https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=huseyinyavuz2.xml#segment16
Segment Synopsis: Ya şimdi aslında bu süreçte eşimle şöyle söyleyeyim, şimdi normal dışarıda zaten aynı mahallenin çocuklarıyız. Daha sonra bizim cezaevi sürecimiz başladı ama dediğim gibi ilk karşılaşmamız, Metris duruşma salonuna 82 yılında gelmişti işte ağabeyinin ziyaretiyle ilgili filan. Ama yani şimdi şöyle bir şey, tanışıyorsun yani neticede yani işte dışarıda kalmış arkadaşlarımızdan birileri. Yani işte bize cezaevine dışarıdan haberi kim getirir? İşte Hâkime getir veya dışarıda bir şey kim şey yapar? Hâkime. Yani dışarıda olan insanlardan bir tanesi. Kaldı ki cezaevi mücadelesi süreci içinde cezaevleri ve dışarıdaki süreç içerisinde her zaman, bu süreç içerisinde yer aldı. İşte açlık grevleri olduğu süre içerisinde, işte aynı dönemde işte dışarıda yapılan bugün yaşananlar gibi işte. Bugün pek fazla kalmadı hoş da yani o zamanlar yine ailelerin, yani tutuklu ailelerin bir direnişi söz konusuydu. Yani bunu başarabiliyorlardı. Ya işte İnsan Hakları Derneği’nin kurulma süreci. Tabii Hâkime’nin de yaşı benim gibi ufak olduğu için o da o dışarıdaki diğer arkadaşların eşleri, aileleri ondan daha büyüktü yani o yaklaşık 16, 17 yaşlarında olduğu zaman o diğer arkadaşların aileleri 30’lu yaşlarda falandı. Hâkime hep dışarıdaö işte gelişlerde gidişlerde korurdu. İşte o da dışarıdaki açlık grevlerine katılırdı, cezaevi sürecindeki mücadelemin büyük bir parçası oldu. Daha sonra o sürecin içinde tabii İstanbul'daki Metris Cezaevi firarının sürecinde de işte Hâkime’nin çok şeyleri oldu İstanbul içinde. O dönemde böyle şeyleri olsa bile uzun süre yatması olmadı. Hani gözaltıları filan oldu şeyin ve daha sonra da işte içeriden yazışmaları direkt dışarıya ona yapıyorduk. Tabii şey kolay bir olay değildi yani benim için, yani bir yoldaşa, işte birlikte olduğun insana, işte böyle bir şey falan. Ama zaman içinde iş o evreye geldi. Ya birbirimizle arkadaş gibiydik yani kanka gibiydik, nasıl ifade edeceğimi bilemediğim bir şeydi yani. Daha sonra evlenme kararı aldık. İşte nişanımızı Bartın Cezaevi’nde yaptık.
Ben çıkmıştım dışarıya. Çıktıktan bir süre sonra, dışarıdaydık yani aslında ikimiz de. O dönemde biz evlenme kararı aldık. Bizim evliliğimiz öyle şey olmadı işte yani anneler ister babalar ister işte nişan olur falan filan. İşte nerede evlenelim? O zaman ağabeyi cezaevindeydi, Bartın Cezaevi’nde. Gidelim arkadaşların arasında evlenelim dedik. Açık görüşte onlara söyledik, dedik biz geleceğiz burada evleneceğiz. Onlar da sağ olsunlar bize o gün düğün pastası yapmışlar bir şekilde. İki gün açık görüşü onlarla geçirdik. Sonra geldik, ondan sonra da yasal evliliğimizin süreci de işte 90’da bir nikahla oldu yani o da gerekiyormuş, o olmadan olmuyormuş şeklinde bir dönem.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=huseyinyavuz2.xml#segment219
Segment Synopsis: Zaten içerden çıkan insan psikolojisi olaraktan şöyle söyleyeyim, içeri girdiğinden daha bilinçli bir şekilde çıkıyorsun. Yani içeri girdiğindeki süreci anlatabildiğimi sanıyorum. Yani işte o dönemde, işte okul hayatı şuydu buydu cezaevine girdik yani. Cezaevinde sekiz senelik süreç bambaşka bir süreç. Yani orada o dönemin pek çok önemli ismi ile birlikte kalıyorsun onlarla aynı komünlerde kalıyorsun, aynı süreçleri, aynı mücadele direnişleri. Cezaevinden çıktıktan sonra, dışarıya çıktıktan sonra yapabileceğimiz hiçbir şey yok. Yani şöyle söyleyeyim cezaevi sürecinin ve içerdeki arkadaşlarımızın veya dışarıdaki mücadelenin dışında olma diye bir şansımız yoktu. Böyle bir arayışımız da yoktu onu ifade edeyim. Çıktıktan sonra direkt örgütlülüğün kendi iki grubu vardı zaten o zaman. Örgüt zaten bir 84 döneminde bir ayrışma yaşamıştı. Taner Akçam ayrışması yaşamıştı o zaman. Avrupa sosyalizmi, var olan sosyalizm tartışmaları yaşamıştı. Biz o dönemde de gelenekçiydik yani örgüt çizgimizin dışında bir şey düşünmedik. Çıktıktan sonra gelenekçi örgüt çizgimizin yine içindeydik. O dönemde çıktıktan sonra da direk aynı silahlı mücadele saflarında yer aldık yani İstanbul'da kendi açımızdan. İşte firari olan arkadaşların işte yurtdışına çıkarılması, ondan sonra burada barındırılması veya işte burada legal anlamda kurulabilecek dernekler o dönemde neler vardı? İşte Halkevleri vardı yani içinde çalışılabilecek yapılar anlamında. İşin bir sivil görünen demokratik kitle örgütlülüğün görünen bütün yüzlerinde mesela ben Halkevi’nde eşimle beraber yönetimindeydim, yani İstanbul sürecinde. Ve o dönemde işte bir buçuk yıl sonra bir daha operasyon yedik İstanbul'da. Yani ben çıktıktan sonra, bir buçuk yıl sonra bir daha operasyon yedik. Bazı arkadaşlarımızın yurtdışına çıkması gerekti. Bir arkadaşımız İstanbul'da öldürüldü bir çatışmada. İstanbul ve Ankara'da ciddi bir şekilde darbe yedik. O süreçte de işte bizim de eşimle beraber yani yurtdışına çıkma durumundan daha ziyade burada ciddi sıkıntılarımız oldu. Yani işte içeri düşme şeyimiz oldu, durumumuz oldu. Ve daha sonra 91, 92 sürecinden sonra işte tahliyeler başladıktan sonra, kendi içimizden yani örgütün o gelenekçi çizgisinden kayışı gözlemledik. Yani bunu ben, kişi olaraktan şöyle söyleyeyim yani yaşadığın bir süreç vardır, o süreç içerisinde birlikte hareket ettiğin insanlar vardır, birlikte hareket ettiğin düşünceler vardır ve daha sonra bunun yaşayan insanlar için cezaevinde aynı tavrı koymayan insanların olduğunu görürsün. Yani bu bir evredir yani neticede kısa bir süreden bahsetmiyoruz on dört yıllık bir süreden bahsediyoruz yani 78'den 92'ye kadar geçen bir süreden bahsediyoruz. İşte cezaevlerinde de bazı kopuşlar vardı. Dışarıdaki süreç içerisinde bu kopuşların izlerini gözlemlemeye başladık. İşte legal bir parti sürecine karşıydık, yani yapı olarak da karşıydık kişi olarak da karşıydık yani. İşte bizim ülkemizde işte legal bir mücadelenin veya legal bir sosyalizmin, legal bir devrimci yapının pek fazla hayat bulamayacağı bir süre sonra düzenle bağdaşmak zorunda, düzenin kulvarına girmek zorunda yani çünkü onun kontrolündesin. Yani örgütünü alıyorsun düzenin kontrolüne veriyorsun ve böyle bir yapının hayat bulamayacağı teması vardı. Kendi örgütlülüğümüzü ayakta tutmaya çalıştık. Maalesef biz kazanamadık ama onlar da kazanamadı çünkü o legal mücadele alanları iyicene daraldı. İyicene artık bugün insanlar yani nasıl mücadele edeceğini de bilebileceği bir imkân yok yani bunların hepsini parçalamış olduk. Yani şimdi şöyle bir şey, ya bu ülkeden ben ilk defa geçen sene oğluma yurtdışına git dedim. Ben bugüne kadar yurtdışına gitme fikrine tamamen karşı olan insanlardan birisiydim yani bana yurtdışı o kadar soğuktu ki. Yani yurtdışı ne diyordum, yani bu ülke bizim ülkemiz, yani biz bu ülkede yetiştik, bu ülkede yaşadık, bu ülkede mücadele ettik. Yani iyi kötü tutunabileceğimiz yerler var iyi kötü işte mücadelede, ama bir Cumartesi Anneleri’nin etrafına bile, on tane insanın etrafına bile bugün yüz tane, iki yüz tane, üç yüz tane polis barikatıyla yani boğulduğu bir ülkede, yani bu legal mücadele bataklığından yani o zaman da karşıydık ama bundan sonra da yani biraz tuhaf bir söz olacak ama geçmiş olsun diyenlerden oldum.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=huseyinyavuz2.xml#segment532
