Hüseyin Yavuz - 1

Memory Museum for Historical Justice

 

Transcript
Toggle Index/Transcript View Switch.
Index
Search this Index
X
00:00:16 - 12 Eylül’ün çocuk devrimci tutsağı, devrimci mücadeleye dahil olma süreci

Play segment

Segment Synopsis: Ben İstanbul doğumluyum. İstanbul 1965 doğumluyum. İstanbul'da Küçükçekmece ilçesinde yerleştim. İlkokul hayatım orada geçti. Daha sonra ortaokulu Bakırköy’de okudum. Ortaokuldan sonra öğrenim hayatım olmadı. Ondan sonraki süreç 12 Eylül'le beraber artık cezaevleri ve cezaevlerinde geçen bir 8 yıllık bir tutsaklıktan sonra, daha sonra da işte yine dışarıda, yani yaklaşık hayatımızı şöyle söyleyeyim, 14 yaşından sonraki süreci 12 Eylül'le şekillenmiş bir süreç. Yani benim için 12 Eylül'den öncesi çocukluk, 12 Eylül'den sonrası işte hiç bitmeyen bir toplumsal mücadele süreci olarak açıklayabilirim. Yani onun dışında kendimle ilgili, kişisel kariyerimle ilgili fazlaca söyleyebileceğim bir şey yok. Hayat süreci ile ilgili nasıl yaşantı sağladığımız veya nasıl geçinmeye sağladınız süreçlerle ilgili bilgi olarak da ben İstanbul'da aslen yani işçilikle hayatını sürdürmüş bir insanım. Normalde işte inşaat işi, kalebodur, sıhhi tesisat şeklinde izah edilebilecek bir meslek süreci ile ilgili bugüne kadar hayatımı bu şekilde sürdürmüş bir insanım. İşte daha özel olaraktan işte evliyim, eşim de 12 Eylül sürecinde birlikte olduğum yine aynı görüşleri, aynı düşünceleri savunduğum bir insan. Onun dışında Özenç isimli bir oğlumuz var.


12 Eylül olayı olaraktan aslında ifade ettiğimiz tarih o dönemdeki bir toplumsal şekillenmenin, toplumsal sürecin bir adı olaraktan anılıyor. 12 yıl öncesi genel olaraktan, şöyle tabir etmek istemiyorum ben işte, siyasal düşüncelerimiz böyleydi, ideolojik düşüncelerimiz şöyleydi, şu gruptandık, şunlar şöyle, öyle bir düşünceye girmeden daha ziyade şöyle ifade etmek istiyorum, benim ailem Yunanistan'dan buraya 57 yılında göçmen olarak gelmiş bir aile. Şimdi aile Yunanistan iç savaşına birebir tanıklık etmiş bir aile ve Yunanistan iç savaşında da aslında taraf olmuşlar yani işte ELAS [Yunan Halk Kurtuluş Ordusu] hareketi tarafında yer almışlar. Onların o süreci ile ilgili her zaman çok ciddi anlatımları olmuştur aileden. Yani işte o gerillanın çatışma süreçleri, işte ondan sonra o insanların yenilgiden sonra nereye kaçtıkları. Bulgaristan’a kaçıyorlar daha sonra uzunca bir süre sonra Türkiye'ye geliyorlar. Tabii Türkiye’ye geldiklerinde o dönemle ilişkin aslında gözlemleyebildiğim şu, çok da böyle Marksist düşüncelerle değil de o içinde bulundukları mücadele, işte babam şöyle ifade eder mesela, işte malı olan mülkü olanlar devletin yanında yer aldı, malsızlar mülksüzler işte bizim gibi köylüler, çobanlar ELAS’ın yanında yer aldı yani tabiri de bu şekildeydi. Ya burada da işçi mücadelesi içinde sürdürürken DİSK’e bağlı sendikalar içinde tekstil sendikası içinde bir şeyliği vardı ama ben babamda hiçbir zaman belki eski sürecin şeyi, bir törpülenmiştik vardı yani hiçbir zaman o şey duyguları olmadı babamın. Ağabeyimle asıl başlayan bir süreç oldu. Ağabeyim 74 -76 süreçlerinde DEV-GENÇ süreci içindeydi. O dönemde işte onun arkadaşları vardı geliniyordu gidiliyordu falan. Ben ağabeyimin bu süreçleri içinde 10 yaşındaydım, ama devamlı bu süreçle ilintili olaraktan bir sol duruş sergilemeye başladım. İşte ortaokuldaydım ortaokulda o dönemde insanların konuştuğu işte sağcı mısın solcu musun süreçleri içerisinde ben sol taraftaydım çünkü aileden gelen bir şeydi yani bu. Daha sonra, 12 Eylül'den kısa bir süre önce, herhalde yani işte, Devrimci Yol kurulduğu zaman işte ağabeyim eve Devrimci Yol dergileri filan getirirdi. Şimdi okulu herkes birtakım dergiler getiriyordu, bildiriler getiriyordu, işte kimi İGD [İlerici Gençlik Derneği] getiriyordu kimi, benim de bir şey götürmem lazımdı ben de ağabeyimin dergilerini çalıp götürüyordum yani, öyle bir süreçti. O dönemde ağabeyim polisler tarafından vuruldu. Vurulunca cezaevleri sürecimiz başladı ve ben 13'lü 14'lü yaşlarda daha çok şey olmaya başladım, artık yani saf belirlemeden daha ziyade bu aynı zamanda, ne bileyim mahkemeye gittiğimde işte ağabeyimi vuran polisleri gördüm. Onlara karşı yani bir çocukluk veya ergenlik süreci ile ilgili bir tepki veya onun arkadaşlarıyla daha çok beraber olma, işte onun arkadaşlarıyla birtakım yerlere daha şey gitme. Tabii bu süreç, o süreç içerisinde benim açımdan da o dönemdeki mücadele açısından da çok hızlı gelişti. Ama şunu şöyle ifade edeyim, yani bulunduğun yerdeki kabın şeklini alıyorsun. Yani bunu şu anlamda söylemek istiyorum, yani bu çok ideolojik politik bir süreç değildi. Yani şimdi mesela ben bugünkü insanlarda da bunu işte, okuruz, yazarız işte öyle bir dünyayı ben görmedim. O dönemde de görmedim, yani o insanlar 12 Eylül süreci içinde sorduğunuz soruya kısa bir cevap alınması anlamında söyleyeyim aslında herkes içinde bulunduğu kabın şeklini aldı. Yani kimse çok Marksist değildi. Kimse çok ideolojik değildi ama o dönem içinde işte devlete karşı veya işte çok kaotik bir ortamdı yani işte sokaklarda insanların öldürüldüğü bir dönemdi. Sokaklarda insanlar öldürülüp çuvallara gömülüp köşe başlarına, yani şimdi bunları da ifade etmek durumunda kalıyorum çünkü bu işler oluşan bir sürecin izleriydi yani birden olmadı yani. Yani bunu kimse zorlamadı bir süreç vardı, o süreç içerisinde bir yerde durmak gerekiyordu. Bizim durduğumuz yer de belki de öyle oldu, devrimci yapılar içinde yer aldık. Bölgenin şeyi olabilir, işte 12 Eylül'den kısa bir süre sonra ben de vuruldum yaralı yakalandım yani işte 14 yaşında. 12 Eylül’den 17 gün sonra yakalandım. Ama o süreç içerisinde geçen hep bu süreç yani belki takvim olarak ifade edemem işte şu gün şu oldu, bugün bu oldu, belki böyle bir kayıtlarım yoktu ama hep bu duruştu. Ve daha sonra da bu yaşa geldik yine bu duruş oldu.

