https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview115075.xml#segment0
Partial Transcript: Ben, Artvin Şavşat Yukarı Koyunlu Köyü'nde doğdum. 1963 yılında. Sonuçta bir köy çocuğuyuz, köy koşulları içerisinde yaşadık. Doğa, hayvanlar. Babam sonuçta çiftçilik yapardı. Hayvancılıkla uğraşırdı. Ekonomik olarak fena değildi yani orta seviyede bir ailenin çocuğuydum. Evet.
İlkokulu halam öğretmen olduğu için onun yanında okudum. Adapazarı Hendek'te okudum. Daha sonra tekrar Şavşat'a geldim. Şavşat'ta ortaokulu, liseyi Şavşat'ta okudum. Kardeşlerim var tabii. Biz 6 kardeşiz. Bayağı kalabalık kardeşiz. Sonuçta babam hepsini, bütün çocukları okutmaya çalıştı. Aşağı yukarı hemen hemen bütün kardeşlerim o koşullara rağmen, ki Artvin özellikle Şavşat özellikle okuma açısından bütün aileler çocuklarını okutmaya çalışır. Benim ailem de aslında geçmişten beri ta halalarım, amcam, bütün sülalede aşağı yukarı özellikle yüksek düzeylerde bir okuma oranı söz konusu. Bütün kardeşlerimi, en büyük, en büyüğü benim 6 kardeş içerisinde. Bütün kardeşlerimi babam bütün zorluklara rağmen okutmaya çalıştı. Hepsi okudu. Aslında bir gelenek, aslında bizde bir gelenek bu. Aslında Şavşat da öyle. Köyler de aşağı yukarı öyle. Bu çok daha bir, bir çeşit aslında ekonomik anlamda insanların kendi kurtuluşu olarak da okumanın, eğitimin özellikle eğitime ulaşıp belirli düzeylere gelebilmenin fırsatı olarak görüldü. Görülüyordu daha doğrusu. Dolayısıyla daha fazlasıyla önem verilirdi. Bütün ailelerde aslında bu söz konusu. Bütün aileler çocuklarını ne yapıp yapıp okutup en azından ekonomik olarak kendi yaşamlarını kurtarmaya çalışırlardı. Bizde de aslında gelenek öyleydi. Orta-- İlkokuldan sonra ortaokula geldik, Şavşat'ta okudum onu da. Daha sonra lise ve liseyle beraber 00:03:00 zaten daha okuma olanağını aslında bir çeşit cunta dönemine geldi. Askeri faşist cunta dönemine geldiği için kesintiye uğradı. Daha sonradan devam ettik.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview115075.xml#segment200
Partial Transcript: Aslında yani Türkiye'nin genel özellikle 70'li yıllar Türkiye'deki politikleşmenin en yoğun olduğu dönem. Yani Türkiye özellikle 12 Mart Darbesi sonrasında çok yoğun bir politikleşme atmosferine girmişti. Ben o politikleşme atmosferini daha çok ortaokul son sınıfta aşağı yukarı hissetmeye başlamıştım. Çok ilginç bir nedeni var bize bir tarih öğretmeni hocamız vardı. Tarih hocası bize sonuçta hani bildik resmi tarihin dışında genel tarih, tarihi nasıl okumak gerekir nasıl bakmak gerekir, olayları tarihsel olayları nasıl ele almak gerektiğine ilişkin çok alışkın olmadığımız bir yöntem öğretmeye başlamıştı. Hani bilirsiniz resmi tarih daha çok kişileri anlatır. Kişiler üzerinden olayları anlatır. Bizim hocamız, tarih hocamız toplumsal hareketler üzerinden ve okuma okutmaya çalışır, anlatmaya çalışırdı. Ve bizim aslında bütün -en azından ben kendim açısından söyleyeyim- bütün geçmişe, o anki duruma, geleceğe bakışı topyekun değiştiren bir perspektifti aslında o. Şimdi öyle bir ve çok da sevdiğimiz bir öğretmenimizdi. Onu, bir ara neden olduğunu anlamadığımız bir tarzda kendilerine o zaman ülkücü, MHP'li dedikleri gruplar tarafından saldırıya uğradı öğretmenimiz. Biz çok ciddi bir tarzda şaşırdık yani o koşullar itibariyle sonuçta ortaokul son sınıf öğrencisi. Çocuk denecek düzeyde bir insan. Bu öğretmen neden dövülür? Neden sürülmeye çalışılır? Bunun üzerine çok fazlasıyla düşündüm. Tabii bu aslında etrafıma, çevreme, çevremdeki olayın gelişmelere bakışımı, perspektifimi de aslında ister ister açtı. Dolayısıyla etrafımızdaki arkadaşlar, çevremiz, öğretmenler, arkadaşlar üzerine onlarla değişik sohbetler, konuşmalar, ilişkiler etrafında aslında sol, sol düşüncelerle tanışmaya başladım aslında. Bir şey işte onlarla aşina olmaya başladım. Aslında bu benim yani bu sol fikirlere ilgi göstermemin aslında dönüm noktasıydı. Bu olayın kendisi. Daha sonradan zaten yani ortaokul, lise yılları özellikle 00:06:00ilk başlangıç dönem itibariyle şimdi bugün hani kıyasladığımız zaman bir ortaokul öğrencisi, bir lise öğrencisi nasıl böyle politik ortama adapte olur, bunun içerisinde nasıl tercihler yapılır diye birçok insan hani konuştuğumuz zaman şaşırıyor ama o koşullar gerçekten öyleydi. Yani çok hızlı bir politikleşme vardı ve aşağıdan yukarıya doğru her taraf ve her insanı bir biçimde içine çeken bir süreçti. Dolayısıyla benim açımdan o öğretmen, tarih öğretmenimizin dövülmesi, sürülmesi bir dönüm noktasıydı, ki 70'ler özellikle, özellikle 76-77. İlk 76'da Dev-Genç diye bir dergi gelirdi. Devrimci Gençlik dergisi. Onu okurduk. Daha sonra, daha sonra Devrimci-Yol Bildirge diye bir bildirge geldi. Onu okuduk, arkadaşlarla onu tartışırdık ne der, ne diyor diye. Dolayısıyla böyle bir kendimi bir anda o lise yıllarında o politik atmosfer içerisinde buldum. Ta son yani yaşadığımız koşullarda sonuç itibariyle Artvin özellikle Şavşat'ı çok farklı bir noktaya doğru da çekmeye başlamıştı.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview115075.xml#segment446
Partial Transcript: Bu, bu daha çok şöyle bir şeydi. Onu özellikle anlatmadan geçmemek lazım. Şavşat'ta devrimcilerin özellikle bütün sorunlara müdahil olması ister istemez bütün halk tarafından da aslında çok fazlasıyla desteklenen bir yapıya dönüştü. Örneğin, bütün halkın sorunları özellikle kazada, köylülerin kazada yaşadıkları temel sorunlar olurdu. Birincisi, mahkeme sorunları. Özellikle adliyeyle ilgili çok ciddi sorunlar olurdu. İkincisi, o 77'li yıllar aynı zamanda yokluk süreciydi özellikle yağ, tuz, gaz. Bunların olmadığı süreçlerdi ve dolayısıyla karaborsanın çok yoğun olduğu bir koşullar yaşanıyordu. Bütün bu süreçlere aslında el koyarak, bir çeşit çözüm üreterek aslında o dönemin devrimcileri çözüm üreterek kitleler tarafından, halk tarafından çok ciddi bir destek de ortaya çıkmış oldu. Örneğin, köylüler arasında yıllardır süren davalar olurdu. Köy davaları, sınır davaları. Bu sınır davalarını devrimciler o köylüleri yan yana getirerek onları teker teker bütün sorunları çözdüler. Oysa 50 yıllık süren, 60 yıllık süren davalar vardı. Bu 00:09:00davalar mahkemelerin, avukatların bir çeşit köylülerden sürekli o davaları sürdürerek sürekli bir biçimde rüşvet yiyerek devam ettirdikleri davalardı. Oysa hepsi aşağı yukarı o köy sorunlarının hemen hemen hepsi birkaç ay içerisinde hepsi bitti. Çözüldü. Bugün bile aslında o çözüm, o dönemdeki çözülen sorunlar aynı biçimde devam ediyor. Hiçbir sorun çıkmadan devam ediyor. Diğer yandan özellikle karaborsa, çok fazlasıyla karaborsa söz konusuydu. İnsanlar buğday alamazlardı, yağ bulamazlardı. Stok yaparlardı büyük tüccarlar. Şavşat'a gelen bütün buğdayı, bütün nüfusa bölen tarzda ihtiyaç oranında dağıtırlardı. Stoğu engellerlerdi, karaborsayı engellerlerdi. Karaborsayı ona müdahale ederlerdi. Dolayısıyla o köylüler nezdinde devrimciler ayrı bir şey olmuştu. Çok ciddi bir çözüm mekanizmasına dönüşmüştü bunların inisiyatifi. Hatta şöyle de denilebilir o dönemki örgütlenmeler aslında, örgütlenmeleri bir noktadan sonra sadece devrimcilerin, gençliğin, tırnak içerisinde öyle söylerlerdi veya Ensar hükümetinin ki Ensar Karahan diye bir arkadaşımız vardı o dönemdeki özellikle mücadelenin en önündeki insanlardan birisiydi bu. Köylüler bir yandan Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, bir yandan Ensar Hükümeti derdi. Devrimciler öyle addederlerdi, öyle tanımlarlardı. Dolayısıyla bir çeşit hükümet olarak gördükleri devrimcileri dışarıdan değil daha sonradan aslında bütün köylülerin o hareket içerisinde, o kurulan halk komitelerinin içerisinde kendilerini bulmaya başladılar. Dolayısıyla böyle yöneten-yönetilen değil tam tersine topyekun halkın kendisini yönettiği mekanizmalar ortaya çıkmaya başlamıştı. Bu esnaf için de öyleydi. Köylüler için de öyleydi. Dolayısıyla aslında çok farklı bir atmosfer ortaya çıkmaya başlamıştı. Bu durum egemen sınıflar açısından da çok ciddi bir tehdit olarak da görülüyordu. Muhtemelen öyle raporlaştırılıyordu zaten.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview115075.xml#segment693