Segment Synopsis: Özenç zaten şöyle, okulda falan da yani biz çocuğumuzun politikadan uzak tutmadık yani Gezi sürecinde de ondan sonra mesela anmalarda bizim videolarımızı Onur yapardı. YouTube şeylerimizi her zaman oğlum yapardı. Ondan sonra yapılabilecek etkinliklerde, yani uzak tutmamaya da çalıştık. Yani şimdi kendimizi anlatma derdimiz olduğu sürece, kendimizi anlatma derdimiz olduğu sürece insanlara biz bunu anlatmak zorundayız ama ben hiçbir zaman oğluma, oğluma yapmasını istemeyeceğim bir şey de başka bir arkadaşın çocuğundan beklemedim. Ha bir de öyle bir şeyim var yani. Yani bu çocukları koruma şu bu falan filan değil yani. Ben bunu örgüt içinde birebir yaşamış bir insanım şimdi çünkü şöyle, bir dönem çıktıktan sonra eşim örgüt içinde benden daha ileri bir pozisyondaydı. Ben cezaevinden çıktıktan sonra o ilişkilerin içindeydim, o direkt o ilişkilerin içindeydi. Bir süre sonra ben eşime kendisini korumadığı veya benim kendi korumacı yani kendi korumacı inisiyatifimle yaklaştığım zaman örgüt bana o senin eşin ama o bizim yoldaşımız, yani sen karışamazsın şeyiyle yaklaştı. Yani şimdi bu yaklaşımların aile içindeki işte devrimci yaklaşımın veya olabilecek şeyler yaklaşımı çocuklarınla da yaşarsın, bu doğaldır. Yani şimdi mesela Onur’un Gezi’ye gittiği süreç veya işte Gezi’de yaşanan süreç veya arkadaşlarıyla olan süreç içerisinde yaşadığı şeyler. Ama o dönemdeki örgüt içinin ilişkileriyle, yani bunu kıvırma payı olaraktan söylemiyorum bugün yaşadığımız örgüt içi şeyler aynı değil ki. Ya ben o gün cezaevi, o dönemde cezaevine gitsem örgütü bulurum. İyi kötü dışarıda avukatım olur. İyi kötü ailem olur, annem babam olur veya aranıyorsam evine gideceğim insan olur. Yani beni saklayacağına inandığım insan olur. Yani bunlar basit şeyler değil ki. Ama şimdi bu dönemde legal mücadele batağı, işte devletin bütün buna karşı o dönemden daha fazla güçlü olması, insanların daha kolay bulunabilirliği, ya şu anda legal mücadele batağında öyle bir saplanmışsın ki her şeyimiz ortada yani yedi yirmi dört Facebook'tayız hepimiz. Yani buradan devlete zararı verebileceğin veya şeye zarar verebileceğin, ne zararı verebilirsin ki? Ya biz bu şansı 91 tahliyelerinden sonra kaybettik. Bizim böyle bir şansımız vardı. Türkiye'nin de böyle bir şansı vardı. Yani Türkiye’nin ciddi anlamda devrimci mücadeleye, devrimci örgütlere ihtiyacı var. Bu dünyanın var aslında. Yani dünyanın bugün içine düştüğü sorun ne? Kaos değil mi bu? Yani şimdi Türkiye'de çocuklar, yani bir mücadele sürecini belirlemeye kalksalar nasıl bir mücadele verecekler? Yani şimdi son günlerde izlediğim şeyler oluyor, mesela beni her yere çağırırlar ben giderim. Veya her yere bir şey yapılması gereken kendimce emek verilecek şey oldu mu giderim çekinmem. Konuşulacak yer oldu mu giderim çekinmem. Şimdi Türkiye'de gençlere veya bilmem şeye, işte o dönemle ilişkin birtakım şeyler anlattığımızda onların bunu sorgulama noktasında o dönemle bu dönemi kıyasladığı arasında ne kadar fark var? O kadar çok fark var ki, uçurum kadar fark var. Ya bu bizim yaş farkımız değil, bu aynı zamanda yaşanan şeylerin farkı. Yani bunu şimdi oturduğun zaman, yani şimdi bana birisi gelse dese ki yani bu dönem için ya işte biz de ölüm orucu yapıyoruz, ben karşı olurum yani böyle bir şeye karşı olurum.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=huseyinyavuz2.xml#segment776
Segment Synopsis: Uzun yıllar, yani cezaevlerinde örgüt liderlerinin pek çoğuyla örgütün artık hangi seviyesinde olduğunu bilemiyorum ama bir insan olarak da hepsiyle çoğu ile tanıştım. Çok kısa burada bir hatırlatma olaraktan söyleyeceğim şey aslında bunu açıklayıcı olabilir. Şimdi o dönemde örgüt içinde sorumlu olan bir arkadaşım bugün yurtdışında belki otuz senedir de Türkiye'ye gelememiştir. Şimdi bunun ailesiyle, kız kardeşleriyle benim aram çok iyi, konuşuruz falan filan. Onlar şey der, ya niye görüşmüyorsun falan? Onlar öyle dediği zaman bakın derim ben sizin hepinizle görüşüyorum değil mi, bir sıkıntı yok ama onunla görüşmüyorum niye? Çünkü o komutan. O dönemde de komutandı, bu dönemde de komutan. Çünkü o egosundan sıyrılamadı. Altındaki insanları her zaman kendi her söylediğine inanabilecek, her söylediğine uyuyabilecek insanlar olarak gördü. Şimdi Türkiye'de liderlerin çoğunda yukarıda bulunmadan dolayı bir okuyamama, algılayamama hastalığı var. Bulundukları sırça köşkleri kaybetmemek için birleşmiyorlar. Çünkü niye, ben buradayım diyor buranın yöneticisi benim. Uymazsan ayrılmak zorundasın. Bundan üç ay önce bana bir teklif geldi, dediler ki ya artık biz buna dayanamıyoruz bir bildiri yayımlayacağız örgüt içinde bu yapıları kabul etmediğimizi ve kendimiz de yeni bir manifesto olaraktan çünkü biz gelenekçiyiz, kendimi öyle ifade ediyorum. Yani benim Devrimci Yol’un veya 12 Eylül öncesi devrimci mücadelenin dışında daha sonraki mücadeleyle ilişkili bir şeyim yok. Yani farklı bir arayışım yok. Olacaksa bu olacak. Bundan başka çaresi yok yani buraya kadar bununla geldik, bundan sonra başka bir arabaya bindik ama o araba gitmedi yani. Demek ki doğru olan buydu. Şimdi bu insanlarda bu yok. Devrimci Yol’un kendi siyasi yapılanmamın içinde belki on tane grup çıktı. Bırak başka siyasi yapıları, kendi içimizde parçalandık. Parçalanma gerekçelerimiz ne? Veya parçalanan insanlar kaç kişi? Mesela bir grup, kaç kişisin? Bakıyorum on kişi. Ya sen 12 Eylül’den önce yüzbinlerce insanı harekete geçiren bir yapıdan geldin ve bunun karşılığına on kişilik bir yapı koyuyorsun. Yani buna akıl, benim aklım ermiyor. Yani yüz binlerce kişilik bir yapıyla sen bunu başaramadın, on kişisin ve diyorsun ki ben buyum ve ben Devrimci Yol’um. Böyle bir dünya yok. Yani çok okumak, çok politika üretmek, siyaseti çok doğru yaptığı anlamına gelmiyor. Ben kendi gözlemimi anlatıyorum, kendi yaşadıklarımı anlatıyorum birebir.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=huseyinyavuz2.xml#segment953
