Nebi Barlas

Museum of Historical Justice and Memory

 

Transcript
Toggle Index/Transcript View Switch.
Index
Search this Index
X
00:00:00 - Kısaca Hayat Hikayesi ve 1963 Talat Aydemir Darbe Teşebbüsü Nedeniyle Harbiye Öğrencilerinin Okuldan Atılışı

Play segment

Partial Transcript: 1940 yılında İstanbul'da doğdum. Doğup büyüme Nişantaşılıyım. Sonra Bostancı'da oturduk. Kadıköy Bostancı'da. Geçen sene de Akçay'a geldik. Yaz kış buradayız artık. Selim Sırrı Tarcan İlkokulu oldu o zaman ilkokuldu. Sonra Selim Sırrı Tarcan ölünce onun adını verdiler. Ortaokulu Şişli Orta'da okudum. Liseyi, Kuleli Askeri Lisesi'nde. Sonra Kara Harp Okulu. 1963 yılı Talat Aydemir Darbe Teşebbüsü nedeniyle 1468 Harbiye talebesini affedersiniz piç gibi sokağın ortasına attılar. Ben gerçekten büyük bir haksız kararla, haksızlıkla 4 sene 2 ay hapis cezası aldım ve Balıkesir Cezaevi'nde yattım. Balıkesir'den sonra hayatımızın son döneminde yine buraya geldik. Sonra hukuk fakültesine kayıt oldum. Bir reklam şirketinde çalışıyordum Beyoğlu'nda, Radar Reklam'da. 4 senede hukuk fakültesini bitirdim avukat oldum.

İstanbul Üniversitesi'nde sağ sol kavgaları çoktu çünkü bir grup Deniz Gezmişlerin grubu bir grup da sağ tandanslı gençlerin olduğu grup. Fakat ben şirkette çalıştığım için fakülteye devam edemezdim. Ancak imtihandan imtihana. O bakımdan o olaylarla çok şeyim yok yani görgüye dayalı bilgim yok.

1468 kişi. 5 kişi milletvekili oldu sonradan CHP'den milletvekili oldu. Çok büyük bir kısmı avukat, hakim, savcı oldu. Çok büyük bir kısmı da sağlık şeyini bitirdiler. Hastane müdürleri oldular. O arada armatörlük yapan arkadaşlarımız da oldu. Çeşitli şeylerde-- Şimdiye kadar 410 kişi öldü 1468'den. Bir derneğimiz var Harbiyeliler Derneği. Orada buluşur 00:03:00konuşuruz. Devamlı irtibatımız vardır. Hala, ayın ilk cumartesi günü karavana günü olur. O karavana gününde işte 40 kişi, 50 kişi, 100 kişi şimdi tabii çok azaldı, yemek yeriz, eski anılarımızı tekrarlarız.

00:03:33 - Harbiyeli Öğrencilerin Yargılanışı ve Mahkeme Süreçleri, Ankara'dan Fragmanlar

