Faruk Eren

Museum of Historical Justice and Memory

 

Transcript
Toggle Index/Transcript View Switch.
Index
Search this Index
X
00:00:00 - Çocukluk ve Aile Yapısı

Play segment

Partial Transcript: 1964 yılında Hasköy'de doğdum. İstanbul'da yani. 4 çocuklu bir ailenin en küçüğüydüm. Annem babam işçiydi. Babam çeşitli fabrikalarda işçilik yaptı sonra İstanbul Belediyesi'ne ait mezbaha vardı Sütlüce'de. Sütlüce'de işçi statüsünde çalışıyordu. Aslında santral memurluğu yapıyordu ama statüsü işçiydi. Annem işçiliği yani Cibali Tekel'de çalışıyormuş ama ben doğmadan önce muhtemelen işte ben de doğunca işçiliği bıraktı. Ama çalışmaya devam etti işte evde o zaman öyle bir iş vardı. Çorap ütülemek ve ambalajlamak gibi. Önce bir işte 3 katlı eski bir İstanbul evinde kiracı olarak oturuyorduk. Benim hatırladığım o. Daha sonra 60'lı yılların sonuna doğru oturduğumuz evin yanındaki arsaya bir gecekondu yaptık orada yaşamaya başladık. Tam işte o ilk kuşak gecekondular başlamıştı. İşte 4 kardeştik. Çerkez'iz. Aslında Kafkasya'dan atalarımız gelmiş. Baba tarafım önce Üsküdar'a, dedem falan Üsküdar doğumlu. Oradan Biga'ya gidilmiş. Çanakkale'nin Biga'da bir köyünde yaşıyorduk. Annem de öyle. Çerkez. 50'li yıllarda gelmişler. Tümü, tüm kardeşler de İstanbul'da doğmuş zaten. En büyüğümüz Cemile Ablam, onun bir küçüğü Hayrettin Abim işte Hayri derdik. Bir küçüğümüz yani benim bir büyüğüm İkbal Ablam vardı. Böyle bir ailede büyüdük. Hasköy değişik bir semtti. Haliç kenarında o zaman çok sayıda fabrika vardı ve semtte oturanlar genelde o fabrikalarda çalışan işçilerdi veya işte oraya hizmet veren işte şoförler vesaire işte ne bileyim lokantacısı vesaire oturuyordu. Aslında bir Yahudi mahallesiydi. İlk başta söz ettiğim o oturduğumuz ev de bir Yahudi'ye aitti. Kiracı olarak oturduğumuz ev. Ama giderek Yahudilerin sayısı azalmaya başladı. Aşırı 00:03:00 bir göç aldı. Anadolu'nun çeşitli yerlerinden. Özellikle 74 işte Kıbrıs Savaşı sırasında neredeyse tamamen yok oldu Hasköy'den Yahudiler. Çok az kaldı. Böyle bir yerde büyüdüm.

00:03:19 - Dönemin İstanbul'u ve Eğitim Hayatı

Play segment

Partial Transcript: Ya şimdi bir kere İstanbul'un nüfusu çok azdı yani herhalde 3-4 milyon civarı ya vardı ya yoktu. Neredeyse Bakırköy'den, Yeşilköy'den ötesi İstanbul sayılmıyordu. Neredeyse değil öyleydi de zaten. İşte Maslak, Sarıyer civarları neredeyse İstanbul'un taşrası gibiydi. Şunu hatırlıyorum mesela, 1980'de Avcılar'a taşınmak zorunda kaldık biz. Avcılar'ın ayrı bir telefon kodu vardı. Avcılar'dan Aksaray'a otobüsler kalkardı, minibüs daha doğrusu 25 kişilik o minibüsler. Muavinleri "İstanbul İstanbul" diye bağırırdı. Hani bu o kadar şeydi. Taşrası sayılırdı İstanbul'un. İşte İstanbul ne dedik işte Suriçi işte bu yakada işte Hasköy, Karaköy işte Şişli falan buralardı İstanbul'du yani. Ama gene trafik vardı mesela. Çok enteresan bir şey. Belirli yerlerde, Bankalar Caddesi sürekli tıkanırdı. Eminönü civarı sürekli tıkanırdı. Yani trafik sorunu hep vardı İstanbul'un. Daha, benim oturduğum semt Hasköy muhtemelen çok değişik yerlerden göç almasının da etkisiyle hoşgörülüydü yani insanlar. Belki dönemin özelliği işte komşuluk ilişkileri, dayanışma, çok yaygındı. Hatta o gecekondulaşma sırasında o dayanışmanın örneği çok acayip görünüyordu. İnsanlar birbirlerine yardım ediyordu. Onun dışında da sıcak ilişkiler kuruluyordu. Belli ki ilk hani ailem, annem ve babam 50'lilerde gelmiş dedim. O zaman göç azdı. Ve şehir gelenleri emebiliyordu. Şehirli yapıyordu. Göç oranı arttıkça artık yani mesela her, Hasköy'de pastaneler vardı. Aslında bizim kültürümüzde olmayan. İşte insanlar pastanelere gidiyor, çay bahçelerine gidiyor ailecek oturuyor. Şeyi hatırlıyorum mesela, çok küçüktüm yani ilkokula gidiyorum veya gitmiyorum, hafta sonları annem babam ablamlar işte Yenikapı sahiline giderdik. Orada semaverle çay içerdik. Şey de çocukluk 00:06:00anılarımdandır yani ya 30 Ağustos ya 29 Ekim bilmiyorum ama işte annem babam ben küçüğüm böyle ellerimden tutuyorlar, Taksim Meydanı'na geliyorduk. İşte gece fener alayı düzenleniyordu filan. İşte giyimlerine özen gösteriyorlardı. Böyle, böyle bir ortam ama yoksul bir şeydi. Mahalleydi ama. Yoksuldu ama ona rağmen Tepebaşı Gazinosu'nda Hamiyet Yücesoy dinleyebiliyorlardı. Yani böyle bir muhtemelen halk günleri, ucuz şeyler falan oluyordu. Bunları hatırlıyorum çocukluğumda. İşte okul hayatımsa, Hasköy'de hala durur İhsan Şerif İlkokulu'nda okudum. Eve yürüyerek, o zaman tabii servis falan yok. Okulun ilk günü bırakırlardı. Ağlamak falan da yoktu. Benim, bizim çocuklarımızla yaşadığımız gibi. Bırakırlardı. Biz de gidip geliyorduk. Orayı bitirdim. Sonra Hasköy Ortaokulu'na başladım. Hasköy Ortaokulu tam gün eğitim veren bir devlet okuluydu. Ama 70'li yılların ortalarında öğretmen yoktu nedense okulda. Tam hatırlayamıyorum nedenini. Öğretmen olmayınca annem beni aldı oradan. Aksaray'da Oruç Gazi Ortaokulu'na gidip gelmeye başladım. Oradan mezun oldum. Son sınıfı orada okudum. Okulu bitirince de Pertevniyal Lisesi'ne geçtim. Oradan mezun oldum. Daha doğrusu mezun olamadan tutuklandım. 12 Eylül geldi son sınıftayken. Tahliye olunca bitirebildim okulu. Ablam-- En büyük ablamız okumadı ilkokuldan sonra. Abim o da Pertevniyal Lisesi mezunu. O, Yabancı Diller Yüksekokulu'nu bitirdi. Ablam, küçük ablam İkbal, o da Hasköy Lisesi'ni bitirdi. Liseyi bitirince hemen Tekel'de memur olarak işe başladı. Ama aynı anda da Fikirtepe Eğitim Enstitüsü'nde okuyordu. Sonra öğretmen oldu zaten orayı bitirince. Eğitim hayatımız böyle.