Segment Synopsis: İçerden çıkan gruplardan en önemlisi ÖDP diye bir süreç kurdu. Karşıydık. Açık açık da söyledik. Yürütemediler. Biz, ilk başta bir rüzgâr yakalanıyor, bir dalga yakalanıyor çünkü o düşüncede olan pek çok insan ha bu doğruymuş diyor geliyor, başka gruplardan da. Ama kimse kendi kökünü, geçmişten gelen kökünü şey yapmıyor, yine oraya dayatıyor. Yine orada kendisini ifade etmeye çalışıyor. Sen bunun adını doğru koyamazsan, yani bu bir platformsa platform gibi yöneteceksin. Yani o platformun demokratik haklarını tanıyacaksın. Kaç kişilik bir grupsa o gruplarla o süreci idare edebileceksin. E ne oldu? İdare edemedim dağıldım. E peşinden ne oldu? Haziran geldi. Aynı süreç içerisinde dağılmalar yaşandı ve her dağılma eskisinden daha şiddetli dağılmaları getiriyor. Yani şöyle bir şey, elimizde bir torba içinde bilyeler var, bir torba bilyemiz var ama yere bir düştü mü bir sürü bilye dağılıyor sağa sola. Onun gibi olduk yani. E şimdi buna yeni bir şey üretebilme şansımız var mı? İşte üç ay önce arkadaşın bir tanesi bana dedi ki ya bir deklarasyon yayınlayacağız altına imzanı atar mısın? E bir şey ifade etmiyor ki niye altına imzamı atayım? Herhangi bir korkumdan değil, bu saatten sonra ben neden korkacağım? Bir şey ifade etmiyor. Yeni bölünmeleri yaratır. Çünkü onun, o dönemin var olan yapılarını biz kendi ellerimizle bombaladık. O yapıları dağıtan biz olduk, devlet dağıtmadı o yapıları. Ben cezaevinden çıktığımda o yapılar vardı. Bak sekiz sene sonra ben cezaevinden çıktıktan sonra, çünkü bu yapılar Kırşehir firarını gerçekleştirdi, bu yapılar Metris firarını gerçekleştirdi. Basit şeyler miydi? Çünkü niye? İnsanların birbirine şeyi vardı, güveni vardı. İnsanlar birbirine güvendi mi her şey olur. Ona kapısını da açar, yoldaşını da saklar, onun için ölür. İçeriden çıkan yoldaşını da saklar. E güven olmadı mı? Sen o güveni dağıtmışsın. E git bakalım bugün bir kişinin evinde üç gün kalabiliyor musun? Yani ne kadar yok ne kadar yok olduğunu anlatmaya çalışıyorum. Aslında ne kadar yok olduğumuzu anlatmaya çalışıyorum. Yani Hüseyin Yavuz'un veya kişinin, bireyin önemli değil, siyasal yapıların yok olması tehlike. Ben şu anda, siyasal yapılar yok olduğu için ülke içinde herkesin tek kurtuluşu, gençlerin tek kurtuluşu, ne bileyim işte eğitilmiş insanların tek kurtuluşu, işte ben vizemi alayım yurtdışına kapağı atayım. O zaman biz onu çok rahat yapardık. Onu en kolay yapabileceklerinden birisi bendim yani. Cezaevinden çıktıktan sonra bana kaç kere yurtdışına çıkma şeyi önerildi. Yani yurtdışına çıkmak da bir çözüm değil ki yani. Yani bir devrimci için, bir mücadele etmiş insan için, yani şimdi bu ülkede bir sürü bedeller ödemiş bir insan için. Ölenler, arkadaşlarımız var ya, biz onların bile aslında bir tanığıyız yani ben öyle düşünüyorum. Ya ben Nurettin Dönmez’in bu yeryüzünde, yani bundan kırk sene önce katledilen bir yoldaşın ben tanığıyım bugün. Ben olmasam o da olmayacak. Bizim halen bir takım sahip çıkmamız gereken şeyler var yani. Ya şimdi mesela işte Bellek Müzesi. Ben bunun tanığıyım, tanığı olmak zorundayım. Yani yok mu edelim? Her şeyi yok mu sayalım? Yani bunlar bizim için o kadar değerli şeyler ki. Ya ne bırakacağız, geleceğe ne bırakacağız? Şimdi Yaşathak Ağabey [Yaşathak Aslan] ile aslında aynı kulvarda çıktıktan sonra mücadele ettik ama benim bire bir şeyim olmadı onunla bir görüşmem şeyim olmadı. Ama aynı yapının insanlarıydık. Daha ziyade Avrupa'da işte o zaman devrimci işçinin İbrahim Sevimli’nin, Ali Dayı grubunun olduğu bir dönemdeki ilişkilerimizdi. Daha sonra arkadaşlardan işte bir grup başka bir ayrışma yaşadı. Devrimci Yol ve Özgürlük diye bir grup ayrışması yaşadı. Ahmet Akif Mücek’ler şimdi İsveç'te kendisi. Ahmet Akif Mücek’le 80 döneminde aynı sokağın insanlarıydık. Aile olarak da aynı şekilde birbirimizle yıllarca irtibatımız sürdü. Ablası olsun enişteleri olsun evlerinde kaldığım insanlardı yani o dönemde. İşte dediğim gibi yani seninle, onlarla dostluğum her zaman sürdü, o ayrı, onunla da dostluğum sürer yani bugün Türkiye’ye gelme şansı olsa ilk karşılayacak insanlardan birisi olurum ama yani ille şeyleri söylememizi de artık engelleyecek bir şey yok yani onun o şekilde yaklaşımını ve o şekilde örgütsel parçalanmaların bir fayda sağlamayacağına inandığım için yani bu ifademi kullanmak istiyorum. Yoksa bugün çıkıp da on kişiyle, ya işte biz geçmişteki devrimci örgütlenmeyi tekrardan işte treni rayına oturttuk. Ya oturtsaydı Nasuh Ağabey [Nasuh Mitap] oturtabilirdi yani. Nasuh Ağabey çıktıktan sonra pek çok görüşmelerimizde, pek çok şeylerimiz de aynı şeyleri paylaştık onunla. Ya bu işin böyle olmayacağını düşündüğümüzü o da evet dedi, bu işler böyle olmaz dedi yani legal bir parti, legal bir mücadele biçimi, o da olmayacağını düşünenlerdendi. Hayır, işte bırakmamasını hani diyoruz ya işte hani düşüncelerimizi bırakmak zorundayız. Nasuh Ağabey aslında bunları tek tek kaleme alıp yazsaydı o bize bir kılavuz olacaktı. Şimdi ben birebir anlatımlardan konuşuyorum. Nasuh Ağabey, ÖDP sürecinin ve bu yaklaşımın en karşı çıkan isimlerinden bir tanesiydi. Bunu açık yüreklilikle ifade ettiğine çoğu kez tanıklık etmiş insanlarız. Ha şimdi bütün bu konuşmalara rağmen, doğru biz miyiz? Ben doğruyum. Kimsenin doğrusu olmasam da kendimin doğrusuyum ve kimseyle doğru olmak zorunda değilim.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=huseyinyavuz2.xml#segment1343
Segment Synopsis: 14 yaşındaki bir tanıklığa ben döneyim yani o dönemde yukarıda ne kadar kapışmışlardır neleri tartışmışlardır beni ilgilendirmiyor. Ben 10, 14 yaşında bir operasyona gittim o dönemde. Yaklaşık on yedi kişi gittik. İşte bölgenin birine işte İGD hâkim olmaya çalışıyormuş o zaman TKP’nin gençlik örgütlenmesiydi İGD, İlerici Gençlik Derneği filan. Biz oraya gittiğimizde onları açıkça oraya çatışma amaçlı gittik. Yani o yapıyla biz çatışmaya gittik yani. Değişik bölgelerden işte çağrılmış on yedi, on sekiz insan ve orada o çatışma ortamı o gün iyi ki yaşanmadı onlarla, jandarma baskını oldu. Jandarmayla çatışmaya girildi ve o çatışmadan üç kişi orada yakalandı. Ben ve bir arkadaş oradan kaçtık, şeyden, o olay bölgesinden. O da basit bir şey değildir arkamızdan binlerce yani büyük bir çatışma yaşandı. Şimdi bu, bu çatışmayı ben şimdi o dönem için şöyle düşünüyorum. Yani Nisan ayları filandı yani 80, 1980’in Nisan aylarında. Bir İGD’li öldürüldü, o çatışmada değil o gün aynı dönemde onun 5 km veya 10 km uzağında aynı yerde yani aynı coğrafyada bizim bulunduğumuz yerde değil bunu ifade etmek için söylüyorum. Yani bizim olduğumuz yerde değil. Bizim olduğumuz yerde de polis baskını olmasaydı bu çatışma olacaktı. Şimdi o dönemdeki bu sol içi çatışmanın boyutu yani Devrimci Sol’la yaşandı. Bahsettiğim gibi yani kendi içinde bulunduğum bir anekdot. Devrimci Sol’la yaşanan çatışmanın olayı şu, Devrimci Solcular kahvede otururken bizim arkadaşlardan iki tanesi gidiyor, bunları kaldırıyor, dışarıda tartışma oluyor dışarıdaki tartışmadan dolayı Devrimci Solcunun üstündeki silahı bizim arkadaşlar alıyorlar. Biraz kriminalize olayları anlatıyorum ama sorun değil yani anlatmada. Daha sonra Devrimci Solcular bizden bu silahı istediler. Yani