https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=isilaykaragoz2.xml#segment16
Segment Synopsis: EYLEM DELİKANLI: Çıktığınız günü hatırlıyor musun ülkeden?
IŞILAY KARAGÖZ: Evet, çıktığımız gün biraz ilginç. İstanbul’dan uçarsak çok aranma oluyor diye İzmir’den uçun diye haber geldi. O zaman da sokaklarda otobüs durdurulup caddelerde, otobanlarda falan arama yapılıyordu. Ona rağmen biz İzmir’e otobüsle gittik. Yolda birkaç kere durduruldu otobüs, kimlik yoklaması, çok büyük bir riziko. Sabahleyin çok erkenden havaalanına gittik. Havaalanında hiç kimse yok. Enver’le ben bir de bizi buraya getirecek bir arkadaş gelmişti Almanya’dan. Enver’le ayrı ayrı oturduk. Çünkü karı koca olarak gelmiyorduk. Hiç konuşmadan. Enver’in yanına bir tane resmi sivil polis geldi oturdu. Başladı Enver’le konuşmaya. İşte kimsin de, nereye gidiyorsun da işte Almanya’da ne iş yapıyorsun da falan, biraz da böyle polis ya hani, Enver de belki de zayıf böyle, bakımsız, hasta içerden çıkmış saçlar kısacık. Enver birdenbire onu şey yapmaya başladı işte siz ne yapıyorsunuz? Biz işte Almanya’da çalışıyoruz, tamam böyle bu hale geldik ama apartmanlarım var işte şöyle böyle hava atmaya başladı. Bu sefer polis başladı iyice şey olmaya, aşağı inmeye, polis ona hava atmaya çalışırken. Ama düşün aranıyoruz, uçakla yurt dışına gideceğiz öyle bir şey yaşadık. Niyeyse İzmir’den işte şeye havaalanından uçağa bindik, tam İstanbul’un üstüne geldik dediler şimdi uçak İstanbul’da inecek tekrar uçak değiştireceksiniz Almanya’ya uçağına bineceksiniz. Yani biz güya rizikoyu azaltırken hem yoldan gitmiş olduk bir sürü aramaya uğradık hem de havaalanından geçişimiz bir riziko. İki. Bir de İstanbul’da geçiş, tekrar pasaport kontrolü vesaire riziko üç. İndik, yeniden kuyruğa girdik İstanbul’da bineceğiz. En önde Enver, bir iki kişi var ben, benim de arkamda başka iki kişi. Enver pasaport kontrolünden geçti, bir polis geldi Enver’in koluna girdi, Enver’i götürdü. Şimdi arkadaki arkadaş da bizi almaya gelen demişti ki öyle bir şey olursa hiç şey yapmayın devam edeceğiz, çaktırmayacaksınız. Neyse ben pasaport kontrolüne girdim, ‘geç’ dedi. Baktım az ileride tuvalet var ben tuvalete doğru gittim Enver’e bakıyorum nereye götürüyorlar diye. Arkadaki arkadaş da geçti. Neyse biraz oyalandım falan baktım Enver geliyor arkaya geçtik. Neyse uçakta da hep ayrı ayrı oturduk. Gelene kadar ne olduğunu bilmiyoruz. Derken Frankfurt’a indik. Frankfurt’ta işte pasaportları verdik çıktık ki Kemal ağabey, Kemal Uzun, bir, iki gene bir iki arkadaş gelmişler bizi karşılamaya. Sarıldık falan bindik arabaya. Ya ne oldu orada seni polis aldı, tabi korkudan kalbimiz de şey gibi atıyor. Meğerse o polis de ikinci polis hemşerim demiş bana bir sigara alır mısın içerden, orada size farklı fiyatlar dışarıda bize farklı, benim için sigara alır mısın? Eline de işte para vermiş. Ya o kadar insanın içinde bula bula bizi mi buldun yani? Aranıyoruz, ne sorunlarla geçmeye çalışıyoruz, İzmir’de ayrı polis geldi başına musallat oldu iki saat, soru yağmuruna tuttu. İstanbul’da da böyle bir macerayla, neyse işte geldik Köln’e. Ali dayının evinde kalıyorduk Kemal ağabeyin evinde, Ali dayı o. Biz de oraya yerleştik iki odalı bir evdi. Ama Türkiye’den gelen işte bir sürü arkadaş önce oraya geliyordu. Geldiğimizde de burada Devrimci İşçi Demokrat gazetesi dağılma aşamasında sabahlara kadar tartışmalar, kavgalar geldiğimde hem o üzüntü hem o dağılmanın üzüntüsü. Dört kilo vermiştim. Zaten 50 kilo, 48 kiloyum. Enver öyle. Biz hani çıktık sanıyoruz arkadaşlarla yeniden ama çok kötü bir ortama geldik.