00:08:39 - Ailenin Politikleşme Süreci ve 12 Mart

Play segment

Partial Transcript: Ya aslında politizasyon yani çok küçüktüm ben ama sanırım 12 Mart'la başladı. Yani şeyi hatırlıyorum, çocukluk anılarımdandır, yani İstanbul ev ev arandı. İşte Elrom kaçırılınca sanırım. Ben tabii Elrom'u falan bilmiyorum 64 doğumlu olduğum için. İlkokul 1'e gidiyordum 00:09:00yani o dönem. Konsolos lafı dönüyor bir, evin bir odasında konsol var. Konsol dedikleri bir mobilya. Ben o odaya girmekten korkuyordum. Ürkütücü bir şey gibi. Ev aramaları sırasında sokağa çıkma yasakları sırasında yani 12 Mart'ta şeyi, iki tane anıyı hiç unutmuyorum. Bir tanesi işte eve geldiler, afiş gösterdiler işte Mahir Çayan'ın falan fotoğraflarının olduğu. Mahir yoktu galiba. Birtakım insanlar tabii ki hatırlamıyorum kim olduğunu. Çünkü sonra gördüklerim yanıltabilir beni. Babamın askerleri çok iyi davrandığı hatırlıyorum işte çay falan verdi erlere. Sokakta bekliyorlardı ama evin içine girdiler yani odalara falan baktılar. Onu hatırlıyorum. Bir de biz çocuklar tabii o sokağa çıkma yasaklarına uymazdık. Sokakta top oynardık. Yine bir gün o sokağa çıkma yasaklarından birinde bir-- ya asker görünce kaçıyorduk tabii. Korkuyorduk. Biz cip yakalandı bizi. İçinde bir subay vardı. Dedi ki "Bigalı Mehmet Emin nerede oturuyor biliyor musunuz?" diye babama köyde Mehmet Emin derlerdi. Gerçek adı Kemal. Ben babamı götüreceklerini düşündüm ve söylemedim. Hani insanları alıp tutukluyorlar filan diye. Meğer bizim akrabamız olan bir subaymış hani orada görevliyken, "geleyim bir göreyim ziyaret edeyim" falan demiş. Şeyi hatırlıyorum Deniz Gezmişler idam edildiğinde ağlanıldığını hatırlıyorum evde. Onun dışında aslında annem ve babam-- Babam daha önce politize olmuştu yani nasıl olmuştu? 60'lı yıllarda Lastik-İş'in ilk kuruluşunda, örgütlenmesinde epeyce çalışmış hatta Rıza Kuas arkadaşı. Efsanevi sendikacı. Onla da aslında bir Çerkezlikten dolayı bir ahbabı var. Ahbaplığı var. Ya sendikayla uğraştığı için ya aslında köken olarak bunlar Adalet Partili çünkü İnönü'ye kızıyorlar. II. Dünya Savaşı sırasında eziyet görmüş aileleri filan bunlar çocukken. CHP'ye uzak dururken ilk babam şey yapıyor yani TİP'e falan yakınlaşıyor herhalde. 70'li yıllarda hemen ilk şeylerde annem de CHP'ye oy vermeye başladı. En büyük ablamız zaten nasıl-- sosyal demokrat diyebileceğimiz şeydi. Devrimcilere, solculara sempati duyan biriydi. 00:12:00Şimdi abimin politizasyonunu tabii aramızda 10 yaş fark olduğu için hani ben ablamlardan sorarak, böyle bir kitap da yazmıştım belki görmüşsünüzdür bilmiyorum. Abimi anlattığım. İşte o kitap çalışması sırasında sormuştum. Ta ilk başlarda namaz kılıyor vesaire ama bu ilkokul zamanları, ortaokul başları ve sonra hızla solcu olmaya başlıyor. İşte kitaplar okuyor vesaire. Örneğin yine 12 Mart döneminde işte bir futbol sahası vardı Hasköy'de, oraya askerler kamp kurmuştu. Çadırlar falan kurulmuştu. Bir gün çevirmişler abimi üstünü falan aramışlar ki o zaman liseye gidiyor muhtemelen. Neyse bırakmışlar. Yanındaki arkadaşına demiş ki "üzerimde şiir vardı Allahtan bulamadılar." Şiir dediği herhalde o zaman Nazım Hikmet falan. Hani yasaktı o zaman. O dönemden işte politize olmaya başladı.

00:13:09 - 77 1 Mayıs'ı ve Evlerinin Taranması

Play segment

Partial Transcript: Ama esas hikaye tabii 70'li yıllarda yani ikinci yarısından sonra başladı. İşte abim bir tür Hasköy'ün doğal önderi gibi solcuların işte öne çıktı, sivrildi. 77 1 Mayıs'ı çok sarsıcıydı bütün aile için. Abim artık şey Dev-Gençliydi. 77 1 Mayıs'ı bütün sol için yani ülke için çok sarsıcıydı. Yani artık işçi hareketleri büyümüş, o 12 Mart'ta ezmeye çalıştıkları sol tam tersi baskının ardından sayısı katlanarak arttırdı. Dağ taş solcu oldu yani öğretmenlerimiz Töb-Der üyesi işte işçiler DİSK üyesi işte grevler yaşanıyor biz grevlere gidiyoruz. Olağanüstü bir dönemdi yani Türkiye bir daha öyle bir dönem yaşar mı bilmiyorum. Tabii o büyüme esnasında inanılmaz bir saldırıya maruz kaldık. Yani bizim oturduğumuz ev 3 kere tarandı faşistler tarafından ve 3'ünde de biz evin içindeydik. Yani biraz durumu yumuşatıp anlatayım yani biz evde 6 kişiyiz, 6 kişilik aileyiz. Bir de anneannemiz de kalıyordu. Anneannem sağırdı, çok yaşlıydı ve kulakları duymuyordu. Bağıra bağıra konuşuyorduk. Bir yaz günüydü hiç unutmuyorum ben çıraklık 00:15:00yapıyordum. Akşam yani 6-7 gibi eve geldim. Evde böyle bir tuhaflık var. Eşyalar toplanmış halılar malılar falan. Anneme dedim ki "ne oldu" dedim işte "anneannen diyor ki" dedi "dün gece bizim evi taradılar diyor" dedi. Tamam mı. Ya dedim "nasıl yani hepimiz evdeydik, hiçbir şey duymadık." Camda bir delik var. Şeyde pencerede. Cam kırılmış, tül delinmiş. Duvarda da bir delik var. Ama annem de mermi çekirdeğini arıyor. Diyorum ki ya nasıl olur diyorum, bir tane serseri mermi gelmişti hani hepimiz mi duymadık bunu. İşte gittim dernek vardı o zaman Hasköy'de. Abimi buldum getirdim. Abim tabii tecrübeli olduğu için biraz baktı duvara baktı, deliğe baktı. Sonra bir tane çıta, bir sopa gibi bir şey buldu deliğe tutturdu. Öbür şeye hizaladı yani duvardaki deliğe. Nereden ateş edildiğini bulmaya, hisset-- yani anladı. Bu arada tabii ilk yaptığı şeydi, balkona çıkıp şeye-- balkon delik deşikti. Baya otomatik silahla taramışlar evi. Ondan sonra gittik, abimin o tahmin ettiği yerde bir avuç kovan topladık. Baya büyük silahla taramışlar evi ve çok güldük yani 6 kişi nasıl uyuyorsak duymamışız. Ondan sonra sağır anneannem duymuş. Annem sabahleyin bakkala ekmek almaya gidiyor. Böyle komşular bana hep acayip bakıyordu diyor. Ortam da acayip ya herhalde şey diye düşünmüşler, öldü hepsi. Sabaha karşı evi taramışlar. Komşular, bunlar öldü herhalde hiç sesi çıkmadıklarına göre demişler. Annemi görünce rahatlamışlar. Ya demişler herhalde utanıyor da söylemiyor evinin tarandığını. Böyle şeyler yaşadık.