siz bizim silahımızı aldınız şeyini filan, yani bunun bedelini ödersiniz filan. Biz dedik gidin kime şikâyet ederseniz edin. Olay bu. Devrimci Sol’un en yüksek şeyinden timleri gönderdiler bölgeye. Yani o zaman faşist teröre karşı silahlı mücadele ekipleri vardı, bu ekipler işte Nihat Erim de dahil olmak üzere pek çok yani şeyde militan kadrolardı ve bu insanlar geldiğinde direkt bizim iki arkadaşı uyarı ateşi, yaralanma şeklinde darp ettiler yani o dönemde, geldiler. Bir anda büyük bir şey çatışmasına doğru sürüklenecekti bu olay. İşte Devrimci Sol, Devrimci Yol çatışmasına doğru evrimleşme şey yapıyordu neyse ki yukardan işte birileri devreye girdi falan. Yani şimdi o dönemdeki çatışmaların aşağı yukarı bütün hemen hemen minvalinin boyutu budur. Yani bunlar oldu ve daha sonra biz bu insanlarla cezaevlerine düştük. Cezaevinde sırtımdan kurşunu çıkaran o dönemde Devrimci Yolcuları cezalandırmaya gelen bir Devrimci Solcudur. Yani bizi cezalandırmaya gelen. Cezaevlerinde hücrelerde beraber direndik. Cezaevleri şartlarında beraber direndik. Bugün dostluklarımız, yoldaşlıklarımız kendi arkadaşlarımızdan daha çok onlarla da sürüyor. Yani benim pek çok o dönemden Devrimci Sol’dan arkadaşlarım bugün halen ailecek de görüştüğüm insanlar haline geldi yani şey olaraktan gördüğün zaman. Şimdi siyasetten o dönemi yöneten insanların hepsine gitsek sorsak ya bunların, yaşanan şeylerin ya bir şeyini verin desek, değil mi yani, böyle bir hakkımız yok mu? Var kardeşim. Bak ben iki tane olaydan bahsettim. Yani gidip de Adana'da yaşanan olayı anlatmadım, bilmem nerede yaşanmış anlatmadım. İçinde olduğum şeyi anlattım. Ya bunların gerekçesi ne desem cevap şu, ya işte o dönem böyle şeyler oluyordu. Yani bu şimdi savunma sözcüğü mü? O dönemde böyle şeyler oluyordu. Yani yüz tane fraksiyondan bahsediyorum ben. 3 kişilik 5 kişilik 1000 kişilik 2000 kişilik. Cezaevine gelmişin, cezaevinde ben örgütlerin çoğunu cezaevinde öğrendim. Ben yakalandığımda Türkiye'de bana on tane örgüt say desen, on tane örgüt etrafında kim varsa onu sayardım. Ben cezaevine bir düştüm KUK’u da oradan öğrendim, Halkın Devrimci Öncüleri’ni de Acilciler’i de binlerce! Bilseydim girmezdim bu işlere zaten biraz böyle kusura bakma olayın boyutuna çıkıyorum. Böyle bir dünya olabilir mi? Siz niye kurdunuz kardeşim bu kadar örgütü? Yani ülkenin içinde en azından bir faşizm tehlikesinde, bir cunta tehlikesinde sizin bir araya gelip bir direniş hattı kurmanız, yenilseniz bile bir ELAS gibi bir savaş süreci yaşamanız veya böyle bir geleneğinizin olması sizin için ne kadar büyük bir onur olurdu. Keşke böyle yaşasaydı. Yani 80 döneminde bu mücadele içinde olan insanların, kendi arkadaşlarımdan çoğundan biliyorum daha sonra Fatsa kırsalında çatışmalarda öldü, yakalandı. İstanbul'da aynı sokağın insanlarıyız. Yani gitti, insanlar gitti insanlar bu savaşın içinde yer aldı ama liderlik bunu yönetemedi. Liderlik bunu yönetemediği gibi, liderlik bunun hesabını da bir gün olsun dönüp de demedi ki ya biz bunu bunu yaptık. Yani biz de bunu bekledik bundan. Yani Ahmet, Mehmet olayını demiyorum, liderlikten bahsediyorum. O dönemin bir lideri vardı yani, bir örgütlenmesi vardı. Bak ben Hüseyin Yavuz vardım, bu yaşadıklarımı anlatıyorum. Ha birisi gelir der ki bana ya bu böyle değilmiş öyleymiş. Gelsin desin. Benim için hiç sorun değil. Ben yaşanan bir sürecin tanığıyım. Yani vücudumdaki sakatlıkla tanığıyım. Topuğumdaki mermiyle tanığıyım. Aile hayatımla tanığıyım, yaşanmışlıkla tanığıyım. Ben cezaevinden çıktıktan sonra bir mücadele hattı vardı o mücadele hattı içinde yer almak zorundaydım yer aldım. Yani üstüme yapabileceğim şeyi ben bugün yaptım. Ben bugün bu saatten sonra, e işte kalkalım işte biz mücadele hattı bu, işte gel yer al. E değil. Zaten mücadele hattı o olsa geri kalan on senelik ömrüm varsa ben o on senelik ömrümü orada harcarım. Bak açık yüreklilikle söylüyorum. Bazen gençlerden de oluyor. Bir bakıyorum arkadaşlarımdan bir tanesi ölmüş çocuğu var falan, avukat çocuk. Bakıyorum böyle başka, sakın diyorum oraya gitme. Bak açıkyüreklilikle söylüyorum. Niye? Çünkü yani yanlış. Gideceği yer yanlış. Orada yaşayacağı mücadele biçimi yanlış. Yani bu işin bu tarafı da yanlışsa bu tarafı da yanlış. Yani yanlış görüyorum ve söylüyorum yanlış. Yani şimdi tutup kalktığı zaman işte ölüm orucu direnişçileri, işte bunlar direndiler mücadele ettiler. Bana göre yanlış. Yani ben kendi insanını, kendi örgütünün insanını, kendi bu kadar sınırlı, bu kadar yetenekli insanını gidip de ölümü orucunda yani yok eden bir yapıya yanlış derim, demek zorundayım. Ve söylemlerimde yani faydasının olduğunu da görüyorum. Ya ben kaç sene sonra, böyle bir toplumsal araştırmam vardı benim öyle meraklıydım arşiv araştırmalarına falan şeye. Bir bölgede bir Tokatlılar diye bir çocuklar var, şeyler var, aile var, onlarla oturuyorum. Aileye gittim işte onun o dönemdeki eşi ölmüş ama çocuklar o zaman çok ufaktı ama biz o evde kaldık. Ben anlattım çocuğu bana şunu dedi. Hüseyin Ağabey dedi ben babamın devrimci olduğunu bilmiyordum ya dedi. Ben dedi Ülkü Ocaklarına gidiyorum dedi şeye. Ama dedi senin anlattıklarından sonra artık dedi, yani madem benim babam devrimci dedi benim orada işim yok dedi. Yani böyle, böylesi tanıklıklarımız da var. Yani gençlere anlatmak zorundayız. Gençler bizi dinlemek zorunda. Bazen diyorlar ki ya işte bunlar müzelik adamlar anlatıyorlar şeyleri, dertleri bu. O zaman, yani sen yolunu bulamazsın ki. Yani sen 80'i yaşamadan, yani şimdi bu örgütlerin köklerinin hepsi 80 öncesidir, hepsi. Ama sen bunu niye sormuyorsun niye olmadı diye? Ya süt bozuk ya maya bozuk ortaya bir şey çıkmadıysa öyle değil mi? Yoğurt bile yapsan ne dersin ya işte süt bozuktu herhalde dersin veya da dersin sütte bir şey yoktu maya bozuktu dersin. Sen 80 öncesi örgütlülükleri bugüne getiriyorsun her şeyini sorguluyorsun. Tek sorun bir araya gelememek mi? Veya tek sorun yaşanan süreçlerde birtakım şeyler yapmış olmamak mı? Tek sorun bana göre şu, bu liderlik yapılarını kendi sırça köşklerini terk etmek istememeleri, mevcut konumlardan, mevcut koltuklardan, o dönemki konumlarını hala bugüne kadar taşıyabilmelerinin verdiği mutluluk ve yaşantılarından da son derece mutlular ama gel gör yani bu ülkede devrimci mücadele ve devrimci yapı veya devrimci cephe veya devrimci savaş diye bir sürecin de mezar kazıcıları oldular yani ben bu kadar da ağır suçluyorum yani. Ya bugün bu ülkedeki insanların bu kadar umutsuzluğunun tek sorunu ben değilim kardeşim. Ben çağırdınız gittim. Bir ölmediğim kaldı onu yapamadım bir onu beceremedim yani, bir ölmeyi beceremedim hayatta, her şeyi yaşadım yani, o yüzden ben rahatım yani.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=huseyinyavuz2.xml#segment2019
