Ergün Yılmaz

Memory Museum for Historical Justice

 

Transcript
Toggle Index/Transcript View Switch.
Index
Search this Index
X
00:00:15 - Çocukluk yılları, aile ve eğitim hayatı

Play segment

Segment Synopsis: EYLEM DELİKANLI: Biraz hikâyeye baştan başlayacağız. Nerede doğdunuz, ne zaman doğdunuz, nasıl bir aileye doğdunuz? Onları anlatır mısınız bize?

ERGÜN YILMAZ: Ben, Karabük Yenice, o zaman Zonguldak vilayetinde daha sonra Karabük, 95’li yıllarda, 96’da vilayet olduktan sonra Karabük’ün Yenice ilçesinin Satık Köyü diye geçen bir orman köyünde dünyaya geldim. 71 yılına kadar, Kuleli Askerî Lisesi’ne girinceye kadar orada kaldım. Bu bahsettiğim orman köyü demiryolunun dışında, ulaşımı olmayan eski bataryalı radyoların bulunduğu, iletişim araçlarının dışında hiçbir şey olmayan, gazete gelmeyen bilmem ne gelmeyen böyle bir yerde dünyaya geldim. Tam bir orman köyü idi. İlkokulu ve ortaokulu köyde ve Yenice’de okuduktan sonra 71 yılında Kuleli Askerî Lisesi sınavlarına girip Kuleli Askerî Lisesi’ne girdim. Sonra Kara Harp Okulu, Kuleli Askerî Lisesi sonrası. 78 yılında mezun olduktan sonra subay temel kursu ve jandarma subay meslek kursundan sonra 80 yılında teğmen rütbesiyle Antakya’da er eğitim birliğinde bölük komutanı olarak göreve başladım.

EYLEM DELİKANLI: Biraz şeye dönelim, Kuleli’ye girişinize dönelim. Bir orman köyünden oraya gidiyorsunuz. Nasıl bir gidişti sizin için, neler hatırlıyorsunuz, paylaşır mısınız?

ERGÜN YILMAZ: Şimdi, annem hiç okumamıştı ama çok aydın bir kadındı. O, çocukluğumda şeyi hatırlarım, bir oy kullanmaya gitmişti. O zaman herkes zaten işte okuma yazma bilmiyor, parmak basma olayı söz konusu. Ben küçük çocuğum. İşte, sandık görevlisi “Teyze şuraya parmak bas.” “Ben imza atıyorum” dedi. Yani onu kabullenmedi. Babam askeriyede, şey askerliğini yaparken üç yıl jandarma şeyi olarak askerlik yapmış, on başı olarak. Hatta karakol komutanlığı yapıyor. Bizim köyde ilk defa en az çocuğu olan aileyiz biz. Üç çocuklu. Dördüncüyü bilerek, isteyerek annem istememiş. Nüfus planlaması şeyi gibi düşünebiliriz. Ve bizim köyde ilk defa, ilkokuldan sonra, ki o zamanları ilkokul üçe kadar okuma da var, yani beşinci sınıfa giden de çok az kişi var. İlk defa ortaokula öğrenci gönderen ailedeyiz biz. Ağabeyim ilk defa köyden ortaokula gidiyor. Devamında işte öğretmen olarak öğretmen okuluna, öğretmen olarak mezun olmuştu. Sonra diğer ağabeyim o da öğretmen oldu. Ben köyün başarılı öğrencilerindendim. Ortaokul bittikten sonra ortaokul, sene sonuna geldiğinde okul yönetimi askeri lise sınavları olduğunu söyledi. Asker nedir, veyahut da şey nedir bildiğinden falan değil, ben askeri lise ve öğretmen okulu, o zaman yatılı öğretmen okulları vardı, öğretmen okul sınavlarına girdim. İkisini de kazanmıştım. Tabii askeri lisenin İstanbul’da olması daha cazip gelerekten İstanbul’a askeri liseye geldik. Yani tamamıyla bir tesadüf sonucu okulun, okul yönetiminin bildirmesi sonucu sınava girdik kazandık. Öyle diyeyim.

00:04:49 - 12 Mart sonrası askeri okulda proje devre

Play segment

Segment Synopsis: O zamanlar bizim dönemdeki askeri lisesi sınavı şöyle, 71 sonrası, bu 12 Mart dönemi sonrası idi. 12 Mart döneminden sonra bizim ilk defa, bizim dönemde Türkiye’nin her yerinden askeri öğrenci alındı. O zaman altmış yedi vilayet vardı. Altmış altısından bizim birinci sınıf, ilk girdiğimiz sene, altmış altı vilayetten öğrenci vardı. Öyle yaygın bir şey değil. Bununla ilgili bir arkadaş bir kitap yazmıştı, Kibrit Çöpleri diye bir kitap yazmıştı. Gerçi orda kurgu, kurgu şeklinde yazılmış bir kitap ama içinde anlatılanlar da gerçekti. O bizim devreyi bir proje devre olarak, proje subay yetiştirmek üzere, 12 Mart’ın hedeflerini gerçekleştirmek için yetiştirilmiş bir devre olduğumuzu falan söyler. Anlattığı şeyler de doğru şeyler aslında. Birçoğunu yaşadığımız şeyler. Ama o kurgu içeresinde ne derece tam oturdu şeyler onun için bir şey diyemem tabii.

EYLEM DELİKANLI: Nasıl bir proje? Orayı biraz açalım.

ERGÜN YILMAZ: Şimdi, 12 Mart Türkiye’deki şeyin, o zamanki Genel Kurmay Başkanı’nın tabiriyle sosyal gelişme, ekonomik gelişmeyi geçtiği için bunun frenlenmesi gerekir diye bir muhtıra verdik demişti. Şimdi 12 Mart’ta bir sürü yapılan siyasi operasyonlar veyahut yönlendirmeler, ayrıca bunları savunacak bir, Silahlı Kuvvetler’de buna uygun bir yapı oluşturma niyetiyle Türkiye’nin her yerinden, Anadolu’nun her yerinden, özellikle kırsal kesimden işte başarılı öğrencileri toplayıp bu başarılı öğrencilere 12 Mart’ın hedefleri doğrultusunda fikirlerle yetiştirerekten sağlam bir silahlı kuvvetler yetiştirme projesi gibi ama bu daha sonra ters tepiyor zaten. 76-77 yılında vazgeçildi bu projeden. Biz de zaten o proje neticesinde devre olarak çok büyük sıkıntılar yaşadık.

EYLEM DELİKANLI: Daha önceki asker eğitimi ya da askere alım süreçleri nasıldı? Daha belli bir bölgeden veya belli bir sınıftan öğrencinin alındığı bir sistem mi?

ERGÜN YILMAZ: Şimdi bizim, bizden öncekilerde ve bizden sonrakilerde bizim kadar yaygın bir coğrafyadan öğrenci temini yok. Ya şehirlerde belirli bir okullarda veyahut da belirli yönlerde işte çoğunluk askeri personelle ilgili bağlantılı olan kişilerle falan öğrenci temini şeklinde öğrenciler temin edilmiş. Ama ilk defa bizim devreyle birlikte tüm kırsal kesime bu sınavla ilgili evraklar gönderiliyor ve sınavlara girmesi sağlanıyor. Kırk dört bin civarında müracaat vardı. Tek okul için yapılıyordu zaten. Oradan beş yüz elli öğrenci seçilmişti ve bunların hepsi başarılı öğrencilerdi. Zaman içerisinde işte başka katılımlar da oldu tabi.

00:09:04 - Kuleli Askerî Lisesi yılları, askeri lise öğrencisinin rutin bir günü

Play segment

Segment Synopsis: EYLEM DELİKANLI: Peki Kuleli’ye geldiniz, İstanbul sizin için bir metropol, bambaşka bir dünya olmalı, nasıl hatırlıyorsunuz o ilk zamanları? Onları bir anlatır mısınız?

ERGÜN YILMAZ: Şimdi, on üç yaşımda şeye geldim. Hepimiz zaten on üç, on dört yaşlarında çocuklardık. Biz ilk başta kendi bedenimizden iki misli büyüklükte askeri elbiseler içerisine girince zaten kendimizi böyle garip duygular içerisinde diyeyim. Ama daha sonra ki şeyde, bize her gün vatan için, vatanı korumak için özel seçildiğimiz şeyler, kişiler olduğumuz yönünde ajitasyonlar yapıldı, aşılamalar yapıldı. O tip yetiştirildik. Yani biz, birinci öncelik işte vatandı. Onun için işte özel seçilmiş, zeki öğrencilerdik, zeki kişilerdik. Vatan bizden hizmet bekliyordu. Vatan kurtarılması gereken bir şeydi. Vatan bizden hizmet bekliyordu. Beklenen bu hizmeti yerine getirmemiz için dürüst olmamız, çalışmamız, çalışkan olmamız, adil olmamız gerektiği şeklinde, bu tip eğitimlerle, askeri eğitimlerle takviye edilerekten, işte yaz dönemlerinde falan bizim kamplar olurdu. Yani biz hiçbir zaman için iki ay, üç ay dört ay tatil yapmadık lise döneminde de. Bizim senelik kırk beş gün tatilimiz vardı. Yaz döneminde diğer lise öğrencileri tatildeyken biz askeri kamp, askeri eğitim kampları yapıyorduk ve önümüze hep Mustafa Kemal Atatürk örnek olarak konmuştu. İşte O da köyden gelmişti, dayısının bahçesinde kargaları kovalamıştı ama oradan gelip vatanı kurtarmıştı biz de hedef olarak o noktaya gidebilecek yolun başlangıcındaydık. Bunları şey yaparaktan yetiştirilen, tabii işte on üç, on dört yaşındaki, on beş yaşındaki çocuğun duygularında hep bunlar pompalandığı vakit de haliyle ne diyeyim, biz, kendimizi çok önemli zannetmeye başladık. Hatta şöyle şey yapardık, mesela hafta sonlarında işte izne çıkacağız arkadaşlarla birlikte, bize bol miktarda yapılan şeylerden aman dikkat edin, işte dışarıda her an için sizi kendi ağına düşürmek isteyen mavi gözlü sarışın, ondan sonra fidan gibi kızlar olabilir, aman onlara sakın kapılmayın. Onlar işte birer ajandır, bilmem nedir gibisinden. O ilk gençlik yıllarımız, gerçi hiç öyle gelen de olmadı. Keşke gelseydi. Ama hiç öyle gelen de olmadı. Ama sürekli olarak bu her hafta bize rutin olarak söylenen sözlerden bir tanesi idi. Biz o resmi elbise altında herkes gibi davranamazdık. İşte kötü olamazdık veyahut da yaka bağır açık gezemezdik, bilmem ne edemezdik, çünkü vatan bizden bir şeyler bekliyordu. Ona yetişmemiz gerekiyordu gibi. Öyle yetiştik, yani öğrenim içerisinde. İstanbul’a da o yönde baktık yani. Okulumuz çok güzel bir yerdeydi mesela. Ben Kuleli Askerî Lisesi’ni hala daha gördüğümde içim cız eder. Biz çok güzel bir yerde okuduk ama o duygularla dışarıya çıkıp izin yaptık. O duygularla içeriye geldik, şey yaptık. İstanbul’da gezerken biz hep kendimizi farklı hissettik yani, bize öyle hissettirdiler.


