https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview115505.xml#segment0
Partial Transcript: 1957 doğumluyum. 3 kardeşin ortancasıyım yani en büyüğümüz Hrant Dink, 54 doğumlu. Benim bir ufağım var Yervant Dink, O da 59 doğumlu. 3'müz de Malatya'da doğuyoruz ve orada artık ailenin barınma imkanı kalmıyor 61'de İstanbul'a, ilk Ortaköy'e geliniyor. Yani bu hafızamın yettiği kadar. Sonra Kumkapı, patrikhanenin etrafına. Oradan da ailevi nedenlerle anne, baba çelişkisinden dolayı Gedik Paşa'daki bir Ermeni Proteston Kilisesi'nin altında bir yatılı okul diyelim, yetimhane değil çünkü, yetim çocuklar değil genelde anne babaları olan ama genelde Anadolu'da yaşayan ve Ermeni çocuklarının gelip, barınıp, eğitim aldığı bir yer. Orada yatıp kalkılıyor, İncirdibi Ermeni Protestan Okulu'nda da eğitim görülüyordu. Bizim İstanbul'da olduğumuz için böyle bir hakkımız yoktu ama anıların anlattığı bize veyahut da eskilerin üç kardeş sokakta kalıyoruz ve oranın müdürünün annesi çaresiz kalıyor ve bunu müdüre bildiriyor ve öylelikle yetimhane, bu şeye yatılı okula alınıyoruz.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview115505.xml#segment105
Partial Transcript: İlkokul yıllarım, burası bir Protestan yani Hristiyan Protestan kültürüyle büyüdük biz burada. Çünkü üstümüz Protestan kilisesiydi, altta yatakhanelerimiz vardı, şeye de okula da işte 1 kilometre mesafede düzenli yürüyüşle gidip gelirdik. İlkokul yıllarımız kışın burada geçti benim. Yazın da Tuzla Kampı diye bir yer inşa ettik bu süreçte. Oraya giderdik. Ben ilkokulu bitirince her yıl bizim okuldan 5'ten mezun olanlar, başarılı olan öğrencileri anne izniyle o gün ailede kim varsa yurtdışı kardeş okullar vardı. Benim şeyimde Lübnan, Beyrut Ancar Köyü'nde bulunan Armenian Evangelical High School diye bir okula yollandım, yani yıl 1968 diye düşünüyorum. Biz burada önemli bir şey vardı. Eğitim alırken Ermeni 00:03:00 tarihiyle ilgili herhangi bir eğitimden geçmedik yani Türk müfredatında Ermeni tarihi veya karşılaştırmalı tarih yoktu. İki, bize 24 Nisan 1915'le ilgili herhangi bir şey anlatılmamıştı. Ama 24 Nisan günleri geldiğinde bu kilisenin yani buranın yöneticisi bizi toplar yani konuyu anlatmazdı ama biz günün bir ağırlığını hissederdik yani bugün Ermeni halkı için özel bir gün olduğuyla ilgili. Ben Beyrut'a gittikten sonra bu kolejde hazırlık sınıfı okudum. Bu hazırlık sınıfında Ermeni tarihi dersleri vardı. Müfredatı şöyleydi Arapça vardı, İngilizce vardı, Ermenice vardı. Ben Arapça'dan muaf kaldım. Ermenice ve İngilizce derslerine katıldım. Ermenice derslerinde de tarihi Ermenice olarak aldık. İlk defa karşılaşıyordum. Şeye çok bağlıydım tabii bu Protestan eğitiminden geçtiğimde, İncil'e, dine yani şey büyümüştüm dua etmeden yatmayan bir çocuktum. Bu tarihi de orada, Ermeni tarihini pornografik bir tarihle karşılaştım yani soykırımın yapıldığı dönem şöyle anlatılmıyordu; yani Ermeni halkı tehcire yani Türkler veyahut da Osmanlı Ermeni halkını tehcire yolladı işte şöyle oldu yolda çeteler tarafından şöyle öldürüldü falan değil. Bir kadının nasıl öldürüldüğü biçimini de yani pornografik dediğim bu. Ve bu beni çok şey yaptı nasıl diyeyim nefret duygum büyümeye başladı.Orada bir yıl, ikinci yılım mıydı neydi şey savaşı çıktı İsrail-Filistin savaşı. Bizim köyümüz de çok yakındı bu savaş bölgesine. Okulumuz. Okulun şeyinden de bahsetmek isterim. Bu okul Amerikan Board Heyeti tarafından desteklenen, İsviçreli şeyler, rahibeler tarafından yönetilen bir yatılı kolejdi ve dünyanın dört bir tarafından 3 bin talebeydik. Kızlar ayrı bir yer ve yatılıydı bu kolej. Bu tarih derslerinden sonra ben bir ciddi bir, 13 yaşında Ermeni 00:06:00 milliyetçisi olmuştum
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview115505.xml#segment370
Partial Transcript: ve Türkiye'ye geldiğimde belirli bir süre sonra abim de muhtemelen Tıbrevank Lisesi'ne [Surp Haç Tıbrevank Ermeni Lisesi] gidiyordu ve Türkiye'de sol hareket yani 72'ler benim bahsettiğim yıllar 72, Mart olmuştu, Mart darbeleri [1971 Askeri Muhtırası] olmuştu. Abim de işte daha bir genç 16, o daha o günün Türkiye'sinin gençlik hareketi içinde o yaşta olabildiğince etkilenmiş ve meselenin artık sınıfsal olduğunu yani kimlikler üzerinden sorun olmadığını yani yaşamanın, var olmanın en büyük koşulu geçinmek yani çalışmak üzerine. Ben tam tersini düşünüyordum. Yani bu halka yapılanın yani biraz büyüdükçe intikam alma duygularını anlatmaya çalışıyordum. Yani o daha çok sınıfsal mücadeleden ben de hatta 1980 tutuklanmalarımda bu ifadeyi de orada verdim. "Gördüğüm ilk Türk'ü öldürmeye başlayacağım" diye girmiştim bu nefret duygusuyla. Bunun üzerine abim çok uğraştı benle. Bendeki bu nefreti atıp yani normal bir o genç yaşta normal bir insan olmam için evet o zamanki olaylar zaten 72'den sonra Türkiye'de sokak hareketleri ve sağ-sol hareketleri kızışmaya başlamıştı. Biz de kimliğimizi bulabilmek için bu eylemlerin bir bölümünü katılıyorduk. Herhangi bir örgütten falan değildik ama işte duvar şeyine çıkılıyordu, yazmasına. Biz de katılıyorduk ediyorduk. Bize biraz da var olduğumuzu hissediyorduk diyeyim. Armenag Bakır vardı, Orhan Bakır diyoruz. Onun ölümü bende şok etkisi yarattı yani benim bu milliyetçilik, nefret duygularından arınmam bir 4-5 yıl sürdü. Buna da en büyük sebep Türkiye'deki sol hareketin etrafımda olmasıydı ve abimin bu konuda benim üzerimdeki çabasıydı.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview115505.xml#segment530
Partial Transcript: O ara tabii bu süreçte ben çalışmaya başladım. Eğitimimi devam ettirmedim burada çünkü gittiğim okul Türkiye'deki okullar tarafından kara listedeydi. Yani orada okuduğum 2 00:09:00yıl geçersiz sayılıp yeniden şeyden 6.sınıf diyorduk o zaman, zaten aile ekonomik durumumuz iyi değildi. Ufak kardeşimle abim zaten okuyordu. Ben de dedim ki bir yani annem de daha çok onu istiyordu "ya git çalış biraz katkı sunarsın." Yolum birkaç işe düştü. En sonunda Beyoğlu'nda Kazler Fotoğraf Stüdyosu vardı. Oraya çırak olarak girdim. O Kazler Fotoğraf Stüdyosu'nun sahibi beni 6 ayda evladı gibi büyüttü, fotoğrafçılığı öğretti bana ve ben 6 ay içinde bir meslek sahibi olmuştum. O sıralar bu fotoğrafhaneye abim işte Rakel'e aşık olmuştu. Gelirdi, onların fotoğrafını çekerdim sazda, Armenag Bakır'ın da bir sevgilisi vardı bildiğim kadar. Esen yani bunu şundan anlatıyorum yani İstanbul'da etrafım ve zaten abim ve etrafı sol hareketin içinde bazıları da zaten bazı örgütlerin içinde tam merkez komitesine kadar yükselmişlerdi. Daha çok Ermeni gençliği Tıbrevank Lisesi'nde TKP/ML'nin örgütlenmesi içinde oldular ve ben de ondan etkilenmiştim. O ideolojiden. Bu süreçte tabii ekonomimizi de yürütmek için Feneryolu'nda bir fotoğrafçıya geçtim. Orada bir gün abim geldi, elinde plasiyercilik yapıyordu saat satıyordu işte saat pazarlıyordu. Ya dedi ki "madem bu işi bu kadar öğrendin kendi işimizi kuralım." 76 yılı olabilir, evet. Biz üç kardeş birleştik. Bir agrandizör aldık, bir işte bir karanlık oda yaptık evde. O dönemin popüler olan şeyi gravür yapmaktı. Duvarlara, lokanta duvarlarına falan. Ama bu arada abimin işte ilişkileri devam ediyordu Orhan Bakır'la diğer çevreyle.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview115505.xml#segment705
