Mustafa Yıldırımtürk 2

Museum of Historical Justice and Memory

 

Transcript
Toggle Index/Transcript View Switch.
Index
Search this Index
X
00:00:00 - 12 Eylül'e Giden Süreç

Play segment

Partial Transcript: 80 döneminde zaten Türkiye'de o dönem 71 harekatı silahlı mücadeleden sonra yükselen devrimci hareket ister istemez birtakım siyasi kimlikleri de hızla geliştirerek, büyüterek bir süreci içinde taşımışlardı. Bu genelinde silahlı mücadelenin içerisinde yer alan örgütlerin tabanı olarak kendini belirgin hale getirdi. Türkiye genelinde ama Türkiye'nin büyük şehirlerinde örneğin diyelim zaten İstanbul, Ankara, Eskişehir, Adana, İzmir yani birçok ücra şehirlerde. Ve orada da devrimci hareket yükselmiş, yani çok ciddi bir Dev-Yol hareketi var. Yüksek potansiyel oluşturuyor. Kurtuluş hareketi var. Dev-Yol'dan ayrıldıktan sonra Kurtuluş hareketi. O, onların öncülüğünü İlhami Aras, Mustafa Kaçaroğlu ve benzeri arkadaşlar. O üç arkadaş bir de Mahir Sayın. Evet. Bu üç arkadaşın öncülüğünde Kurtuluş hareketi gelişti. O sürede. Yani şimdi ondan sonra TKP var. TKP'nin gençlik örgütü İGD var. Aydınlık var. Bambaşka bir sürecin içerisinde. Doğu Perinçek'in ta 70'lerden beri nitelik değiştiren. İbrahim Kaypakkaya, TİKKO ve onun giderek hızla gelişen bir örgüt kimliği var. Yani Türkiye'de 80 sürecine hazırlıkta karşı devrim de bu ölçüde hızlı bir örgütlenme ve silahlı mücadele eylemlikler baş alıp gidiyor yani günde, o dönemde onlarca abartısız insan, devrimci genç militan öldürülüyor. Faşistlerden zaman zaman ölümler gündeme geliyor yani hızla yaşam koşulları alabildiğine çoğu zaman da provokatif bir süreç içerisinde siyasal süreç öyle bir gündeme gelmiş. Halk, ordu bilinçli olarak Kenan Evren zaten bunlar tarihe altı çizilerek not düşülmüş. Bilinçli olarak 2 seneden fazla örgütlemişler genel kurmayı yani bunu Amerika'yla bağlantılı olarak çünkü bilerek ölümlerin önünü açıyorlar faşistleri çatıştırıyorlar falan. Devrimciler kendilerini korumaya çalışıyorlar yani zaman zaman ister istemez bir sürü. O dönemde rakam, 5 binin üzerinde kayıp var. Devrimci kaybı var. Rakam, ölen insan 00:03:00sayısı. Bu mücadeleyi çok yönlü bir şekilde farklı bir statünün içerisine çekiyor. Aynı dönemde işçi hareketi, mücadele, sendikalar, işçi sınıfı eylemlilikleri var. 77 1 Mayıs'ı var. Katliamcı bir süreç. Arkasından daha kitlesel mesela bizim Halkın Kurtuluşu'yla Dev-Yol'un ortak bir eylemlilikleri vardı 1 Mayıs'ta. Çok büyük kitlesellikler olmuştu birçok Türkiye'nin birçok genelinde. Yani abartısız yüzbinlerce insanı hareket ettirilmişti yani büyükşehirler başta olmak üzere. Şimdi devrimle karşı devrim iç içe bir çatışma süreci var yani o süreçlerde. 12 Eylül'ün hazırlanış biçiminde yani can güvenliği, toplumun yaşam koşullarını düzeltme adı altında bilerek bir insanlar büyük çoğunluk "Oh be kurtulduk askeriye geldi" yani burada Süleyman Demirel'in çok ilginç bir lafı var. "Biz" diyor ondan önce sıkıyönetim vardı. Ne istediniz her şeyi verdik." Fatsa meselesi var. Terzi Fikri'nin Fikri Sönmez'in üzerine saldırı, Fatsa'yı ele geçirme vesaire. "Bırakın onu" diyor, "Fatsa'ya bakın" diyor Süleyman Demirel, bu süre içerisinde. Şimdi birdenbire de dedim şimdi nasıl oldu bunlar alıp Zincirbozan'a götürdüklerinde o dönemin Ecevit, Demirel, Erbakan, Türkeş vesaire. Türkeş zaten tutuklu aranıyordu kaçtı bir süre. Sonradan tutuklandı. Tutuklandığında da ilginç, "Fikirlerimiz dışarıda kendimiz hapishanedeyiz" dedi filan. Türkeş'in meşhurdur bu lafı filan. O açıdan bakıldığında yani siyasal süreç içerisinde Demirel'in lafı-- şunu demek istiyorum "Ne oldu" diyor "birdenbire bıçak gibi durdu bu terör şeyi filan." Yani orduya diyor "siz bilinçli olarak bu işin tezgahını kurdunuz" diyor. Toplumu hazırladınız, hazırladınız. Can güvenliği adı altında. 12 Eylül darbesi geldiğinde de Kenan Evren muazzam bir şekilde zora dayanarak bir taban oluşturdu yani bu geçici de olsa. Anayasası falan. Tamam orada bir baskı var ama bir yandan da toplum böyle anlayamadılar yani düşün 24 Ocak Kararları meşhurdur. O dönemde uygula, uygulayamıyorlar uluslararası bir şeyde. Halit Narin'in meşhur bir sözü var "Şimdiye kadar bizim anamız ağlıyordu bundan sonra da sizin ananız ağlayacak" filan diye ifadeleri var işverenlerin o dönem sanayi odalarının başındaki bir adam vesaire.

00:05:44 - 12 Eylül'e Hazır Olmak-Olmamak

Play segment

Partial Transcript: Şimdi bütün 12 Eylül süreci peki devrimciler, sosyalistler, komünistler bu sürece ne kadar hazırlardı? Siyasal anlamda ne kadar bir onu karşılama şeyi vardı? Ben kendi 00:06:00 örgütümüzden, politikamızdan biliyorum. Biz 12 Eylül sürecinde Dev-Yol, Kurtuluş özellikle ortaklaşa birleşelim, güç birliği vesairesinde Dev-Yol'un "yani yeterince aynı şeyleri yapıyoruz biz kendi gücümüzle bu işi yapıyoruz" tarzında bir merkezi görüşmelerde ifadeleri vardı. Şimdi tabii 12 Eylül geldiğinden de iş işten geçtikten sonra birçok şey açığa çıktı her şey. Bütün örgütler kendi gövdesine, büyük gövde, büyük darbe aldı. Küçük küçük çapında. Ama muazzam derecede korkunç işkence, ölümler ardı ardına müthiş bir panikleme baş göstermişti yani en güvendiğin arkadaşların evinde bile kendi yaşantımdan da biliyorum yarım saat var sokağa çıkma yasağında filan, zilini bastığında "alamayız" diye "kusura bakma falan" diye bir, yarım saat içerisinde 2 yerden kapı kapınmış durumda falan ki inanılacak gibi değildi. Böyle bir ortam. Toplum öyle bir tedirgin paniklendirme yani bir yandan işkencede ölümler, haberler geliyor, bazen abartılı haberler falan geliyor. Zaten faşizmin en önemli karakteri işkenceyle sonuca gitmek falan. Hani orada yıldırmak ve kısa sürede sonuca gitmek için akıl almaz işkenceler uygulama sürecini işlettiği bir süreçti 12 Eylül süreci filan.

00:07:36 - 12 Eylül Günü ve İlk Hazırlıklar

Play segment

Partial Transcript: 12 Eylül tam geldiği gün Ankara Tunalı Hilmi'de Vedat diye bir arkadaşımız vardı daha sonra Murat Karayalçın'ın da Ankara Belediye Başkan yardımcılığını falan yapmıştı filan. Onun evindeydik, kapıcı ekmek almaya gittiğinde sabahleyin saat 6 filan civarındaydı. Bağıra bağıra geldi. "Kalkın" dedi "askeriye iktidara el koymuş, darbe olmuş" filan diye. Biz, o da-- Evde üç kişiydik filan. Ondan sonra hemen tabii ne yapacağımızı ne yapmamız gerektiğinin bir hızla girişimi başladı filan.

Oraya yakındı. Anamın, anam o zaman hayattaydı. O eve gidip evde bir sürü dokümasyonu [dokümantasyonu] bavulla filan Yavuz'un da Niğde'den getirdiği şeyler vardı dokümasyonlar [dokümantasyonu] filan. Onları 2 bavula doldurduk. Evden çıkardık filan kısa süre içerisinde. Ondan sonrasında da bir kısmını yaktık şeyde şöminede. Şey evde, o evin içerisinde filan. Ele geçmesin diye şeyler. Sonrasında ben zaten o süreçte aranma şeyim 00:09:00vardı ama yurtdışına çıkma bir sürecim vardı, örgüt tarafından çıkarılmak için bir süreç işleniyordu. Sonra tabii bu işler karışınca yoğun baskı vesairesi gelince Adana'ya gönderildim ben. Adana'da orada, 2 buçuk ay falan kaldım Adana'da. Sonra orada da operasyon olunca yakalanmalar olunca inanılmaz derecede bir operasyondan büyük şansın da yaveriyle kurtulmuştum Adana'da. Sonra İstanbul'a Burhaniye'ye falan geldim bir sürü yere. Sonra İstanbul'a geldim.