EYLEM DELİKANLI: Peki bir gününüzü anlatır mısınız? Nasıl bir müfredattan bahsediyoruz? Neler öğreniyorsunuz? Bir gün içerisinde sizin yaşınızda, o zamanki yaşınızda, bir askeri öğrenci neler yapıyordu?

ERGÜN YILMAZ: Sabah altıda kalk borusu çalar. Boruyla öğrenciler şey eder, zaten yatılı okuyor. Altı buçuk, altı, altı buçuk arası kalkıp, işte kişisel temizlik, dış fırçalama bilmem ne, ondan sonra temizlik şeyi. Yatakların düzeltilmesi, koğuşun tertipli, düzenli bırakılması. Sabah temizliğinden sonra altı buçuk, yedi arası, sabah kahvaltısı. Yedide sabah etüdü başlar, saat sekize kadar, kırk beş dakika. On beş dakikalık teneffüsler olur sonra altı, şey dört sabahtan, iki öğleden sonra normal dersler. Milli Eğitim müfredatında lise müfredatı dersleri olur. Sonra bir saat kadar bir boş zaman, dinlenme zamanı. Daha sonra bir etüt, akşam etüdü, bir saatlik bir etüt. Akşam yemeği. Akşam yemeğinden sonra iki saatlik gece etüdü, sonra yatma şeklinde, yani normal rutin gün bu şekil devam eder. Bunun arasında, arada mesela dersler olarak şöyle söyleyeyim, bizim dönemimizde, daha sonra değişti onlar, mesela biz İngilizceyi haftada dokuz saat görüyorduk. O zaman normal lise müfredatında iki saat İngilizce şeyi vardı. Ama biz dokuz saat görüyorduk. Beden eğitimi derslerinde savaş beden eğitimi diye geçer, biz normal beden eğitimi derslerinde karatesinden judosuna bilmem şeyine varıncaya kadar her tip eğitimi, her tip sportif faaliyetlere önce ana bilgileri öğrenir ama yetenek ne taraftaysa ona göre de devam ederdi. Dersler olarak, kültür dersleri olarak çok güzel yetiştik. Çok güzel eğitim verildi, hatta bugün çoğu zaman ben kıyaslıyorum da yani üniversitedeki bilgilerden bile daha fazlası bize o zamanlarda, lise çağlarında verilmişti. Çok nitelikli öğretmenler vardı. Biz herhalde normal müfredat içerisinde vardı ama, mesela o şeyde kimya dersinde laboratuvarlarımız falan çok gelişkindi bizim. İngilizcelerde, İngilizce dersinde zaten İngilizce laboratuvar vardı. Üç saat, haftada üç saat mutlaka işte diyalog şeklinde teypten şeyler, ses yayın cihazlarından konuşmalar falan yapardık. Neticede lise eğitimini biz çok güzel aldık. Ve o dönemde eğitim olarak mükemmele yakın bir eğitim verildi bize.

EYLEM DELİKANLI: Kaç yılında mezun oldunuz?

ERGÜN YILMAZ: 74 yılında. 71-74 yılları arasında. O dönemde olumsuz olabilecek hiçbir şeyle karşılaşmadım ben. Daha hala daha şey de hatırlamıyorum yani bizi yanlış yönlendirebilecek veyahut da işte bu cumhuriyetin kuruluşu, devletin kuruluşu yönünde yanlış yöne sevk edebilecek bir yönlendirme olmadı hiçbir zaman için. Tamamıyla Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda ama bilimsel yönde, bilimsel veriler ışığında eğitilebilecek ne varsa verildi. O arada Ecevit hükümeti kurulmuştu. Şimdi MS [MSP], Erbakan’la bir koalisyon olayı söz konusuydu. İlk milli eğitim bakanının bir demeci vardı. Milli Eğitim Bakanı’nın demecinden sonra ben şeyi hatırlarım, iki tane hoca ilk defa öğretmenliğimin zevkini alacağım bu demeci kesin çok iyi hatırlayın gibisinden sözler söylenmişti. Yani öyle çok olumlu öğretmenler, çok olumlu mesajlar vermişlerdi.

00:19:35 - Yükselen toplumsal muhalefetin askeriyeye yansıması

Play segment

Segment Synopsis: EYLEM DELİKANLI: Tam da onu soracaktım. Dışarıdaki bu atmosferin içeriye yansıması ne şekilde oluyordu? Yani belirgin bir şey olmasa da askerler arasında, politik angajman vesaire, sizin hissettiğiniz ya da tanık olduğunuz, içinde olduğunuz herhangi bir--

ERGÜN YILMAZ: Lisedeyken olmadı. Lisedeyken hiçbir olumsuz şey olmadı. Daha sonra biz 74 yılında Kara Harp Okulu’na geçtik. Kara Harp Okulu’nun ilk dört yıllık mezunlarıyız biz. Bizimle birlikte lisans düzeyinde eğitim vermeye başlamıştım. İkinci sınıftan sonra, Kara Harp Okulu ikinci sınıftan sonra, 76 yılından sonra bir şeyler değişmeye başladı, bir şeyler ters gitmeye başladı. 76, 77 ve 78 yıllarında, o dönemler işte dışardaki şeyde, siyasi yapıda, Milliyetçi Cephe hükümetlerinin olduğu yapılardı. Dışarda ne varsa ağası yukarı bize de, işte içerde biz onları hissetmeye başladık. Hatta ben şöyle şey yapıyorum, bilerek yapıldı.

EYLEM DELİKANLI: Nasıl?

ERGÜN YILMAZ: Bilerek yapıldı. Örneğin bir şey çıkmıştı. Şimdi bize askeri anlayışı öğreten hocalarımız karar verme konusunda ve olayları işte çözümleme konusunda kesin tedbirler önerirlerdi. Örneğin üçüncü sınıfa geçtiğimizde zannedersem bir kavga olayı çıktı bizim devrede. Bizim gazinoda. Altı kişi, üç bir tarafta, üç bir tarafta, sağ ve sol tandanslı iki grup, kavga çıktı. Kavga siyasi bir niteliğe bürünmüştü. Mesela o zamanki yöneticiler bunu, bu kavgayı, o gün tedbir alsalardı çözebilirlerdi, ama çözmediler. Onlar, o altı kişiyi, o bizim aramızdan alıp bir şekilde ekarte etmiş olsalardı normal eğitim düzeyi giderdi ama onlar olduğu gibi kaldı. Olay da daha beter yayılmaya başladı. Gruplaşmalar oldu. Olmaması gereken her şey oldu. Neticede, onun sonucunda şu noktaya geldik, o konuşmamın başında bahsettiğim işte bir proje devre deneyiminden sonra o proje 76-77’de bitti derken onu bahsetmiştim. Mesela bizim son sınıfta, 78 yılında şu sözü duymaya başladık biz, ‘sizi teğmen çıkartmayacağız.’ Toptan atma, devreyi toptan Silahlı Kuvvetler dışına atma şeklinde. Hatta bunun için bir toplantı falan yapıldı. Bir sinema salonunda toplanıldı. O zaman işte bir ara dönem de yine Ecevit’in kısa süreyle geldiği, o on bir bakanla falan geldiği dönemde, bizi sinema salonunda toplayıp Genel Kurmay Başkanı’nın gelip konuşma yapıp bizi, işte okuldan komple, tamamımızın devre olarak atılacağımız falan duyumları geldi. Hatta bizi topladılar da sonra biz iki saat falan orda bekledik tekrar şeyimize gittik. O arada yapılan temaslar sonucunda veyahut da işte alınan kararlar, karar değişikliği oluyor. Biz yine devam ettik eğitime. Ama daha sonrakinde de mezun olurken de bize şu söylendi, ‘tamam teğmen çıktınız ama yüzbaşı olamayacaksınız’ dendi.

00:24:42 - Proje devre programının sonlandırılma nedeni, 80’e doğru askeriye içinde darbe söylentileri

Play segment

Segment Synopsis: EYLEM DELİKANLI: Şimdi o zaman biraz geri dönüp tekrar sorayım, Kara Harp Okulu’nun ilk lisans seviyesindeki ilk dönemi dediniz, bu dönem o zaman askeriyenin istediği sonuçları vermediği için mi proje sonlandırılmaya çalışıldı?