Play segment

Partial Transcript: 18 Ekim 63 yılında mahkeme başladı. 1468 kişinin sorgusu, tanık dinlenmesi, 40 tane avukatın savunması, 5 Eylül'de karar verildi. Yani 18 Haziran'dan 5 Eylül'e kadar düşünün 1468 kişinin sorgusu yapıldı. Şimdi şeyi hukuk fakültesini bitirmemin nedeni de o. İhtilal gecesi alarm verildi Harbiye'de. Biz de son sınıf talebesiyiz ve 5 gün sonra kıtaya çıkacağız yani ders, imtihanlarımız bitti teğmen olarak kıtaya çıkacağız 5 gün sonra. Hatta Kara Kuvvetleri Komutanı Ali Keskiner bu talebeleri izine gönderelim, Ankara çok hareketli, haraketli günler var. Hatta başbakan İsmet Paşa "3 gün içinde her şey olabilir, olayları güçlükle örüyorum" diye bir demeci var. Gazetelerde. Milliyet, Hürriyet. Alarm verildiğinde biz Harbiye'nin orta bahçesinde toplandık işte silahhaneye gittik herkese silah verildi. Biz aşağı indik, niye iniyoruz, neden iniyoruz, hiçbir konuşma yok hiçbir şey yok. Ankara'nın Namık Kemal Mahallesi Kızılay'da. Oraya indik. O anda bir çatışma başladı bir grup arasında. Bir hamile kadın geçiyor, çok korktu. "Efendim" dedim "ben sizi evinizi bırakayım parolayı bilmiyorsunuz." "Tabii Harbiyeli" dedi. Zaten Namık Kemal Mahallesi'nde oturuyorlarmış. Yolda "ben" dedi "kurmay albayım" dedi, evine 00:06:00bıraktım. Teşekkür etti. Ben dönüyorum. O arada bir cip geldi. "Harbiyeli" dedi, "Harbiye'ye çıkıyorum ben" dedi, "gelmek ister misin" dedi. Biz de tabii alarm verildiği için hiçbir hazırlığımız yok, hiçbir şey. Ne kazak var üstümüzde ne bir şey. Ankara'nın soğuğu donduk. Cipe atladık, asker acemi bizi Harbiye'ye çıkaracağı yerde muhafız alayının içine soktu. Bu arada Albay Murat Ersengöz. Hiç unutmam onu. Murat Ersengöz, "ben de Harbiye'ye çıkmak istiyorum "dedi. Ben de-- 1.sınıf talebeleri vardı. "Albayım" dedim "Harbiye'ye çıkmak istiyor, götürün." 1.sınıf talebeleri albayı Harbiye'ye çıkarırken silahını almışlar, silahınızı verir misiniz diye. Karısı korktu diye ben insanlık yapıp evlerine bıraktığım albay mahkemeye gelmiş, "beni eve götüren Harbiyeli zorla silahımı aldı" demiş. Tabii ben bunu şey yapamadım yani o arada hastanedeydim galiba 2 gün. Duruşma sırasında şey yapamadık. 40 avukat da bu şeyi, çelişkiyi ortaya koyamadığı için-- ben 12 Eylül'de 2480 kişinin avukatlığını yaptım. Çok büyük bir rakam. Ve her kişinin dosyalarını ezbere bilirdim, binlerce dosya. Bir muhafız alayına götürüldük, Cumhurbaşkan'ına çıkardılar beni. "Ne o Harbiyeli" dedi "hainliğe mi başladınız." "Sayın Paşam" dedim Cemal Gürsel'e, "ne çabuk unutuyorsunuz" dedim, "sizi bu makama getirenlerin Harbiyeli olduklarını." "Götürün küstahı" dedi. Beni aldılar, götürdüler. Muhafız alayının 4'üncü dershanesine. Kim-- 4 tane subay "Kim" dedi, "cumhurbaşkanımıza küstahlık yapan hanginiz" dedi. Orada beni işaret ettiler. "Geç duvara" dedi subaylar, "aç göğsünü, ellerini kaldır." Şimdi onlarcası da nişan vaziyeti al, ateş gelecek. Yani duvara 00:09:00geçmişin, elini kaldırmışın, ben onu düşündüm yani bir an. Sonra 4 tane subay tomsonlarla beni yarım saat kadar dövdüler, her tarafım kan içinde kaldı. Bir albay geldi, "bırakın" dedi "artık. Öldüreceksiniz çocuğu." Yanlışlıkla tabii o subayların, şimdi değerlendiriyorum olayları. Hava Kuvvetlerinin ateş etmesi sonucu muhafız alayında bir binbaşı öldürüldü. Tabii onun şeyi var, heyecanı var, onun üzüntüsü var. O şeyle tabii şeyini biz aldık, zararını biz gördük. Sonra Harbiye'ye sabaha karşı Harbiye'ye götürdüler. Ondan sonra işte şeyler başladı 18 Haziran'da yargılamalar başladı. Bizi yargılayan Yüzbaşı Mehmet Karaaslan. Hakim Yüzbaşı. Çok değerli bir hakim hakikaten. Avukat olduğum gün Mehmet Karaaslan'a "beni 4 sene hapiste yatırmış olmanıza rağmen size hiçbir kırgınlık duymadan bayramınızı ve yeni yılınızı kutlarım" diye bir kart yazdım. O da "bin bir haksızlıktan sonra başarmış bir kişi olarak beni hatırlamana teşekkür ederim" diye. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi 1. Daire başkanı olmuştur. Bir kart yazdı, Askeri Yargıtay'la Ankara'da, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi yan yana. Ben Yargıtay'da duruşmalara gittiğimde Mehmet Karaaslan'a uğrardım. O da işte askerine "bak" dedi "bu avukat" dedi "geldiği zaman benim masama oturtacaksın, çayını kahvesini ısmarlayacaksın ben müzakerede olsam bile." "Bak Nebi" dedi "buraya" dedi "her avukat giremez" dedi "suistimaller var bilmem ne adımızı kullanıyorlar." Bu olayı anlattım. "Ya" dedi "nasıl atladık biz ya." "E normal efendim" dedim. "Bunu size avukatlar önünüze getirip bu çelişkiyi ortaya koysaydı siz de atlamazdınız, onun için bunun şeyini çektik biz. Ondan sonra hukuk fakültesini bitirdik, karşınızda avukat olarak duruyorum."