00:09:45 - 12 Eylül'ün Kurduğu Tedirginlik Ortamı ve Operasyonla Yakalanma Anı

Play segment

Partial Transcript: Muazzam bir 12 Eylül gelmiş tedirginlikler var. Ama örgütlerde de buna rağmen mücadele var yani diyelim ki TDKP, kendim de bünyesinde yer aldığım için biliyorum, mücadeleye devam etme çağrısı yapıyor. Diğer şeyler de örgütler içerisinde de bulunma tarzı bir çağrılar var filan. Bir, biz de önce DEV-YOL'a merkezi olarak ağırlıklı darbe vurulunca, Kenan Evren zaten biz Konya meşhur mitinginde konuşması var "Biz gelmesek onlar gelecekti iktidara" diye. DEV-YOL merkezi yapısı da darbeyi alınca sıranın bize de geldiğini biz biliyorduk filan normalde. Şimdi bu, bu süre içerisinde teknik olarak tabii, tedbirler alınıyor alınmaya çalışıyor ama sonucunda baktığında ne kadar alınmak isteme ne kadar çaba gösterirse bile birçok şeyde yeterince tedbirler alınmadığı biliniyor. Şimdi ben bir yandan kendimi kamufle etmeye çalışıyorum bir yandan da örgüt içerisinde gücümüzün, yeteneğimizin el verdiği sürece de ilişkileri toparlamak için. Bağlantıları kurmak ve şey etmek için uğraşıyorsun. Bu süre içerisinde giderek de daralıyor yani her yerden açıklar çıkıyor. Darbe darbe üstüne geliyor. Bu açıdan bakıldığında bu sefer çaresizlik içerisinde olmasa da bir yerde kendini gizletmeye çalışıyorsun. Yani bu gizlenme olayı bir yandan yurtdışına çıkma düşünce var, onun yöntemleri araçları araştırılıyor filan. Sonra İstanbul'da Salman Kaya'yla bir görüşmemiz oldu. Beni Salman Kaya İran üzerinden çıkarma gibi bir şeyi var. Girişimleri var filan ama beni örgütten, kendi örgütümüzle ilişkim hiç yok çünkü ilişkiler koptu, bağlantı 00:12:00 kuramıyoruz. Normalde bir gün İstanbul'a gelmişim bir süre Adana'dan sonra Burhaniye'de kaldım. Arkadaşların filan evinde gizlendim biraz. 15 gün filan. Sonra İstanbul'a geldim. Hep bireysel ilişkiler üzerinden girişimler var. Örgüt, örgüte yönelik ilişki yok filan. O arada İstanbul'da Galata Köprüsü'nde bir arkadaşımızla Nazım diye bir arkadaşımızla yurt, yurtta da çalışıyordu. Onla tesadüfen karşılaşmıştık. O beni yeniden ilişki kurdurdu partiyle. Neyse bir, bir eve gittik. Evde hazırlık filan yapacağız yurtdışına filan şeyinde. Buluşma yerine gittik, randevu var şimdi normal olarak Harem'den Kartal, Soğanlık'a doğru, Maltepe'ye doğru yola çıkacağız oradan kuryeyle buluştuk Harem'de. Oradan buluşma yerine gidiyoruz. Buluşma yerinde öyle bir ilginçlik var ki, biz o dönem oralar çok sakin yerlerdi filan yani biraz tenha, çok işlek yerler değildi. Biz minibüsten indik ben bilmiyorum yanımdaki kurye biliyor. Böyle giderek 5-10 metre ilerlemiştik. Baktım birkaç tane sivil var. Normal olarak böyle önce çok dikkatimi çekmedi. Biraz ilerledik 5-6 metre baktım siviller daha fazla artmaya başladı. 10-15 metre ilerlemiştik etrafımız sarıldı, silahlar çekildi. "Kımıldamayın" falan. Yaz. Üzerimde kısa bir tişörtle, pantolon var filan. Yanımda arkadaşlar şey burada cebimde kimlik var, vesaire. Sahte kimlik. Ondan sonra şey duvara bizi dizdiler. Polisler etrafta. Yaklaşık 25-30 polis var. O ara yanımdaki arkadaşa dedim ki "kaç" dedim. O dedi ki böyle arkamız önümüz arkamız duvara doğru filan. O dedi ki "kaçılmaz burada." Polisler küfür ettiler o arada. Geldi benim cebimden kimliğimi çıkardı. Kimliğimi çıkardı, dedi "Nerelisin" dedim "Ankaralı." Küfür ederek bana dedi "Sen Karslısın" dedi. İnanılmaz bir şeydi yani. O Karslısın deyince ben yüzde yüz beni tanıdı diye bir psikolojik olarak bir şeye girdim. Buluşma yerine de abim gelecek yani abimi de son anda anladım filan. Tam bilmiyordum. Konuşma, kuryenin konuşmalarından TİP'ten filan 00:15:00 kimin geleceğini orada anladım. O ara bu "Karslısın" deyince aradan 1 dakika geçti geçmedi ben fırladım filan. Fırlayınca ana cadde, İstanbul Ankara arası asfalt böyle. Asfaltın içini şimdi bunlar ateş etmeye başladılar 2 kurşunla birdenbire asfaltın üstüne serildim ben. Düştüm. Ondan sonra isteselerdi kalbura çevirirlerdi. Arabalar sağlı sollu geliyor. Arabaların da biraz kurtarma şeyi oldu. Böyle mermilerin önü kesildi. Ondan sonra arabaya attılar ve polisler götürüyorlar. Götürürken de telsizle konuşuyorlar "Birini yakaladık, bir adam ama bizim için ne olduğu meçhul" falan diye.

00:15:48 - İlk Sorgu Süreci ve İşkencelerin Başlaması

Play segment

Partial Transcript: Beni götürüyor, yarı baygın bir şekilde filan. Sonra hastaneye götürdüler, askeri hastanesine. Orada ameliyata filan almışlardı. Ben bir ara uyandığımda kafamda büyük lamba, doktorlar böyle bakıyor filan filmlerde görüldüğü gibi. Ben anladım durumu. Ben doktora dedim "Hipokrat yemininiz var beni vermeyeceksiniz değil mi?" "Yok" dedi "rahat ol" filan. Aradan 10 dakika falan geçti. İçeriye 3-4 tane sivil girdi böyle tekerlekli arabanın içerinde. Arabayla çektiler asansöre. Asansörden de aşağıya indirdiler koluma girdiler. Arabaya kadar ondan sonra aldılar Sansaryan Han-- Ahmet Ateş'le ikinci-- Sultanahmet'e getirdiler. Orada 11 gün orada kaldım ben. O Sultanahmet'te. Orada her gün pansumana götürüp getiriyorlardı. İkinci günü kimlik ortaya çıktı. Ben oyalıyordum polisi ki zaman kazanılsın diye. Sonuçta kendimi bir türlü bir yerde açıklayacağım ama şimdi verdiğim ifadelerde evlisin, çocuk meselesi. Kimlik sağlam fakat çocuk hanım şu bu onlar tutmuyor filan. Polisler buralarda ben bilerek söylemedim filan oyalamaya çalışıyorum. Kimliği duyduktan sonra muazzam yüklendiler bana o halimle filan. Elektrik, falaka yani tek ayağa vuruyorlar birine vurmuyorlardı filan hani bir 7-8 saat filan sürdü o sürede. Hem Yavuz'un yerini soruyorlar hem silah soruyorlar. Hem nereden geldiğini. Kimsin, nesin, ilişkiler soruyorlar falan.

00:17:35 - Süleyman Cihan ile Karşılaşmaları

Play segment

Partial Transcript: Tabii o süre içerisinde aynı orada olduğum sürede daha sonra TİKKO'nun genel sekreteri olan yani Partizan'ın Süleyman Cihan'ı getirdiler orada. Süleyman Cihan'la ben, beni hücreye koymamışlardı. Polislerin çalışma odası var, o odada yere gazeteler sermişlerdi gazetede yatırıyorlardı filan. O gece, bir gece 5-6 saat 00:18:00 Süleyman Cihan'la ben aynı odanın içerisinde ama o çok kötü bir noktadaydı yani sıranın üzerine uzatmışlardı. Muazzam inliyordu filan. Ben bir ara kendimi toparlayıp kendi ismimi söylemeye konuşmaya filan, çalıştım filan. Konuşacak şeyi yoktu filan. Sadece "Çok kötüyüm" diyordu, "Çok kötüyüm" filan. Öldüğünü duydum ben ve Haydarpaşa Hastanesi'nde o o zaman zaten orada bir ön bilgim vardı filan ben o zaman kendisine söylemeye, kendi adımı söyledim filan. O kendi ismiyle bir şey söylemedi. Çok kötüyüm dedi sadece yani ancak konuşamıyordu. Çok kötü inliyordu filan. Sabaha doğru götürdüler filan. Hani sürükleyerek. Aramızda 2 buçuk metre filan vardı böyle çok. Ben masanın kenarından kafamı kaldırmış o da sıranın şeyinde vücut bitkin. Zaten getirdiklerinde 3-4 polis birlikte getirdiler. Sürükleyerek getirdiler. Sıraya uzattılar. Uzun bir sıranın üzerine. Ondan sonra bıraktı gittiler. Odada ikimiziz filan hiç kimse yok filan. Ben gözümde bağlı ama elim açık filan. Kendim biraz indiriyorum içeriye polis girince içeriye ses gelince hemen kapatıyorum filan yüzümü filan. Ben orada kalktım kendi adımı söyledim. Yani kalktım derken hafif kafamı kaldırdım filan dedim o da sadece dedi ki "çok kötüydüm çok kötü, beni çok kötü yaptılar" dedi filan. İnliyordu filan.

00:19:30 - Savcı Karşısına Çıkarılışı ve Tutuklanışı

Play segment

Partial Transcript: Ondan sonra ben hastaneye daha sonra 2.Şube'den 1.Şube'ye gönderdiklerinde Gayrettepe'ye orada şey almadı 1.Şube. "Bunu öldürmüşsünüz" dedi "biz sahiplenemiyoruz." Mecburen Haydarpaşa Hastanesi'ne geri götürdüler. Hastane aldı. Hastanede doktor binbaşı doktor bana dedi ki "2-3 gün daha gecikseydi" dedi "bacağını kesmek zorundaydık" dedi. Çünkü hep irin falan iltihap olmuş üzerine pansumanla, dikişle üstünü kapatıp kapatıp getiriyorlar acil servise götürüp getirmeden. Ondan sonra hastanede ben, Haydarpaşa Hastanesi'nde 15 gün filan kaldım orada. Sonradan tekrar 1.Şube'ye Gayrettepe'ye geldim. Orada da toplam benim şubede, hastaneyle birlikte kalış sürem 76 gün filan. Orada yani ifademde kurye olarak dediğim arkadaşı tanımadığımı söyledim. Normal olarak sıradan bir insan ricam üzerine indirdim dedim ben şey yaptım dedim bana yol gösterdi, ben yabancısıyım, yeni geldim Ankara'dan ben o okulda okuyorum filan ilgim yok bu işlerden filan diye durumu. Oradan şubeden Selimiye'ye geldik. Selimiye'de savcıyla karşılaşınca savcıya dedim "Savcı Bey beni niye tutuklama şey yapıyorsun" dedim "istiyorsun." "Ne var?" dedim "Herhangi bir ifade yok, örgüt pozisyonu yok." Yalnız yakalanmışım bir de kuryen var kimseyle 00:21:00 bağlantım yok. İfade de yok yani somutta da yok filan. Dedi ki "üzgünüm" dedi "yukarıdan" dedi "emir var" dedi "tutuklayacağım" dedi "seni." Dedi "yanındakini adamı bırakacağım" dedi "seni tutuklayacağım" dedi. Yapacak bir şey yoktu yani. Öyle normal.

00:21:20 - Devam Eden İşkence, Sorgu Süreci ve Değişen Cezaevleri

Play segment

Partial Transcript: Hiç hücreye götürülmedim Gayrettepe'de. Sansaryan Han'da. İsmim ortaya çıktıktan sonra Mustafa Yıldırımtürk olarak önce Fuat Özbek diye biliyorlardı. Kimlikte Fuat Özbek kimlikte. 2 gün bu kimlikle idare ettim ben. O arada araştırıyorlar filan. Yani kaldığım yeri araştırıyorlar sorduruyorlar. Hanım, çocuk meselesi. Bunlar tutmuyor. "Niye söylemedin hanım yoktur" diye. Ben dedim ki "alır getireceksiniz." Yani taktik uyguluyorum yani siz getirmeyin falan diye. Gitmiş babasının evine falan diye böyle bir oyalama taktiği. Bu 1 buçuk günfalan sürdü. İkinci gününe doğru kendi elleriyle küfürle beni sürükleyerek sorgu odasına götürdüler. Orada zaten arkadaş Partizan'dan arkadaş zaten bu Yıldırımtürk filan demişti filan önceden. Benim şeyimde de olan bir sürü küfürlerle niye inkar ediyorsun filan diye. Orada ağır yüklendiler. O uzun sürdü filan. O yüklenmede zaten benim söyleyecek fazla bir şeyim yoktu. Normal olarak ben de dedim ifadedeki "Benim ilişkim yok ben eskiden yazı işleri müdürüydüm şimdi çıktım okulumu bitiriyorum benim herhangi bir örgütsel ilişkim yok" vesaire. "Buraya da İstanbul'a da Ankara'dan gelmemin nedeni abim çağırmıştı onla, haber göndermişti, onla görüşmeye geldim" diye. "Siz de yakaladınız, vurarak yakaladınız filan" diye. Esas ifadeler bu çerçevede kaldı. O kuryeyi de ben sıradan bir insan, rica ettiğim için yaptım filan diye. Ama işkence daha sonra zaman zaman devam etti. 1.Şube'de de devam etti. Yani falaka yapıyorlardı, elektrik veriyorlardı ifadeler üzerine. Fakat çok aşırı ağır bir işkenceye yönelmediler, sebebi şu bunu kendileri de söylediler bana. Ahmet Ateşli bana dedi ki "senin" dedi "anan" dedi "namaz üstündeydi" dedi "sen" dedi "11 Nisan'dan önce elimize geçseydin bütün örgütü TDKP'yi hepsini A'dan Z'ye senden soracaktık hesabını." Şimdi ön bilgileri almışlar, parti hakkında bilgiler var. Kimin konumu ne kimin siyasi süreçteki rolü ne, yani epey bilgi var. Şimdi ben sona doğru yakalandığım için yani partinin şeysi 00:24:00çözülmüş deşifre olmuş isim listesine kadar filan. O açıdan da normal olarak "Önceden sen" dedi "sıradan bir insan olsaydın" dedi "dağa, taşa her yere Mustafa Yıldırımtürk özgürlük diye yazarlar mıydı" diye. "Biz senin bu örgütün lideri biliyorduk falan" diye. O dönem gerçekten polis, askeriye çok acemilerdi yani yıllar sonra şimdi korkunç derecede teknoloji ilerledi, muazzam bir gelişme gösterdi. O zaman hakikaten sınıf hareketi örgütlü olsaydı, işçi sınıfı yani diyelim 300-500 bin işçi devrim isteseydi iş çok kolaydı hiç de zor, abartılı değildi. Ama gel gör ki; işçiler hareket halinde olmadılar filan yani farklı bir süreç oldu filan.

