işe. Zevkle söylüyorum, keyifle söylüyorum. Çok da güzel oldu. Bir drama edebiyatı yapmadım asla. Zaten Gülsen başımın etini yedi o ara "Sakın ha! Kahramanlaştırma" diyerek. Çünkü devrimci konjonktürde birinden bahsederken işte "Kardeşimiz, bacımız, abimiz şöyle öldü böyle gitti aaa." Yani bu şehitlik dilinin sol cenahta da böyle kullanılması e beni çileden çıkartıyor. Tahammül edemiyorum gerçekten. Başka bir dille okunması gerektiğine inanıyorum ben bunun. Hala o ortodoks kafayla okunan kahramanlık dili hiç fark etmiyor. Ha askere gitmiş ölmüş ki onun da hikayesi var. Belki onu da anlatırım. Ha o tarafta kahramanlaştırılmış. Ne fark ediyor? Aynı iktidar diline hizmet ediyor bence bunu. Asla bunu yapmadım tabii. Kahramanlık meselesi değildi benim için mesele. Bizler büyürken bizlere ne oldu, nelerle, nelere maruz kaldık meselesini aslında deşmekti. Maruz kaldığımız şeylerin farkında mıydık ve hangi dili kullanıyorduk? Asıl mesele buydu. Bütün o süreçte Duble Hikaye diye bir sergi yaptım ben Depo'da. İki kat, özellikle Duble Hikaye ikiz kardeş falan. Yani kendi içerisinde birçok birçok birçok metaforu olan bir sergiydi. Evet bir hikaye yazdım, kendi hikayemi kullandım ama ben bir hikaye yazdım. Çok başka açımları olan, drama edebiyatı yapmadan bir hikaye yazdım. Ucu açık bir hikaye yazdım. Onun içerisinde bana ve bizlere 00:27:00ne olduğuyla ilgili soru işaretleri, ip uçları olabilecek yan patika, yan yollar vesaire gibi fikirlere yol açabilecek olan ip uçları vardı o sergide. Bunu yapmaya çalıştım ve aslında bir anlamda kendimden yola çıkarak kurgusal bir hikaye yaptım. 80'ler, 90'lar ve 2000'ler diye giden bir Duble Hikaye'ydi. İşte bu süreçte bunu yaparken dediğim gibi sadece kendim de hesaplaşmadım, bütün aile hesaplaştı. Önce benden nefret ettiler, çok kızdılar bana. Ama sonra konuşmaya başladılar. Konuşmaya başladıkça onlara da iyi gelmeye başladı bu üzerine küller serpilmiş hikaye. Bu konuda tabii en inatçı olan ablaydı. Ama sonra o da bana sonra bana şunu dedi, sergiyi yaptım bitirdim birkaç sene sonra "Gülçin keşke şu sergiyi şimdi yapsaydın" dedi. Ben de dedim "gene konuşuruz olur yani bir daha başka türlü bir şey yapılır." Ama onun gereksinimi oydu. O dönemdi yani. Sonuçta herkes çok zorlandı ama herkese de iyi geldi diye düşünüyorum. Hesaplaşmak da. Tabii şöyle bir şey olmuyor, içinde yaşarken bazen sadece hayatta kalabilmek için bazı refleksler gösteriyorsun yani yaşıyorsun çok da anlamıyorsun sana neler olduğunu. Daha sonra anlıyorsun. Ama şuna da girmek istemiyorum "Ah bana neler oldu." Çok çok çok kötü şeyler yaşayan insanlar var. Herkesin başına neler geliyor. Hala, bugün dahi. Lanet olası insanoğlu yani birbirine-- Bir arada yaşamayı bir türlü bilmiyor. Birbirine saygı göstermeyi bir türlü bilemiyor. Bu hayatı daha güzel kılabilecek şeyler olabileceği üzerinden gidemiyoruz. Çünkü erkek akıl peşindeyiz. Ne yazık ki. Bütün bence bu coğrafyadaki devrimci literatür de bu bıyıklı abiler üzerinden. Üstelik de biraz prematüre bıyıklı abiler üzerinden inşa edildi. Çok daha güzel şeyler olabilirdi, çok daha sağlıklı bir aradalıklar olabilirdi ve biz her şeyi siyah beyaz yaşadık. Benim gençliğim siyah beyaz oldu mesela. Çocukluğum çok renkliydi. Gençliğim siyah beyaz oldu. Hani şimdiyse zaten renk tayfı gibi dönüyor dönüyor ve her şey beyaz oluyor hani. Zemin kaydığı zamanlar ya gibi bir şey yaşıyoruz sanki. Belki böyle de bir sergi de yaparım bilmiyorum.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview113123.xml#segment1801