EYLEM DELİKANLI: Peki gelmeden anne babalara veda etme imkânınız oldu mu?
IŞILAY KARAGÖZ: Yok, edemedik. Hiç uzun dönemde haber de veremedik. Baya onlar korku yaşadılar, hani nereye gittik ne yaptık bilmiyorlar. İşte ablam, Müfit ablamlar biliyordu çok üzüldük tabii yıllarca Koray elimde büyüdü falan. Ağlayarak geldim ve bir yıllığına geldik. Enver beni öyle ikna etti. Bir yıl sonra döneriz yine gene devam ederiz gibilerinden. Hiç isteyerek gelmedim yalan yok yani. Ama geldiğimiz andan itibaren hemen doktorlar, Amnesty araya girdi Enver’le çok ilgilendiler. Buradaki gene de dağınıklık, ayrılık gayrılık olsa da arkadaşları çok destek çıktı hem moral olarak hem destek olarak. Ama gelir gelmez işte o zaman tam da kapanmamıştı işte Demokrat gazetesi mi diyorduk dergisi mi diyorduk?
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=isilaykaragoz2.xml#segment405
Segment Synopsis: EYLEM DELİKANLI: Gazete.
IŞILAY KARAGÖZ: Gazetesi, oraya gidiyorduk falan. Türkiye’de de o zaman hala işkenceler sürüyor, hala cezaevinde arkadaşlarımız. Buranın en büyük haber kanallarına televizyon kanallarına çıktık ve Türkiye’deki yapılan işkenceleri anlattık. Bir de bire bir Enver çok görünüm olarak böyle çok göze battığı için çok etkileniyordu insanlar. Sonra bir sürü şehirlere gidip orada büyük toplantılarda Türkiye’de yapılanları, yani kamuoyu çalışması yaptık çünkü hiç rahat değildik yani arkadaşlarımız orada, hani hiç sevindik, biz yurt dışına çıktık oh ne güzel hayat falan filan hiç hatırlamıyorum öyle bir şey çünkü yüreğimizin ne bileyim dörtte üçü Türkiye’deydi. Koşullar çok kötüydü gene. Öyle şehir şehir Enver ayrı ben ayrı gidip kamuoyu çalışması yaptık. Sonradan aradan yıllar, birkaç yıl geçti, işte otuz beş sene falan İnsan Hakları Derneği’ni kurduk. Sadece Türkiyelilerdik ama her siyasetten insan vardı. Birlikte mücadele etmemizin gerektiğine inanan insanlardı, işte Fakir Baykurt’tan tut da İsmail Çoban, ne bileyim bir sürü yazar çizer insanla birlikte onu oluşturduk. Çok büyük toplantılar yaptık. İnsan Hakları Mahkemesi gibi mahkeme kurduk. Onlarla ilgili bir sürü Gazi Ateş’te falan belgeler var yani. Yeni bir kamuoyu oluştu. Çok da ilgi duymaya başladı Alman kamuoyu da. Buradan heyetler gönderildi Türkiye’ye orada olup biteni göstermek için. Yani gerçekten o döneme dair büyük katkısının olduğuna inanıyorum TÜDAY’ın. Bizlerini hepimizin çalışmaları.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=isilaykaragoz2.xml#segment553
Segment Synopsis: EYLEM DELİKANLI: Kaç senesi şu anda bahsettiğimiz?
