Kamil Tekin Sürek 1

Museum of Historical Justice and Memory

 

Transcript
Toggle Index/Transcript View Switch.
Index
Search this Index
X
00:00:00 - Kısaca Biyografisi

Play segment

Partial Transcript: 1956 Balıkesir'de doğdum. Merkezde yani. Balıkesir'in merkezinde. Üç kardeştik. En küçükleri ben, bendim. İlkokulu, ortaokulu, liseyi Balıkesir'de okudum. Annem ev kadını, babam sağlık, resmi değil ama sağlık memuru gibi bir şeydi. Yani işte insanlara iğne falan yapan, iğneci derlerdi, İğneci Hüseyin. Liseden sonra üniversiteye ODTÜ'ye gittim. İnşaat Mühendisliği'ne. İki buçuk sene orada okuduktan sonra oradan atıldım. Ertesi sene 77 yılında şeye girdim, Hukuk Fakültesi'ne, İstanbul.

00:00:56 - Aile Yapısı ve Dönemin Kültürel Atmosferi

Play segment

Partial Transcript: Bir ablam bir abim vardı. Abim elektrik mühendisi benden 13 yaş büyük. Ablam da yedi yaş falan büyük. Yani onlar tabii birisi okulu bitirip işe girip evden ayrıldı. Birisi evlenip evden ayrıldı. Ben neredeyse yani 7-8 yaşından sonra tek çocuk gibiydim evde. Görüş olarak yani sol görüşlü değillerdi ama aile, babamla ilişkimiz açısından şey yaparsak demokratik bir ortam vardı yani evde. Böyle bir baskı işte fikirlere karşı bir yasaklama falan gibi şeyler yoktu. Her şeyi özgürce konuşabilirdik evde. Abim üniversiteye gidiyordu işte ben 5-6 yaşlarındayken, 10 yaşlarındayken. Biraz da abimin etkisiyle dine karşı bir şeyim vardı. Yani dini sorgulayan birisiydim. Yani oradaki birçok şeyin işte bilime, gerçeklere uymadığını falan düşünürdüm. Babam da yani namazını kılan birisiydi ama evde bunları çok rahat konuşurduk. Yani işte oruç, gün doğumundan gün batımına kadar tutulması gerekiyor. Allah'ın şeysi, emri ya da işte peygamberin şeyi, tavsiyesi ama işte kutuplarda altı ay gündüz altı ay gece oluyor. Bu nasıl oluyor diye sorardık falan. Tabii onlara bir şey demezlerdi babam. Annem Bulgaristan göçmeni. O da işte namaz falan kılardı ama dinine çok fazla şey değildi yani çok dindar değildi o mahalle baskısı ya da işte çevrenin etkisiyle sadece namaz kılardı yani başka bir şeyi de dini bir şeyi de yoktu. Babam sinemayı çok severdi. Balıkesir'e gelen hemen hemen bütün filmleri görürdü. Ben de 00:03:00küçüklüğümden beri yani sinemaya giderdim sürekli. Hatta pazar günleri dört film oynardı. Sabah 11'de gelip saat akşam beşe, altıya kadar sinemada dört film seyrederdik. O tabii sinemanın çok etkisi oldu yani bütün dış, yabancı filmlere de giderdik. O dünyayı oradan bir nebze tanımış olurduk. Kitaplardan tanırdık. O zaman daha televizyon falan fazla yoktu, radyo vardı. Radyoda işte akşam üzerileri, yemek öncesi falan radyo tiyatrosu olurdu, radyo tiyatrosu dinlerdik. İşte eğlence programları olurdu. Radyoda daha çok tabii klasik batı müziği çalardı. Klasik Türk müziği çalardı. O yüzden de yani halk müziği fazla çalmazdı. Çaldığı zaman da zaten çok kötü bir halk müziğiydi yani resmi, dolayısıyla benim de müzik zevkim o zaman şeydi daha çok işte klasik batı müziği severdim, beğenirdim. Daha sonra işte 68'lerde, 67'lerde rock müzik çıkınca onu da sevmeye başladık tabii. Türk rock'çılar, Cem Karaca, Barış Manço. Daha şeyler de vardı. Doğulu şimdi ismini hatırlayamadım. Kenan Doğulu'nun babası. Yurdaer Doğulu. Hem çok iyi gitar çalar hem de işte müzik grubu falan vardı. Onlar gelirdi, onları seyrederdik. Bazen auteur film matinelerinin öncesinde gelirlerdi, bir yarım saat 1 saat rock kulüp, şey kulüpleri, grupları çalarlardı falan. Yani şeyimiz öyleydi. Onun dışında da işte çocukların şeyleri top oynamak falan gibi şeyler. Okulda voleybol, basketbol, futbol oynardık. Lise sonlara doğru, lise döneminde kahveye gitmeye başladım. Kahvede işte bilardo oynardık. Ortaokul sırasında pinpon çok oynardık. Tabii kahveye gidip bilardo oynamaya başladıktan sonra kahvede işte konken, okey mokey şeylerini öğrendik. Onları oynardık yani kumar olarak değil de parasıyla değil öyle oyun olarak. Öyleydi yani çocukluğumuz, yani bir ortaokulda okul gezisiyle İstanbul'a geldim. Bir de şeye gitmiştim Antalya falan İzmir. O taraftan çıkıp Pamukkale, Antalya, Alanya'ya kadar. Onun dışında da bir de annemin köyü olan şeye gitmiştim Çanakkale Kavak Köyü vardı. Gelibolu'ya bağlı. Bir kere de oraya gitmiştim. Onun dışında Balıkesir dışına da çıkmamıştım. Üniversiteye kadar.

00:05:57 - Politik Uyanışı

Play segment

Partial Transcript: Politikleşmede şöyle bir şey vardı, yani bir kere daha 68'i falan bilmeden 00:06:00duymadan yani eşitsizliklere karşı kendi gördüğümüz yaşadıklarımızla, eşitsizliklere karşı sömürüye karşı bir şeyim vardı zaten. Tepkim. Yani ortaokul, liseden sonra falan böyle işte solcu denebilecek bir şeydeydim, pozisyondaydım. Zaten şeyler de başlayınca işte o Deniz Gezmişler falan onlara karşı sempatimiz vardı. Takip ederdik gazetelerden işte ne yaptılar, ne ettiler yakalandılar işte banka soydular falan. Öyle bir sol şeyimiz vardı. 74 ya da 73'teydi galiba. 73'te seçim olmuştu o zaman Ecevit'in şeyi etkili oldu. Balıkesir'e de bir mitinge gelmişti. O mitinge falan gitmiştim ben. İşte "ne ezen ne ezilen insanca hakça bir düzen" işte şey "toprak işleyenin, su kullananın" gibi sloganlar falan baya hoşuma gitmişti. Onun kooperatifler falan şeyi vardı projeleri. Yani işte üreten köylüyle tüketen halk arasındaki aracıları kaldıracağız, kooperatifler kuracağız. Hem üretim kooperatifleri hem tüketim kooperatifleri falan. Yani baya akla yakın gelen şeylerdi. O zaman Ecevit'e komünist falan diyorlardı. Ben de merak ederdim "yani bu komünist nasıl bir şey" falan diye gidip mitinge baktım falan. Ondan sonra-- Yani dedim "eğer komünistse iyi bir şey fena değil." Öyle düşündüm. Ama tabii komünizm, sosyalizm falan konusunda bir fikrimiz yoktu üniversiteye gidinceye kadar. Yani genel olarak sol, solcu eşitsizliğe karşı çıkan anti-emperyalist, anti-faşist bir şeyim vardı, şekillenmişliğim oldu lise döneminde.

Ortaokul, lisede solcu hocalar da vardı. Onların da belki etkisi olmuştur. Mesela bazı hocalar orta 3'teydim ben TÖS grevi olmuştu üç günlük. O greve katıldılar falan. Lisede gene birkaç hocamız yani solcu olduğunu şimdi düşününce anlıyorum tabii. O zaman da böyle solcuyuz falan diye kendilerini şey yapmazlardı ama konuşmalarıyla şeyleriyle ona biz kendimizi daha yakın hissederdik. Yani direkt böyle propaganda yapmazlardı ama işte laf arasında ders arasında söyledikleri şeyler hoşumuza giderdi işte eşitlik, halk, yoksulluk, yoksulların kurtuluşu falan. Onların da etkisi olmuştur.

00:08:35 - ODTÜ'ye Geliş ve Politikleşme Süreci

Play segment

Partial Transcript: ODTÜ'ye ben 74'te girdim. İşte 74 Ekim'inde kayıt olmaya gittim. Kayıt olmaya gittiğimde beni işte böyle birtakım tipler karşıladı yani onların ben sağcı olduklarını anladım, muhtemelen Fethullahçı da olabilirler. Yani böyle şey, hoşuma gitmeyen tiplerdi, "yardımcı olalım" falan dediler. "Ben kendim hallederim" falan dedim onlardan yardım almadım. 00:09:00 İşte kayıt oldum, yurda da kayıt oldum. Oraya gittiğimde odada altı kişi kalıyorduk. İki tane oda yan yana ODTÜ'de. Bir koridor var işte koridorda banyo tuvalet var. Dolaplar var, elbise dolapları ama bir odada altı kişi kalıyor. İki tane İstanbullu vardı. Bize göre ileri yaşta yani 5-6 sene sınavlara girmişler, kazanamamışlar falan. Dershanelere gitmişler, gelmişler. Onlar böyle tam İstanbullu çocuklarıydı böyle şey ne derler-- yani bizim o zamanki deyimimizle "fırlama" denilen tiplerdendi. Böyle gayri siyasi işte gezeyim, tozayım falan işte eğleneyim. O tiplerdi. Bir tane daha vardı. Saint-Joseph mezunu. O da esrar falan içerdi. Yani iyi bir okulu bitirmişti, çok zeki birisiydi ama esrarcıydı. Diğerleri de ara sıra esrar içerlerdi biz işte "odada esrar içmeyin" falan diye onlara şey yapardık. Biz yani korkardık. Yani orada birisi esrar içerse biz de ondan etkilenip şey olacağız tiryaki olacağız falan diye. Bir tane Malatyalı bir arkadaş vardı. Bir de İranlı bir arkadaş vardı. Yani odadakilerin hemen hemen hiçbirisi solcu değildi. Yani oradan bir solculaşma durumu söz konusu olmadı. Sınıfta da 15 kişiydik. Önce şeye gittim ben İngilizce dil kursuna gittim. Yani belki işte A-B-C düzeyleri vardı. C düzeyinden başladım. Yani B düzeyi belki sınavına girseydim B düzeyine şey yapabilirdim ama dedim yani B düzeyi yarım sömestr sonra başlıyordu. Altı ay boşuna geçmesin hem şey yaparım daha detaylı daha iyi öğrenirim falan diye. Gittiğimizde işte 15 kişi vardı arkadaş. Bir tane kız arkadaş vardı diğerleri-- iki tane pardon kız arkadaş vardı diğerleri erkek. Bir kısmı da onların şeydi, Öğretmen Okulunu bitirmişler öğretmenlik yapanlar gelmişti. Daha sonra onlardan işte arkadaşlardan birkaçıyla görüştüm onların aslında birkaçı şey için gelmiş yani o bir taraftan öğretmenliği devam ederken bir sene izin alıp dil öğrenmek için oraya giriyorlar işte para biriktiriyorlar falan ücretsiz izin alıp geliyorlar orada bir sene dil okulunda okuyup dil öğrenip tekrar öğretmenliğe dönüyorlar falan. Öyle onun için gelenler olmuş. Diğerleri de işte okulun öğrencileri, ODTÜ'nün öğrencileriydi. Bizim oradaki siyasallaşmamız esas olarak şeyde başladı denebilir, mayıs ayında bir boykot yaptık büyük bir boykot yaptık. Onun nedeni de benim yabancı dilde işte derslerim iyiydi. 00:12:00İşte ilk sınav, quiz sonucu 98 aldım. İkincisinde 96 aldım falan. Giderek düşüyordu ama fena değildi notlarım. Final sınavı vardı Mayıs ayında işte 60 dakikaydık galiba şey, sınav ya da 50 dakika tam hatırlamıyorum. 10 dakika kala elektrikler kesildi, ondan sonra kağıtları topladılar dediler ki "Herkesin aldığı notun üzerine yüzde 10 ekleyeceğiz." O zaman işte ben 70 falan almıştım. 77 bana verdiler ama millet isyan etti tekrarlansın sınav diye. İdare dedi "Tekrarlamayız." İşte tekrarlanır, tekrarlanmaz falan şey hazırlık okulu kazan kaldırdı. Şeye başladık, boykota başladık. O sırada tabii okulun diğer bölümlerinde de birçok sorun varmış. Onlarda da bir şey varmış ne derler, gerilim. Bir anda şey bütün okula yayıldı. Boykot. Boykot yayılınca şey falan yapmaya çalıştılar işte idare kırmaya çalıştı. O sırada Ankara'da sıkıyönetim vardı Kıbrıs Savaşı nedeniyle. Kıbrıs Savaşı'ndan sonra Ankara İstanbul gibi yerlerde sıkıyönetim ilan edilmişti. O devam ediyordu. Sıkıyönetimde şey yaptılar işte jandarmalar falan güvenlik yani neyse oranın şeyi sağcı öğrencileri okula getirip grevi kırmaya çalıştılar. İşte biz de onları engellemeye falan çalıştık öyle kavgalar, dövüşler oldu. Grev sürdükçe ortam siyasileşmeye başladı yani yurtlardaydık ya da okulda, kantindeydik falan. O zaman hatta sıkıyönetim komutanı şey demişti işte "ODTÜ'de grevi sona erdiremezsem apoletlerimi yerim" falan gibi demeç vermişti gazetelere. Böyle bir siyasi olay haline dönmüştü yani sadece bir okuldaki şey boykot değil de siyasi bir olay haline gelmişti. Ben o zaman işte tabii böyle devrimcilerle falan daha yakınlaştık. Onlarla görüşüyorduk falan ama bir örgüt falan şeyi daha yoktu o dönemde. İşte kitaplar alıp okuyorduk. Anafartalar Çarşısı vardı, orada mesela alt katta bir kitapçı vardı. Hem sahaf hem kitapçı. Orada sol yayınlar oluyordu. Sıkıyönetim olduğu için böyle sol yayınlar falan çok serbest satılmıyordu. Oradan işte alıyordum. Sonra Kızılay'da falan böyle sokakta yerlere şey yapıp satan kişiler vardı. Onlardan kitap alıyordum ama böyle çok yani belli bir program çerçevesinde okumadığım için çok ağır kitaplar da oluyordu böyle anlayamayacağım falan. Mesela Mao'nun Teori ve Pratik diye bir kitabını aldım çok böyle felsefe, felsefi bir kitaptı. 00:15:00 Felsefe terimleri falan pek bir şey anlamamıştım.