Partial Transcript: Her şeyi yaşıyorum. Tabii ki kızdım. Az önce gene kızdım. Kızgınlıklarını aştığını zannediyorsun ama az önce gene kızdım. Hani onu orada ihbar eden kişiye kızdım. Onu orada bırakana kızdım. Bir sürü kişiye kızdım yani tabii ki. Kızdım ama üzüldüm. Ama sonra dedim ki işte hani o eğitilmiş bir tarafımız var. Şimdi bir de bu tarafından bakmak lazım, biraz daha empati kurmak lazım falan dedim. Çünkü hiçbir şey tek başına olmuyor. Ben ben olurken ya da ne kadar ne olduysam artık bilmiyorum. Hep yapmaya çalıştığım şey yani bastığım yerle hesaplaşmaya çalışmak oldu ama bu çok yorucu bir şey. Çünkü sürekli manipüle edilmektesin. Hele de bir kadınsan, hele akademia içinde bir kadınsan sürekli manipüle edilirsin erkek akıl tarafından. Ya bununla manipüle edilen-- Erkek de bununla manipüle edilir kadın da zaten. Bu cinsiyet ayrımları üzerinden inşa edilen bir şey. O yüzden çok birbirine bağlı. Gerçekten ağalar teorisi yani.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview113123.xml#segment1873
Partial Transcript: Hatta kaçak olduğu bir dönemde bir gün birileri dedi "Gülçin gel" dedi. İşte "nereye?" "Abin seninle görüşecek" dediler. Beni, bilmiyorum bir yere götürdüler. Bir baktım abim. Yani gelmiş işte bir şekilde. Fakat o da çok üzücüdür benim için. Bambaşka biriyle karşılaştım sanki. Bana hep "senin maçlarından haber alıyorum, merak etme falan" diyor bir şeyler söylüyor. Şu an hayal meyal hatırlıyorum yani bir film seyrediyor gibiydim o kadar tuhaf bir hissiyattı ki. O dönemde bir tek o zaman gördüm. Ondan sonra da ölüsünü gördüm zaten.
İşte beni takip ettiğini söyledi. Çok üzüldüğümü fark etti. Çok mesafeli durdum çünkü. Hani koşup abime sarılmadım. Öyle.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview113123.xml#segment1944
Partial Transcript: Aslında o süreci en fazla yaşayan benim çünkü işte dediğim gibi ben küçük kardeşim. Bir süre sonra herkes gitti. Kimi evlendi kimi okudu kimi bilmem nereye gitti. Ben de daha küçük olduğum için yaşlı bir anne babayla ben kaldım. Ben de böyle özgür, rahat büyümüş bir çocuğum. Çok da sorumluluk almam falan küçükken. Birdenbire yaşlı bir anne babam olduğunu fark ettim. Ben zaten küçükken anneleri hep yaşlı, baba zannediyordum. Genç anne baba görünce "Allah allah, anne babalar böyle mi olur" diye şaşırıyordum. Sonra birden baktım ki bana yapacak çok iş 00:33:00 düşüyor. Çünkü bende bir enkaz var. Çok zorlandım. Ama bir yolunu bulduk. Sonra annemle ben babam öldükten sonra bayağı baltalarımızı elimize aldık savaşa giriştik yani hayatta kalmak için. Ciddi silah arkadaşı olduk yani.
Çok sağlam bir kadındı annem, çok güçlü bir kadındı. İşte babamın işyeri gitti mesela. Biz bir şekilde hallettik annemle. Ama annem de işte uzun süre dayanamadı.