IŞILAY KARAGÖZ: Bahsettiğim, 84’te geldik. 89’da TÜDAY’in kuruluşu. Şeyle, oğlumla yaşıt, mayısta doğdu Cemre, ben doğum yaptığım sırada TÜDAY’ın açılış, çok büyük bir gece organize edilmişti, onunla denk. 89’un Mayıs’ı. 18 Mayıs’ı. Yıllarca orada çalıştık. Hasta olmasına rağmen ne olursa olsun nöbeti vardı. Salı günü nöbeti olurdu. Mutlaka giderdi nöbet tutmaya. Akşam toplantılarına kalırdı. Ben işte 89’da Cemre doğdu. 86’da kızım doğdu. Çocuklarla ben daha yoğun. Hem çalışıyorum hem çocuklara bakıyorum. Gitme derdim, akşamları gelişte çok rüzgâr olurdu, Almanya da soğuk bir ülke. Üşütüyorsun, sahiden de her sene en az üç kere zatürreden 40 derece ateşle hastaneye yatırırdık. Birer ay yatar çıkar işte birkaç ay sonra bir daha. Çok hastalıkla uğraştık. Yeme yutma sorunu olduğu için işte dişlerden ameliyat oldu. Dörder dörder çektiler hep ameliyatta. Çok zayıf, kanama yapıyor korkuyorlar, çekmeye bile korkuyorlar zayıf diye. Uzun dönem onları yaşadık. Dişler yapıldı, bir türlü yemek yerken yutamıyor kaç kere ölümlerden döndü yere uzattık mosmor oldu. Mesela bizim evde nohut yemeği pişmez çünkü bir gün nohut gitmişti ve nohut mosmor oldu kurtaramadık yani artık yatırdık ambulans bekliyoruz Cemre çıldırdı, duvarlara vuruyor. Evde de kalabalıktık arkadaşlar vardı. Uğraşmamıza rağmen attıramadık gitti artık dedik birden nefes almaya başladı. Çocuklar hep ölüm şeyiyle büyüdüler yani, ‘baba ölecek baba ölecek.’ Mesela oğlum küçüklüğünden itibaren evden çıkarken bunları sonradan öğreniyorum, ablasını ararmış, abla ben çıkacağım sen gel baba yalnız kalmasın bir şey yerse boğulur. Yani bu korkuyla büyüdü ikisi de. Enver hastaneye yatardı Ceren çok babacıydı okuldan haber gelir çocuk hasta gelin. Giderim, doktora götürürüm her şey iyi. Niye bu çocuğun karnı ağrıyor, niye hasta evde mi bir sorun var? Babası hastanede. İşte babası, onun için karnı ağrıyor. Çocuklar da çok psikolojik olarak etkilendiler. Baba olarak çok iyi bir babaydı. Çok düşkündü çocuklara. Çocuklara at olur sırtında gezdirir, oynatır, onların hiçbir dediğini yani her şeyi yerine getirir, o kısık sesiyle buluğ çağında Cemre’yle çok konuşmamız gerekir hiç üşenmez oturur anlatır, işte şöyle yapma, duvara çatma, işte yanlışsa yanlış olduğunu gör, kendine güven kendine inan. Küçücükken onları, burada şeyimiz var kütüphane şimdi orada okumalar yapıyorum çocuklara, nerden nereye geldik, onları tutar elinden götürür kütüphane kartı alır. Doğduklarında ilk hediyesi onlara mızıkadır. İkisine de ilk mızıka aldı müzikle şey olsun diye. Şimdi torunuma da biz aldık hemen bir mızıka. Bütün kurslara işte Ceren gitar kursuna, Cemre saz kursuna Ceren Köln’ün en iyi bale okuluna, işte Cemre futbola işte ne bilyeyim hani işte ne varsa çocukların güzel yetiştirmek iyi yetiştirmek adına çok uğraştık.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=isilaykaragoz2.xml#segment834
Segment Synopsis: Maalesef Almanya’da çok büyük ırkçılık var. İşte saçının rengine, gözünün rengine göre davranıyorlar. Okullarda çok zorluk çektik. Dersleri çok iyi olmasına rağmen kızımın, beş çocuktan birisin yani iyi çocuklardan, karne hep orta dolu nasıl beş çocuktan biri hep orta ama yine de yabancı o, Alman değil deyişini hiç unutamıyorum öğretmenin. Hep onlarla mücadele ettik. Anaokulunda, ilkokulda, ortaokulda, lisede oysa Köln iyi bir şehir yani diğer Münih’e göre falan çok çok ileri bir şehir ama o yabancı düşmanlığı maalesef içlerine öyle bir işlemiş ki kolay kolay atamıyorlar. İyi insanlar yok mu? Var mutlaka. Onlardan da çok destek gördük.