00:17:11 - Abisinin İlk Tutuklanışı, Ev Baskınlarının Artışı

Play segment

Partial Transcript: Tabii bu tür, bu şiddet giderek arttı. Bu artma hali de ailenin politize olmasına, daha çok politize olmasına neden oldu. Sadece evimiz taranmadı işte 78'de sıkıyönetim ilan edildi. Kahramanmaraş katliamının ardından. Abim aranmaya başlandı. Bu arada, abim daha önce bir kez tutuklanmıştı 1-1 buçuk ay veya 2 ay tam hatırlamıyorum. Sağmalcılar Cezaevi'nde kaldı. Bayrampaşa Cezaevi'nde. O zaman işte ilk defa cezaevi gördüm ben. Ziyaretine gittik. İşte onların tahliyesi falan bir acayipti. Aslında onu da 00:18:00anlatabilirim dönemin ruhu açısından ilginçti yani. Biz abimler mahkemeye gittiğinde o tutuklanma sırasında 77-78 arasında bir dönem. Tam şeyi hatırlamıyorum. 6 tane Dev-Gençli birlikte tutuklanmışlardı. Hasköy'lüydü hepsi. Onların tabii tutuklanması bir tedirginlik yaşattı Hasköy'de. Çünkü faşistlerle çatışmalar sürüyordu hala ve en önemli 6 kişinin tutuklanması hani büyük bir boşluk yaratmıştı. Sultanahmet'te ilk duruşmaya çıktıklarında, adliyeye gittik biz de. Hasköy'den tanıdığımız faşistler de mahkemeye geldi. Biz sandık ki mahkemede öldürecekler abimleri. Ama orada bir şey olmadı. Sonra işte o gün tahliye kararı çıktı. Onları karşılamaya gittik Sağmalcılar Cezaevi'ne işte babam işte aile hepsi. 6 kişi 6 tane araçla gelmişti. 6 aile. Ama çok tedirgindik biz cezaevi çıkışında tarayabilirler falan diye. Tam cezaevinin giriş kapısında bir kahvehane vardı oraya girdim abimi ve arkadaşını gördüm. Dedim ki "böyle böyle" tedirginliğimi anlattım. Dedi ki güldü böyle işte tabii o arkadaşların bir kısmı yaşamıyor. Yani biz gerekli tedbiri aldık dedi. İşte abimler geldi böyle marş söyleye söyleye falan. Çıktı. Sarıldık marıldık. Herkes kendi ailesinin arabasına bindi. Ama bir şey olduğunun farkındaydık. Bir güvenlik çemberi vardı etrafımızda. Birdenbire böyle önümüze arkamıza 3 otomobil daha girdi. Yani abimin silahlı arkadaşları vardı içinde. Hasköy'e böyle bir şey, ABD başkanı konvoyu gibi bir konvoyla girdik falan böyle. Böyle bir hapishane hikayesi vardı. 78'de sıkıyönetimle aranmaya başlandı. O aile için bir kabusun başlangıcı gibiydi aslında. Evimiz neredeyse haftada 2 gün basılıyordu. Yani polis basıyor, asker basıyor, bazı geceler 2 kere basıldığına tanık oldum. İşte geliyorlar abimi soruyorlar. O da gelmiyor aranıyor zaten eve 00:21:00gelmiyordu. Acayip şeyler yaşadık o dönem işte ne bileyim mesela babamı dövdüler. Ağzı rakı kokuyor diye tokatladılar. Annem namaz kılıyordu yani dini bütün biriydi, onu seccadesinin üstünde tepindiler "senin kıldığın namaz kabul mu olur moskof karısı" falan diye. Bir de annem yani göçmeniz ya bir de masmavi gözleri vardı. Polis, anneme hep "Tito" derdi polisler. Ondan sonra ablamların işte iç çamaşırlarının olduğu yeri özellikle böyle sırıtarak alıp dökmeler filan böyle. Bir de o dönemin değer yargılarını düşünün işte. Bugünkü gibi değil. Baya bir tacize dönüşmüştü bu aramalar.

00:22:05 - Kendisinin Tutuklanışı

Play segment

Partial Transcript: Bir keresinde denk getirdiler abim evdeyken birisi ihbar etmiş. Yani üstünü değiştirmeye, banyo yapmaya falan gelmişti. Birden ev basıldı böyle işte polisler, biliyorlar abim içeride. Kaçırmayı başardık yakalayamadılar yani. Evde olmadığına inandırdık polisleri. O kadar tecrübeli hale gelmiştik artık yani. Bu ev baskınlarının en büyük şeyi bizim için yani kışın çok kitap yakdık yani ablam da ben de politik insanlardık. Yani politik mücadelenin içerisinde aktif olarak yer alıyorduk. Ben liseli Dev-Genç'liydim. Eve kitap okumak yani devrimciliğin şeyiydi okumak, öğrenmek istiyoruz eve kitap getiriyoruz ama her getirdiğimiz kitap devlet gözünde sakıncalı, örgüt üyeliğine delil sayılıyor. Ablamla bazen konuşuruz böyle İkbal'le. Ya kaç mesela Mahir Çayan'ın "Bütün Yazılar" diye bir kitabı vardı bütün yazılarının toplandığı. Kaç "Bütün Yazılar" yaktık hatırlamıyoruz. Yani getiriyorduk, okuyorduk sonra yakıyorduk. Çünkü ev basılır başımız belaya girer diye. Böyle geçti. En son 80'in 1980'nin mayıs ayında bir sabaha karşı ev basıldı. Annem açtı gene saat 5 civarı filan. "Hayri evde yok" dedi. Polisler dedi ki "Faruk evde değil mi?" Beni aldılar bu kez. O zaman sıkıyönetim olduğu için gözaltı süresi 15 gündü. Ama 25 gün 00:24:00kaldım. Onun 10 günün yok saydılar veya 1 haftasını yok saydılar. Tam hatırlamıyorum. İlk önce 2. şu Sirkeci'de 2.Şube'ye götürdüler. 1 hafta orada kaldık. Tek değildim ben işte 4 kişiydik. Çok ağır işkenceler gördük ve şey işkence yapmayı da bilmiyorlardı. Öldürüleceğiz diye korkuyorduk yani. Çok kaba davranıyorlardı. Oradan sonra bizi baş edemediler bizle. Siyasi Şube'ye gönderdiler Gayrettepe'ye. 15 gün orada sorgulandık. Sonra işte hatta o dönem bilmiyorum belki arşivlerde vardır bulurum da. Tercüman'a da 1.sayfada haber oldum falan böyle baya başlıklı, 2.manşet falan gibi. Lise öğrencisiyken ama tahliye edildim yani bırakıldım, savcılıktan bırakıldım. Çünkü ifade vermedim yani bir şey kabul etmedim. Diğer arkadaşlarım tutuklandı.