Babam öldükten sonra babamın ortağı bütün müşteri kitlesini alarak kendine ayrı bir yer açtı.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview113123.xml#segment2058
Partial Transcript: Yani kişisel olarak ben kendi çevremde, kendi arkadaşlarımda hiçbir zaman dışlanmadım. Hatta benim çok özel çocukluk arkadaşlarım vardır. Biz gerçekten çok özel büyüdük, bir arada büyüdük. Ben hala onlarla görüşürüm. Hala kontağım vardır. Bir farklı bir gruptuk biz çünkü birlikte büyüdük. Kızlı erkekli bir arada büyüdük yani. Çok keyifli büyüdük. Onlarla ilgili hiçbir zaman benim, ben öyle dışlanma falan hissetmedim. İçimizde bu şeyi en çok yaşayan babamdı. Babam kaldıramadı kendi çevresi içerisinde. Ama ben mesela, abimin cenazesi geldi. Tabii 84 senesi herkesin ödü patlıyor. Cenazede 5 kişi falandık. Yani dışardan gelen 5 kişi falan. Bir aile çevresi bir de 5 kişi. Ben işte tamamen kendi şeyimle kafama taktım. Çünkü ben orada da 12 Eylül mağduruyum. Aslında çok daha öncesinde İstanbul'a gelecekken anne babanın yanında olmam gerektiğini ya anne baba beni bırakmak istemedi işin açıkçası. Ben de kafama esen her şeyi yapan bir çocuktum ama orada sorumluluk aldım. Ben de onları bırakmadım ama sonrasında beni tutamadılar. "Ben gidiyorum" dedim ve gittim. Biletimi aldım, İstanbul'a geldim, sınavlara girdim, kazandım. Devam ettim. Her şeyi göze alarak. Sonra 00:36:00geldim bir süre hem çalışıp hem okudum vesaire. Öyle devam etti.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview113123.xml#segment2170
Partial Transcript: Bugün bunun devamını yaşıyoruz. Hem öncesinde hem sonrasında bugün gelen konjonktürün 12 Eylül'le o kadar bağlantısı var ki. Bugün aydın arkadaşlarımın bile bununla en ufak şekilde hesaplaşmayıp, neden oturduğum sokağın adı "Havacı Binbaşı Mehmet Sokak" ya? Yan sokak Ahmet Celal Paşa Sokak. Neden? Biri bana bunları söylese ya.
Yani her şey bugünkü politikanın parçası olabiliyor. O da öyle oldu. Keşke-- Komediydi yani bir anlamda. Keşke hesabını verebilseydi. Keşke. Ve aslında o 1 kişi değil bugün de bence yanlış olan şey, her şeyin suçlusu bir kişi. Ya nasıl olabilir bu hani bütün bir sistem inşa ediliyor yani. Bunu birlikte düşünmek lazım. Bunun etrafıyla birlikte düşünmek lazım. Evren tabii ki hani gerçekten lanet okuduğum birisi ama o bir politikanın parçasıydı. 12 Eylül tamamen dışarıdan inşa edilmiş bir şeydi. Aşama aşama inşa edilmiş bir şeydi. 12 Eylül öncesinde oluşan işte Bahriye Üçoklar, öldürülen, bombalanan insanlar yok işte gelen piyangocular şunlar, bunlar. Çorum olayları. Bilmem neler. Yani kapılarını şeye açman gerekiyordu. Açtırıldı yani tamamen. Başka nedenler vardı bunun arkasında. Yani bu ben paranoya ya da şey komple teorisi falan değil yani. Bunlar yaşanıyor. Her an her şekilde inşa ediliyor. Kenan Evren'in de yargılanma süreci de vesaire de kendi haklı çıkarma sürecinin bir parçasıydı bence. Tek adam mantalitesi değişmediği sürece zaten, bak her noktada işte orada tek adam şimdi işte birinin büstünü indirip öbürününkini koymaya başlıyorlar. Ha bizim okulda hakeza, Osman Hamdi tanrımız sanki. Niye? Sorgulayalım bakalım Osman Hamdi kimdir? Her yerde bir tek adam olması bir iktidarı biçimlendiren bir dikey aklın olması gerekiyormuş gibi.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview113123.xml#segment2316
Partial Transcript: Bütün baskı dönemlerinde soyut sanat ya refahtan ya da baskıdan pik yapar. Yani şimdi Avrupa sanatına bakarsanız en refah olduğu dönemlerde "süprematizm", öte taraf soyut sanat yukarı çıkar. Ama bir de İran'a bakarsanız, o baskılar şey nedeniyle soyut sanatın en güzel örneklerini falan görürsünüz. Metaforlar kullanılır. 00:39:00 Bizde de 12 Eylül döneminde soyut sanat gerçekten benim de tam öğrencilik dönemime denk geliyor zaten. Tepedeydi. Sanatçılar ister istemez hani tam öncesinde birden bakıyorsunuz bütün akademideki etkileşim de işte Görsel Sanatlar Derneği var işte bu Görsel Sanatlar Derneği'ndeki insanlar gerektiğinde bir 1 Mayıs mitingi mi yapılacak, onun pankartlarını boyuyorlar vesaire yapıyorlar. Bu şekilde sanat üreten insanlar da varken 12 Eylül sonrasına bir bakın alayı soyut sanat yapıyor. Öyledir ama ya refahtan ya zordan soyut sanat pik yapar. Benim böyle bir iddiam var. Tabii ki şöyle de bir şey, daha çok oportünistlikle suçlanmıştır yani akademinin duruşu genellikle öyledir. Evet daha çok hani sol görüş hakimdir, idi ya da. Şu anda mesela kendilerinin ilerici olduğunu iddia edenlerin ben sonuna kadar faşist ve gerici olduklarını düşünüyorum işin açıkçası.