00:15:06 - ODTÜ'deki Farklı Politik Yapılanmalar ve Eylemlilikler

Play segment

Partial Transcript: Sosyalizmin Alfabesini okudum mesela. İlk kitaplardan birisi o. Fena değildi yani bizim anlayabileceğimiz düzeyde bir kitaptı. Felsefenin Temel İlkeleri vardı. Onları okumuştum. Politzer'in. Ondan sonra Harun Karadeniz'in kitapları vardı işte Kapitalist, Kapitalistler diye bir kitabı vardı broşür. Sonra işte ne bulsam okuyorduk. Tabii Deniz Gezmişlerin hayranıydık. O dönemde yani örgüt değil de yani şeyler vardı, Deniz Gezmiş taraftarlarına "Orducular" denirdi. THKO'dan gelen. Mahir Çayan taraflarına, sempatizanlarına da "Cepheciler" denirdi. Yani herhangi bir örgüt daha kurulmamıştı yani o var olan THKO falan da 12 Mart'tan sonra biraz dağıldığı için örgüt olarak da varlığından çok söz edilemez. O dönemde yavaş yavaş toparlanmaya başlamıştı. Yani 74 Affı'yla dışarı çıkanlar falan vardı. İşte biz de şey yapıyorduk yani "devrim kırdan şehre mi olacak, şehirden kıra mı olacak?" Kırdan şehre olanlar THKO'lular. Şehirlerde olacak diyenler Cepheciler. Bana ikisi de çok biraz kafama uymuyordu ama mesela işte o halk savaşı, kurtarılmış bölgeler falan diyordum, "kocaman, güçlü bir ordu varken yani orada gidip de bir dağda sen nasıl şey kuracaksın falan kurtarılmış bölge. Çok kolay değil falan" diye düşünüyordum. Ancak böyle işte sınır dışında bir üssün olur da oradan girip çıkarsın belki falan diye. İşte onları tartışıyorduk falan. Sonra şeyler çıkmaya başladı, yayınlar çıkmaya başladı. THKO'nun şeyi vardı Yoldaş diye bir dergisi vardı. Yoldaş dergileri gelmeye başladı, onları okuduk. Onlardaki şeyler, fikirler daha cazip geldi bana. Şeyi falan da okuduk tabii o zaman Mahir Çayan'ın Kesintisiz diye Kesintisizler [Kesintisiz Devrim] diye bir iki ciltlik kitabı vardı. Onları da okumuştum yani o şeyin Yoldaş dergisindeki fikirler daha hoşuma gitti. Şeylerinden bir tanesi de bu maceracı eylemi eleştiriyorlardı yani küçük burjuva maceracılığı diye. Yani öncü savaşla bu iş olmaz, kitlelerin mücadelesiyle devrim olur işte şey olur, sosyalizm kurulur. Çünkü daha önceki şeylerde, anlayışlarda şey vardı işte "bir kıvılcım çıkar, bütün bozkır tutuşur" diye düşünceler vardı o öncü savaşı olumlayan. Dolayısıyla o şeyler daha mantıklı geldi bana işte yani "kırdan şehre mi şehirden kıra mı" değil de işte Lenin'in bir devrim şartlarını anlatan işte halkın artık eskisi gibi yönetilmemek 00:18:00istememesi, yöneten sınıfların da eskisi gibi yönetememesi, bir devrimci durum. Öyle bir durumdaki işte halk ayaklanması bir grevlerle, sokak çatışmalarıyla şöyle böyle bir devrim fikri falan daha mantıklı geldi yani siyasi fikirlerim de o dergilerle ve broşürlerle, THKO'nun çıkardığı dergi ve broşürlerle şekillendi. Ondan sonra da artık zaten 1975'te Halkın Kurtuluşu gazetesi çıktı, haftalık. Onu okuyorduk. Teorik yayınlar çıktı falan. Yani o dönemden itibaren örgüt olarak o şeyin, Halkın Kurtuluşu, THKO'nun sempatizanı, taraftarı durumuna gelmiştim işte eylemlerde orada, ODTÜ'de şeyde olduğumuz için şehrin dışında böyle şey bir yerde, şehrin izole bir yerde olduğumuz için daha çok işte okuldaki eylemler falan paneller oluyordu, ondan sonra seminerler oluyordu. Zaman zaman konserler oluyordu. İşte Ruhi Su geldi. Mesela Timur Selçuk gelmişti. Şey gelmişti, Şivan gelmişti. O zaman kaçaktı. Aranırken orada bize konser vermişti. Filmler falan oluyordu, ara sıra Ankara'ya mitinglere gidiyorduk cenaze törenleri oluyordu Ankara'da. Hakan Yurdakuler öldürülmüştü. Bütün gün süren cenaze töreni olmuştu mesela ona katılmıştık. İşte ODTÜ'de eylemlere katılıyorduk. Çok fazla şeyimiz de yoktu yani her gün eylem gibi ya da her gün sokaklarda gibi bir durumumuz yoktu. Yani bu işte duvarlara yazı yazmak, afiş yapıştırmak falan daha sonra zaten şey olmaya başladı yavaş yavaş. O dönemler fazla öyle şeyler de yoktu. Daha çok bir örgütlenme ve toparlanma dönemiydi sol örgütlerin.

00:19:59 - ODTÜ'den Atılma Hikayesi, İstanbul Hukuk Fakültesi'ne Geçme Kararı

Play segment

Partial Transcript: Sonra ben o bahsettiğim boykot altı ay falan sürdü. Altı ay boyunca bazen Balıkesir'e döndüm bazen orada yurtta kaldım falan. Balıkesir'e döndüğümde de baktım Balıkesir'de de devrimci bir şey vardı, hareket vardı. İşte bizim Halkın Kurtuluşu taraftarlarının orada güçlü bir örgütlenmesi vardı. Yani gazete satılıyordu, Halkın Kurtuluşu gazetesi o şeylerden birisiydi, faaliyetlerden birisiydi. Yani hemen hemen bir Dev-Yol ve Halkın Kurtuluşu başa baş gibi bir şeydi Balıkesir'de. Orada da bir kahve vardı bizim, Kurtlareli diye. Öğrenciler daha çok o kahveye geliyordu işte biz de o kahveye gidip geliyorduk yani o Balıkesir'de olduğum dönemde. Sonra tekrar okullar başladı, benim hazırlık okulu bitti. Birinci sınıfa başladım. İnşaat Fakültesi'ndeydim. 1.sınıfta da fena gitmiyordu fakat 00:21:00 bir derste, kimya dersinde, kimya dersinde de sınıfın en iyi öğrencilerinden biriydim. Yani hep sorulan sorulara cevap veriyordum falan. Quizlerim falan da iyi gidiyordu. Bir final sınavı oldu, o sınavda işte 3-4 bölüm beraber sınava girdik. Yani biz inşaat, elektrik, makine falan galiba bir arada girdi sınava. Büyük bir amfide. Orada kopya çektiler yani birileri soruları aldı, 5-10 dakika sonra kaçtı sınıftan sonra bir 15-20 dakika sonra böyle top haline getirilmiş kağıtlar atıldı içeri. Yani bir 10-15 kişi kopya çekti ama yani ben çekmedim. Onu şey yapanlar Dev-Yolculardı aslında. Sonra sınav sonuçları açıklandı bana sıfır verdi hoca. Gittim hocayla "Hocam niye sıfır verdiniz" falan. Dedi "kopya çektin." "Çekmedim hocam" falan. "Yok kopya çektin." "Siz beni tanıyorsunuz yani sınıfta şöyle iyiyim, notlarım böyle falan." "Tamam bakarız falan sen" dedi "işte yarın gel bir bakarız falan" dedi. Ertesi gün gittim. "Hoca yok" dediler "tatile çıktı." Oradan sıfır alınca benim ortalama birden şey oldu. Bir buçuğun altına düşünce okuldan atılınıyordu. bir buçuk mu bir mi ortalamanın altına düşünce okuldan atılınıyordu. Bir buçukla bir arası şey yapıyordunuz tekrar ediyordunuz yani altı aylık sömestrler şeklindeydi şey. Bir sömestr tekrar ediyordunuz ama birin altına ortalama düştü mü okuldan atılıyordunuz. Hoca olmayınca tabii şey yapamadık onu düzeltmesi. Başka hocalara gittik işte "matematik hocası" dediler, "devrimci hoca bir konuşalım" falan. Onunla gittik konuştuk. Yani 100 üzerinden 4-5 puan birisi arttırsa verdiği notu benim atılma durumum olmayacaktı. Matematik hocası dedi "tamam hallederiz" falan dedi. Ondan sonra tatil oldu ben Balıkesir'e geldim tatile. Sonra telefon ettiler arkadaşlar dediler "atılmışsın." Tabii o zaman daha 17-18 yaşında falanız yani. Genç, çok genç. 17'de girdim demek ki işte 18-19 falanmışım. Bir de şey de yapmazdım yani mesela ben ilkokuldan itibaren bütün okul şeylerimi kendim yapardım. Annem babam gelip de okulda kaydımı yaptırmak, hocalarla görüşmek gibi bir durum yoktu. Yani babama falan da "böyle oldu gel beraber halledelim" falan gibi bir şeyimiz de olmadı. Ben de cahil çocuğum zaten. O, o yaşta. Şey yapmadım yani bir itiraz bile yapmadım. Şimdi olsa mesela itiraz edilir, gidip idare mahkemesine dava açılır falan. Büyük ihtimalle kazanıp dönerdim. Yani "atıldı" deyince biraz moralim de bozuldu. Zaten biraz da devrimcilik yapmak istiyorum. Çok böyle şeyde kafamda okulu bitirip de işte mühendis olayım, inşaat mühendisi, inşaat falan yapayım gibi bir düşüncem de yok. Dedim hukuka 00:24:00 gireyim ben. Hukukta devam mecburiyeti yok. Hem işte ailem beni okuyor öğrenci diye bilir hem de ben devrimci mücadeleye devam ederim diye. Yeniden sınava girdim İstanbul Hukuk Fakültesi'ni kazandım.