Mesela ilk iş şeyine öyle başladım hayatıma. Yeni gelmişim doğru dürüst dilim yok. Bir kurumdan birisi, bir Alman şeyi vardı terapi yeri ilk geldiğimizde terapiye giderseniz hani çok işkenceler yaşamışsınız sizin için iyi olur iltica kabulünde. Kiliseye aitti. Çok da sevdiğimiz bir kadın, emekli olmuş şimdi ona gitmeye başladık. O da o kadar iyi bilinçli biriydi eğer dedi beni desteklerseniz benim bir projem var, işkence görmüş kişiler için bir şey kurmak istiyorum. Tamam dedik. Gene televizyon programları, gazete haberlerinde bize işte Enver’in o görünümü de çok etkiliyor ya insanları, gazete haberleri falan derken o proje kabul oldu ve o kadın kurumu oluşturdu. Şimdi hala devam ediyor, Türkiye’den ya da başka ülkelerden gelen işkence görenler orada terapi görüyor. Ve ilticalarının kabulünde de çok büyük rolleri var. İşte ilk iş hayatımı, orayı aradı bir Alman sosyal dairede çalışan. Diyor ki Türkçe bilen birine ihtiyacımız var bizim. Onlar da benim adımı veriyor. Gittim, çocuk Türkçe konuşuyor oranın şefi dedi ki işte bu çocuklar Türkçe konuşuyor bizim düşüncemize göre ilk dilleri ya da ana dilleri hangi dilse o iyi olursa ikinci üçüncü dilde daha başarılı oluyorlar yardımcı olur musunuz? Seve seve dedim çocuklar da 10 tane, 15 çocuk bir sınıf çocuk. Haftada iki gün gidip onlara güzel öyküler yani dili sevdirmeye çalışıyorum. Şiirler okuyoruz falan hevesle geliyorlar. Şaşırdı Almanlar da çocukların öyle hevesle gelmesine. Bu sefer küçük bir gruba skeçler yaptırmaya başladım. Bir gruba türküler söyletmeye başladım çok hoşlarına gitti böyle sadece kendi özel çabamla öyle böyle iş hayatına da başlamış oldum. Çok ücretsiz bir sürü yerde okuma yazma kursları verdim kadınlara, yaşlılara. Hala çok yaşlı bir teyze 80 küsur, Türkiye’den arayıp sayende gazete okuyorum, canım sıkılmıyor diyor böyle güzellikler de biriktirmeye başladık.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=isilaykaragoz2.xml#segment1077
Segment Synopsis: EYLEM DELİKANLI: Şeyi sormak istiyorum orayı çok detaylandırmadık. Bu kanser neden oldu?
IŞILAY KARAGÖZ: Evet. Kanser işkence sırasında Enver baygınken kaynar demlikte çay içiyorlar işte polisler kaynar suyu kaşıkla ağzını açıyorlar ve kaynar suyu boşaltıyorlar. Bütün oradaki hücreler şeyler ses telleri hepsi yanıyor. Felç oluyor. Zaten o zaman hani bize de işkencede öldüreceğim öldüreceğiz hadım edeceğiz çocuğunuz olmayacak Enver 6 ay içinde öleceksin diye hem ona hem bana söylüyorlardı ama böyle bir fikri yani insan ne bileyim kırk yıl düşünse, işkence bile olsa akla gelecek bir şey değil. Kaynar su döküyorlar. 6 ay, tam 6 ay sonra da işte orada kocaman bir tümör çıktı. Ses telleri felç oldu. Yutak çalışmamaya başladı işte çok zor yedi çok zor içti. Öyle ömür boyu yaşadık yani yutamama problemini, ses problemini.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=isilaykaragoz2.xml#segment1154
Segment Synopsis: EYLEM DELİKANLI: 84’te geldik dediniz. Tekrar ne zaman gidebildi Enver amca Türkiye’ye?