Partial Transcript: 1979'daki Şavşat Katliamı dediğimiz katliam tam bunun üzerine geldi. Yine bildiğim kadarıyla hatırladığım kadarıyla pahalılık, yoksullukla ilgili bir miting düzenlemişti, Şavşat'ta miting düzenlenmişti. Bu mitinge çok ciddi bir katılım vardı. Etraftaki köyler, kasabalar, ilçeler çok yoğun 00:12:00bir tarzda mitinge katılmıştı. Yani Şavşat küçük bir ilçedir. Ona rağmen hemen hemen kocaman meydanı tıklım tıklım dolmuştu ve sonrasında, miting dağıldıktan sonra çok sudan bir gerekçeyle, hiçbir gerekçe olarak aslında söylenemez, halkın üstüne ateş açtılar ve 5 kişiyi öldürdüler. Halkı taradılar. O aslında bir başka dönüm noktasıdır bizim mücadele açımızdan da. Mücadeleye bakışı, bakış açımızdan da çok dönüm noktasıdır. Şöyle demişlerdi o zaman, o operasyonu yapmaya gelen Bolu Komando Tugayı Şavşat başka kurtarılmış bölge oldu, dolayısıyla vatana katmak için buraya geldik gibisinden köylülere, etrafa, esnafa bir çeşit korku salarak, tehdit ederek kendi varlık nedenlerini öyle açıklamışlardı ve sonuçta mitingi taradılar, halkı taradılar, hiç suçsuz günahsız 5 insanı orada katlettiler. Şavşat aynı zaman şöyle bir şeydi onu özellikle söylemekten geçmeyelim. Kültürel, sanatsal olarak da çok faal bir yerdi. Özellikle şenlikler düzenlenirdi, köy şenlikleri düzenlenirdi. İnsanlar Pancarcı, yaylalarda Pancarcı Şenlikleri yaparlardı. Bütün köylüler yaylaya çıkma, geçmişte bir gelenekti bu. Çok daha şenlikli çok daha içerikli hala gelmeye başlamıştı. Şavşat'ta aynı zamanda Halkevleri diye bir derneğimiz vardı. Halkevleri'nin şubesi vardı. Şubenin çok yoğun tiyatro gösterileri olurdu. Sinema gösterileri olurdu ve sonuçta aslında kültürel, sanatsal olarak da insanların kültürel, sanatsal faaliyetlerine ulaşım açısından da çok ciddi olanaklar ortaya çıkmıştı. O koşullar itibariyle. Bu gerçekten başka bir yaşam tarzını aslında ortaya çıkaran bir şeydi. Bunun esas nedeni şöyle bir şey diyebilirim aslında hani içinde bulunduğumuz o dönem, o koşullarda, o bölgede örgütlenen Devrimci Yol'un politikleşmiş, politik anlayışıyla da doğrudan ilgiliydi bu. Çünkü biraz belki teorik kaçabilir ama sonuçta bir sosyalizm anlayışına tekabül ediyordu. Türkiye'deki sol sosyalist yapılar daha çok kendilerini belirli merkezlerden tarif ediyorlardı. Bir kısmı işte Sovyetler Birliği'ne sırtını dayayarak var 00:15:00olmaya çalışıyordu. Kendini, politika, politikasını oradan kurmaya çalışıyordu. Bir kısmı ÇKP üzerinden. Çin Komünist Partisi üzerinden. Bir kısmı Arnavutluk üzerinden. Devrimci Yol ise daha çok yerel yani yerel ayağını basan, Türkiye devrimciliğini hani öne çıkartmaya çalışan bir hareketti ve sosyalizm anlayışı da aslında sosyalizmin kendisi, kitlelerin eseri olabilecektir. Salt iktidarın yukarından alınıp, yukarıdan aşağıya doğru inşa etmekle değil bugünden yarına sosyalizmi kurmak gerektiğini savunan bir anlayışa sahipti. Onun için Direniş Komiteleri diye komite örgütlenmesi ortaya atmıştı ve bu eksende halkın somut sorunlarını harekette somut sorunlarını çözen bir mekanizmaya dönüşmüştü. Kitleleri mücadele içerisine çeken, kendi somut sorunlarını çözme mekanizması haline getiren bir anlayışa sahipti. Dolayısıyla aslında bizim Şavşat'ta, Artvin'de gerçekleştirdiğimiz de veya devrimcilerin gerçekleştirdiği genel olarak bütün bu faaliyetler, biraz önce söylediğim faaliyetlerin kendisi tam olarak buna tekabül ediyordu yani halkın kendini aşağıdan yukarıya doğru yönetme mekanizmalarını kurup, halkın kendi kendisini yönetmesi olarak tarif ediliyordu, tanımlanıyordu. Dolayısıyla bütün süreçlerde aslında köylerdeki kolektiflerde ve biraz önceki söylediğim halk mahkemelerinde de pahalılığa, karaborsacılığa karşı esnafın, halkın birlikte örgütlendiği birlikte komiteler kurup karaborsayı önlemeye çalışmasının nedeni de bütünüyle buna tekabül eden bir anlayıştı. Dolayısıyla aslında başka bir yaşam filizleniyordu o, o bölgede. Bu çok önemliydi yani çok fazlasıyla önemli görürdük. Çok anlamlı olduğunu düşünürdük. Aslında bugünden geçmişe dönük baktığımızda da aslında o dönemdeki o halkın o toplumun yaşadıkları ne kadar ileri düzeyde olduğunu görüyoruz ve bugün de aslında ilginç bir şey bugün de aslında hepsinin, o yaşanılanların, o yapılanların bugün de geçerli olduğunu çok rahatlıkla söyleyebiliriz.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview115075.xml#segment1064
Partial Transcript: Şavşat Katliamıyla ilgili hukuki süreç hemen akabinde yani bütün şikayetlere sonuç itibariyle o katliama karşı yapılan protestolar, açılan 00:18:00davaların hiçbirisi sonuçlanmadı. Hatta biz daha sonradan 12 Eylül mahkemelerinde yargılanırken özellikle bunu suç duyurusu olarak da tekrar ve tekrar dile getirdik. Özellikle suç duyurusunda bulunduk. Daha sonra özellikle sanırım 85 yılıydı. Tam yanılabilirim ama tekrar bu davayla ilgili soru önergesi verildi. Ankara'da ve araştırma yapıldı. Böyle bir devlet arşivinde, devletin herhangi bir özellikle ne mahkemesinde ne savcılığında, genel olarak devlet arşivinde böyle bir katliamın olduğu görülmüyor. İlginç bir durum bu söz konusu. Bugün bile geçmişe dönük araştırma yapıldığı zaman herhangi bir Şavşat Katliamıyla ilgili herhangi bir arşiv bilgisi bulamazsınız. Böyle bir durumu söz konusu.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview115075.xml#segment1150
Partial Transcript: Hani insanların belirli bir dönüm noktaları vardır. Benim açımdan da özellikle 12 Eylül bir dönüm noktasıdır tabii ki. Şöyle anlatayım size şimdi 12 Eylül'le ilgili daha doğrusu Türkiye'deki özellikle yaşanan Türkiye'deki bir iç savaş sürecine dönük bir cunta faaliyetinin, bir darbe faaliyetinin aslında olduğuna ilişkin çok ciddi duyumlarımız vardı bizim. Hatta Devrimci Yol dergisi bunu sık sık özellikle son 80 dönemlerinde, 80'li yıllarda sık sık yazardı ve buna dönük de bütün Türkiye'deki devrimci demokrasi güçlerinin buna hazırlıklı olması gerektiğini, böylesi bir darbeye karşı koyabilecek bunu, buna izin vermemesi gerektiğine ilişkin. Hatta olursa buna karşı direnmek için hazırlıklı olmak gerektiğine ilişkin sürekli yazar çizerdi. Aslında beklediğimiz bir şeydi ama biz sonuç itibariyle bunun olacağını düşünüyorduk ve buna uygun hazırlıklar da yapıyorduk. Yani Artvin bölgesinde sonuçta olası bir darbe durumunda ne yaparız, nasıl yaparız, bunu nasıl protesto ederiz, buna nasıl direniriz daha öncesinden bunun özellikle sıkıyönetim süreçleri söz konusuydu özellikle Türkiye'de. Sıkıyönetim süreçleri aslında darbenin önünü açan bir ön aşamalardı. Onlara dönük zaten çok ciddi protestolar vardı. Sürekli protesto edilirdi. Dolayısıyla bir, bir biçimde aslında 00:21:00genel kitlelerin sıkıyönetime karşı bir mücadelesi, onu protesto etme pratiklerinden hareketle bir olası bir darbe girişimine karşı da çok yoğun bir protesto sürecine gireceğimizi planlardık. Hatta buna uygun çok daha farklı direnişlerde aslında düşünüyorduk işin doğrusu. En azından öyle bir düşüncemiz de vardı.