Gayrettepe'den sonra Selimiye'ye götürüldüm. Selimiye'de de yaklaşık tahmin ediyorum 20 gün filan orada kaldım 15 veya 20 gün. Tam gününü şu an hatırlamıyorum. Ondan sonra Kabakoz Cezaevi'ne götürüldüm. Kabakoz Askeri Cezaevi'ne. Oradan da 2 aya kadar 1 buçuk 2 aya yakın oradan sonra da Hasdal Cezaevi'ne geldim. Hasdal'da 1 seneden fazla Hasdal'da kaldık. Ondan sonrası da Metris, Metris Askeri Cezaevi'ne geldik. Daha sonra 84'te bir daha Metris'ten yeni Sağmalcılar Özel Tip açılmıştı. Oraya getirildik. Belli bir önder kesim lider kadroyla. Ondan sonrasında 86'da tekrar Metris'e geri götürüldük. Oradan sonra 88'de de kendimize firar verdik.

00:25:50 - Dava Süreci, Avukatlar, Yargılanılan Maddeler

Play segment

Partial Transcript: Bizim avukatlar Ayhan Soysal'dı. Esas benim avukatlar. Ondan sonra Halit Çelenkler de avukattı. Niyazi Ağırnaslı, Halit Çelenk. Fakat onlar Ankara'da oldukları için İstanbul'a çok fazla gelip gitmiyorlardı. Sonra Nihat Toktay vardı. İsmail Sami Çakmak vardı. Daha sonra Halil Erartuğ, Fahrettin Aslan, Fahrettin Aslan-- Fahrettin'in de soy ismi şu anda tam hatırlayamadım.

Bizim TDKP davasında 400'ün üzerinde tutuklu vardı. Normal ana davada, ana dava başladığında ilk sorgularında yani kimlik tespitinden sonra sorguya geçildikten sonra tahliye işlemi oldu. İlk tahliyede 8 kişi tahliye oldu ve o 8 kişinin içerisinde ben de vardım. İlk TD--Yani örgütten, partiden 00:27:00tahliye anlamında. Ama 1 hafta kala, benim normal geçmişte yazı işleri müdürlüğünden dolayı 24 tane ayrı ayrı tutuklamam vardı. Onlar kaldırılıp ben tahliye olmuştum 1 hafta kala bilinçli olarak beni mahkemeye çağırıyorlardı. Tutuklu olduğum halde yeniden bir tutuklama verdiler filan. Yani her şey bir plan çerçevesinde, anlıyorlardı yani ana davada herhangi bir ifade mifade yok. Üzerime ifade yok. Benim ifade yok filan. Oradan benim tahliye olacağımı düşünüyorlardı. O orada şimdi bizim davada ilginç bir süreç var, en önemli şeylerden, daha öncesi şunu söyleyeyim ben 77'de tutuklandığımda Türkiye'de askeri mahkemelerin basını, sivil gazetecileri yargılayamayacağı tartışma konusuydu. O dönemde hem bana kelepçe vurma elime kelepçe-- Abdi İpekçi, Uğur Mumcu'nun Milliyet, Cumhuriyet'teki baş yazarlar, tepkileri var. Dile getirmişlerdi. Bu konuda yüksek düzeyde bir tepki oluştu. 159, ceza kanununda 159 madde var. Bu maddenin diyelim hükümete karşı hakaret ettiğinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne karşı hakaret etmiş oluyorsun. Askerden bir sorun olursa, orduya yönelik bir faşist ordu dediğin zaman veyahut da askerlere dayak yiyor, işkence yapıyor diye dediğinde orduya hakaret etmiş oluyorsun ve bu orduya hakaret ettiğin için de ayrı bir askeri mahkeme seni yargılıyor. Benim üzerimden bu işlem pratik olarak çok somut burada. Muazzam bir tartışma oldu kamuoyunda. Türkiye'de. Ve bunun üzerine bu madde kaldırıldı. Bu maddenin kaldırış sebebi benim davadan, davaya bağlı olarak yani kaldırılan neden şu, askeri mahkemeler artık basını, sivil gazetecileri yargılayamayacak hepsi ağır ceza ve 159 sivil yargılamanın içinde yer alacak diye böyle bir süreç oldu. Bizim ana davada TDKP şeyinde şöyle bir şey var Halkın Kurtuluşu'nu direkt örgütün yayın organı olarak gördüler. Merkez komitesi orada, hepsi orada. Devrimin Sesi de var. Örgütün direkt yayın organı. Devrimin Sesi de ayda 1 defa filan çıkıyor. Normal olarak açık Marksist platformda ifadeler var. Halkın Kurtuluşu daha farklı bir platform. Şimdi mahkeme ikisini de örgütün yayın organı gördü. Merkez komitesini sorumlu gördü. Yani Halkın Kurtuluşu'ndan da sorumlu. 00:30:00Yazı işleri müdürü var ama bir yerde legal olarak örgütün yayın organı olarak gördü. Müdürlere ayrı ayrı cezalar verdiler. Hepsine. Yüzlerce. Mesela biz en ağır cezayı bizim o dönem davada üç tane arkadaş vardı Veli Yılmaz, Osman Taş benimle birlikte. Biz 1800 yıl ceza aldık toplam. üç tane müdür, yazı işleri müdürü. Yani daha başka yerde de arkadaşlar var ama bizim ana davada bunlar vardı. Çünkü normal, komik bir durum hem örgüt yayın organı görüyorsun, merkez komitesi diyor ki "Devrimin Sesi'ni biz yazdık" diyor yani bizim kendimizin inisiyatifiyle yazıldı. Bu da bize ait. Ama onu ayrı. Neden? Çünkü basını ve komünizm propagandası ve devlet şeyini korkunç derecede önemsiyorlardı. Çünkü bir daha kimse bu işlere yönelmesinler, gazete mazete. En çok propagandadan korkuyorlar faşizm. Onun için de bu bizi öyle bir ilginç bir şey. Yani bir normal-- diyelim ki İnsan Hakları Mahkemesi Avrupa'da vesaire ciddiye alsalar çok ciddi komedi, tiyatro çıkacak filan. Ciddi bir tiyatro, senaryo çıkar orada. Şimdi bir yandan söyleniyor bir yandan karar veriyor böyle uygulamalar yapılıyor falan diye.

En yükseği 16 sene aldı. 10 seneyle 16 sene. Merkez komitesi, sekreterliği vesairesi. Ama yazı işleri müdürleri 1800 yıl yani normal üç tanesi bize o kadar ceza verdiler yani. Şimdi o da Türk ceza kanunun da 36'ya çevirdiler. Benim ceza normal 36 yıl üzerinden işlem gördü. Müebbet ayrı ayrı olduğu için, yani diyelim ki maddeler 3 sene 5 sene 7 sene. Her madde 311, 312. Devlete, hükümete karşı komünizm propaganda, Kürtçülük filan hep bu maddeleri ayrı ayrı. Bunların toplamı da ayrı ayrı. 3,5,7, 10 böyle topluyor. Toplaya toplaya her sayıdan bir sayıdan Halkın Kurtuluşu 15-18 seneye çıkıyordu yani öyle normal. Onun için de ne kadar sürede yayın yapmışsa onun müdürleri bölüyor, bölüştürüyor ikram ediyor yani madde, ceza maddelerini.

Ama işlem olarak infaz yasasında 36 üzerinden görülüyor. Neden 36? Çünkü müebbettin ayrı maddeleri var. Diyelim ki siyaseten o dönemde 146/1'di. Direkt idam. Daha sonra 59'u biliyorsun müebbet. Diğer sivil ceza 450 var, 448 madde var o zaman. Şimdi değiştirdiler sanıyorum. O dönemde öyle. Onlar direkt müebbet. İdamdan müebbetle dönüyor. Biz de ise ayrı ayrı olduğu için müebbet diyemiyorsun infazda 36 sene üzerinden yani en yüksek ne kadar verirsen ver 36.

00:32:59 - Cezaevlerinde Süregelen Baskı ve Şiddet, Geliştirilen Direnişler ve Ailelerin Mücadelesi

Play segment

Partial Transcript: Tünel üzerine söz etmeden önce doğal, bütün cezaevine düşen politik 00:33:00 tutuklular, siviller için de geçerli hep bir biçimiyle eğer suçun ağırsa kurtuluş duygusu içinde olursun. "Nasıl buradan kurtulacağız" diye "kurtulmalıyız" diye. Bir duygu, bilinç, duygusu insanlarda yer eden bir şey cezaevi içinde. Bizim Metris'in koşullarında yani başlangıcında muazzam derece bir işkence var. İlk cezaevinin açıldığında. Davutpaşa'dan arkadaşları getiriyorlar o zaman. Farklı siyasi örgütlerden falan. İstanbul şöyle bir avantajı var. İstanbul DEV-YOL'un dışında yani bütün örgütlerin merkezi İstanbul'da. Yani bu, bu aynı zamanda bir avantaj da sağlıyor ve Metris'te İstanbul cezaevlerinde tam istendiği gibi bir Diyarbakır'da yapılan o zulüm, işkence belli ölçülerde Mamak'ta, Ankara'da yapılanları İstanbul'da tam anlamda istikrarlı bir şekilde sürdüremediler bunu.

İstanbul'da başından beri bir direniş, örgütlü bir şekilde kendini gösterdi. Mesela bir cezaevlerinde 81'den sonra 17 tane örgütün bir araya gelmiş yürütmesi vardı. Konseyi vardı. Konseyin içerisinde de 5 tane örgüt yürütmedeydi filan. Yani hepsi böyle merkez bütün kararları bu şekilde alınıyor, bütün cezaevinde olan bünyesinde olan bütün tutuklular kendi örgütlerin de isteği olduğu için, kararı olduğu için hepsi aynı pozisyon oluyordu yani eylemlilikler, direnmeler diyelim açlık grevleri vesaire aktif değişik eylemlikler hep bir örgütlülükte tam anlamda diz çöktüremediler. Bu 12 Eylül'den başlandı yani ben onu daha sonra gitmiştim mesela epey biraz gecikmeli gitmiştim cezaevlerine ama o başından beri bir direnme ruhu sergilendi İstanbul'da. Onun için de ne yapılır-- Kalas sopalarla, çivilerle dövmüşler Metris'e ilk geldiklerinde. Korkunç derecede. Haşat etmişler. Her birini ayrı ayrı bayıltarak bir tarafa bırakmış atmışlar. Yani askerler. Buna rağmen istedikleri gibi "Komutanım, emret komutanım buyur komutanım" askerleşme şeyi İstanbul cezaevlerinde hiçbir yerde uygulayamadılar. Bu örgütlü direnişle ilgili olduğunu düşünüyorum ben yani. Bütün örgütler yani bir arada olmasını, bir ortaklaşa olmanın şeyiydi yani yapısıydı filan. Diğer, diğer yerlerde direkt bir Diyarbakır'da, bir Mamak'ta yaşamadım o. Daha 00:36:00 sonra ben Mamak'ta yattım. Denizlerden sonra filan. O ayrı ama şeyde oradaki kendi koşullarına göre oraları değerlendirmek gerekiyor.