00:07:27 - Lise ve mahallelerdeki siyasi ortam

Play segment

Segment Synopsis: Ya benim okuduğum okul, aslında ben Ankara Fen Lisesi’ni kazanmıştım ortaokuldan sonra. Ama o dönem gideceğimiz okulları örgütler belirliyordu yani öyleymiş yani, çünkü bana dediler İstanbul'dan Sultanahmet Meslek Lisesi’ne gideceksin, o bölgeye yığınak yapmamız lazım ve buranın imtihanlarına girip o bölgede, o okulda okuyacaksın yani böylesi bir belirlemeyle ben o okula gittim. Yani Ankara Fen Lisesi yerine Sultanahmet Meslek Lisesi’ne gittim. Okul faşistlerin yoğun olduğu bir bölgeydi, çatışmaların çok yoğun olduğu bir bölgeydi. Orada Liz Otel diye bir yer vardı, Küllük diye bir yer vardı yani buralar, şöyle mesela Mehmet Ali Ağcaların filan gezdiği yani ciddi anlamda 12 Eylül süreci içinde faşist çetelerin, faşist timlerin yani işte nedir yani TİT’tir işte ülkücü bilmem ne, şeriatçı grupların etkin olduğu bir yerdi ve buralarda ciddi çatışmalar oluyordu. Ben liseye başladığım dönemde okula geldiğimde, zaten okula gelir gelmez o okuldaki arkadaşlarla da tanıştırıldım. Yani öyle direk gitmiyorsun yani seni oraya götüren insanlar diyor ki arkadaşların şunlar şunlar. O süre içerisinde işte okul önlerinde arkadaşların girişinde çıkışında işte bildiri dağıtmaya başladık. Başka gruplar da vardı işte orada en etkin gruplardan birisi işte Devrimci Sol grubundan arkadaşlar vardı. Daha sonra bunlar Çemberlitaş'ta büyük bir korsan miting yaptılar. Bu korsan mitingden sonra, hatta o dönemin en popüler resimlerindendir Nigâr Gülşat Aygen diye bir kız elinde silahla Hürriyet Gazetesi’nde büyük bir pozu çıktı ve bu pozdan sonra o bölgeye çok ciddi anlamda şey başladı yani işte devletin de yönelmesi, baskısı başladı çünkü bulunduğu bölge olaraktan işte Kadırga öğrenci yurdu olsun, Balıkesir öğrenci yurdu olsun yani devrimci grupların etkin olduğu yerdi. Okulda işte anlattığım şekilde biz vardık, yani Devrimci Yol grubundan arkadaşlar, Devrimci Sol grubundan arkadaşlar vardı. Kararları ortak alıyorduk. Okul işgallerimiz oluyordu o dönemde. Yani bu okul işgalleri işte biz, ben o zaman lise birdeydim ama işte okullara giriliyor işte okullara girildiği zaman işte o içerdeki öğrenciler dışarı çıkartılıyor veya işte pankartını asıyorsun, bir çatışma ortamına kadar gidebilecek süreçlerdi. Yani liseden sonra zaten okul hayatım olmadı. Ondan sonra yatay olaraktan Sultanahmet Cezaevi’ne geçiş yaptım yani o süreçten sonra. Yani 80 12 Eylül'e beraber eğitim hayatım bitmiş oldu yani.

00:10:14 - Okul işgalleri ve karar alıcılar

Play segment

Segment Synopsis: Şöyle karar alınıyor zaten okulda herkesin okul dışında buluştuğu yerler olur. Yani mesela diğer okulların, üniversitelerin filan en çok buluştuğu yer İstanbul'da TÖB-DER, Çağdaş Kıraathanesi buralar belli merkezlerdir, yani biz okula işte faşistlerin saldırısının olma durumunda işte buralara giriyorduk. Burada bizden büyük ağabeyler oluyordu, üniversiteliler oluyordu işte yani o dönemde iktisatta okuyan, hukuk fakültesinde okuyan. İşte onları yardıma çağırdığımız zaman onlar işte bir şekilde oraya gelip o faşist saldırılarda onlar güvenlik oluyordu ve çatışmalar oluyordu. Okul işgallerinde ise yani şöyle, okulun işgal etme kararını işte diğer gruplarla artık her gruptan gücü oranında işte Halkın Kurtuluşu, Devrimci Sol. Nedir okul işgallerine gerekçe, işte Kahramanmaraş olayları olmuştur yani ciddi bir toplumsal olay, işte buna bir tavır olaraktan, yani tüm Türkiye'de işte işyerlerinde olsun, okullarda olsun en belirgin şeylerden veya işte nedir işte İzmir'de bir yerde polisin baskısında veya bilmem neyinde o zaman hatırladığım olaylardan olduğu için işte beş tane öğrencinin katledilmesi. İnciraltı katliamı mıydı yani hafızamda öyle kalmış yani süreçlerde. Bu durumlarda zaten hızla hemen oraya gidilir işte orada masada oturulur, işte her siyaset temsilcisinin işte ne alacağız ne yapacağız işte biraz da siyasal argümanları doğrultusunda yani kimisi işte bunu bizim yapmamız lazım, kimisi de işte şöyle bir şey, ya bunu yapmayalım da işte nedir okulu boykot edelim. Yani boykot olayı nedir işte o gün okuldaki dersler boykot olur ama işgal daha ciddidir yani işgalin sonuçlarında yaşanabilecek şeyler vardır. Yani polise işte yakalanırsın, ciddi bir olaydır, silahlı çatışmalı bir olaydır. Biz sadece bu İnciraltı olayında bir okul işgaline kalkıştık. Bizim düşüncemize yakın, aslında düşüncemize yakın değil bizden olan bir arkadaş o zaman okulun girişinde inzibat olaraktan, asker olaraktan nöbet tutuyordu. Biz bunu biliyorduk ve okula giriş çıkışlarda biz ona aranırdık çünkü çoğu kez okula şeyle girmek zorundaydık yani silahla girmek zorundaydık. Ve bu aranmalar diğer grupların da dikkatini çektiği için onlar da yani bu tür şeyler oldu mu diyorlardı işte onun Üç diye bir inzibat kolluğu vardı ya işte biz de Üç’e aranalım, yani Üç bizi arasın falan gibisinden. İşte öyle bir okul işgaline giriştik o dönemde. Fakat daha sonra hızlı bir şekilde, yani işgal diğer okullardaki gibi olmadı ama aynı gün Topkapı Meslek Lisesi’nde hatırladığım kadarıyla aynı gün böyle bir işgal. Hani ortak alınan işgal kararında camdan öğrenci atılma, ciddi herhalde ölümle sonuçlandı öyle hatırlıyorum, yani bu türlü şeyler yaşandı yani. Ama bunlar yani şöyle söyleyeyim, yani bunlar yani böyle ayda bir olan olaylar, iki ayda bir olan olaylar değil. Yani güncel sürecin içinde zaten sen ama o okulda ama bulunduğun bölgende ama işte görevlendiğin fabrikada zaten bu sürecin içindesin. Yani hiçbir şey yapmasan gece çıkarsın duvarlara yazı yazarsın, düşüncelerini aktarırsın. Yani böyle bir toplumsal sürecin olduğu bir dönemde yaşadık yani.