Gerekirse silah bir direniş düşüncemiz de vardı işin doğrusu. Onun hazırlıkları ve ona uygun hazırlıklar özellikle lojistik anlamda ki bir, olası bir şey dönemi, askeri faşist ki olabilecek bir darbenin mutlaka bir faşist darbe olabileceğini zaten öngörüyorduk. Böyle bir faşist koşullar itibariyle ister istemez bütün devrimci demokratik güçleri yok edeceklerini, bunları hepsini toplayacaklarını düşünerek aslında buna karşı bir silahlı direniş de olması gerektiğini düşünüyorduk dolayısıyla. Ve buna uygun hazırlıklar da yapıyorduk. Ne gibi hazırlıklar? Örneğin, öylesi bir zor koşullarda direnebilmek açısından sığınaklar yapıyorduk. Yiyecek, barınma ve benzeri koşullara, barınma ihtiyaçlarımızı karşılayacak faaliyetler içerisindeydik. Dolayısıyla aslında hemen arifesinde zaten Şavşat'ta, Artvin'de daha doğrusu, çok büyük operasyon olabileceğini duymuştuk biz. Dolayısıyla Şavşat'ı, Artvin'i hatta merkezi Ardanuç gibi ilçelerdeki bütün devrimciler kenti terk etmişti büyük ölçüde. Çünkü büyük bir operasyon beklentisi vardı yani bir askeri darbe değil de büyük bir operasyon darbesi, beklentisi. Dolayısıyla o operasyonda bütün herkesi tutuklayıp götürecekleri tarzında bir duyumumuz vardı. Dolayısıyla ona uygun bir tarzda bütün şehrin dışına çıkmıştık. Bir akşam işte gece uyumamıştık, sohbet ediyorduk arkadaşlarla bir ormanda. Radyo dinlerken ilk bildiri okundu ve darbenin yapıldığını öyle öğrenmiş olduk.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview115075.xml#segment1415
Partial Transcript: İşin doğrusu hani biraz önceki söylediğim nedenlerden ötürü çok fazlasıyla şaşırmış değildik işin doğrusu. Artık söylediklerimiz buna karşı bir direnişin hatta bir silahlı direnişin artık bütün Türkiye düzleminde örgütlenmesi gerektiğine ilişkin zaten bir fikrimiz vardı. Bunun nasıl olacağına nasıl olması gerektiğine ilişkin biraz daha iş somutlaşınca bunu düşünmeye başladık ve ilk etapta bütün ilişkileri 00:24:00 tekrar ilişkileri tekrar kurmak için ilçeler, il, bölge, hareketin genel merkeziyle ilgili iletişim, iletişimi tekrar canlı hala getirmek gerektiğini düşündük. İşin doğrusu; bir bütün olarak o faaliyet içerisinde olan, o faaliyetin birinci dereceden kadro olan herkes aslında kırsal alana doğru çekilmişti. Zaman zaman onlarla bir araya geliyorduk, köyleri geziyorduk, köylülerle sohbet ediyorduk. Bütün köyle boşalmıştı aslında evin-- yani hemen hemen bütün köylerde insanlar "cunta geldi, askeri faşist diktatörlük gerçekleşti, buna karşı nasıl direneceğiz, ne yapacağız?" Ona ilişkin bir tartışma içerisindeydi. Tabii önemli insanların bir kısmını, o koşullarda onca insanı kırsal alanda barındırmanın mümkün olamayacağını düşündüğümüz için önemli bir kısmı geri gönderdik. Dedik yani sonuç itibariyle "mücadele sadece dağda var olarak olmaz sonuçta insanlar kendi evlerine gitsinler, bu mücadeleyi daha farklı bir tarzda destekleyebilecek mekanizmalar oluştursunlar, ilişkiler oluştursunlar" deyip önemli ölçüde insanları bir kısmını geri gönderdik. Ama önemli sayıda bir kadro aslında kırsal alanda aslında o cuntaya karşı bir direniş için bir hazırlık içerisinde hep olduk. İlk birkaç ay aslında çok fazlasıyla şehrin dışına çıkamadılar. Daha sonradan yoğun bir operasyonlar başladı. Operasyonlarda, operasyonlara karşı bir biçimde aslında daha çok kendimizi koruma çabası içerisindeydik, öyle bir durum içerisindeydik. Sadece biz cuntayı protesto eden pankartlar asıyorduk, bildiler dağıtıyorduk, köylere gidip konuşmalar yapıyorduk. Zaman zaman şehrin içerisine girip bildiriler dağıtıyorduk, yazılamalar yapıyorduk. Bu tarzda faaliyetler içerisindeydik. O operasyonların sıklaşmasıyla beraber kayıplarımız da olmaya başladı o çatışmalarda ölen arkadaşlarımız oldu. Örneğin ilk, hemen cuntanın ikinci ayıydı sanırım Özbil Aras, Şener Yazar diye bir arkadaşımız bir köyde vuruldular ve daha sonrasında yine Şavşat'ta birçok arkadaşımız yani-- Erkan Uzuneminağaoğlu, Taner ve 00:27:00 değişik-- İbrahim Çelik gibi arkadaşlarımız değişik çatışmalarda hayatlarını kaybettiler. Onlar çok değerli arkadaşlarımızdı. Sonuçta bu ülke için bu ülkenin demokrasisi için, demokrasi içerisinde yaşaması için cuntaya karşı mücadele eden, direnen insanlardı ve cunta güçleri tarafından bir çeşit kurşuna dizildiler aslında. İşin doğrusu o oldu.
Genel olarak aslında mücadeleyi belki boyutlandırmamız gerekiyordu. Ancak şöyle bir sorunla karşılaştık. Türkiye genelinde cunta aslında, Türkiye'deki bu devrimci demokratik hareketleri en önemli ölçüde özellikle Aralık ve Ocak ayları itibariyle biraz netleşmiş oldu. Büyük ölçüde etkisizleştirdi. Yani bu hareketlerin başlangıçta aslında bir direniş içerisinde aşağı yukarı bütün Türkiye'de girme potansiyeli vardı. Hatta belli ölçüde bu gerçekleşti de. Sokağa çıkmalar, eylem yapmalar, protestolar. Hatta olabildiği kadar yani en azından kırda tekrar bir güç toparlayıp ona karşı, özellikle cuntaya karşı bir mücadele yürütme çabası başlangıçta oluşmaya başladı ancak önemli ölçüde bu etkisizleşti. Aslında Artvin bölgesinde yaklaşık yanlış hatırlamıyorsam yani sayı itibariyle 50-60'a yakın insan kırda, kırlarda kalmıştı. En azından bir silahlı direnişi gerçekleştirebileceğini hala düşünüyordu ve onun Türkiye'deki mücadelelerin diğer mücadelelerle, diğer bölgelerdeki mücadelelerle birleşeceğini düşünüyordu. Ve bunun çok fazlasıyla olanağının kalmadığını aslında görmeye başladık. Özellikle Aralık, Ocak sonrasında. Bunun bir nedeni de aslında bizim, bizim hareketin merkez kadrolarının özellikle, yakalanmış olması önemli bir şeydi bu, eksiklikti. Önemli bir eksiklikti. Buna rağmen yine de toparlanabileceğimizi düşünüyorduk. Yani sonuçta bu hareket çok büyük bir hareketti. Bütün Türkiye'nin hemen hemen her bölgesinde çok ciddi bir kitle desteğine sahip, kadroya sahip bir hareketti. Buna rağmen toparlanabileceğimizi düşünüyorduk ve biz de büyük ölçüde aslında kendimizi koruma çabası 00:30:00içerisine girdik. Yani bu hareket Türkiye'de tekrar toparlanacak dolayısıyla biz bu toparlanma sürecine bugünden yarına hazırlık içerisinde olalım, kendimizi koruyarak bunun içerisinde var olabiliriz diye düşünmeye başladık ve buna göre hazırlıklar yapmaya başladık aslında. Başlangıçta bir, yoğun bir direniş içerisinde olabilme olanakları büyük ölçüde ortadan kalkmıştı ve aslında tekrar ilişkilerimizi o koşullara bir çeşit kendini koruma koşullarına uygun hale getirmeye çalıştık. Yani işin-- kolay değildi yani Şavşat gibi bir yerde ve Artvin, Ardanuç gibi bir yerde özellikle kış koşullarında barınmak kolay değildi ama ona rağmen bütün arkadaşlarımız büyük bir özveriyle aslında tutunmaya çalıştı. Özellikle halk bizi önemli ölçüde destekledi. Her gittiğimiz yerde bütün ihtiyaçlarımız aslında karşılanır noktadaydı. Dolayısıyla herhangi bir tepki almazdık. Daha önce bulunduğumuz ilişkilerimiz bir yığın ilişkimiz vardı, oralara çok rahat girip çıkardık, gezerdik. İnsanlar bizi bir biçimde ihtiyaçlarımızı gidermeye çalışırdı. Böylesi aslında olumlu koşullarımız da söz konusuydu. Ki kışı öyle atlatmıştık yani baharda daha farklı bir şey içerisinde daha farklı bir hareket içerisinde olma tasarısı vardı.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview115075.xml#segment1907
Partial Transcript: Aslında biz o koşullara uygun tekrar ilişkiler kurmayı düşünürken özellikle Mayıs ayında yakalanmamız gündeme geldi. O da şöyle oldu, köye gönderdiğimiz bir grubun arkadaşın içlerinden birisi teslim oluyor ve dolayısıyla ve bizim dağda bulunan sığınağımızı gösteriyor. Dağda bulunan sığınak sarıldı ve bizim hiçbir şekilde dışarıya çıkma koşullarımız olmadığını gördük. Küçük bir çatışmanın dışında herhangi bir, çok fazla refleks de veremedik çünkü olası, olası sarılma durumlarında ne yaparız, nasıl çıkarız, nasıl çıkarıza ilişkin çok değişil alternatifler olmamıza rağmen aslında ihbar eden, gidip polise teslim olup ilişkileri veren arkadaş bütün o ayrıntıları da verdiği için çok fazlasıyla hareket edemedik ve sonuçta teslim olmak zorunda kaldık. Ve ondan sonra zaten şey süreci başladı, sorgu 00:33:00 süreci başladı. Çok yoğun bir işkence süreci zaten bu.