00:11:59 - Avukatlık Yaşamının Başlaması

Play segment

Partial Transcript: Valla işte çalıştığım için o politik olayların içine girmedim hiç, 00:12:00giremedim çünkü. Sabah 8'den akşam 8'e kadar Radar Reklam Şirketi'nde büyük bir şirket, Pepsi Cola'nın, Eczacıbaşı'nın, Sabancıların, Bossa'nın, Bossa reklamını yapıyor. 32 tane program var. Çok yoğun. Onun için vakit yoktu yani bir şeye girmeye. Takip ediyorduk olayları sadece.

Sonra İpek Han'da yanımda staj yapan avukatlarla beraber olduk. Sonra Belçika Konsolosluğu'nun karşısında Sıraselviler'de, CHP'nin ilçe başkanlığının olduğu binada 6-7 tane avukatla birlikte çalışmaya başladık.

74-75. İlk başladığım ceza avukatlığında Kurmay Yarbay Talat Turhan'ın avukatlığını yaptık ve bir sene onun savunmasını hazırladık Kuzguncuk'taki evinde. Talat Turhan, Bomba Davası sanığı olarak yargılanıyordu. İşte Ziverbey işkence köşkünde kaldı. Sonra Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde yargılanan 4-5 tane solcunun avukatlığını üstlendim. İşte çalışkanlığımız, davalara bakış açımız nedeniyle ismimiz yayıldı ve 12 Eylül'de binlerce genç, 1 milyona yakın insan gözaltına alındı biliyorsunuz, 600 bin insan hakkında dava açıldı. O davalar avukatlığı sırasında zaten başka davalara giremezsiniz çünkü sabah 9'da Sıkıyönetim Mahkemesi duruşmasına giriyorsunuz, akşam 8-9-10-11. Yazıhaneye gelebilirseniz, geliyorsunuz. Onun için başka davalarla ilgilenmek mümkün değil şey olarak, maddi olarak, politik olarak.

00:14:47 - 12 Eylül Günü ve Sıkıyönetimde Aldığı Davalar

Play segment

Partial Transcript: 12 Eylül 80 günü, günde 30 kişinin öldürüldüğü sağ sol ayırmadan 00:15:00 Kadıköy'de oturduğumuz Bahariye'de yanımızda bir avukat öldürüldü Cihan Erazan diye. Tabii ailem çok tedirgin oldu. Rumeli Hisarı'na taşındık, Karaca'nın üstüne, Rumeli Hisarı'na. 12 Eylül günü dosya okuyordum. Baktım boğazdan denizaltılar, savaş gemileri geçiyor. Radyoyu açtım, ihtilal olduğunu öyle öğrendim. 12 Eylül günü evde dosya okurken.

Darbe geliyorum diyordu zaten yani avukatlar arasında konuşmalarımızda, pek mahkemelerde pek konuşma olanağı bulamıyorduk çünkü yoğun duruşmalar. Bir 12 Eylül darbesi geldi işte Sıkıyönetim Mahkemelerinde avukatlığa başladık.

Sıkıyönetim'de ilk aldığım Devrimci Kurtuluş Örgütü mensupları. 5-6 tane çocuğun davası başladı sonra işte genişledi. Baştan Zeki Yumurtacı, Sabahçılar grubunda. O grubun avukatlığını, sonra işte Dev-Sol davasında insanlar. Sonra Üçüncü Yol davasındaki yargılanan 38 subayın da avukatlığını üstlendim. Benim kitabımı hazırlayanlar da onlardan bir tanesi. Metin Ağaçgözgü diye bir genç.