Görsel Sanatçılar Derneği diye bir şey kuruluyor mesela 70'lerde. Hani ben o zamanları bilmiyorum tabii. Kaynaklardan biliyorum bunu, gördüğüm bazı sergilerden biliyorum. Ve o resmi bir dernek. Bu derneğin içerisindeki insanlar dediğim gibi hepsi sol görüşlü insanlar. Ve hatta bazıları daha fazla hani toplumsal gerçekçi dediğimiz şeyler yapıyorlar. Ama sonrasında toplumsal gerçekçilik bizde şuna dönüşüyor, mesela simitçi resmi yapmak, köylü resmi yapmak gibi falan oluyor. Bunları da yermek istemiyorum. Bunların da çok iyilerini yapanlar var. Ama şu devam etmiyor, 1 Mayıs mitingi resmi yapanlar çok fazla görmüyorsun ya da bunu işte, işçi resmi yapanlar çok fazla görmüyorsun. Bunu yapanlar bir yandan işte mitinglere, şunlara bunlara, derneklere destek verirken ama kendi sanatsal eğilimlerinde soyut sanat yapmayı daha fazla tercih ediyorlar. Bu ikili bir şey baya soyut sanat yapıyorlar. Yani dünyada da belki o dönemde soyut ekspresyonizm yükseliyor, baya yükselen bir değer. Tabii ki etkileşim oluyor. Yani direkt sanatlarıyla bunu örtüştürmüyorlar hiçbir zaman. Hep 00:42:00ikili bir durum var. Aslında o ikili durum hala devam ediyor. Yani şu, biz çok ilericiyiz, çok aydınız ama iş sanata gelince sen okulu Rembrandt gibi boyayacaksın. Anlatabiliyor muyum? Hep aslında bulunduğun coğrafyayla, bulunduğun kültürle hiç hesaplaşmama hali. Oradan geliyorsa doğrudur. Onu yaşarsın. Ama gündelik hayatta da başka bir şey yaşarsın. Fatih Harbiye travmayı yani böyle sürekli. E iyi de bu kanonist bakış açısıyla ne zaman hesaplaşacaksın? Eğitim dediğin şey eski kuşakların yaşama bilgisidir aslında. Bunu öğrenmem gerekir çünkü onunla bunlar inşa edildi. Seni biçimlendiren bir şey. Ama senin yaşayacağın şeyde peki bu bilgiler "neye dayanıyor, neye hizmet ediyor"un biraz farkına varmak gerekiyor bu kanonist bakış açısından kurtulmak gerekiyor bana kalırsa. Ve buradaki ilericilik meselesi, bu bölünme meselesi benim için sanatsal duruş bir bütündür. Ben öğrencimle yaptığım şeyde, hocalığımda, şunda bunda, bütün sanatsal eğilimimin tamamıdır bence. Çünkü sanat meselesini ben abartmam. Çok kutsamam yani. Ama sanat diye bir şey var, ben de bunun içerisinde bunun işçisiyim, precare'iyim şuyum buyum. Birçok şeyiyim. Yaptığım her şeye de sanat derim. Hiç çekinmeden derim hem de.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview113123.xml#segment2623
Partial Transcript: Şimdi belge meselesi de soru işareti. Hangi belgenin altını çekersem onu gerçek kabul edersin. Ne kadar iyi sunarsam onu gerçek kabul edersin. Bunu hepimiz biliyoruz. Dolayısıyla herkesin gerçeği, herkesin belgesi kendine diyorum ben. Ama bunu paylaşma şekilleri var. Benim iddiam şu olabilir, ortaya koyduğum belge "bu gerçektir" demez de "bu da bir yoldur" der. Öyle demelidir bana göre. Çünkü bunların bir sürü alternatifleri vardır. Yani aklın yolu bir falan değil. Belge önemli, dediğim gibi zaten bütün bu şeyleri ben yaparken hani "Ölümüne İsimsiz"le başlamak. Bakın ben orada Ölümüne İsimsiz'le niye başladım? Baktım ki bir dönem kendi belgemden de yola çıktım yani. Resimlerimin adları isimsiz. Sonra sanat tarihindeki adı isimsiz olan resimlere baktığın zaman ha bunun direkt bir kanona bağlandığını