Biz, Ensar Karahan başta özellikle hani az önce söylediğim Ensar Hükümeti olarak addettiğimiz Ensar Karahan, Fahamettin Aksakal, Neşe Keskin, Sinan Demir, Nahit Yıldız diye bir arkadaşımızdı. Biz, bize şöyle bir şey yaptılar. İlk onu o kısmı özellikle anlatmam mutlaka gerekiyor. Bizi yakaladıktan sonra ilk Veliköy Karakolu'na götürdüler. Oradan Şavşat'a götürdüler. Şavşat'a girmeden önce bizi zincirle tek tek boğazımızdan zincire bağladılar. Birbirimizi, boğazımızdan birbirimize zincirlediler. Şavşat'ı yürüyerek bütün o aşağıdan Şavşat'ın girişinden Şavşat Meydanı'na kadar. Teşhir ederek özellikle teşhir etme gayesiyle zaten yürüterek çıkardılar. Şavşat'ın tam ortasından karakol var. Karakolun bahçesine bizi dizdiler. Bu operasyonu yapan özellikle biraz önce söylediğim Erkan Uzuneminağaoğlu, Taner Uzun'un özellikle katledilmesinde baş rol oynayan Mustafa Eken Yüzbaşı, Yüzbaşı Eken diye bir komutan vardı. O yaptı onu. Ve bizi dizdi karakolun önüne, Şavşat halkı da bütün halk toplandı etrafa bizi bakıyorlar. Kimi özellikle gözlüyordum o zaman, kimisi ağlıyor kimisi el sallamaya çalışıyor. O anda tesadüfen lise dağıldı ve bütün öğrenciler de karakolun etrafını sardı. Yüzbaşı şöyle düşündü aslında bu kadar kitle toplanmışken işte tekrar bir ajite çekeyim bunlar işte Türk, Şavşat'ın şeyleridir baş belaları işte Şavşat'ın sizin, sizi baskı zor altında tutan bu örgüt elemanları yakaladık işte Şavşat'ı temizledik. Bir çeşit zafer narası atma tarzında bir söylem yapmaya başlayınca halk başladı bizi alkışlamaya. Bizi, bizim ismimizi bağırarak "Nasılsın?" diye sormaya. Apar topar yüzbaşı konuşmasını kesti, bizi içeriye doldurdu. Öyle bir anım oldu. Bunun benzeri de cezaevinden çıktıktan sonra olmuştu. Onu da özellikle bu arada anlatayım. Aslında başlangıç ve sonrası açısından önemlidir. Bizi öyle uğurladı Şavşat halkı hani yakalanmış olmamıza 00:36:00rağmen, hani kişisel olarak yenilmiş olmamıza rağmen. Cezaevinden 11 yıl sonra çıktıktan sonra da aynı tarzda karşıladı, gerçekten bütün halk biz Şavşat'a vardığımızda Şavşat'ın meydanında topladı ve çok mutlu olmuştuk. Bir çeşit miting tarzı bir gösteri yapmıştı halk. Onu da özellikle söylemeden geçmeyeyim. Sonra bizi tabii Artvin'e götürdüler. Artvin Öğretmen Okulu vardı eskiden Çoruh'un kenarında. Öğretmen Okulunu işkence merkezine çevrilmişti. Bir okul olarak-- Okul tasfiye edilmişti, işkence merkeziydi. Dolayısıyla orada işkence seansları başladı. Aslında bilmedikleri çok fazlasıyla hani tırnak içerisinde işkence yapacak-- işkence ne için yapılır, hani konuşturmak için, yeni bilgi almak için. Çok fazlasıyla bilgiden ziyade daha çok ezmek açısından yapılan bir işkenceydi bu. Bir ara televizyona çıkartıp konuşturtmaya çalıştılar. Onu yapmadı kimse. Herhangi bir kimse, yakalanan arkadaşların hiçbirisi onu yapmadı.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview115075.xml#segment2236
Partial Transcript: Üçüncü günüydü, işkencenin üçüncü günüydü, yakalandıktan sonra üçüncü günüydü bir gün genellikle bizi kollarımızdan kalorifer borularına asarlardı. Bir anda beni aldı, çıkarttılar kalorifer borusundan şeye götürdüler, bir hücreye götürdüler. Hücreye, hücrede biraz da kendimden geçmiş bir tarzda, baygın bir tarzda yere uzandım, yatarken gözümü açtığım zaman bir ayakkabılar gördüm. Bir bot gördüm, hemen önümde. Şimdi botlar Ensar Karahan'a-- bana büyük geldiği şey küçük geldiği için onunla değişmiştik ayakkabılarımızı. Ensar Karahan'ın botları, benim ona verdiğim botları gördüm. "Allah Allah dedim nasıl olabilir yani benim Ensar Karahan'a verdiğim botlar?" diye. Bir şaşırdım. "O zaman bunun ayağında ayakkabı yok" herhalde dedim. Öyle düşündüm. Sonra bir ara çok ciddi bir şey oldu. Bir koşuşturmaca özellikle zaten onu hissediyorsun dışarıda özellikle askerlerin koşuşturması bir panik halde, bir durum olduğunu hissettim ve zaten bir, bir akşam öncesinde de bize çok yoğun bir tarzda şey yapmışlardı yani bir çeşit ezerek işkence yapmışlardı. Sonra Ensar Karahan'ın öldüğüne ilişkin konuşmalar "Ensar öldü" falan gibisinden konuşmaları duydum. Dolayısıyla onun öldüğünü öğrendik. İşin 00:39:00doğrusu hani Ensar Karahan üçüncü gün işkencede öldükten sonra biraz daha şey yaptı işin doğrusu bu işkence durumu biraz daha hafifledi. İşte yaklaşık 2 aya yakın orada kaldık işte daha sonra gözetim evine indirdiler. Gözetim diye bir yer vardı, oraya indirdiler. Daha sonradan bizi oradan şeye götürdüler, Erzurum'a götürdüler.
18 yaşındaydım. En yaşlı olanımız bizim 35 filan sanırım Fahamettin Aksakal daha sonra Ensar Karahan. Sinan Demir. Nait Yıldız. Evet. Neşe Kesin. En küçüğü bendim. En büyüğü de Fahamettin Aksakal'dı. Şimdi o dönemde işkence yapanlara ilişki ayrıntılı bilgi aslında dava dosyalarında var bu. Aslında bilseydim tek tek onları çıkarabilirdim ama aklıma gelmedi işin doğrusu. Çünkü Ensar Karahan'la ilgili daha sonradan bir suç duyurusunda bulunduk biz cezaevinde. "İşkencecileri biliyoruz" diye bunları şey yaptık tek tek isimlerini verdik.
Evet Ahmet Selek. Ferit Ildıray [Ferit Ildırar]. Hatırladığım kadarıyla. O gece aslında orada görevli olmamasına rağmen onun orada olduğunu gördük. Mustafa Eken. Şavşat bölgesindeydi o adam da. O akşam özellikle Ensar'ın öldüğü akşam olduğunu biliyorum. İlk bu isimler hatırladığım isimler bunlar.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview115075.xml#segment2456
Partial Transcript: Daha çok işkence başlangıçta çok yoğun bir kaba dayak vardı yani böyle ezercesine gerçekten öyle bir kaba dayaktı. Daha sonrasında soğuk suya, tazyik suyun altında tutma. Kısmen elektrik, manyeto tarzında şeyleri vardı bunların, bir elektrik aletleri vardı. Manyeto veriyorlardı. Borulardan asıyorlardı. Yemek su vermiyorlardı. Tuz yediriyorlardı çok yoğun olarak ve özellikle askı zaman zaman Filistin askısı. Onu değiştiriyorlardı zaman. Bunu, bu tür yöntemler uyguluyorlardı. Ağırlıkla şey yöntemleri bunlardı. Bir ayrıntı var burada. Aslında buna ilişkin çok fazlasıyla duyum olmamasına rağmen onu özellikle belirtmek istiyorum. Çünkü bize sorgudan sonra gözetime indiğimiz zaman bir asker bana şey dedi şey-- 00:42:00 şöyle bir şey söyledi dedi ki "ya aslında sizi" dedi "sizi" dedi "gebertecektik aslında ama" dedi "sizi bir asker engelledi" dedi. "Nasıl oldu kim engelledi" dedik. "Kendisi Bedri isimli bir astsubay, engelledi" dedi sizi. "Kendisi Zonguldak, Zonguldaklıydı. Sanırım size sempatisi mi vardı neydi, sizi yoksa dedi dinamit, şey bomba atıp sığınaktakilerin bütününü imha edecektik ama sizi engelledi ama sonra da onu da geberttik" dedi. Böyle bir şey kullanmıştı özellikle bunu özellikle belirtmek isterim çünkü "bu astsubay Çoruh'un kenarında intihar etti" diye, intihar etti diye duyum almıştık daha sonradan. Yani aslında kendisini o askerin söylediğine göre bizim imhamızı engellediği için Çoruh kenarında ihanet etti diye vurmuşlar ve daha sonra da bunu intihar etti diye kayıtlara öyle geçirmişler.