00:17:14 - Örgüt Avukatı Olarak Damgalanma Süreci ve Sorgular

Play segment

Partial Transcript: Bu arada Genel Kurmaydan bir şey almaya gelmişti yazıhaneye işte "niye bu davalara giriyorsunuz?" Sorgulama yaptılar o kadar. Yoksa başka ne MİT'ten bir şeye maruz kaldım ne emniyetten. Hatta bir Hasdal Cezaevi'ne televizyon sokulmasıyla ilgili olarak benim bir günlüğüne gözaltına aldılar Orhaniye Kışlası'na, MİT'in askeri kanadının olduğu Yıldız'daki. Oraya götürdüler. İşte orada da "siz doğup büyüme Nişantaşılısınız, 00:18:00 Devlet Opera Bale sanatçılarının avukatısınız siz her cumartesi pazar davetiye geliyor ama siz cumartesi günü Metris'e gidiyorsunuz 60 kişiyle görüşüyorsunuz akşama kadar." Bütün şey beni örgüt avukatı olarak damgalamak için çok çaba sarfetti. Mesela MLSPB'nin Marksist Silahlı Propaganda Birliğinin savcısı Faik Tarımcıoğlu çok uğraştı beni bir avukata sokmak için. Şimdi orada da aynı soru gelince, "ya siz" dedi "sabah 9'da Alemdağ Cezaevi'ne gidiyorsunuz oradan 40 kişiyle görüşüyorsunuz, oradan Selimiye'ye dönüyorsunuz duruşmaya giriyorsunuz, oradan Metris'e giriyorsunuz MLSPB davası duruşmasına giriyorsunuz, 4'te ara veriyor mahkeme 24 tane kızla görüşüyorsunuz e siz örgüt avukatı değil misiniz?" "Efendim" dedim "bunun için çok uğraşın ama hangi örgütün avukatıyım yani?" MLSPB'de 380 kişinin avukatıyım, Dev-Sol'da 420 kişinin avukatıyım. TİKKO 1-2-3-4-5-6-7'de 20 kişinin avukatıyım. Dev-Yol davasında 25 kişinin avukatıyım. Üçüncü Yol davasında tüm subayların avukatıyım. 48 kişi. Eylem Birliğinde 5-10 kişinin avukatıyım. Hangi örgütün avukatıyım? Şimdi "ben" dedim "askeri liseyi dereceyle bitirdim Kara Harp Okulu'nu da dereceyle bitirdim ve ideal Türk kurmay subayı olur diye sicil aldım. 3 gün sonra biz kıtaya çıkacaktık ama bu olay olunca büyük bir mağduriyete uğradık. Bununla ilgili siz hiç sormuyorsunuz, sormadınız 1468 Harbiye talebesine yapılan o haksızlığı." Orgeneral Kemal Yamak, Gölgedeki İzler Özal'ın danışmanıydı Kemal Yamak, bir kitap çıkardı. Bizim harp okulundan atılmamıza sebep olan disiplin kurulu kararında imzası olan albay o zaman diyor ki kitapta "biz Harbiyelilere yapılan büyük haksızlığı 00:21:00kısa zamanda anladık" orada 25 sayfa bize yapılan haksızlığı anlatıyor. Kendisine telefon ettim, "Efendim ben" dedim "Avukat Nebi Barlas." "Biliyorum isminizi" dedim. "Sizle" dedim "21 Mayıs'taki Harbiye'de yapılan davranışla ilgili olarak görüşebilir miyim?" Görüşelim diye randevulaştık. Maalesef adam öldü. Görüşemedik ama o kitap bütün detayıyla yapılan haksızlığı anlatıyor.

00:21:41 - Girdiği Davaların Dosyalarını Titizlikle Oluşturma Süreci, Avukat Görüşleri