Segment Synopsis: Şimdi zaten yapılar bu şekil olur yani yapıların zaten olması gereken, yani bugün de aynı şekilde kurulsa bu şekilde olur. Yani biz o dönemde yani işte mahalledeysek işte biz mahallede belli komiteleri olurdu işte üç kişilik beş kişilik bir komite olurdu ve biz bu bir üst komiteye çıkabilme mücadelesi verirdik. Yani hem ideolojik hem teorik olaraktan hem pratik olaraktan, işte nedir sempatizansan işte silahlı direniş birliklerinde olmayı hayal edersin yani işte silahlı direniş birlikleri nedir işte faşist faşist işte çetelerle daha bire bir işte mücadele edebilecek veya daha bir savaşçı. Veya işte devrimci savaş birliklerine yani biraz daha yetkinleşmişsen, işte devrimci savaş birlikleri nedir, işte o dönemde bildiğin kadarıyla işte mevcut bir süreçte kurulabilecek partinin kızıl çekirdek hücreleridir bunlar. Yani işte savaşçı organlardır yani işte militan, savaşçı ondan sonra darbe vurabilecek yani oligarşiye veya şeye karşı darbe vurabilecek. Tabii bu okuldasındır işte nedir okulda senin bulunduğun bir komite vardır. Üç kişi beş kişi eğitim komitesidir. Zaten o zamanlar hep eğitim üstüne yürürdü işler. İşte hücre evlerinde eğitim alırdık yani. Seminerlerimiz olurdu onlara giderdik işte. Belli anlamda silahlı şeyleri de olurdu, işte silah sökmeydi, takmaydı işte şeyde.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=huseyinyavuz2.xml#segment2105
Segment Synopsis: Cezaevine girdikten sonra da şimdi cezaevindeki süre içerisinde ben açıkcana söyleyeyim, cezaevi bir hayat. Bir hayat yaşıyorsun yani orada. Orada o günlük işlerini yapacaksın, işte nedir günlük işin dışında cezaevinde bir insan ne yapar resim yapar değil mi? İşte resim yaparsın. Yani onun malzemelerini temin etmişsindir veya saz çalarsın. Mesela ben boncuk örerdim. Yani ve ciddi anlamda işte komüne gelir sağlayacak boncuk örerdik. Yani onları dizerdik, yapardık, dışarı gönderirdik, satılırdı. Yani bir işti yani. Veya gemi yapardık, maket gemisi yapardık. Ben direk yapardım sadece direk yapardım mesela cezaevinde. Yani gemilerin işte meyve kasaları gelmiştir işte nedir meyve kasalarında işte kavak ağacından işte kasalar gelir, onların işlenmesi kolay olur işte onu çakıyla yontarsın yontarsan sonra zımparayla düzenlersin işte bir kişi geminin güvertesini yapar birisi yelkenlisini yapar, işte ben direk yapardım yani bütün işim buydu. Ve bu cezaevi sürecinde bir şey yapmadığımız işte yani bu işlerden kopuk kaldığımız süreç ne zaman oldu dersen dediğim gibi 83'ten tek tip elbise süreci başladıktan sonra bunlar ciddi anlamda, o dönemde işte hücre, hücre tipi yapılar, hücre tipi koğuşlar yani bizi bunlardan uzak tuttu ve o dönemde işte nedir atletle donla bir direnme sürecimiz oldu. O dönemde de birbirimizle ilişkilerimiz hiçbir şey yapmadı yani işte yan koğuştaki arkadaşla şifreli Morslu konuşuyorduk veya bilmem 140 metre ötedeki arkadaşla şifreli Morslu işte ne yapacağız, nasıl olacak, nasıl ne şekillenecek veya mahkemeye gidilmişse mahkemede kimler görüldü? Mesela başka cezaevlerinden de gelen arkadaşlar olmuştur. Kimlerle irtibat oldu? Veya falanca tahliye olmuştur işte şifreli bir şekilde işte oraya gidiyor dışarı gidiyor işte dışarıda şunlarla ve bunların o dönemde de şeyi olur işte nedir, sesi en yüksek çıkan kimse sabahtan akşama işte pencerede 500 metre öteye 1 km öteye Morsla bağırırsın. İşte onlardan biri bendim zaten devamlı pencerede karşı koğuşlara avazım çıktığı kadar yani bu bütün gün, bütün yıllar süren bir olay yani öyle bir günlük iki günlük değil, süreç. Cezaevi hayatı kendi içinde aslında oraya girdiğin anda kendi şekillenmesini yapar yani, onda bir sıkıntı yok. Ama şimdi çok kötü, bugün çok kötü yani. Yani özellikle bu yüksek güvenlikli hapishane, yani sürecine, yani ben de takip ediyorum yazılardan takip ediyorum, özellikle de ilgileniyorum yani şeylerle filan. Ya bu cezaevi, bu cezaevi filan değil yani. Yani bu, bugün cezaevlerinde olan insanların yaşadıkları, bilmiyorum ilerde biz bu kadar anlatıyorsak onların anlatacakları çok daha korkunç olmalı yani. Yani penceren yok, pencerenin üstünde artı tel örgü var, artı pencereler yüksekte kuyu gibi yer. Ya bir kişilik, iki kişilik. Ya böyle arkadaşlarımız da var tabii yani uzun yıllardır cezaevinde yatan.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=huseyinyavuz2.xml#segment2315
Segment Synopsis: Çıktığım günü çok iyi hatırlıyorum çünkü mahkemeye gitmiştim o gün, duruşmam vardı. Çıkma diye bir derdimiz yoktu zaten. Yani biz oranın bir parçasıydık artık. Tahliye olabileceğimi de ummuyorum çünkü yaklaşık ondan bir ay öncesi kadar bir kendi açımdan siyasi savunma yapmıştım. Örgüt örgütlülüğünü kabul etmiyordu, örgüt olduğunu kabul etmiyordu. Ben de kendi açımdan hayır biz örgütüz şeklinde yine örgütle ters düşebileceğim on yedi sayfalık bir savunma yaptım çünkü örgütü reddetmek çok acı bir şey, yani kalkıp da yani işte 100 binlerce insanı, işte oluşturduğun yapıları, işte direniş komitelerini, işte Fatsa’sını Artvin’ini yani yapabildiğin yani ki büyük bir örgütüsün, yani kalkıp da biz örgüt değildir demek benim yaşadığım en acı travmalardan birisidir mesela. Yani keşke, bir şey olmayacaktı, örgütüz deselerdi siyasi savunmayı yapsalardı. Bugün de o siyasi savunma, bugün Türkiye'de emin ol, o dönemi anlatan en şey yapılır, en şeyden bir belge olurdu. Bir kayıt olurdu. Reddetmekle aslında bu şeyi de şansı da kaçırdılar. Ben o gün işte mahkemeye çıktığımda yaklaşık içeride kalmış yirmi beş, otuz arkadaştık. Normalde cezalar okunmaya başladı. İşte idam cezaları en önce okundu işte idamlık olan arkadaşların cezaları okundu. Birisi de eşimin ağabeyiydi zaten. Sonra bana geldi sıra ondan sonra. İşte idam cezası, müebbet cezası, yaş ufaklığı bilmem ne, Hüseyin Yavuz tahliye dedi. Bir baktım şeyde mahkeme salonunda herkes havaya zıplıyor, havada uçuyorlar. Hepiniz idam aldınız. Yani ben tahliye olmuşum ya, bir kişi tahliye oldu onun sevincini yaşıyorlar. Ben de onların üzüntüsünden kendi sevincimi yaşayamıyorum. Yani sevinebilecek bir durum yok çünkü. Sen çıkıyorsun ama diğer herkes içerde yani neticede beş kişi on kişi çıkmıyorsun. Neyse koğuşlara geldik. Herkes işte, neticede içerdeki arkadaşlar dışarıya ne haberler gönderecek ne yapılacak hemen alelacele onların telaşındalar çünkü dışarıda da bağlantıya geçmemiz lazım, şeye geçmemiz lazım. İşte onun yazışmaları yapılıyor, başka yerde olan arkadaşlar not gönderiyor işte şuna git buna git çıkınca işte şunu şöyle yap. Ya bir anda şeyim de oldu içerden çıkarken de üstümüzdeki başımızdakiler adettir hepsini içerdeki arkadaşlara bırakırız. Yani kış bile olsa dışarı çıkarken alabileceğimiz en minimum, yani nedir kışın insan neyle çıkar kazakla çıkar değil mi? Yani neredeyse atletle çıkma pozisyonundayız çünkü içerideki şeyler, içerdekilere daha çok gerekliydi. Tabii ben