Evet, yakalandıktan 2 ay sonra şeye Erzurum'a gittik çünkü Artvin, Kars, Ağrı yani sıkıyönetimin belirli merkezleri vardı işte 9.Kolordu olarak geçiyordu o bölge. O bölgeye topluyorlardı bütün Artvin, Kars, Ağrı bölgesindeki devrimci demokratları. Bu toplanma yeri Erzurum'du. Ve bizim davamız da Artvin Devrimci Yol davası da Erzurum'da açılmıştı zaten. Oraya toplanmıştı. Yaklaşık 2 cezaevi o bölgede, hatta 3 tane cezaevi vardı sıkıyönetim, sıkıyönetim komutanlığına bağlı 3 tane askeri cezaevi vardı. 3 askeri cezaevi de tıklım tıklım doluydu. "1 No'lu, 2 No'lu, 3 No'lu" diye böyle sıralanan bir cezaevleriydi. Bizi 3 No'lu cezaevine götürdüler. 3 No'lu cezaevi de zaten cezaevleri de o zamanda aynı zamanda çok yoğun işkencelerin olduğu mekanlardı. Daha çok cezaevlerindeki işkencenin esas amacı da bir bütün olarak teslim almak, silikleştirmek, itirafçılığa zorlamak, arkadaşlarını ihbar etmeye zorlamak gibi amaç taşıyordu ama esas olarak da aslında hani bir bütün olarak bu düşüncelerden vazgeçirtmeye, bir çeşit teslim almaya çalışılan bir 00:45:00amacı vardı işkencelerin. Aslında yıllarca öyle sürdü işte dava, ki daha çok işte İstiklal Marşı söyletmeye çalışırlardı, askeri eğitim, askerlere yapılan eğitimin aslında tutuklulara yapılmaya çalışılırdı. Buna benzer çok değişik uygulamalar söz konusuydu. Bunlara karşı aslında sonuçta insanlar direnirlerdi, yapmazlardı. Normal koşullarda İstiklal Marşı'nı herkes söyler ama bunu bir işkence aracı haline getirilmişse seni teslim almaya dönüşmüşse bunun kendisi bunu reddederdin. Birçok insan bunu reddederdi, yapmazdı. Dolayısıyla aslında sürekli böyle bir şey hali, bir mücadele hali aslında cezaevlerinde sürme, sürdü işin doğrusu.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview115075.xml#segment2760
Partial Transcript: Dava özellikle başladığında ki bizim aslında Artvin Devrimci Yol davası Türkiye'nin en büyük toplu davalarından biridir. En büyüğüdür. Yaklaşık 3000 insan hakkında soruşturma açılmıştı. 1200 tutuklusu vardı. Daha sonra bu ilk etapta 800'e düştü. Yaklaşık 800 kişilik yani ilk başlangıç şeyidir bu yani 800'e yakın insanın toplu olarak bir arada yargılandığı bir dava. Hatırladığım kadarıyla bir spor salonunda görülüyordu. Erzurum Cemal Gürsel mi-- Sanırım Cemal Gürsel Kapalı Spor Salonu. Bütünüyle şeye ayrılmıştı, Artvin Devrimci Yol duruşmalarına ayrılmıştı. Bu duruşma salonu işte bir yanında kürsü kurulmuş, normal genellikle maçların oynandığı alana da sandalyeler dizerek sonuçta bizim yargılandığımız bir duruşma salonu haline getirilmişti. Yaklaşık 8 yıl süren bir yargılama süreci yaşadık. Bu 8 yıllık süreç aslında hani uzun bir süreç aslında baya bir uzun bir süreç bir yargılama açısından aslında normal ceza mahkemeleri usul kanununa da aykırı bir özellik taşır bu. Çünkü bir tutuklunun, ki tutuklu statüsündesin ne olursa olsun. 8 yıl yargılanıyor olması sonra 8 yıl sonra hüküm veriyor olması başlı başına zaten bir garabettir bu. Ama böyle gerçekleşti. O koşullar itibariyle zaten bunu çok fazlasıyla sadece böyle bir ayrıntı üzerine çok fazlasıyla konuşmak biraz lüks oluyordu işin doğrusu. Çünkü zaten başlı başına Türkiye bir cenderenin içerisine sokulmuş. Bütün 00:48:00 devrimciler, demokratlar cezaevlerine doldurulmuş veya cezaevlerinde de adeta bir çeşit yani sorgunun biraz daha şey hali yumuşatılmış halinin devam ettirildiği, işkencelerin devam ettirildiği bir haldeydi işte Türkiye sonuç itibariyle.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview115075.xml#segment2904
Partial Transcript: Cezaevindeki direnişler çok ilginçti aslında ya onu kısaca bahsetmekten geçmeyeyim. Yani dava açıldıktan sonra bir dönem yumuşadı yani biraz daha çünkü mahkemelerde sonuçta şey yapardık biz bunu dile getirirdik, suç duyurusunda bulunurduk. "Cezaevinde işkence var, bu koşulda savunma yapamıyoruz, mahkemelere gelemiyoruz" diye şiddetli itirazlarımız olurdu. Bundan hareketle biraz daha yumuşatırlardı işin doğrusu uygulamaları. Biraz daha rahat koşullarda yaşama, yaşamak isterdik ancak belirli dönem sonra bu hızla değişti. Özellikle tek tip elbise dayatması içerisine girdiler. Tek tip elbise dayatması hani biraz önce söylediğim bütün tek tipleştirme, teslim almanın aslında şahikası. Yani aynı zamanda insanları topyekun teslim almanın bir aracı haline dönüştürmeye çalıştılar. Biz başlangıç itibariyle bunu topyekûn reddettik zaten, giymedik. Bir ara şeylerle iç çamaşırlar, iç çamaşırlarla mahkemeye çıkartmaya çalıştılar. Mahkeme tabii ki öyle koşullar itibariyle mahkeme yapmayı reddetti ve dolayısıyla bizi tekrar cezaevine gönderdiler. Uzun zaman özellikle Erzurum -30, 35'leri görür soğuk. O koşullarda, tesadüfen kışa da gelmişti ve o koşullardan aslında tek tip elbise giymemek için direnmeye çalıştık. Bizi hücrelere atarlardı bunun için. İşte direndiğimiz, giymediğimiz için. Özel hücreler yapmışlardı. Yani iki, yani bir insanın çömelerek durabildiği tarzda hücrelerdi bunlar, çok özel hücrelerdi. İçine su doldururlardı hatta su buz tutardı tabanda. Zaman zaman üzerinde elbise olmadan sadece küçük bir battaniye vererek hücrelere atarlardı bizi. Ona karşı, onlara rağmen uzun bir direniş sürdü. Tabii bu arada şöyle bir şey de oldu onu atlamaktan geçmeyeyim. Bize bir ara bir özellikle hücrelere götürüp çıkarırken yoğun iğne vurmaya başladılar. Yani ne olduğunu bilmediğimiz tarzda böyle 00:51:00bir anda işte 5 enjektörün, 6 enjektörün doldurulup iğne vurulduğu olaylar olmaya başladı. Bütün hücreye giden arkadaşların hemen hemen hepsine aşağı yukarı bu uygulamayı yapmaya başladılar. Hücreye giriyorsun 1 hafta sonra çıkıyorsun, girerken atıyorum 10 tane iğne yiyorsun çıkarken bir 10 tane daha iğne yiyorsun. Sonra 1 hafta sonra bir daha gidiyorsun yine o iğneyi vuruluyorsun. Öyle bir yoğun bir iğne vurma şeyi, furyası başladı. Bir yandan da bizi sürekli hava alanına çıktığımız zaman havalandırmaya çıktığımız zaman bizi kulelerden gözleyen hiç tanımadığımız tipler ortaya çıkmaya başladı. Ve bu uzun zaman sürdü, birkaç ay sürdü bu uygulama. Toplam benim kendime saymıştım 52 tane iğne vurmuşlardı bana. Sonra herhangi bir etkisi falan olmadı. Herhangi bir şey hissetmedim. Daha sonra bunun ne olduğunu araştırdık, öğrendik. Bu proje Türkiye'de yürüten, siyasi mahkumlar üzerinde bir deney olarak yapan Turan İtil diye bir kişi yapıyor. Bunun arka planını biraz daha sonradan bunu öğrendik. Özellikle Amerikan menşeli işte "Komünizm bir hastalıktır dolayısıyla hastalık pekala tedavi edilebilir" diye başlayan bir proje bu. Dolayısıyla bunu Türkiye'de Turan İtil yürütüyor bu projeyi, dolayısıyla siyasi mahkumlar üzerinden komünistleri tedavi etmek için böyle bir uygulama aslında yürütülüyor. Bunun birçok suç duyurusunu yaptık. Daha sonradan hastanelere götürdüler, incelediler, tahliller yaptılar. Herhangi bir şey çıkmadı. Şu an baktığım zamanda da sanırım ki zaten yanlış bir ilaçmış herhalde ki komünist düşünce tedavi olmuyormuş.
O dönemde o direniş içerisinde olan dolayısıyla hücreye giden, tek tip elbise giymeyen hücreye giden hemen hemen herkes o iğnelerden yedi.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview115075.xml#segment3200
Partial Transcript: Cezaevlerindeki işkencenin, baskının arttığı koşullar itibariyle görüşte bunun bir aracı haline geliyordu işin doğrusu. Yani insanları özellikle aileleriyle görüştürme çok sınırlı yapılırdı ve büyük ölçüde yasaklanırdı da yani. Yani o direniş içerisinde olan insanlar aileleriyle görüş yasağı konulurdu, avukatlarla, çok fazlasıyla avukatlarla olamazlardı ama çok sınırlı ve kontrollü yapılırdı avukat görüşleri. İşin doğrusu aslında bizim davanın da çok fazla avukatı da 00:54:00 yoktu. Yani biraz Erzurum gibi bir yerde, uzak bir yer dolayısıyla çok fazlasıyla davaya müdahil olan avukatımız işin doğrusu çok fazla yoktu. Yaklaşık 6-7 tane avukat vardı koca davanın. 