Play segment

Partial Transcript: Hepsiyle işte tel arkasında görüşüyorduk. Hepsinin durumuyla ilgili dosyalarımı çok iyi okuyordum, benim büyün stajyer avukatlara da tavsiyem girdiğiniz davaların dosyalarını çok iyi okuyun. Mahkeme heyetine ve savcıya karşı mahcup olmazsınız. Şimdi ben tabii 21 Mayıs olayında bu çelişkiye rağmen 4 sene 2 ay hapiste yatmış olarak o acı içinde yaşadığım, hukuk fakültesini onun için bitirdiğim için bir kurmay gibi dosya tutuyordum. Hatta Yazgülü Aldoğan, Hürriyet gazetesinde kurmay avukat diye benimle bir röportajı var ve dosyalarım çok titiz bir şekilde hazırlanıyor ve bütün hakimlerin, savcıların hayranlıkla anlattıkları hatta yazıhanede bir gün bir beyefendi geldi. "Nebi Bey" dedi "sizin" dedi "dosyalarınızı" dedi "herkes çok methediyor" dedi "çok titiz" dedi "dosyalar hazırlıyormuşsun. Benim akrabam da tutuklandı" dedi şu davadan. "İsmin nedir?" İsmini söyledi. 600 klasörlük dava dosyasında ben emniyet ifadesini, savcılık ifadesini tak tak tak tek tek çıkardım. Gittim hemen İpek Sokak'ın başında fotokopi vardı. Fotokopi çektirdim geldim ve güzel bir asetatla aynı dosya içerisine koydum. Stajyer avukatlar Emel [Ataktürk] Hanım, Fatma Hanım falan "ya Nebi Abi" diyor "niye siz gittiniz bizi göndermediniz?" Dedim "bu beyefendi" dedim "30 yıl evvel bizim mahkemenin 00:24:00savcısıydı benim idamım için çırpınıyordu." Deyince adam şaşırdı. İşte "üstadım işte şartlar falan." Dedim "efendim şey yapmayın olmuş bitmiş hikaye yaşadık gördük." Ben bir durumu izah etmek için şey yaptım. Teşekkür ettik, gitti. Yani şimdi Hollanda Baş Konsolos-- Hollanda Konsolosluğu Ateşesi, Kültür Ateşesi geldi yazıhaneye bir gün. İşte Avrupa'da iltica etmek için sahte evrak düzenliyorlar falan. Bu arada benim adımı da şey yapıyorlar işte bu davadan yargılanmıyor, yargılanıyor mu yargılanmıyor mu diye sorular. "Ya Avukat Bey" dedi "bu kadar dosyayı" dedi-- 4 tane büyük şeyi var, binlerce klasör. İşte Dev-Sol 600 klasör, MLSPB 400 klasör. Düşünün. "Bir sekreterya mı hazırlıyor bunu" dedi. 10 kişilik bir sekreterya hazırlığı. "Yok efendim" dedim "sadece ben hazırlıyorum." "Muhterem ol" dedi. İmkansız bir şey. Hele şeyi sekteri de 17 lisan biliyormuş kızcağız, böyle bir şey olmaz dedi yani mümkün değil yani. Şimdi savunma hazırlarken a harfi yerine e harfi veyahut e harfi yerine a harfi yazılmışsa bütün daktilodaki dilekçeyi çıkarttırıyordum kız da yani "Nebi Abi e harfi a olmuş--" Yok. O kadar titizlikle dosya hazırladım hatta Askeri Yargıtay'da o albaylar, generaller benim dosyalarım okunurken çay içmezlermiş "Aman Nebi Bey'in dosyaları çay dökülecek."

Yok sadece açlık grevlerinde biraz hırpalanmış olarak geliyorlardı tabii. Zaten açlık grevlerinin büyük kısmında avukat görüşü yasaktı. Görüş yasaktı. Bir de tek tip elbise problemi olduğunda. Çok problemler yaşandı mahkemeye gidip gelirken. Yoksa avukat görüşüne gelirken bir şey olmuyordu.

00:26:45 - 12 Eylül Hukuku, Hatırladığı Davalar ve Mahkemelerden Kesitler, İşkenceye Tanıklığı