fark ettim. Aslında bir kanon eleştirisi de yaparak oraya bağladım. Çünkü bağlı olduğumuz hakim kültür sana bir bakış açısı sunuyor, diyor ki hani "bunu öte tarafa refere edersen daha geniş açarsan adını isimsiz koyarsın hem de daha geniş--" Ama bir bakıyorsun bu isimsiz denilen, tırnak içindeki kategori aslında direkt seni 00:45:00o kanonist bakış açısında bir yere yerleştiriyor. Klasifiye ediyor. Ve ben tuttum o zaman dedim ki ben "Ölümüne İsimsiz" adlı bir halıyla başlıyorum. Bunu dokudum. Ölümüne İsimsiz dediğim bütün o kanonla, bütün o hakim ideolojiyle bırlıkte biçimlenen, ölen insanlardı. Hani o sayılar, rakamlar var ya. 1000 kişi öldü. Onun içerisinde bir tane "K" var. Atıyorum biber yediği zaman midesi ağrırdı. Benim için önemli olan nokta bu. Çünkü mide rahatsızlığı vardı. Bir rakam değildi. Gibi. Yani benim belgelendirmem böyle işliyor onu anlatmaya çalışıyorum. Yani ben bir sürü belgeden hareket ettim mesela Duble Hikaye'yi yaparken. Meclis kayıtlarına gittim ne bileyim 12 Eylül'ün ilk kanununun Atatürk'ün bilmem kaçıncı doğum gününü kutlama kanunu olduğu öğrendim mesela. Hani. Hani bin sene sonra yazılan anayasanın ilk maddesi bu. Gibi. Ama buradaki bakış açısı belgeyle, şununla bununla sanat yaparken kontak kurmak zorundasınız. Çünkü kültür insan yapımı bir şeydir. Sanat da öyle. Ve bütün bu inşa ettiğimiz, senin içinde bulunduğun şu mekan, insan yapımı olmayan hiçbir şey yok orada. Benim burada bulunduğum yerde de öyle. Ve biz bunlarla birlikte dünyamızı biçimlendirip bu kadar bilgi dağarcığını bilmem kaç milyon insan oluşturduk. Dolayısıyla ne yaparsan yap belgesiz hareket etmiyorsun. İsimsiz bir tuval yapsan bile belgesiz hareket etmiyorsun aslında. Belgenin altını çizmek tabii farklı bir şey, buradaki niyet önemli. Ben sanatsal duruşta da her zaman niyeti önemserim. Yani belgeyi oraya nasıl koyarım? Bir de böyle bakabilirsin. Ne bileyim miladı İsa'dan değil de diyelim ki Hazreti Muhammet'ten başladın. Her şey değişirdi. Anlatabiliyor muyum? Yani referans noktalarını değiştirmekle ilgili. Belgeye öyle bakarım. Belge üzerine giden sanatın da. Mesela işin açıkçası bezen ben de çok sıkılıyorum. Bir sergiye giriyorum belge, belge, belge. Belgeler kendilerini kaybetmiş. O zaman hiçbir anlamı olmuyor zaten. Tonlarca belge. Ama bunu sunma biçimin ve buradaki niyetin o işi bir sanatsal pratiğe ya da faydalı bir şeye, faydalı bir tarafı da çok önemserim ben işin açıkçası. Zaten yaptığımız her şey bir şeye hizmet ediyordur yapıyorsak. İnsanoğlu anlamlandıran yaratık yani. Anlamlandırmadığımız hiçbir şey yok. Konuştuğumuz için. O zaman bu belgeyi koymaktaki niyeti 00:48:00sorgulayarak başlarım ben mesela. Zaten o koyma biçimi de eğer beni 1000 tane belgeye boğuyorsan orada bir problem var. Bana diyorsun ki "Bak ben çok çalıştım burada da bu belgelerde de aslında bunu diyor aslında. Şey gibi telefonlarda bir şey açıyorsun sana bir sözleşme, okuyamıyorsun ya o minicik minicik yazıları. İmzalıyorsun. Aynı onun gibi oluyor işte orada. Ya bu da bir dayatma. Belgeyle hareket ettiğinde nasıl hareket ettiğin, nasıl ucunu açık bıraktığın, nasıl diğer insanlara-- Bir sanat işini zaten faydalı yapan şey diğerlerine dokunabilme kapasitesidir bence. Her türlü. Bu güzellik anlamında da olabilir başka türlü de olabilir.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview113123.xml#segment2929