içeriden çıktıktan sonra askerlik sebebiyle tahliye olamadan direkt tekrardan şeye götürüldüm, askerlik şubesine götürüldüm. Askerlik şubesinde de yoklamaların filan yapılmadığı için işte askere göndermem gerekti. Ama babam geldi işte neyse o sorunlarımı halletti filan. Tabii içerden çıkan insanlar marşlarla gönderilir, Avusturya İşçi Marşlarıyla. O cezaevine o gün, bütün koğuşlardan Avusturya İşçi Marşı eğer okunmaya başlanmışsa mutlaka bir hücreden veya bir koğuştan şey vardır, tahliye vardır ve herkes o marşa eşlik eder. O gün de Avusturya İşçi Marşı benim için okunmuştu yani. Heyecan verici bir gündü. Çıktım. Çıktıktan beş gün sonra cezaevine geri geldim Metris’e. Açık görüş vardı. Benim için büyük bir fırsattı. Çıkmıştım ama içerdeki arkadaşlara dışarı gittikten sonra işte görüşebildiklerimden haberler getirme, ailelerinden haber getirme. Çıktıktan beş gün sonra Metris’in önünde meşhur bir annelerin oturduğu kahve vardı Metris Türküsü’nde de geçer, metresin önü kahveler, kahvede can annem bekler diye. Oraya geldim. Pek çoğunu tanıyordum zaten ailelerden. İşte Didar Şensoy oradaydı, diğer anneler oradaydı. Hepsi bana sarıldılar işte çocuklarının durumunu, kendi durumlarını falan filan öyle bir şey oldu ve içeri açık ziyarete girdim. Havalandırmada yapılıyordu açık görüş. Çıktıktan beş gün sonra Metris Cezaevi’nde tekrar aynı havalandırmadaydım. Hatta bağırıp takılanlar oluyordu işte oğlum seni kapıdan kovuyoruz bacadan tekrar niye geldin falan diye şeyler.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=huseyinyavuz2.xml#segment2609
Segment Synopsis: Ya bir şeyimiz arkadaşlıklarımız yoldaşlıklarımızın çoğunu hani o dönemde olan şeylerin çoğunu bugüne kadar aslında o dönemin arkadaşları şeylerle korumasını bildik yani. O kadar da savrulup gitmedik. Bizim için en değerli olan şeylerden de birisi o oldu. Kızsak da birbirimize kırgınlıklar da yaşasak. Biz çok önemli bir tarihsel dönemin unsurlarıyız yani o yüzden sadece anlatabileceklerimi, sadece konuşabileceklerimi, sadece anlatma ihtiyacımız, yazacaklarımız, bırakacaklarımız değil her şeyimiz değerli. Yani örgütleri tanıma açısından veya insanları tanıma açısından çünkü bu yaşanmış bir deneyim. Kırk yıllık bir şeyden bahsediyorum ben. Yani bunun içinde vefasızlıklar var, bunun içinde ihanetler var, bunun içinde hatalarımız var, yapamadıklarımız var. Yani bu öyle bir döngü ki 12 Eylül diye bir şey değil aslında. Yani bugün Türkiye'nin yaşadığı şey de 12 Eylül’dür. Bugün var olan şey de 12 Eylül’dür. Ya bugün kim bir haksızlıktan bahsediyorsa, kim evim basılıp çocuğum götürüldü diyorsa, kim biriz, ya kaybedilmiş insanlardan bahsediliyorsa bu ülkede, o 12 Eylül dediğimiz şeyin işte aslı bu, kaybedilmiş insan. Ya bunu anlatamazsın ki kimseye. O yüzden bu süreçle ilgili yapabildiğimiz kadar anlatma, belge bırakma, neyin ne olduğunu aktarma sorumluluğumuz var.
Ya şimdi keşkelerimiz o kadar çok ki. Yani keşkelerimiz olmasa bu kadar konuşup isyan etmemiz de gerekmez yani çünkü keşkelerimiz çok yani, yani vurgulamaya çalıştığım şey bu benim yani. Yani şimdi şöyle bir şey ifade kullansam yanlış olur mu, yani keşke bu kadar parçalanmamış olsaydık veya keşke bu kadar örgütler içeride en azına o direniş hattını oluşturabilseydi de biz o direniş hattında, yani şimdi bir devrimci için, bir devrimci eylemci için artık direnişçi için adını nasıl yorumlarsan yorumla, ölüm aslında çok korkulacak bir şey değil. Ya bunun örneklerini çok gördük. Yani hani bir insan neden korkar malını, mülkünü kaybedebilir insan çok sorun değil. Yani kariyerini de kaybeder, bunlar yaşanır yani bugün bunların kaybolmasının gibi şeyi yok yani, hiçbir şey olmuyor burada Türkiye'de yaşadık 15 Temmuz'dan sonra pek çok insanın hayatı altüst edildi. Yani bu, bunun olmayacağı diye bir şey yok veya işte 6-7 Eylül olaylarında buradan binlerce Rum ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Çok geriye gitsem binlerce Ermeni’nin yaşadığı sorunlar var yani. Yani bu ülkede eğer şöyle bir kaygısı olan varsa, ya ben rahat yaşayacağım kaç yıl rahat yaşayabilirsin ki? Hadi beş yıl rahat yaşadın on yıl rahat yaşadın. Yani bir devrimcinin zaten bakış açısı bu olamaz, bu mümkün değil. Bir devrimci neyi ister? Neyi amaçlar? İşte nedir, en azından o mücadelesine, o düşüncesine uygun bir mücadele edebilmeyi arzular. Bu onun arzusudur yani ben mesela Metris’ten, cezaevinden arkadaşlar firar ettiği gün benim en mutlu günümdür. Havalara uçtuğum bir gündür yani. Veya mesela benim evimde biz evlendikten sonra kalan arkadaşlardan bir tanesi o dönemde bir anda işte başka bir operasyondan içeri alınan bir arkadaş, işte bizim eve geldi dedi ki ya siz ne yapıyorsunuz bu ev biliniyor polis sizi soruyor şeklinde bir haber getirince o arkadaşın bizim evden gitmesi gerekti ve on beş gün sonra arkadaş gittiği evde yakalandı ve on yıl cezaevinde yattı. Benim için bu mesela pişmanlıktır ve daha sonra Hâkime cezaevine ziyaretine gitti yani işte sene 92, 93 yani ne olduğu şeklinde bilgi alabilmek için. Hala mesela biz şeyi konuşuruz ya keşke o gün o bizim evden gitmeseydi. Ama bizim ev basılır mıydı, basılırdı. İnfaz da edilebilirdi. Ya bunların örnekleri olmadı mı? Çok! çocuklarının gözü önünde anneleri babaları katlettiler bu ülkede. Yani şimdi o keşke olaylarına girme, yani keşke ne diyebiliriz ki yani keşke ne yapmış olabilirim mesela? Ya işte keşke benim öyle bir kaygım yok ki. Ben öyle bir kaygı hayatım boyunca duymadım. Şimdi tutup da mesela bugün, ne işte ya işte gel falanca dergiye abone ol. Ya niye abone olayım ki ya bir sürü var hangi birine abone olayım. Ya keşke mücadeleyi bu noktaya indirmeseydiniz kardeşim. Yani sizin mücadele diye anlattığınız şey aslında yok, yok! İşte keşkelerimden birisi bu. Bu isyanımı da söyleyemiyorum yani tepedekilere söyleyemiyorum, ağabeylere söyleyemiyorum, işte keşkelerimden bir tanesi budur. Ha söylememe gereğini neden duyuyorum? Mesela çoğu insan şey der ya işte dostluklarımız var işte kırgınlıklar olmasın oturuyoruz kahve içiyoruz çay içiyoruz arkadaşlarımız kırk yılda bir muhabbet ediyoruz ya değil, değil! Ben o dönemin insanlarıyla ilgili her şeyi bak şöyle düşünüyorum kafamda şöyle yorumluyorum, ya bu insanlar o kadar ağır bedeller ödedirler ki, hepsi ağır bedeller ödedi. Yani gitmiş bir yerde yaşıyor, hakkı onunla ilgili hiçbir kaygım yok veya işte bugünkü yaşantısı, ya 70 yaşına gelmiş artık ne yapacak yürüyemiyor zaten sağlık sorunlarıyla boğuşuyor, ailevi sorunlarıyla boğuşuyor, çocuğunun sorunlarıyla boğuşuyor. Benim kimseyle böyle bir hesaplaşma derdim yok. Benim hesaplaşma derdim şu ya ben şunu diyorum ya keşke yani kendi düşüncelerimizi bizim de düşüncelerimizi biz de söyleyebilsek. Yani ne yanlıştı? Ne eksikti? Mesela dese ki birisi ya Hüseyin ya sen sekiz sene yattın mı kardeşim, yattım. Üç kurşun yedin mi, yedim. Senin annen baban on sene cezaevi kapılarına geldi mi, geldi. Bu kadar hakkım yok mu yani, keşkelerimden birisi budur işte yani ki bu benim en büyük keşkelerimdendir, ama bunu ifade edebileceğim bir şey yok yani bir merci yok bir kanal yok işte yani.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=huseyinyavuz2.xml#segment3025