00:25:13 - 12 Eylül Günü ve Alınan Tedbirler

Play segment

Partial Transcript: Bırakıldıktan 1 hafta sonra filan bir daha alındım ben. Sonra babam dedi ki şey yani "sen gelme artık" eve dedi. Artık ablamlar eve gitmiyordu o polis baskınlarından yıldıkları için. Bir tek annemle babam evde kalıyordu. Abim de yoktu. Ben de işte öğrenci yurtlarında kalıyordum, arkadaşlarımın evlerinde kalıyordum. 80'in temmuzunda bir gün işte ablamla karşılaştım Aksaray'da, İkbal'le. Dediler ki, dedi ki "annemler taşındı Avcılar'a işte artık eve gelebilirsin kimse bilmiyor evi." Ben de evin tam nerede olduğunu da bilmiyorum. Avcılar'da olduğunu biliyorum. Avcılar hani az önce dedim ya bir taşra gibiydi. Hele Ambarlı'yı çok severdim bir sahil kasabası gibiydi. Balıkçılar işte balıkçı meyhaneleri, ağlar falan. Güzel bir yerdi eskiden. Hatta biz çadır kurmuştuk. Yani o kadar uzak ki gidince 1 hafta kalıyorduk. Hiç tahmin etmiyordum yani her gün gidip gelebileceğimi. Avcılar'a işte bir ahbabımız var onların evini bulacağım. Oradan beni annemlerin oturduğu eve götürecekler. Hani bu kadar hüzünlü şeyin içinde komik bir hikaye olsun diye anlatayım. O ahbabımızın evi şeydeydi, belediyenin orada. Avcılar'da E-5'in üstünde indim. Belediye nerede onu 00:27:00kestiremiyorum. Çok da iyi bilmediğim bir yer. Bir göçmen amca o göçmen kıyafetleri vardır, Bulgar göçmenlerinin mavi lacivert bir de bere takarlardı o dönem. Böyle göçmen bir amcaya dedim ki "belediye nerede?" Evi oradan bulacağım. Dedi ki işte "burada in aşağıya" dedi, "aşağıda bir beygir göreceksin" dedi "beygirin karşısında." Allah allah dedim, at, atlar var herhalde orada diye düşünüyorum. İndim aşağıya. Kahkaha atmaya başladım çünkü bir at üstünde Atatürk heykeli var. Neyse öyle buldum yani evi. Abim de eve gidip gelmeye başladı ama çok kısa sürdü. 12 Eylül işte temmuz ortaları taşınmışlar annemler oraya ve evi kaçırmışlar yani polisin falan da haberi yok. Kimse, akrabalarımızın çoğu bilmiyor. Bir tek amcam ve teyzem biliyor evin yerini. Kimse bilmiyordu yani orada bir tür çünkü annemle babam da aranmaya başlandı. Ya işte 12 Eylül sabahı annem bizi uyandırdı. İşte "ihtilal oldu" diye. Abim ve ablam evde yoktu. İkbal Ablam. Ablamın, İkbal Ablamın şeyini biliyorduk yani teyzemlerde kalmıştı. Ama tabii abimin nerede olduğunu bilmiyorduk ve açıkçası hepimizin aklından şu geçiyordu ya yakalanır mı işte ne bileyim bir şey gelir mi başına falan diye tedirgindik. Sokaklarda askerleri görüyorduk ama dediğim gibi Avcılar böyle taşra olduğu için işte gelip gidiyorlar yani şey değildi öyle geziyorlardı sokakta. Öğlene doğru veya saat kaçta bilmiyorum. Bakkal açıldı ve askerler alışveriş için izin verdiler. Bizim evin de tam karşısında bakkal vardı. Babam gitti işte gazeteleri aldı, ekmek, makarna. Yani çünkü sokağa çıkma yasağının ne kadar süreceği belli değil. Peynir ve büyük bir şişe rakı aldı. Zorunlu ihtiyaç maddeleri. Evde kitapları vardı çünkü ev şeydi, güvenli bir evdi, kimse bilmiyor diye artık kendi okuduğumuz kitapları getirmiştik. Cemile Ablam onları büyük bir cesaretle o gün müydü, ertesi gün müydü tam 00:30:00hatırlamıyorum yani sokağa çıkma yasağı. Çünkü cumaydı 12 Eylül olduğunda. Cumartesi Pazar sokağa çıkma yasağı devam mı etti hatırlamıyorum ama askerler her yerdeydi. Ablam o kitapları evden çıkardı. Güvenli bir yere götürdü. Büyük bir cesaretle. 12 Eylül günü işte televizyon açıldı işte Kenan Evren'in konuşma yapması bekleniyor. Babam evde gene alkol kullanmazdı yani alkol kullanırdı, akşamları içerdi ama meyhanede içerdi. Evde asla içmezdi hani çocuklara kötü örnek olmasın diye herhalde. Ama o gün işte rakıyı açtı, beyaz peynir falan bir şeyler koydu. Kenan Evren'in konuşmasını bekliyordu işte rakı içti. Çok sinirlendi. Küfrediyordu falan işte o cuntaya. Ben de hayatımda ilk defa rakıyı o gün içtim. 16 yaşımdaydım. Babamdan kalan rakıyı içtim. Çok tedirgin geçirdik. Sonra sokağa çıkma yasağı bitince ablam geldi. 1 gün sonra abim geldi falan. İşte ne olacağını tartışıyorduk kendi aramızda. Bir süre sonra işte operasyonlar başladı. İnsanlar yakalanıyor işte idamlar başladı vesaire. Tedirgindik.

00:31:48 - Abisi Hayrettin Eren ile Son Buluşmaları

Play segment

Partial Transcript: Şeyi hatırlamıyorum, tam 12 Eylül sonrasıydı sanırım veya 12 Eylül'e giden günlerde mi-- Ama benim hafızamda hep son görüş gibi geliyor. İşte abim geldi bir gün eve. Dedi ki yani bayram mıydı bir şeydi bilmiyorum da evde başkaları da vardı. Çıktık Avcılar'dan. Şeye gittik, sinemaya gitmeye karar verdik abimle. Önce İncirli'de. O zaman Bakırköy'le İncirli arasında sinemalar vardı. Beğenmedik hiçbir filmi. Dedi ki "gel" dedi "Beyoğlu'nda film izleyelim." Dedim ki "Abi emin misin? Yani biz Beyoğluluyuz sonuçta yani tanıdık çıkar bir şey olur" falan. "Ya gel ya falan" dedi. Geldik Beyoğlu'na. Emek Sineması'na gittik. Bir Peter Sellers'ın Pembe Panter filmi ama hangisi bilmiyorum, hatırlamıyorum şimdi. Çok güldük filmde. Çıktık Aksaray'a 00:33:00gittik. O zaman Aksaray'da birahaneler vardı. Yani her yerde birahane, birahane kültürü vardı yani öyle yaygın biçimde. Bir birahaneye girdik. İlk defa abimle bira içtim. Hatta şeyler vardı böyle hala bazı büfelerde falan olur böyle iple bağlanmış, yuvarlak plastiklere işte patates tava, bilmem işte haydari falan. Mezelerin ismi yazar yani. İşte bana söyledi "ne yersin" dedi. Ben işte patates istedim. Bir de ağa ciğer yazıyor. "Ağa ciğer ne abi" dedim. Dalga geçti benimle. "Akciğer" dedi falan böyle. Böyle bir son şeyimiz o oldu.