Partial Transcript: Şimdi Kadir liseden sonra okumadı. Fırsatı vardı. Hatta gidecekti hep öyle bir abartırlar hani vardır ya öyle kutsal sözler. "Ben annemin yemeklerinden ayrılamam" falan. Aslında öyle değil tabii. Aslında devrimci hikayeye bağlanmıştı ve o yüzden de gitmedi. Eee tamamen oraya bağlanmıştı ve dediğim gibi biraz böyle gönülden bağlanan bir insandı Kadir. İkisi de öyleydi zaten. Dünyayı kurtaracaklardı gerçekten. Öyleydi yani. Ve herkese kucak açarlardı işin açıkçası. Ama işin sonunda çok dönüştüler, çok sertleştiler. O hani bildiğin mücadele ve devrimci şey onları çok sertleştirdi ve dönüştürdü. Yani hani Kadir'i zaten bir kere gördüm ve işte bayağı hiç iyi hissetmemiştim. Sonuçta hayat mücadelesi veriyorlardı tabii bir yandan da. Ve üstelik herkes adına veriyorlardı. Hiç kolay değil yani o kadar büyük bir sorumluluk taşımak. Gitmedi yani reddetti ve sonuçta da o noktaya geldik.
Bu nasıl bir hani toplum mühendisliğidir. Ne diyeyim şapka çıkarılır herhalde. Her şeyin, bu kadar emeğin bir anda dönüşmesi. Fatsa'yı düşünün yani. Fatsa'nın bugün dönüştüğü şeyi düşünelim. Şok edici bir şey.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview113123.xml#segment3039
Partial Transcript: Yani işte bu kadar derin konuştuğum zaman, karşılaştırmalar yaptığım zaman elbette öfkeleniyorum ama hani işin şey tarafını da biraz geçmişim artık yani hesaplaştım çünkü. Hala duygusal olabiliyorum, oluyormuşum hatta şu anda yani uzun zamandır bu kadar şey olmamıştım. Oluyormuşum ki bu da iyi bir şey zaten. Olayım yani bir 00:51:00sakıncası yok. Çok öfkeli hissetmiyorum ama şu anda gündelik hayatta zaman zaman öfkelendiğim ve öfkemi kontrol altına almaya çalıştığım şeyler oluyor. Çünkü çok absürt bir coğrafyada yaşıyoruz. Gerçi şu anda öyle de şey olarak da bakmıyorum hani "biz şöyleyiz, biz böyleyiz" değil. Aslında bütün dünya şu anda korkunç bir noktada zaten. Ve-- Ha insanlık geçmişten daha da korkunç değil. Onu da o belli. Fakat şimdi dünya yuvarlak internetten sonra. Şimdi dünyanın en uç köşesinde ne oluyor ne bitiyor biliyoruz. Artık her şeyi bildiğimiz için ya da buna maruz kaldığımız için kaçışımız yok. Her şeyi karnımızda hissetmeye başladık yani. Bütün kötülüğü, bütün bilmem neyi yani bir orta çağ karanlığı yaşamıyoruz elbette. Ama çok fazla görüyoruz. Bünye kaldırmıyor artık yani hani öfkelenmemek, sakin olmak hassas bir insansan zor. Ya da duyarsız hale geliyorsun. Ya da duyarsızlaşıyorsun yani şöyle imajlar haline geliyor. Öfkeleniyorum mesela ben, şu anda da ben öfkeleniyorum bir sürü şeye. Sokakta yürürken öfkelenebilirim yani şunu bunu yaparken öfkelenebilirim. Her an öfkelenebilirim. Okulun içerişine girdiğim an öfkeleniyorum, o dikey iktidarları gördüğüm anda mesela.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview113123.xml#segment3146