ERGÜN YILMAZ: Evet. Evet. Yani şimdi bize, biz Anadolu insanı-- şimdi biz köyde hainlik bilmeyiz. Bize ne verilirse biz onu alırız. Yani Türkiye’nin her tarafındaki vatandaş da aynı şekildedir. Şimdi, tüm ailelerin şeyi nedir, benim annem ve babamı düşüneyim ben diğerlerini şey yapmayayım, işte oğlum okusun, şey etsin, iyi bir meslek sahibi olsun. İşte hayatını devam ettirsin, iyi adam olsun, iyi insan olsun düşünür. Yani herkes bunu şey ediyor, onlar da şimdi vatan için bunu, sizi vatan için yetiştiriyoruz dedikleri zaman, aynı, çakışıyor bu arada, ama yapılmak istenen veyahut da onlardan beklenen başka şeyler olunca bu sefer tabii bu birbirine uymuyor. Mesela ben kıtaya çıktığımda, birlik komutanı olduğumda, tabur komutanım bana şunu demişti, Ergün, niyetini kesinlikle belli etmeyeceksin demişti. Yani şimdi burada bir riyakarlık girmeye başladı. Yani şimdi hep doğru olmaktan bahsediyorduk şimdi burada bak işte şey yaparken niyetini belli etmeyeceksin diyor. Farklılaşma, yetişkin hale geldiğimizde farklılaşma başlamaya başladı. Yani farklı şeyler istenmeye başlandı bizden. O da uymadı tabii. Çünkü karakter oluşmuştu artık orada.

EYLEM DELİKANLI: 78, yani ilk dönem mezunlar, 78 mezunları içerisinde kendini solda tanımlayan çok sayıda asker olduğunu anlıyoruz. Hem sizinle görüşmemizden hem bir önceki görüşmemizden ve o yıllarda da şiddet giderek tırmanıyor ülke içerisinde. Sıkıyönetimler ilan ediliyor belli bölgelerde. Bunun içerideki yansıması nasıl oluyor? Darbe telaffuz ediliyor mu, böyle bir olasılıktan bahsediliyor mu? Nasıl bir tansiyon var?

ERGÜN YILMAZ: Şimdi o alt kademelere gelmez. Bizlere gelmez. Biz o şeyin içerisinde bir nokta, bir zerreyiz yani. Ama şu şey yapar, şöyle düşünmek lazım yani o dönemde sol ve sosyalist düşüncede olanlarda komple genel kanı olarak farklı bir dürüsttür, çalmaz çırpmaz, işte adildir riyakarlık yapmaz gibi tüm erdemler sol ve sosyalist, daha doğrusu kamucu düşünen herkesle bunlar iyi erdemler olarak zaten toplumda yaygın bir kanıydı. Mesela bununla ilgili ben ilginç bir örnek vereyim. Biz yargılanırken, bizim dönem yargılanırken arkadaşlardan bir tanesi savunmasını işkence altında şöyle yapıyor, “Ben onlardan değilim ben falanca yerde birlik komutanıyım, ama orda hırsızlık yaptım. Beni onlarla karıştırmayın.” Şimdi kendisini kurtarmak için, yani o özelliği, sakın ha bak beni onlarla karıştırmayın ben hırsızlık yapıyorum, falanca birlikte hırsızlık yaptım, ben onlardan değilim diye savunmasını yapan bir şey var. Yani orda nitelik olarak tanımlanabilecek siyasi görüşlerde işte, sol çalmaz çırpmaz yalan söylemez, işte kanunlara uyar bilmem ne hep toplumun zihniyetindeki hâkim anlayış bu. Eğer yalan söylüyorsa, çalıyorsa çırpıyorsa, hırsızlık yapıyorsa solcu değildir mutlaka. O arkadaş da kendini öyle savunmaya, öyle kurtarmaya çalışmış. Gerçekten de hakikaten öyle değildi yani o da.

00:29:31 - Askeri eğitim müfredatında gayri nizami harp dersleri, 12 Eylül öncesi ilk görev emri

Play segment

Segment Synopsis: EYLEM DELİKANLI: Peki ama hiç darbe ve darbeye dair en azından eğitimlerinizde, müfredatınız içerisinde bu tür konu başlıkları

ERGÜN YILMAZ: Şimdi müfredatımızın içerisinde zaten bizim gayri nizami harp derslerimiz falan vardı yani. Şimdi normal askeri eğitim içerisinde toplumsal olaylara müdahale, işte meskûn mahallere, mahallerde harekât şekli gibi biz bunu zaten askeri taktik derslerinde bilen, öğrenen kişilerdik yani. Meslek zaten bu. Meslek onlara müdahale etme şeyi üzerine. Düzenli birliklerle harekât ayrıdır, gayri nizami harp yöntemleri ayrıdır. Bunlar bize ders olarak zaten veriliyor orda ve biz bunları hepimiz bilerek mezun oluyoruz oradan.

Şeyde, mezun olduğumuzda da işte ben 11 Eylül akşamı görevdeydim. Birlikten saat 19:00 gibi emir geldi. Kıtaya çağırdılar bizi. İki tane genç teğmen ve benim gibi aynı mezun iki arkadaş tabur komutanı şey yaptı görevi tebliğ etti bize, yani tebliğ ettiği görev de şuydu. Antakya’nın şehir haritası vardı karşı duvarda. Ergün, Asi Nehri’nin sağ tarafı senin, Selçuk, Asi Nehri’nin sol tarafı senin dedi. Gerekli tedbirleri alın saat on ikide, gece saat on ikide tüm planlarınızı anlatacak şekilde beni bilgilendireceksiniz dedi. Emir bu kadardır. Şimdi almış olduğumuz o askeri bilgiyle biz o bölgede nasıl tedbir alacağımızı plan üzerinden tabur komutanına daha sonra bilgi verdik yani.

EYLEM DELİKANLI: Siz o noktada anladınız ne olduğunu her halde.

ERGÜN YILMAZ: E tabi. O ana kadar bilgi yok zaten. Boyutunu da bilmezsin o şeyde, ancak biz gece saat 4’tü çıktığımızda, bize söylenen de şuydu, işte radyoyu takip edin, genel kurmay başkanı konuşma yapacak dendi. Saat 4’te Kenan Evren konuşma yaptı. Biz de o şeyin bir parçası olarak, işte şehri kontrol altına almış birlik komutanlarıydık.

00:32:10 - Arjantin Pavyonu soygunu, Üçüncü Yol’un icadı

Play segment

Segment Synopsis: EYLEM DELİKANLI: Biraz erken girdik şimdi bu konuya ama buna geri döneceğim. Mezuniyetinize geri dönelim. Sizinle beraber tüm askeriyenin dışına çıkarmaya yönelik bir girişim olduğundan bahsettiniz ama bunun bir sonuca varmadığını söylediniz. Sonrasında ne oldu? Mezun oldunuz.

ERGÜN YILMAZ: Şimdi mezun olmadan önce bir sürü işte o dışardaki siyasi şeyler içeriye girdi ama kopma noktasına kadar gelmedi. Daha sonraki dönemde subay temel kursu için piyade okulundayken yine yıl sonuna doğru, Temmuz ayı veya Ağustos başları gibi idi, temmuz ayı içerisi de olabilir yani şu an tam hatırlayamıyorum. Bizim devre dört tane arkadaş, bir siyasi soygun olayı, Arjantin Pavyonu soygunu diye bir siyasi soygun olayına girdiler, kalkıştılar. O soygun olayından sonra, oranın da aslında dışarıya yansıtılması çok farklıydı. İşte dendi ki, işte varoşlardaki fakir halkın kızlarını işte yeraltı dünyasının, işte fuhuş sektörü, bilmem işte şey eder, zorla kandırıyorlar, ondan sonra bunların sırtından para kazanıyor, işte onların bir günlük hasılatını kamulaştıracağız anlayışıyla öyle bir eylem yapıldığı söylendi. Ama başarılı olmadı o eylem. O tespit edilen yer, o pavyon olayı uyuşturucu baronlarının paralarının toplandığı yermiş. Yani normal pavyon şeklinde değil de uyuşturucu ticaretinin baronlarının ayda bir gelip parayı paylaştıkları, o paraların, uyuşturucu paralarının orada toplandığı bir yer, bir pavyon. Eylemin düzenlendiği akşam tesadüfen baronlar da orda toplantıdalar. Bunlar şeye giriyor, işte içeriye soygun, bu bir soygundur diye. İlk defa orda bir örgüt adı lanse ediliyor. Mevcut örgütler içerisinde piyasanın dışında, hiç olmayan, ilk defa adını orda duyduğumuz, Üçüncü Yol diye bir örgüt şey ediyor. O baronların korumaları onlara karşı koyuyor, bunlar kaçıp gidiyorlar. Kaçıp giderken yan tarafta bir banka şubesinde görevli bir asker olayın ne olduğunu anlamıyor, o karışıklıkta şehit oluyor. Olay işte, bizden de şeye, olaya karışanlardan bir tanesinin tabancası o çatışma sırasında orda düşüyor, bulunuyor. Oradan o tabancadan doğru bunlara ulaşıyorlar. O vatandaş, bizim devre olayın başında olan vatandaş daha sonra bizim üç arkadaş beraber kaldığımız, ben ve diğer iki arkadaş, beraber kaldığımız eve yaralı olarak geliyor. Şimdi olay Çeliktepe’de oluyor. Bizim ev Kartal-Pendik arasında. Yol üzerinde falan değil. Yani şimdi bir olaya karıştın, başarısız oldu, kaçıyorsun, kaçarken gideceğin yer, yani B planı yapmazsın ama veyahut da planın dışında bir yer olur belki ama yolun üzerindendir, canını kurtarmak için, kendini kurtarmak için bir yere sığınırsın, burası öyle bir olay değil. Yetmiş kilometre ilerde arkadaşının, arkadaşlarının bulunduğu, ki silahlı kuvvetlerin bu konuya ne kadar hassas olduğu, bunun yakalandığı vakit tüm devreyi cezalandıracağı, atacağı bilinen, bilinmemesi gibi öyle bir olay olmaz yani, bilinçli olarak oraya geliniyor. Geldiğinde ben evde yokum. İki arkadaş evde. İki saat falan kalıyor. Arkasından onu tedavi etmek için, o iki saatlik süre içerisinde bir hemşire geliyor eve tedavi için. Şimdi bugünkü gibi konum atma yok, bilmem ne yok, şu yok bu yok, yani bu planlanmış bir olay. Yani hemşire o evi nerden biliyor, hemşireye ulaşım, yani o günkü haberleşme şeyi adına, ki bu arkadaş bizim eve daha önceden gelmiş gitmiş bir olay değil yani, evde bulunanlarla samimiyeti yok. Sadece yine benim olmadığım bir zamanda bir ay kadar önce, bu olaydan bir ay kadar önce bir otuz beşlik rakı alıyor. Ya bu akşam diyor ondan sonra içelim, canım içmek istedi, diye bir arkadaşın peşine takılıp birlikte bizim eve geliyorlar. Şimdi üç kişi bir otuz beşlik rakı nasıl şey yapacaklarsa, alem yapacaklarsa, öyle şey yapıyor. Zaten orda evi tespit ettikten sonra da çekip gidiyor. Zaten amaç orda şey değil, evde adres tespiti yapma. Onu getirenler de zaten, daha sonra hemşireyi getirenler de evi biliyorlar ama evdekilerin hiçbirisinin haberi yok. Yani 12 Eylül sonrası, yakalandıktan sonra, görevden sonra biz, 83, 84’de bu konuyla ilgili yargılandık, ki en şiddetli şeylerde bile o evdeki üç kişinin örgütle bir bağı olmadı. Hatta öyle bir örgütün de olmadığı zaten, Üçüncü Yol diye bir örgütün olmadığı, o akşam çıkartılmış bir örgüt ismi olduğu. Böyle bir şey oldu. Ama bunun neticesinde bu ve bunun dışında bir başka olay da o bize Harp Okulu’ndayken söylenen teğmen oldunuz ama yüzbaşı olamayacaksınız şeyine giden, taşları döşeyen eylem oldu. Bu Evren’in o şey akşamı söylediği, 12 Eylül gecesi söylediği işte biz veyahut daha sonraki şeyde, şartların olgunlaşmasını bekledik, dediğine hazırlık dönemdi. Bu anlattığım 79’da olan bir olay.