00:13:40 - Grupların farklı okullardaki hareketleri

Play segment

Segment Synopsis: Aslında bizde olan şeyden aynısı onlarda (faşistlerde de) da var. Yani neticede biz okulun öğrencileriyiz, okulun içinden öğrencileriz ama biz de bir sıkışma karşılığında işte bize en yakın bölge ne etkin olduğumuz işte Kadırga veya işte TÖBDER’den veya diğer üniversitelerden ağabeylere gittiğimiz gibi onlar da o bölgede bulunan işte Liz Otel’den, Küllük bölgesinden şeyler getirebiliyorlardı yani işte, çünkü bazen bu işler okul içinde silahlı çatışmaya dönüşüyordu yani silahlı çatışmaya dönüştüğü zaman okul içinde bir öğrencinin bunu yapıp da dersine devam etmesi mümkün, pek de mümkün değil. Ama bunu hissettiğimiz anda işte biz gidip Aksaray’dan veya şeyden işte diğer okullardan ki mesela bizim okula bu yönden dışarıda sorumluluğunu sürdüren bir arkadaşımız Ahmet Mümtaz Özdal, İktisadi Ticari İlimler Akademisi’nde okuyan ve benim 12 Eylül’den sonra bizzat ilk, yani yakınından bir insanın ölümüyle ilk tanıştığım olaydı. O bölgede güvenlik alırken jandarma tarafından öldürüldü, katledildi. Faşistlerden de böylesi olaylar vardı. İşte bizim de onlardan bilgi almamız için, yani böyle yakın temas kurduğumuz insanlar olurdu. Mesela bazı öğrenciler vardı onlardan gözükürdü ama onlardan bize şey taşırlardı yani işte falanca saatte sizin işte size saldırı olacak veya filanca saatte işte gelecekler şöyle baskın yapacaklar ya da işte şu şu öğrenciler hakkında öldürülme kararı alınmış kendinize dikkat edin. Yani işte o dönemin, yani o 14 veya 18 yaş kuşağının bir sürecinin yani aslında gündelik bir anlatımını, bilmiyorum yani yapmış oldum yani burada, süreç böyleydi. Yani bu süreç içerisinde vurulanlar oluyordu, yakalananlar oluyordu, işte bir gün bildiri dağıtıyorduk, bizim güvenliğimizi alan iki tane hukuk fakültesi öğrencisi işte bir Hüseyin biri Bayram olmalı, işte bir anda çatışma çıktı yaralı olaraktan cezaevine girdiler, ki bu süreçlerin olduğu dönemde de bir yanda da cezaevi sürecimiz var ağabeyim cezaevinde.

00:15:56 - Ağabeyin tutuklanmasıyla başlayan cezaevi süreci

Play segment

Segment Synopsis: Biz evdeydik. Bir akşam işte polis bastı evi. Gece saat 12 gibiydi işte girdiler işte rutin bir arama falan. Ben o zaman 13 yaşım filan bitmek üzereydi yani hayatımda yaşadığım en büyük şeylerden birisiydi yani benim için, böyle acı olaylardan bir tanesiydi. Şey dediler işte oğlunuz çatışmaya girdi vuruldu dediler. Tabii o anda annemin ve babamın evin içinde hissettikleri benim için hiçbir zaman halen kafamda olan bir, yani işte on saniye mi diyeyim, bir saat mı diyeyim yani öyle bir süreçti. Ağabeyim yaralı yakalandı. Daha sonra bir hafta on gün sonra, o zaman göz altı süreleri bizim gibi değildi yani, bizim dönemimizde gözaltı süreleri çok çok uzundu. Kısa bir gözaltı süresinden sonra tutuklandı, Sağmalcılar Cezaevi’ne konuldu ve bizim o dönemde şeyimiz de başlamış oldu yani işte cezaevi ziyaretlerimiz de başlamış oldu. Orada, yalnız o değil onunla beraber tanıdığım ağabeyimin arkadaşlarından pek çok insan da cezaevindeydi. Onlar cezaevinde kalma süreçlerinde onların aileleri de dışarıda bir şekilde birbirleriyle bir yakınlık kuruyorlardı. İşte Erdoğan'ın annesi parası yoksa falancanın annesi gidip onun cezaevine gitme şeyini veya birisinin bir eksiği varsa yani bu aynı zamanda dışarıdaki ailelerin de aslında bir kolektivizmi gibi yani bir süreç yarattı. Yaklaşık bu bir, bir buçuk sene gibi bir süre sürdü zaten daha sonra, 12 Eylül’den sonra ben de vurulunca ağabeyimle aynı koğuşta uzunca bir süre kaldım. Ama ağabeyim benden kısa bir süre, yani birlikte olmaya başladık kısa bir süre sonra tahliye oldu çıktı o. Ama benim tutukluluğum daha uzun sürdü yani. İşte 88'e kadar sürdü.

00:17:39 - Dünü ve bugünü şekillendiren 12 Eylül

Play segment

Segment Synopsis: Şöyle, bugünkü düşüncede baktığın zaman o dönemi daha iyi algılamak. 15, 16 yaşında çocuklarsın aslında. Yani bu insanların o taraftan da arkadaşları olabilir bu taraftan da. Yani çok fazla politize olmamış, çok fazla askerileşmemiş, yani aslında ilk başta sözünü ettiğim olay var ya işte içinde bulunduğun kabın şeklini alıyorsun. Belki başka bir kapta olsan belki o kabın içinde bambaşka bir süreç yaşayabilecek bir süreç olacaksın. Şunu da belirteyim, iyi ki bu kapta yer almışız yani diğer kapta yer almamışız. O da bizim için bir onur vesilesi oldu. Ama tabii bu demek değil yani, şöyle söyleyeyim yani aşağı yukarı bugün için 58, 59 yaşlarındayım. Yani bu süreç içerisinde hayata bakarken de sol pencereden bakmak bizim için, yani her zaman vazgeçilmez oldu. Yani niye diyeceksin halen bunların şeyleri yaşıyoruz yani ben en azından öyle düşünüyorum yani. Cezaevinde yatılma süresi veya cezaevi süresi ne kadar kolay anlatıyor değil mi? işte cezaevinde yatıldı. Ya cezaevi bir yatak değil yani yatılacak bir yatak olmadı hiçbir zaman. Cezaevleri bir işkencehaneydi. Yani bunu ben şimdi bazen böyle konuştuğumuz zaman arkadaşlarla filan işte anlatıyoruz ediyoruz, belki on sene sonra bu kuşak kalmayacak. Ya bu kuşağın çoğu 60’lı, 70’li yaşlarda, on sene sonra kalmayacak. Yani anlatımlarımız var, yaşadıklarımız var ve bunlar gerçek. Ha üstü abartılmış edilmiş onlar önemli değil bunlar gerçek, bunlar yaşandı ve insanlar bu süreç içerisinde bugüne kadar ya bu yaşadıklarıyla ilgili işte geleceğe ne bırakacak, işte 12 Eylül’de işte cezaevleri. Ya bu kadar basit değil ki, biz duvara tosladık. Ben bugün bile hayatımın şekillenmesinde, yani o dönemle ilişkin baktığım şeylerde ya bir şey arıyorum yani bir unsur arıyorum. Mesela ben 35 sene sonra öldürülen bir arkadaşın mezarını buldum. 35 sene sonra! 12 Eylül bizim için bitmedi ki. Bir gün bir duyuyoruz işte 94 senesinde mesela Soysal diye bir arkadaşımız intihar etti veya ben cezaevinde Azmi Pat diye bir arkadaşımız intihar etti. Ya şimdi şöyle bir olay değil yani bu, işte 12 Eylül, işte ne bileyim işte anlatımları, öyle bir dünya yok. Türkiye’yi şekillendiren 12 Eylül olmuştur. Bundan sonra da 12 Eylül şekillendirecek. Yani ben burada, yani buna bir ifade katmak istemiyorum veya bunu ajitasyon yapmak istemiyorum ama şu anda ülkenin yaşadığı durum da 12 Eylül. Yani kim tutuklanabilir, kim içeriye girebilir, kim duvara tost diyebilir?