Şimdi bizim Metris'te 86'dan sonra tekrar geriye döndüğümüzde mesela bizi şeye götürdüler, yeni açılan Sağmalcılar Özel Tip' e. İlk götürdüklerinde bizi ranzalarda zincirle yataklara vurdular. Sadece çelik dolaplar var, bir yatak var. Vurma gerekçeleri Garbis Altınoğlu çelik dolabın şeyini çıkarıp torları parçalamıştı. Onun üzerine, onun o hareketi üzerine hepimizi cezalandırdılar. Zincire vurdular ilk 1 gün filan zincirle tuvalete filan da şey yapmadılar filan. Sonradan geldi zincirleri açtılar filan. İlk Sağmalcılar şeyinde filan. Sonra açlık grevleri İstanbul'da da örgütlü oluyordu hani bir biçimde kitlesellik içinde barındırdığı için istendiği bir baskıyı, tam özlem duyduğu bir şeye hiçbir zaman uygulayamadılar. Bu zaten 86'dan sonra bizim firardan önceki süreç şöyle, mücadele biraz daha Türkiye'nin içinde de ailelerden başlayan biraz yer tutma, taban tutmaya başlamıştı yani mücadele tutuklu ailelerin Hasan Şensoy'un ablası Didar Ablamız, Didar Şensoy, o. O dönemde yani muazzam derecede gövde küçüktü ama ses büyük bir mücadele oradan. İster istemez Avrupa var. Uluslararası bir şeyde muazzam bir destek var. Türkiye'deki 12 Eylül faşizmi, asker rejimi, protesto filan. Ülkenin sosyal yapılanmasında değişiklik. Sivil, sivilleşme, Turgut Özal'ın, yeniden ANAP'ın iktidarı süreci. Kenan Evren reisi cumhur olsa dahi. Bunlar bir gevşemeyi beraberinde getirme-- ama bunların hepsi bir mücadele sonucu ortaya çıkan bir şey. Kendiliğinden olan değil. Yani her taraftaki bir mücadelenin bir boyutlandığı, yükseldiği bir dönem. Şimdi bu koşullarda cezaevi idareleri aynı dönemde Diyarbakır'da da mücadele var ölümüne. Kendilerini ateşin işine atıp yakmalar var. Mamak'ta direnme değişik şekilde şey süreçler falan var. Ha oralarda da rahatlama kısmen baş gösterse de. Ama İstanbul'da daha rahattı.

00:38:53 - Tünel Çalışmasının Hazırlık Süreci ve Emek Boyutu

Play segment

Partial Transcript: Metris'te cezaevi idaresi bize dedi ki "bütün örgütler herkes kendi davasından ortak olanlar bir araya 00:39:00 gelecek" diye. Bu o dönemdeki cezaevinde yaşayan arkadaşlar için yani bizler için bir bayramdı. Ondan önce herkes ayrı. Birbirine iç içe yani giriyorsun. Herkes birbirini cezaevinin yapısına göre aynı havalandırmaya denk geliyorsa birbirine iletişim kurabiliyorsun uzak başka bir havalandırmaysa onun farklı yöntemleri var o dönemde ve şimdi bu böyle olunca da bize DEV-YOL'a bir de onların da zaten fazla tutuklusu yoktu, Partizan-Yolu'na, TİKKO, Sibirya düştü bize. Sibirya demenin nedeni duvarın koğuşların ön cephesi duvar. Yani orada-- Ama diğer koğuşlar diğer cezaevinin diğer yapıları birbirine bakıyor. Bir anda 22 koğuş bile birbirini görebiliyor. Aynı havalandırmaya bakıyor. Konuşuyor. Bir açıldığı zaman 200 kişi, 250 kişi birbiriyle rahatlıkla muhabbet, sohbet, gidip gelmeler bizim tarafta ise sadece duvar Sibirya tarafında 6 koğuş birbiriyle görüşebiliyor. Yan tarafta da 6 koğuş. Arada bir duvar var filan. Şimdi bu, bu bir yanıyla bizim belki de hayatımızın değişkenliğine götüren bir şans oldu filan. O süre içerisinde özellikle DEV-YOL'cu arkadaşlar, Partizan-Yolcular. Bizim aramızda bir duvar var. Duvar da 3 metre falan. Metris'in Sibirya denilen tarafta. Ancak tırmanarak atlayabilirsin filan o tarafa şimdi oradan bir fikir oluşuyor cezaevi firar olayına, yöntem, mazgal üzerinden filan. Fakat oradakiler bu fikirlerini bizden önce Partizan, TİKKO'ya açtılar. En, en kabalık TİKKO. TİKKO'nun 30'a yakın adamı var içeride o zaman. Normal olarak TİKKO'ya açınca da TİKKO da bunlara Partizan yani arkadaşlar bunlara diyor ki "Bizim tarafta bunu kazalım bura size uygun değil biz orada daha kontrolü yapabiliriz." O zaman bu 3'ü kendi aralarında iletişim kurduktan sonra diyorlar "mecbur TDKP'ye de konuyu açmak zorundayız" filan. Biz 4. olarak olaydan haberdar olduk filan. Geldiler temsilci olarak benle görüştüler filan. O görüşmede haliyle aktif olarak hemen içinde yer aldık. Kendi aramızda da konuştuk. Biz 8 kişiydik orada. 3'ü tahliye olmuşlardı. 5 kişi kalmıştık. Normal tahliye olmuşlardı yani. Mustafa Yalçıner, Metin Güngörmüş, Ömer Öztürkmenler 00:42:00 arkadaşlar. Ondan sonrasında da bu şekilde plan bizim koğuşun dibinden mazgal deliğinin, mazgal kapağı var orada, havalandırmaya yönelik kapı açıldığı zaman otomatikman o mazgalın kapağının olduğu yer kapının arkasında kalıyor. Havalandırmaya çıkış kapısının. Coğrafi olarak çok muazzam bir yer. Şimdi oradan o kapının açıldığını, mazgal kapağının kaldırılması için bilinçli olarak bir askerlerin veyahut da kendi içimizden bir ajanın ispiyon yani ihbar etmesi lazım filan. Şimdi bu anlamda veyahut da asker oturuyor koridorda karşı tarafı görüyor, duvarın dibinde olup biten koğuşun. Ama tam bu gerçek dip tarafı, havalandırmanın giriş tarafını görme imkanı yok. Görebilmesi için elinde bir ayna olması lazım. Aynayı da uzatması lazım koluyla filan. Oradan direkt bilinçli bir hareket olması lazım. Bu da mümkün değil o gün. Bu süre 2 aya yakın bir süre oldu yani korkunç bir muazzam bir şanstı filan yani orada. Toplam olarak 37 metreyi alan bir süreç olmuştu. Mesela şimdi tünel kazılırken önce kapak kaldırılıyor, 2 kişi giriyor kapağın, tünelin içine. Ondan kapak kapatılıyor. Akşamleyin de diyelim ki saat 5'te, 5 buçukta içeriye alıyorlar. Ondan önce-- Şimdi o kadar rahat bir ortam var ki biraz diyelim ki bir farklı bir şey çıksa anında bir sürü şey çıkacak yani hemen şüphelenme vesaire. Şansla 2 hafta su kanalizasyonu üzerinden gitti. Yani kanalizasyonun suyu aktığında toprak oradan gitti. Ama ondan sonra tıkandı. Korkunç bir sıkıntı vardı. Muazzam. Tuvaletler kullanılamaz oldu 2 gün filan. Muazzam bir sıkıntı çektik yani yan tarafı, duvardan atlayıp yan taraftaki tuvalet şeylere gidip kullanabiliyorduk ama korkunç derece bir ızdıraptı filan. Hiç anlamadılar. Askerler yani çok tedbirli filan. Anlamadılar. Yani ikinci günü kendiliğinden açıldı. Özel bir çabamız da olmadı yani gücümüz yetmedi. Yeteneğimiz yetmedi. Ondan sonra biz oraya bir daha toprağı oradan atmak toprağı bu sefer asker torbaları yani yastık torbalarıyla yastık yüzleriyle yukarıya, 3.kata çıkarıyorduk. Orada kartopu yapılarak tavanla taban arasında lambanın genişliğinde bir el sığacak şekilde kartopu yapıp oraya atıyorduk filan. Bu, bunda da tamamen 00:45:00 her şey planlı, disiplinli ama şans faktörünü hayatımda çok inanmam ama çok, siyasi hayatımda çok ciddi şansla karşılaştığım şeyler var yani böyle bir süreç işlemişti filan. Yani normalde son 2-3 gün öncesinden bir ihbar, bir işkillenme olmuştu idare. Geldi bir hızlı bir arama yaptılar. Arama yaparken o arada biz demirleri kesmişiz, testereyle, pencerelerin demirlerini. Küçücük bir, ufacık bir bağ var aynı çıkacağımız gece onları genişleteceğiz filan. O, o sırada girdiler vurdular. "Tak tak tak" coplarla filan. Hiç fark etmediler. Biraz hızlı vursalar belki orada, o bile patlak verecek filan. Biz cumartesi çıkacaktık şeyden normalde ama perşembeye aldık çünkü Dev-Sol haber almıştı. Dev-Sol orada komite adına bizim 4 kişilik bir komitemiz vardı, Dev-Sol'la sohbetlere ben gittim hepsine o dönemde Sinan Kukul, Bedri Yağan, Dursun Karataş'la filan birebir görüşmeleri o dönemde ben sürdürdüm. Çünkü diğer arkadaşlar gidip muhatap olmuyordu. Komitede 4 kişiydik her örgütten 1 kişi temsilci. Muhatap olmak istemiyorlardı. Beni öne-- Normalde Partizan daha objektif olarak durum müsait filan. Gitmiyorlardı başımıza bir sıkıntı gelmesin diye ben onların Dev-Sol'un içerisinde daha önce yatmıştım. Koğuşlarında filan. Yakın bir dostluğumuz, arkadaşlığımız filan da oluşmuştu. O Dev-Sol'un ekibiyle zamanında. O sırada onlar da diyor ki "Biz geleceğiz." Nasıl geleceksiniz imkan yok. Haberdar oldular yani. "Biz" diyor "biz kendi koğuşumuzdan tavanı deleriz, oradan çatının arasına gireriz, oradan da gelir yukarıdan üstteki koğuşa gireriz" filan diye. Mantığın, aklın alacağı bir şey değil mümkün değil yani. O, onun için de çok ısrar ediyorlardı çok kararlılardı filan. Biz aslında düşündük onların belki idam, 8 kişi idamlıklar vardı, direkt idam. Başka Hasan Şensoy falan vardı. Onları alma, aramızda çok konuşmuştuk yani "arkadaşları bırakmayalım" falan diye. Fakat cezaevinin koşulları hiç buna müsait değildi.