Partial Transcript: Bir de Şişli-- Abim de o dönem Tıbrevank Lisesi'nin son sınıfından terk etti Şişli Lisesi'ne gelmişti. Bu gelişiyle birlikte aynı zamanda Şişli'deki, Şişli Lisesi'ndeki o devrimci hareketin içindeki 00:12:00 bir grup arkadaş da edinmişti. Orada da güçlü bir şey devrimci hareket vardı, gençlik vardı. Bir o çevresi vardı, bir de Tıbrevank çevresi ve bunların hepsi de onun arkadaşları olunca bizi de etkileyen çevre olmuştu. İlginç bir anım var. Zaten o beni çok etkilemişti. Orhan Bakır'ın örgüt yapısı içerisinde bir bayan arkadaş İstanbul'da gelip bir süre saklanması gerekiyordu. Bu saklanma hikayesi bizim şeyde oldu, kaldığımız evde oldu. Ben abimlerle kalıyordum. Onlar 77 yılında Rakel'le evlenmişlerdi. Babam, abim, yengem, ben ve ufak kardeşim beraber kalıyorduk. Bu bayan arkadaş bizde kalırken bir gün gazeteyi bir açtık ki Karakoçan'da-- ha İzmir miydi Karakoçan mıydı Orhan Bakır'ın işte bir eylemde yaralandığını, kaçtığını falan-- Neyse. Abim dedi ki "bu kız" dedi "sana emanet işte sana bir adres verecek" falan. Ben en azından abimin dediklerini yapıyordum yani ne kadar sol hareket içinde bulunduğumu anlatmak için bunları anlatıyorum. Çok içinde olmadım, etrafında dolaştım ama şey olarak düşünce yapısı olarak çok benimsediğim bir şeydi. Şeyler hoşuma gidiyordu işte kendi doğuşumuz, varoluşumuz, okullarımız, yoksulluğumuz doğal olarak bir de Ermeni oluşumuz bize başka bir şans tanımıyordu yani o hareketin içinde onların vaadettikleri işte gelecek dünya böyle olacak işte eşitlik olacak, şey olacak, sınıf olmayacak işte o hep birlikte hür bir orman gibi çok etkileyici bir şeydi benim için. Bu milliyetçilikten arınıp bu hikayeler içindeyken ben biraz daha ticari şeyle de uğraşıyordum. Bu aralar tekrar, 76 yılı mıydı neydi o zaman Lübnan, Beyrut dediğim yani geçmiş yıllarda gittiğim yani okuduğum ve arkadaşlarımın da aşırı milliyetçi olduğu bir yerdi. Tekrar Beyrut'a geri gittim ama bu ticari amaçlarım da vardı orada çünkü bu gittiğimde fotoğrafçılık da yaptım orada. O dönem Beyrut limanları açık pazardı. Fotoğraf malzemesi getirebiliyordum burada satıp işte ekonomimizi, bu 00:15:00 fotoğrafhaneyi yürütüyorduk
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview115505.xml#segment905
Partial Transcript: Günün sonunda ben bu işleri yaparken tabii benim askerlik şeyim geldi, günüm geldi. 57. 77'de askerlik problemiyle karşı karşıyaydım tabii her o dönemin benim durumumda olan genç gibi ben askere gitmek istemiyordum. Bununla ilgili ne yapabilirim? Normalde artık Türk pasaportu kullanamıyordum. Bir şekilde Beyrut'a gittiğimde o savaşta ölen birinin yerine geçip onun pasaportunu aldım. O pasaportla ben-- Ha o dönem burada birkaç arkadaşımız ekonomik nedenlerle Hollanda'nın Almelo kentine gitmişlerdi. Yani oraya gittiler, hayatlarını orada kurdular. Çünkü ciddi bir göç vardı zaten bu ekonomik nedenlerle, Doğu'dan Güneydoğu'dan da siyasi ve baskı nedeniyle epey göç vardı oralara. Bizim de aklımızda böyle bir niyet vardı yani biz de gidelim mi kalalım mı gibi yani böyle bir kırılma noktamızdı bizim. Abimin, evlendiği için onun böyle bir düşüncesi yoktu. O da bizi durduruyordu zaten. Ben bir denemek istedim. Bu yolla Beyrut'a gittim. Oradan bir kimlik çıkardım. Onunla Hollanda'ya gittim yani burada çok tabii olaylar var ama ben kısa anlatmak istiyorum bunları. Hollanda'da bir arkadaşımı şey yaptılar başvurusunu kabul etmediler, samimi bir arkadaşımdı. Onu sınır dışı ettiler onu sınır dışı edince ben de dedim ya "ben de bir Türkiye'ye geri döneyim." Orada bir araba aldım. Ehliyetim de vardı. Beyrut'ta kimlik ve pasaportu çıkarırken uluslararası bir de ehliyet çıkarmıştım. Onunla sürerek Hollanda'dan Türkiye'ye geldim. Ama Türkiye'ye geldiğimde tabii bu sefer şeydim, ismini de söyleyeyim Nairi Tavit Toşkhonyan adlı Beyrutlu bir kişiydim. Bu muhtemelen darbeden herhalde 4-5 ay önceydi benim Türkiye'ye gelişim. Şöyle diyebiliriz ufak kardeşim de evlenecekti yani evlilik kararı almıştı. Ya o dönem araba, ben dedim bu arabayı da götüreyim gelin arabası yaparız hiç değilse. Türkiye'ye geldim o arkadaşım da sınır dışı edildiği için
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview115505.xml#segment1086
Partial Transcript: Günler geçti, gidip geliyoruz arabayla bir kaza yaptık şey oldu düğün arabası olamadı. Bir gün sabah bir kalktık yani Türkiye'de devrimi beklerken ben o düşüncem vardı yani her gün her an bu ülkede devrim olabilir diye. Düşünebiliyor musun yani siyasi tarihinde ilk defa polis de ikiye bölünmüş, Pol-Der olmuş, Pol-Bir olmuş. Olurken bir gece pat diye şeyi duyduk yani 12 Eylül. Darbenin ertesi günü kimsenin sokağa çıkamadığı bir şey darbe. Bu anlatacaklarımı tabii sonradan öğrendiğim şeyler. İlginç geldi bize çok az gruplardı, Behice Boran grubu yani çok az bir grup protesto edebildi bu darbeyi, sokağa çıkabildi. Çünkü sonradan öğrendiğimize göre o kadar güçlü bir hazırlık var ki ortada, fişleme var ki 1-2 gece öncesinden o darbeye karşı çıkacak tüm gruplara karşı operasyonlar yapılıyor, gözaltına alınıyor bunlar ve yani şeyin, karşı hamlenin bütün hareket kabiliyeti kısıtlanmıştı. Dolayısıyla Türkiye'de o geceyi çok iyi hatırlıyorum yani o kadar hareketin içinde ertesi gün yani herkes diyor ya "bir gecede her şey sustu" yani 12 Eylül bir gün öncesiyle bir gün sonrası Türkiye çok farklı oldu. O bence sonradan öğrendiğimiz her örgütün içinde polisin olduğu, her örgütün içinde bir istihbaratçının olduğu bunları canlı canlı ben cezaevlerinde kendi gözlerimle yaşadım. Yani böyle bir hareketin içinde yani gençliğin bu samimi duygularını, düşüncelerini, ideallerini, devlet orada da kullanmıştı yani solculuk yapılacaksa solculuğu da ben örgütler yaparım. Ben biraz öyle baktım sol örgütlenmelere. Yani bu düşüncem tabii şeyden sonra oldu o cezaevlerine girdim, tanıştım, olan biteni gördükten sonra herkes bunun farkına vardı diye düşünüyorum.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview115505.xml#segment1330