Partial Transcript: Tabii, elbette. Çünkü bunları paylaştığınız zaman-- Ben kendi ailemin içerisinde bu paylaşıldığı zaman insanların daha rahatladığını hani eğrisiyle, doğrusuyla, hatasıyla, yanlışıyla, iyiliğiyle bir elini kolunu daha rahat uzatabildiğini fark ettim. Yani bir resmen benim kardeşlerim bu süreçten sonra bana kalırsa bir terapiden geçmiş gibi oldular. Ben dahil. Ben zaten kendimle ilgili sanırım öyle bir itkiyle yola çıktım. Onlar da bu konuda rahatladılar. Mesela bunların konuşulması-- Müzelerinin yapılmasından bahsetmiyorum. Affeyle şey anlamında demiyorum, drama edebiyatı anlamında bahsediyorum. Ama bunların konuşulup insanlar arasında paylaşımı bir kere empatiyi sağlayacak olan bir şeydir. Çünkü her zaman bir rakam sunuluyor sana o rakamın arkasında bir hissiyat var. Bir şey yaşanmışlık var yani bu yaşanmışlığın paylaşılması empatiyi sağlıyor ve insanların birbirine daha farklı bir noktadan yaklaşmasını sağlayabilir. Bu sertlikleri kırabilir. Yani bölünmeler, şey yapmalar yani sol tandansın sürekli kendi içerisinde bölünmesi, duvarlarını yükseltmesi zaten en büyük problemlerden bir tanesiydi ve bu inşa ediliyordu. Bir şey mesela şu anda ben okula proje hazırlıyorum. Bu çok bilindik bir taktik. Bundan rahatsız olan, hiç 00:54:00çalışmayan zavallı adamlar, insanlar ya da stalkerlar ekibimin içerisine girerek dağıtmaya çalışıyor mesela. Tipik yani anlatabiliyor muyum, yıllardır hikaye hiç değişmedi. O yüzden bunları konuşmak-- Sivil toplumun yükselmesi çok önemli. 12 Eylül darbesi zaten insanların bir araya gelmelerini engellemek, insanlara bu korkuyu aşılamak oldu. Ama şu da oldu bir yandan mesela dernekleşme meselesinde hep soru işaretlerimiz oldu. Bir araya gelmek hep istedik ama lanet olasıca bir yandan bıyıklı abilerin iktidarı yüzünden de bir araya gelişlerden hep soru-- Sanatçılar olarak da hikaye değişmiyor. Bir araya gelişlerdeki mesela ben gerçekten geçmişin bir araya geliş şeklinin de sorgulanması gerekliliğini, bireyselliğin çok önemli olduğunu-- Ben mesela bütün atölyelerimde şeyde, halıda, okulda mokulda hem bireye hizmet eden hem ortaklığa hizmet eden bir şeyler kurmaya çalışıyorum, birlikte kurmaya çalışıyoruz. Bir süre sonra herkes bunun bir parçası oluyor. Çünkü gelen kişiye şunu sorarak, "İhtiyacın nedir?" O ihtiyaç çevresinde dönüşebilen bir atölye oluşturalım. Sonra bir başkasınınkini, sonra bir başkasınınkini. Sonra ihtiyaçlar birleşince bir arada bir şey yaparsın. Ama bu bir kişinin söylemesiyle, bir kişinin ihtiyaçlarına hizmetle olmaz. Geçmişteki bütün örgütlenmeler bunların üzerinden ne yazık ki, bütün demeyeyim tabii ki, yani en azından benim gördüklerimin deneyimlediklerimin çoğu böyle biçimlendi ve şimdi bir araya gelişlerde "aman ha" diyorsun. Adını koymuyorsun. Adını koymadığın sürece bir arada durabiliyorsun. Adını koyduğun an veya o tüzüklere şeylere bağlandığın an ki bağlanmak zorundasın. Problem başlıyor. Bir abi geliyor, adam kaç 15 senedir bir derneğin başkanı aynı kişi olabilir mi? Niye? İnsan utanır yahu. Ve Plastik Sanatlar Derneği'nin başkanı kaç senedir aynı kişi. Mesela. Ya bu bir örnek tabii yani.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview113123.xml#segment3397