00:34:00 - Hayrettin Eren'in Gözaltı Haberi

Play segment

Partial Transcript: Bir süre sonra da abimin eve gelmeyişi uzadı. Yani normalde 2 gün 3 günde 1 gelirdi. Bir de şöyle bir hissiyat vardır. Hissediyorsunuz yani bir şey oldu, kötü bir şey oldu. Sonra işte bir arkadaşıyla buluştuk abimin ve öyle bir şey ki darbe olmuş, hepimiz aranıyoruz. Ne olacağı belli değil filan. Abimin arkadaşını gördük, dedi ki "Hayri tutuklan, şey gözaltına alındı. Ama işte şey yapmayın bir şey yapmayın çıkıp cezaevine gider, şu anda konuşmuyor eğer siz aramaya kalkarsanız hani sizi de alırlar konuştururlar" vesaire gibi. Biz de ablamla dedik ki şimdilik söylemeyelim bakalım annemlere. Ama kara haber çabuk yayılır. İşte abimin bir başka arkadaşı babama söylüyor. Babam eve geldi. (Ağlıyor) Yani o sahne hiçbirimizin şeyinden gitmez. İşte anneme şey dedi işte "Hayri yakalanmış." Bir sedye gibi yatak gibi bir şey vardı salonda işte onun üstüne düştü. Yani bir çocuk gibi uzandı böyle yüzü koyun. 00:36:00 Yüzünü kapadı, ağlamaya başladı.

Evet hepimiz evdeyiz ve babam "oğlum öldürecek" diye ağlıyordu. Annem ya işte hani "Kemal sakin ol işte cezaevine gider, orada ziyaretine gideriz" falan diyordu. Biz de aynı şeyleri söylüyorduk ama babamın öngörüleri haklı çıktı.

00:36:46 - Hayrettin Eren'i Arayış Süreci

Play segment

Partial Transcript: Ertesi gün şeyi öğrendik işte abim bir arkadaşıyla Saraçhane Geçidi'nde, Haşim İşcan Geçidi'nde bir arkadaşıyla buluşacak. Polis bu randevuyu önceden haber alıyor. Daha doğrusu yapmaması gereken bir şey yapmış bir eve not bırakmış işte "şu gün şu saatte şuraya gel" diye. Ev basılmış, polis o notu bulmuş. Ondan sonra oraya karakol kurmuş. İşte arabayla gidiyor işte babamın otomobiliyle. Polis oradan alıyor abimi, yakalıyor. Karagümrük Karakolu'na götürüyorlar. Oradan da Siyasi Şube'ye gönderiliyor. Bunu öğrenince annem Karagümrük Karakolu'na gitti. Orada gözaltı defterinde adını görmüş. "Teyze" demişler "hani biz onu Siyasi Şube'ye gönderdik." Aynı gün Gayrettepe'ye gidiyor, Siyasi Şube'ye işte kapı orada tabii içeri sokmuyorlar. Kapıda polis içeri soruyor, geliyor "yok" diyor "biz Hayrettin Eren diye birini gözaltına almadık." Ama o bahçede bizim arabayı görüyor, otomobili. İşte diyor "arabamız burada bu buradaysa oğlum da buradadır" falan. Tartaklıyorlar annemi. Yolluyorlar oradan. Ertesi gün tekrar Karagümrük Karakolu'na gidince gözaltı defterinden o sayfanın yırtıldığını görüyor. Baya yırtmışlar yani. Aslında niyetleri belli o dönem ama biz yine de bir gün cezaevinde görürüz 00:39:00diye düşünüyorduk ki gözaltı süresi biliyorsunuz 90 gündü yani 3 ay. Çok uzundu. 12 Eylül'den sonra. Cezaevlerini dolaşmaya başladık. Üstelik bunu aranırken yaptık. Sahte kimliklerle cezaevlerine giriyorduk ablamla ben. Arkadaşlarıyla görüştük. En şey hazin olan şuydu tabii, bir Hasdal Cezaevi'ne gittik. Orada yani cezaevi olarak tasarlanmamış bir askeri birlik aslında orası. Ziyaretçiler böyle işte bir alana toplanıyor ama oradan tutukluları görüyorsunuz. Kimlik filan içeri girerken veriliyor işte biz de o kalabalığa karıştık. Arkadaşlarımız çıktı pencerelere, tanıyorlar. Çok tuhaf hani Faruk diye seslenemiyorlar tabii. İkbal diyemiyorlar. Ama o acayipti işte abimle birlikte yakalanan arkadaş çıktı cama o bizi gördü. Sigara içiyordu. Sigarayı aşağıya attı. Askerler böyle önde şey yapıyorlar hani tüfekle duruyorlar, oraya yaklaşmamızı istemiyorlar. Sigarayı attı biraz uzağa, ben gittik sigarayı attım. Yani biliyorum ki içinde bir şey var. Bir not var içinde işte küçücük bir şey, pelür kağıdına şey yazmış aslında o sigara değil yani. Not yazmış işte abimin çok ağır işkenceler gördüğünü, 8-9 günden sonra abimi bir daha görmediklerini, öldürülmüş olabileceğini yazıyordu. Artık biz anladık yani ama niye yani cesedi vermiyorlar?

00:40:49 - 82'de Tekrar Gözaltına Alınması

Play segment

Partial Transcript: Sonra tam 2 yıl sonra, 82 Kasım'ında ben gözaltına alındım, yakalandım bir yerde. Ben yakalanınca artık polis evimizi de biliyor oldu. İkbal'e hiç dokunmadılar örneğin. Bu bile aslında suçlu olduklarını gösteriyordu. Çünkü polis evi bastığında, bizim evi, ablamın o söylediğim kimliklerini buldular. Bir tanesini mesela. O bir normalde alınır işte örgüt delili olarak bile gösterilebilirdi hani. Ama bu kimlik ne dediğinde söyledim ben işte "abimi aramak için kullanıyorduk bunu." O kimliği bile 00:42:00 yok ettiler. Yani bırakın ablamı yargılamayı filan. Ablam öğretmenlik yapıyordu o dönem mesela. Devlet memurluğuna devam etti. İşte benim, ben tutuklanınca hani ailede, annemde babamda şöyle bir şey var hani "bir oğlumuzu kaybettik, öbürünü koruyalım bari." O şey de gitti artık. Ben cezaevindeydim. Hem ben mahkemelerde, çıktığım her mahkemede abimi soruyordum. Annem babam dilekçeler vermeye başladı. Her yere yani Milli Güvenlik Konseyi'nden Adalet Bakanlığı'na, İçişleri Bakanlığı'na. Hatta ben çıkınca gördüm onu vermiş mi bilmiyorum ama Diyanet İşleri Başkanlığı'na dilekçe yazmış babam yani evde gördüm ben onu. Muhtemelen yazdı ama vermedi. Hani bu yaptığınız Müslümanlığa sığar mı yapılan gibi bir şey yazıyordu. Bir tek Milli Güvenlik Konseyi'nden ve İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı'ndan cevap gelmişti. Gelmiş işte "Hayrettin Eren isimli şahıs aranmaktadır. Yakalanmadı hiç" diye. Tabii Metris'teydim yani büyük bir direniş vardı Metris'te. Sık sık açlık grevleri yapıyorduk. Gayrettepe'ye yani Siyasi Şube'de kaldım. O zaman 45 güne inmişti gözaltı süresi. Ama 45 günü de tamamlatmadılar ama çok ağır işkenceler gördük. Oradan Selimiye'ye götürdüler. Selimiye Kışlası'na işte bir hafta falan orada kaldık. İşte o ifade, savcılıktaki ifade işlemlerimiz filan bitince Metris'e götürdüler ve oradan tahliye oldum.