Partial Transcript: Bunu şundan anlatıyorum ben 5 Ekim akşamı Tuzla'ya gitmek zorundaydım ki yengemi sabah alıp geleyim diye. Yolda biraz geciktim tam 12'yi 5 geçe Tuzla girişine geldim. Nokta araması vardı. Yabancı plakalı falan görünce yüzbaşı Türkçe küfretti, ben de buna o genç yaşımda dayanamadım cevap verdim. Hop beni aldılar karakola götürdüler. Bu o süreçte tabii bunu sonra gelirim oraya. Karakola götürdüler "Nerede kalıyorsun?" dediler. O dönem tabii işte ben kimliğimi değiştirdiğim için abimde kalıyorum diyemedim. Tuzla'da da herhangi bir otel motel olmadığını biliyorum. "Arkadaşımda kalıyorum" dedim yani abimi arkadaşım olarak gösterdim. O gece karakolda kaldım, sabahladık. Sabah dediler "gidip şu arkadaşına bakalım." Beni de aldılar karakolla abimin kaldığı ev zaten bir kilometre falan yok. Gittik. Babam kapıdaydı. Ermenice ben ona dedim ki "ben senin oğlun değilim" yani o kimlikte değilim "aman ha" dedim. Çünkü umudum şeydi onu da evi de arayacaklar edecekler bizi bırakacağız, gideceğiz. Polis içeri girdi işte abim yukarıdaydı, aşağı indi. Yengemin durumu vardı, yukarıdaki komşular onu alıp Nişantaşı'na getirdiler. Ev aranırken 1 Mayıs afişleri vardı, çoktu. Onun arkadaşları işte biz 00:24:00 fotoğrafçıyız, bizim stüdyoda da basarlardı afişleri o dönem. Teknoloji bu kadar gelişik değildi. Fotoğrafları agrandizörün altında yapardık. Arta kalan abimde kalmış. Bir de üniversiteye gittiği yıllardı. İstanbul Fen Fakültesi'ndeydi. Bugünkü gibi basılı böyle üniversite ders kitapları yoktu. Tezleriydi, şuydu buydu. Onları alıp matbaaya götürüp ciltletirlerdi ve genelde de siyah cilt yaparlardı. Arkaya da kendi isimlerini yazarlardı. Dolayısıyla kurduğu kütüphanesinde evet o dönem zaten Türkiye'de yayın hayatı çok kısıtlıydı ve genelde de sol yayınlar çok ağırlıktaydı. Gençlik de soldan etkilenmişti. Kütüphanesinde sol yayınlar arttı, bu siyah kitaplar vardı. Ama sol yayınların yani yasak yayın diyebileceğimiz bir konumu yoktu. O siyah kitaplar daha çok ilgilerini çekti, siyah kapaklı diye. İçini açıp bakmadılar yani belki içinde zooloji dersi var, bilmem ne. Bunlar yasak yayın dendi. Onların iki çuval olduğunu çok iyi hatırlıyorum. İki çuvala koydular "sen de gel" dediler. Onu gözaltı yaptılar. Onunla beni aldılar.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview115505.xml#segment1531
Partial Transcript: Hemen Gayrettepe'ye. Gayrettepe'ye geldik dışarıda bekliyoruz çünkü Gayrettepe'de yer yok, hücrelerde yer yok. İçeri alamadılar bizi. Hadi gerisin geri Tuzla'ya geri döndük. Tuzla Piyade Okulu'nun bir barakasını şey yapmışlar, tutukevi yapmışlar orada tutukların, sendikacıları, önde gelen işçi liderlerini falan filan toplayıp oraya doldurmuşlar. Bizi de oraya koydular. Ben bu arada tabii yabancı muamelesi görüyorum. Şey olarak çünkü kimliğim Beyrut Nairi Tavit Toşkhonyan diye geçiyorum. İşte babam ziyarete geliyor şu bu ben çok yanlarına gitmiyorum öyle bir "merhaba" diyorum. Abimle konuşuyorlar, abim de bu konuda çok sıkılıyor. Ama işte başıma bir şey gelir diye hemen söylemek istemiyor şeyi çünkü bu gidiş gelişlerimde ne olup bittiğini bilmiyor kendisi yani Beyrut'ta ne yaşadım falan, onun şeyinden. "Ya" diyor "bu şekilde belki çıkar gideriz" gibi. Orada Tuzla Piyade Okulu da biz bir otelin 3.sınıf bir otelin misafirhanesi gibi yaşıyoruz yani ranzalarımız var, konuşabiliyoruz, edebiliyoruz. Diyoruz 00:27:00"herhalde burada bir sorgumuz yapılır, gideriz." Bir gün hatta orada Tuzla'nın insanlarıyla, esnafıyla işte orada Kartal'da, Pendik'te fabrikada çalışan işçilerle çok tanıştım. İlginç hikayeleri vardı. Yani mesela şeyi anlatmak için 12 Eylül'ün tutuklamaları ne tür gerçekleşmiş, bir Kadir Amca'yla tanıştım. Bunlar çalıştıkları fabrikada sendikalaşmaya doğru gidiyorlar, bunlar da bir şey yapıyor arkadaşları, yani orada sendika kurup-- yani bir sendikaya katılıp tabii bu süreçler fişleniyor. Biliyorsunuz. Kadir Amcalar bunu yapıyorlar, kaybediyorlar. Herhangi bir faaliyette falan bulunmuyorlar. Faaliyette bulunsalar ne tür bir faaliyetleri olacak o da belli değil. Bunlar bu işlemi yaptıkları için bu eylemin içinde oldukları için bunların isimleri 1., 2. Şube'de kayda girmiş. "Bir gece" diyor "Kadir Amca işte 12 Eylül oldu" diyor, "bir baktım" diyor "yav 2 cemse diyor asker gelmiş" diyor. "Ben de" diyor "işte 2 katlı bir tahta evde oturuyordum Tuzla'da, hanım hanım dedim" diyor, "ne kadar önemli adamım bak dedim" diyor, "beni almaya kaç kişi gelmiş." Yani heyecan duyuyor. Alıyorlar bunu gözaltına falan bu güle oynaya geldi. Bunun işte o ilk 20 gün bu tür geçerken aramızdaki sohbetler, konuşmalar hatta onun ziyaretçileri geldiğinde hanımına, çoluğuna, çocuğuna beni tanıştırıyordu bak bu Beyrutlu biraz Türkçe biliyor falan. Böyle bir samimi havadayız. Bir gün sabah kalktık, isimler okunmaya başladı. Bu dediğim Kadir Amcalar falan filan. Ya dedik herhalde bu adamların ne suçu olabilir anlatılandan. Alacaklar, götürecekler yani burada artık boşaltıyorlar burayı işlem başladı. Cemselere koydular, gittiler akşama doğru muydu neydi 4-5 gibi bunları geri getirdiler. İki asker zor taşıyordu. O gün bir şey oldum, ürktüm, korku girdi. Kendime çok, o anda şeye çok üzüldüm Kadir Amca'nın ailesine, kendine, o heyecanı var ya o Kadir Amca gitti yani 00:30:00 bambaşka bir Kadir Amca'yı getirdiler bize.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview115505.xml#segment1807
Partial Transcript: Daha ne olduğunu anlamadan ertesi sabah benle abimin ismini okudular. İkimizi ayrı aldılar. Abim sordu "Bizi nereye götürüyorsunuz?" dedi. Bir sordu. Şimdi Tuzla Piyade Okulu şöyle bir şey e-5'in üzerinden geçiyor yani buradan Gebze'ye doğru giderken bizim kaldığımız tutukevi sağ taraftaydı. Yolun solunda da poligonlar var. Askerlerin ateş talimi yaptığı bir yer. Orada beyaz metruk bir bina. Bizim tabii gözlerimizi kapayarak götürüyorlar ama olaylar olup bittikten sonra orada ben gidip gelirken şey orada beyaz bir binanın en üst katına çıkardılar bizi bir sorgu, gözümüz kapalıydı. İlk abimi aldılar sorguya diye biliyorum. Tabii ikinci ben çıktım. Abim geldi sonra beni aldılar, benim sorgumda bir-- çok iyi Ermenice konuşan çünkü yabancıyım ben Türkçe bilmiyorum şeyindeyim, durumundayım, çok az böyle Türkçe konuşuyorum yani oynuyorum onu. Bir Ermeni tercüman vardı ama tercümandan çok soruların içeriğini sanki kendi soruyormuş gibiydi. Bana sordu işte yani sorgulama sırasında Beyrut'la ilgili, Ancar, Burç Hamud'la ilgili çok sorular sordular. Çünkü Asala'nın doğduğu yerlerdi bura. Özellikle benim kaldığım Ancar Köyü yani bu işin ideolojik olarak çok büyüdüğü, Burç Hamud da bu konuda yani oradaki agump derler Ermeniler, o agumplar o derneklerde de bu konunun vücut bulduğu bir meseleydi. Ben 78 yılında gittiğimde tabii orada bu konuya karşı çıktım yani bu eylemlere karşı çıktım hatta aramızda da ciddi bir kavga çıktı beni çok fena dövdüler. 