6-7 tane avukatı vardı. Bunların içerisinde özellikle 2 avukatımız vardı. Bunların isimlerini anmadan geçmek istemiyorum. Edip Dönmez ve Gülseren Dönmez diye iki avukatımız vardı. Büyük ölçüde davayı bunlar götürürlerdi. Edip Dönmez çok ilginç bir kişiliğe sahipti. Bazen biraz alkolü fazla kaçırırdı. Alkolü fazla kaçırdığı zaman mahkemeye geldiği zaman çıkardı, bağırmaya başlardı "Siz sıkıyönetim mahkemelerisiniz. Siz bu çocukları yargılayamazsınız" diye bir çeşit siyasi savunma yapmaya çalışırdı. Mahkeme atardı onu hemen dışarıya. Sonra bir de 3 yıl şey-- 3 ay da ceza verirdi, 2 ay ceza verdi. Giderdi cezaevinde yatardı bizim avukatımız. Bizim avukatımız yoktu aslında fiili olarak böyle bir, çok hoş bir insandı. Özellikle onu anmak, anmaktan geçmeyelim. Sonuçta aslında büyük ölçüde avukatlarımız belli perspektif sunarlardı bize ama aşağı yukarı biz büyük ölçüde bütün arkadaşlar kendi savunmalarını kendileri yaptılar. Bu direnişlere karşı zaman zaman açlık grevleri yaptık. İşte açlık grevleri 10 günlük, 20 günlük, 25 günlük açlık grevleri olurdu ki bu açlık grevlerine özellikle Erzurum uzak olduğu için biraz önce söylediğim gibi çok fazla duyulması da kolay olmazdı. Çünkü açlık grevi yapmak aynı zamanda cezaevlerine dönük dışarıdan bir kamuoyu oluşturma çabasını içeriyor. Dolayısıyla çok fazlasıyla da işin doğrusu orada yaptığımız açlık grevlerinin etkisi çok fazla olmazdı ama yine de belirli kazanımlar işin doğrusu elde ederdik. En azından belirli bir dönem o işkenceleri hafifletirdi, yavaşlatırdı. Ama ona rağmen yine orada bulunan arkadaşlar en son, en son dava sonuçlandığı aşamada yaklaşık 100'e yakın arkadaş kalmıştı. Bu 100 arkadaşın bir kısmı idam, bir kısmı müebbet cezası almıştı. Benim örneğin yaşımın aslında bana isnat edilen suçlarla ilgili yaşımın küçük olmasına rağmen ilk etapta 00:57:00 idam cezası verdiler daha sonra müebbet cezasına çevirdiler. Birçok arkadaşa idam cezası verdiler. Onlar sonuç itibariyle hani Türkiye'nin biraz daha normalleşmeye dönük sürecine tekabül ettiği için herhangi bir olumsuzluk yaşamadık. En son işte 91 yılı itibariyle çıktık. Erzurum'dan bizi şeye getirdiler, 8.yıl bittikten sonra dava 8.yılın sonunda tamamlandıktan sonra Bursa'ya getirdiler. Bursa'da da 1-2 yıl, 3 yıl kaldık. Oradan çıktık.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview115075.xml#segment3466
Partial Transcript: Çıktığım günü hatırlıyorum. Şimdi daha önceden aslında biz normal koşullarda işin doğrusu hiç çıkmayı yani biz Türkiye'de özellikle bu aldığımız cezaları düşünürsek, Türkiye'nin o anki siyasal konjonktürünü düşünürsek aslında çıkma diye bir tahayyülümüz işin doğrusu hiç yoktu. Biz tünel de kazardık yani en azından 3-4 tane tünel kazmışlığım var işin doğrusu. En son bir tünelimiz de bitmişti yani. Bursa Cezaevi'nde. İkinci bir tünel kazmıştık. O tünel bitmişti de o da ama bitmiş aşamada yakalandı. Bir ilginç bir tesadüfle yakalandı. İkinci tünelimiz de bitmişti. "Buradan mı çıkalım acaba normal mi çıkalım?" diye şeyimiz de vardı işin doğrusu. Böyle kendi aramızda tartışmamız da vardı. O arada bir yasa çıktı işte. O yasa bizi de kapsadı daha sonra Anayasa Mahkemesi bozdu "eşitlik ilkesine aykırıdır" diye. Bizi de kapsadı. Başlangıçta bizi kapsamıyordu daha çok bu MHP'lileri kapsıyordu. Onlara çıkarılmış bir yasaydı. Çıkınca işin doğrusu biraz, yani normal koşullarda çıkınca biraz şaşırdık. Yani bu Bursa'da bütün arkadaşlar işte birlikte çıkmıştık. Bizi çok yoğun bir arkadaş kitlesi karşılamıştı. Yani o anı hiç unutamıyorum. Bir arkadaş bizi götürdü hemen yemek ısmarladı. Şöyle uzun 11 yıl sonra bir kebap ısmarladı. Onu iyi hatırlıyorum. O kebabın tadını hiç unutmuyorum. Sonra öyle gittik. Şavşat'a gittik işte başlangıçta söylemiştim. Şavşat'ta bütün halk böyle mitingvari tarzda bizi karşıladı. Çok müthiş hoşumuza gitmişti, mutlu olmuştuk.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview115075.xml#segment3594
Partial Transcript: Çıktığımızda bir yandan tabii o-- yani sonuçta hani bir politik bir 01:00:00 kuşağın insanıyız dolayısıyla o politikalarımızın da yeni koşullarda devamına ilişkin, ne yapabileceğimize ilişkin aslında bir tartışma süreci içerisine girdik, genel olarak bir tartışma süreci olarak bahsedilebilir. Onun içerisine girdik. Dolayısıyla bugünkü koşullara uygun yeni örgütleme tarzlarının neler olması gerektiği, nasıl yapılması gerektiğine ilişkin çok yoğun bir tartışma süreci yaşadık. Bu tartışma sürecinin içerisinde sonuçta ortaya çıkan birtakım kararlarımız oldu. Bunlardan birisi, birincisi de açık kitlesel bir parti fikriydi. ÖDP düşüncesi aslında bir çeşit ona tekabül ediyordu zaten. Dolayısıyla ÖDP'nin kuruluşuna başladık, onu geliştirmeye çalıştık. Onun içerisinde olduk. Bir yandan daha sonra işte BirGün gazetesinin kuruluşu çabası içerisine girdik. Toplumsal Araştırmalar Vakfı diye bir vakıf kurduk o süreç içerisinde. Dolayısıyla aslında politikayı o dönemin mücadelesini bugüne taşımanın yolunu, yöntemini bulmaya çalıştık. Ve aslında bugün daha iyi anlıyoruz aslında Türkiye'deki sol sosyalist güçlerin yeterince güçlü olmamalarının en önemli nedenlerinden bir tanesi aslında 12 Eylül'ün bütün bir kuşağı, bütün bir düşünceyi ne kadar ezdiğini ne kadar yok ettiğini bugün daha iyi anlıyoruz. Ve bunun yanında aynı zamanda bu siyasal İslam'ın bugünkü iktidarın mevcut, bugünkü rejimin koşullarının aslında tam o koşullarda aslında döşendiğini çok net olarak görüyoruz. Görüyorduk aslında. Bunlara ilişkin konuşuyorduk, tartışıyorduk ama işin doğrusu 70'ler döneminin o devrimci demokrat kabarışına, o damarı henüz yakaladığımız söylenemez bugün açısından ama önemli de bir gelenek oluştu Türkiye'de. O mücadele üzerine oturan, ona dayanan önemli bir gelenek söz konusu bugün. Yani bugün bile aslında ne varsa büyük ölçüde o dönemin o tarihselliği içinden süzülüp gelen fikirler, düşünceleri üzerine oturuyor. Bu güzel bir şey. Bunun geçmişten bugüne, bugünden yarına taşınıyor olması bu fikirlerin bu düşüncelerin, bu güzel düşüncelerin taşınıyor olması her ne kadar çok güçlü bir kitleselleşmiş olmasa bile bugün önemli bir 01:03:00 damar olarak kendisini var ediyor olması çok önemlidir diye düşünüyorum ve bu Türkiye'de, Türkiye'de bu düşüncenin gelecekte çok daha etkin olabileceğini düşünüyorum.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview115075.xml#segment3798
Partial Transcript: Şimdi 80'den önce Türkiye'deki hani Türkiye'de birçok sol sosyalist grup vardı. Dediğim gibi aslında onların dünyadaki sosyalist hareketin bölünmesine paralel bir bölünme de yaşıyordu işin doğrusu Türkiye'de. Çok fazlasıyla hareketin ortaya çıkmış olmasının bir nedeni de dünya sosyalist hareketinin de bölünmüş olmasıydı yani Çin, Sovyetler Birliği, Arnavutluk. Buna benzer çok daha değişik bir anlayışlar ortaya çıkmıştı. Bu aslında reel sosyalizmdeki tıkanmanın sonucunda ortaya çıkan bir durumdu işin doğrusu. Mevcut reel sosyalizmin deneyimleri çok fazlasıyla ileriye giden hani teorik anlamada söylenen, tanımlanan, biz sosyalizme tam denk düşmeyen örnekler oldukları için ister istemez bir bölünme ortaya çıkmıştı. Bunun bir izdüşümü de Türkiye'de yaşanıyordu. Biz de sonuçta aslında bunun dışında bir yol oluşturmaya çalışmıştık. Türkiye'deki Devrimci Yol'un aslında çizgisi bu tür odaklardan ziyade daha çok kendi öz gücüne dayanan ve yerelden, yereli temel alan, yerel sorunları temel alan bir siyaset oluşturmaya çalışıyordu. Sosyalizm anlayışında aslında bugünden yarına, özellikle yarının toplumsal ilişkilerini bugünden örgütlemeyi önüne hedef olarak koyan bir sosyalizm anlayışıydı. Şimdi bunun aslında Türkiye'deki ortak mücadeleyi önemli ölçüde engelledi, etkiledi. Her ne kadar zaman zaman bir araya gelme çabaları olmuş olsa da bu çok fazlasıyla ortak bir iradeye dönüşmedi. Dolayısıyla cuntanın başarısında önemli bir etkenlerden biri de budur. Yoksa Türkiye'de çok ciddi bir devrimci demokratik bir damar vardı, bir güç vardı ve bu damar parçalıydı. Dolayısıyla bu parçalanma süreci cuntaya karşı bir birlik oluşturmayı engelledi. Bir türlü bunu aşamadı. Daha sonra özellikle bu reel sosyalizmin yenilgisi sonrasında, aslında onun izdüşümleri aslında Türkiye'de önemli ölçüde o hareketler de önemli ölçüde zayıfladı, güçsüzleşti. Kısmen aslında ÖDP'de o, bir araya 01:06:00gelen o bütün gelenekler Türkiye'deki o yapılar aslında bütün gelenekler başlangıç itibariyle en azından o parçalanmanın bir özeleştirisiydi. Bir yönüyle oydu. Onun özeleştirisini tekrar bir araya gelip, bir ortak bir mücadele oluşturup, tekrar Türkiye'de solu, sosyalistleri sosyalist bir odak yaratma çabasıydı. Çok kıymetliydi. Önemliydi bu. Ancak bir noktadan sonra maalesef tekrar o eski, tırnak içerisinde ben ona öyle diyeyim eski hastalıklar zuhur etmeye başladı. Onun en önemli etkeni şudur, ben bugünden yarına baktığım zaman en azından yaşadıklarım açısından söylüyorum, biz hep kendi gücümüze dayanarak siyaset yapmaya tercih ettik. Kendi güç derken, kendi somut sorunlarımızın, Türkiye'nin somut sorunları, ona karşı o sorunları yaşayanların muhatap kılındığı, onların özne haline getirildiği, onların daha sonradan bir güç haline getirileceği bir siyasete hep