00:24:15 - Balıkesir'de İlk Kez Polisler Tarafından Gözaltına Alınışı ve Şiddet Görüşü

Play segment

Partial Transcript: Ondan sonra 77 Eylül'ünden Ekim'inden itibaren orada okumaya başladım. Ondan önce polisle hiçbir şeyim olmamıştı yani başım belaya girmemişti. 77'de de yalnız işte şeydi Eylül ya da Ekim ayının başında falan-- Çünkü biz hukuk fakültesi Kasım ayında açılıyordu. O dönemde şeydeyken Kurtdereli'de otururken arkadaşlar dediler ki işte "Faşistler devrimci öğrencileri şeye sokmuyor, okula sokmuyor." Eğitim fakültesinde fakülte miydi eğitim enstitüsü müydü onu da tam onu da bilmiyorum. Balıkesir Necati Eğitim Enstitüsü galiba. Tamam. Eğitim enstitüsü. Orada faşistler, işgal etmişti. İşte idarenin, polislerin falan da desteğiyle. Devrimci öğrencileri okula almıyorlardı. Devrimci öğrenciler aslında sayı olarak onlardan daha fazlaydı ama dediğim gibi öyle bir şey vardı. Ortak bir işgal vardı. Kurtdereli'de toplandılar, okula gidecekler. Biz de onlara destek olmak için onların çevresinde, onlarla beraber okula gittik. Yani ora da okul da Kurtdereli'ye aşağı yukarı 500-600 metrelik mesafede bir yer. Oraya giderken işte faşistler çıktı karşımıza. Taş attılar biz de onlara taş attık falan. Böyle bir yarım saat taşla maşla falan oldu. Sonra onlar kaçtılar, devrimci öğrenciler de okula gitti. Biz de döndük. Bu bahsettiğim Kurtdereli Kahve ya da Gazino dediğim yerde bizim Balıkesir Parkı'nın kıyısında bir yerde. Dedik şeye gitmeyelim "Kurtdereli'ye gitmeyelim polisler gelip belki toplar" falan. Parkın içinde başka bir gazino vardı gidip orada iki arkadaşla sohbet ediyorduk. İşte yarım saat sonra falan polisler geldi, bizi oradan aldılar. Biz tabii terlemişiz o arada şey yaparken faşistlerle. Biz dedik ya "biz oturuyoruz burada" falan. Dediler işte "bu ne ter böyle hamamda mı terlediniz" falan diye. Bizi aldılar yani tek şey terli olmamızdı. Terli olan herhangi birisini de alabilirlerdi, genç birisini. Sonra bizi işte orada aldılar, şeye koydular, polis otobüsüne. Polis minibüsünde karakola gidinceye kadar çok dövdüler. Karakolda da öyle. 4-5 kişiydik. Sonra bir gece orada kaldık. Sabah işte adliyeye çıktık, adliyeden bıraktılar ama yani ben ömrüm boyunca hiç o yaşa kadar dayak yememiştim. Yani ne ailemden ne çocuk kavgalarından falan. İlk defa polisten dayak yedim. İşte sabah yattık eve gelince şey falan sürdü 00:27:00annem falan bu Lasonil mi deniyor şeye, ağrı kesici ve şeyleri ekomuzları alacak ilaçlar sürdü. Ben işte uyurken bütün akrabalar falan geçmiş olsuna gelmişler eve. Ben de içerde uyuyorum. Onların gürültüsüne uyandım. Şey diye anlatıyor annem işte ben şimdiye kadar polisleri öldürünce falan şey yapardım, üzülürdüm polislere çocuğu var, mocuğu var diye. Bundan sonra öldürürlerse üzülmeyeceğim. Onlar insan değil falan canavar manavar falan. Yani benim vücudumda şey kalmamış, böyle beyaz yer kalmamış her taraf morarmış dayaktan coplarla, sopalarla falan. İlk defa oradan polisten dayak yedim. Sonra işte İstanbul'a geldik.

Tarihi 77'ydi. Okul başladığına göre muhtemelen Eylül ya da Ekim ayıydı çünkü şey yani okula şey öğrenciler gitmek istiyordu, onlar da sokmuyordu. Karakolun ismini hatırlamıyorum ama orada şey vardı, SSK Hastanesi vardı. Eğitim Fakültesi, Eğitim Fakültesi'nin arkasında SSK Hastanesi. SSK Hastanesi'nin yanındaki bir karakoldu. Yani normal şey karakolu. Mahalle karakolu yani öyle şey değil özel bir emniyet birimi falan değil. Bizim İstanbul'daki Gayrettepe gibi falan değil. Yani normal bir karakol şeyi. Ama daha çok zaten minibüste şey yaptılar coplarla falan. Zaten ufak bir alan. Orada biz böyle iki kişi üç kişi şey yapmışız dayaktan korunmak için yumulmuşuz onlar da böyle dövüyorlar coplarla falan.

İşte o zaman şey olmuşlar bizi götürdüler, sonra sonradan CHP Milletvekili olan avukat vardı. Önder Kırlı'ydı herhalde soyismi. O bize şey yapmıştı, avukatımız olmuştu. Duruşmaya çıkardılar yani sorgu hakimine. Oradan bıraktılar bizi. Daha sonra ne oldu bilmiyorum yani bir ceza verdiler mi dava açıldı mı-- Çünkü o dönemde işte çocukluk diyelim. Şey yapmazdık bir girip çıktıktan sonra ne oldu dava devam ediyor mu etmiyor mu bir daha peşine gitmezdik, aramazdık.

00:29:19 - İstanbul'a Adaptasyon Süreci, Barınma Sıkıntıları, Sol Örgütlerle Temaslar

Play segment

Partial Transcript: Sonra İstanbul'a geldim. İstanbul'da tabii hiç tanıdığım şey yoktu yani İstanbul Üniversitesi'nin şey gibi değildi ODTÜ gibi değildi. ODTÜ bir kampüs olduğu için oraya gidiyorsunuz yurdu var kendi içerisinde falan. Orada öyle bir şey yoktu. Ben şey yaptım bizim abimin arkadaşı, öğrencilik arkadaşı, Balıkesir'den arkadaşı Çağlar Abi diye birisi vardı. Ona abim beni yönlendirdi. Dedi "sen ona git on sana şey yapsın." Balıkesir Yurdu vardı orada. "Balıkesir Yurdu'nda bir yer ayarlar" falan dedi. İşte Çağlar Abi'ye gittim. O da beni aldı Balıkesir Yurdu'na gittik. Pierre Loti'de, Çemberlitaş'ta Pierre Loti'de bir yurt vardı. O zamanlar 00:30:00 böyle şey yurtları çoktu, şehir yurtları yani işte şehirdeki zenginler ya da valilik, kaymakamlık falan para toplar, oradaki yurda destek olur mesela şey gönderirler falan tenekeyle yağ gönderirler, peynir gönderirler ya da işte oradaki yurdun masrafların bir kısmını karşılarlar falan. Öyle şeyler çoktu yani hemen hemen her şehrin yurdu vardı. Adana Yurdu, Sivas Yurdu, Malatya Yurdu, Antep Yurdu falan. Balıkesir Yurdu'na gittik. Balıkesir Yurdu'nda da abim ve Çağlar Abi falan eskiden yöneticilik yapmışlar yani öğrenciyken falan yani kıdemli öğrenciler orada şey yapıyordu yurdun yöneticiliğini yapıyorlardı. Yani öyle bir sözde şey vardı ama mütevelli heyeti, yurt yönetimi gibi. Fiilen öğrenciler yapıyordu. O dönemde de orası Dev-Solcuların elindeymiş. Yurt. Ama işte Çağlar Abi eski yurdun yöneticilerinden falan diye onun hatırına beni aldılar. Bana böyle en üst katta bir oda verdiler ama odanın şeyi var Fransız penceresi gibi balkonu gibi bir şey var, kapanmıyor. Tam gittiğimiz zaman da Kasım ayı. Acayip soğuk, şey yok kalorifer yok bir şey yok. Ondan sonra orada bir ay falan kaldım ya da bir, bir buçuk ay. Geceleri şey yapıyordum yani kazak mazak üzerine kaban ondan sonra bir tane battaniye verdiler. İstemiyorlardı yani kendilerinin dışında birinin orada olmasını. Orada öyle saat akşam 10'da 11'de giriyordum yurda. Zaten 3'e 4'e kadar uyuyamıyordum soğuktan işte kitap falan okuyordum. Sabah da 11'de falan kalkıyordum. 12'de şey vardı, yemek çıkıyordu okulda. Okula da çok yakın. Gidip yemek yiyordum. Zaten bizim şeyde sabahçıydı, bizim bölüm. Yani dolayısıyla derslere girmiyordum. Gidiyordum, yemek yiyordum. İstanbul'da dolaşmayı öğrenmeye çalışıyordum. Okulda da bizim gene faşistlerin işgali vardı yani devrimci öğrenciler, solcu öğrenciler okula gidemiyordu. Fakat işte biz tanınmadığımız için gidiyorduk böyle. Bir keresinde bir gün bizi zorla şey yaptılar, bir faşistlerin mitingi varmış, yürüyüş. Zorla oraya çıkarttılar etrafımız böyle sarılı. Bütün sınıfı boşaltıyorlar, amfiyi. Siz oraya katılmak istemiyorsunuz ama kaçamıyorsunuz yani. Şey gibi hani koyun sürülerinin etrafında böyle köpekler olur ya şey yaparlar, dağılmasını engellerler falan öyle işte çıkarttılar şeye kadar. Beyazıt Meydanı'na falan. Orada işte ben fırsat kolluyorum kaçmaya falan. En sonunda bir yerde kaçtım böyle bir kalabalık olunca kenardan kaçtım. O 00:33:00zaman dolaşırken falan Balıkesir'deki bir arkadaşıma rastladım. Nazım isimli. O da Balıkesir'de o beraber dayak yediğimiz arkadaştı. Hani iki kişi yakalandık dedim ya o arkadaş. O da İTÜ'de okuyordu. O şeyde kalıyordu, Zeynep Kamil Hastanesi'nin arkasında bir evde kalıyordu. "Gel benim evde kal" falan dedi. İşte onun evine gittim, yurttan ayrıldım. Onun evinde de o TİKKO'cuydu. Biraz, bir ay falan kaldım ama TİKKO'cu olduğu için rahatsız oldum yani başım belaya falan girer diye. O-- silah falan da vardı evde. Biraz şey falan da yaptık o zaman. Silah işte söküp takma vesaire. Kendi kendimize şeyler yapıyorduk. İşte bir elimizde silah varken öbür elimizdeki cebimizde kurşunlar var. Boş şarjörü doldurabilir miyiz şey işte Deniz Gezmiş öyle yaparmış falan diye. Böyle şeyler mitler vardı o zaman. Yani bu taraf, bu elinle işte çatışıyorsun bu elinle de şeyi dolduruyorsun, şarjörü dolduruyorsun hemen vakit kaybetmemek için falan. O tip şeyler yapardık falan. Sonra işte onunla birlikte şeye gittik YDGD diye dernek vardı. O dernek de 4-5 grubun ortak derneğiydi. Halkın Kurtuluşu, Halkın Yolu, Halkın Sesi, Halkın Birliği ve Halkın Gücü diye beş örgüt vardı. Önce işte şeyler ayrıldı bu TİKKO'cular falan ayrıldı. Sonra diğerleri ayrıldı, sadece Halkın Kurtuluşu kaldı o. Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği. Oraya Nazmi'yle falan gittiğimizde bizim Halkın Kurtuluşu taraftarlarıyla görüştük, buluştuk. Balıkesirli arkadaşlar da vardı. Ondan sonra şeyden ayrıldım ben. Nazmi'nin evinden ayrıldım. Bizim arkadaşların evine geçtim. Onların evi de şeydeydi, Tarlabaşı'nda eski bir Rum evi ya da Ermeni ama Rum eviydi çünkü alt katta falan Rumca konuşan insanlar vardı. Orada işte biz üç arkadaş Balıkesirli biri Halkın Yolu'ndan, ikisi Halkın Kurtuluş'undan, bir de üst katta Halkın Birliği'nden birisi vardı. O da şeydi Çerkez, Kabartay. Daha sonra şeyde işte şeylere ayrıldığı zaman Çerkezler Rusya'dan. Orada bakanlık falan yaptı adam veya yani hala orada yaşıyor herhalde. Ara sıra buraya gidip geliyor. Öyle birisi vardı yani 5-6 ay orada kaldım. 16 Mart döneminde falan oradaydım yani.