1-2 hafta böyle bir evden çıkamaz oldum. Sonra işte o pasaportum falan olunca Hollanda'ya geçtim yani silahlı eylemin bir anlamı olmadığını yani soykırımın böyle anlatılamayacağını falan ama benim yani gelip burada o nefret duygusundan arınıp tekrar gidip oraya bunları söylemem işte bir de 00:33:00 en kolay söylenen şey sen hani bizim aramıza şey diye mi yolladılar diye çünkü benim arkadaşlarımdı. Benden ummadıkları bir görüş beyan ediyordum. Birtakım bu tür olaylardan ciddi sorunlar vardı çünkü o ciddi sorunların sonra benim başıma açtığı anlatı, ileride anlatacağım bölümler gelecek. Yani orada çok ciddi Asala ve taraftarlarıyla yani o grupla aramda sorun çıktı ve ben bir-- kaçmadım ama bir solcu Müslüman orada da ilginç gruplar vardı Falanjistler vardı, Filistinliler vardı, Hristiyanlar. Yani çok gruplar vardı. Bir kendime yakın gördüğüm bir grupla o gittiğim 78 yılı tahmin ediyorum. Oradan şeye geçmek, havaalanına gitmek bile dört bariyer geçmeniz gerekiyordu. Dört grubu. İşte Filistinlileri geçeceksiniz, solcu, Müslim falan. O nedenle böyle bir şeyle bir sabah havaalanına gidip Hollanda'ya gittim ama bu en önemli yanını demin unuttum 77 veyahut 78 gidişimde bu onlarla aramda yaşanan bu olay sonradan başıma neler açtı anlatacağım zaten. Sorgu sırasında oraları sordular, bu bölümü tabii anlatmadım. Almelo'da Türkiye karşıtı faaliyet gösteren bizden gitme bir iki arkadaşımız vardı. Onları sordular. "Evet tanırım" dedim. Benim arkadaşlarımı sordular. Hatta şöyle bir şey olmuştu ama o sonradan oldu, askerdeyken oldu. Almelo Köyü'nde bu tür Türkiye karşıtı bir şey vardı. Yapılanma vardı ve bunun içinde benim tanıdığım insanlar olunca bu sorgu sırasında bu isimleri tanıyor musun dediğinde ben tanıyorum falan. O Türkçe onlara "bu önemli bir adam" dedi. Benim anlamadığımı zannetti. Sorgumu bitirdiler.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview115505.xml#segment2127
Partial Transcript: Abim sonra "ne oldu" dedi. Dedim "valla Almelo'yu sorduklarında" dedim "şey oldum yani çok heyecanlandılar" dedim. Benim Almelo'da olmam, orada bu kişileri işte Melik Seksetian yani o isimler vardı. Tanımam falan. O Ermenice soru soran dedim. Neredeyse Türkçe tercüme de etmiyor diğer tarafa. Ermenice soruyor, alıyor falan. Sonradan öğrendiğime göre bizim Ermenilerin içinde MİT'te çalışan bir beyefendi bu. İsmini de 00:36:00 sonra öğrendim zaten. Böyle olunca bizi aldılar geri, şeye getirdiler. Tuzla Piyade Okulu'na. Diğerleri gitmişti yani diğer Kadir Amcaları falan boşaltmışlardı orayı yani adamların hiçbir suçu yoktu ama o işkenceyi niye gördüklerini bugün bile anlamam. Ben bunun vesilesiyle şunu net söylemek isterim, o işkence anında bu koca koca adamlara söylenen şey bu insanların onurunu kırdı. Yani işkence geçiyor. Fizikman işte o yara kapanır eder ama onuru kırılan bir insanın onurunu zor tamir edersiniz ve Kadir Amca ondan sonra kendine gelemedi. Neyse bizi aldılar, ertesi gün bir kapalı minibüse, gözlerimizi kapadılar ama ellerimizi de kelepçelediler bu sefer. Bir askeri minibüse bindirdiler, sırf ikimizdik ama fazla jandarma vardı etrafımızda. Tuzla'dan çıktık, bir yoldan gittik sonra bir patika yollara girdik abim çok-- "bunlar" dedi "galiba bizi infaz edecek" dedi. Yani o gün geçeni. Dedi ki "böyle bir şey hissedersen" dedi "geriye dön can havliyle ne yapabilirsek bunu yapalım." Yani o korkuyu soktular içimize. Çünkü o ara çok infazlar oluyordu böyle götürüyorlardı. Sağda, solda üçüncü kattan atıyorlardı, "koş" diyorlardı arkadan vuruyorlardı yani bütün yani aklınıza gelecek hukuk dışı ne varsa hepsi yapılıyordu. Bizim bu tedirginliğimiz bir yarım saat, 40 dakika sürdü sonra bizi, sonradan öğrendim Şam-- Samandıra Kışlası'na getirmişler. Samandıra Kışlası'na geldik, sorgumuz orada yapılacakmış. Bizi-- işte orada abim çok ilginç bir olay yaşadı ona bir asker ciddi bir küfür etti. Dayanamadı o iki eliyle döndü bunların bir tanesine o küfredene vurdu. Çünkü yeni evliydi ve çocukları yeni olmuştu. O küfür ailesine gittiği için çok alındı. Bunlar aldılar bunu o hücreye yani bir o vurdu, bir öbürü ama şey dindiremediler hırsını abimin. Neyse o şartlarda şöyleydi Samandıra 00:39:00Kışlası tuvaletleri hücre yapmışlar. O askeri tuvaletleri bilirsiniz, sırayla 15-20 tanedir. Onların hepsini hücre. O şeyleri kapamışlar. Mazgalları da şeyle kapamışlar. İçeri giriyorsunuz günde bir litre su hakkınız var, yarım da ekmek hakkınız var. Bu orada öğrendiğimize göre hücrede kalmamamızdaki neden, irtibatımızı kesiyorlar ta ki sorgularımız yapılabilsin diye. Örgüt üyelerini de getirdiklerinde diyelim, aralarındaki o ilişkiyi koparmak için böyle hücrelere koyup sonra sorguya alıyorlar. Sorguları bittikten sonra eğer sorgu timi tatmin olmuşsa koğuşa gönderiyorlarmış. Bu hücrelerde abim, ben bir hücrede benim hücremin yanında "Hocam" dediğim, yüzünü hiç göremediğim bir öğretmen vardı. Bir devrimci öğretmen. Onun yanında da abim vardı. Uyanık kalmak zorundayız. 24 saat uyku uyumayacaksınız. Onların verdiği bu bir litre su ve o yarım ekmekle de o 24 saati geçireceksiniz. Uyanık kalmak için de sürekli onların belirlediği marşlar söyleyeceksiniz işte 10. Yıl Marşı, İstiklal Marşı. Yani o gün diyelim neyse sizi şey yapan, tedirgin eden yani o tür marşlarla şey yapacaksınız eğer sesiniz çıkmıyorsa kapınızı açıp kafanıza copla vuruyorlardı. Abim buna tuvalet korosu diyordu zaten. 23,5'ta da onun şeyini yaptılar.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview115505.xml#segment2469