Play segment

Partial Transcript: İstanbul bakımından izah etmeye çalışayım. Şimdi İstanbul'da o kadar idam talebiyle yargılanan insanlar vardı mesela 207 müvekkilim vardı, 00:27:00205'ini kurtardım, 2 tanesi Ahmet Saner ve Kadir Tandoğan Amerikalıların baskısı neticesinde maalesef çünkü Etiler'de Alberto Sam Novello isimli bir Amerikalı öldürüldü. Öldürdükleri için Amerikan Kongresi İstanbul'a geldiğinde işte bunlar asılmadan kongreye oturmayız dediler, o baskıyla Yargıtay'ın bozmasına rağmen çünkü Kadir Tandoğan ateş etmemiş sadece motosikletle Ahmet Saner'i olay yerine getirmiş. Konumu bu ceza hukuku açısından. Fakat buna rağmen işte baskıyla 2 tane genç idam edildi ve ben o idam gecesi orada bulundum. O 2 gencin idamı 37 dakika notlarım var çeşitli kitaplarda var. Bir de Ankara'da Erdal Eren'in idam edilmesi olayı var. O başlı başına bir şey tabii ki. Yaşını büyüterek büyük hata. Şimdi İstanbul'da Akrep Nalan diye bir kız MLSPB'de sanık Kasabalılar'ın grubunda. İşte Kenan Evren geliyordu şeyde toplantıda kıdemli hakime "E bu nasıl olur" diyor "bu Akrep Nalan nasıl tahliye olur" diyor. Tesadüf o mahkemenin hakimi de orada. "Efendim" diyor "kızın" diyor "öldürme, yaralamayla hiçbir ilgisi yok. Sadece örgüt üyeliğinden suçlanabilir. Zaten yatmış 4 sene. Alacağı ceza kadar yatmış." E o zaman da Kenan Evren diyor ki "ya bu basın" diyor "nasıl" diyor "ya bu kızı kalaşnikoflarla" diyor "Akrep Nalan diye lanse ettiler" falan. Böyle basın böyle diyor. Şimdi ben diğer yerler İstanbul şey Türkiye'nin diğer yerlerinde avukatlık yapmadım. Sadece bir Âma Avukat Eşber Yağmurdereli'nin davasına Samsun'da, ona girdim. Bir de Diyarbakır'da bir çocuğun, idam cezası alan bir çocuğun davasına girdim. Tabii Diyarbakır'da gerçekten büyük insanlık dışı uygulamalar yapıldı. O Ahmet Türk'ün, Leyla Zana'nın, milletvekillerinin kitaplarında ve açıklamalarında bu açık seçik anlatılıyor. Mamak'ta da 00:30:00 büyük işkenceler oldu. Çanakkale'de de sonradan işkenceler yapıldı. Metris'te de bu tek tip veya açlık grevlerinde insanlara. Ama emniyette 171 kişi öldürüldü kayıtlar, aklımda kaldığına göre ve 51 idam. İnfaz edildi, asmayalım da besleyelim mi mantığı içerisinde. 18'i sol görüşlü, kalan kısım adi suçlulardan. Bir de Leon Ekmekçiyan diye bir Ermeni vatandaş idam edildi. Orly baskında da mı Paris baskının da mı yanlış söylemeyeyim. Yani 51 kişi idam edildi. Mahkemelerin ve hukukun bakış açısı gerçekten hukuka bağlı olmaya özen gösterdiler. Şimdi bazı insanlar "Oo Nebi Barlas şimdi 12 Eylül mahkemelerini mi aklamak istiyor?" diye düşünebilirler. Ama ben 10 yıl binlerce duruşmaya girdim, hiçbir duruşmada bir ihtara maruz kalmadığım gibi hiçbir mahkemede de sözüm kesilmedi herkes bunu söylüyor "Nebi Barlas'ın sözü kesilmedi hiç" diye. E şimdi Askeri Yargıtay'da da o albaylar binlerce klasör okumaktan çoğu kanser oldu, kalp krizi geçirdi falan. Yani hukuk ilkelerine bağlı olmaya özen gösterdiler insanlar. Büyük hatalar olmadı mı? Oldu. Ama hukukun ortadan kalktığı, adaletin bittiği bugünkü ortamı kıyas edersek gerçekten talimat yoluyla mahkemeleri yürütmenizi tesir ettiği bir ortamda hakimlerin vicdanlarına göre, hukuk ilkelerine göre karar vermediğini 00:33:00görüyoruz. Mesela bir Osman Kavala kaç senedir tutuklu olabilir mi ya. Beraat etmiş bir davadan. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin, Yüksek Mahkeme'nin tahliye edilmesi gerekir diye-- Ama ne anayasaya tanınıyor ne hukuk tanınıyor ne de Avrupa İnsan Hakları mahkemesinin kararı tanınıyor.

00:33:35 - İdamların Acısı, Sarılamayan Yaralar

Play segment

Partial Transcript: Avukat Ali Rıza Dizdar meslektaşımla infazla ilgili olarak bizi Selimiye'ye çağırdılar. Ahmet Saner, Kadir Tandoğan'la görüştük. Onlar bizi teselli ediyordu, biz onları teselli edeceğimize. Onlar bizi teselli ediyorlardı ve Ahmet Saner, idam sehpasına çıkınca cellat şaşırmaya başladı, heyecanlanmaya başladı. "Yavaş olalım" dedi "bir tarafını kıracak, sakatlayacaksın." İdam edilecek adam bir saniye sonra. "Heyecanlanma" diyor "bir tarafını sakatlayacaksın." Aynı şekilde Kadir Tandoğan da aynı şeyi söyledi. Tabii ben yani o atmosferde gerçekten yaşamımdaki en acı olaylardan bir tanesi. 10 dakika evvel saçlarını okşadığınız 2 tane genç idam sehpasından indirilip sizin önünüze konduğunda o acıyı yaşamak, anlatmak da kolay değil.