00:20:24 - Yaralı olarak yakalanma, gözaltında işkence ve cezaevi süreci

Play segment

Segment Synopsis: İşte 12 Eylül’den sonra aşağı yukarı o dönem içinde, yani fazla bir zaman geçmedi 12 Eylül'le beraber, o zaman siyasi hareket olaraktan zaten karar şeydi yani işte biraz da şey gibi algılandı yani ondan önce bir sıkıyönetim süreci olmuştu. Sıkıyönetim süreci aslında mücadeleyi fazla etkilemedi. Yani işte tamam dergiler, dernekler kapatıldı ama yani vardık yani bir yapı olarak vardık, örgüt olarak vardık, mücadele olarak vardık ve tam tersine sıkıyönetimden sonra çok ivmelendiği bir dönemdi. Biraz 12 Eylül de böyle algılandı herhalde. Biz 12 Eylül’den sonra şeyleri kesmedik, yani ben 12 Eylül’den bir gün sonra bir cami hocasını enterne edip camiden kendi bildirilerimizi okuduk. Yani 12 Eylül'ün bildirileri okunduğu bir dönemde biz de halkımıza işte 12 Eylül’e karşı direneceğiz diye cami hoparlörlerinden şeye kalkıştık. Yani o dönemde yazılamalarımıza devam ettik, afişleme, yani ne yapılması gerekiyorsa insanlar o süreçte onu sürdürmeye çalıştılar. İşte bu işler, bu eylemlik türlerinden bir tanesi de o dönemde ihbarcılar oluyordu, muhbirler oluyordu yani onlar hızlan işte devletin güçlü olmasından kaynaklı yani işte sokakta işte kim işte falancanın çocukları bu işi yapıyor ve bu sebeple hemen onlar toplanıp götürülüyor yani şeye. Bunlardan bir tanesinin böyle bir şey olduğu şeklinde bir şey geldi. Biz üç kişi görevlendirildik yani öyle ifade edeyim, görevlendirildik, başka bir oturduğumuz yerde değildi başka bir bölgedeydi. Oraya gittik. Oradaki insanlara işte kendimizi devrimciler olarak tanıttık. İşte biz devrimcileriz. Yani bu şekilde yaptığınız bir şeyin sonuçta, neticede bir cezalandırılması olur. Biz sizi uyarmaya geldik yani bir daha böyle bir şey yaşanmasın diye filan. Fakat gittiğimizde onlar da silahlı çıktılar. Biraz kötü bir durum oldu. Çatışma çıktı. Küçük bir mekandı, yani girdiğimiz mekân küçük bir mekandı. Çatışma çıktı. Onlardan iki kişi öldü. Biz üç kişiydik işte ben ve yanımdaki arkadaş yaralı yakalandı. Bir de Nurettin Dönmez isimli bir arkadaşımız yanımızda öldü ve o dönem, o günden sonra işte o saatten sonra ben gözümü şeyde açtım yani işte Çapa Hastanesi’nde açtım. O gün çok kötü bir gündü, şöyle çok kötü bir gündü, İstanbul için çok kötü bir gündü. Ben baygınlığım geçtikten sonra etrafta işte sürekli yaralılar geliyor, sürekli işte bir şekilde polis koşuşturmacaları filan oluyor, ben önce anlayamadım kendim vurulmuştum ama neler yaşadığımızı anlayamadım ama o dönemde tam aynı saatlerde işte Bağcılar'da bir çatışmalar olmuş. Osman Yoldaşçan’ın öldürüldüğü çatışma. Yine hipodromda çatışmalar olmuş. Yani 12 Eylül’den sonra yani on yedi gün sonra İstanbul'da 29 Eylül günü ben yaralı yakalandım, Çapa’da yatıyorum, yanımdaki arkadaşım ölmüş, orda da başka bizden başka iki kişi daha ölmüş, dört kişi daha yaralanmış, ondan sonra zaten beş gün hastanede kaldıktan sonra bu sefer şube süreci başladı. İstanbul İkinci Şube’de kaldık. Tabutluklarında. Yaklaşık bir on beş gün filan. Sonra Gayrettepe'ye getirildik. Bir yirmi gün kadar da Gayrettepe'de işkence süreci oldu sonra Selimiye’ye götürüldüm. Selimiye’ye götürüldüğümde tutuklandım tabii yani öylesi bir şeyden salınacak bir durum yoktu. Selimiye'de de yaklaşık bir ay kadar kaldıktan sonra yaş ufaklığından dolayı İstanbul'da götürülebilecek tek cezaevi Bayrampaşa Cezaevi’ydi. Tesadüf abim de orada yatıyordu, Bayrampaşa Cezaevi’nde. Yoksa askeri cezaevine götürülmem gerekiyordu. Bayrampaşa Cezaevi'ne götürüldüğümde de zaten daha önce o cezaevine geliş gidişleri bildiğim için oradaki gardiyanlara söyledim ve sübyan koğuşuna gitmekten ağabeyimin koğuşuna kapağı atabildim. Ailemle de yaklaşık iki aylık bir süreçten sonra ilk defa orada görüşmüş oldum çünkü onlar da o dönem içinde iki aylık dönem içinde beni hiçbir yerde bulamamışlar. Hatta annem çoğu kez şey demiştir yaralı yakalandı zaten öldürüp bir kenara atmışlardır şeklinde ibaresi vardı annemin. Yani ondan sonra da işte cezaevi süreçlerimiz başladı.