00:47:36 - Tünelden Çıkış, Cezaevi Yönetiminin Durumu Fark Edişi

Play segment

Partial Transcript: Biz perşembe akşamı gece saat 8'de, askerler filan o arada tam haberler filan izlediği dönemde biz tek tek yere de aşağıya da battaniye sermiştik, yukarıdan da iple. Aşağıya. Bizim koğuş zaten atladığında aşağıya düşüyorsun. En aşağıdaydı, en alt katta filan. Birer birer tünelin içine girdik. Tam sayım yaptık, elektrik filan da var tünelin 00:48:00 içinde. Kablo filan. Gerçi sürtünmelerde kablolar, elektrikler o anda tahribat aldı filan sönmüştü filan. Ondan sonra sayım yaptık 1-2-3. 29 kişi hepimizin tünelin içindeyiz filan. Sonradan patlatıldı kapağı. Partizan'dan arkadaşlar ön plandaydı. Ondan sonra oradan çıkıştı ön cepheye çıktık. Direkt. Oradan da sürünerek duvarın dibinden, yukarıda askerler kulübelerinde. Seslerini biz onları duyuyoruz onlar bizi duymuyor. Biz arada 5-6 metrelik bir duvar var filan. Biz alttan sürünerek, dikenler batıyor ama hiç farkında değiliz o korkunç derecede bir şeydi yani. İlk defa tabiatın o kokusunu alabiliyorsun. Muazzam bir toprak şeyi vardı, sevinci vardı, tünele toprağa yapıştığımızda. 4 buçuk saatte araziden çıktık biz yani 4 buçuk saat sürdü. Oradan biraz ilerledikten sonra yanımızda torbaların içerisinde temiz elbiselerimiz vardı, çamur olmuştu çünkü üzerimizdekiler. Onları çıkardık. Çukura indik. Biz çukura indiğimizde biz askerleri, orayı her tarafı görebiliyoruz. Hava da biraz şey gece ama ışıklar var. Elbiselerimizi değiştikten sonra yine sürünerek arazi içerisinde yüzü koyun bazen de kurbağa yürüyüşü filan mahalleye doğru yaklaştık köpekler üzerimize doğru geldi. Ama o zaman artık yavaştan kalkmıştık filan. Bu sefer güzergahı değiştirdik biraz. Mahallenin köpekleri gecenin o saatinde üzerimize bir geldiler. Ciddi anlamda filan. Neyse sakin olduk filan. Çok ciddi sorun çıkmadı. Sonradan ilk ikişer ikişer, arka arkaya mahallenin içine girdik. Hepimiz bir arada. Ön tarafta o ara bizi, ben içerideyken partiyle ilişki kuramadık falan biz. O zaman bizim, biz 5 kişiydik, 5 arkadaş. Veli Yılmaz'ın ziyaretçisi vardı. Neyire geliyordu hanımı. O anlamda biz haber ulaştıramadık Veli'nin sözünü ettiğinde Neyire kabul etmemiş haber götürme tarzında filan öyle söylemişti. O bizi içerdeyken ben Partizan operasyonunda yakalanmıştım. Esas onu tam anlatmadım ben şeyi anlatırken şimdi bizim randevu olduğumuz 00:51:00 yere Partizan'ın, Süleyman Cihan'ın oraya geleceğini Mehmet Ali Kankotan diye arkadaş geliyor orada. Tam o bizim direğe bağlanmış. Polisler ona diyor ki, sonra konuşuyoruz içeride filan. "Bu mu?" diyor. Diyor "yok." Kafasıyla diyor yok filan. Sonra Mehmet Ali kendisi anlatıyor, Mehmet Ali Kankotan. Şimdi biz Partizan'ın karakoluna düştük yakalanmada. Bizim, benim ilk tutuklanma da oradaki esas orada. O sırada Partizan TKP/ML yani arkadaşlar bana dedi "Biz sana karşı şeyimiz var bir minnet borcumuz var biz seni götürelim" filan diye. O arada Partizan Yolu da bana teklif etti. Sarp Kuray'ın örgütü. O daha şey. Ben Partizan Yolu'nu tercih ettim nedense. Yani Partizan'ı TKP/ML'yi tercih etsem TİKKO'yu onlarla beraber yakalanacağız filan. Yani birçoğu yakalandılar. Bu tarafta Partizan Yolu'nu Sarp Kuray'ın örgütü tercih edilince. Sonra onlar oraya gelmişlerdi. İlk grubun içerisine silahlı geliyorlar. Silahlı gelince ön tarafta bir itişme kakışma oluyor. Onlar da silahlı. Ellerinden silahı almaya çalışıyorlar filan. Bizimkiler yapıyor bunu. Sonra arkadan bunlar tanıyan biri ilerliyor kendi arkadaşını tanıyor. Tanıyınca "Durun ne yapıyorsunuz" diyor, hemen müdahale ediyor. O grupla birlikte biz 3 kişi hemen oradan ayrıldık. İlk ekibin içinde. Biraz ilerledik 100 metre araba. Şeye çarptı duvara çarptı. Araba hareket edemez oldu. Şoför dedi "İmkan yok bu arabayla gidemeyiz" filan. 5 kişiyiz arabada, silahlı filan var. El şeyi de bombası da vardı herhalde. Şimdi ondan sonra gecenin o saat, gece saat 11 filan. Biz kimse alman mümkün değil. Arabalar durmuyor, taksiler de geçiyor filan. Mahallenin içerisindeyiz. Ondan sonra birbirimizden ayrıldık. Şoför gitti ileride bir taksi durdurdu. Taksi durdurduktan sonra tek tek biz yavaş yavaş, arka arkaya taksinin içine binince bindiğimizde şoförün rengi bembeyaz kağıt gibi oldu filan. Neyse arkadaşlar biraz ortamı gevşetti, yumuşattı filan. Başka bir havaya, alem havasına kadın, kız, kumar havasına soktular işi biraz. Oradan taksi biraz şoför kendini biraz toparladı filan. Topkapısı'na geldik. Orada indik, oradan ondan sonra ona da fazladan para verildi. Ondan sonra biz bir minibüse bindik, minibüslerin. Ondan sonra Kocamustafapaşa'ya 00:54:00 geldik. Biraz yaklaşınca indik ikişer. Biz normalde 4-5 kişiyiz. Şoför önceden ayrıldı. Biz, bizi götürecek olan iki iki, ayrı ayrı. Ondan sonra Kocamustafapaşa'ya bir eve geldik. 2 kişi ayrı ayrı arka arkaya. Sabaha kadar orada kaldık. 5'e kadar. 5-6. Sonradan evdeki diğer 2 arkadaşlar benle birlikte diğer 3 kişiydik. O 2'si gitti ben yalnız kaldım. Evde hiçbir şey yok. Hiç ses, televizyonda hiç ses seda yok. Anormal bir durum yani ben de tedirgin olmaya başladım. Kimse de gelip gitmiyor yalnızım evde. Ondan sonra aradan-- neredeyse evi terk edecek haldeydim filan böyle anormal bir şey var. Sonra birkaç saat geçtikten sonra arkadaş geldi. Televizyonlarda yine ses seda yok. 24 saat İstanbul Sıkıyönetim Komutanı polise bilgi vermeyi durduruyor. Vermiyor yani ordu içerisinde bunlar yardım almadan bunlar mümkün değil bu firarı gerçekleştirmek. Hiç akıl mantıkları almıyor. Toprak nerede, toprağı araştırıyorlar mesela bir türlü şey yapmıyorlar filan. Sonra sabahleyin arkadaş her koğuşta bizim koğuşta 2 kişi kalmış diğer koğuşta 1'er kişi. Firar ettiğimiz koğuşlarda. Şimdi sabah 6'tan başlıyor. Askerler geliyor diyor "Hazırlanın." Çocuk diyor "Yok firar ettiler." Mazgalı kızıp kapatıyor, gidiyor. Tekrar geliyor, bir daha, bir daha gene diyor "Firar ettiler." Gene dalga geçtiğini düşünüyor. Ondan sonra gene kapatıyor kızıyor. Sonra çorbaları getirip sabah çorbasını verirken yine diyor ki "Ya tertip yoktur firar ettiler." Yine inanmıyor. Ondan sonra mahkeme için tek tek isimleri okumak için geliyor. Kapıyı açıyor. Mahkemeye götürecek filan. Kapıyı açıyor kimse. Çocuk diyor ki "Ya ben sabahtan beri size diyorum firar ettiler siz inanmıyorsunuz, yok işte gittiler." Ondan sonra sağa sola bakıyorlar gerçekten işin ciddiyetini anlıyorlar, bağırıyorlar, kaçıyorlar. O ara alarm vuruyor, öylesine haber oluyor. Yani biz burada şöyle bir şey var, çok planlı olsaydık yani normal iyi bir organize örgütlü olsaydık 29 kişiyi de aynı anda ülke sınırının dışına çıkabilirdi yani. Çünkü hiç hiç hareket etmemiş. Polise bile haber vermemiş askeriye. Kendisi kendisi 24 saat kendi soruşturmasını yapıyor filan.

00:56:40 - Yurtdışına Çıkış Rotası ve Yaşananlar

Play segment

Partial Transcript: Partizan 17 kişiydi tahliyede. 3 kişi bizdendi TDKP'den. 5 kişi DEV-YOL'dandı. 2 kişi de Partizan Yolu'ndandı. Partizan'ın ilk anda, biz, ilk önce DEV-YOL'dan arkadaş benim de hemşerim ismini de şu an 00:57:00hatırlamadım. Babasının evine gidiyor, babası öldürecekler diye getirip teslim etmişti. İlk o yakalandı. DEV-YOL çünkü DEV-YOL'cular 1 gün önce gelecek yani onlar irtibat sağlamada sorun olmuş. Partizancılarda da karışık. En rahat biz çıktık. Bizim grup. Partizan Yolu. Biz en sıkıntısız çıkan biziz orada. Onların yarısı 1 tanesi bizden biri arkadaş ilişki kuruyor. Orada bizim doktor arkadaş var Kenan Ateş. Ona telefon ediyorlar. Bizim 2 arkadaş, Mahmut Kılıçtar, Gazi Yaman. Kenan da orada hastanede nöbetçi, doktor kendisi. Arabayla arabasının kafasını şey koyuyor alarm, hasta getiriyoruz diye. Geliyor bunları alıyor, alıp götürüyor, hastanede gece saklıyor. Sabahleyin, ertesi gün örgüte teslim ediyor. O arkadaş 2'si de güvenlikli bir yerde fakat eve girip çıkmadan rahatsız oluyor Gazi Yaman. Beğenmiyor, gidiyor Aksaray'da kendisi orada eski ilişkilerinden biraz farklı bir alemden gelmişti biraz o yeraltı aleminden. Orada bir ilişkisine şey yapıyor, danışıyor. Ondan sonra da bu da "Tamam" diyor "Yarın ben sana pasaport filan ayarlar getiririm." Ertesi gün polisleri getiriyor. Aynı anda. 2'si kısa sürede yakalandılar 3 gün içerisinde. Diğer Partizancılar da 1 hafta içerisinde. 16 kişi yakalanmış oldu. Bunların içerisinde yurtdışına ilk ben çıktım. Yani ben 2 ay sonra çıktım ve önce İstanbul'da kaldım 15 gün, 2 hafta 3 haftaya yakın. Sonradan Suriye üzerine, Nizip üzerine, Antep tarafından Suriye'ye geçiş oldu. Kamışlı'ya. Kamışlı'dan Halep. Halep'ten Şam'a. Şam'da kendi örgütümüzle ilişki kurduk. Özel kurye geldi, pasaport geldi. Oradan da uçakla İstanbul-- Şam'dan Frankfurt'a havaalanına indik.