İnsan Hakları Derneği'nin kurucu üyesiyim ben. Onların yazıhanemde her gün, binlerce kadın, ana gelip işte "ne olacağı-- ne olacak çocuğumuza, ne olacak işte açlık grevinde ne olacak davalar ne olacak." Tedirginlik içerisinde, korku içerisinde danışacak teselli alacak insan arıyorlar tabii. Orada ben Metris'ten duruşmadan çıktıktan sonra yazıhaneme geldiğimde yüzlerce, binlerce ana, kadın onları teselli etmeye 00:36:00 çalışıyordum ve o analar nezdinde çok büyük bir saygım ve sevgim vardı yani. Hatta--

E büyük, büyük yara açıyorlar. Büyük yara açıyorlar. Ülkeyi 100 yıl, 200 yıl geriye götürüyorlar. Hukuk devleti açısından, hukuk açısından kabul edilebilir bir durum değil ki darbe yani. 27 Mayıs'ı yaşadık, 22 Şubat, 21 Mayıs'ı yaşadık. 12 Mart'ı yaşadık, 12 Eylül'ü yaşadık.

Bir meşru iktidar darbeyle devriliyor başbakan, maliye bakanı ve dışişleri bakanı asılıyor. Hala onun yarasını silemedi ülke. Bir Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Erdal Eren. Bunların yaraları sarılmadı, sarılmıyor hiçbir zaman.

00:37:20 - İşkencede Yitirilenler

Play segment

Partial Transcript: Biz de avukat olarak müdahale edip soruşturma açısını şey yapıyoruz mesela Ahmet Karlangıç ve Selçuk Küçükçiftçi işkencede öldürüldü. Hayrettin Eren işkencede öldürüldü emniyette. 171 kişi verilen sayı doğruysa emniyette işkencede öldürüldü. Bununla ilgili davalar da açıldı, cezalar da verildi. Mesela Avukat Ergin Cinmen'in müvekkili Mustafa Asım Hayrullahoğlu işkencede öldürüldü. Onunla ilgili polisler yargılandı ceza aldı sanıyorum. Avukatlar yoğun işkence konusunda, suç duyurusu bulunması konusunda devamlı mahkemelere talepte bulunuyorlardı yazılı ve sözlü. Bunun için de zaten aileler de Ankara'ya görüşmeye gitmişlerdi hatta Didar Şensoy, Ankara'da şeker komasına girip öldü maalesef. Yani avukat, aile, ailelerde evlatlarını işkence görmesin diye çok büyük çaba sarfettiler biz de onlara yardımcı olmaya çalıştık 00:39:00 hukukçu olarak, insan olarak.

E toplumun vicdanında büyük bir yara açıyor bu. Madem işkence yapıyorlar bunun cezalarını çekmek lazım ki toplum tatmin olsun. Hiç olmazsa evlatlarına yapılan işkencenin karşılığını ceza olarak görseler. Olmadı işte olmuyor.

00:39:34 - Cezasızlık Politikası

Play segment

Partial Transcript: Bir hukuk devleti nosyonu olması lazım yargının bağımsız olması lazım. Hak ve adalet duygusuna sahip hakimlerden kurulu mahkemeler bunun şeyini hesabını sorarsa o zaman netice elde edilmiş olur ama hesabı sorulmaması toplum vicdanında, o anaların vicdanına büyük bir yara. Diyarbakır'da yaşanan olaylar az değil yani.

Göstermelik. Hesap sorma öyle olmaz ki. Toplumun yara olmasına neden olan tüm fiiller ve eylemler hesap sorulmak suretiyle toplum tatmin edilmeli- -ydi. Ama asmayalım da besleyelim mi mantığı doğru bir mantık mı yani doğru bir düşünce mi.

00:40:52 - ''Unutamadıklarım...''