Partial Transcript: Ben bütün bu, bugün geldiğimiz noktanın evet, bu coğrafya dahilinde bakarsak evet, 12 Eylül'ün öncesinden başlayan bir sürece hatta belki de Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşuna kadar dayandırabiliriz yani. Fakat bugün daha genç kuşağa baktığım zaman, hoca olduğum için de bu kuşaklarla ben yüz yüze geliyorum tabii ki. Ben biraz daha umutluyum. Şöyle ki biz çok daha 00:57:00karşılaştırmalı ve diyalektik bir dil kullanıyoruz. Analitik bir dil kullanıyoruz ve ben bu analitik dilin işe yaramadığını düşünüyorum. Kendimde de mümkün olduğu kadar bu dili kullanmamaya yani neden-sonuç, neden-sonuç, siyah-beyaz, siyah-beyazlarla büyümüş ve bu analitik kafaya dibine alıştırılmış biri olmama rağmen bu dilin zarar verdiğini düşünüyorum. Karşıt dili kullanıyorsun çünkü sürekli olarak ve empatiyi azaltan, performe etmeyi azaltan bir dil bu. Bugünkü kuşak biraz daha hatta kaypaklıkla ve değerlerinin olmayışıyla suçlanan-- Suçlanamazlar bugün zaten zemin yok. Ama en azından karşıt dilini kullanmadıkları için bana göre daha iyi bir noktaya, daha farklı bir dil keşfedebilecekler ve dönüştürebilecekler diye düşünüyorum. Ama burada gerçekten de daha önceki belleğe de bağlanmak gerekliliğini düşünüyorum. Evet, orada bir bellek kaybı var. Çünkü bir de zaten hani bir silgi var, siliyor ya sürekli olarak. Ve sen bunu anlattığın zaman, ben kendi kuşağıma dahi askerin gölgesinde, güvenli evlerinde oturan insanlara 12 Eylül'ün ne kadar zararlı olduğunu anlatamıyorum Eylemcim. "Bundan daha iyiydi" diyen bir dil var karşımda. Ağzım açık kalıyor. O zaman ister istemez ben de kırıcı oluyorum, "tabii sıcak sobanın karşısına oturalım değil mi" diyorum hani. Ben bu ilerici, aydın olduğunu söyleyen arkadaşlarıma bunu anlatamıyorum çünkü o zaman askerin gölgesinde sıcak evinde oturuyordu. Yani şimdiki kuşağa sen gelip bu bağlantıları kurdurman gerekiyor. O yüzden sizin yaptığınız çalışmalar çok önemli. Bu bağlantıların kurulması gerekiyor. Gerçekten de 12 Eylül öncesinde hatta daha da öncesine bağlanan bir şey. Klasifikasyonu ve başlıkları değiştirmek gerekiyor. Dediğin gibi alttan tarih anlatımı ve bu mikro düzeyde anlatılar birbirlerine eklemlenmeleri gerekiyor. Eklemlendiği sürece bir dönüşüme ve empatiye neden olabilirler diyeyim.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview113123.xml#segment3557
Partial Transcript: Hmm-- Zor bir soru. Hatırlamıyorum. Şöyle, bütün aile bir arada olduğumuz bir tane fotoğrafımız var, çok severim. Onu hatta bu şeyde kullanmıştım ama o zaman ben 13 yaşındayım. Bütün kardeşler bir arada fotoğraf çekinmişiz, çok tatlı bir fotoğraf. Ama tabii yaş farkı çok olduğu için bir fotoğrafta ben varım, birinde öbürü yok. Yani ben tek çocuk gibi büyüdüm gerçekten torun insanım ben yani. Bayağı torun gibi büyüdüm yani babam nazımı çekerdi, annem nazımı çekerdi. Hiç, canım 01:00:00ne istiyorsa onu yapardım ve gerçekten bana kaşının üstünde gözün var demezlerdi. Ta ki oraya kadar. Sonrasında da birdenbire her şey elimin içine düştü ve ben her şeyi birbirine linklemek, hayatta kalmak ve onları da hayatta tutmak zorundaydım. Tutamadım mesela. Yani en son benim hafızamda belki o fotoğrafta belki sık sık karşılaştığım için, o zamandır. Ha sonradan belki herkesin bir arada olduğu zamanlar, gelip gitmeler olmuştur ama ta çocukluktaydı yani. Çünkü sonra ya baba yoktu ya anne yoktu ya bir öbürü İsveç'teydi, bir diğeri-- Geniş aile sonuç olarak.