Sahte işçi pasaportu vardı. Hiçbir sorun olmadı filan. Kaçakçı var gidip 25 senedir bu mesleği yapan. Partizan Yolu'nun ilişkisi vardı. Bu onların orada PKK'nin ayrı kendilerinin de orada bir Şam'da, Suriye tarafında Lübnan sınırlarında bir dağda ekipleri vardı, çalışmaları vardı, kampları. Gidip geliyorlardı. Onların önceden deneyimleri var. O ilişkilerden de bizi kaçakçı çıkardı. 5 kişiydik sınırı geçerken. Önceki bir gece 01:00:00öncesinden adam dedi ki "ben 25 senedir bu işi yapıyorum hiç bu kadar sıkı tedbir yok." Biz dağdan indik otlar tahıllar çok yüksek böyle boy 1, 1 metreyi aşıyor. Karakol var, cemse var normal. Rahatlıkla sınırdan kontrol ediyor, askeri cemse, içinde askerler var. Bir nöbetçi kulübeleri var. Şimdi bizim karakolla aramızla mesafe 150-200 metre filan. Gecenin saatinde. Bir gece öncesinde vazgeçtik. Bu kadar sıkı tedbir var. 2.günü tekrar gittik. Yine aynı benzeri bir şey var. Biz iyice yaklaştık şose yoluna. Adam kritikti, dedi "bu çok zor buradan geçmek" filan. Biz arkada birer, birbirimizin arkasına sınır dizilmişiz filan aramızda yarım metre mesafeyle falan. Sonra biz en arkada Cenap diye bir arkadaş var. Cenap Özek. Partizan, Dev-Sol'dan Partizan'a geç, Partizan Yolu'na geçmiş arkadaş. Onla ben arkada. Biz dedik ki "ya artık yeter geçelim ne olursa olsun." Ya onlar ön tarafta bizi destekledi tekrar. Adam oradan-- Az üstte şose çakıl taşları var. Askerlerle bizim aramızdaki mesafe normal 8-10 metre filan. Çok uzun değil. 2 asker arasındaki mesafe 20-25 metre filan kulübelerden askere. Nöbetçi kulübeler. Birbirileriyle konuşuyorlar. Her şeylerini duyuyoruz. Mektuplarını, sevgililerini, nişanlılarını. Sohbetleri filan. O arada yüzde yüz bizi gördüler. Hışırtı oluyor, sürünerek geçiyoruz. Tek tek sürünüyoruz ama ses çıkıyor, hışırtı sesi. Fakat silahla ateş etmediler çünkü tahminim başlarına bela almak istemediler "bunlar silahlı başımıza ne edecek, kaçakçıdır çeksin gitsin" diye. Öyle o anda şey olmadı. Sonradan biz sınırı geçtik epey. Adam orada bizi götüren mihmandar bize dedi ki "tamam Suriye sınırındayız." Tabii orada bir sevinç. Bir ajitatif konuşma ben yaptım Kenan Evren'e yönelik. Sonra saat 1 buçuk, 2'ydi bir köy evine girdik. Kamışlı'da. İçerisinde hayvanlar, koyunlar var falan. Elleri nasırlı kadınlar. 70-80 yaşında. Geldiler bize, ekmek yoğurt önümüze koydular filan. Sabahleyin oldu Hamarat Suriye polisi bize ayrı bir kimlik getirdiler Partizan Yolu, ilişkileri var. Halep'e geldik, Halep'ten de Şam'a. Ama yolda kontrol bile oldu. Suriye kimliği vardı. Bir şey de olmadı. Geldik Şam'a. Şam'da da 1 buçuk ay kaldım orada. Ondan sonrasında 01:03:00da Almanya hayatı, Avrupa hayatı başladı.

01:03:08 - Avrupa'ya Ayak Basış, Firarın Kamuoyunda Bulduğu Yankı, Basın Toplantıları

Play segment

Partial Transcript: Hayatımda ilk defa uçağa binmiş oldum Şam'da. O ana kadar hiç uçağa binmemiştim. Luftansa'ya bindik. Frankfurt'a indiğimde-- Onun öncesi uçakta inanılmaz derece iki farklı bir coğrafyayla karşılaşmıştım. Suriye topraklarından çıktığımda araziler çorak, dağlık, böyle kuru. Almanya'ya doğru yaklaşınca muazzam derecede bir cetvel gibi örülmüş tarlalar, düzgün böyle. İlk dikkatimi çeken 2 coğrafyadaki farklılık filandı. Şeyden, pasaport şeyini bana getiren, kurye gelmişti Şam'a. Onu biraz girişte, Almanya'ya girişte onu biraz sıkıştırdılar filan ama ben rahat geçtim. Çıktığımda abimle, örgütten Zaza orada. Başka 2 arkadaş daha var. Muazzam bir sevinç. Kucaklaşıyorsun. Korkunç bir şey yani. O anda artık epey özgür olduğunu düşünüyorsun. Her tarafa merakla bakıyorsunuz. Yani Frankfurt'tan Köln'e geçtik. Bir yerde yemek yedik. Her şeye inanılmaz merakla böyle ağaç, yollar, bilmem ne. Korkunç bir şeydi filan. Yani böyle bir sevinç. Ben Türkiye'ye yıllar sonra döndüğümde de farklı bir sevinç vardı filan.

Almanya'da normal olarak hemen kısa sürede politik iltica meselesi gündeme gelmişti ve bu anlamda ben hiç gitmedim. Ronald'a-- avukat gitti. Benim adıma başvurdu. Polisle hiç ben muhatap olmadım. Frankfurt'ta basın toplantısı oldu. O toplantıda ilk defa Metris firarının iç yüzü hem Avrupa'da hem Türkiye'de canlı tanığıyla insanlar bilgi sahibi oldular. Bir sürü spekülasyon, yalan yanlış şeyler haberler şöyle böyle-- Mesela ben şeydeyken İstanbul'da Bahçelievler'de bir evde kalıyordum firardan sonra. Hürriyet gazetesinde manşet işte "Mustafa Yıldırımtürk Yunanistan'da bir sürü şey yapıyor, şurada kalıyor, şunu yaptı, bunu yaptı." Beni evde, beni evde saklayan arkadaşlar gazeteyi getirdiler. Dediler "Hoca sizden bir tanesi Yunanistan'a kalmış filan." Şimdi benim resim değişik olduğu için beni tanımıyor. Evinde misafir ediyor, karı koca, genç. Onlar, ben o zaman dedim herhalde bunlar o zamanki bizim yeri tespit ettiler herhalde, bizi 01:06:00götürecekler filan yani bilinçli yapılan haber filan diye. Şimdi ondan sonra tabii Frankfurt'ta basın toplantısı yapınca artık kamuoyu duydu. Nokta dergisinde röportaj yapıldı o zaman. En fazla tirajı yüksek sayılardan biri. Bir polis işkence şeyini anlatan bir polis vardı. İlk defa Türkiye'de işkenceyi belgelerle anlatan. Nokta'da çıkmıştı. Bir de benim bizim firar olayı. Orada yabancı basın bu kadar bir gazeteci, bu kadar 60'ın üstünde gazeteci var, şey vardı orada, basın mensubu vardı. Bu ne kadar bu kadar ceza alabilir, nasıl oluyor bu Türkiye işkenceler, hapishaneler, durumları soruyor. İnsan hakları ihlali falan doğal olarak. Türkiye gazetecileri de hepsi var orada. "Kim, kimden yardım aldınız, niye yaptınız?" Tamamen provokatif savcı gibi sorgulama yapıyorlar yani "Kimi, toprağı ne yaptınız, şunu niye yardım, hangi örgüt vardı, nasıl karar aldınız?" Tamamen polis sorgusu gibi sorular soruyordu gazeteciler. Ama yabancı basın ise basın benim gazeteci olarak çıkmışım zaten hiç beni beni terörist diye ilan etmişler. En tehlikeli beni gösteriyorlardı. Bende hiçbir şey yok. Basın suçundan başka yani herhangi bir silahlı eylem vesairesi de söz konusu değil. Onun için de beni başından itibaren bilinçli şekilde, provokatif şekilde, terör işin başında falan diye lanse ediyorlardı ki alakası olmayan bir gerçekti filan o zaman.

01:07:46 - Almanya'daki Yeni Yaşamı, Politik Faaliyetlere Devam Edişi, Türkiye'de Yaşananları ve İşkenceyi Aktarma Gayreti

Play segment

Partial Transcript: Almanya'da normal olarak kısa sürede, basın toplantısından sonra, Alman Yazarlar Derneği Pen Kulübü zaten biz hapishanedeyken bizi onur üyesi gibi bir şey kabul etmişlerdi. Bize değişik iletişim içerisindelerdi. Maddi yardım falan da gönderiyorlar. Müdür, Halkın Kurtuluşu müdürleri olarak filan. Şimdi orada bir görüşme yapıldı ben Alman Parlamentosu o zaman Bonn'daydı, yani şimdi Berlin'de, başkent. Bonn başkentti. Parlamentoda Yeşiller ve Sosyal Demokratların SPD'nin ortak şeyiyle bir Türkiye gündemi oluştu. Türkiye'deki insan hakları vesairesi. Bunla ilgili beni de davet ettiler. Ben locadayım filan. Alman parlamentosu, locada. Türkiye'deki insan hakları filan işkenceleri, hapishanelerde olup bitenler gündeme geldiğinde orada beni de gösterdiler filan. Milletvekilleri alkışladı filan böyle bir durum var. Pen Kulübü'nün şeyi başkanı bana dedi ki "çok şanslısın" 01:09:00 dedi "umarım" dedi "bu şansını iyi değerlendirirsin" falan dedi. O zaman bir, bayan bir şey vardı. Sonradan normal olarak Kenan Evren Almanya'ya geldiğinde ZDF'yle ARD arasında kanalla birinde ben, aynı anda beni çıkarmışlardı. Birinde Kenan Evren vardı o zaman. Türkiye'deki olup bitenleri filan. Avrupa'nın belli şehirlerini gezdim o dönemde, ilk aylarda. Sonradan da parti çalışmasında federasyonla inisiyatifinde politik faaliyetlerin içine girdim. Bugüne kadar da federasyonumuzun içinde çalışıyorum. Berlin'de politik çalışmalarımız daha çok sürdü.

Ben kendim Almanya'ya geçtikten sonra Fransa, Hollanda ondan İsviçre, İngiltere, Londra'da yani ben buralarda kendim açık, geniş kamu, kitle toplantılarına katıldım. Almanya'nın birçok şehrinde filan. Buradaki toplantılarda Türkiye'deki insan hakları, cezaevlerindeki olayları bütün ayrıntısıyla anlatıyordum. Nelerin yapıldığını neler-- Bu arada özel görüşmelerle diyelim ki bu konuda ilgili kurumlar var, hepsiyle resmi görüşmelere tabii o zaman tercüman arkadaşların aracılığıyla Türkiye'nin, Kenan Evren'in faşist uygulamaları, 12 Eylül'ün insanlık dışı uygulamaları ne kadar insanın işkenceden öldürüldüğünü, insanlara neler yapıldığını. Hapishanelerde ne tür uygulamalar yapıldığını. Yani idamlar var, bunun yanında bütün ayrıntısıyla o çalışmaları, 2 seneye yakın öyle bir çalışmanın içinde oldum ben aktif olarak, kendim yani hem birebir bireysel bir çaba gösteriyordum hem de kurumlarla ayrıntılı olarak kurumların kendilerinin yani devletler nezdindeki yayınlarında yazılarında bu haberler röportaj tarzında, söylev olarak çıkıyordu yani.