00:35:54 - 77 1 Mayıs

Play segment

Partial Transcript: 77 1 Mayıs'ında Balıkesir'deydim ben. Balıkesir'den otobüsle gidecektik işte bir otobüs ayarlamıştık. Ondan sonra son anda polis baskını mı oldu 00:36:00ne oldu otobüs şoförü vazgeçti gitmekten. Biz kaldık gece 12'de, gidemeden kaldık. Ondan sonra ertesi gün işte 1 Mayıs oldu. Ben de dışarıdaydım yani kahvede falandım herhalde. Gece eve geldim, babam gelmiş kahveden. O işte duymuş herhalde işte haberleri falan dinledi, dedi "İstanbul'da 1 Mayıs'ta çatışma olmuş 33 tane Maocu ölmüş" dedi. Maocular dedikleri bizdik o zaman. Yani biz kendimizi Maocu kabul etmiyorduk ama bize Maocu diyorlardı. Ondan sonra ben gittim yattım ağladım falan. İşte arkadaşlarım ölmüş falan diye. Sonra yani bizden ölen kimse yokmuş ama birçok işçi ölenlerin hemen hemen hepsi işçiydi yani örgütlerden pek fazla kimse yoktu. Zaten ezilerek falan çoğu öldü, kaçarken. 1 Mayıs'ta yani Balıkesir'deydim. Ama 78, 1 Mayıs'ına gittim ama orada giremedik. Yani çünkü onlar şey olarak işte TKP ve onların müttefiklerinden oluşan bir şeydi 1 Mayıs. Dışarıdan kimseyi sokmuyorlardı, kortejleri falan. Etrafı korumalıydı falan giremedik. Etrafta dolaştık dolaştık bir yerden gireriz belki diye. Giremeden, o şekilde şey yaptık 78, 1 Mayıs'ı.

00:37:27 - 16 Mart Öncesi Artan Çatışmalar

Play segment

Partial Transcript: Belli bir şeyden sonra ben okula gitmemeye başladım. Yani çünkü birkaç mitinge falan katılmıştım. Cenaze törenine falan katılmıştım yani belki faşistler şey yapmıştır görmüştür mörmüştür fotoğrafçı tespit etmiştir falan diye okula gitmemeye başladım. Ama şeyde yani yılbaşından sonra falan toplantılar yapıyorduk. Merkez Bina diyorduk o zaman. Merkez Bina'da Hukuk Fakültesi ve İktisat Fakültesi'nin bazı sınıfları vardı. Merkez Bina'daki öğrenciler, devrimci öğrenciler olarak toplantılar yapıyorduk. Yani okula şeyden itibaren 1 Mart'ta başlıyordu yeni dönem. 1 Mart'tan itibaren nasıl gideriz işte gidelim mi gitmeyelim mi falan diye. 79 Aralık'ında, 79 diyorum. 77 Aralık'ında hükümet değişikliği olmuştu. Milliyetçi Cephe Hükümeti düşmüş Ecevit Hükümeti kurulmuştu. O gün cephe hükümeti hikayesi vardı yani Ecevit 77 seçimlerinden yüzde 42 oy almıştı ama tek başına hükümet kuramıyordu. Azınlık hükümeti kurdu güven oyu alamadı. Ondan sonra Milliyetçi Cephe Hükümeti kuruldu. Aralık ayında da Adalet Partisi'nden dokuz milletvekili mi ne şey yaptı, transfer etti. İki tane de diğer partilerden galiba bir Güven Partisi, bir Demokrat Parti'den. Ondan sonra Ecevit Hükümeti kuruldu. Bir de Ecevit Hükümetinin kurulması belki biraz şey yaptı yani o sol çevrelere güven verdi yani 00:39:00faşistler, milliyetçi cephe iktidarda olmadığı zaman gireriz, o polisin baskısı olmaz falan diye de düşünmüş olabilir. Yani biz 1 Mart itibariyle okula gitmeye karar verdik. 1 Mart günü Süleymaniye'de buluştuk. Süleymaniye'de işte kaç kişiydik tam bilmiyorum ama herhalde 100-150 kişi varmışızdır. Çünkü bizim o dönem sabahçı öğleciler vardı. Tek çift numara ayrımı vardı. Çiftler sabahçıydı, tekler öğleden sonra gidiyordu. Yani sabahçı öğrencilerden muhtemelen 100-150 arası öğrenci toplanmıştı. Okula doğru yürüyüşe geçtik Süleymaniye'den Beyazıt'a, merkez binanın ana kapıya doğru. Yani bir 100-200 metre gittik önümüzü polis kesti işte saldırdılar bize. İşte coplarla falan dağıttılar ondan sonra yeniden toplandık bir daha yürüyüşe geçtik. Bu sefer 200-300 metre gittik gene saldırdılar. Bir daha toplandık gene gittik bir daha saldırdılar. Dördüncü de kapıya kadar gidebildik. Ondan sonra kapıya geldik, kapıya geldiğimizde de bu sefer içeriden faşistler toplanmıştı. O heykel var, ortada, işte oradan taşlarla, sopalarla saldırdılar falan. Neyse onu da atlattık sınıflara girebildik o şekilde. İşte her 1.sınıflar 1. sınıflara; 2. sınıflar 2. sınıflara dağıldı. Biz 1. sınıfa girdiğimizde sekiz kişiymişiz bizim sınıfta. Büyük amfideydi o zaman 1.sınıflar. O bütün filmlerde, sınavlarda falan gösterilir ya o amfi. 800 kişilik falan bir amfiydi. Büyük bir amfi. Orada işte üç bölüm var. Girişte hemen soldaki bölümü şey yapmışlar bize ayırmışlar, o bölüm tamamen boş. En öne sekiz kişi oturduk işte gazeteciler geldi fotoğraf çektiler falan. Kazım Ayaydın vardı. MHP Gençlik Kolları Başkanı. O geldi, bağırdı çağırdı işte "bunlar öğrenci mi bunlar anarşist manarşist şu tiplere bakın" falan gibi. Şeylere gazetecilere ajitasyon çekti falan. Biz orada öyle duruyoruz ondan sonra işte "faşistler ne zaman saldıracak" falan. Diğer bütün öğrenciler de birlikte. Yani onların ne kadar faşist ne kadar değil onu da bilmiyorum. Böyle bekliyoruz. O sekiz öğrencinin dördü de şeymiş, bizim gruptan Halkın Kurtuluş'undan. Çoğunu tanımıyordum daha önceden yani orada tanıştım. Bir tane Kürt gruplarından bir arkadaş vardı, bir tane Dev-Soldan bir arkadaş vardı. Öyle işte bekliyoruz saldıracaklar diye. Taktik falan yapıyoruz saldırırlarsa hemen sırtımızı duvara yaslayalım, çok da dayanamazsak kapıdan kaçarız diye. Kapının hemen önündeki sıradayız çünkü. Öyle geçti o gün saldırı olmadı. Ertesi gün gene gittik falan. 3-4 gün sonra bizim yanımıza iki kişi daha geldi. Aradan 3-4 gün geçti 2-3 kişi daha 00:42:00geldi. Sonra biz 20-22'ye falan çıktık. Yani o kalabalık içinde solcular da varmış ya da daha önce gelemeyip de gelmeye başlayan solcular da varmış. Şeyler de işte böyle tarafsız ya da biz demokrat diyorduk o zaman böyle herhangi bir örgüte taraftar olmayan ama solcu olan insanlara da demokrat falan diyorduk. Onlar şeyden ayrıldı faşistlerden, bir baktık biz faşistlerden daha kalabalığız yani. Faşistler şeyde kaldı, öbür bölümde. Onlar 10-15 kişi. Biz 21-25 falan olmuştuk. Giderek de her gün sayımız artıyordu. Yani 16 Mart'tan önce durum böyleydi. Bizi tehdit ediyorlardı. Birkaç kere böyle saldırmaya kalktılar. Biz onları püskürttük falan. Hatta koridorlarda birkaç kere biz onlara saldırdık.

00:42:56 - 16 Mart Öncesi İki Kez Gözaltına Alınışı

Play segment

Partial Transcript: Şeyde de 16 Mart'a gelmeden de iki kere gözaltına alındım. Şeyde 6 Mart'tı galiba afiş yapıştırmaya çıktık YDGD Dernekleri vardı her yerde, 30 civarında. Onlar bir federasyon oluşturacaklardı. Federasyonun afişleri vardı. "Yurtsever Devrimci Gençlik Federasyonu Kurmak İçin İleri" falan gibi böyle bir şey vardı. İşte ilk defa ben İstanbul'da ben afiş yapıştırmaya çıktım o zaman. Çıkmadan önce de şey dediler "arkadaşlar" işte "her afişte polis saldırıyor şeyleri, fırçaları, tenekeleri bırakıp kaçıyoruz" falan "onlara para yetiştiremiyoruz işte bırakmayalım" falan dedi arkadaşlar. Ben de şeyi taşımayı üstlendim. Teneke, 20 kiloluk teneke. Zeytinyağı tenekeleri oluyor ya peynir tenekeleri. İşte onda kostik yapılıyor, onu taşıyorum. Ondan sonra-- Biz gece gidiyoruz tabii. Yani gündüzleri işte faşistler saldırıyor falan diye. Saldırıyor derken yani ateş ediyorlar, kurşunluyorlar falan. Gece yapıyoruz afişi. Saraçhane Alt Geçidi'nin orayı yaparken gözcülerimiz falan var tabii. Dediler "polis geldi." İşte o şeyi yönetenler, afiş olayını, bizi yavaş yavaş şeye oradan alıp şeye getirdiler. Belediyenin karşısında Şehzade Camii'nin yanında bir park var. Oraya getirdiler. Orada yattık yerlere bekliyoruz polisin gelecek mi falan diye. Polis de bizim etrafımızı sarmış dolanıyor falan. Ondan sonra dediler "buradan ayrılalım, polis şeye yapacak alacak bizi" falan. Şeye doğru gidiyoruz, belediyeye doğru. Birden polisler ateş etmeye başladı. Takır takır takır silah sesleri geliyor. Ben de tenekeyi bırakmamak için tenekeyle koşmaya çalışıyorum, 20 kiloluk teneke. Ondan sonra belediyeye kadar koştum, ondan sonra baktım olmuyor. Geride kalıyorum. Bıraktım tenekeyi, ondan sonra-- Ben de bir teneke atmış 00:45:00oldum yani. Sonra İstanbul'u da çok iyi bilmiyorum. Bir hemşerim vardı, Medaim diye, Susurluk'tan. Onun peşinden koşuyorum. O nereye giderse ben de onun peşinden koşuyorum falan. Laleli'nin oralarda bir yerde inşaat içine girdik yani inşaat yapılıyor, okullar falan var, tuğlalar falan var önünde. Bir yarım, 15 dakika, yarım saat sonra polisler geldiler bizi oradan aldılar. 7-8 kişiyiz. Ondan sonra şeye götürdüler, Beyazıt Karakolu'na götürdüler. Orada gene işte sopalarla başladılar saldırmaya falan. İçimizde bir kız arkadaşımız vardı. Ona işte vurmaya kalktılar, erkek arkadaşlar önüne geçti falan. Bunlar "Vay siz şey mi yapıyorsunuz burada, böyle centilmenlik bilmem şövalyelik mi yapıyorsunuz." Daha beter saldırdılar falan. Orada epey arkadaşın kafaları falan yarıldı. Oradan işte bizi şeye götürdüler 1. Şube'ye götürdüler. Yani karakollarda falan böyle aldıkları zaman 1. Şube'ye götürüyorlardı orada şey yoklaması yapıyorlardı şimdiki gibi internet, bilgisayar olmadığı için GBT'si sorgulaması. Daha önce aranıyor mu, girmiş çıkmışlığı var mı falan. Hangi örgüttendir falan diye. Orada sabah kadar bekledik. Sabah savcıya çıkardılar. Savcı da iyi bir adammış. İşte bizi odaya soktular, arkada polisler. Polislere bağırdı "siz niye girdiniz buraya" falan dedi. "Niye girdiniz buraya" falan dedi. "Çıkın dışarı" dedi. Ondan sonra bir de dedi "çocuklara ateş etmişsiniz" falan. "Eşkıya mısınız, polis misiniz" falan dedi. "Çıkın dışarı sizi gözüm görmesin." Ondan sonra bize de dedi "ne oldu" falan. İşte "biz afiş yapıştırıyorduk." "Çocuklar" dedi "niye gece yapıştırıyorsunuz?" İşte "gündüz yapıştırırsak faşistler ateş ediyor, vuruyorlar falan. İşte dikkatli olun, gündüz yapıştırın" falan dedi. Bizi saldı. Ondan sonra iki gün sonra tekrar çıktık şeye, afişe. Bu sefer şeyin oralarda Pierre Loti'nin oralarda yaparken gene yakalandık. Gene bir gece tuttular bizi. Ertesi gün gene savcıya çıktık. Biz gene öyle bir savcı bekliyoruz. Bu sefer başka bir savcı. Bu sefer savcı başladı bağırıp çağırmaya falan. İşte "Maocular, memleketimizi Çin gibi yapmak istiyorsunuz" bilmem ne falan bağırdı çağırdı. O da bizi saldı ama muhtemelen arkamızdan şey de soruşturma da yapıldı ama biz takip etmedik yani belki ceza da vermişlerdir, para cezası veriyorlardı. Daha sonra bir 250 lira para cezası da bazı yerlerde çıktı ortaya ama ondan mı verildiğini bilmiyorum. Bu 8 Mart'ta olmuştu yani. Sonra 16 Mart oldu.