Play segment

Partial Transcript: İşte unutamadığım çok acı çektiğim olaylardan bir tanesi de Zeki Yumurtacı'nın Avcılar'da öldürülmesi olayı. Çatışmada öldürüldü diye mızrağı, mızrağı çuvala sığdırmaya çalıştılar. Bu konudaki tüm taleplerimiz maalesef Faik Tarımcıoğlu tarafından reddedildi, kale alınmadı. Ahmet Saner, Kadir Tandoğan olayında da yargılandıkları örgüt davasıyla birleştirselerdi bu idam meydana gelmezdi. Çünkü Nihat Erim davasında idam alan çocukların davası Dev-Sol davasıyla birleştirildi, öyle sürdü gitti. Yani o birleştirmenin gerçekleştirilmemesi gerçekten 00:42:00 hukuk adına bir facia. O kadar büyük noksanlık. Zeki Yumurtacı'nın babasıyla Adli Tıp Morgu'na gitmemiz o adli tıpta, çünkü Zeki Yumurtacı çok yakışıklıydı yani Tarık Akan'dan 10 misli yakışıklı çocuk. Çok da sevdiğim bir çocuktu yani tanırdım onu. Ondan sonra, orada morgda o babanın acılarını görmek bir hukukçu bir insan olarak çok kelimelerle anlatacak bir şey değil, olay değil. Ya çatışma, çatışmada kaç kişi yaralanmış kaç kişi şey olmuş. Ne çatışması. Resmen tatbikata götürdüler ve infaz ettiler. Cumartesi Anneleri 27 yıldır, Cumartesi Anneleri evlatlarını takip ediyorlar, evlatlarını. Zor yıllar. Berfo Ana. 106 yaşında kadına çocuğunu teslim, ölüsünü teslim etmediler. Gaziantep'te idam edilen Veysel Güney'in cenazesini vermediler. Belli değil. Hep bunlar eğer hesap sorma dönemi varsa bütün bunlar masaya yatırılması gerekir. Bu konuda avukatlardan yardım alınabilir. Ben eksik yaptığım hiçbir şeyi düşünmüyorum yani. Görevimi çok meşakkatli yani 2400 kişinin davasıyla ilgilenmek, aileleriyle ilgilenmek. Bir gün yazıhanede oturuyorum analar geliyorlar, kadınlar o arada çıktım, hanım dedi ki "bir beyefendi sizi bekliyor" dedi. "Efendim" dedim "niye buyurmadınız" dedim. Ankara'nın kudretli valisi Enver Kuray, Sarp Kuray'ın babası. Sarp Kuray'la 00:45:00ilgili bir belge almak için gelmiş. "Niye?" "Efendim" dedi ki "nefes alamadınız" dedi ya. "Yüzlerce kadınla ilgilendiniz affederseniz tuvalete bile gitmediniz" dedi. Sonrası Sarp Kuray'la ilgili gerçekten kendi gelmiş teslim olmuş Belçika'dan veya Paris'ten. 5 defa karar değişti. Yani ilk karar örgüte, eylemlerle ilgili talimat verdiği konusunda kesin ve inandırıcı hiçbir kanıt bulunmadığını mahkeme kabul etmiş. Yargıtay da "tamam bu doğru ama sen örgütten o zaman ceza ver" diye dosyayı göndermiş I. Yargıtay. Mahkeme 168/1'den ceza vermiş, gene örgütün eylemlerine talimat verdiği konusunda kesin ve inandırıcı kanıt bulunmadığını kabul etmiş. Yargıtay da kabul etmiş. "Tamam" demiş "sen 168/1'den ceza verdin ama ek savunma hakkı vermedin" diye bozmuş. Dosya genel mahkemeye gelmiş, üç kararın da örgütün eylemlerine talimat verdiği konusunda kesin ve inandırıcı delil bulunmadığını kabul eden mahkeme, dördüncü kararında eylemlere talimat verdiği konusunda idam cezası verdi. Müebbet ağır hapis.

00:46:55 - Geriye Kalan Vefa ve Emeğin Değeri

Play segment

Partial Transcript: Haksızlıklar yapılmasın insanlara, hakimler vicdanlarına göre hukukun üstünlüğü ilkelerine bağlı kalarak karar versinler.

İşte bu emeğim, insanların nezdinde bu kadar büyük dalgalanmalara sebep olmuş ki geçen cumartesi günü Şişli Belediyesi'nin Kent Sineması'ndaki salonunda binlerce savunduğum genç büyük bir vefa gösterisinde bulundu.

Bir arkadaş da Metris türküsünü söyledi "Nebi Abi'ye armağan" diye. Duran Parlak isminde bir çocuk. Güzel bir duygu tabii. Şimdi mesela biz daha evvel Göre'de oturuyorduk, Göre'de kahvehanede bir bey geldi "siz Nebi Barlas mısınız?" "Evet" dedim--

Duruşmaya askerler gitmek ben telaş ediyorum gideyim diye. Kadının biri dedi ki "avukat oğlum" dedi "benim oğlumun vekaletini alır mısınız" dedi. "Tamam teyzeciğim alırım" dedim "oğlunun ismi ne" dedim. "Ahmet Kaya" dedi mesela. "Ahmet Yılmaz" dedi. "Tamam alırım teyzeciğim" dedim. Ben askerleri bekletmemek için, duruşmaya yetişmek için acele ediyorum. Askerle yürümeye başladım, subaylara demiş ki "bu avukat boktan bir avukat iş yok bu avukatta insan bir kağıda yazar" demiş. Subaylar da demiş ki "teyze sen ne diyorsun" demiş "dün duruşmada" demiş "100 müvekkilini bir yere bakmadan saydı" deyince kadın şaşırmış. Güzel bir şey bir insan için.