00:40:13 - Olmayan Üçüncü Yol örgütüyle ilgili gözaltı

Play segment

Segment Synopsis: 79’da bu olaydan on dört gün sonra biz bir gece operasyonuyla üç arkadaş evden emniyete götürüldük. İstanbul’da kendi şeyimizden. O akşam evde operasyon için geldiklerinde ben şaşkın bir vaziyette ve kapıya geldiğinden sonra ekarte edilmiş vaziyette işte şey yapıldı. Ben burada arama yapılamayacağını subay olduğumuzu, subayın evinin aranamayacağını falan bağırıyorum, şey ediyorum ama çok işte kırk, elli kişilik bir operasyon timi gelmiş işte şey falan. Ama benim o direnmem şeyinde içeri de girmediler. O zaman o kadar saygı vardı yani. Biz kuralları biraz şey yapalım diye, yarım saat falan içerisinde savcılıktan arama emri geldi. Komutanlıktan, merkez komutanı şeyiyle askeri savcılıktan arama emri geldi. Bizim ev arandı. Darmadağın edildi falan hatta o akşam şimdiki eşim, o zamanki, o zaman sözlüydük daha yeni şeydi, tanışma devresinde, onlar da kayınpeder, kayınvalide ve eşim şimdiki eşim, o zamanki arkadaşım diyeyim evdeydi. O kadar şeyim ki, olayın dışındayım ki kayınpeder Almanya’ya gidecekti, emniyet birimleri ya amca biz seni bırakırız havalimanına dediler. Onu havaalanına bıraktılar. Ben eve sanki işte ifade verip dönecekmişim gibi, evin anahtarını bile kayınvalideyle hanıma vermedim. Sanki gideceğim işte ifade verip döneceğim gibi şey ediyorum. Arkadaşlardan bir tanesi benim misafirlerim olduğu için o akşam başka bir yerde kalmıştı. Bizi iki arkadaş götürdüler. Bizi önce Merkez Komutanlığı, sonra Gayrettepe’ye gidildi. Durumun ciddiyetini anlamaya başladık. Dört gün, toplam on dört gün hızlandırılmış eğitimden geçtik. O ilk dört gün zifiri karanlık bir oda, hiçbir şey yok. Bir metre karelik falan bir şeydi. Öyle bir hücreden hiçbir sorgulama yapmadan, gece gündüz birbirine karışmış vaziyette. Ne olduğunu da bilebilecek şeyde, yani böyle ilk defa tanıştığım bir hücrede kalmıştım. Sonra sorgulama olayı başladı. Ben, o on günlük süre içerisindeki şeyi hatırlamak da istemiyorum, anlatmak da şey etmiyorum. Anlatırım belki ama yani bu işkenceyle ilgili söylenen ne varsa hepsi yapıldı.

00:43:37 - İşkenceli sorgu, soruşturma süreci ve askeriyeden ihraç

Play segment

Segment Synopsis: EYLEM DELİKANLI: Sorgunuzu kim yapıyor?

ERGÜN YILMAZ: Emniyette polis yaptı.

EYLEM DELİKANLI: Ne soruyor size?

ERGÜN YILMAZ: İşte olayı sordu. Örgüt adını o ilk defa duyduğumuz şeyi sordu. Soygun yapanlarla ilgili bana soruyor. Silahlı Kuvvetler içerisinde kimle bağlantılı, kimlerle şeyi falan. Neticede onlar da net olarak ne soracaklarını da bilmiyorlardı. Ama o on gün şeyinde, akla gelebilecek her şey uygulandı bende. Falakası, elektriği, bilmem şunu bunu hepsi şey oldu. On gün sonra, on dördüncü günde tamam dediler, ondan sonra biz işte tüm şeyde senin bu işin dışında olduğunu şey ettik. İfade aldılar. Ondan sonra bizi savcılığa götürdüler. Savcı soruşturma devam etmek üzere serbest bırakılmamızı şey yaptı. Birliğe, kıtaya gittik. O piyade komutanı çağırdı. İşte gelin bakalım ne oldu, ne bitti diye. Gittik. Dedi, anlattık. Anlattım ben olayı. Bu küplere bindi. “Benim teğmenime nasıl böyle bir şeyler yaparlar, ondan sonra kim yapar, bilmem ne yapar” falan böyle bir iki yalandan delilik yapacak şekilde. İşte o gün akşam okuldan çıktıktan bugün buraya geldiğime kadar olan şeyi, kaç sayfa sürerse sürsün ayrıntısına kadar her şeyi anlat bana ben bu işin üzerine gideceğim, bilmem ne gideceğim. Ben her halde on beş yirmi sayfalık falan bir, o on beş gün içerisinde geçen, piyade okulundaki mesaiden bittikten gözaltı süresi sonrası gelinceye kadar olan dönemi anlatan bir şey ettim. O yazdıklarımı okuduktan sonra, nasıl olur kim yapar, ondan sonra ben bunun hesabını soracağım, bilmem ne yapacağım gibisinden, yalandan bir sürü delilikler. Ki bu bilgiler, hepsi genel kurmaya kadar gitmiş olması lazım. Gitmiştir de mutlaka. Ama sonuç sıfır. Sonra işte devamında jandarma subay temel kursu, sonra kıta komutanlığı derken işte 12 Eylül’de görev, sonra 82 yılında, iki yıl sonra bu olay bahane edilerekten hakkımda son soruşturma açıldı diye mahkeme kararı nedeniyle açığa alındım ben. On sekiz ay açıkta kaldıktan sonra da yine aynı olay gösterilerekten ihraç edildim. Resen emekli diye o zaman şey yapıyordu, askeri şeyle ilgili birinci bölüm bu kadardı.

00:47:18 - Askeri müfredatta gayri nizami harp teknikleri

Play segment

Segment Synopsis: EYLEM DELİKANLI: Peki siz özel harpten bahsettiniz, bunların eğitimini aldığınızdan bahsettiniz. Öncelikle onun içeriği neydi, onun menşei neydi daha doğrusu o eğitimin. Bu tamamen Türkiye’deki askerlerin ve ordunun hazırladığı bir eğitim müfredatı mı yoksa başka yerlerden yardım alınarak yapılmış bir şey mi? Bu birincisi. İkincisi, biraz önceki işkencede, gördüğünüz işkencelerle bağlantılı olarak sizce İstanbul Emniyeti’ndeki birimler bunu sistematik bir şekilde yapıyorlar mıydı yoksa o günün oradaki sorumlu kişisinin inisiyatifinde bir durum muydu? Bunu en iyi tespit edebilecek eğitim ve tecrübeye sahipsiniz.

ERGÜN YILMAZ: Şimdi şöyle, askeri ders şeyinde zaten bizim kendi müfredatımızda, askeri müfredatta ders olarak gayri nizami harp vardır. Her subayın da bunu bilmesi lazım. Yani bu toplumsal olaylara müdahale olayı. Ama bu işte yasal sınırlarının çizilmesi gerekir. Meskûn mahallere müdahale olayı. Bu normal askeri harekatlar içerisinde, düzenli orduların dışında işte herhangi bir silahlı kuvvetler düzenli ordularla savaşmak için kurulmuş bir kurumdur. Jandarma, o zaman ki, şu an değişti gerçi ama o zamanki yapısı itibariyle kırsal kesimde asayişi sağlayan askeri birlikler idi. Yani polisin şehir merkezindeki polisin yaptığını kırsalda yapan emniyet güçleri ama o zaman genel kurmayla da ve silahlı kuvvetlerle daha yakın diyaloğu olan birlikti. Türkiye’deki toplumsal olaylar geliştikçe yani bu toplumsal olaylardaki müdahale olayları sıkıyönetimle filan şey yapılınca haliyle bunlar daha çok önem kazanmaya başladı. Normalin dışında daha fazla eğitimler verilmeye başladı. Bunları derslerde görüyorduk biz. Ama bu şey olarak algılamamak lazım, yani bu örneğin bir günümüzün şeyiyle SADATvari falan böyle bir olay değil yani. Gayri nizamı bir olay değil. Yasal boyutları içerisinde bir meskûn mahalde, bir yerleşim yerinde emniyet ve asayişi sağlamak için alınacak tedbirler vardır. Bizim 12 Eylül’de yaptığımız olay da buydu işte. Hangi köşede, ondan sonra nerede ne şey edileceği bilinen, bu vatandaşa zarar verme adına değil. Bu normal, işte ne diyeyim. Gerçi bu zaman içerisinde boyut değişti. Tehlikeli boyutlara girdi. Olmaması gereken boyutlara da gitti. İşte JİTEM’di bilmem neydi onlar şey yaptı ama bunun daha öncesinde yapılması gereken aslında yasal çerçeve içerisinde bu müdahaleler karışıklıkları önlememek için, şey önlemek için yapılması gereken müdahaleleri içeren bir eğitimdi bu. Ama bu daha sonra iktidarların siyasi hedefleri doğrultusunda bu eğitilen birlikler, eğitimler işte siyasi amaçlar için de kullanılmaya başlandı ve çok şey boyutlara gitti, JİTEM bunlardan bir tanesidir. İşte daha sonraki aşamada şu anda da SADAT benzeri kurumlar mesela. Yine onlar da askeri şey içerisinde türeme bu yönlere doğru giden birliklerdir. Ama bunun bizim gördüğümüz, Harp Okulu’nda gördüğümüz ana gayri nizami harp olayıyla pek bağı yoktur. Orda o yasal sınırlar bize verilirdi. Ama daha sonraki aşamada işte ne derecede aşıldı artık ayrı bir inceleme konusu.