IŞILAY KARAGÖZ: Enver, aşağı yukarı 20 yıl gidemedi. O da ayrı bir hikâye. Çok sevdiği onun öğrencisi olan birine avukatlık yetkisini verdi. Sorduk nasıl durumlar falan diye, ‘o’ dedi ‘Gelemezsiniz. Konsolosluğun arabasını yakmışsın devirmişsin falan çok zor gelemezsiniz’ dedi. Biz de umudumuzu kestik ve beklemeye başladık. Derken Ankara’da ünlü bir avukatı duyduk işte Almanya’dan birkaç kişiyi Türkiye’ye götürmüştü. Ben ona gittim. O sağ olsun halletti. Gelebilir Enver Hoca dedi. Enver gitti, şeye aldılar gece kalmadı ama işte o da ayrı bir hikâye, Enver’e işkence yapan polis çıktı karşısında. Ve işte al şeyini çık bir daha da hiçbir şeyle uğraşma gibilerinden böyle. Beni tanıdın mı diye soruyor emniyette.
EYLEM DELİKANLI: İlk geldiğinizde?
IŞILAY KARAGÖZ: Evet ilk geldiğinde Enver’in Türkiye’ye. Beni tanıdın mı Enver hoca diyor Enver de yok tanımadım diyor. İşte 80’lerde diyor Artvin’den, ondan sonra Enver de diyor gözlerimizi bağlamıştınız nereden tanıyayım? Tamam diyor daha şey yapma yani uzatma hani ama ben oyum, o günlerden biriyim diye. Ondan sonra Enver işte bu şekilde halloldu. Benimki daha farklı, annemden 10 yıl sonra resim geldi Türkiye’den ben anneme çok düşkündüm 11 yaşında babam ölmüştü bütün şeyim annemdi yani ondan sonra da işte eşim Enver. Annem yaşlanmış, ölecek göremeyeceğim diye tutturdum ben Türkiye’ye gideceğim. Konsolosluğa gittim elimde mülteci, iltica pasaportu, konsolosluktaki memur dedi ki eğer giderseniz, meğerse kırmızı bültenle aranıyorum haberim de yok. Giderseniz kesinlikle alınırsınız dedi. Ondan sonra, ben şey yapmayınca böyle yok ille gideceğim diye, kadın bir dakika dedi, konsolos yardımcısıydı hatta kâğıtta ismi var, bir şeyin fotokopisini getirdi elime verdi. Bir okudum ki kırmızı bültenle aranıyor yazıyor. İsmimde öyle yazıyor. Haberim bile yok yani kırmızı bültenlik ne yapmışsam yani siyasi düşünceler, 22 yaşında ne yapsam ne olur zaten. Yok dedim ille gideceğim annem ölecek. Dedi kesinlikle alırlar sizi haberiniz olsun. Olsun dedim. Eve geldim, Ceren de ilkokula başlayacak o sene. Cemre de 3 yaşında. Cemre’yi de aldım, işte şimdi düşününce niye götürmüşsem, Enver niye bırakmışsa, bari onu da bırak yani, ikimiz kalktık Türkiye’de de Cihat ağabeyler avukatları falan ayarlamışlar havaalanına indik tabii ben havaalanına girer girmez şeye pasaport kontrolüne hemen polisler geldikleri gibi aldılar beni. Çocuk da peşimde. Havaalanında da karakol var. Oraya götürdüler. Hemen arkamızdan işte avukatlar girdi içeriye. Araştırdılar falan 10 yıl artık şeye uğruyorum yani 10 yıldır bir şey olmamış. Bir de benim orada dava da kesinleşmemiş ya sadece 3 ay annen gibi hapis cezam var. Çorum ve Maraş olaylarında TÖB-DER ilk kez Türkiye’de ilk kez memurlar iş bıraktık 3 gün. İlk kez oluyor bu ve o zaman mahkemeye çıkmıştık bana 3 ay hapis cezası çıkmıştı eğer içeriye girerseniz işte herhangi bir şey yaşarsanız hapislik süresi, bu üç ayı da yatacaksınız diye öyle bir duruyor hala o kâğıt. Ondan sonra o 3 aylık hapis şeyine de bir şey demediler o gittiğimde, ortaya çıkmadı nasıl oldu bilmiyorum. 10 yıl sonra o an şimdi gidin dediler ama yarın tekrar sizi ararız. Gece evde kaldık ertesi gün tekrar çağırdılar, tekrar sorguladılar. Cemre de yanımda onu da getirin diyorlar. Ne olacak çocuk evde kalsın ben geleyim, hayır. Şimdi Cemre diyor beni de götürdün oralara. Oradan gittik işte biz tesadüf bu ya 10 yıl sonra tam 12 Eylül günü ben Artvin’e gittim.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=isilaykaragoz2.xml#segment1490