00:25:17 - Sanasaryan Han ve Gayrettepe’de uygulanan işkenceler

Play segment

Segment Synopsis: Şimdi asıl olaraktan oranın tabutluk denilen yeri aynı mekân. Yani şimdi İkinci Şube’nin, Sansaryan Han diye geçer İstanbul'da, şu anda da lüks bir otel yapıldı burası. Bunun en üst katı tabutluklar diye geçer. Ha ben yakalandığımda oranın tabutluk olduğunu filan bilmiyordum, o da ayrı bir konu. Ya ben orada götürüldüğüm zaman en üst kata götürüldüm. En üst katta aşağı yukarı şu, şu anda bulunduğum işte yani bir metrekareye bir metrekare gibi ışığı olmayan, kapalı, demir kapısı içeri atıldığımız direkt betonun olduğu bir alandı. Fakat tabutluk diye anlatılan yer yine aynı mekânda, herhalde oradaki yani direk yani tabut ölçüsünde olup, işte o dönemde işte pek kullanılmamış ama 70’li yıllarda daha sonra okuduklarımdan Mahir Çayanların filan işte şeylerin, o tabutluklarda yer aldığı ve orada gözümün önüne gelen ölçü de şu, o tam bir tabutluk. Ayakta duruyorsun, sadece sen varsın, yani oturabilme veya çökebilme şansın yok. Yani işte bir tabutun dik konulduğunu düşünün oraya kapatılmışın bir mazgalın var. Bizim de bulunduğumuz aynı alan yani tabutluk diye geçen alan. Bir metrekareye bir metrekare bir şeyi vardı. Zaten sorgu odaları da hemen yan tarafıydı. Ben oraya tabii şöyle, hastaneden yaralı getirildiğim zaman işte Mahmutpaşa’nın o seyyar satıcılarının arasından, işte arabalar oraya giremediği için orada son kez bakışım oldu zaten İstanbul'a. O tabutluğa da atıldığım zaman, 12 Eylül'den sonra işkencenin en yoğun olduğu bir yerdi yani işte elektrik verme, falaka, ondan sonra vahşi bir işkencenin sergilendiği bir yerdi orası. Ben oradaki o işkence süreci içerisinde yaklaşık on günlük on beş günlük süre içerisinde, yani bu işkence süreçlerinin anlatımı biraz tuhaf gelir yani ben öyle düşünüyorum. Yani mesela 14 yaşında bir çocuğa pantolonu çıkarıp da işte sana şöyle yapacağız, işte copla şöyle yapacağız, böyle yapacağız veya getirin şunu falan veya tekme tokat elektrik verilmesi, yani onlar için çok rutin olaylardı ve elektrik ve işkencenin sesleri özellikle gece o binayı yırtardı yani yıkardı yani o derece. Yani bunları işkence hikayeleri anlatmak ayrı bir olaydır da işkencenin mekanlarından birisiydi burası. Zaten daha sonra şeye götürüldük işte Birinci Şube’ye götürüldük. Birinci Şube’deki işkence daha bir sistematikti, onlar gibi değildi. Oradaki işkence zaten başlı başına şöyle, bulunduğun hücrelerde yaralısın oturabilme şansın yok. Ama orada bir avantaj var, işte aynı boyuttaki bir hücrede sekiz kişisin, on kişisin. Yani on kişiyi bir metrekare yere sokmuşlar. Orada da ışık yok. İşte iki kişi çömelirse diğer altı kişi ayakta durmak zorunda. Yani sekiz kişinin çömelip da oturabilme şansı olan mekanlar değil bunlar. İşte sorguya geldikleri zaman ismen seslenir, sen çıkarsın kapıya, gözüne bir bez bağlarlar ve o gözüne bez bağladıktan sonra götürüp işte sorgu odasında, çeşit işkencelerin şeyleri var anlatımları var ben kendi yaşadıklarımla ilgili işte elektrik işkencesi, falaka ve de işte 14 yaşında işte taciz etme olaylarına kadar varan işkenceleri bu dönemde yaşadım yani.

00:29:13 - İşkence ve kayıpların toplumsal hafızadaki önemi

Play segment

Segment Synopsis: Ama bu da şöyle bir şey, yani işkenceyi şimdi bazen ben evde eşimle de konuşuyorum mesela. İşkence boyutunu da konuşuyorum. Aynı şeyleri yaşadığımız süreçten geçiyor filan. Şimdi o yaşadığımız şeyler aslında onun açısından da böyle ya diyor bunları birbirimize anlatıyoruz ya diyor, ya bunlar birbirimize anlatacağımız şeyler değil. Yani bu toplumun, bu toplumun, yani bu hikâyeyi, o elektrik verilen manyeto kablosuna kadar bulması lazım, hissetmesi lazım. Ya bilmiyorum benim hep derdim bu oldu. Yani ben mesela vurulmuş, çatışmada vurulmuş bir arkadaş işte bir gün böyle işte bunlarla ilgili bir şey yazma, ya dedim bu adam yok yok, ortada yok. Bu, çatışmada öldürüldü bizim yoldaşımızdı. Ya bunda kendi eksikliğimiz de var. Yani bu ülkede idam edilmiş bir insan, işte Veysel’den [Veysel Güney] bahsediyorum, ya mezarı yok. Yani bunu, bunu söylerken şimdi trajik olsun diye anlatmıyorum. Yani bugün geliyoruz ya işte, işte Gezi diyoruz, işte ne bileyim bugünkü yaşanan süreçte, daha sonra mutlaka geleceğiz ama normal şeyler değil ki. Yani her şeyle iyi, yani kız kalkmış Almanya'dan buraya gelmiş burada tutukluyorsun sen bunu. Yani şimdi ne oldu Çiğdem Mater yatıyor cezaevinde. Ya bu, bu kadar normal bir şey mi? Yani yarın öbür gün kendi içimizdeki kendi çocuklarımız tutuklandığı zaman e başkaları da bunu normal karşılayacak ama toplumun bunu anlatma şeyi bile kalmadı yani eskiden mesela ben bunlarla ilgili birtakım şeyler anlattığım zaman veyahut birtakım şeyler yapmaya başladığım zaman, şeyden daha değerli buluyorum bunları. Yani şimdi kalkıp işte geçmişin siyasi hareketinin devamıyız. Böyle bir dünya yok ki, neyin devamısın? Yani onun, onun o dönemde olan şeylerini, onun o dönemde olan şeylerini, yaşanan şeylerini, yani Metris, Sağmalcılar, Mamak ya şimdi ölüm oruçlarında arkadaşlarımız öldü, yanımızda öldü yani bu normal bir şey mi yani? Ölüm orucunda bir insanın ölmesi ne demek yani? Ya şimdi ben bunları anlatırken geldiğin zaman ya işte bana elektrik verildi ya bana elektrik verildiği zaman ben 14 yaşındaydım. Yani biraz farklı mı anlatım tarzına girdim, olaylardan koptuk ama işte bunları yani bu şekilde kayıt altına maalesef alamadık, çok eksiklikler oldu en azından bunu ben böyle düşünüyorum. Hatta bunların bir kısmı kayıt altına alınsın diye yazdıklarım oldu, notlarım oldu. Bilmiyorum bunlardan iki tanesini kitap şeklinde bastırabilme şansım da oldu. Yani yaşanan şeyler aslında herkes kanıksamış yani. Ben yani şöyle söyleyeyim, ben Yunanistan'a gittiğimde o andartları, gerillayı ve ELAS’I merak ettim. Yani ELAS’tan öldürülen üç gerillanın öldürüldüğü değirmenin enkazını aradım buldum ve bugün o enkaz sağına soluna çöpler atılmış, ya orada üç tane devrimci teslim olmamış. Belki onlarda da öyle yani unutturulmaya çalışılmış. Yani yüz yıl öncesi olan bir olay yani 1948, seksen sene geçmiş, yüz yıl diyelim buna. Yani yüz yıl öncesi Yunanistan’da da unutturulmaya çalışılmış ve bizde kırk sene geçmiş, bizdeki kırk sene içinde de unutturulmaya çalışılmış. Ve bu kuşak bir süre sonra yok olacak yani anlatımı da kalmayacak. Anlatacak insanı da kalmayacak.