00:43:44 - İşkence Süreci ve Sorumlular

Play segment

Partial Transcript: Hayır. Ben söyledim. "Yok" deyip geçiştirdiler. İşkence yapanların hepsini tanıyordum. Bazılarının isimlerini biliyordum. Çünkü yani örgütlere göre timler ayrılmıştı. Bize, bizimle ilgilenen tim hem aynı zamanda işkence yapan hem de operasyonlara katılanlar yani daha önce 80 öncesi, bizim evimize baskına gelen insanlardı. Bir de ben 80 öncesi de yine uzun bir gözaltı süresi yaşamıştım hani aynı tim tarafından işkence görmüştük gene. İşte bir tanesi mesela tim Aydın Barış'tı sanırım. Öldürüldü sonra o. Fikret Işınkaralar diye biri vardı. O daha sonraki 00:45:00süreçte yani aradan yıllar geçtikten sonra bile birçok cinayette adı geçti onun. Birçok faili meçhul olayda. Hatta Ayhan Çarkın'ın ifadelerinde filan da geçer. Büyük bir katildi aslında. Devletin katiliydi. Yani şeyler, polislerle öyle direkt bir şeyimiz de olmuyordu. Biz sohbet edecek halimiz yok yani. Onlar bizden birtakım bilgiler istiyor. Arkadaşlarımızın yerlerini istiyordu. Biz de vermemeye çalışıyorduk. Yani bir diyalog kuracak şeyimiz de yoktu zaten. İnanılmaz-- İşte o 40 gün boyunca anlatması bile işkence olan şeyler yaşadık. Bir ölüme tanıklık ettim. İşte biz aşağıda hücrelerde kalıyorduk. Çok sayıda insan vardı. Küçük küçük hücreler. Ufacık hücrelerde 6-7 kişi kalıyorduk. Bir de tam anayasa oylaması öncesiydi. O yüzden gözaltında daha fazla insan vardı. İşkenceyi üst katlarda yapıyorlardı. Sorgu odaları vardı. Durumu ağır olanlar yani politik konumu veya işte hiç konuşmayan yani tabii politik konumdan dolayı. Onları hücrelere de indirmiyorlardı. O sorguların yapıldığı yerde işte elleri kalorifer borusuna kelepçeli, öyle yaşıyorlardı onlar. Bu acayip bir şey yani. Düşünsenize birileri 90 gün öyle yaşamış yani. Hatta şunu da biliyoruz biz 12 Eylül'ün ilk dönemlerinde o 90 günlük gözaltı süreleri uzatılabiliyordu. Bir 90 gün daha, bir 90 gün daha yani neredeyse 1 yıl insanlara işkence yapıyorlardı.

00:47:01 - Mustafa Hayrullahoğlu'nun İşkencede Öldürülüşü

Play segment

Partial Transcript: Biz oradayken işte sorguya çıktığımızda tabii sorgu dediğiniz işte işkence ve çığlıklar duyuyorsunuz. Gözünüz bağlı ama çığlıklar duyuyorsunuz yani işkence sesleri. Bir-- Ben 18 yaşındaydım o zaman. Bizden büyük abinin sesi geliyordu. Konuşmuyordu. TKP'li yani Türkiye Komünist Partisi'nden biri. İsmini bilmiyorduk. Ama direniyordu hiçbir şey söylemiyordu. Sonra bir gün 00:48:00sorgudayken biz hani sorgu sırası beklerken, hayattayız, gözümüz bağlı ama hani alttan şöyle şey görebiliyorsunuz yani. Bir telaşlandı polisler. Kahverengi bir battaniyeyle 4 polis bir ceset taşıyor. Cesedi görmedik tabii ama yani anlaşılıyor. Mustafa Hayrullahoğluymuş o. Onu da cesedini vermediler ailesine. O da gözaltında kayıptı. Ama Mustafa Hayrullahoğlu için özellikle yurt dışından büyük kampanyalar yapıldı falan. Baskı kuruldu iktidar üzerine. Kasımpaşa'daki Kimsesizler Mezarlığı'na gömüldüğü anlaşıldı. Yerini, gömüldüğü yeri açıkladılar o zaman. Muhtemelen abimi de oraya gömdüler. Ama tabii bizim şey yapma şansımız yok. Yani böyleydi.

00:48:53 - Cumartesi Anneleri'nin Mücadelesi

Play segment

Partial Transcript: İşte Metris'e gittik. Sonra o Metris'te yani biz içeride direnirken ailelerimiz de dışarıda bir direniş başlattılar. Hatta işte o direniş, özellikle kadınlar tabii, o direnişten işte İnsan Hakları Derneği doğdu. TAYAD oradan doğdu. Annem işte biz mesela, bizim için bir sürü annem, sadece benim annem değil bütün anneler işte Ankara'ya gidiyorlar, bakanlıklarla görüşüyorlar veya işte gazetelere gidiyorlar hani böyle bir şeyleri var. Aktif bir insan hakları mücadelesi veriyorlar. Ama annem aynı zamanda kayıp oğlunu da arayan bir anne yani onun dilekçelerini de veriyor işte belki de herhalde kayıp, kayıplara karşı mücadeleyi ilk başlatan kadın tek başına hani. Sonra işte ben 86'nın başında çıktım, tahliye oldum. Toplam 36 ay hapishanede kaldım. İşte ben tahliye olduktan sonra savcılığa artık hani 12 Eylül'ün şeyi sürüyordu ama resmen çünkü artık seçimlere gidilmiş, Ana Vatan Partisi tek başına iktidara gelmiş falan öyle bir dönemdi. Savcılığa suç duyurusunda bulunduk. Emniyet müdürü-- Dönemi tabii, abimin dönemindeki emniyet 00:51:00müdürü, müdür yardımcısı, Mehmet Ağar filan hakkında. Savcı bizi çağırdı. Babam ablam ben gittik diye hatırlıyorum. Savcı zarf attı zaten. Böyle bana şey diyor mesela "Faruk" diyor "sen içerden yeni çıktın bilirsin, belki yurt dışına kaçmıştır. Örgüte bir sorsana" falan diyor bana. Ben de "ne örgütü" filan dedim. Sonra babamı çağırdı bir daha. Bir süre sonra. Şey dedi mesela o dönem "yapılmıştır biliyorum işkence var ama bir şey yapamıyoruz" filan demişti savcı. Sonra babama şey demiş, "ya ben böyle bir dava açamam yani hayatım kararır" filan gibi laflar etmiş ve kovuşturmaya yer olmadığı kararı verildi. O günden beri de işte-- Daha sonra tabii gözaltında kayıplar daha çok artmaya başladı hani 12 Eylül'den daha fazla. Kat kat fazla. 80'lerin sonu ve 90'larda. İşte 95'in mayısıydı galiba. İlk oturma eylemi başladı Galatasaray'da. Biz ilk oturan ailelerden değildik. Biz ilk ailecek gidiş-- Ben gidiyordum da. Annemle gidişimiz 95'in kasımında yani abimin kaybedilişinin yıldönümünde ilk gittik oraya. Ondan sonra annem sık sık sağlığı el verdiğince. İşte bir cumartesi annesi oldu. Biz de hani ben de hani İHD üyesiydim çıkınca. İşte yine insan hakları mücadelesi. Aynı zamanda gazetecilik yapmaya başladım. Böyle.