Partial Transcript: Bir 3-4 gün geçmişti veyahut da 1 hafta geçmişti çünkü orada zaman artık sizin için bitiyor, gün, gün sayamıyorsunuz. Bir grup insan getirdiler ve sesleri tanıdık ya ilginç böyle. Bir baktık ki Ermeni ileri gelenleri bunlar. Operasyon yapılmış, 7-8 kişi tam sayısını hatırlamıyorum. O şey olmuş, bir ihbar gelmiş. Bu ihbarda bu papa-- patrik olacak patrik vekili şeye giderken Kudüs'e, orada biliyorsunuz Kudüs şey okulu var Teoloji okunan ve Ermeni din adamı yetişen 00:42:00Ermeni şeyi var. Yani her dinin aşağı yukarı öyle bir yeri var orada. Şöyle bir iddia, o da galiba sonradan öğrendiğimize göre yine kilisenin içinden yapılan bir şey çocukları oraya alıp götürüyorlar, orada işte Türkiye düşmanı yapıyorlar yani Türkiye karşıtı propagandayla Ermeni milliyetçisi yapıyorlar ve Asala'ya adam yetiştiriyorlar. Biri bu. İki, bu şeyin bir köpeği varmış onun adını Atatürk koymuş iddia böyle. Bunun üzerinden operasyon düzenleniyor. Yanında 14 yaşında bir çocukla Atatürk Havalimanı o zaman, çıkarken bunları alıyorlar. Onunla birlikte bir kilisenin şeyine karargah kuruyorlar oraya gelen işte doktordu şuydu hepsini topluyorlar, getiriyorlar. Bu grubun içinde 3-4 tanesi çok zayıf halkaydı o şarkı yani koro hikayesinde askerler demeden onlar, "komutanım hangi şarkıyı söyleyelim" yani kendilerini oraya kabul ettirme gibi bir şey. O baya bizi üzüyordu yani çünkü onların o heyecanı herkesi söyletmeye çıkarıyordu. Orada abimin dediği gibi yani ne benim kimliğim ortaya çıktı-- beni sorgularken işte bu demin anlattığım çerçevede, Beyrut vatandaşı, Lübnan vatandaşı gibi sorgulandım. Abimle olan ilişkimin yani o arkadaş ilişkimin git gellerden, ticaret yaptığım gibi. Yalnız orada abimin ikinci bir hikayesi şuydu; benden dolayı gözaltına alınmıştı ama Tuzla kampıyla ilgili zaten onunla ilgili bir şeyleri vardı. Bagajları vardı. Ellerine basarak yani o işkence anında, ki onu kendi yazısında yazdığı için anlatıyorum. "Onurumun kırıldığı ikinci yerdir" diye. En sevdiği türküyü söylettiler ve o inanın işkence dediğimiz şeyde o yumruk, o diğer fiziki işkenceler evet ne anlatılıyorsa onların hepsi geçiyordu ama bu şeyler geçmiyordu. Baskıyla sizi dize getirmeleri geçmiyordu. O, oradaki en şeyim yani beni yani neyi fotoğraf çıkarırsın dersen abimin o türkü söyleyişidir. Bir sabah yani 00:45:00bunlar oldu, bu soruşturmamız bitti koğuşa aldılar bizi. İzlerimiz geçti. 3-4 gün bekliyorlar o izlerin geçmesi falan.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview115505.xml#segment2715
Partial Transcript: Bir tek şeyi yani abime o türkü söyletişlerinin o diğer işkenceden daha ağır olduğunu söyleyebilirim. Diğer Gayrettepe'de biraz, bir bölüm anlatırım bu, buraki bölüm çünkü. Bir sabah işte bu sorgulama bitti ben o Lübnan kimliğim abim de kendi kimliğiyle oradan çıkarıldık, salıverildik, mahkemeye şey sevk edilmeden bıraktılar bizi. Çünkü o dönem bu dediğim yerlerde araba geçmez, askeriye vardı sırf. Biz yolda yürüyerek işte o dönem bir kişi daha var Necdet Koçtürk onu da salıvermişlerdi. İki çok uzundu ben en kısaydım. İkisi beni aralarına aldılar çünkü ben çok şey olmuştum böyle yani daha dayanıksız mıydım neydiysem. Koruyarak ana caddeye çıktık düşünün Samandıra Kışlası'ndan E-5'e kadar yürüdük. Oradan bir vasıta bulduk ve eve geri döndük. Biz eve geri döndük, ben fotoğrafçılık yapıyordum şeyde Feriköy'de. Oraya geri döndüm. Abim zaten Bakırköy'de Beyaz Adam Kitabevi'ni kurmuştu. O bölümleri anlatmadım. İşime başladım ama o arada ailenin tamamı tedirgin oldu. Anam, abim, kardeşlerim. Saçımız da kesilmişti ben şey dedim "benim saçım birazcık uzasın ben bu pasaport da elimde çeker giderim" diye düşündüm. Abime de öyle dedim. "Ben gideyim" dedim. Öyle bıraktık yani çok da şey düşünemiyordum yani ne yapabiliriz diye. O arada yurt içinden bir ihbar gitti şeye, gidiyor. "Bu gözaltına aldığınız ve serbest bıraktığınız 2 kişi arkadaş değil kardeş" diye "sizi kandırdılar" diye. İhbarın nereden gittiği biraz dedikodulu oldu. Yakın çevrelerimizden birinin yaptığı gibi bir iddia. Bu iddia üzerine abimi alıyorlar tekrar gözaltına. Bu gözaltına alınınca abime kardeşlerini soruyorlar, diyorlar "Kaç kardeşin var?" Abim de diyor "İki tane kardeşim var." "Neredeler?" diyor. "Biri fotoğrafhanede" diyor "biri 00:48:00 askerde" diyor. En kolay yol beni. Bu gözaltındayken babam ziyaretine gidiyor, abim de diyor ki "böyle dedim" diyor kardeşler için. Babam hemen geldi dedi böyle bir durum, ertesi sabah anamla babam beni aldılar Sivas'a. Pardon Malatya'ya. Ben hemen karar verdim o böyle deyince. Artık gideyim askere ne olur-- O pasaportu yırttım, ettim. Şeye, kendi kimliğimle kalktım askere gittim. Malatya'dan Sivas Temeltepe'ye verdiler, Sivas'a verdiler. Orada iki ay acemilik yaptım, geldim. O gelişimde, işte geliyorsunuz buradan usta birliğine gideceksiniz ya size 1 hafta süre veriyorlar. Bir tehdit mektubu aldım yurt dışından, Beyrut'tan aldım. Şöyle yazıyordu, Ermeniceydi. Beyrut Postanesi'nden atılmış. "Seni Almelo'da kıl payı kaçırdık. Ama Türkiye adamlarımız olmadığını zannetme. Öyle veyahut böyle seninle bu hesabı göreceğiz." O 78'de anlattığım, aramızdaki hikayenin devamıydı ve beni-- "Ha bunu orada kaçar edersen de seni buradaki Türk konsolosluğuna gidip kim olduğunu ihbar edeceğiz gibi bir Ermenice mektuptu." Ben bunu çok kaale almadım işin doğrusu. Abime de bahsetmedim. Kalktım usta birliğine gittim. Sarıkamış'a verdiler beni. Mesleğim fotoğrafçı diye alay fotoğrafçısı oldum. Bir hafta geçmişti, birden ufak kardeşim terliklerle Sarıkamış'a geldi yani kışın ortası, Sarıkamış. "Ne oldu" dedim. "Hiç" dedi. Onun da yeni bebeleri olmuştu. "Malatya'ya kimlik çıkarmaya geldim" dedi, "gelmişken" dedi "bir Sarıkamış'a seni göreyim." Peki falan. Konuştuk falan günün sonunda tam kalktı gidecek, dedi ki şey "seni arıyor dedi polisler seni arıyor. Bizim dükkanı da bastılar, Beyaz Adam'ı da bastılar, abimi tekrar içeri aldılar" dedi. Ne oldu? O dediklerini yapıyor bu Beyrutlu arkadaşlar. Konsolosluğa beni bildiriyorlar, ama şöyle yapıyorlar bizim şeyimizdi, bölge sorumlumuzdu, şu şu eylemler vardı yani sorumluluğunda-- Ağır bir şey yükleme. İlginç olan şey de şuydu, ben 00:51:00 askerdeyken Belçika'da Türk konsolosluğuna bir eylem yapılmıştı. Robot resmi de benim en yakın arkadaşımın robot resmi çıkmıştı. Yani eylemi o yaptı diye halbuki o arkadaşım orada masum olduğu altı ay sonra ortaya çıktı. Hiç ilgisi yoktu. Ama o robot resmi buradaki gazetelerde çıkınca işte o şeyde anlattım Tuzla Piyade Okulu'nda verdiğim ifadede bunlar arkadaşım. Bunlar hep birleşince birbirine. Bir de bu Beyrut'taki o arkadaşların Türk konsolosluğuna gidip böyle bir ihbarda bulunmaları yani bize de ihanet etti hesabını siz görün gibi. Onların da bunu buraya bildirmesi işin içinden çıkılamaz yani büyüdü. Dolayısıyla ilk abime gidiyorlar hemen yani onu basıyorlar, onu alıyorlar bir kere gözaltına. Sonra benim işlettiğim fotoğrafhaneyi basıyorlar orada da şimdiki hanımım nişanlımdı benim. Ona diyorlar sen-- o bir şey anlamıyor. Sonuçta kardeşim bana bunu dedi, abimi, "abim yolladı beni" dedi. "Sakın ha kaçma." Yani bir de abimin öyle bir korkusu olmuş ki. Bu bilgiyi alırsam Kars'ta yakın ya, firar edebilirim ve daha büyür. Bunu deyince ben işin şeyini anladım yani ağırlığı ama şey yapmadım çok. Beklentiye girdim ne olacak bakalım diye. Tek kaygım şeydi, yani o suçlamanın içeriğini ben tam bilmiyordum. Yani bu adam-- yani beni ne tür ifadeyle ihbar ediyorlar. Çünkü mektupta onları yazmıyor. "Seni" diyor "buraya" diyor "biz ihbar ederiz."