Benim için bireysel olarak bir şanslı bir süreç vardı. Şanslı olmamın nedeni örgütlü bir yapı içerisinde yer aldığım için. Yani çok hani 1980'den beri orada örgütlenmiş TDKP, ondan sonrasında da Demokratik İşçi Dernekleri Federasyonu DDİF olarak. Doğal olarak da her türlü ihtiyacım arkadaşlar tarafından karşılanıyordu yani bir zorluk olmadı. Zaten Alman 01:12:00 devleti bana ilk başta kendisi ciddi imkanlar tanıdı ilk aylarda. Bergisch Gladbach var Köln'e yakın. Benim esas resmi olarak başvurduğum yer. Bergisch Gladbach. Orada ev temin ettiler. Güzel 2 katlı bir evin üst katını bana verdiler. Daktilo getirdiler, telefon bağlantısı kurdular işte gazeteci diye kendi anılarını, hayatını yazsın falan diye. Yani orada ben ikametgah 3 ay filan göründüm ama normalde o evde toplam 3 defa ya yattım ya yatmadım filan. Ondan sonra normal kendi çalışmalarımızın içinde örgütün istediği politika doğrultusunda faaliyetler yürüttüm. Onun 5-6, 4-5 ay filan NRW [Nord Rhein Westphalen], Köln tarafında kaldım. Sonradan Berlin'e göç ettim. Berlin ağırlıklı birçok şeylerde göçmen örgütü olarak yani göçmenlerin temel sorunlarını esas alan 1980'den beri örgütlüğü var olan bir faaliyetin içerisinde aktif olarak. Yani göçmenlerin sorunu nedir dediğimizde bir kere göçmen olduğu için yabancı olduğu için sorun başlıyor. Doğal olarak burada işsizlik, daha sonra çocukların kuşaktan kuşağa geçen yıllar, 60 yılı geçen bir süreç var. Çocukların oraya uyum sağlaması, getto yapılarının pozisyonu yani işyerlerindeki sorunlar yabancılıktan gelme. Kadınların bambaşka kendi özgül farklı sorunları vesaire. Bütün bunlar sermayenin, Alman sermayesinin kapitalizmin kendisinin çıkarları üzerinde uygulanan politikalara karşı emekçilerin birliğini esas alan yani yerli yabancı emekçilerin ortaklaşa bir mücadelesini esas alan bir sürecin içerisinde uluslararası dünya gündemi, Almanya'nın kendi gündemiyle ilgili politik faaliyetler istikrarlı bir şekilde her zaman sürdürüldü, hala da devam ediyor.

01:14:13 - 2009'da Türkiye'ye Dönüş ve Askerlik Süreci

Play segment

Partial Transcript: 2009 yılında Türkiye'ye dönme kararı aldım. Alman vatandaşı olmuştum doğal olarak yıllardır. Askerlik sorunu vardı. Dövizli askerlik kabul edilmişti benim tarafımdan. 7500 Euro para ödemiştim sonra ilk önce askere gittim yani gitmeden önce Türkiye'ye geldim 2009'da. Askerlik işlemlerimi yaptım ondan sonra bir daha döndüm geldim resmi olarak asker oldum. Bolu'da, Burdur'da 2 gün kaldım Cumartesi, Pazar. Pazartesi sabahleyin sabahın içtimaında 5 buçuk filandı bir grup arkadaş ismi okundu. Benim de 01:15:00 aralarında ismim vardı. Oradan hastaneye sevk ettiler. Ankara'ya Gülhane Askeri Hastanesi'ne. Çünkü uzun yıllardır tansiyon hastalığından dolayı. Girişte de bunu söylemiştim filan. Hemen oradan da 11 gün GATA'da kaldım. İyi bir kontrolden geçtim. Orada da çürük raporu verdiler. Askerliğim de 2 günle bitmiş oldu. Sonradan paramı da geri ödediler.

01:15:36 - 12 Eylül ile 12 Mart'ın İlişkisini Kurmak ve Solun Solla Mücadelesi

Play segment

Partial Transcript: 12 Eylül'e gelmeden önce 12 Mart 71'den de kısaca söz etmek de yarar var şöyle şimdi silahlı mücadele o günün koşullarında zorunlu muydu, tekrar Denizlerin, Mahirlerin dönemine döndüğüm için vurgulamak istiyorum. Zorunlu muydu yoksa gerekli miydi neydi bir dönem filan. Şimdi orada ciddi anlamda bir şey yok. Işık verebilecek tam bir parti yok yani dünyayı, ülkeyi bütünüyle, aydınlığıyla anlatabilen, o günün gençlerine yol gösterebilecek ama gençler kendilerini Denizler, Mahirler ya bunlar hayatlarını ortaya koyarak bir ışık, bir kıvılcımı tutuşturdular. O kıvılcımın anlamı neydi? İşte halk kendi iktidarını-- neyi nasıl kurması gerektiği yönünde neler yapılır? Her şeyden evvel örgütlü mücadelenin önemi, işçi sınıfı kendisini örgütlemediği sürece, kendisini iktidara taşıyacak bir gücü ve politikayı kendinde esas olarak edinmediği sürece dışarıdan politik mücadele yükseltmek ve iktidarı ele geçirmek mümkün değil. Bu 12 Mart 71 hareketi Türkiye'ye muazzam derecede bir ışık oldu yani hayatlarını feda eden arkadaşlarımız, yoldaşlarımız bir miras bırakmışlardı. Şimdi Hüseyin İnan'ın, burada bir cümle daha söyleyeyim, mahkemede verdiği kendi ifadesinde "Viz o kadar yani saf aklı ermeyen değiliz, biz de biliyorduk bu kadar insanın silahla bu işle götüremeyeceğini ama bir kıvılcım tutuşturmak istemiştik" diye bir net ifadesi de var. Şimdi 12 Eylül geldiğinde inanılmaz derecede kendi yaşadığım hayatımdan örnekler vermek istiyorum. Muazzam derecede bir destek geliyor, bir güç geliyor yani kendiliğinden, çok büyük emekler verilmeden potansiyeller oluşuyor yani Halkın Kurtuluşu'ndan kendim 01:18:00politikam, içinde yer aldığım için. Halkın Kurtuluşu kendi kendini örgütlüyor. Hiçbir yani gidip adam olmadan, gazetenin varlığı, geliyorlar gazeteyi alıyorlar, gazetenin etrafında düşünceleriyle birbirleriyle propaganda yaparak kendini-- DEV-YOL muazzam derecede güç yani korkunç. Şimdi o arada diğer örgütler Kurtuluş'tu diğer örgütler yani örgütlerin hepsini sayabiliriz sırayla bir sürü o dönemde 20'den fazla örgüt var ama bunun 7-8 tanesi hatırı sayılır bir güç var. Şimdi ideolojik sorunlar işin içine girdi mi? Girdi filan. Yani ne tartışmalarda? Şimdi ilk, en önemli tartışmaların başında silahlı mücadele devam edecek mi etmeyecek mi? Yani 71 hareketi Mahirlerin, Denizlerin hareketi bunu devam edecek mi etmeyecek mi meselesi çok ciddi bir tartışma konusu. Bu ağırlıklı olarak gençlik ağırlıklı üzerinden gidiyor tartışma. Yani bunu işçiler, emekçiler, çok fazla buradan değil. Gençlikten buraya taşınıyor. Yani bilinç hep fabrikaya dışarıdan gelir. Üretim çelişkileri üzerinden yani işçi kendisinin bilinci alması çok zor onun için de dışarıdan gelir. Bu şekilde 12 Eylül sürecinde şimdi dışarıda önderlik 12 Mart'ta gitmiş, 80, geride kalanlar yeniden bir önderlik vasıflarını elde edindiği sürede bir potansiyelleri de sahip oluyor. Şimdi bu arada silahlı mücadele bir ayrışma epey bir farklılaşma getiriyordu. Kendi içinden olduğu örgüt yani THKO hızlı bir şekilde bir özeleştiri şeyine girdi. Yani esas olarak kitlelerin örgütlü eseridir, işçi sınıfı örgütlenmediği sürece kendi öncülüğünü yapmadığı sürece bu işin olamayacağı ki THKO'nun mantığında parti çelikleşmiş kadrolardan oluşacaktı 70'lerde 71'lerde. Yani iş başta Mahir Çayan hiç olmasa programı var, partisi var filan. Kaypakkaya keza öyle. TİKKO'nun. THKO'da bu da söz konusu değil o dönemde ama sadece belge olarak Hüseyin İnan'ın hapishanede, o da akıl almaz zor koşullarda yazdığı bir broşür teorik olarak elde duran. Şimdi bütün bunlardan koskoca Türkiye genelinde büyük bir gövde potansiyeli çıktı. Şimdi bu, bu süre içinde bakıldığında en 01:21:00sıkıntılı şeylerden bir tanesi birebir yaşadığım için görüyorum, sosyal emperyalizm meselesiydi bu. Yani şimdi sosyal emperyalizm meselesi Türkiye'nin gerçeğinde ideolojik olarak bilimsel bir şekilde özümleyerek kavratılmış bir mesele değildi. Yani Rusya'nın politikasının değişikliği yani Sovyetler'in o dönemde. Sovyetler'in değişikliği ideolojik olarak çok farklı bir şekilde beslenerek, eğitilerek, kavratılması gerekiyordu. Bu biraz tepeden inmece bir şekilde geldi. Geldiğinde doğal olarak ki; özümleme sorunu ciddi bir ayrışmayı getirdi yani Maocu bozkurtlar ve sosyal faşistler kavramı Türkiye'nin talihsiz bir dönemine tekabül ediyor. Oysa TKP'nin etki alanında DİSK gibi koca yüzbinlerce örgüt var filan. İşçi var bilmem vesaire var. Bizim mesela kendimin de içinde yer aldığı 5 Şubat TÖB-DER mitingi var Ankara'da. Meşhurdur o miting. Şimdi oraya Halkın Kurtuluşu'nu almıyorlar filan yani miting Halkın Kurtuluşu'nun da binlerce adamı var miting meydanında. DEV-YOL arada yani kendi pozisyon olarak bir. DEV-YOL arada uzlaştırmaya çalışıyor. Bizin Tandoğan Meydanı'nda önümüzü barikatlarla, önceden hazırlanmış sopalarla, ağaçlarla, değneklerle İGD'nin militanları önümüzü kesiyor. Barikat. Orada büyük bir kavga, gürültü yaralanmalar, çatışmalar. O yetmemiş ki Tandoğan Meydanı'nda devam edildi. Kürsüyü bizim, biz mecbur o dönemde kürsüyü ele geçirme vesairesi oldu. Yani bunlar tarihsel, sınıf tarihi açısından üzücü bir şey ama bunlar yaşandı. Binlerce insan var. 77 1 Mayıs katliamı, misyonu tarihsel olarak korkunç derecede bedelleri var filan. Yani orada baştan 3 örgütün ismini veriyor o dönemde Halkın Kurtuluşu, Halkın Yolu, Halkın Birliği. Aydınlık ayrı bir kategori. Bunları almayacağız diyor. Koskoca DİSK, TKP yani etkisi alanı yani yüzbinlerce işçiyi etkiliyor. Yani bunları düşman ilan ediyor filan. Şimdi bu daha bu, bunu da karşı devrim bu malzemeyi aldı olağanüstü bir şekilde, korkunç derecede yani kontrgerillasıyla bütün şeyiyle bu malzemeyi iyi aldı, iyi özümleyerek kullandı. Bu tarafta olan devrimcileri, halk cephesini, halkın saflarında olan emekçilere, olan bu tarafa oldu filan. Şimdi esas birleşme ve güç birliği meselesinde demek ki insan bazen düşünüyor bir zoru görmek gerekiyordu. Biz hapishanelerde hepimiz ortaklaşa komündeydik filan yani uzun. İstanbul cezaevleri daha 01:24:00 rahattı filan diğer Ankara, Diyarbakır filan diğer onlar başka yerlere göre. Şimdi biraz şey oldu, rahatlama oldu, baş gösterdi. Yani epey bu sefer komünler gene ayrıldı. Ondan önce baskının olduğunda tek komün vardı, şiddet olduğunda, şiddet hafiflediğinde, geriye çekildiğinde herkes kendi komünü. Mesela bazen bir koğuşun içerisinde 5-6 tane komün oluyordu filan. 3 kişi, 2 kişi, 5 kişi filan. Böyle. Peki kader midir dersek kader değil. Türkiye'nin kaderi asla bu değil. Bunu hak etmiyor işçiler, emekçiler Türkiye'nin gelecekteki sosyalizm özlemiyle yatan mücadele eden insanlar. Esas olarak bu işin 12 Eylül sürecinde yani acılı durumlar var. Tek tek bunların ayrıntısına girmeye gerek yok yani devletin güçlü olduğu, bu kadar güçlü olduğunu bilemediğimiz ifadelerinden muazzam derecede işkencelerle televizyonlara çıkarıp özellikle silahlı eylemle öne düşmüş örgütlerin adamları konuşturmaları vesaireler. Şimdi burada kim sorumludur dediğimizde yani sosyalizmi isteyen emekçiler, işçi sınıfının mücadelesinde bir gelecek görenler herkes kendinden bir sorumluluk payı çıkarması gerekiyor.