Ya işte ben Beyoğlu'nda oturduğum için o dönem annem ayrı geliyordu. Avcılar'dan kendisi geliyordu. Burada, Galatasaray'da buluşuyorduk ya da İHD'de. İlk gelişimiz işte kasımın, 95 kasımdı. Abimin kaybedilişinin yıldönümüydü. İşte ben önceden abimin fotoğraflarını almıştım işte çıktılar almıştım. Onları yapıştırmak için erken gittim işte Evrensel Kültür'de oturuyordum. Orada Metin'le karşılaştık. Metin Göktepe'yle. Birlikte hazırladık işte elimizde tuttuğumuz fotoğrafları. Hatta o haftanın fotoğrafını çeken muhabirlerden biriydi işte Metin. 00:54:00İşte Metin'i de 2 ay sonra kaybettik. Yani ocakta. Hatta Metin Göktepe için hazırlanan kitapta Metin'in çektiği işte annemle benim birlikte olduğumuz fotoğraf da var. İşte annem hani gelebildiği zaman direkt doğrudan Galatasaray'a geliyordu ya da İnsan Hakları Derneği'ne gelip oradan, diğer kayıp yakınlarıyla Galatasaray'a geliyordu. Biz süre sonra tabii şey oldu, yürüme problemi çekmeye başlayınca ki bu zaten aslında 2 oturma dönemi vardır Cumartesi Annelerinin. Yani bir 99'da büyük bir şiddet dalgası oldu ve durduruldu. Çünkü her hafta gözaltı oluyordu. Artık meydana bile gidilmeden. Hani işte kafelerden falan insanlar alınıyordu. O dönem durduruldu bir ara verildi eylemlere. Sonra 2000'lerin ortasında tekrar başladı. Oturma eylemi. Artık işte o dönem annem geliyordu ama zor yürüyordu. İşte genelde ablam getiriyordu arabasıyla. İşte Hazzo Pulo'da oturuyorduk. İşte arkadaşları geliyordu abimin, sohbet ediyorduk veya diğer kayıp yakınlarıyla sohbet ediliyordu. O, onun çok hoşuna giden bir şeydi bir yandan da. Gelemediği zaman da işte televizyonlardan falan takip etmeye çalışıyordu ve her eylemden sonrası arardı. Yani bir de işte gelemediği zaman diğer kayıp yakınları işte Avcılar'da oturanlar özellikle sık sık annemi ziyaret ederdi yani öyle bir dayanışma da vardı. Bir de işte şallar örerdi ve bütün kayıp yakınlarına neredeyse hediye etmişti o şalları. Böyle yani. Tabii işte 2 yıl önce kaybettik annemi. Cenaze töreni de çok-- Tabii ben hepsini hatırlamıyorum sonra izledim çeken gazeteci arkadaşlar işte, işte çok etkileyici ve samimi bir cenaze töreniydi. Yaşayan bütün 00:57:00 Cumartesi Anneleri gelmişti. Etkileyici bir törendi.

00:56:46 - Yargı Süreci

Play segment

Partial Transcript: Yani şöyle bir 12 Eylülcülerin yargılandığı bir mahkeme vardı Ankara'da. Oraya müdahil olmak istedik ama müdahilliğimiz reddedildi. Yani başka da bir şey-- Bir de şöyle tabii bizim aile açısından hani şu şey yaşandı. Şimdi o süreci anlattım mı bilmiyorum ama şimdi abimle ilgili yıllarca aslında bir tür işkence sürdü. Yani nasıl oldu-- İşte seçim oluyor, abimin seçim kağıdı geliyor eve. Babam ölmeden 1, 1 buçuk yıl önce annemle babamı karakola götürdüler işte oğlunuz asker kaçağı diye. Yok işte mesela eve diyor ki yeni kimliği, nüfus kağıdı yokmuş onun diyor. Fotoğrafıyla gelsin nüfus müdürlüğüne başvursun falan. Yani unutmanızı da izin vermiyorlar. Özellikle şey, ilk başlarda köye gidince yani biz Bigalıyız, Çanakkale Biga'nın köyündeniz. Orada dedemler yaşıyordu. Annem her gittiğinde neredeyse jandarma gelip alıyordu annemi işte ifade alıyordu filan öyle. Çünkü belli ki köyden birileri de rahatsızlık versin diye ihbar ediyor filan. Bu tür şeyler yaşandı. Yani yarayı kanatan şeyler bunlar. Babam ölünde, 2012'de kaybettik babamı. Şimdi birtakım yapılması zorunlu hukuki işlemler var yani veraset işlemleri işte. Yapmazsanız ceza yiyorsunuz zaten vesaire işte. Ev var evin, şimdi bir miras işlemi yapmaya çalışıyorsunuz diyorlar ki "Hayrettin Eren nerede?" O yüzden biz mahkemeye başladık ve gaiplik kararı aldık. Yani aslında resmen kayıp sayılıyor abim devlet gözünde de. Ama bu tabii gözaltına kayıp sayılmıyor tabii. Kayıp. Ama en azından bu kararla işte seçmen kağıdı gelmesini vesaireyi de engellemiş olduk. En azından annem o şeyleri çekmedi. Onun dışında artık bir yargılama süreci yok.