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview115505.xml#segment3202
Partial Transcript: Birinci gün geçti ben artık uyumuyorum yani şey yapamıyorum, sinemaya gidiyorum falan. Bir, ikinci gece sinemaya gittim 10 dakika geçti sinemanın ışıkları açıldı. "Hosrof Dink kim" dediler. Benim asıl adım Hosrof. Ben anladım hemen. "Benim" dedim. İnzibatlar geldi aldı şeyi kardeşimin haber vermem-- Neyse beni çok tehlikeli o ihbarlarda bir şey konumuna getirdiler yani ben bana yapılan muameleden ya kendimi yani öyle bir hisse kapıldım. 00:54:00Neymişim ya dedim, ne büyük canavarım. Çünkü benim gibi bir adamı iki kişiyle alır götürürsünüz şurayı oturup ama yapılan ihbar şu bu işin şeyini değiştirdi. Bütün o, disiplin derler askerde. Orayı boşalttılar. Bir tek benim. Bir de ranzaya bağladılar. Öyle 1-2 gün geçti. Olmadık bir şey. Tüm galiba şeydi bizim tugay mıydı neydi oranın en büyük komutanı geldi böyle savaş suçlusu gibi muamele yaptı o şeyde üstüm de atılı şeyden dolayı. Böyle şey oldum yani ve bu tabii o dedikodu etrafınıza yayılıyor. Bu buymuş yani o içeri işte orada S-3 mü deniyor neyse. Oraya geliyor. Onlara "oo bu adam buymuş" falan filan gibi. Şimdi bunun etkisi benim buralarda aklanıp geri gidişimde benim zorluklarım olacak tabii. Ben artık yani oradan şeyi bekliyorum. İstanbul'a getirilişimi. Beni bir psikolojik bir 20 gün orada aldılar bir ayrı bir tek başıma bir barakada tuttular. Bir 10 gün beklettiler. 10 gün sonra yani askerlerle birlikte, jandarmayla birlikte İstanbul'a getirdiler. Asker kıyafetli olduğum için ilk Orhaniye merkeze getirdiler. Sonra bu Harbiye şu anda müze yapmışlar orayı. Orada bir tutukevi yapmışlardı. Genelde de şöyle bir şey olmuştu, 80 darbesiyle birlikte kendini kurtaran bu devrimci arkadaş hem sağdan hem de soldan bir sürü insan askeri gitti. Yani askere giderek bu tutuklanmalardan kurtuluruz diye. Öyle baya asker tutuklu vardı yani asker ama bunlar sivil suçlularla yani siyasi suçlularla-- Bu şeye geldim çünkü Gayrettepe'ye hemen almadılar. Orhaniye'ye geldim. Orhaniye'den Harbiye Orduevi'ne. Harbiye Orduevi'nde de sorgu ve şey yoktu bir tek hücrelerde kaldım. Ne kadar bir süre bir 20 gün olabilir falan. Sonra Gayrettepe'ye alındım asıl sorgu yerine.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview115505.xml#segment3413
Partial Transcript: Gayrettepe'de aşağı yukarı bir 2 ay gibi bir süre kaldım diye düşünüyorum. Çünkü bütün iddiaları yani orada bir ekip vardı 00:57:00 profesyonel. Bu bütün ihbarlardan tutun şu bu. Ama şöyle bir şey oluyordu, o arada abimi bırakmışlardı tabii. Beni sorguya aldıklarında benle ilgili işte camcıda çıraklık yaptığıma dair bilgileri oluyordu. Benim anlatmadığım. İşte 74 yılında falan. Çıkıyordum "bak biz bunları bunları biliyoruz" gibi diyordu. "Devamını sen anlat." Ben şey oluyordum tabii biraz sorguda rahatsız. Orada da tek üstüme yüklenen diyordum ki yani o duruma getirmişlerdi beni. Bunların hiçbirini kabul etmem tek bir nedenle yani bana ne olacaksa olabilir ama bu suçu kabul ettiğimde benim ailem burada yaşayamaz yani onlara yaşamak olmaz. Yoksa şey dayanılmazdı yani o işkence türünü ondan anlatmayacağım. Yani şeyin bilinceydim ben onu söyleyip oradan kurtulabilirdim o işkenceden ama ondan sonrası çok eminim ki annem mahallesinde duramayabilirdi abim şeyinde, evinde yatamayabilirdi. Bu en son bu gidiş gelişte bu sorgulamalar devam ederken aklıma mektup geldi. Bir sorguda "ya" dedim "bu arkadaşlar" dedim "sizi beni size teslim ettiler, siz bana ikna olmuyorsunuz ben bu faaliyetlerin hiçbirinde değilim yani mümkün değil ikna etmek." Ya böyle bir tartışma vardı ben burada değiştim. İşte orada da anlattım "bakın elbet bu duygular bende yeşerdi soykırımla ilgili okuduğumda nefret duydum ilk Türk-- ya bunlar vardı içimde yıllar sonra bunlardan arındım, onlarla da gidip bunu tartıştım." Niye tarih-- En temel tartışmalarımdan biri de buydu. Kendi çocuklarımıza zarar veriyoruz yani bu nefretin Ermeni olmuş, Türk olmuş fark etmiyor. O duyguyu ona yerleştirdiğiniz zaman o bir Türk'le kalmıyor yani o Türk'ü göremeyince Ermeni'yi göremeyince o nefret başka yerlere gider. Yani karşı çıktığım en temel prensiplerden biri buydu. İki, kendi davalarının adam öldürerek çözemeyeceklerini bunun başka bir yönteminin olduğunu-- Onlar da Filistin örneği veriyordu işte dünya propaganda böyle yapılır. Bak işte 01:00:00 Amerika'da bir yaşlı Mıgırdiç neydi otele çağırıyor, öldürüyor ve Ermeni sorunu birden dünyaya duyuldu ya. Yani böyle şok edici falan. Bu tezler üzerinden ama bu ne bu tarafı ikna edebiliyordum zaten beni ihbar eden onlar olduğu için. O mektup aklıma geldi birden bir şey oldu. Onlarda da bir heyecan. "Bu mektubu görelim." Allahtan mektubu zarfıyla ama o Beyrut postanesinden atılmış zarfıyla abime söylüyorlar. Benim o nişanlı olduğum şimdi evli olduğum Zabel bunu saklamış. O mektup bulunuyor. Tercüme ediliyor ve cidden bunun bir tehdit olduğunu yani beni o ihbarın benle hiç, o içeriğin benle ilgisi olmadığı anlaşıldı. Bir tek şeyi kabul ettim, gidip orada kimlik çıkarıp bu kimlikle dünyayı dolaşıp Türkiye'ye geldiğimi falan. Eğer suçsa yani onun üzerinden işlem görebileceğimi yani ifademi öyle doldurdum ve bitirdim.Ama o dönemi biliyorsunuz bunlar polis ve istihbarat fezlekesi olarak bu benim diğer anlattıklarım hep yazılır. Yani benim suçlandığım iddialar falan filan fezleke olarak olur. Ama ha orada işimiz bitti.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview115505.xml#segment3707