00:52:01 - Askeri personele uygulanan ilk işkence

Play segment

Segment Synopsis: EYLEM DELİKANLI: Sizin gözaltı, sizin emniyete getirildiğiniz dönem henüz darbeden bahsetmiyoruz.

ERGÜN YILMAZ: Hayır hayır bir yıl önceki sene. Bir yıl öncesi.

EYLEM DELİKANLI: Doğru.

ERGÜN YILMAZ: O, işte teğmen oldunuz, yüzbaşı olamayacaksınızın şeyiydi o eylem. Onun hazırlık dönemi.

EYLEM DELİKANLI: Şunun için soruyorum, sonuçta daha 12 Eylül’e gelmeden işkence bir yöntem olarak, 71’den itibaren hatta Türkiye’de uygulanagelen bir

ERGÜN YILMAZ: Tabii tabii.

EYLEM DELİKANLI: bir yöntem ve o dönemde bile son derece sistematik ve belli bir çerçeve içerisinde uygulandığını söyleyebilir misiniz?

ERGÜN YILMAZ: Şimdi, bu da 12 Eylül dönemi içerisinde ilk işkence uygulanan kişi benim. O üç kişinin içerisinde de ilk, yani o daha önceki dönemde işte sivillerde bu bol miktarda uygulandığı açığa çıkmıştı ama askeri personele uygulandığı çok az, belki de hiç yoktu. Onun ilk şeyi benim.

00:53:24 - İşkence sonrası adalet arayışı

Play segment

Segment Synopsis: EYLEM DELİKANLI: Peki ne düşündünüz, yani siz sonuçta bu ülkenin en güçlü kurumlarından biri olan ordunun mensubu bir insansınız, bir suçlamayla gözaltına alındınız ve işkence gördünüz. Bu sizin şimdiye kadar anlattığınız eğitimlere de ters, hukuka da - -

ERGÜN YILMAZ: Her şeye ters.

EYLEM DELİKANLI: Her şeye ters.

ERGÜN YILMAZ: Evet.

EYLEM DELİKANLI: Ne düşündünüz?

ERGÜN YILMAZ: Bir insanlık suçu işlendi. Şimdi bu, ne düşündüm, bize öyle bir anlayış verilmiş ki yani devlet, devlet bir kutsal devlet, hata yapmaz veyahut ondan sonra orda bir iki kişi hata yapsa da diğerleri mutlaka aklı selim hareket eder, zihniyetimize yerleştiği için, ben mesela o şeyden yirmi, yirmi beş sayfa yazmış olduğum o yazıdan, o okul komutanının o riyakar davranışlarından, benim ‘teğmenime nasıl böyle bir olaylar yapılır ondan sonra nasıl ederler ben işte asarım keserim’ bilmem ne şeyi ona inanmış olarak, onun sonucundan iyi bir şeyler geleceğini, yani benim kendi açımdan iyi bir şeyler geleceğini bekledim, ama gelmedi. Şimdi orada benim için devlet şimdi o sınavı geçemedi. O gelmedi, ki o yazı Genel Kurmay’a kadar gitmiştir, yani eminimdir ondan. Daha sonraki aşamada devlet şunu da şey etti, ben mesela 90’lı yıllardan arada yaşanan diğer şeyleri de ayrıldıktan sonra ki, onu biraz sonra belki konu gelir anlatırız. Yaşadıklarımı, ayrıldıktan sonraki durumu, beni o res’en emekli ettiklerinden sonraki durumları şey yapan yine sekiz, on sayfalık el yazımla, ki şey yapmasınlar diye öyle fotokopiydi bilmem ne falan olmasın daktilo maktilo değil, kendi el yazımla yani hepsine sahip çıkarak kendi yazdığım bir mektubu Jandarma Genel Komutanı, Genel Kurmay Başkanı, Başbakan, Başbakan Yardımcısı ve Cumhurbaşkanı’na iki sefer şey gönderdim ben, mektuplar gönderdim. Ve bunların hiçbirisinden de bir cevap gelmedi biliyor musun? Yani en azında yahu sen böyle böyle iddiada bulunuyorsun, sen haksızsın deyip, ne diyorsun diyen olmadı. Şimdi, 90’lı yıllardı, direkt isimlerine gönderdim. İadeli taahhütlü gönderdim. Bu mektuplar hepsine gitti. Sen kimsin, nesin, niye bunları gönderdin diye bu makamlardan, bu beş tane makamdan ne Genel Komutanlık çağırdı ne Başbakan Yardımcısı ve Dış İşleri Bakanı’ydı Erdal İnönü o zaman ne Başbakan ne Cumhurbaşkanı ne Genel Kurmay Başkanı çağırmadı. Veyahut da sormadı, veyahut da sonuca getirmedi yani ben orda sonuçta bir şey talep ediyorum. Ve o şeyde devlet olayı, kafamda o kutsal devlet şekil değiştirdi ondan sonra.

00:57:21 - 12 Eylül günü ilk görev emri

Play segment

Segment Synopsis: EYLEM DELİKANLI: 12 Eylül gününe geri dönelim. Siz, size bir görev bildirildi, siz de o görevi icra etmek üzere yola çıktınız. Sonrasını anlatır mısınız bana?

ERGÜN YILMAZ: Şimdi, bize görev, işte biz birlik komutanı olarak tabur komutanı çağırdı, işte Asi Nehri’nin sağ tarafı senin sol tarafı senin şeklinde kısa bir emir, gerekeni yapın. Bu öğrendiğimiz bilgilerle, biz işte birlik tespit edip köşe başlarında emniyet alacak şekilde nöbetçiler, şeyleri tespit edip oradaki nizamı sağlamak, düzeni sağlamak, yani bizim görevimiz askeri birlik olarak görevimiz oydu. Yoksa orda kimi tutuklama, sorgulama bilmem ne öyle bir görev yok o akşam için. O akşam bize verilen diğerlerinin yapacağı işleri güvenliğe alacak, eğer orada işte Emniyet’ten veyahut da Silahlı Kuvvetler’in diğer birimlerinden gelip Ergün’ü veyahut da Eylem’i, almak için geldiğinde bir karışıklık çıkmasın diye oradaki güvenliği sağlamakla görevli, biz öyle bir mekanizma içerisinde o şey, yoksa karar mekanizması içerisinde değildik. Biz asayişi sağlamakla görevli.

00:58:55 - Darbenin ilk on gününde görev alanında yaşananlar

Play segment

Segment Synopsis: EYLEM DELİKANLI: Sizin olduğunuz yerde sonraki bir, bir hafta, iki hafta nasıl geçti? Neler oldu?

ERGÜN YILMAZ: Şehir merkezinde herhalde on gün kadar kaldık biz. Zaten on gün içerisinde de sükûnet sağlanmıştı. Bize gerek kalmadı birliklere döndük.

EYLEM DELİKANLI: Neler gözlemlediniz o süreçte?

ERGÜN YILMAZ: O süreçte, ya bizim öyle vatandaşımız kurallara uyar aslında. Dur dendiğinde durur yani öyle bir problem yaşamadık biz. Bizim kendi bölgemizdeki asayişle ilgili konu içerisinde. Sadece şöyle bir şey olmuştu. Üçüncü veya dördüncü günü, Emniyet birimleri benim bulunduğum bölgede birilerini almak için gelmiş, giderken benim haberim olmuştu. Görev icabı o şeyde, şimdi haberim olunca giderken ben bozulmuştum. Yani benim bölgeye geliniyor, işte falanca alınıyor, benim haberim yok. Yani ben o zaman kendi birlik komutanıma demiştim, yani işte önceden haber verilirse, ben orada görev yapma adına, asayiş sağlama adına en azından nizamı sağlayabiliriz yoksa böyle habersiz bir şekilde alındığında bir problem çıksa, bir dirençle karşılaşsalar, ben sorumluluk kabul etmem şeklinde böyle bir müdahalem olmuştu. Onun dışında bizim zaten bir şeyimiz yoktu. Karar veren mekanizma, karar mekanizması içerisinde olmadığımız için karar verenler işte kimi alacaklarsa geldiler, aldılar, gittiler.

EYLEM DELİKANLI: Onların nereye götürüldüğünü ve --

ERGÜN YILMAZ: Yok, biz o konuyla ilgili değildi. Biz rütbe olarak zaten o şeyde değildik, sorgulama ekibinde değildik.

EYLEM DELİKANLI: Ama sizin bir fikrinizin olması lazım, kendiniz de bunun içinden geçtiğiniz için.

ERGÜN YILMAZ: E tabii.

EYLEM DELİKANLI: Ne düşündünüz?

ERGÜN YILMAZ: Şimdi 12 Eylül tam bir insanlık suçudur. Yani insanlık suçunun tarif edildiği vakit 12 Eylül uygulamaları içerisinde hepsini bulabiliriz. Orada insan sıfırdı. Orada zaten kutsal devlet, devlet için her şey olması gerekir düşüncesiyle kişiler alındılar, götürüldüler bilmem ne edildiler işte, çok acı günlerdi, başka ne diyeyim. Yani bunları hep birlikte yaşadık.