Segment Synopsis: Ondan sonra işte yeniden pasaporta başvurdum, pasaport çıkarttırdım. Bu sefer vize almam gerekiyor normal Türkiye vatandaşı gibi kimlik çıkartırdım ya önceden mülteci pasaportu. Neyse Artvin’de biraz kaldım döndüm. Vize için Ankara’ya gittim. O zaman o kadar rezillik ki sabahın 3’ünde gidiyorsun kapısında sıraya giriyorsun, konsolosluğun 12’de falan içeriye giriyorsun müracaat ediyorsun. Neyse öyle müracaat ettim. İşte o zaman size de gelmiştim Cemre çok sevmişti. İlle burada kalacağım diye 3 yaşında. Konsolosluktan ret geldi. İstanbul’a başvurun dediler orası daha kolay veriyor. İstanbul’a gittim yine sabahın 3’ünde sıraya girdim oradan da ret geldi. Ondan sonra ne yapacağız? Çocuklar burada, Enver hasta, Ceren burada, Cemre’nin anaokula başlaması lazım o da astımı var falan. Annemlerde öyle 3 ay kadar gelemeden kaldık Mudanya’da. En sonunda buradaki avukatımızı aradım Odenthal diye bütün devrimcilerin avukatı anadili gibi Türkçe konuşan insan hakları için mücadele eden birisiydi. Ona telefon açtım dedim ben Türkiye’deyim geri gelemiyorum ne yapmam lazım? O da kızdı, dedi nasıl gelemiyorsun sen Almanya’da evin var, çocukların burada okula gidiyor, eşin burada senin vizeye ihtiyacın yok, sana çıkış vermeleri lazım. Ne yapayım vermiyorlar gelemiyorum. Dedi ki sen onlara bakma konsolosluğa gitsin Enver, bir yazı alsın senin burada evin yani oturumunun olduğuna dair, ondan sonra onu göndersin, havaalanına git buraya girerken de öbür pasaportunu göster gel. İyi dedim. Şimdi bir sürü de hem geliyorum bir sürü de kitap getiriyor valizler dolusu kitap kendim çıkmışım. Şeyleri verdim valizleri verdik, ilk valizler veriliyor ya pasaport kontrolüne gittim dediler hayır çıkamazsınız. Şimdi avukat öyle dedi kâğıdı gösteriyorum ben orada yaşıyorum kaybettim pasaportumu işte falan. Yok dedi gidin havaalanı müdürüyle konuşun. Gittim havaalanı müdürüne, dedim ki biz orada yaşıyoruz, pasaportumu kaybettim, çocuğumla tatildeyim, işte yazı orada oturumum falan her şeyim var, bir şey yapın yani idare edin. Söyleyin dedi alsınlar, geçin dedi. Ne elime kâğıt verdi ne bir şey ben gittim pasaport kontrolüne, memura dedim ki böyle diyor, elimde kâğıt da yok yani bazı şeyler böyle çok ilginç tamam geçin dedi. Ondan sonra zaten burada kayıtlıyım, oturumum her şeyim var geçtim. Buraya geldim. Benim ki de öyle çok ilginç oldu yani. Kırmızı bültenle gittim sonra da evden Türk vatandaşı gibi geldim. Vize almama gerek kalmadı yani. Ama çok büyük bir şeydi yani, riziko. Alsalar, bir daha hapis yatsak çocukla beraber, Enver hasta burada. Yani o kadar büyük özlemler, o kadar büyük şeyler yaşıyorsunuz ki gözünüz kör. Ve İstanbul’un tepesinden ineceğiz dedim şurada kollarımı kesseler valla kan bile akmaz o kadar böyle özlemişim, o kadar sevinçle gidiyorum, iyi yaptım gelmekle dedim yani ve o duygunun şeyini anlatamam sana.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=isilaykaragoz2.xml#segment1749
Segment Synopsis: EYLEM DELİKANLI: Siz beraber gittiniz mi Enver amca geri döndüğünde, beraber miydiniz?