Şimdi Turizm Karakolu mu nedir o, Yerebatan Sarnıcı'nın karşısında köşede bir sarı eski bir bina var. Hatta orası İttihat Terakkicilerden birisinin köşküymüş falan diye söyleniyordu. Oraya götürdüler. Orada işte bütün gece bir hücrede kaldık. Ertesi gün de şeye götürdüler, Gayrettepe'ye değil de bu şey derdik Sanasaryan Han. Sirkeci'de. Oraya götürdüler. Orada işte o GBT şeyini yaptılar, sorgulamasını. Hatta orada 00:48:00o zaman şey vardı, Mehmet Ağar'la karşılaştık. Mehmet Ağar o zaman İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı mı neydi. Oradaymış herhalde. Sirkeci'de o zaman görevliymiş. Benim işte hukukta okuduğumu öğrenmiş. Bizi oradan savcılığa götürürken şey yaptı, "sen" dedi "hukukta mı okuyorsun" falan. "Hukukta okuyorum" dedim. Dedi işte "siz" dedi "okulu bitireceksiniz" dedi "yarın öbür gün" dedi "vali olacaksınız" dedi "bizim başımıza amir olacaksınız" dedi, "Maocular" dedi. "Bu memleketi size mi bırakacağız" falan. Öyle bir bağırdı, çağırdı falan. Oradan bizi gönderdiler şeye. Bu seferki savcı tam tersine o da bize bağırdı çağırdı ama o da netice bıraktı bizi.

00:48:48 - 16 Mart Katliamı

Play segment

Partial Transcript: Ama ilk gözaltına alındığımızda, o gözaltına alındığımız andan itibaren o ilk Beyazıt Karakolu'na götürmüşlerdi o zaman. Tam o Eczacılık Fakültesi'nin karşısında. Orada epey--Şeyler var karakol polisleri değil de onlar muhtemelen Gayrettepe polisleriydi ya da Güvenlik Şube, bilmiyorum. Onlar şey yapmışlardı, dövmüşlerdi. Hatta işte o afiş yapıştırma fırçalarıyla, şunlarla bunlarla falan. O şekilde dövmüşlerdi. 16 Mart'tan önce biz artık okulda giderek şey olmuştuk, güçlenmiştik yani faşistlerden daha güçlü hale gelmiştik. Faşistler slogan atıyorlardı, çıkışta, ön kapıdan çıkıyorduk topluca. Yani sabah toplu gidiyorduk, öğleyin saat 12'de dersimiz bitse bile bir bekliyorduk 12'ye kadar. 12'de bütün sınıflardan arkadaşlar çıkıyordu. O zaman yemekhane kapalıydı bizim. Kumanya veriyorlardı yani işte yemekhanede kavga çıkıyor falan sağ sol öğrenciler arasında diye. Bir naylon torba içerisinde işte yarım ekmek, içinde 3-4 tane köfte, bir yumurta, bir karper peynir, bir portakal falan. Öyle bir kumanya oluyordu. Kumanyamızı alıyorduk ondan sonra gene ön kapıdan çıkıp Süleymaniye'ye gidiyorduk, orada işte yemek falan yiyorduk. Şeyden bir gün önce, 16 Mart'tan bir gün önce çıkışta, o tam ana kapının önünde böyle orası set settir. Alt tarafta faşistler birikmişti. Slogan mılogan attılar bize taş attılar falan. İşte "kahrolsun komünistler, komünistler Moskova'ya" falan diye. Biz dağıldık içeri kaçtık. Epey şeyden sonra dışarı çıkabildik. 16 Mart günü gene toplandık şeyin orada, heykelin orada. Orada işte çeşitli gruplar biz YDGD'liler, Halkın Kurtuluşçuları. Kurtuluşçular vardı, Dev-Yolcular falan vardı. Biz şey dedik yani gene saldırabilirler faşistler, en öne şey koyalım böyle işte kavgacı, iri yarı, dağılmayacak saldırı olduğu zaman. Onları koyalım ki saldırdıkları zaman dağılmayalım falan. 00:51:00Dev-Yolcular da şey dedi ya "dörtlü kortej yapalım işte kol kol girip çıkalım" falan. Böyle tartıştık martıştık. Sonra karar veremedik ama biz yani Halkın Kurtuluşu olanlar, YDGD'liler en öne geçtik. 5-6 kişi, kol kola girdik. Gene kapının önüne geldiğimizde gene sloganlar falan oldu ama bu sefer taş maş atmadılar. Ondan sonra kapıdan çıktık, sağa doğru döndük, Eczacılık Fakültesi'nin oraya kadar geldik. Yani tam böyle Eczacılık Fakültesi'nin kapısının hizasındaydık biz bomba diye bir ses geldi. Bomba deyimce koşmaya çalıştık fakat patlama oldu ve patlamanın şiddetiyle yere kapaklandık. Yani böyle hani böyle futbol oynarken, çok hızlı koşarken omuz atar şey, yandaki adam uçup böyle yere kapaklanırsınız. O şekilde yere kapaklandık. Ondan sonra ben kafamı çevirip baktığımda böyle bir şey vardı işte gri bir duman, yerde yatanlar, kalkmaya çalışanlar falan. Tam o tarafa ne oluyor falan diye bakalım derken bu sefer makineli tüfek sesleri geldi. Şeye doğru koşmaya başladık, Süleymaniye'ye doğru koşmaya başladık ama solda bir sokak vardı. Orada Filiz Kitabevi vardı o zaman. Bizim kitapları falan hep oradan alırdık. Oraya saptık. Oraya sapınca işte bir tane bizim sınıftan bir arkadaş oradaymış. Beni gördü falan. Böyle şok geçiriyordu. "Kamiiiil" falan diye koşarak geldi, sarıldı falan. Öyle baygınlık durumundaydım. Bir tane de şey geliyordu İGD'li bir çocuk. Başka sınıflardan ama İGD'li olduğunu biliyordum, tanıyordum. O da şöyle tam göbeğinin burasında kırmızı bir para kadar leke vardı. Dedim "vurulmuşsun galiba" falan. Çocuk farkında değildi yani onu görünce o da biraz böyle şey oldu. Bayılma şeylerine girdi. Biz de iki arkadaştık şeyle beraber kol kola olduğumuz şey vardı Kazım, Kazım Çataklı isminde bir arkadaş vardı bizim işte YDGD'den. Bunları aldık şeye, aşağıya indik. Caddeye. 16 Mart Caddesi, aşağısı, caddenin ismi de. Ben onun daha sonra 16 Mart Caddesi olduğunu öğrendim. Sandım ki bizim katliamdan ötürü 16 Mart Caddesi ismini koydular. Meğerse şeymiş, orada eskiden bir karakol varmış işte Türk, İstanbul İşgal edilirken, 16 Mart günü o karakolu basmış İngilizler orada çatışma olmuş falan. Onun için oranın, caddenin ismi 16 Mart Caddesi'ymiş. 16 Mart Caddesi'ne çıktık. Oradan bir Mercedes giriyordu. Siyah bir Mercedes. Onu durdurdum. Dedik işte "yaralı arkadaşlarımız var hastaneye götüreceğiz." Ondan sonra hastaneye doğru, Esnaf Hastanesi vardı, okulun hastanesi. Oraya götürdük. Onlar dediler "biz burada şey yapmıyoruz yani böyle cerrahi işler, burada sadece poliklinik hizmeti var siz bunu şeye götürün ya Çapa'ya ya Cerrahpaşa'ya götürün" dediler. Ondan sonra adam 00:54:00da o Mercedes'i kullanan adam da bizle beraber yani bırakıp gitmedi. O aldı gene şeyleri, bizi dört kişi. Cerrahpaşa'ya doğru giderken Aksaray'da ben indim Kazım'a dedim "sen götür, ben bir derneğe uğrayayım haber vereyim." Aksaray'da da bizim işte YDGD'de vardı. Oraya gittim. Girdim kapıdan içeri. Orada da toplantı var, federasyon olacak ya sürekli toplanıyorlar falan. Dedim işte "arkadaşlar böyle böyle üzerimiz bomba attılar en azından 50-60 yaralı vardır, çok sayıda ölü var" falan. İnanmadılar yani bana önce. Şey çok serin kanlı falan anlatmışım olayı. Ondan sonra tanıyanlar dediler ya "tamam arkadaşı tanıyoruz, şeydir doğrudur moğrudur." Hadi hep beraber çıktık oradan. Üniversiteye doğru. Yürürken önce şeye girdik, İşletme Fakültesi'nin amfisi vardı. Oraya girdik. Orada millet toplanmıştı. Ne yapalım ne edelim tartışıyorlardı falan. O arada bizim sınıfta bir Sevim diye arkadaşımız vardı. Ben şeyimi ona vermiştim, kumanyamı. İşte senden daha sonra alırım. Kavga mavga olursa kumanya engel olur diye. Onu gördüm. O beni görünce işte "Kamil" falan. Beni öldü sanmış. Siyah benim bir paltom vardı. Siyah paltolu birisini öldürdüler falan demişler. O işte beni görünce ölmemiş falan diye. Ben de ona şeyi soruyorum "kumanyayı ne yaptın, kumanya duruyor mu" falan diye. O da diyor ki "ya biz seni öldü sandık ağlıyoruz burada şey yapıyoruz, matem tutuyoruz sen kumanya soruyorsun" falan. İşte orada tartıştık şeyde ne yapalım falan. Dediler şeyi işgal edelim, okulu. Hep beraber oradan okula gittik. O arada bütün liselerden, diğer üniversitelerden binlerce öğrenci geldi akşama kadar. Yani okulun içinde bir 10-15 bin kişi belki birikmiştir. Amfiler işte herkes bir amfi şey yaptı. Biz 1.amfideydik gene Halkın Kurtuluşu grubu olarak. Sabaha kadar işte konuşmalar, marşlar, şarkılar, türküler. Gece şey geldi, İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı, o geldi falan. O eski Hava Kuvvetleri Komutanıydı. Ecevit Hükümetinin de İçişleri Bakanıydı. İşte "bulacağız falan katilleri şunları bunları" dediler. Gittiler. Ertesi gün öğleyin cenazeleri şeyden aldı arkadaşlar Gülhane Parkı'nın karşısından. Adli Tıp oradaydı o zaman. Cesetleri oradan aldılar işte tabutlarda. Beyazıt'ta toplandık. İstanbul'un en kalabalık şeyiydi yani miting yürüyüş artık cenaze töreni. Sirkeci'ye kadar gittik. Oradan cenazelerin bir kısmı şeye gitti, Sirkeci tarafına oradan vapura koydular memleketlerine gönderilmek üzere. Yani altı arkadaşımız o gün ölmüştü. Bir tanesi de daha sonra öldü herhalde. Yedi arkadaşımız öldü. Bizim sınıftan kimse yoktu. Daha çok böyle 3. sınıf, 4. sınıf öğrencisi. İki tanesi İktisat Fakültesi'ndendi herhalde. Beş tanesi Hukuk Fakültesi'nden. 50-60 tane yaralı vardı. Benim yanımdaki Kazım arkadaş da 00:57:00 yaralanmıştı ama hafif yaralanmıştı. Ben de bir şey yoktu ama daha sonra şey yaptım yani eve gittiğim zaman böyle paltomu falan çıkardığımda paltonun hani üzerinde böyle kuş gözü gibi 30-40 tane delik vardı böyle ufak ufak. Demek ki yerden taşlar topraklar şey yapmışlar o şiddetle. Bir dönem sonra da işte banyo falan yaparken derimin altında böyle ufak ufak taşların girip belki de metal ya da taş bilmiyorum. Kalmış onlar da döküldüler yani. Ama öyle şey yara denebilecek bir yara yoktu. Bazı arkadaşlarımızın işte şeyleri bağırsakları falan şey oldu, zarar gördü. Uzun süre okula gelemediler. Bir arkadaşımızın işte şey bacağına şey gelmiş, kalçasından parça alıp bacağına eklediler baldırına falan. Öyle arkadaşlarımız vardı. Okul kapandı tabii Nisan'a kadar. Nisanda okula geldiğimizde, faşistler gelmedi tabii uzun bir süre. 17 Nisan'da da şeye, anayasa hocamız Server Tanilli'ye suikast yaptılar. Orada da hocamız vuruldu, belinden. Felç oldu. Ölünceye kadar hep tekerlekli sandalye kullanmak zorunda kaldı. Ondan sonra işte şeyler, hocalarımızdan Cavit Tütengil vuruldu, öldürüldü. Ümit Doğanay bizim Hukuk Fakültesi'nden, o öldürüldü. İşte cenaze törenleri, işte böyle şeyler, kavgalar dövüşler. O şekilde geçti. Şeyde, Ekim ayında silahla yakalandım cezaevine girdim. Yedi buçuk, sekiz ay falan cezaevinde kaldım.