01:02:03 - Üçüncü Yol dava süreci, ceza maddeleri

Play segment

Segment Synopsis: EYLEM DELİKANLI: 83 yılında, 84 yılında tekrar davaya dahil edildiğinizi söylediniz.

ERGÜN YILMAZ: Evet.

EYLEM DELİKANLI: Üçüncü, THKP-C Üçüncü Yol Davası. Anladığımız kadarıyla bu biraz devletin bu, ordu içerisinde kendini solda tanımlayan askerlere verdiği bir isim gibi duruyor, en azından dava ismi olarak. Bu davada ne ile yargılandınız hangi maddeler, dava süreci nasıl işledi? Onları anlatır mısınız?

ERGÜN YILMAZ: Bu dava, şeyde ben cürüm işleyenlere yardım ve yataklıktan yargılandım. Yani o örgüt bağı kurulamadı. Biz, benimle birlikte kalan diğer iki arkadaş da zaten örgüt bağı olmadan cürüm işleyenlere yadım ve yataklıktan üç yıla yakın ceza aldılar. Onlar daha sonra hakkını da alamadılar zaten. Bize, ceza aldıkları için yirmi dokuz yıl sonra verilen haklar onlara verilmedi. O iki arkadaşa verilmedi. O Üçüncü Yol, THKP-C Üçüncü Yol olayı benim kafamda büyük bir muammadır. Kocaman bir soru işareti var orada.

EYLEM DELİKANLI: Neden?

ERGÜN YILMAZ: Şimdi, orada dört arkadaş, o olayda katıldığı söylendi. Onlardan bir tanesi daha sonra 12 Eylül döneminde de bu baskıcı dönemde de eylem yapılabilir düşüncesiyle Sakarya, Akyazı tarafında herhalde ondan sonra bir kuyumcu soygunu sonrasında yakalandı ve çok hızlı bir yargılama sonrasında idam edildi. Onun dışındaki diğer üç arkadaşın daha sonraki yaşantıları o soru işaretlerimi benim artırıyor. Yani ben niyet okuma veyahut da şey etme değil de. Şimdi mesela o idam edilen arkadaş, ona şeyde teklif ediliyor, idamdan bir gün önce

EYLEM DELİKANLI: İsmini de söyleyelim mi?

ERGÜN YILMAZ: Ömer, Ömer Yazgan. Ona teklif ediliyor, MİT tarafından. MİT’de görevli birisi. “Sen tüm şeyi deşifre et seni kurtaralım” diyor. Ben arkadaşlarımı satmam diye kabul etmiyor ve ertesi gün idam ediliyor. Fikrinde samimi olarak devam ediyor. Yaptığı eylem her ne, eyleme konusunda karar ayrı ama niyeti ve samimiyeti konusunda takdir edilecek bir davranış gösteriyor. Ama bununla birlikte olan arkadaşlardan bir tanesi, ben onun daha sonra yazmış olduğu bir kitabı, tanıtımını gördüm. Said-i Nursi’ye güzellemeler yapıyordu tanıtım yazısında. Şimdi, nasıl bağdaştıracağız bunu? İncelemeler yapmış Osmanlılar üzerinde, işte Osmanlı’daki şeyler, bilmem, her halde bir iki tane kitabı var bu konu içerisinde. Bizim devre, grup mail şeyleri falan var oralardan birisinde gördüm zannedersem kitabını alıp okumadım ama. Şimdi birisi idama gidecek kadar o savunduğu fikirlerde samimiydi, diğeri de daha sonraki aşamada Said-i Nursi’ye güzellemeler yapacak kadar. Hatta onu bir halk kahramanı falan diyor zannedersem.

01:06:37 - Dava sonucu verilen cezalar

Play segment

Segment Synopsis: EYLEM DELİKANLI: Peki bu davanın sonucu ne oldu? Siz ne ceza aldınız? Onları birazcık daha derli toplu anlatır mısınız?

ERGÜN YILMAZ: Ben, ben ceza almadım. Ben beraat ettim. Ve o şeyde, şeyi söyleyeyim, şimdi o diğer dört arkadaştan diğer ikisi, biri zaten şeye gitti o olaydan sonra tamamıyla kayıplara karıştı, sonra Hollanda’da öğretim üyesi olduğu söylendi. Ama hiçbir şeyi kalmadı. Diğeri de bir veya iki sefer cezaevinden işte firar etti yani. Firarları konusunda da ayrıntılarda çok, ayrıntısını bilmiyorum ama öyle kolay firarlar gibi görünen bir şeyler. Sonra bu yargılama sonunda, o bizim dava, bizim dava sürerken, dava uzun, uzamasın diye onun da dosyasını ayırmışlardı asıl işte cürüm işleyen oydu. Biz de cürüm işleyene yargılamadan, yardım ve yataklıktan yargılanıyorduk. Ben evde olmadığım için beraat ettim. Mekân şahidi de göstermiştim. İşte o şeyde, diğer iki arkadaş evde bulunmaları hasebiyle cürüm işleyenlere yardım ve yataklıktan ceza aldılar. Ama daha sonraki bir şeyde yine internette gördüğüm bir şeyde 90’lı yıllarda bu cezaevinden önce yakalanıp firar eden işte sonra yurt dışına giden, yurt dışından geldikten sonra bizden dosyası ayrılmıştı, dosyası birleştiğinde, şeye dosyası yargılaması yapıldığını beraat veriliyor. Birinci yerel mahkemede beraat ediyor. Şimdi Yargıtay daha sonra davayı, dosyayı bozuyor da tekrar yargılanıp ondan sonra cezaevine giriyor çünkü cürüm işleyen yok ortada beraat etmiş. Cürüm işleyene yardım ve yataklıktan ceza almış üç tane şey var yani, askeri personel var, karışıklık orda şey ediyor. Böyle şeyler oldu. Sonra bu niyet okumak zor bir olay, kimsenin niyetini şey, zaten o dönemde çok fazla bir şey oldu ama, savrulmalar çok oldu bu şeylerde. Bizim devre ile ilgili eylemlerin önde gözükenlerinde daha sonra böyle çok ters savrulmalar, elbette ki bazı soru işaretlerini ister istemez herkesin kafasına yerleştirdi.

01:10:19 - Beraat kararına rağmen göreve iade talebine ret

Play segment

Segment Synopsis: EYLEM DELİKANLI: Siz beraat ettiniz.

ERGÜN YILMAZ: Geri kabul olmadı. Zaten işte beraattan sonra göreve iade istemiştik. Göreve iade olmadıktan sonra beş tane yetkili büyük devlet adamlarını, yani suçum ne, niye şey yaptım diye yazdım ama cevap olmadı. Biz ayrıldığımızda, bizim tüm arkadaşlar ayrıldığında bir de bizim genel bilgi toplama şeye İçişleri Bakanlığı dosyasında devlete karşı işlenen suçlardan yargılandı diye not düşüldü. Tüm yerel yöneticiler, önüne sadece ayrıntısı gelmiyor ama bu bilgi gittiği için biz potansiyel suçluyduk sürekli olarak. Ve daha sonraki aşamada da işte ticareti yaparken de biz bunları sürekli yaşadık.

EYLEM DELİKANLI: Yani orduya geri dönemeyince, göreve iade edilmeyince ticarete başladınız.

ERGÜN YILMAZ: Ticarete de rahat bir ticaret ortamı sağlanmadı yani. Biz çünkü tehlikeli, potansiyel suçlu pozisyonundaydık. İtibar suikastlığı sürekli olarak yapıldı bize, onu diyebilirim.

01:11:56 - Meslekten ihraç sonrası ailecek hayatta kalma çabaları

Play segment

Segment Synopsis: EYLEM DELİKANLI: Peki bu arada aileniz neler yapıyor? Nasıl bir süreçten geçiyorsunuz bu çalkantılar içinde?

ERGÜN YILMAZ: Bu çalkantılar içerisinde mümkün olduğu kadar onları uzak tutmaya çalıştım ama en son durumda, ki bu bana subaylıktan ayrılmaktan daha ağır gelmişti aslında ikinci bir şey. O zaman Ela Nur işte TED Koleji’nde okuyordu. Karabük TED’de okuyordu, eşim öğretmendi, sınıf öğretmeni. Kızım bir başka, diğer şey Elif bir başka okuldaydı. Tabi tüm yaşantı şey yaptı. Onlara ben o iş şeyinin şeyini elbette ki oradaki rahatlığı zamanında çok yaşamışlardır ama daha sonra kaybı da yaşadılar ama şükür onlar anlayışlı şeylerdi hep birlikte kalktık, oradan son topladığımız döküntülerle birlikte, işte ne kurtarabildiysek Ankara’ya geldik, oraya yerleştik. Önce bir şeyi, sosyal güvenliği sağlayarak, işte emekliliği garanti etmek için, BAĞ-KUR’dan emekli olabilmek için bir market açtık. Mahalle bakkalı şeklinde. Küçük mini market şeklinde. Şey dönemi, ailecek o dönemde hep birlikte o mahalle bakkallığını yürüttük. İşte Ela Nur yedi sekizdi. Elif beş, altı, yedi o marketle büyüdü. Sonra BAĞ-KUR’dan emekli şey yapınca, çünkü mahalle bakkallığı dünyanın en zor işlerinden bir tanesi. Herkesten önce kalkıp açacaksın çünkü sabah işe gidecek ekmek alacak, süt alacak. Gece en son yatanla birlikte yatacaksın. Gece saat on ikide, birde şeyde, tek kişi yapman mümkün değil, tüm aile perişan vaziyette. Tüm aile birleşip bir yere gidemezsin, öyle bir şey. O BAĞ-KUR emekliliğini hakkettikten sonra onu devrederekten o işi bıraktık sonra başka şeyler yapmaya başladım. İşte 2003’te BAĞ-KUR’dan emekli olduktan sonra 2015’e kadar bildiğim iş akaryakıt sektörü olduğu için bir başka firmada, yok önce bir okulda mali ve idari işler müdürlüğü yapmıştım sonra da bir akaryakıt istasyonunda işletme müdürlüğü yaparak hayatı devam ettirdim. O arada da bizim işte 2011 yılında silahlı kuvvetlerden 12 Eylül döneminde siyasi nedenlerle ayrılanların ceza almayanlara, mahkeme kararıyla ceza almayanları hakları verildi. Kıdemli albay statüsüyle emekli sağlandı. O şeyle şu anda işte, kıdemli albay rütbesiyle emekli pozisyonunda hayatımıza devam ediyoruz. Emeklilik üzerine albay oldum.