inandık. Öyle, onun doğru olduğunu düşündük. Dolayısıyla dışardan belli, başka bir güçlere sırtını dayayarak siyaset yapma tarzını azından hiçbir şekilde benimsemedik. ÖDP'de de tekrar aslında bir biçimde onun parçalanmasına, zuhur eden de biraz oydu. Yine özellikle Türkiye'de, Türkiye'de demokrasi gelecekse Avrupa Birliği'ni savunmakla gelecek gibi düşünceler ortaya çıkmaya başlamıştı veya aslında Türkiye'de bir herhangi bir şey yapılamaz artık Türkiye'de bir devrimci demokrasi mücadelesi yapılamaz esas yapılması gereken Kürt ulusal hareketini desteklemektir gibi düşünceler ortaya çıkmaya başlamıştı. Dolayısıyla bu düşünceler bir noktadan sonra o ortaya çıkan o güzel, o birlikteliği, o ortak inisiyatifi tekrar sol sosyalist inisiyatifi parçaladı, dağıttı. Sonuçta hani Türkiye'de tekrar hani Türkiye'nin özellikle mevcut rejimin inşası süreçlerinde, siyasal İslam'dan zaman zaman demokrasi bekleme çabaları da ortaya çıktı işin doğrusu. Onlar zaman zaman destekledi. Solu belli ölçülerde böldü. Yine bölen şeylerdi, parametrelerdi bütün bunlar. Ama şuna hala işin doğrusu inanıyorum ben Türkiye'nin geleceği soldur, sosyalistlerdir. Sosyalistlerin sosyalist bir çözümle ancak Türkiye'nin mevcut sorunları çözülebilir. Bugün açısından da geçerli yani bugünkü siyaset açısından da siyasete baktığımız zaman da ben şahsen bunu görüyorum. Yani Türkiye'nin çok 01:09:00temel sorunları var. Özellikle mevcut rejim bütünüyle bütün kurumları ele geçirmiş, siyasal İslam merkezli bir örgütleme içerisine çekmiş, tarikatlar, cemaatler bütün Türkiye toplumunu kuşatmış. Bütün sermaye, bütün kamu kaynaklarını talan eder duruma gelmiş. Bütün bunlar aslında, bütün bunlardan kurtuluş sadece basit bir güçlendirilmiş parlamenter rejimle olamayacağını düşünüyorum. Esas olarak çok güçlü kamu politikalarıyla, gerçek laiklikle, bağımsızlıkla, gerçek bir demokrasiyle aşağıdan yukarıya doğru bir demokratik anlayışla, bu seçim yasası, siyasi partiler yasası gibi alanları topyekun içeren bir, gerçek bir demokrasiyle aşılabileceğini düşünüyorum. Bunu, bunu da ancak sol sosyalist programla olabileceğini düşünüyorum. Dolayısıyla aslında dün söylediklerimiz bugün de aslında bugünkü koşullar itibariyle formüle edersek bunlardır. Bunlara sahip çıkarak, bu düşünceler ekseninde tekrar bir araya gelebilirsek kimle gelebilirsek, yan yana gelebilirsek tekrar Türkiye'deki mevcut bu faşist İslamcı rejim ancak öyle parçalanabilir ya da gerçek anlamda öyle tasfiye olabilir. Sadece onları iktidardan uzaklaştırmak da yetmez. Topyekun bir dönüşüme ihtiyacı var Türkiye'nin. Dolayısıyla bunu ancak sol sosyalist bir program, bir özne böyle bir politik özne yapabilir diye inanıyorum işin doğrusu. Bunun aslında hala dinamikleri var, olanakları var, ilişkileri var. Sorun aslında bunları bu açık, sarih tarzda biraz da kendi öz gücüne dayanan bir tarzda yapma becerisi gösterebilirsek başarabiliriz diye düşünüyorum.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview115075.xml#segment4266
Partial Transcript: Yani bu önemli bir, güzel bir soru sordunuz. Bu çok yönlü bir çalışma aslında. Sonuçta bir tarihi bugüne taşıma, tarih bilincini tekrar yeniden, bugünkü koşullar içerisinde yeniden üretme. Bu çok önemli bir iş. Yani sizin şu yaptığınız bile bunun bir parçası olduğunu düşünüyorum ama maalesef çok daha örgütlü bir tarzda, örgütlü hareketlerin keşke bunu yapabilseydi. Çok daha farklı olabilirdi. Tabii bunun birçok nedeni var, tabii bu aktarılmama sürecinin aslında nedeni var. Biraz önce söylediğin gibi bir yönü tama 12 Eylül, özellikle en başarılı olduğu sol sosyalist şeyi çok ciddi bir tarzda kendi şey yaptı, biçti. Kesti, yok etti. Bir bu 01:12:00oldu. İkinci yönü, dünyadaki sosyalist hareketin sol, reel sosyalist örneklerin ortadan kalkmış olması. Kitleler nezdinde, en geniş kitleler nezdinde bir şey sosyalizmin bir alternatif olma durumu işin doğrusu gölgelendi. Buna paralel şöyle bir entelektüel egemenlik de oluştu işin doğrusu daha çok kimlik politikaları öne çıkmaya başladı. Sınıf siyaseti, ki sosyalistler sonuçta emek, sınıf siyasetini daha çok öne çıkarırlar veya o temel üzerinde, onu temel alarak siyaset yaparlar. Şimdi o koşullardan ziyade daha çok kimlik siyasetleri öne çıkmaya başladı. Dolayısıyla bu kimlik siyasetleri hani bir yandan milliyetçi, ulusalcı bir yandan din tarzı kimlikler tüm dünyada aslında bir çeşit öne çıktı. Tarih anlayışları bile bunu uygun hale gelmeye başladı işin doğrusu. Daha çok bütün bir tarihten ziyade daha çok mikro tarih gibi incelemeler ortaya çıkmaya başladı. Dolayısıyla aslında bizim bir hegemonik olma yani gerek fikri anlamda, politik anlamda, ideolojik anlamda, gerek politik anlamda bir hegemonya olma durumunu işin doğrusu kaçırdık. Ancak bunu tekrar yeniden sağlamanın, yeniden bu hegemonyayı kurmanın gerekli olduğunu düşünüyorum. Bunun en önemli kısmı tabii ki bir mücadeledir yani sokakta verilecek toplum içerisinde verilecek bir mücadeledir ama bu tek yanlı bir şey değildir. Bu mücadele çok yönlü bir şeydir. Hem geçmişe dönük yapılan edilen bütün örnekleri bugüne taşımaktır, bugünkü genç nesillere bunu anlatmaktır. Hem o pratikleri bugünkü koşullarda tekrar yeniden ele almaktır. Kültürel faaliyetlerdir, yani onların içerisine aktarmaktır ve benzeridir. Ama en önemlisi de ideolojik bir politik bir hegemonya kurma çabasıdır. Bunu ne yapıp edip kurmak durumundayız. Bence biraz dünyanın geldiği nokta da aslında bir yönüyle bu nokta aslında bugün. Bildik o neoliberal politikalar önemli ölçüde aşılmaya başladı, aşıldı. Özellikle bu pandemi süreci kamu politikalarının ne kadar önemli olduğunu tekrar bir kez daha ortaya çıkarttı. Şu anda yaşadığımız ekonomik kriz, bütün alanların, bütün toplumun bu şey alanlar, bütünüyle sermayeye açık olmasının ne kadar vahim sonuçlar doğurduğunu bir biçimde aslında insanlar, toplum aslında bunu görmeye başladı. Dolayısıyla aslında sol sosyalist fikirler açısından çok uygun koşullar 01:15:00da işin doğrusu oluşmaya başladı. Bence belki bütün bu faaliyetlerin kendisi bundan sonra çok daha değerli, anlamlı olacak çok daha fazla karşılık bulacaktır diye düşünüyorum işin doğrusu ve bu aynı zamanda solun sosyalistler açısından da tekrar yan yana gelme, tekrar ortak programlar oluşturma, güç merkezleri oluşturma açısından da önemli bir fırsattır.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview115075.xml#segment4532
Partial Transcript: BirGün gazetesi nasıl çıktı? Yani yine bu 2000 yılları hani Türkiye'de özellikle bizim ÖDP'nin aslında belli ölçülerde güç toparladığı, en azından Türkiye'de çok ciddi, hani çok ciddi oy alamasa bile en azından bir fikri hegemonyasının belli ölçülerde olduğu bir dönemdi. Buna paralel Türkiye'de özellikle işçi hareketleri, kamu çalışanları hareketi, kısmen gençlik hareketi belli düzeydeydi. Yani hatırı sayı-- bugünle kıyaslarsak daha hatırı sayılır düzeyde daha güçlü bir haldeydi. Dolayısıyla o koşullar bir sürü iş yapılır, edilirdi, konuşulurdu. Yayınlar yapılırdı. Hiçbir gazete, hiçbir televizyonda yer almazdı. Yani diyelim ki bir gazetede bir haberin çıkması bile hani ÖDP'nin çok ciddi yaptığı eylemler vardı mesela. Bu Bir Dakika Karanlık Eylemi'nin büyük ölçüde örgütleyicisi ÖDP'ydi. Özellikle bu şeye karşı Susurluk sonrası ortaya çıkan duruma karşı çok ciddi bir Türkiye'de eylemlilik sürecine girmişti. Televizyonlarda, gazetelerde hiç yer olmazdı, hiç yer verilmezdi. Çok çok küçük haberlerle geçiştirirlerdi veya bir, birkaç tane işte köşe yazarı. Dolayısıyla ister istemez bütün bu hareketler varken bütün bu koşullar itibariyle bir medya alanının olmazsa olmaz bir ihtiyaç olduğu ortadaydı işin doğrusu. Buna ilişkin çok yoğun tartışmalar, konuşmalar yapılırdı. Burada işin hakkını vermek lazım. Bu çabada özellikle Oğuzhan Müftüoğlu, bizim arkadaşımız Oğuzhan Müftüoğlu'nun çok ciddi katkısı vardı. "Ne yapıp yapıp bir gazete yapalım" arkadaşlar diye birçok arkadaş "ya artık gazetecilik bitti, gazetecilik mi kaldı artık iş dijitalleşiyor, televizyon yapalım" gibisinden değişik öneriler olmasına-- olsa bile "hayır ilk etapta bir gazete yapalım" gibi düşünceler daha fazla baskın oldu. Yaklaşık 3000'e yakın arkadaş değişik biçimlerde destek verdiler kimisi eli, kimisi o 01:18:00 koşullar itibariyle elinden ne gelirse ortaya koydu insanlar. Aslında bir kooperatif tarzında örgütlenme öngörmüştük aslında öyle konuşulmuştu. Ancak o ticaret açısından daha sınırlı, Türkiye'de özellikle kooperatiflerin daha sınırlı olacağını düşündüğümüz için şirket olarak örgütlenmek daha doğru olur diye bir düşünce ortaya çıktı. Dolayısıyla bir şirket etrafında aslında insanların hisse verdiği, hislerin etrafında bir şirket oluşturularak BirGün gazetesi kuruldu. Bu kurulması sonrasında hani Türkiye'deki o özellikle solun içinde bulunduğu koşullar içinde de doğdu işin doğrusu. Biraz parçalanma, tekrar parçalanma süreci içerisinde de doğdu. Yani başlangıçta daha şeydi, daha fazlasıyla insanın sahiplendiği bir gazeteydi ama solun tekrar o Avrupa Birliği tartışmaları ve benzeri süreçleri itibariyle tekrar kısmen parçalanması aslında gazeteyi de belli ölçülerde etkiledi işin doğrusu. Hatta partiyi etkiledi. ÖDP'yi etkiledi, solu etkiledi. Birçok insan tekrar yeni koşullara uygun pozisyon almaya çalıştı. Ona rağmen aslında yaklaşık işte önümüzdeki yıl 20.yılı, 19.yılından 20.yılına doğru gidiyoruz. Şimdiye kadar iyi yürüttü, iyi geldi. Bundan sonra da çok daha büyüyerek gideceğini düşünüyorum işin doğrusu. Daha çok baskı, dolayısıyla salt baskıdan kağıttan ziyade dijital alan itibariyle çok daha fazla büyümeye başladı. O bizi çok daha fazla şey yapıyor, motive ediyor.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview115075.xml#segment4794