00:58:58 - 78'de Silahla Yakalanma Anı

Play segment

Partial Transcript: 78, 18 Ekim'de. Ama ondan önce şöyle bir olay oldu. Şeyde gene ekim ayında ya da eylül ayındaydı tam tarihini hatırlamıyorum. Şeyde Ok Meydanı'nda faşistler o işte şeyin semti ele geçirmek istiyor falan Ülkü Ocakları açtılar diye haber geldi. Ondan sonra işte oradaki devrimciler baskı yapıyorlarmış falan diye. O şeyde biz iki arkadaş gittik, o zaman ben artık şey, silah falan taşımaya başlamıştım o dönemde. Gittik işte orada bir Mustafa Hoca vardı. Mustafa Yaşar. Öğretmen. Onunla buluştuk falan. Ondan sonra orada şey, amacımız şeydi işte orada böyle bir şey verip ne derler gösteri yapıp faşistlere gözdağı vermek falan. "Buraları boş değil, buralarda fazla şey yapmayın, at oynatmayın" falan diye. Böyle dolaştık biraz falan. Bizim çeşitli arkadaşlarla falan tanıştırdılar. 01:00:00 Biz döndük o gece Mustafa Hoca'yı faşistler şey yapmışlar, silahla işte kaçırmışlar, işkence, dövmüşler mövmüşler işkence yapmışlar, sonra öldürmüşler. Ertesi gün onun cenazesi vardı. Cenazeye gittik. Cenazeyi işte okulundan aldık Mustafa Hoca'nın şeyini, tabutunu. Ok Meydanı merkeze doğru gidip oradan da arabaya koyup memleketine gidecekti. Giresunlu muydu, oradan bir yerdendi. Giderken polisler saldırdılar. Büyük bir gene arbede oldu falan. Orada da bizim Vatan, mühendislikte okuyan bir arkadaşımızı polisler vurdu. Orada, ertesi günde o öldü yani. Yani işte o sürece yani şeye kadar Ekim ayına kadar eylemler, cenaze törenleri, çatışmalar. Mesela biz şey yapıyorduk, gazete satıyorduk, her haftalık. Halkın Kurtuluşu gazetesi. Bizim bölgemiz işte Küçükpazar, Süleymaniye'nin alt kısmı, ondan sonra Unkapanı, şeyler Mahmutpaşa. Yani işçi semtlerinde gazete satıyorduk, işçilere hitabet edebilmek için, işçileri örgütlemek için. Şeyde mesela, Küçükpazar'da gazete satarken şeyler geldi. Dinciler. Bu işte o zamanın IŞİD'cileri falan herhalde. Önümüzü kestiler mönümüzü kestiler. Neyse biz de tabii bu şeylere giderken silahlı falan gidiyoruz. Üç tane, dört tane silahlı insan oluyor şeyde, 15-20 kişi gazete satmaya çıkıyoruz. Onların güvenliğinde 3-4 kişi oluyor. İşte silahları çıkarıp adamları kovaladık falan. Ondan sonra gazete satmaya devam ederken arkamızdan ateş ettiler falan. Biz onlara ateş ettik. Öyle çatışmalar oldu. Yani her şeyde, yani iki günde bir üç günde bir ya polisle ya işte faşistlerle çatışmalar oluyordu. Şeyde de ekimde de 18 Ekim'de de bir gün önce mi, iki gün önce Kocamustafapaşa'da bildiri dağıtmaya gitmiştik. Gene bir 30-40 kişi vardık. İşte tam biz bildiri dağıtırken silah sesleri geldi. Ondan sonra ne olduğunu işte arkadaşlar öğrendiler. Orada bir şey vardı, Artvinliler Derneği vardı, Dev-Yolcuların. Orayı taramışlar faşistler. Orada bir çocuk ölmüş. Ondan sonra biz ne yapalım diye hemen ayaküstü bir şey verdik, karar verdik. Gene 3-4 tane silahlı arkadaş vardık. Dedik "MHP'yi basalım." Orada pasajın içinde MHP'nin şeyi vardı, binası. İşte slogan ata ata "Faşizme ölüm, halk, hürriyet" falan diye silahları çekip MHP'ye doğru gittik. Polis otobüsleri, minibüsleri falan 01:03:00vardı. Hepsi bizi görünce kaçtılar öyle şimdiki gibi değildi yani polis şeylerden çekinirdi, polis devrimcilere falan müdahale edemezdi silah milah vardır diye. İşte o şey, MHP'de de kimse yokmuş, kaçmışlar. Dışarıdan kurşunladık murşunladık. İçeri girdiler dağıttılar falan binayı. Ertesi gün de cenaze töreni vardı. Biz de şey yapalım dedik yani çeşitli okullara falan liselere gidip ajitasyon çekip oradaki gençlerin cenazeye katılmasını sağlayalım diye kararlaştırmıştık. Biz de Şehremini Lisesi'ne gittik. Ben de gene silah vardı. Ondan sonra işte kapıda ben bekliyorum. Orada da Adana Yurdu var, yakında. Adana Yurdu'ndan faşistler gelip de müdahale ederseler diye güvenlik olarak ben oradayım. Planımız da şeydi yani içeri girecek şeyler, 4-5 arkadaş, konuşmalar yapacaklar "arkadaşlar işte faşistler devrimciyi vurdu cenaze töreni olacak siz de gelin katılın" falan. Çıkacak gençler onlar da katılacak falan. Yani bizim şeyimiz 10 dakika falan. Bir arkadaşa dedik ki "müdürün odasına git, şey yapma, müdür polise falan telefon etmesin onu engelle falan" diye. Tabii planladığımız gibi olmamış işler. Giriyorlar içeri arkadaşlar işte konuşma yapıyorlar, tam gençler çıkıyor koridorlara okulu boşaltacak hocaları diyor "girin içeri" falan. Tekrar içeri giriyorlar. Onlar tekrar konuşma yapıyorlar falan. Müdürün oraya gidip telefon etmesini engelleyecek arkadaş gitmiş müdürün oraya ama şey yapamamış yani böyle işte çekiniyorlar herhalde müdüre bağırıp çağırıp telefon etmesini engelleyememiş. 10 dakikada bitmesi gereken iş yarım saat oldu falan. Bir türlü şey olmuyor. Tam o sırada işte kapının orada dururken bir baktık yanımıza bir polis minibüsü. Biz de iki arkadaştık. Ondan sonra kaçmaya başladık, polis de peşimizde. Ondan sonra arkadaş sol tarafa kaçtı ben de dedim sağ tarafa kaçayım ki yakalanma şansımızı yüzde 50 azaltalım. Belki ikiye bölünürler ya da birimizin peşine düşerlerse öbürü kurtulur falan. Ben sağa doğru kaçtım. Hepsi benim arkamdan koşmaya başladı. İşte tam Çapa'ya doğru çıkıyorum böyle Çapa Fakültesi'ne doğru orada da baktım şey var, köşede bir banka vardı, Akbank mı ne. Onun önünde silahlı asker. O zaman bankaları askerler bekliyordu banka soygunları oluyor sık diye. Orada asker, arkada polis. Dedim "ben buradan kaçamayacağım" işte koşarken belimden silahı çıkartıp böyle arabanın altına çaktırmadan attım. Sonra askere doğru gidip işte ellerimi kaldırdım, teslim oldum. Beni yakaladılar. Tam polisler götürüyor, orada bir tane ufak terzi dükkanı vardı. Adam şey dedi işte polislere "bu" dedi "arabanın altına bir şey 01:06:00attı" falan. Ondan sonra baktılar orada silahı buldular.

01:06:06 - Gayrettepe'ye Götürülüş ve İşkence Süreci

Play segment

Partial Transcript: Beni aldılar işte şeye götürdüler Gayrettepe'ye. Falaka malaka falan. Polisler şey diyorlar işte "oğlum biz de komünistiz ama biz kravatlı komünistiz" falan. Ecevit'in polisleri. İşte ben baştan şey yaptım yani "silah benim değil" falan. Bizim gene mitlerimizden şey var Yusuf Arslan, Diyarbakır'da belinde silahla yakalanmış kabul etmemiş. Ben de diyorum benim değil silah falan. İşte dediler "ya adam şahit, terzi o gösterdi senin attığını, ondan sonra üzerinde parmak izin var şuyun var buyun var" falan. Ben de dedim iyi bari kabul edeyim bari. "Tamam" dedim "benim" falan. "Güvenliğim yok, can güvenliğim olmadığı için taşıyorum" dedim. Dedim "ben şeyde oturuyorum, Fatih tarafında okuldan gidip gelirken faşistler saldırmasın, burası faşistlerin bölgesi diye taşıyorum" falan dedim. "Nerede oturuyorsun" dediler. O zaman işte evimi vermemek için eve baskın yaparlar falan diye "Gaziantep Yurdu'nda kalıyorum" dedim. O şekilde ifadeye aldılar. Meğerse yurtta kalınca silahlı olarak ceza iki misli artıyormuş, okulda ya da yurtta kalırsan silahlı. Onu bilmiyorum tabii. Sonra cezaevine gittik işte. Bayrampaşa. Ertesi gün şeye götürdüler arkadaşlar, yazdırdılar ceza yönetimine "doktora gitmek istiyoruz" diye. Doktora götürdüler işte falaka malaka izlerinden işkence yapıldı diye rapor aldık falan. Sonra orada şeyde kalıyorduk, revir diye bir yer vardı. Her örgütün ayrı koğuşu vardı. Mesela Dev-Solcuların iki tane koğuşu vardı falan. Bizimkiler de yani Halkın Kurtuluşu da orada revirde kalıyordu. Revirde oda oda şeyler vardı yani hastalar için yapılmış ama hastalar orada tutulmuyordu. Odalarda kalıyorduk yani. Yani 16 civarında oda vardı herhalde işte bizde 30 civarında falandık. Yemekler geliyordu, yemekleri o yağı kötü diye önce o yağını döküyorduk sonra kendimiz ocak falan vardı. İşte yağ, soğan, salça katıp o yemeğin şeysini tanelerini koyup yeniden yapıyorduk. Çayımızı falan yapıyorduk. Diğer koğuşlara gidip gelebiliyorduk. Hatta şey yapmıştık birkaç koğuşa da arkadaşlarımızı göndermiştik. Bu şimdi adli deniyor o zaman adi tutuklular derdik biz şimdi adli deniyor yani adide aşağılama şeyi ifadesi gibi anlaşılır diye. O koğuşlara gidip arkadaşlar onları örgütlemeye çalışırlardı. Hatta iki başka koğuşta 01:09:00 da bizim komünlerimiz vardı yani üç arkadaş gidiyor, 7-8 kişi de o komünde yer alıyor. Onlarla eğitim çalışması yapıyorlar, kitap okuyorlar falan. Onları devrimcileştirmeye çalışıyorlar. Öyle bir durumumuz vardı. Dışarıdan gazete gelirdi. Haftada 50 tane 60 tane gazete satardık koğuşlarda dolaşırdık falan. Rahattı yani şey. Zaten orada işte beş, beş ay bile kalmadım yani. Ekimde gittim ocakta oradaydım işte 3-4 ay kaldım. üç kere dört kere firar oldu. Filistinliler kaçtı, Dev-Solcular kaçtı bir de MHP'liler kaçtı. Boyuna firar oluyordu yani. Şey gevşek bir şeyi vardı, yapısı vardı.