01:15:38 - Özel yetiştirilmiş işkenceciler

Play segment

Segment Synopsis: EYLEM DELİKANLI: Peki biraz, şimdi geri dönerek başka şeyler sormak istiyorum size. Sonuçta sizin dava süreciniz ve sonrasındaki süreçte Türkiye’de, Türkiye’nin binlerce noktasında işkence merkezleri kuruldu. Hapishaneler, gözaltı merkezleri, emniyet müdürlükleri bu iş için kullanıldı. Çok isim var, bunların birçoğu da bizim askeri sorumlular dediğimiz darbe suçlarından sorumlu olan askerlere ait. Bütün bunlar, biraz önce bahsettiğiniz eğitim sürecinden geçmiş bir kadronun, tamam hepsi belki yukarıdan bu işin içerisinde bire bir organize edenlerden olmayabilirler ama artık bir noktada gönüllü olarak buna evet dediklerini ve bütün bu suçları işlediklerini düşünüyoruz. Ne diyebilirsiniz bu konuda?

ERGÜN YILMAZ: Şimdi, gönüllü olarak bu işe hevesli olan personel bulmakta zorluk çekmez devlet.

EYLEM DELİKANLI: Neden?

ERGÜN YILMAZ: Onu özel yetiştiriyor ve yani kişiler. O tip kişiler, yetişmiş bizim devre arkadaşlarımızdan da var. Mesela şimdi herkes, bizim dönemden 297 kişi ayrıldı ama bir kısmı onun görev değişikliği oldu sadece, adres değişikliği oldu. Benim çektiğim eziyeti çekmedi, veyahut da benim çektiğim o sıkıntılı dönemi yaşamadı yani o şeyi yaşamadı, onu daha sonra da görüyoruz. Bir kısmı zaten o şeyde, mesela biz Harp Okulu’ndayken bizim devrede, bizim devreyi dışarda elli tane sivil liseden arkadaş geldi. Bunların bir kısmının yaş olarak bizim, bizlerden üç beş yaş daha büyük olduklarını biliyoruz. Ve bunların hepsi, o sonradan gelenlerin hepsi, biz nasıl işte her şehirden bir tane, iki tane isek, her köyden bir taneysek bunların hepsi de belirli bir merkezden gelmiş gibiydi. Genelde Ülkü Ocakları bağlantısı, bağlantılı olarak gelenler, silahlı kuvvetler içerisinde, bir sürü bu tip işlere istekli, personel yetişti, çıktı. Daha önceki dönemlerden de vardır. Bu şeye de yansıdı zaten, kamuoyuna da yansımıştı. Altın Birlikler’le bilmem şeyler. JİTEM’in kurucuları, bilmem şeyler, bunlar hepsi bizim dönem bir veya iki kişi, bir iki dönem öncesi veya bir iki dönem sonrası yani.

EYLEM DELİKANLI: Peki bunlar özel eğitimler aldılar mı?

ERGÜN YILMAZ: Daha sonraki aşamalarda almışlardır. Yani Harp Okulu’ndaki normal müfredat içerisinde değil de daha sonra ki aşamalar içerisinde özel eğitim almışlardır.

01:19:06 - 12 Eylül darbesinde Amerika bağlantısı

Play segment

Segment Synopsis: EYLEM DELİKANLI: Şunun için de soruyorum. Benzer dönemlerde Arjantin’de ve Şili’de yapılan askeri darbelerle, 80’deki askeri darbe arasında çok ortak özellik var. Bunların işkence yöntemlerinden tutalım da işte bütün o süreci aşağıdan yukarı işletmesine kadar çok ortak özellik var. Bu iki ülkede de Amerika’nın bu darbelerin olmasında, oluşmasındaki etkisini artık açılan kaynaklardan biliyoruz, konfirme edilmiş şekilde ama Türkiye’ye dair, 12 Eylül’e dair işte “bizim çocuklar yaptı” dışında elimizde Amerika bağlantısını sağlayacak herhangi bir veri yok. Siz bütün bu şeyi değerlendirdiğiniz zaman, eğitimi biraz onun için de sordum, bu tek tip ve sistematik uygulanan şey bir merkezden mi geliyor acaba diye, ne düşünürsünüz Amerika bağlantısıyla ilgili? Bu konuya dair bir bilginiz var mı?

ERGÜN YILMAZ: Tahminim var. Olabilir. Şimdi bu yönde, ben biraz önce bir arkadaşın yazmış olduğu bir kitaptan bahsetmiştim. O kitabı ben size bir adres verirseniz göndereyim. O da bunu bahsediyor zaten. Oradaki bütün olaylar doğrudur aslında ama o bir kurgu içerisinde anlatıyor çünkü onun yasal sorumluluğu var. Yani ifşa etmesi zor bir şeydir. Ona katılırım. Ama ispat etmek için hukuki belgeleri olması lazım.

01:20:49 - NATO çerçevesinde verilen askeri eğitimler

Play segment

Segment Synopsis: EYLEM DELİKANLI: Peki, normalde ordudaki eğitim içerisinde Amerika etkisine dair bir şeyler söyleyebilir misiniz? Yani Amerika ordusuyla Türk ordusu arasında bu türden iş birlikleri oluyor mu, eğitim anlamında en azından?

ERGÜN YILMAZ: Şimdi NATO çerçevesinde zaten eğitim birlikteliği, eğitim alışverişi var zaten. Bizim talimatnamelerimizin tamamı Amerikan talimatnamesinin Türkçeye çevrilmiş şeyidir. Ana kitap ST 7-10 B vardı mesela bizim o dönemde, bu tamamıyla Amerikan askeri birliklerinden tercüme edilmiş şeydir. Şimdi bizim askeri lisedeki komutanımız şunu söylerdi, işte bu solcular için, “Onların Rusya’sı varsa bizim de Amerika’mız var” derdi. Bu bize hafta sonları, her hafta izne, şehre, izne giderken söylenen sözlerden bir tanesiydi yani. Dost kuvvetler, başta Amerika olmak üzere NATO kuvvetleriydi. Kırmızı kuvvetler, Sovyetler Birliği ve sosyalist ülkelerdir.

01:22:20 - 12 Eylül darbesinin Türkiye’ye etkisi

Play segment

Segment Synopsis: EYLEM DELİKANLI: Aynı yıllar içerisinde yani 80, 90 arası hem bu işkencelerin gün yüzüne çıkması anlamında hem de buna, bundan etkilenen ailelerin mücadelesiyle kamuoyunda da bir bilinirlik sağlandı, işkence ve insanlığa karşı işlenmiş suçlara dair. 1980 12 Eylül’ünde bu darbe olmasaydı nasıl bir ülkede yaşıyor olurduk?