IŞILAY KARAGÖZ: İlk o yalnız gitti arkasından ben gittim. İkincine de işte annem vefat etmişti. Güya haziranda gidecektik 18 Mayıs sevgililer gününde annem vefat etti. Birlikte gittik annemi toprağa, Enver mezara indi, toprağa annemi o koydu. Enver’in gittiğini duyan herkes, annem Mudanya’da Bursa’da vefat etti annem bir sürü arkadaşımız gelmişti duyanlar. Ben ablamla kaldım orada, o İstanbul’a geldi bu sefer de İstanbul’da bir sürü arkadaş bir salonda toplanmışlar Enver’i görmek için, onlarla vedalaşmış gibi oldu, orada buluştu herkesle. Ben de arkasından geldim. Buraya gelince de herkes anneme başsağlığı için ev doldu taştı. Sanki Türkiye’dekilerle vedalaşmış oldu, buradaki başka şehirlerden bile insanlar geldi onlarla vedalaşmış oldu. İşte 18 Şubat sevgililer gününde annem, 29 Mart’ta da Enver öldü düşün. 40 gün, 42 gün diye biliyorum. İki en sevdiğim insan öyle çok kısa bir dönemde arada gittiler. Pıhtı attı o işte kanser olduğu yer taş gibiydi, böyle ellediğin zaman resmen taş. Gözünde görmeme yarım görüyorum diyordu sana baktığımda üstü görmüyorum aşağıyı hep de şakalaşıyorduk onunla. Onun araştırması yapıldı niye birdenbire öyle oldu diye, burada pıhtı atmış dediler, stant koydular. Arkasından iki yıl oldu olmadı yani tekrar pıhtı atıyor. Yaşasa da işte ömür boyu öyle yatakta felç, çok ağır olacaktı dediler. İkinci üçüncü gününde de kaybettik zaten. Öyle yani 6 gün sürdü. Vefatından beş yıl önce de tekrar prostat kanseri olmuştu. Yani hep hastanelerdeydik hep hastalık psikolojisi ama hiçbir gün doktora gidersiniz, ilk gittiğiniz doktora dersiniz, sorar ya neyiniz var mecbur diyeceksin yani kanser geçirdim ona göre. Hayatta bir kere bile kanserim, oldum ya da geçirdim, bir kere bile ağzına almadı. Hep güçlü, hep iyi. Doktora iyiyim diyor iyi değilsin ben yandan başlardım şusu var busu var, zorla doktora gönderirdim, hep iyiyim hep iyiyim. Çok hasta olurdu, hastanede yatıyor yanına iki kişi misafir geldi mi hemen iyileşirdi. Hiçbir şeyi yok ya az önce ölüyordun. O kadar şeydi onun için arkadaşları dostları sevdikleri. Onları gördü mü iyileşiyordu.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=isilaykaragoz2.xml#segment1962
Segment Synopsis: EYLEM DELİKANLI: Peki böyle kendi aranızda konuşur muydunuz böyle geçmişe dönük, keşke şöyle olmasaydı, keşke böyle olmasaydı dediğiniz?