01:09:43 - Gemi Kaçırma Eylemi ve Yakalananların Cezaevine Getirilişi

Play segment

Partial Transcript: Orada şimdi işte kalırken bizim şey olayı oldu gemi kaçırma olayı. O da meşhurdur Türkiye tarihinde. Bizim bir arkadaşımızı öldürmüşlerdi Gaziosmanpaşa'da Metin Yıldırımtürk diye. Onun cenazesi var. Şeyden alınıyor gene Gülhane'nin karşısında Adli Tıp'tan alınıyor. Oradan Sirkeci'ye getirilecek oradan memleketine gönderilecek. Sirkeci'ye doğru yürürken polis müdahale ediyor gene saldırıyor. Cenazeye katılanlar kaçıyor, polis arkalarından falan silah sıktılar bilmem ne. Şeye kadar gidiyorlar, Karaköy'e kadar. Bir grup, kaçarak. Ondan sonra Karaköy vapuruna biniyorlar, polis de arkadan geliyor. Arkadaşın birisi işte yukarı çıkıyor, kaptanın yanına diyor "yürü." Yani belki beş dakika sonra gidecek gemi ama polisler gelip alacaklar diye, gözaltına alacaklar diye diyor "yürü." Şey gidiyor gemi Kadıköy'e doğru. Kadıköy İskelesi'ne yaklaşınca bir bakıyorlar ki şey var polis orayı sarmış. Bu sefer diyorlar Üsküdar'a devam et. Gemi Üsküdar'a gidiyor. Oraya gidiyorlar gene polis sarmış. Ondan sonra işte Beykoz'a doğru şey yapıyorlar. Polis tabii bunları kıyıdan takip ediyor. Bu sefer geri dönüyorlar falan. O arada işte televizyon radyo madyo sürekli şey veriyor "gemi kaçırdılar solcular, Arnavutluk'a gidiyorlar" falan böyle şeyler, yayınlar mayınlar. En sonunda Üsküdar'da mı Kadıköy'de mi orada indiler. Orada işte inerken gene polis bunları topladı hatta bir arkadaşımızı ayağından vurdular falan. Cezaevine geldi, 30-40 kişi daha geldi bizim geldiğimiz yere. İşte biz bir yatakta 3-4 kişi kalmaya başladık falan. Sonra işte yılbaşından sonra şeyde arama yapmak istediler Dev-Solcuların koğuşlarında. Onlar da aramaya karşı çıktılar. Bu sefer jandarmayla gelip arama yapmaya kalktılar. Onlar da şeyleri, kapıları şey yaptılar kaynak yaptılar, cezaevinde şey falan da var işte kaynak makinaları, iş atölyeleri falan. Kaynak yaptılar. Bu sefer işte operasyon için jandarmalar falan dedi. Bütün koğuşların 01:12:00 kapıları açıldı. Biz koridorlardayız. Ondan sonra şeyler de katılıyor tabii bize adi mahkumlar. Böyle koridorlar şey yapmışlar tepsilere, kahve tepsileri falan olur ya. Hapları koymuşlar falan. Dolaşıyorlar. İşte "Abiler hap ister misiniz?" falan. Biz diyoruz işte biz hap kullanmayız. O hap içince daha cesaret şey yapıyorlar yani hapla şey yapacaklar, çatışacaklar jandarmayla. Sol ellerine şeyleri sardırmışlar havluları, ellerde şişler mişler böyle herkes silahlı şişler de var. Tabancalı olanlar da vardı tabii. Jandarmalar epey dışarıda şey yaptılar ateş ettiler falan camlardan işte şeyler vardı mazgal yerleri gibi yerler vardı, oralardan. Böyle bir gün iki gün falan sürdü. İşte ondan sonra pazarlıklar anlaşmalar manlaşmalar. Dediler "burayı kapatıyoruz, sizi götüreceğiz başka cezaevlerine." İşte çıkarken işkence yapmayacaksınız, vurup kırmayacaksınız, eşyalarımızı götürmemize izin vereceksiniz falan diye, üzerimizi aramayacaksınız falan diye pazarlık yaptılar. Onlar da "tamam" dediler.

01:13:13 - Değişen Cezaevleri ve İçerideki Gündelik Yaşam, Cezaevi Yangınları ve Eylemlilikleri, Tutsakların Direnişleri

Play segment

Partial Transcript: Bizi boşalttılar bir şeye koydular "ring arabası" deniyor. Yani ring arabası dediğim yer yani şuranın yarısı kadar bir şey. 4 metrekare falan bir yerdir. 15-20 kişi bir oraya koydular. İki kişi, ikişer kişi de şey kelepçeli olarak birbirine kelepçeli. Yola çıktık falan. Biz diyoruz işte baktık köprüyü geçiyoruz. Herhalde şeye götürecekler, Selimiye'ye ya da Toptaşı'na. Orayı geçtik burayı geçtik baktık İstanbul dışına çıkıyoruz. Herhalde İzmit'e götürecekler. Ama yol bir türlü bitmiyor. Su yok, yemek yok ondan sonra hava alamıyoruz, hasta arkadaşlarımız var. İşte hasta olanlar şey yapıyor böyle buhardan, dışarısı da soğuk, ocak ayı falan herhalde. Buhar yapıyor, buhardaki şeyleri yalıyorlar, damlaları falan. İşte tuvaleti gelenler çişini mişini oraya yapıyorlar. Böyle bir durum. Yani 16-17 saat gittik. Bir ara Amasya falan civarına mı geldik Çorum civarına mı geldik dedik, "arabayı devirelim." Ondan sonra hep beraber ayağa kalktık bir sağa yükleniyoruz, bir sola yükleniyoruz. Araba böyle gitmeye başladı falan. Sonra durdurdular arabayı bizi çıkarttılar işte bir yemek, ekmek arası bir şeyler peynir meynir aldılar bir yerden. Bir yarım saat falan havalandık ondan sonra tekrar gittik. Sinop'a. Sinop Cezaevine. Sinop Cezaevi de bir kale içinde bir yer. Girişte işte dediler "arayacağız üzerinizi. Çırılçıplak soyunacaksınız." Biz dedik "çırılçıplak soyunmayız." Soyunursunuz, soyunmazsınız. Yarım saat bir saat kavga tartışma. Sonra soyunmadan, arama 01:15:00yaptırmadan içeri girdik. İşte biz Halkın Kurtuluşçuları olarak ayrı bir koğuşa, Kurtuluşçular vardı bir de MLSPB'liler falan vardı galiba. Onlar başka yere falan. Gittik oralara. Bir de eşyalarımızın içinde falan da öyle bitler mitler var. Şeyde bitlenmiştik, Bayrampaşa'da. Kar var orada, bahçede. Şeye ben torbayı dışarı atmıştım orası bitlenmesin diye şeyimizi dışarı koyalım, kirlilerimizi, içeri girdikten sonra banyo yaparız. Yıkandıktan sonra çamaşırlarımızı yıkarız, temiz kıyafetlerimizi giyeriz. Buraya bit bulaştırmayalım bari falan. Dışarıda duruyor şeyler. Şunun için anlatıyorum yani ertesi gün bahçeye çıktığımızda çamaşırın üzerinde bitler dolaşıyordu, çamaşırların üzerinde. Demek ki yani o karda bitler ölmemiş. Onu şey yaptığım için çok bana ilginç geldiği için anlatıyorum. İşte o yerleştik oraya ertesi gün sabah çıktık. Sabahları spor yapıyorduk, spor yaptıktan sonra da hep bir ağızdan şeyi bağırıyoruz işte "ya hep beraber ya hiçbirimiz, kurtuluş yok tek başına yumruktan ve zincirden ya hep beraber ya hiçbirimiz kurtuluş yok tek başına faşist diktatörlükten" diye böyle şey yapıyoruz. Marş gibi slogan gibi bir şey söylüyoruz. Onu söyledik, bir baktık jandarmalar mandarmalar, askerler, gardiyanlar bizi isyan ayaklandı falan sanmışlar. Geldiler ne oluyor falan dediler, dedik "ya spor yapıyoruz" falan. Sonra işte orada acayip bir baskı vardı şeyde, Sinop Cezaevi'nde, diğer adli mahkumlar. Biz gidince biraz bizden çekindi idare şeyi biraz gevşetti. Mesela şey yoktu yemek yapmak için falan bize gaz ocağı verdiler, gaz verdiler. Diğerlerine de vermeye başladılar. Ondan sonra işte sıcak su kaynatıyorduk banyo, tuvalette banyo yapıyoruz yani özel bir banyosu falan yok. Hamamı varmış ama hamam kullanılmıyor. Yani durum iyiydi giderek her istediğimiz alıyorduk. Çay aldık işte yemek yapmaya başladık falan. Dışarıdan arkadaşlar şey getiriyordu balık, hamsi pilaki yapıyorduk falan. Şey kendi yemeklerimizi yapıyorduk. O sırada da hatta şeye gitmeye başladık, hamama. Çok güzel bir hamamı vardı öyle işte çok buharlı, şey gibi, sauna gibi. Ondan sonra bahçesi var büyük, orada voleybol falan oynuyorduk. Bizim için işler iyiydi ama adli mahkumlar devrimciler geldi burası rahatladı ama bunlar gidince bizi gene ezecekler diye bunlar buradayken burayı yakalım diye plan yapmışlar. Bizimkilere falan söylüyorlar. Bizim arkadaşlar da diyorlar "yakmayın işte mücadele edip haklarımızı genişletiriz" falan. Biz işte gaz ocağına, gaz alıp yemek yapıyoruz onlar gazları biriktiriyorlarmış, şeyi cezaevini yakmak için. İşte oraya 01:18:00gittikten sonra yani 1 ay bile olmadı bir gece işte "yanıyor yangııın" falan bağırış çağırış koğuşların kapılarını açtılar. Biz çıktık dışarı bahçede duruyoruz. Şey cayır cayır yanıyor cezaevi, adlilerin oradan başlatmış yangın. Tabii kalenin içinde olduğu için şey de gelemiyor, itfaiye falan da içeriye giremiyor. Müdahale etme şansı da fazla yok. Öyle işte biz bir gün falan dışarıda şey yaptık geceledik. Cezaevi yandı. Dışarıda oturduk yemek yedik falan. Gene arkadaşlar dışarıdan balık getirtmişti. Dışarı ocak yapıp orada balık pişirip yedik falan. Ertesi gün de işte dediler "burayı boşaltacağız." İşte devrimcileri üç tane cezaevine gönderdiler. Birisi Rize, birisi Niğde, birisi Zonguldak. Biz Niğde'ye gitmek istedik aslında ama Niğde'de bizim eskiden arkadaşlarımız vardı 70'ten kalma, 71'lerden kalma. Onların yanına gitmek istedik. Gemiden alınan arkadaşlar da dediler ya şeye gidelim "Zonguldak'a gidelim ziyaretimiz falan gelir İstanbul'a yakın." Bizim de zaten şeyimiz, yakında tahliye oluruz falan. Öyle Zonguldak'a gittik. Zonguldak'a gittiğimizde girişte bizi aldılar tabii şeylerden korkuyorlar biraz cezaevi idareleri falan, devrimcilerden. Böyle tecrit bir yere verdiler. Ufak bir şey, koğuş. Yani bizim sayımızı kaldıracak kadar bir koğuş ama içeri bir girdik sidik kokusu, leş gibi şey falan meğerse çocukların koğuşuymuş orası. Yataklarına falan herhalde geceleri çiş yapıyorlar. Dedik "biz burada kalmayız." İşte olurdu olmazdı. Biz de diğerleriyle şey yapmak istemiyorlar, bir arada olmamızı istemiyorlar. Şey gönderdi bize ilk gün daha oranın cezaevi ağaları var, işte sucuk ondan sonra çeşitli yiyecekler ve voleybol ağıyla voleybol topu. Bizimle iyi geçinmek istiyorlar. Biz dedik ağalarla ilişki kurmayız falan. Biz gittiğimiz cezaevlerine şey yapıyoruz eğer oraya girmeden alabilsek işte kumar yasak, uyuşturucu yasak şey yasak meydancı denilen bir şey var. Böyle garibanları şey yapıyorlar işte baskıyla koğuşun temizliği, bilmem nesi, yemekleri onlar yapıyor, temizliği o yapıyor. Ağalara hizmet ediyor falan. Ona meydancı deniyor. Meydancı yasak falan. Şeyle uzlaşmayı reddettik, ağalarla. Sonra bizi bir koğuşun yarısını boşaltıp bizi oraya koydular. Gittik işte oraya, diğer şeyler, mahpuslar hiç bizle şey yapmıyorlar ne konuşuyorlar ne bir ilişki kuruyorlar, uzaktan bakıyorlar. Şimdi onlara da nasıl bir şey anlattılarsa 01:21:00yani canavar gibi anlatıyorlar. Üç gün falan izlediler. Gece sabaha uyumayan bir kısmı uyumuyor. Gece biz onları keseceğiz diye mi düşünüyorlar ne yapıyorlar. Neyse 3-4 gün sonra kaynaşmaya başladık onlarla. Hatta ben Hukuk Fakültesi öğrencisi olduğum için bana "savcı" diyorlardı. Birçok şey gerçekten savcı sanıp gelip bana şey yaptırıyordu işte dilekçe yazdırıyordu bilmem davasını soruyordu falan "benim işte davam şöyle n'olacak molucak" falan. Bizim kaldığımız koğuşta bir şey açılıyordu avluya, avlunun köşesinde yemekhane vardı. Yemekhaneden de dışarıya kapı vardı. İşte oradan biz gidip geliyoruz yemeklerimizi yapıyoruz. Gene dışarıdan bize arkadaşlarımız dışarıdan balık getiriyor. Zonguldak'ta balık bol. Sonra şeyler orada faşistler de varmış az bir şey. Hatta o Veli Can Oduncu vardı. Meşhur. Çok insan öldürmüş bir faşist. Onlar falan da oradaymış. Onlar bir ağalarla beraber bir gece bizim koğuşu basmaya kalktılar. Biz her gece nöbet tutuyoruz zaten. Zonguldak'ta arkadaşlardan bize şey de gelmişti silah da gelmişti. Silahımız da var. Sonra biz onları püskürttük. Püskürtünce bunlar şey yaptılar, idare faşistleri gönderdi. Ağaların bir kısmı başka yerlere gitmek istedi falan. Sonra biz diğer koğuşlara gitmeye başladık ve cezaevi bize açıldı. Diğer koğuşlara rahat rahat gidiyoruz. Artık ilişkilerimiz onlarla iyi ve cezaevine hakim olmaya başladık. Oranın da bir hamamı var işte hamama gidiyoruz. Haftada bir hamama gidiyoruz. Hamamda şey yapıyoruz çiğ köfte yapıyoruz bilmem ne. Hamam, kadınların şeyi oluyor ya hamam sefaları. Şarkılar, türküler, saz çalmalar, çiğ köfte yemeler.