00:33:09 - Selimiye’de gözaltı süreci

Play segment

Segment Synopsis: Birinci Şube’den sonra Selimiye’ye gittik. Selimiye o zaman hem göz altıların olduğu yer hem işte hemen mahkemeden tutuklanmaların olduğu bir yerdi. Oranın meşhur at ahırları vardır Selimiye'nin alt tarafında. 14 yaşında onu da görmüş olduk yani ahır şeklindedir, önünde kapısı var, işte hiçbir penceresi yok, taş, ağır taş duvarların olduğu bir yer. Yerlere yataklar atılmış ve her tarafın bit kaynadığı bir yer. Ve ben oraya götürüldüğüm zaman hemen işte Askeri Savcılık’a çıkarıldık. Askeri Savcılık işte olayı söyledi. Kabul ediyor musun? Polis ifadeni kabul ediyor musun? İşkence altında alındığını falan. İşte bir takım, bir şekilde ondan sonra zaten direkt tutuklandık. Tutuklandıktan sonra yaklaşık bir ay kadar orada kaldık. Bir ay kadar. Tabii benim o dönemde hastaneden apar topar şubeye götürülmem için sırtımdaki kurşunu çıkartmamışlardı yani mermi çekirdeği sırtımda duruyordu ve bunlar iltihabı yüzünden de ağır ateş yapıyordu yani Selimiye’de. Bu kurşunun alınması için oradaki koğuştaki arkadaşlar birkaç sefer yetkililere söylediler, ya işte ağır şekilde ateş yapıyor. Sayıma kalkmamı istiyorlardı kalkamıyordum mesela sayımlara yani yattığım şeyden kalkamıyordum. Ondan sonra ve bunlar da işte doktor olmadığını, bir şey yapamayacaklarını falan filan… Daha sonra o bulunduğum koğuşta herhalde tıp fakültesinde okuyan işte yarım kalmıştı bizim gibi okulu yarım kalmışlardan bir tanesi uzunca süre eliyle masaj yapa yapa o mermi çekirdeğini, o hücrede, koğuşta sırtımdan çıkarttı. Öyle olunca vücuttan iltihap ve şey boşalınca vücut da rahatlamış oldu. Selimiye'den sonra zaten Sağmalcılar’a gelmiş oldum. O dönemle ilgili üç tane mermi çekirdeğinden sadece bir tanesi vücudumdan çıkmıştı zaten bir tanesi sırtımda kalmıştı bir tanesi ise hala bugün topuğumda duruyor. Onu kemiğin içinden çıkartamadılar. Yani bize herhalde o da yani sen bunları unutma şeklinde bir şey olaraktan duruyor yani.
Daha sonra tabii bunun bana verdiği hasar…

Şubeden sonra yani Selimiye’de tutuklandıktan sonra da orada yatan tutuklular tarafından o mermi çekirdeği çıkartıldı. Topuğumdaki ise halen duruyor yani. Neticede daha sonra devlet zaten ya bu verdiği hasar karşılığında, vücudumun benim sol tarafını kolay kullanamam ben, sol tarafı ve kol, mesela kolumu kolay hareket ettiremem yani. Ama devlet de en azından böyle bir engelliliği bize verdiğini tanıdı yani.

00:36:13 - 12 Eylül cezaevlerinin çocuk mahkumları

Play segment

Segment Synopsis: Yok, diğer arkadaşın bir tanesi, o dönemde ölen arkadaş 19 yaşındaydı. O diğer arkadaş da 20 yaşındaydı. O da zaten evlendiğim eşimin ağabeyidir yani şu an, şu anda halen onunla bir yakın akrabalık var. Yani yaş olaraktan 14 yaşında, 15 yaşında o dönemde veya 12 Eylül’den önce yakalanmış işte korsan gösterilerden veya birtakım şeylerden alınmış çocuklar vardı. İşte mesela Sağmalcılar Sübyan’da böyle çocuklar vardı, ben Sağmalcılar Sübyan’a geldiğim zaman orası aynı zamanda sivil bir cezaeviydi. Orada her suçtan çocuk yaşta insan vardı. İşte hırsızlıktan, gasptan, uyuşturucu kullanmaktan veya işte şeylerden. Biz de altı yedi kişi vardık yani o koğuşta. Ve MLSPB davasından Doğan diye bir çocuk vardı işte o da 14 yaşlarındaydı. O da 12 Eylül'den önce yakalanmıştı. Gazetelere Sten makineli tüfekle resmi filan çıkmış bir çocuktu. O, koğuşun temsilcisiydi yani temsilciliğini üstlenmişti. Ve daha sonra zaten o koğuştan sonra da yani burada geçen sürem benim yaklaşık iki senedir yani az buz bir zaman değildir en azından öyle düşünüyorum, iki sene artık bizim için cezaevi şartlarında o dönem normal bir süre gibi geliyordu ama. Ben bazen mesela fotoğrafların arkasına bakarım, işte 82'de cezaevinde çekilmiş resmim, 84'te cezaevinde çekilmiş resmim, işte nedir 87'de cezaevinde çekilmiş resmim, 88'de... Ama şimdi bakıyorum otuz yıl cezaevlerinde olan insanlar var, yani ve o dönemin insanlarının çoğu zaten 91 yılında bir şartlı salıverilme tahliyesiyle birden yani çıkma şansı yakaladılar. Ki o dönemde olan insanların hemen hemen hepsi idam cezası almışlardı. Daha sonra işte bu Avrupa’yla yapılan şeyden cezaları müebbete döndürüldü. Ve müebbet cezasının da yani yaklaşık yirmi dört senesini yatmaları gereken bir süreci o ceza infazda düzenlemeyle beraber işte bir tahliye olma şansı buldular. Benim yanımda yakalanan işte eşimin ağabeyi de o da, ben sekiz sene yattım yaş ufaklığından dolayı erken tahliye oldum. O da on iki sene yattı yani. Yani 20 yaşında yakalanmıştı, 32 yaşında.

00:38:55 - Devrimci Yol davasında verilen cezalar

Play segment

Segment Synopsis: Devrimci Yol davasında yargılandık. İstanbul Devrimci Yol davasında yargılandık. Toplu davaydı. Yani idam cezası aldım zaten dört idam çıktı, bir tanesi bana çıktı, bir tanesi eşimin ağabeyine çıktı. Daha sonra bunlar müebbete döndürüldü. Benim yaş ufaklığından dolayı önce yirmi dört yıla cezam düşürüldü. 15 yaşından küçük olmadan dolayı da on altı yıl sekiz ay olarak kesinleşti. İçerden çıktığımda daha yatmam gereken iki buçuk üç senelik bir cezam kalmıştı benim. Yani onu, onu yatmadan tahliye olmuştum. Yargıtay cezayı onaylama durumunda tekrar içeri girip yatma durumum vardı. Daha sonra tabii, yani o süreç içerisinde onu yaşarken aslında şöyle, o senin dışarıdaki hayatını da etkiliyor. Yani içeride aldığımız bir ceza vardı yine bir tek tip elbise şeyinden yaklaşık iki buçuk senelik bir cezam vardı. Bir de oradan kalmış bir iki buçuk senelik cezam vardı. Bir de o dönemde eşimle evlendik yani şeyde. O dönemdeki hayat süreci dışına çıktıktan sonra tabii şeyi de düşünmedik yani işte çıktık bizim için her şey bitti değil yine mücadelenin içinde yer aldım. O dönemdeki örgütlülükle hemen direkman zaten ilişki içindeydik içeride de ilişki içindeydik, dışarıda da ilişki içindeydik ve bu örgütlülükle bize o dönemde çıktıktan sonra da o mücadelemizi sürdürdük. 146/1 maddesinden müebbet almıştım yani.