Segment Synopsis: Aslında söylenen veya ortaya konulan rakamlar çok doğru. Yani ben de bunu yaşadım. Yani çocukluk olayını 18 yaşından aşağıya kabul edip de şey yaparsan belki bu rakam yüzde yirmileri bile geçer ama şöyle 14 yaş 15 yaş 13 yaş, mesela 12 yaşında DEV-SOL davasından bir çocuk vardı içeride. Yani silahla yakalanmıştı, 12 yaşındaydı. Şimdi aslında bu rakamlar bugünkü kuşak için veya benim için de geçerli mesela, o düzeyde bir insana baktığın zaman hakikaten çocuk diyorsun yani çünkü neticede siyasal bilinç arayamazsın yani veya şey, ama o dönemin işte en belirgin özelliğinden birisi de şuydu, bu vardı yani bu olmayan bir şey değildi yani bu bir realiteydi yani, bu insanlar vardı. Bu insanlardan biri de benim ama bu insanların o dönemde bu siyasi yapılarda o dönemde bir şeyliği yoktu yani süreç belirleme yani ya sempatizandı ya militandı ya bölge unsuruydu. Yani 14 yaşında bir insanın da bilmem işte Devrimci Yol’un Merkez Komitesi’nde olmasını düşünmemiz mümkün değil. Ama işte Devrimci Yol’un Merkez Komitesi de halen o dönemdeki insanları 80 yaşına gelmiş insanlar olarak kaldı, değişmedi yani oradaki üç beş isim değişmedi. Niye? Çünkü bu 14 yaşındaki çocuklar o dönemde bu süreci yaşayan çocukların anlatımlarını bu kuşak sırtını döndü, yok saydı. Yani şimdi bunlardan dönüp de aslında belki en değerli anlatımları yapacak kuşaklardan birisi bunlardır ve bunların çoğunu da ya bak şunu söyleyeyim cezaevlerinde bir takım, bende fotoğrafları da var, ya cezaevlerinde devrimci tutsakların çocukları vardı. Devrimci kadın veya devrimci işte ayrı cezaevlerinde çocuklar vardı. Kaç yaşındaydı o çocuklar? 5 yaşındaydılar, 4 yaşındaydılar. Yani ömürlerinde oyuncak görmek veya işte bilmem ne çocuk yatak odası falan filan değil annesinin yanında ranzasında yattılar. Ve ömründe demir pencere gördüler, demir kapı gördüler ve bu çocuklar bile şimdi kaç yaşındadır nerededir? Yani o zaman 5 yaşında olan bir çocuk 80 döneminde şimdi nereden baksan 47, 48 yaşlarındadır. Yani toplum bunu hafızasından toptan sildi. Yok saydı bunu. Yok yani, böyle bir şeyi yaşamadı bu toplum. Yani şimdi yukarıdaki ağabeyler de alttaki insanları yok saydılar. Ya böyle bir şeye yönelme, yani hiçbir şeye yönelmediler ki. Yani şimdi ben bahsettiğim olay, ben İkinci Şube’de benim donunu indirdi adam dedi işte çoğu aldı zeytinyağı getir dedi bilmem ne işte. Ya şimdi bunları anlattığın zaman bu bir iki dakikalık bir anlatı değil. Veya benim vücudumdan çıkan kurşun çekirdeği iki dakikalık bir anlatım değil. Benim gibi bir sürü var, bir sürü var. Ama biz bu siyasi hareketler içinde o şeyi aşamadık. İşte keşkelerden bir tanesi de odur. Yani o süreci aşamadık yani ne bileyim işte diğer siyasi yapılarda da öyle. Yani bakıyorum o dönemde işte nedir merkez komitesi, ya senin merkez komite dediğin adamın, senin merkez komite dediğin adamın bütün arkasını 17 yaşında çocuk temizledi ya. Pislik anlamında demiyorum, örgütsel ilişkilerini sakladı, örgütsel materyallerini sakladı, örgütsel belge, sen gittin ama bu çocuk burada bunları devlete teslim etmedi. Ama sen merkez komite olaraktan kalmaya devam ettin, ya bu insanlar bir kişi, iki kişi değil ki. Yani incelediğiniz rakamlar, incelediğiniz veriler doğru, doğru yani. Yani bu örgütün yüzde yirmisi gençlerden. E? Ben, benim yaşımda olan insanlardan bir tane benim o dönemde yaşadığım insanlardan bugün o siyasal yapıları içinde belli bir yere gelmiş insan yok. 90 dönemi içinde çok hızlı bir gençleşme mücadelesi verdik, çok hızlı. Okullarda, liselerde şeylerde ve bu insanları da özellikle o dönemde bir operasyonda, bir şeyde işte kaybolmaması anlamında uzak tutmaya çalıştık. Yani uzak tutmaya çalıştık şu, mücadeleden değil, yani yapılabilecek eylemleri kadrolar yapıyordu yine, ne yapılması gerekiyorsa, bunlar hep bazen daha da aynı bizim o dönemde gösterdiğiniz enerji şeyini gösteriyordu işte, ya katılma ve daha sonra 94 operasyonunda, o 90 döneminde yetişen gençlerin hepsi militan unsurlar olaraktan yaklaşık 60’a yakın arkadaşın hani genç insan, 60’a yakın genç insan, 94 operasyonlarında kimisi yurt dışında kimisi burada gözaltına alınan insanlar oldu ve bunlar üniversiteliydi o dönemde, liseliydiler. Yani kendi gençlerinden, kendi şeyinden, ya şimdi gençlerimiz cezaevine mi düşsün? İşte gençlerimizin başında, büyük örgütlülüklerde bunlar yaşanır ve bundan kimse korkmaz, kimse pişman da olmaz. En azından ben yaşadım bunu. Kendi açımdan yaşadım. Böyle bir pişmanlığım yok. Ama bir örgütlü bir mücadeleden söz ediyorum ama bugün yel değirmenine saldırır gibi almışım elime gitmişim bir yere saldırmışım, yapmam ki. Yani böylesi bir şeye, sonucunun veya izanının olmadığı bir şeye kalkışmak devrimci bir süreç değil ki. Yani onun bile onurunu taşıyabilmek lazımdır. Nedir o onur? Ya işte nedir, işte bir cezaevinden insan kaçırılmış, firar etmiş evinde saklarsın. Onunla beraber sen de o farenin girdiği deliğe gireceksin ama onu saklayacaksın, bu büyük bir onurdur. Başka bir şey. Ama artık doğruları, yanlışları seçebilme ve ayırt edebilme diye bir yeteneğin olması gerekiyor. O yüzden dediğin çok önemli, yani bak bunu ben hiç düşünmedim bunu da hafızama yazdım, kaydettim. Yani o dönemde yüzde yirmisinin ve o dönemin o yüzde yirmisidir o mücadeleyi veren, o dağa çıkan, o silahlı mücadeleyi veren insanlar. O tepedeki insanlar yine değildir, o yazıp çizen insanlar. Hala bugün yazıp çizen insanlar değildir. Yine o dönemin mücadelesini veren, ölen, ya şimdi ölen insanları, yoldaşlarımızı şey ama yaşları zaten o yaşlardadır yani 18 yaşında 20 yaşında. Yani kaybettiğimiz canlarımızın çoğu o yaşlardadır yani. Demek ki bak bu da şöyle düşünüyorum bugüne kadar dikkate almamışım, yani işte sol yapıların içindeki asıl hastalığın ortaya çıktığı işte belirtilerinden birisi de bu. Yani mükemmelleştirmekle mükemmelleşmez hiçbir şey, ben bu kanıdayım. Yani biz çok mükemmeldik, böyle bir dünya yok. Öyle bir dünya yok. Yaşadıklarımızı da doğru koyacağız, bütün her şeyi olduğu gibi ortaya koyacağız, yine varız yine var olmaya devam edeceğiz her şeyimizle çünkü varız, şey değiliz ama eksiği yanlışı bile bile de kabullenmek zorunda değiliz yani. Çünkü bunları koyamazsak doğru yol bulunmaz. Böyle gider.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=huseyinyavuz2.xml#segment3533