Partial Transcript: 12 Eylül her şeyden önce yani devletin toplum üzerindeki terörüydü işin doğrusu. Devlet toplumun topyekun hepsi, bütün topluma bir terör estirdi. Terör sonuç itibariyle eğer bir karşıt terörle kontr-terörle onu ortadan kaldıramıyorsan eğer terör sonuç itibariyle bir yılgı üretir. Bir yenilmişlik üretir bir ezilmişlik üretir. Türkiye toplumu üzerinde öyle bir etkisi oldu. Bir yılgı oluşturdu. Terörize etti toplumu. En önemli şeylerden birisi bence budur. Ki bunun etkisini biz yıllarca aslında gördük. Daha önce bir yığın sivil toplum, dernek, sendika çok ciddi mücadeleleri ortaya çıkar, kendilerini, bütün toplum insanları ortaya çıkarır mücadele ederdi. Ancak ondan sonraki süreçlerde bütün bu mücadelenin, mücadele etme dinamikleri ortadan kalktı. Bunu yaptı. 01:21:00Birincisi, bunu yaptı. İkincisi yine buna bağlı ki bu süreçte çok doğrudan bağlantılıdır, Türkiye'de neoliberal politikaların inşası açısından bir milattır zaten Türkiye. Dolayısıyla o politikaların inşası için çok büyük bir zemin hazırladı ve bütün alanlar, özellikle bütün alanları parça parça sermayeye aktarmaya başladı. Kamu politikaları topyekun terk edildi. Dolayısıyla herkes aslında o dönemin felsefesidir. Herkes bireydir, her koyun kendi bacağından asılır felsefesi bir çeşit topluma empoze edildi. Bir araya gelmenin, örgütlü olmanın yasaklığın ötesinde herkes sonuç itibariyle kendini kurtarma çabası içerisine, kendini var etme çabası içerisine girdi ve bir başkasının sırtına basarak bunu yapmaya çalıştı. Bu, buna paralel bir kültürdü. Bunları önemli ölçüde Türkiye toplumunu işin doğrusu empoze etti. Kısmen başarılı da oldu. Çünkü bunun karşı dengesini bir türlü, bunu kurabilecek tek kurabilecek soldu, sosyalistti. Devrimcilerdi. O dengeyi kuramadılar, yenildiler, o koşullar itibariyle yenildiler diyebilirim ki hani yani biraz önce yine aynı şeyi söyledik ve en önemli şey de Türkiye'de bütün o gerici, faşist, muhafazakar değerleri büyük ölçüde öne çıkartmaya çalıştı. Onları aslında kendi varoluş, varoluşunun gerekçesi yaptı. Biz ona hani o dönemlerde Türk-İslam sentezi derdik. Onlar daha çok o eksende şey yaparlardı kendilerini meşrulaştırmaya çalışırlardı. Onu meşrulaştırdı. Türkiye toplumu büyük ölçüde sağa kaydı. Yani işin doğrusu böyle bir koşullar üretti onu da yine dengeleyecek başka bir unsur, çok ciddi militan, kendine güvenen, toplumla, toplumla bütünleşen bir ideolojik politik hat tam anlamıyla kurulamadı. Bugün de aynı sorun aslında büyük ölçüde geçerli. Yani toplumlar nezdinde dünya tarihi, insanlık tarihi nezdinde aradan kuşkusuz bir 50-60 yıllık bir süreç geçti "Hani o zaman o kadar zaman geçti şimdi niye olmuyor madem böyle diyorsunuz?" diye bazıları söylüyor. Bu çok uzun bir süre değildir yani işin doğrusu insanlık tarihi açısından çok çok uzun bir süre değildir. Bunun mutlaka dengelenmesi gerekir yoksa Türkiye çok 01:24:00hızlı bir tarzda zaten o zihniyetin kendisi Türkiye'yi Ortadoğu'ya çekmek bir Ortadoğu gerici devleti haline getirmenin ötesinde bir anlamı yoktur. Oraya çekiyor zaten. Oraya da çektiler yani. Dünyadaki emperyalist, kapitalist sistemin de biraz işine o geldi. Türkiye daha önceki koşullarda Sovyetler Birliği'ne karşı bir uç karakoldu. Daha sonra bunu ılımlı İslam modeline getirdiler. O, o tasfiye olunca ılımlı İslam modeli haline getirdiler. Şimdi o ılımlı İslam modeli de geçti. Şimdi sıradan bir Ortadoğu devleti haline getirmeye çalışıyorlar. Dolayısıyla bizim buradan çok hızlı bir tarzda çıkmamız lazım. Bu, topyekun 12 Eylül'le başlayan bugün tek adam rejimiyle, Sünni İslam'ın faşist rejimiyle taçlanan bir süreçtir bu. Topyekun bir süreçtir. Bütün bu sürecin A'dan Z'siyle hesaplaşılması gerekiyor esas olarak. Dolayısıyla mücadele bir bütün olarak bütün bu süreçlerin hepsine dönük olmak durumundadır. Bir dönem diğerinden hiçbir şekilde farklı değildir. İç içe geçmiş bir bütün aslında.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview115075.xml#segment5108
Partial Transcript: Şimdi bütün toplumlar aslında hani daha farklı bir düzeye çıkacaksa, daha ileri bir düzeye çıkacaksa yaşadıkları bu travmalarla yüzleşmek zorundalar. 12 Eylül bir travma hani devletin toplum nezdi, toplumun kendisine estirdiği bir terör. Örgütlü bir terördü demiştik. Terörize etti toplumu. Bu bir travma yarattı ve bu travma bugün de bir biçimde sürüyor. Dolayısıyla daha farklı bir düzeye çıkacaksa toplum, toplumsal ilişkilerimiz bununla hesaplaşmak durumundadır mutlaka ve AKP kendi hani bu referandum sürecinde 12 Eylül'le hesaplaşmayla yapacağım iddiasıyla kendi programının parçası haline getirmişti bunu. Ortaya çıkan durum zaten hiçbir şekilde böyle bir iktidarın 12 Eylül'ün yaratmış olduğu bir iktidarın 12 Eylül'le hesaplaşamayacağına ilişkin zaten o dönemler çok fazla, çok net eleştirilerimiz vardı zaten. Dolayısıyla ondan herhangi bir beklentimiz zaten olmadı. Oysa bunu Türkiye'de bütün devrimci demokratların yapması gereken bir, temel işlerden birisidir bu. Yani bizim solun, sosyalistlerin, bütün devrimci demokratların bütün bu süreçlerle yüzleşmeden, bu yaşanılan bütün bu süreçleri ayrıntılı tekrar yeniden bilince taşımadan, bunu deşifre etmeden ileriye gidebilmesi çok mümkün değil. Çok olası değildir. Bunu bütün toplumlar aslında bir biçimde yaptılar, bunu Arjantin'de görürsün, Şili'de belli ölçülerde muhtemelen 01:27:00göreceğiz bunu. Avrupa'da zaten o demokrasi, burjuva demokrasileri bile sonuçta belli bir çıkış sonrasında geçmişiyle çok ciddi yüzleştiler. Almanya bunu çok net yaptı. Dolayısıyla Türkiye'de en azından asgari bir devrimci demokratik bir süreç inşa edilecekse bunu yapmak zorundadır. Bunu yapmadan bunlar mümkün değildir zaten.
Helalleşme bunun parçası değildir yani helalleşme düşüncesi daha çok, görebildiğimiz kadarıyla daha çok Türkiye'de muhafazakarların olurunu alma çabası daha çok, öyle görünüyor. Bir helalleşme büyük ölçüde, esas temel ekseni bu. Dolayısıyla hani daha değişik şeyleri de var, değişik temalar da eklediler ama esas ana teması bu. Dolayısıyla buradan bir yani yenilenme, dolayısıyla bir hesaplaşma çıkmaz.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview115075.xml#segment5289
Partial Transcript: Yani yani şöyle derdim, bir herhalde ki yaptıkların, ben zaman zaman her insan aslında sonuçta kendi yaşamını şöyle bir yaşamını gözden geçirir. Neler yaptım, neler yapmadım, neler yapsaydım, neler yapmasaydım gibisinden bir göz geçirir. Ben kendime aslında şunu net olarak söylüyorum, yaptıklarımdan hiçbir şekilde pişman olmadım. Aslında çok doğru yaptım, çok doğru yerlerde durdum. Çok doğru bir hareketin içerisinde var oldum. Aslında bugünkü İbrahim Aydın bütün bu birikimin sonrası oluşan İbrahim Aydın. Dolayısıyla "iyi ki bunları yapmışsın" derdim.
Tekrar yaptığınız çalışmanın biraz önceki söylediğimiz o tekrar bilinç oluşturma, o tarih bilinci oluşturma açısından çok değerli olduğunu söylemek isterim. Bütün ekibe çok teşekkür ederim. İyi ki yaptınız. Yani keşke bunu bir hareket yapsaydık yani kendimiz yapsaydı diye de zaman zaman söyledim ama aslında sizin yapmış olmanız da aslında ondan farklı olmadığını düşünüyorum işin doğrusu. Çünkü sonuçta bu yapan arkadaşları da kendimizden görüyoruz. Sonuçta bu Türkiye'deki devrimci demokratik düşüncelerin bir parçası olarak görüyoruz aslında biraz da gurur duyuyoruz.