00:40:33 - Sol grupların cezaevi direnişleri

Play segment

Segment Synopsis: Ya işte ben bu siyasi gruptanım diye bu siyasi grubun bakış açısıyla anlatmak istemiyorum. Hiçbir zaman böyle bir yaklaşımım olmadı. Yani neyse odur yani. Yani biz ne yaşadıysak, cezaevlerinde neyin ne olduğunu yaşadıysak. Burada şunun benim için çok önemi yok. İşte yani A Grubu çok direndi de B grubu direnmedi de cezaevleri direnişi de böyle bir şey yok. Yani 12 Eylül'den sonra aşağı yukarı bütün sol gruplar hiç ummayacağım şekilde, yani 12 Eylül’den sonra on yedi gün sonra ben yakalandım ama büyük bir operasyon yaşamıştı büyük sol gruplar. Yani bir sürü örgütün merkez komitesi o dönemde şubelerdeydi. İşte Nihat Erim olayının sanıkları şubedeydi yani ben Selimiye’ye geldiğimde hücreye konduğumda Nihat Erim olayından işte Saadettin Güven’le beraber aynı hücreye kondum, aynı tecrit hücresine kondum. Şimdi İstanbul cezaevlerinin şu avantajı vardı. İstanbul cezaevleri daha öncesinden, yani yaşadığı bir direniş süreci vardı İstanbul cezaevlerinin. Yani bu A grubuyla, B grubuyla olan bir şey değildi yani İstanbul genelde aşağı yukarı bütün devrimci örgütlerin merkez komitelerinin en yoğun olduğu bir yer. Yani belki Ankara'da bu kadar yoktur veya bir İzmir'de bu kadar yoktur ama İstanbul'da bu yapıların çoğunun militan ve kadro unsurları 12 Eylül'den önce yatan yakalanmış cezaevlerindeydi. Ve biz cezaevlerine düştüğümüz zaman, geldiğimiz zaman birtakım yaptırımlara karşı bir direniş hattı vardı zaten. Yani bunun oluşumunu işte o dönemde yakalanan A grubunun insanı, B grubunun insanı değildi. Yani ben Selimiye’ye geldiğim zaman o Selimiye'deki yakalanan insanlar veya var olan insanlar nasıl davranacağını biliyordu. Sağmalcılar Cezaevi’ne geldiğiniz zaman Sağmalcılar Cezaevi’nde, tamam karıştırılmıştı koğuşlar, işte adi suçlular, o siyasi koğuşlar karıştırılmıştı. Onu da nereden biliyorum? Çünkü ağabeyimin iki yıla yakın bir tutsaklığı vardı yani ben cezaevi sürecini bilen insandım yani hafta, her hafta ziyarete giderdim, bir şeyler götürdüm, gardiyanlarını bilirdim, onlardan bir şeyler alırdım, bildiriler götürürdüm. Yani cezaevi sürecine aslında ben 13 yaşında şeyim vardı. Ama cezaevine girdiğiniz zaman da yani bize kimse işte sen bu tek tip elbiseyi giyeceksin veya işte sen işte şu yaptırıma uyuyacaksın şeklinde bir dayatma yoktu. Yani cezaevi idaresinin de aslında devrimci tutsaklara karşı ne tavır alacağı belli değildi ve belli bir süre sonra aynı idareden insanlar değiştirildikten sonra o insanların saldırıları oluşmaya başladı çünkü 12 Eylül cezaevi politikası oluşmaya başladı. Ve bunun ilk nüvesi nerede oldu? Alemdağ’da oldu. İşte Alemdağ’da devrimci tutsaklara dayatmalarda bulundular onlar direndiler, gaz bombası attılar, üç devrimci öldü Alemdağ’da. Yani hemen hemen 12 Eylül’den iki üç ay sonra olan bir olay diye hatırlıyorum. Sağmalcılar’da sivil cezaevinde ben bunu bu şekilde yaşamadım ama mesela Sultanahmet Cezaevi’nde de işte insanlara tek tip elbise dağıtılıyordu, tek tip elbiseyi yırtıp atıyorlardı, giymiyorlardı. Yani mahkemeye gittiğimizde görüyorduk mesela MLSPB davasından arkadaşlar geliyordu üstlerindeki tek tip, ya sanki hepsine köpek saldırmış da parçalamış gibi üstleri başları paramparça şeklinde bir direniş hattı vardı ve cezaevlerinde o dönemde yaklaşık şöyle söyleyeyim, 80'den 83'e kadar bir süreden bahsediyorum. 80'den 83'e kadar İstanbul'daki hiçbir cezaevinde, hiçbir cezaevinde sistematik olaraktan işte sen şunu yapacaksın sen, yani tamam tutsağız, devrimci tutsağız ama insanlık onurumuzu koruyabilecek veya yaptırımlara uyumayacak bir sürecimiz var. O dönemde de işte bağımsızlaştırma var, veyahut işte itirafçılığa teşvikler var bu tür şeyler yaşanıyor ama daha sonra 83'ten sonra bir tek tip elbise dayatmasıyla biz karşı karşıya kaldık. Yani o döneme kadar böyle bir şey yoktu. Yani ha şimdi oturup da cezaevi tarihçesini tabii ki yazmak kolay değil işte şu gün şu olmuştur bugün bu olmuştur ama bak ben kendi düşüncemi yaşayan bir insan olaraktan anlatıyorum. Ben ilk defa 83'te, Sağmalcılar Özel Tip Cezaevi’ne götürüldüğüm zaman, yani normal bir sevk sanıyordum bunu. Yani normal bir sevk işte. Bu cezaevinden aldık öbür cezaevine. Daha önce de gittik çünkü Selimiye’den gittik Sağmalcılar’a, Sağmalcılar’dan gittik Sultanahmet’e. Sultanahmet’ten Sağmalcılar’a geldiğim zaman orada, yani o kadar tutsaklığım içinde yaşamadığım bir günü yaşadım yani yüzlerce asker tarafından dövüldüm. Yüzlerce asker tarafından yani daha önce de cezaevinde operasyon yaparlardı direnirdik, kol kola girerdik, sürüklenirdik yani rutin şeyleri yaşardık yani bunlar da basit şeyler değil ama 83 döneminde Sultanahmet’ten Sağmalcılar’a geldiğim zaman çırılçıplak soyuldum, komaya sokulurcasına dövüldüm ve hiçbir şeysiz, hiçbir gerekçesiz, hiçbir gerekçesiz ve daha sonra bir hücreye atıldım. O dönemde benim üstümde kalmış izler o kadar çoktu ki iki sene sonra Avrupa İnsan Hakları’ndan bir heyet geldi cezaevindeki işkence araştırmasına işte bizi hücrelerimizde ziyaret etti. Benim hücremi açtıkları zaman benim hücremde o dönemde yediğim dayakların şeyleri vardı işte kumpasla ölçtüler, mezurayla ölçtüler yani işte hangi bölgesinde falan diye. O dönemle beraber bir tek tip [elbise] dayatması oldu. Tek tip dayatmasının giyilmemesiyle beraber de bir tavır yani neticede giymeyeceksin yani askerleştirmeye ve onların şeyine. Biz, neticede tek tipi giyinmiyorduk. Tek tipe karşı cezaevi bize ne yaptırım uyguluyordu? İşte ziyaretlere çıkartmıyordu. Hakkımızda davalar açıyordu. İşte bu ziyarete çıkartmama, yani ben yaklaşık iki sene ailemi görmedim mesela öyle tabir edeyim. Yani iki sene ziyarete çıkmadım. Veya şöyle söyleyeyim, iki sene işte bir buçuk metrelik bir hücreden dışarıya çıkıp bir volta atmadım. O hücrede kaldım yani. Bu dönemde bu direniş sürüyordu zaten. Şimdi bu dönemde, şimdi siyasi grupların da farklı yaklaşımları var yani. Bir kısmı işte ben cezaevi direnişi yapacağım, olabilir yani senin yaklaşımın.