01:25:34 - Sol İçi Şiddet, Doğru Analizlerle Bugüne Bakmak, Sorumluluk Almak

Play segment

Partial Transcript: Burada bir kere halk cephesi denilen veyahut da işçi emekçi cephesi, ilerici, devrimci, sosyalistlerin bir cephede şiddet duygusu altında kavgası olamaz. Asla şiddet kabul edilecek bir şey değil yani normal olarak ama o dönemde sol içi çatışma diye bir kavram Türkiye tarihine yerleşti. Öldürmeler oldu yani bizi mesela PKK bizden epey adam öldürdü filan yani neden öldürdü çünkü onun alan olarak gördüğü Kürt bölgeleri bizim örgütlü olduğumuz, önceden örgütlü olduğumuz yerler filan. Oralardan püskürtülmesi, dışarıya atmak için bu şiddeti kullandılar filan. O da bunların örnekleri farklı şekillerde Antep'ten Tunceli'ye kadar Elazığ'dan Kars'a kadar var bunlarda. Ben diğer örgütler açısından da kavga, kurtarılmış bölgeler ilan edildi. "Benim bölgemde sen bildiri dağıtamazsın" denildi 12 Eylül sürecinde. Hakikaten emek var orada. Yani seni şey olarak görüyor kendi tarlasına tohum ekiyormuşsun mantığıyla sana bakıyor yani politik olarak filan örgütler birbirine yani biz kendimizin de bu zaman zaman bu konularda hatalar, üniversitede hatalarımız, 01:27:00üniversitede kavgalar oldu silahlı külahlı. Baskında silahlı, şimdi Mustafa Kaçaroğlu elinde büyük silahla Cebeci Yurdu'nu hukuk yurdunu bastı. Ben kendim bile bir karşı karşıya geldim silahlarla. O arada bir şansım yaver gitti herhangi bir şeye girmeden yani o vukuat olmadan hayatta kaldık filan. Yani inanılmaz derecede korkunç hatalar yapılıyordu. Şimdi bu, bu hataların sebebi dönüp baktığın zaman ideolojik zayıflık, dünyadaki gelişmeleri iyi özümleyememe, kavrayamama her şeyden evvel politik güç olması gereken sınıfın, emekçilerin esas olarak bu. Yani işçiler devrim, sosyalizm bilincini, sınıf bilincini dışarıdan alır ama şimdi sonuç olarak partiler, örgütler ne olursa olsun devrim yapacak bunlar devrimi işçiler yapacak, emekçiler yapacak. Eğer biz sosyalizm mücadelesi diye önünde bir hedefin varsa devrim diye bir şey düşünüyorsan bir halkın gerçek anlamda özgürleşme ve demokratlaşma, demokrasiyi eleştirme diyorsan bugün emekçilerin kendi örgütlü gücüne güveneceksin, onu harekete dönüştüreceksin. Onu dönüştürmediğin sürece, kendini örgüt olarak onun yerine misyon olarak koyduğunda sınıf adına bir yere kadar geliyorsun ondan sonra da ileriye adım atma şansın kalmıyor çünkü bir gücü gördüğün zaman karşıda devletin gücünü gördüğün zaman bu kez öyle yani 12 Eylül'den sonra en önemli süreçlerde son 20 yıllık AKP iktidarı bile başlı başına bir anatomisi, doğru bir şekilde analiz edilmesinde bile hala daha sıkıntılar var. Şimdi eskisine göre epey ilerleme olmuş şimdi ortaklaşma, mücadele, mücadelenin birlikte hareketi, kitlesellik zayıf kalsa bile. Katliamlarla önlüyor. Devlet olağanüstü bilinçli bir şekilde sınıf hareketini nasıl imha edeceğini iyi biliyor yani katliamları, Ankara Gar Katliamını en ufak tereddütsüz bunu yerine getirdi yani düşün normal koşullarda yani Türkiye'de politikleşme üst şeyde olmuş olsaydı asla o 24 saat o hükümetler iktidarlar iş başında kalamazlardı, mümkün değil yani. Suruç olayı var, Diyarbakır olayları. Bir sürü. Ya burada gelinen noktada çok nasıl ki 12 Eylül süreci planlı, programlı, toplumu besleyerek hazırladıysa onu. AKP iktidarında da benzeri bir şey aynı süreç aşama 01:30:00 aşama devletin bütün kademelerini, alt yapısını, ordu en çok orduyla sıkıntılı olarak Fethullah Gülen üzerinden ordu işini çözdü. Planlı polisi aynı şekilde geliyor. Şimdi bunun karşısında devrimciler farkındalar yani ben, ben ona kalpten inanıyorum olup bitenlerin. Ama eski gücü yok, eski o özlem duyulan o mücadele isteği, o yüksek potansiyel bugün o noktada değil. Başka bir şey var. Hayat, dünya koşulları, şartlar bambaşka bir yere getirmiş durumda. Şimdi, şimdi demokrasi meselesi, yaşama, insan hakkı, bugün en sıradan insanları bile ufacık bir şeyden uyduruk gerekçelerle, yalancı şahitlerle yıllarca hapishanelerde tutabiliyorlar. Yani normal koşullarda 1 saat ifadesi bile alınması ihtiyaç değil ama senelerce hapiste kalıyor bugün. Yani rejimin adı sivil ama askeri rejimlere taş çıkacak bir süreç var.

01:31:17 - 12 Eylül'ün Tahribatı, Bugünü Kuran Yanları ve Hesaplaşabilmek

Play segment

Partial Transcript: 12 Eylül, 12 Mart'ın 71 hareketinin yani 12 Mart sürecinin yarı askeri darbe sürecinin sağlam daha oradan tecrübe edinerek uluslararası ilişkilerle de bütünleştirerek daha sağlam bir adım atışı oldu. Silindir gibi muazzam derecede ilerici, demokrat, sosyalist, komünist hareketleri muazzam derecede ezdi bir. Bu, bu gerçeği bir kere yaşattı ve devrimcilerin, sosyalistlerin, ilericilerin kendilerine olan güven sorunlarını bile tartıştırılır hale getirdi yani bırakıp toplumla emekçilerle-- Şimdi buradan ne sonuç çıkarılması gerekir dendiğinde burada herkes ilerici bir, tek başına kişi de olsa örgütün politik kimliği de olsa şapkasını önüne koyacak, şunun hesabını doğru yapacak: Bugün gerçek anlamda çelişkiyi yaşayan, onun acısını hisseden, bilinçli derecede örgütlenmediği sürece yani normal olarak aydınlar, demokratlar, iyi insanlar, hümanist insanlar ne kadar çaba gösterirse göstersin sermayeyle dişe diş savaşacak olan emek gücü hakkını verebilecek örgütlü üye oluşmadığı sürece bu iş olmaz. Buna inanmaz gerekiyor. Yani bu, bugün bir somut bir örnekten gidecek olursak bugün AKP ve Tayyip'in değişikliği bir anda istenen her şeyi beklentilerin 01:33:00 büyük çoğunluğuna cevap veremeyeceğini bilincinde olmak gerekir. Yani bunun bilince olmadığın zaman 12 Eylül sürecinden ciddi anlamda, ciddi bir ders çıkarmamışsın anlamına gelir. Yani bugün en alt yapı nedir, en çok sıkıntı nerede vardır? Üretim ilişkilerinde, emekçiler üzerinde vardır. En ülkenin biçim olarak nitelik olarak değişmesine bakıldığında. Yani burada ittifak sorununa da böyle bakmak gerekiyor. Yani sorunun bugünkü şeyde bir kürsü alma meselesi olarak görmemek gerekir ama esas olarak işçi emekçi hareketinin iktidar sorunu üzerinden bakmak gerekir yani bu, bu anlamda bakılmadığı sürece bugün mesela diyelim ki bir küçük bir hatırlatma yapayım 12 Eylül 1980 darbesi geldiğinde 100 binin üzerinde işçi grevdeydi filan. O gün somut grevde yani. İşverenlerin anasını ağlatıyor, sermayenin ama bugün işçiler hiç ses doğru dürüst çıkmıyor yani kendi, ancak kendisinin ekonomik talebi olursa biraz hareketlenme baş gösteriyor ama başka bir yerde bir katliam bir acı verildiğinde bir şey olduğunda mesela diyelim ki normalde kısa süre önce maden olayında bütün fabrikalar greve gitmesi gerekiyordu, işçi emekçiler yani o anlamda. Çünkü orada hepsi emekçi. O maden ocağı en zor koşullarda çalışıyor yani sadece o meselesi değil Bartın meselesi, Soma. Anında bu, bu anlamda örgütsüzlüğümüzün zayıflığını, sendikalarımızın, sınıf hareketinin zayıflığının bilincinde olmamız gerekiyor bu, buna emek verip çaba göstermek. Avrupa'da günlük gülistanlık yok. Orada da ciddi bir emeklerle kazanılmış haklar var. Burjuva demokratik haklar falan. Bu anlamda burada 20 yıllık iktidar sınıfın kendine olan güvenini de kaybettirdi. Yani nasıl ki kademe kademe geldiğinde işçiler, birbirine de güvenemiyor. Normal konuştuğum zaman "işten atılacağım diye, ağzımdan bir şey çıksa hemen ihbar edilecek, işveren beni atacak." Bu tarzda bir hayat sürüyor filan. Bu anlamda sendikalaşma, sendikanın politikasını yani Türk-İş. DİSK bile hakkını veremiyor diğerleri zaten iktidarın isteği doğrultusunda pozisyon yaratıyor. Yani esas sorun temel gücün gerçek anlamda şunun altının çizilmesinde fayda görüyorum. Temel gücü, örgütlü güç haline dönüştürmediğin sürece hedefini buna göre istikrarlı, planlı bir 01:36:00 şekilde koşullara özgü sürdürmediğin sürece başarı kazanamazsın. Buna inanacaksın. Ben birey olarak kalpten inandığım bu. Başka çözüm göremiyorum şu an.

Denizlerden alınan o miras bugün yeterince kadar hala amacına dönük bir hız kazanmadığı bir gerçeği var. Bunu kabul etmemiz gerekiyor. Yani bu anlamda, bunun üzüntüsünü, acısını içimde birey olarak yaşadığımı söyleyebilirim filan. Ama şuna da inancım o ki Türkiye'de Türkiye toplumu her kesimiyle yani özellikle de işçi emekçi mücadelesi de dahil olmak üzere her kesimi giderek bilinçleniyor. Gençliği olsun, üretim ilişkileri içerisinde olsun, çelişkiler olsun bilinçleniyor. Bu iş çok uzadı yani haddinden fazla uzadı yani verilen emekler hakkını, karşılığını bulmadı ama çok da fazla uzayacağını inanmıyorum yani dünyadaki gelişmeler de onu gösteriyor yani bir pandemi dönemi dünyada, uluslararası bir şeyde doğru dürüst komünist hareketler olsaydı ülkelerde eski gücüne benzer yani 40 sene 50 sene önceye filan Türkiye, dünyanın şekli değişebilirdi. Buna Amerika da dahil olmak üzere filan ama gel gör ki işçi ve sosyalizm mücadelesi bugün istenen noktada değil. Bu gerçeği görmek gerekiyor ama onun yarın olmayacağının da umutsuzluğuna kapılmamak gerekiyor.