Partial Transcript: Abimi de çağırdılar. Gayrettepe'den 2. Şube'ye getirdiler bizi. Sirkeci'deydi. Çok iyi hatırlıyorum bir beyaz Renault'ydu yine. Geldik orada şeydi bir şeye imza atmamı istiyordu. Abim "bir dakika durun" dedi. Artık kimliğim ortaya çıkmıştı abi kardeş olduğumuz. Daha rahat beni savunuyordu. Baktı ki o şeyde, fezlekede benim Türk düşmanı olduğum bilmem ne yani bir sürü eylemler koymuş falan. "Yav" dedi "benim kardeşimin bunlarla ilgisi yok." Yani onları kabul ettirmedi diğer şeyle ilgili bir şey atladım. Ha bu iki ay mahkemeye çıkmadan abim serbest bırakıldı ben tutuklandım yani askerden geldikten. Bu tutuklanmadan sonra beni Davutpaşa 66. Mekanize Tugayı'ydı orası. Cezaevi de diyebiliriz askeri ama işte mahkemeye çıkarılacaklar bu sefer yani sorgulanacaklar değil mahkemeye çıkarılacak gruplar oraya gidiyordu. Yanlış hatırlamıyorsam DİSK sendikasının üyeleri de büyük bir grubu o 66. Mekanizedeydi. O şeye Davutpaşa Cezaevi'ne getirildim. Oradan mahkemeye gidip gelmeye başladım. Zaten bir iki kere mahkemem görüldü. O sırada abim bana bir avukat tuttu. Askerliğim orada duruyordu, ben burada cezaevindeydim şeyi bekliyordum o isnat edilenle değil de gerçek suçumla mahkemede ne kadar ceza alacağımdı. Ben onu da bu sıkıyönetim yasaları çıkmadan bu kimliği almadan hayatımda öyle davranmışımdır. Ya bu bir suç olduğunu biliyorum ama ben bundan yakalanırsam ne olur üç hafta mıydı neydi öyle bir kimlik kullanmak. Ama bu sıkıyönetim sürecinde 2 ay 20 güne çıkardılar onu. 2 ay 20 gün o suçtan ceza aldım. Zaten geldim yattım ettim falan filan. Çok da uzun sürelerdi. Sırf Gayrettepe belki 2 ay sürdü. Hatırlamıyorum tam şeyini, günlerini sonradan belki yazmışımdır ama şimdi yine hafızamda yok. Sonuç, o 2 ay 20 gün alınca zaten o gün abimler avukatla gelmişlerdi, geri Davutpaşa'ya geldik. Davutpaşa'daydı. Oradan bana bir 24 saat mi ne bir izin verdiler birliğe teslim olmak için. O arada işte aileme sonra gene askere gittim. Askerde zaten sakıncalı bölümüne aldılar beni bütün bu olaylardan. Bir metrekare alanı içerisinde yani belirli bir süre geçti, onlar hesapladılar ettiler ve askerliğim bitince döndüm geldim.Aslında şeyin özeti bu. Benim doğup ve geldiğim ama burada tabii şeyler var ciddi ayrıntılar var. Bu süreçte abim aslında o şeyde hani der ya bir yerde "ben çok masumum hiç suç işlemedim." Gerçekten öyleydi. Yani sempatizandı ama o düşünceye sempatizan. Bir adam öldürme yani sol örgütlerde de bu yapıldığı için o dönem. Bir adam öldürmeye, bir 01:06:00 kişiye zarar vermeye dönük sempatizan değildi. O düşüncenin yaşamımızda yani öyle yönetilmek, öyle bir hayat olmasını isteyen ama o hayata ulaşırken diğer insanların hayatını söndürerek değil. O masumum dediğinde yani hem solcuyum hem masumum. Yani çünkü bu ülkede o dönem solcular ya dine karşıdır ya işte eylemler yapan-- Değil. O felsefeyi, o ideoloji benimseyip demokratik bir şekilde bu değişimi de gerçekleştirecek bir düşüncenin de var olduğunu. Abim öyle biriydi yani şiddet yanlısı değil ama devrim yanlısı yani o düzenin değişmesine inanan insanlardan biriydi ve bununla ilgili de hem kendi çocukluğundan suikastına kadar yaşam biçimini öyle hani kendi şekillenmesi böyle. Sokak onu böyle şekillendirdi. Kişilik onu böyle yaptı. Dolayısıyla hani bu cezaevine giriş çıkışlarında herhangi bir suç vardı diye değil aksine orada bir bölüm var ki oraya hiç girmedim.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview115505.xml#segment4045
Partial Transcript: Bizim, beni Beyrut'a götüren bu okuldu tabii. Bu okulun müdürüne karşı devletin bir şeyi vardı, operasyon yapma düşüncesi vardı. Çünkü bu okulu bu beyefendi 57 yıllarında 1957 yıllarında marangozken bu tür bir düşünceye kapılıyor. Bu kilisenin altını diyor yatakhane yapayım diyor, Anadolu'dan çocuklar getireyim yani o dönem çünkü soykırımdan sonra dağılmış bir Ermeni halkı var. Bununla ilgili diyor bir şeyim olsun yani kendi sorumluluğunu-- Ama aynı zamanda da dindar çocuklar yetiştireyim yani Ermeni ve dindar çocuklar yetiştireyim. Bu okulda evet dindar çocuklar yetiştiriyordu ama milliyetçi çocuklar yetiştirmiyordu çünkü oraya hiç girmiyordu ama dindar olarak bizim İncil'i çünkü Protestanlığın en önemli yanı misyonerliktir. Yani açıklayıcı bir şekilde o felsefeyi anlamamız. Yani şöyle diyeyim İsa sağ yanağına vuruldu, sol yanağını çevirdi dediğinde cidden sol yanağını çevir mi diyor yoksa başka bir şey mi anlatıyor orada. Bunu anlatarak gelirdi yani iyi, dindar, yani onu iyi öğretmişti bize. Ama milliyetçilik dediğinizde 01:09:00oradan o Gedikpaşa Okulu'ndan ve o yatılıdan çıkan hiçbir çocuk bu ülkede milliyetçi olamazdı. Çünkü öyle bir eğitim yoktu. Ama Ermeniceyi öğrenebilmeleri için onu Ermenice konuşmaya zorlardı, dili öğrensinler diye. Yani dil de onların ana sütü kadar haklarıydı ve ondan dolayı da ben Ermeniceyi şu anda Ermeni toplumunda en iyi kullananlardan biriyimdir. Abim en iyi kullananlardan. Yani o dili kullanmada böyle bir gücü olmuştu ama şöyle suçlanıyordu bir de bu Beyrut'taki Ancar'daki okula öğrenci götürüp getiriyor. Patrikhane Kudüs'e götürüp getiriyor. Devlet öyle bir algı yarattı, bir algı oluşmuştu. Benim gözaltına alındığım yıllarda aynı zamanda benden önce bu okulun yöneticisi adı Hrant Küçükgüzelyan o da gözaltına alınmıştı. Benden onun üstüne ifade vermem istendi. Yani ifadeyi şöyle verecektim: "Bu beni o yaşta aldı götürdü bu köye yani bu okula. Ben orada Ermeni milliyetçisi oldum yani beni bu amaçla götürdü." Ben buna itiraz ettim. "Bu izinle bir kere aldı götürdü" dedim. "İki" dedim "evet ben orada milliyetçilik aşılandı ama bu beyefendinin böyle bir amacının olduğunu sizden duyuyorum" dedim. Sonra yılda 10 öğrenci gitmiyordu. Her yıl ya 1 öğrenci ya 2 öğrenci gidiyordu bu okula, gidebilen zaten. Yani böyle sınıfımız 20 kişi, 10 kişiyi götüreyim değil ilk üç sırada olan öğrencilerden ailesi izin verenler gidiyordu. Şimdi orada ben tabii cezaevindeyken Asala Paris'te bir konsolosluk bastı. Bu yöneticimiz Hrant Küçükgüzelyan da cezaevinde ve bunun serbest bırakılmasını istedi bildirisinde yani 4-5 maddesi vardı. Bunun adını geçirince tabii cezaevinde gardiyanlar ve yönetim "ooo" dediler "biz adamımızı bulduk." Müthiş bir işkenceye tabii tutuldu Hrant Küçükgüzelyan. Bunun