00:47:04 - İstanbul cezaevlerinde ölüm oruçları

Play segment

Segment Synopsis: Ölüm oruçlarında işte, yani ölümlerin olduğu zaman. Yani karşı hücremde yatan bir arkadaş ölüm orucundaydı. Her gün onun hareketlerini izliyordum ben, her gün. Kendi hücremden çıkıp dışarıya baktığım zaman, aşağı yukarı kırkıncı, kırk beşinci güne kadar o pencereye çıkabiliyordu Hasan. Ama kırk beşinci günden sonra hastaneye gitti ve ölüm orucundan sonra, ölüm orucunun bitmesinden sonra ölüm orucu şey olmamasına rağmen, yani bitmesine rağmen Hasan tekrar dönemedi yani hayata. Yani ölüm orucu bittikten sonra Hasan hayatını kaybetti. Ölüm orucunun yani bizzat ölüm orucuna katılan insanlar bizim çok uzağımızda değildi ki hepsi yakınımızdaydı. Sadece farklı gruplardandı. Ha şimdi olaya böyle baktığın zaman ben kendi anlatımımı Hüseyin Yavuz olarak yapmak istiyorum. Yani ben kendi özgür bireyim ben, düşüncem var yani. Yani ben bugün varken o arkadaşlarla da konuşurken, yani tamam şimdi direnmenin ölçüsü nedir? Sen bana diyebilir misin sen direnmedin teslim oldun? Sonra direniş bu kadar ciddi bir direnişi kimse ortaya koyamadı ki zaten. Yani bu kadar 12 Eylül'den sonra, bu kadar siyasi yapıların çökmesi, bu kadar devrimci yapıların çökmesi bir anda o büyük bir şişkinlik, büyük bir direnişin sonucu olmadı ki. Ya burada çok şeyler var yani konuşmaya kalksak. Yani sadece bir yere sıkışıp kaldığımız zaman işte orada kendi duvarımızı kendimiz örüyoruz yani bir adım sonrasına geçemiyoruz yani burada olduğu gibi. Yani ölüm orucunda ölen insanların, ölen arkadaşların direnişi şüphesiz önemlidir. Ama İstanbul cezaevlerinde zaten o direniş hattı baştan söylediğim gibi vardı. Yani İstanbul'da 50 fraksiyon varsa ve 50 fraksiyon da zaten bu direnişin içindeydi. Yani mesela otuz günlük bir açlık grevinin hikayesi yaşandı İstanbul cezaevlerinde. Otuz günlük açlık grevi yaptık. Kaç yaşındaydım ben otuz günlük açlık grevi yaptığımda? 17 yaşındaydım. Halen onun bende şeyleri var, hastalıkları var. Yani kumpas bir açlık grevi. Ya bir siyasetin başka bir siyasete uyguladığı kumpas bir açlık grevini biz otuz gün İstanbul'da 4000 tutuklu açlık grevi yaptı otuz günlük. Otuz günlük açlık grevi ne kadar basit, öyle bir dünya var mı? Otuz günlük açlık grevinde sen bir şey yemiyorsun, bir şey şey yapmıyorsun.

00:49:43 - Devrimci grupların kendi aralarındaki 12 Eylül hesaplaşması

Play segment

Segment Synopsis: Yani 12 Eylül’ün sadece hesaplaşması 12 Eylül cuntasıyla değil. 12 Eylül’ün kendi hesaplaşmasını biz yapamadık. Ya şimdi koyduğumuz zaman birtakım şeylerden işte temkinli davranıyoruz işte birbirimize temkinli davranıyoruz, birbirimizle aynı şeyleri paylaşamıyoruz veya birbirimizle. Niye? Niye? Neyi saklayabilirim ki ben bu saatten sonra? Ben bugün gelmişim 60 yaşına. 14 yaşında yakalanmışım. On sene cezaevi mücadelem geçmiş. Çıktıktan sonra on beş, yirmi sene siyasal mücadeleden kopmamışım. Duruşumu hiçbir zaman değiştirmemişim. Hüseyin Yavuz olmanın bir önemi yok ki, hiçbir önemi yok. Yani insanlar bulundukları coğrafyalarında bu şeyi yaşarlar yani bugün yani dünden bugüne ilişkin geldiğimiz zaman işte, etrafımızda yaşananlar yani. Ama bir de şey var işin doğrusu var yani işin doğrusunu konuşmamız lazım, işin doğrusunu belgelendirmemiz lazım. Yani işin doğrusu ne? Ne kadar hata yaptık? Ne kadar doğru yaptık? Ya bunları hiç sorduk mu kendimize? Yani bugün hala ben şunu gözlemliyorum etrafımızdaki arkadaşlardan, ya beni stresli konulara sokmayın. Biz bundan sonra işte Ege'de yaşayacağız, Datça’da yaşayacağız veya bilmem ne. Biz stresli konulardan uzak duralım. Ya duramazsın ki, senin öyle bir şansın yok. Veya bakıyorum mesela 12 Eylül’den önce ciddi silahlı eylem yaptığım bir arkadaşım bugün bilmem ne cemaatinde, sakal burada, karşılaştığımız zaman yüzünü çeviriyor. Yani niye, niye saklıyoruz ki yani? Yani birbirimizden birtakım şeyleri bugün, açık yüreklilikle söylüyorum benim konuşmamın önüne kimse geçemez. Ben açık bunu söylüyorum. Ben topuğumda mermiyle, yaşadıklarımla, şeyle, ya benim ille bir yerde olmam için, bir şey ifade etmem için bir şey olmam gerekmiyor ki. Ben zaten varım. Ya niye, niye insanların konuşmadığı yerde ben de konuşmayayım? Konuşmak zorundayız, anlatmak zorundayız. Yani bunları geleceğe, bunları gençlere, bunları gelecek nesillere ne yaşadık, ne yaşadık? Ya şimdi sırtımdan benim kurşun çıkartılmış. Yani böyle bir şey dünden bugüne uydurulacak bir şey mi olmayan bir şey? Veya yaşadıklarımız veya cezaevlerinde yaşadıklarımız, ölüm oruçlarında yaşadıklarımız. Yani ölüm orucunda yaşayan insanların yani şimdi ben nasıl anlatayım İbrahim Erdoğan ölüm orucundan gelmişti ve daha sonra dışarıda katledildi. Karısı Sevgi Erdoğan ölüm orucunda öldü. Ya Türkiye'de bunların üstünü örtmek mümkün mü?