00:59:34 - Cumartesi İnsanları'nın Yargılanma Süreci

Play segment

Partial Transcript: Biz yargılanıyoruz şimdi tuhaf biçimde. Ya bizim yargılanmamız da şöyle, 01:00:00 700.hafta yani o dönümler yani 500, 600.haftalar, 400.haftalar miting gibi olmuştu o çok kalabalık oluyordu Galatasaray'daki oturmalar. 700.haftanın da çok kalabalık olacağı belliydi. İnsanlar ya zaten nefes alamıyorlar hani orası bir şey alanında, mücadele alanı. Biz erken gittik gene hazırlıkları yapmak için falan. 10'da filan oradaydım galiba. Daha 10'da polis bizi oraya sokmamaya, dağılmaya zorlamaya çalıştı. Biz de "ne oluyor hani her hafta oturduğumuz ne oluyor?" "Yasak" dediler. Biz de direndik. Sonra bizi aldılar. Yani tartaklayarak, şiddetle gözaltına aldılar işte ters kelepçeyle saatlerce tutulduk. Yani belirli bir yaşın üzerinde baya bir sorun oluyor ters kelepçe. İnsanları çok kötü dövdüler yani bizden sonra da Vatan Emniyeti'ne götürdüler yani üstü başı parçalanmış, yüzü gözü kan içinde insanlar var. Serbest bıraktılar bizi aynı gün. Ama bir süre sonra hakkımızda dava açıldı. Dava sürüyor hala. Yani o davayı ne yapacaklarını da bilmiyorlar çünkü işte toplantı ve gösteri yürüyüşü yasasına muhalefetten yargılanıyoruz. Ama biz zaten söylüyoruz "biz her hafta oradayız" diyoruz yani ilk defa değil. "Gene gideceğiz" diyoruz. İşte geçen 900.haftaydı. Bu sefer ablamın da aralarında bulunduğu hani ben yoktum işte Eren Keskin, Öztürk Türkdoğan yani İHD başkanları, avukatlar, kayıplar gözaltına alındı yine. 20 civarında insan. Onları da dava açılacaktır muhtemelen. Yani açılmayabilir de bilmiyorum. Dava süreci de çok tuhaf yürüdü yani gerginlikler yaşandı, bizi çıkardılar duruşmadan falan. En duruşmadan işte hakim ileri bir tarihe attı duruşmayı ve kapatırken şey dedi, "ben o dönem burada olmayacağım." Sevindi yani bu davadan kurtulduğuna. Bilmiyoruz 01:03:00yeni gelen hakim nasıl bir tutum izleyecek. Bizim için şey de değil yani oradan istenilen. İdam isteseler bile biz gene gideceğiz yani taleplerimizden vazgeçmeyeceğiz. E tabii şey yani biz bizlerle ilgili bir dava açılmalı yani hala talep ediyoruz biz onu ama ya biz tanık olmalıyız. Yakınlarımızın akıbetini araştıran işte mezar yerlerine bulan, gösteren, failleri yargılayan duruşmalar olmalı. Bu olmadan da yara ortada hep kanayarak kalacak.

01:03:21 - Helalleşme

Play segment

Partial Transcript: Ya biz helalleşmek eğer şuysa işte demin o yargılama sürecindeki şey yapılacaksa yani yakınlarımızın mezarları gösterilecekse, sorumlular adalet önüne çıkarılacaksa biz zaten bunu talep-- hakikat istiyoruz biz. Hakikat ve adalet. Helalleşmeden kasıt oysa. Tamam. Ama "oldu bitti işte kusura bakmayın" türünde bir helalleşmeyse biz asla bunu kabul etmeyiz tabii ki.

01:03:54 - 12 Eylül'ün Toplumsal Hasarı

Play segment

Partial Transcript: Neler yapmadı ki. Ya bir kere 12 Eylül'ün hala daha devam eden o kadar büyük bir etkisi var ki yani siyasi partiler yasasından sendikalar yasasına kadar hayatımızı olumsuz etkileyecek bir sürü şeyi değiştirdi. Türkiye'nin tabii ekonomik modeli değişti, anayasası o 60'ta yapılan ve nispeten özgürlükçü olan ama arada 12 Mart vesaire budanmış olmasına rağmen yine de var olan anayasa, 12 Eylül'ün getirdiğinden kat kat iyiydi. Baskıcı bir anayasayla idare edildi toplum. Kişisel olarak tabii değerlilerimizi aldılar. İşte işkencede öldürüldüler, idam edildiler, vuruldular. Bir sürü arkadaşımızı, dostumuzu kaybettik. Solu-- Hakikaten 12 Eylül öncesi görkemli bir sol hareket vardı Türkiye'de. Evet, bölünmüştü, eleştirilecek çok yanı vardı. Ama güçlü ve kalabalık bir sol hareket vardı. Yani bu sadece gençlik içinde değil. İşçi sınıfı içinde de. İşte DİSK'i kapattı. Sendika liderlerini yıllarca içeride tuttu, idamlar yargıladılar DİSK'in yöneticilerini, hatırlarsınız. Bir daha DİSK o gücüne asla gelemedi çünkü örgütsüz 01:06:00bir toplum amaçladılar ve bunu yarattılar. Yani toplum örgütlenmekten kaçıyor. Öyle bir öcüymüş gibi şey yarattılar. Kürt sorunun da biz tabii burada kendi şeyimizi anlattık ama Diyarbakır'da, diğer Kürt illerinde yapılanlar korkunçtu. İnsanlar dağa çıkmak zorunda kaldı yani. Ben bir sürü şey yani seçim barajından tutun da birçok şeye kadar, hayatınızı hala etkileyen ama bana kalırsa en büyük şey şu, yarattığı örgütsüzlük hali. Örgütlenmeden çekinmesi, örgütlü olmanın kötü bir şey olarak algılanması toplum tarafından. Bunu sağladı. Hani az önce anlattım işte kitap meselesi yani düşünsenize yakalanın herkesin önüne evindeki kitapları diziyorlar, üzerine de sizde yakalanmış veya yakalanmamış fark etmez bir silah koyuyorlar bir de işte 45 gün, 90 gün gözaltında kalıyorsunuz. Erkekseniz sakallarınız böyle uzuyor, perişan haldesiniz. Kadınsanız saçınız başınız dağınık. Kitapların arkasına böyle diziyorlar sizi ve topluma işte "teröristler yakalandı, anarşistler yakalandı" diye sizi sundular. 12 Eylül boyunca. Onu gören toplum kitap okur mu yani. İşte Dostoyevski'nin Suç ve Ceza'sını da koyuyor, Gorki'nin Ana'sını da koyuyor. Ne bileyim işte Marx'ın Kapital'ini de koyuyor ama bir suç unsuru, aleti gibi gösterdi yıllarca kitabı. Yani böyle bir toplum yaratıldı işte. Tabii YÖK var, 12 Eylül'ün üniversiteleri mahvettiği. Yani yarattığı hasar saymakla bitmez diye düşünüyorum.

01:07:54 - Geçmişle Yüzleşmenin Önemi

Play segment

Partial Transcript: Yani toplum hatırlamalı. Yüzleşmeden olmaz zaten. Yani bu toplumdaki sürekli yeni sorunlar ekleniyor, yeni acılar ekleniyor ve hepsi halının altına süpürülüyor ama halı artık havada. Yani o geçmişin acılarıyla yüzleşmeden bu toplumda demokrasi, barış sağlanamaz. Yani unutarak hiç sağlanamaz. Unutursak bir daha yaşanır hepsi. Yaşanıyor da. Yani bizim mesela en büyük korkumuz, mesela Cumartesi Annelerinin en büyük başarısı neydi? Gözaltında kayıp politikalarını durdurdu. Yani bizi orada ilk oturduğumuzda bile halen insanlar kaybediliyordu. İşte "sağ alın sağ 01:09:00verin" diye işte acil çağrılar veriyorduk o dönem hatırlarsanız. Ama o mücadele öyle bir boyuta geldi ki durdu bir süre sonra gözaltında kayıplar. İşte 15 Temmuz'dan sonra tekrar İHD'ye yeni başvurular gelmeye başladı. Eğer hesaplaşmazsak, unutursak tekrar yaşanır, bütün acılar. Yani sadece gözaltında kayıp yakınlarının değil, katliam mağdurlarının yani herkesin. O yaşanılan bütün acılar tekrarlanır.