01:22:51 - Hapishane Görüşleri, Tanık Olduğu Kaçma Girişimleri, İşkenceye Direnişler

Play segment

Partial Transcript: O zaman cezaevindeki görüşlere herkes gelebiliyordu yani şimdiki gibi böyle 1. derece yakını falan kuralı yoktu. Arkadaşlar markadaşlar gelebiliyordu. Hem Zonguldak'ta hem Sinop'ta zaten bizim YDGD'liler vardı. Her hafta ziyaretimize gelirlerdi. Zonguldak'tayken ben annem, ablam, eniştem gelmişlerdi. İşte 7-8 aylık bir cezaevi şeyinde 1 kere görüş yapabildim. Onun dışında İstanbul'da tam biz işte operasyon olduğu zaman Sinop'a götürüldüğümüz gün gelmiş annem. Hatta bana böyle işte tavuk falan kızartmış, onu da getirmiş. Demişler işte ya biraz "Bir saat sonra görüşeceksin, iki saat sonra görüşeceksiniz" falan demişler. Sonra demişler "Sinop'a gitti onlar" diye. Annem hiç görüşememişti. Ama İstanbul'dayken okuldan çok arkadaş geldi, sınıftan. Sınıftan arkadaşlarım. Her hafta birkaç kişi geliyordu. İşte hediyeler mediyeler, kazak getiriyorlardı, gömlek getiriyorlardı falan. Zonguldak'ta da her hafta YDGD'den arkadaşlar geliyordu. Yiyecek, her gün yiyecek getiriyorlardı. Sebze veya taze sebze yiyorduk, balık yiyorduk. Ayrıca şeyin yemeklerinde kendimiz 01:24:00şey yapıp yiyorduk. Yağını ayırıp falan yiyorduk. O açıdan yemek açısından bir sıkıntımız yoktu. Şey yaptık mesela işte cezaevine artık hakim olduktan sonra 1 Mayıs etkinliği yaptık. 1 Mayıs kutlaması. Bizim avluda. Cezaevi müdürü geldi. Cezaevi savcısı geldi. Orada marşlar okuduk, 1 Mayıs marşı falan. Saygı duruşunda bulunduk. Saygı duruşunda bulununca şeyler de kalktı ayağa tabii. Cezaevi müdürüyle, savcı. Avlunun tepesinde de askerler var, nöbetçi. Savcıyla müdür kalkınca bunlar da hazır ola geçti. Öyle bir komik durum yani. 6 Mayıs anması yaptık. Deniz Gezmişlerle ilgili. İşte sabahları spor yapıyorduk falan. Orada bizim Urfalı bir ağır mahkum vardı adlilerden. Gene bir şişman mahkum vardı o da adli. O da ağırdı herhalde. Bizden de Muzo diye birisi vardı. Cezası çok yani 5-6 kere daha önce firar etmiş şeyden yani adli mahkumken cezaevinde devrimci olmuş. Bizim şeydendi, komündeydi arkadaş. Bunlar işte bir kaçış planlıyorlar. Dışardan şeyin Mehmet Altun'du o şey olan Urfalı olan. Mehmet Altun araba getirecek, bizde silah var. Avludan, akşam üzerleri saat 5-6 olunca şeyden o yemekhanenin oradan gardiyanlar geliyor. Bize diyorlar işte "Girin içeri." Biz içeri giriyoruz. Havalandırma kapasını kilitliyorlar, ondan sonra gidiyorlar. Şimdi gene öyle olduğunu, olurken gelen gardiyanları arkadaşlarla silahla şey yapıyor, rehin alıyor. Ondan sonra biz içeriye girdik. 4 kişi. Oradan gardiyanı rehin alıp şeye geçtiler yemekhaneye. Yemekhanenin kapısından çıkarken de orada dışarıda asker var. İşte bizimkiler askerin silahını alacaklar ya da onu etkisiz hale getirecekler. Arabaya binip kaçacaklar. Askere diyorlar işte "silahı bırak, silahı ver." "Vermem" diyor asker. Türk askeri şey ya böyle ölürüm silahımı vermem şeysi var. İşte verirsin vermezsin falan. Muzo dediğimiz arkadaş silahı tutuyor çekiştiriyorlar, o çekiştiriyor, o çekiştiriyor o arada o Mehmet Altun gelen arabaya binip gidiyor. Bizimkiler kalıyor öyle şeysiz, arabasız. Sonra işte askeri itiyorlar mitiyorlar koşmaya başlıyorlar. Bizim iki arkadaş. O şişman olan korkup geri kaçıyor cezaevinin içine, avluya. Bizimkiler gittiler. Sonra işte asker, polis geldi. 01:27:00Ondan sonra o şişman olan bahçeden içeri girmedi tabii. Kilitli olduğu için. İşkence yapmasınlar bana diye jilet varmış yanında jiletle kendini kesti böyle bütün bacaklarını macaklarını yani işte kanama olacak da hastaneye götürecekler bana işkence yapmasınlar falan diye. Dışarı kaçan arkadaşlar işte belli bir yere kadar kaçıyorlar, peşinde askerler falan. Orada bir tane tabii tabanca var. O Taner var bir de Muzo var. Muzo daha eski ve şey, kıdemli. Taner şey diyor işte "ben" diyor, "çatışırım sen kaç" falan. Filmlerdeki gibi. O çatışıyor polisle. Kurşunları bitinceye kadar. Muzo da kaçıyor dağlara doğru. Ondan sonra şeyi de Taner'i de yakalayıp getirdiler cezaevine. İşkence mişkence yapmadılar yani Taner'e. Yani öbürüne de belki yapılmayacaktı ama o kendini kesti. Sonra işte Muzo oradan gidiyor, gece dağda kalıyor. Ertesi gün Mimarlık Fakültesi vardı, oraya gidiyor. Öğrencinin birine diyor, burada YDGD'li tanıdığınız birisi var mı bana şey yapın, gönderir misiniz falan. Köşede bekliyor. Bir tane YDGD'li buluyorlar, gidiyor işte ondan şey istiyor para, yiyecek, şunu bunu falan. Ondan sonra alıp bir şeyler gidiyor dağa. Dağdan-- Çünkü bütün yolları tutuyor o dağdan şeye doğru gidiyor. Kendisi Çorumlu, Alaca Yozgat mıydı? Çorum mu-- Alaca nereye bağlıysa o tarafa doğru dağdan devam ediyor falan. Biz de işte bu firar olayından sonra artık idare biraz şey yapmaya başladı işte sıkılaştırmaya başladı. Yani 10 Mayıs falan civarındaydı herhalde. Sonra 15-16 Mayıs'ta da benim duruşmam varmış Selimiye'de. Hiç haberimiz yok tabii duruşma öyle. Biz cezaevi cezaevi dolaşıyoruz orada duruşmalar oluyor mu olmuyor mu onu da bilmiyorum. Sonra Selimiye'ye götürdüler, Selimiye'de duruşmaya girdik. Bizi tahliye ettiler.

01:29:03 - Dava Süreci ve 79'da Tahliye Edilişi

Play segment

Partial Transcript: Silah taşıma, ruhsatsız silah taşımak, ruhsatsız silah taşımanın cezası ilk olduğu zaman para cezası olurdu ve 1 ay ilk duruşmaya kadar tutarlardı, ilk duruşmada bırakırlardı. Fakat benim böyle işte cezaevi cezaevi dolaşmam falan duruşmalara gidememem bir de bizi okulun önünden aldıkları için şeyle birleştirmişler daha sonradan ben okulla hiç alakam yok demiştim yani ben başka bir yerde giderken yakalandım diye ifade vermiştim. Okuldaki olayla şey yapıyorlar. Okulu basmak da yani öğrenimi engellemekten de ayrı bir dava açmışlar diğer çocuklara, yakalananlara. Onlarla benimkini birleştirmişler. Oradan daha sonra yani ta 12 Eylül'den sonra üç sene ceza verdiler. Bir sene silahtan, iki sene de şeyden okul, öğrenim özgürlüğünü engellemekten. Ama o arada yattığım diğer şeylerin sürelerle mahsup edildi. Daha sonraki o cezayı yatmadım yani. O 01:30:00işte ondan sonra çıktık. Çıktığımızda 79 falandı. Gene işte böyle şey eylemler meylemler falan.

Okul devam ediyor. Yani ben zaten hiç şey olmasak bile 3. sınıfa kadar geçiyorduk. 1'den dersler olduğu zaman 4. sınıfa geçilemiyordu ama 3. sınıfa kadar geçilebiliyordu. İşte ben fırsat bulduğum zaman gidiyordum, sınavlara falan giriyordum ama çok fazla okula gidemiyorduk tabii bu durumdayken. Daha sonra çıktıktan sonra da işte aynı şekilde devam etti. Gösteriler şunlar bunlar. 79'da sıkıyönetim vardı. Maraş Katliamından sonra sıkıyönetim ilan edilmişti. Askerler vardı okulun içerisinde. Bir gün gene birisi mi ihbar etti ya da şüphelendiler mi... Üzerimi aradılar işte bildiri çıktı. Oradan gözaltına alındım. 79 Aralık, 80 Ocak'ına kadar bir ay şeyde kaldım, Selimiye'de kaldım. Orada Alemdağ'a götürdüler. Orada tahliye oldum. Yani bir ay öyle yattım. Sonradan da işte bu 12 Eylül gözaltıları oldu, yakalanmaları.