ERGÜN YILMAZ: Şimdi, şöyle şey yapayım, ben onu biraz farklı değerlendiriyorum aslında. Mesela 68 kuşağı denen, 12 Mart’a gelirken ki o gençlik hareketleri ülke yönetimine talipler ve orda bir sürü siyasi genç, siyasi liderler, örneğin bir Deniz Gezmiş, bir Mahir Çayan, bir İbrahim Kaypakkaya gibi liderler çıktı. Bunların hepsi yönetime, ülkeyi yönetmeye taliptiler. Ama 12 Eylül’de hâkim karakter sokağa talip oldu, yönetmeye talip olmadı. Hâkim karakter orda sokağa talip olduğu için de eğriyle doğru, doğruyla yanlış birbirine karıştı ara sokaklar içerisinde kayboldu gitti. 12 Mart döneminde on kişi, rakamı sadece şey olarak veriyorum yani orantısal olarak veriyorum, on kişi öldüyse 12 Eylül döneminde belki bin kişi öldü. Ama 12 Mart döneminde dört tane, beş tane siyasi lider çıktı, idol çıktı ama 12 Eylül’de öyle bir şey yok, çünkü o bir hazırlık döneminin şeyiydi. O gençlik hareketi 12 Eylül’deki, 12 Eylül olaylarındaki gençlik hareketi bir türlü yönetmeye talip olamadı, ülkeyi yönetmeye talip olamadı sokakta boğuldu kaldı. Ben öyle görüyorum olayı. Onun için de evet şey, 12 Eylül sonrasında bir şeyler gündeme geldi, bir suçlar gündeme geldi ama toplumsal muhalefet her gün birazcık daha zayıfladı ve 12 Eylül sonrasında da yapılan şeylerde, muhalif eylemelerde, her yapılan eylem sonrasında muhalif kesim sopa yedi gitti geriye. Dövüldü gitti geriye. Hep bir şeyler kaybetti. Kolunu kaybetti, bacağını kaybetti, gözünü kaybetti ama bir kazanım elde edemedi yani onların bedelini alamadı çünkü lider yoktu, lider yetiştiremedi. Ben şunu hiç anlayamam, bilmiyorum sizin sorunuzu ne kadar şey eder, biz kırk yıldan beri, kırk üç yıldan beri evet çok haklı bir istek çok haklı bir şey, 1 Mayısları Taksim’de kutlama, çünkü orda bir yaramız var, orda kutlama şey ederiz ama kırk üç yıldan beri, belki daha fazla işte iki yıl öncesini de saysak, hep sopa yer geri döneriz. Öyle bir eylem yapacaksın ya oraya gideceksin bir tane onu kazanmak gerekir, çıkacaksın veyahut da Kazancı yokuşunda sopa yiyip geri dönmeye gerek yok yani her seferinde. Her sene orda, Kazancı yokuşunda bir sürü acı bırakıp geri dönülüyor. Bu yılgınlık zaten toplumda çok derin izler bıraktı aslında. Örneğin bir Mahir Çayan çıkmadı, bir Deniz Gezmiş çıkmadı. Mahir Çayan, Deniz Gezmiş için eyleme girişti, bu tipte dayanışma da olmadı. Bir Che Guevara hiç çıkmadı. Bir Mandela da çıkmadı. Ama çok kişi öldü. Hala daha aynı sıkıntılar devam ediyor. Bölündükçe bölünüldü, bölündükçe bölünüldü herkes bundan sonra benim dediğim şey dedi, bir toplumsal muhalefet, aslında hazır bir muhalefet, muhalif yapacak bir sürü şey var, sebep var, ki bunu Gezi’de gördük. Kendiliğinden gelişen ondan sonra büyük bir tüm Türkiye’ye yayılan bir şey oldu. Ama onu bile doğru yönlendirecek bir muhalif lider olmadı, yok. Ordu 12 Eylül’de, o ordu, Silahlı Kuvvetler dahil tüm lider tayfasını biçti. Eğer bizim devre, bizim 78 devresi ordu içerisinde kalmış olsaydı, yani vardı hiçbir şey yapmasına gerek yok, o anlayış, onu muhafaza edecek anlayış ordu içerisinde kalmış olsaydı ordu bu kadar pervasızlaşamazdı. Burada bir kütle olarak düzgün hareket eden bir grup var. Yani o düzgün hareketten değilim diye atılan bu düzgün karakterli kitle şey yapıldı, ekarte edildi. Artık hiçbir etik değerin önemi kalmadı ve neticede de onu gördük daha sonraki aşamada gördük işte ordu bir kâğıttan kaplanmış sözü geldi. 12 Eylül döneminde bizleri ihraç edenler 28 Şubat döneminde hala daha içerde yatıyorlar bugün. Kendilerini bile savunacak durumları kalmadı aslında. Çetin Doğan’dır, bilmem işte şeydi. Onlar bizim o zaman ordu içeresinden tasfiyemizi hararetle destekleyen, şey eden gruptu ki onları bizden başka da şimdi acıyan da yok. Yani kendilerini bile koruyamayacak duruma geldiler ama maalesef bunlar yaşandı çünkü bir etik değer kalmadı. Şimdi, şeyden sonra hemen 82 ilk FETÖ şeyi, Kuleli Askerî Lisesi’nde soruların çalınma veyahut da ondan sonra bir FETÖ olayının çıkması 82 mi, 84 yılında mı, o Yaşar Büyükanıt’ın okul komutanlığı sırasında, Kuleli Askerî Lisesi komutanlığı sırasında işte orda ilk şey başlıyor, onlardan çıkanlar da 15 Temmuz’u, o gün girenler 15 Temmuz’u yapıyor. Yani öncelikle orda bozulma başlıyor zaten.

01:30:12 - Ordu içindeki bozulma

Play segment

Segment Synopsis: EYLEM DELİKANLI: Peki, bütün bunlara bakarak şunu söyleyebilir miyiz? Orada aslında siyasetten hiçbir zaman ayrı düşünülemeyecek bir, belki de bu siyasete bulaşmama başlığı altında yapılan eğitimlerin de bir faydası oluyordur. Aslında tabandan yukarıya örgütlenen bir kurum Türkiye açısından, siz biraz önce konuşmanızın başında onu söylediniz. Türkiye’nin her tarafından, özellikle alt tabakadan, taşradan gelen birçok öğrencinin olduğu bir yapıdan bahsederken aslında yaratılmak istenenin biraz ütopik bir durumu yok mu sizce?

ERGÜN YILMAZ: Şimdi, ordu onu ütopik bir şekilde yaratmaya çalışıyor ama başarılı olamıyor o, çünkü daha sonraki aşamada oradaki o Anadolu’nun saf delikanlılarını, çocuklarını getirip şey yaptığında riyakarlığı öğretmek daha sonra zor olduğu için ekarte edilip başka yöne geçme. Şimdi ordu içerisinde, bu şeyi söylesem daha açıklar mı bilemedim, Nevzat Tandoğan mı, işte komünizmi de biz getiririz şeyi orda birazcık düşünceyle hareket ederek yani şeydir. Aslında tüm bozulma ordu içerisinden başlar. Yani o zaman 12 Eylül ve daha sonraki dönemde de ordu bu işlerin hazırlığını yapmıştır. Yani şimdi, 12 Eylül eğer düzgün bir şekilde Türkiye’de dışarıya yansıtmaya çalışmış olduğu Atatürkçü, Kemalist düşüncede bir ülke yaratmak isteseydi yaratamaz mıydı? Yaratırdı. Önünde hiçbir engel yoktu, hiçbir muhalif engel yoktu. Yani kim engelleyebilirdi tarikatları, ekarte etmesini kim engelleyebilirdi. Veyahut da diğer bugün için görmüş olduğumuz bir sürü aksaklığı temeli hep o zaman atılmıştır 12 Eylül’den sonra. Hala daha işte 12 Eylül görevine devam ediyor. Neticede de tüm etik değerleri yok etmiş durumda, şey etmiştir.

01:32:58 - 12 Eylül’ün hesabını sorabilmenin zorluğu

Play segment

Segment Synopsis: EYLEM DELİKANLI: Peki biz bu süreçten hesap sorabilir miyiz?

ERGÜN YILMAZ: Şu an için zor.

EYLEM DELİKANLI: Ne olması gerekir hesap sorabilmemiz için?

ERGÜN YILMAZ: Şimdi, şöyle söyleyeyim. 12 Eylül sonrasında bir menü hazırlandı, tabldot yemeği. İşte bir sağ ana parti, merkez sağ, bir göstermelik sol, bir de işte üçüncü yedek parti, iki buçuk partili bir şey. O zaman ANAP, Halkçı Parti ve MDP diye o şekillenmişti. Hala daha o minval üzerinde siyaset götürülmeye çalışılıyor. Vatandaş buna yönlendirilerek şey yaptı. Ve bunun şeyinde de her beş senede bir, her dört senede bir halk kanalize edilip duruluyor. İlk defa bu dönemde, bu sene, bu seçimde CHP iktidara oynadı. İktidar olmak için oynadı. Onu da eline, yüzüne, gözüne bulaştırdı. Daha önce hep ikinciliğe oynadı. İkinci olabilmek için kocaman kocaman adamlar işte hep değişik senaryolarla işleri götürdüler yani şimdi Ankara, İstanbul gibi büyükşehirlerin hepsini ikinci adaylar çıkartaraktan, şey ederekten ikram ettiler yani, diğerlerini kazanacak şekilde planlamalar, o şekil yapıldı. Şimdi bu halkı nasıl ikna edeceksin de 12 Eylül’de yapılanları yargılayacaksın. İşte Tayyip için söylenenleri sokak röportajlarında duyuyoruz yani. Çok zor bir olay söylediğiniz soru.

01:35:05 - 2010’daki 12 Eylül mahkemelerinin amacı

Play segment

Segment Synopsis: EYLEM DELİKANLI: 2010’daki referandum sonrası 2012’de 12 Eylül mahkemeleri başladı ve o dönemde hayatta olan Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya’nın 12 Eylül’ün, eylülde işlenen suçlarına istinaden yargılamaları sürdü. Bu mahkemeleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce o süreç nasıl işledi?

ERGÜN YILMAZ: Göstermelik bir şey. Yargılama değildi, göstermelik bir şeydi. Eğer normal bir yargılama olmuş olsaydı oraya müdahil olanlar dahil hepsinin çok daha değişik formatta olması gerekirdi. Zaten ömürlerinin sonlarına gelmişti. Yargılama devam ederken de işte şey oldu, yani şimdi 12 Eylül’de Kenan Evren’in cenazesine yedi sekiz kişi dışında başka kimse gitmedi diye sevinerek 12 Eylül’ü yargıladık mı olacağız? O sade göstermelikti.

01:36:11 - 12 Eylül’ün Türkiye toplumuna etkisi, umutsuzluğu besleyen sebepler

Play segment

Segment Synopsis: EYLEM DELİKANLI: Peki, son soruyu da şunun üzerine sorayım. Siz eklemek isterseniz üzerine tekrar ekleyebilirsiniz. Bütün hem kendi yaşadıklarınızı hem tanık olduklarınızı ve toplumun geneline uygulanan şiddeti göz önünde bulundurarak sizce 12 Eylül bu topluma ne yaptı?

ERGÜN YILMAZ: Katletti. Toplumu katletti. Toplumu Ortadoğu’ya giden yolda koşar adım gitmesine zemin hazırladı. Cumhuriyeti katletti. Bilimi katletti. İnsanlığı katletti. Hepsini katletti. Aydınlık düşünceyi, bilimsel düşünmeyi, realist düşünmeyi yok etti, onu düşünenlerin hepsini şey etti. Daha sonraki aşamalarda zaten şu anda bakanlar da söylüyor ya yüzde beşi okusun yüzde doksan beşi koyun olsun diyor, ona zemin hazırladı. Böyle absürt bir toplum haline getirdi. Yani ben çocukluğumda, çocukluğumdaki toplum yapısıyla şu anki toplum yapısına baktığımda, ki ben orman köyünden gelmiş bir şeyim, inanamıyorum yani çok ters geliyor bana.

EYLEM DELİKANLI: Bir umut var mı?

ERGÜN YILMAZ: Yakın zamanda yok. Yakın zamanda yok, yönlendirebilecek siyasi şey yok bizde. Ben sadece siyasi liderler olarak da şey yapıyorum, mesela aydın kesim de namuslu aydın kesim de kalmadı. Namuslu medya da kalmadı. Yani objektif yayın yapan medya da kalmadı. Kamusal menfaat, kamusal yararı düşünen kişiler çok az kaldı. O kadar küçük şey için, bir bardak su için bir şeyi yakan insanlar olduk yani. Kültürel yozlaşma çok fazla.
Müdahale edecek hiçbir durum kalmadı, toplumumuzun durumu budur yani.