üzerine Avrupa Birliği'nden, Avrupa Birliği değildi o zaman komisyonlar geldi. Abim-- Ailesi 01:12:00 yoktu burada kızı vardı 1 tane. Yurtdışındaydı. Bu işi takip edecek kimse yoktu bizim de yani sokaktan kurtulmamıza, bugüne, şu güne gelmemizde bile o adamın yani baş rolde olduğunu söyleyebilirim. Cezaevi ve sahiplenme hikayesinde abim yaptı. Kimse gidemezken onu cezaevinde ziyarete gitti. Sahiplendi. Bu süreçte de bu demin anlattığım eylem ve onun cezaevinde yaşadığı bu olay da bir kararla tabii bir baskıyla bu şeyi hatırlatabilir size Rahip Brunson hikayesini. O dönemde onun için Avrupa'dan birtakım, Amerika'dan insanlar geldiler. Birtakım görüşmeler yapıldı. Bir şekilde bir tahliye kararı verildi. Beraat değil. Tahliye kararı verildi. O tahliye kararı süreci içinde yurtdışına çıktı. O çıktıktan sonra ona bir 15 yıl mı tam yılını bilmiyorum bir ceza verildi ama o yurtdışına çıkmıştı. O süreci takip eden, izleyen ve o yöneticinin yanında olan kişi de abimdi. Yani o ahde vefayı da göstermişti. Bunlar hepsi izleniyordu devlet tarafından. Dolayısıyla abim oradan mimlenerek geliyordu yani zaten bu okul mimlenmişti. İki devletin göz yumduğu ve bu hareketlerin olduğu yerde abim neredeyse burada birinci sıraya yükseliyordu şey olarak onların gözünde. Çünkü o adam yurt dışına gittikten sonra bu çocuklar ve kamp yalnız bırakılamazdı. Abim işe soyundu yengemle birlikte. Birkaç yıl bütün çabayı gösterdiler hatta kendi kazancımızı dahi götürüp Emin-- Hal Eminönü'ndeydi iyi hatırlarım. Ben kasa kasa domates yani orayı o yatılı okulu bir şekilde 60-70 olabilir tam sayı bilmiyorum. O sayıdaki öğrenciyi devam ettirmeye çalıştık. 83'e kadar olabilir tam yılını bilmiyorum ama 2-3 yıl böyle bir mücadele var.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=Interview115505.xml#segment4498
Partial Transcript: Bunların hepsinin ötesinde 01:15:00 bu şeyde zaten son şeyler geldi abimle ilgili belgeler geldiğinde, şimdi onlar olsa çok iyi ifade ederim. Garip bir Ermenicilik örgütü tarif ediyor istihbarat, MİT neyse. Onu çatı yapmış yani TİKKO demiyor TKP/ML demiyor THKP-C demiyor. O yani bunlar, hiçbirinin dışında abimin faaliyetlerini öyle garip bir isim adı altında böyle bir örgütlenme ne var ne yok yani onu o belgeler son iki ay önce falan geçti elimize bir şeyden dolayı. İlginç bir şekilde MİT'in tuttuğu raporlar bunlar yani Hrant Dink niye Fırat Dink olmuş neler yapmış falan. Bu Ermenicilik örgütü faaliyetleri yani tabii ben bunları anlatırken benim bu olan biten yani bu iddialar, bu suçlamalar, sonuçları şu bu. Abim suikasta uğradıktan sonra tabii biz ulusal basını takip ediyoruz ama garip bir şekilde ilginç gazetelerde benim bu anlattığım iddialar, isnatların hepsini okudum yani benim kim olduğum, onun kardeşinin kim olduğunu bilir misiniz falan filan gibi. Yani iddianın üzerinizde bu ülkede, onlar benden çok daha iyi biliyor ki ben çok masumdum ama o iddiaların yaşamımızda bizi ne kadar takip ettiğini suikasttan sonra da öğrendim yani bunlar öyle çok çok böyle anlattıkları kadar işte saf suf gençler değil. Bunların işte Türkiye'ye karşı faaliyetleri var, amaçları var yani sizin aklınızdan geçmeyen her şey onların aklında geçiyor yani onlar sizi, sizden daha sizin düşüncenizi sizden daha çok biliyorlar. Yani o zaman şey oldum bir daha rahatsız oldum. Ya dedim-- Çünkü zaten abime 2001'e kadar bakın benim cezaevinde de arkadaşlarım oldu. Bunların çoğu idam aldı. Yani eylemler içinde olanlar sonra bu Avrupa Birliği Uyum Yasaları çerçevesinde Türkiye'de idam yasasını kaldırdılar 01:18:00 müebbette döndü. Sonra belirli aflarla 92, 93'te şartlı salıverildiler. Yani 80 darbesinin eğer o arada herhangi bir eylemsel şeye katılmamış, o darbede ve sürecinde tutuklanıp yargılanmış insanlar en son 93'te müebbet alan dahi şartlı salıverildi ve çıktı. Bu çıkanlar bir yıl sonra, iki yıl sonra pasaportta aldılar. Yurt dışına gidebildiler ve bunların eylemleri de vardı yani birbirine benzetmek için demiyorum ama abimin sıfır eylem, tek bir eylemi yok. Bir eylem varsa şunu diyebilirlerdi "kardeşinin kimliğini bile bile kardeşinin, bizden sakladın." Bu isnadı da yapmadılar hiç yani tek suçu o çıkabilirdi. Önlerinde fotoğraflar benim bütün fotoğraflarım alınmış bir bölümünü ailem zaten yok etmiş çünkü Nairi Tavit Toşkhonyan mıyım? Hosrof Dink miyim? Kimim? Yani o ihbarlar üzerine. Onlar beni işte gözaltı yaptıklarında da fotoğrafladıkları için ellerindekiyle onları birleştirmek üzere. Ben şeyi iyi biliyorum yani o ekibi iyi biliyorum, bizi sorgulayan ekibi. Sonra o sürecin de nasıl yürüdüğünü de anlatabilirim ama ilginç olan şuydu, hiçbir sicili olmamasına rağmen-- ben aldım pasaport ben şey de aldım işte anlattım üstüme yani bütün fezleke benim üzerimden döndü. Abime pasaport vermediler. Mahkemeye başvurdu, gerekçe açıklamadılar. Avukatlar tuttu yani bir sakıncalı yani eylemi yok, şu yok bu yok. Bu anlattığım hiç onun Agos kurmasından falan filan bunlardan çok önce bir mesele. Yani bu kişiyi öyle bir mimledi ki devlet yav bu adam ya geleceği, bunlar bunu mu okuyabilirler. Evet, yani bu herifte bir liderlik ruhu var bir başka bir şey bu, başka bir. Kendileri de anlatamadığı-- aldıkları kararlar yani yurt dışı yasağı konmuş ama herhangi bir gerekçe yok. Sıkıyönetim dönemi, 80 darbesi dönemi araya insanlar girdi, girdi, girdi ki çözemediler. Sonradan Agos'u kurduktan sonra artık ayıba doğru gitti çünkü öyle bir hal aldı ki yani insanlar onu yurtdışında da 01:21:00 dinlemek istiyor sırf şeyler değil Ermeniler şu değil. Türk diasporası da onu dinlemek istiyor. Yani onlar da şaşkın bu adam niye gelemiyor buralara. Yani o biraz süreci baskıladı, yav orada konuşabiliyor da bunları niye bu adam yurtdışına gelemiyor. Orayı kurmuş falan. İlginç bir şekilde 2001'de pasaport aldı zaten 2001'den sonra da yani o abim bölümüne sonra gelirim şimdi böyle kaparsak iyi olur diye düşünüyorum.