Segment Synopsis: Süreç içerisinde birtakım yaşadığımız şeyler hep oldu yani mesela ben bir arkadaşın mezarına çok takıntılıydım. Yıllar sonra ben bunun mezarını buldum. Yani mezar bulmak öyle gidip da falanca yerde değil olmayan bir şeyi arıyorsun. Devlet saklamış. 12 Eylül’den önce öldürülmüş. Ortada ailesi yok, hiçbir şeyi yok. Yani birtakım şeyleri duyuyorsun oraya gidiyorsun mesela Bulgaristan'da Şumnu diye bir yerde doğmuş oraya gidiyorsun. Oradaki insanlara ulaşıyorsun veya bilmem nerede işte bir arkadaşının anlatımını buluyorsun oraya gidiyorsun. Yani olmayan bir şeyi aramak kadar zor bir şey yok. Şimdi bu mezarı bulduğum gün, tabii mezarı bulduk, bu burada, bu mezarlıkta ama hangi, nerede yatıyor o belli değil. On kişi, on beş kişi hafta sonları o mezar şeylerinin aralarına yayılıyorduk, tek tek mezar taşlarına bakıyorduk, arıyorduk ama oraya yoğunlaşmıştık yani en sonunda şeyinde. Ve bir gün ben gece rüyamda şeyi gördüm, dedi ki yarın gel dedi seninle görüşeceğiz dedi bana. Ben ertesi sabah kalktım mezarlığa gittim. Tekrardan o dolaştığımız yerleri aradım taradım derken bir mezar taşının üstüne söğüt ağaçları düşmüş, mezar kapanmış ama onun önünden onlarca geçmişiz yani, onlarca kere geçmişiz. O söğütü aralamamla beraber o mezarı buldum. Örgüt içinde böyle konuştuk filan bilmem ne oldu falan, böyle dedim ki ya bu arkadaşımız için hep beraber, ya bu bizim arkadaşımız, yoldaşımız yani şimdi farklı yerlerdeyiz ama bu hak ediyor bunu yani hak ediyor demek ayıp zaten ben böyle bir şey söyleyemem filan. Nasıl yapalım? Dedim böyle yapacağız şöyle yapacağız. Şimdi herkeste işte bir şeylik var, işte şöyle olursa olmalı böyle olursa olmalı, yumruk yıldız olursa olmalı bilmem ne olursa olmalı falan filan. Yani bunu şunun için anlatıyorum, ya bizde bir hastalık var. Ya bir şey yapılıyor, bir şey var, birileri bir emek veriyor. Şimdi Bellek Müzesi’yle benim ilk tanışıklığım bu binada oldu. Bülent Ağabeyle gelmiştim, Bülent Aydın’la beraber. Mevzu da bir boncuk mevzusuydu, bir sigara paketi mevzusuydu falan. Şimdi Bülent Ağabey’i tanırım, yıllardır tanıyorum ama sizi tanımıyorum veya Bellek Müzesi'ndeki diğer şeyleri tanımıyorum. Şimdi böyle böyle tabii kendi içimizdeki arkadaşlarla konuşuyoruz falan, yani bu şey olsun diye konuşmuyorum, sorduğun soruya cevaben konuşuyorum, yani yaşadıklarımı anlatıyorum. İşte kim yapıyor? Necidirler? Ahmetci midirler? Ya şu hastalıktan kurtulun dedim. Bir kere kafanızdan bunu atın dedim. Bunu dedim bizim yapmamız lazımdı bizim. Bizim on beş sene önce, yirmi sene önce, otuz sene önce, biz 12 Eylül’ü anlatıyoruz ya bu kadar yaşadığımızı anlatıyoruz ya ortaya koyduğumuz bir şey var mı? Bir materyal var mı? Anlatıyoruz, birbirimize anlatıyoruz, birbirimizle tartışıyoruz. O dönemle ilişkin ve yaşanan şeylerin ne olduğunun peşine biz düşmedik, izlerini aramadık. Yani bugün gelecek bir dönemdeki insanlara 12 Eylül’le ilgili bir şey anlatmaya kalksak ortaya koyacağımız bir şey yok. Gelin dedim buna katkı sunun, elinizde ne varsa getirin, yani yapın. Ki ben o zaman dedim Bülent Ağabey’e, Bülent ağabey ne istiyorlarsa dedim, yani duvarı mı boyayacaklar, bilmem ne mi yani? Ben kendimce yapabileceğim her şeyi, katkıyı gösteririm dedim ve o dönemde böyle olumsuz yorum yapan insanlara karşı da bu şekilde şeyliklerim oldu yani dedikodu olsun diye konuşuyorum, hakikatten olan bir şeyi anlatıyorum yani çünkü böyle yaklaşımları oldu. Ya bunu özellikle bu sene, ilk günkü katılımında gördünüz ne kadar çok insan geldi ve bu insanların içinde, çoğunda ilk başta buna eleştirel bakan, burun kıvıran veya işte ya ne yapıyorlar ki işte bu ne olur şeklinde bir hastalıkla yaklaşan insanlar da vardı. Önemli değil bunlar olacak. Ya keşke olmasa hani keşkelerimizden biri de bu yani keşke bunlar olmasa, yani keşke oraya sen katılım sağlasan, keşke şurada bak İstanbul'da bir belediyede olabilir, İstanbul'da bir yerde olmayabilir, zaten şimdi bir resim sergisine bir müzeye bile bunlar saldırıyorlar, saldıracaklar çünkü seni boğmak istiyorlar yani senin bir yerden bir filizlendiğin anda o filizi bunlar koparacaklar yani bundan sonra bu ülkenin yaşayacağı bu. Yani bunun yerine başka bir şey, bu ülke örgütleri koyamazlar. Bak gazete koyarsın, dernek koyarsın, parti koyarsın her şeyi yaparsın ama onun izin verdiği ölçüde yaparsın. O izin vermedi mi bir adım atamazsın çünkü senin bunu, ablukayı yarabilecek gücün yok. Gezi davası diyoruz değil mi bak, beş tane insan, Çiğdem, bir tanesi arkadaşımızın kızı. Osman Tayfun Mater’in kızı. Hukuksuzluğun ölçüsünü, hukuksuzluğun boyutunu bu ülkede izah edebilecek bir insan var mı? Ben bile bu kadar yatmadım ya. Yani o kadar 12 Eylül öncesinin bir devrimci eylemcisi olarak ben bile bu kadar yatmadım ya. O yüzden Bellek Müzesi olsun, burada sunulan katkılar olsun, oraya konulan materyaller olsun, bu sene iyi oldu, yani bilmiyorum en azından benim gözlemlenen bu oldu. Yani bu bizim görevimiz. Yani biz bunu, yani çok çok önce yani işte Devrimci Yolcu olarak değil yani İGD’lisi de bu süreci yaşadı, TKP’lisi de bu süreci yaşadı, Halkın Kurtuluşçusu da bu süreci yaşadı, hepimiz bu süreci yaşadık. Yani az buz bir rakamdan söz etmiyorum ki. Yani İstanbul cezaevlerinde 4000 kişi otuz günlük açlık grevi yaptı. İstanbul cezaevleri, sene kaç? 1983. Ya sen bunu kayıt altına alamadıysan neyi kayıt altına alacaksın ki yani? Bak ben resimlerimi sakladım, belgelerimi sakladım, benim için bunlar ve ben bunları operasyonlardan korudum. Benim için en değerli şeyler. Resmimi çıkarıyorum, kim arkadaşım ölmüş, kimi arkadaşım yok, kimi arkadaşım şey, yani. Ben bu kadar yapmanın, bu kadar yapmanın ben sizle beraber mutluluğunu yaşadım yani bunu samimi olarak söyleyeyim. İyi ki varsınız, iyi ki yaptınız, güzel oldu. Daha da iyi olacağına da inanıyorum çünkü bu görüşmelerin, bu şeyliklerin benim artık devrimci dostluklardan aştı biz artık devrimci aile ilişkileri içine girmiş insanlarız. Onlarla da konuştuğumda onlardan da aynı şeyleri şey yapıyorum. Çok değişik hikayelerin insanları da daha bu sabah konuştum, Çanakkale'de oturuyor kendisi dedim ki ya böyle böyle senin anlatımların çok değerli, olması lazım falan. Dedi İstanbul'a yolum düşerse şey yaparız dedim. Ya şimdi bunlar yaşanmış, işin içinde aslında şu, biz hikâye anlatmıyoruz kardeşim, ortada bir gerçeklik var. 12 Eylül demek bugün demek. 12 Eylül 12 Eylül’de bitmedi. 12 Eylül işkencelerinin topluma yaşattıklarının hepsini bugün bu toplum yaşamak zorunda, yaşıyor. Her alanda yaşanmıyor mu bu? Her alanda yaşanıyor. O zaman bunu samimiyetle bütün grupların, bütün yapıların ne olduğunu salt kısır döngü tartışmaları değil, yani bak ben mesela geldim burada Devrimci Yol’u anlatmadım size. Biz şöyle direndik böyle, benim böyle bir derdim yok ki. Devrimci Yol’u Devrimci Yol anlatsın kendisi, anlatmıştır yani. Ben 12 Eylül’ü anlatmaya çalıştım. Benim derdim bu, benim kaygım bu.