IŞILAY KARAGÖZ: Yok Eylem onu hiçbir zaman demedi, hiçbir zaman da dedirtemezdin. O da şöyle bir öykümüz var, işte o anlattığım psikoloğa gidiyoruz. Psikolog dedi ki, herhalde yaş farkımızı da görüyor, hadi siz girmişsiniz yaşınız başınız ne bileyim bu işlere, Işılay’ı niye soktunuz gibilerine hani, onu niye bu işlere, sinirlenmişti böyle psikoloğa, hala unutmamış psikolog, sonra Enver’in kitabını basınca aldım götürdüm hediye olarak çok duygulanmıştı. Orada ona anlattı, şey, kapı anahtar deliğinden bakıyorsunuz böyle de yapmıştı onu da unutmamış psikolog, kapı deliğinden bakıyorsunuz dünyaya, dünyada neler olup bitiyor tabii ki o da yapacak ben de yapacağım hani diyoruz ya nasıl çıkacak karanlıklar aydınlığa yani, benim meselem sadece değil ki onun da meselesi gibi. Unutmamış psikolog bana onu anlattı. Yani hiçbir zaman demedi, şey kelimesi çok kullanır, yenildik değil de nedir bu, çok kullanıyorlar işte bizler için, ona çok karşı çıkardı, biz mağdur, mağdur kelimesine, ben mağdur değilim, yani biz bu işlere bu yollara bilerek girdik neler başımıza geleceğini de biliyorduk diyerek hep. Hep çok dik durdu ya sonuna kadar hiçbir zaman kabul etmedi yani. Yenildik okey biliyoruz ama nerede olursak olalım, hapistekilere de son şey çıkarken hani, çıkan herkes nerede olursa olsun temiz kalsın, dik dursun hiçbir şey yapmasa bile temiz kalsın dermiş hapisten çıkanlara. Şeyler yaşadık Eylem acı olan, hiç bak onları da konuşmazdı. Mesela birkaç arkadaşımızdan mektup aldık. İşte sen derdin ki işte herkes gitsin bir yerden tutsun bir yerde dik dursun, sen niye kaçtın Almanya’ya ve bunu hiç ummayacağın kişilerden aldık.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=isilaykaragoz2.xml#segment2130
Segment Synopsis: EYLEM DELİKANLI: Bu hep bir kurtuluşmuş gibi görülüyor değil mi dışarıdan? Halbuki?
IŞILAY KARAGÖZ: Almanya’ya geldiğimizde inanır mısın taşındığımız eve, sen biliyorsundur böyle eski eşyalarını kapılara atarlar, eski giysileri torbalara koyar kapılara koyarlar. Geldiğimde şu kadarcık bir valizle geldik. O torbaların içinden, kış, martta geldik havalar soğuk, giysileri çıkardık ikimize de ondan sonra eve taşınırken sokakta atılan hiç unutmuyorum halı atmışlar beyaz kuzu şeyi gibi oluyor ya böyle kıvırcık kıvırcık öyle bir halı. Onu yıkadım, temizledim banyoda küvetin içinde. Bizde öyle halı alacak para yok yani. Bir de üç kuruş bir yerden gelse işte bir kilise bir yerlerde böyle konuşuruz üç kuruş böyle hani üzülüyorlar bize para veriyorlar, biz aman cezaevlerine yetiştirelim orada arkadaşlarımız perişan diye. Ömrümüz, yıllarımız böyle geçti ama o mektuplar çok acı verdi. Yani biz hep burada güllük gülistanlık içinde yaşadığımızı düşündüler, oysa gerçekten çok ben temizliğe de gittim yapmadığım iş kalmadı. Bir lokantada imbiss’te Enver yağlı imbiss şeylerini yıkadı üç ay. Ben bir lokantada bir buçuk sene açık büfe hazırladım. Belimden fıtık var korkunç ayaklarım uyuşuyor ben 10 saat büfe hazırlıyorum. Burada koşullar çok iyi zannediyorlar. Mesela yasal haklarımız falan çok çok kötü. Emekli olacağım, geldi kaç lira alacağım, evimin kirası kadar sadece para alabileceğim. Gene devlet yardımına düşeceksin, o da ne kadar? Yarısı elektrik ve gaz parası geriye kalanla da yaşamaya çalışacaksın imkânsız bir şey yani. Koşullar çok ağır ama bazı ülkelere gidenler, bazı ülkelerde sosyal haklar çok farklı. Okul okudular. Türkiye’deki diplomalarımız burada hiçbir şey oldu yani. Kabul edilmedi. Koşullar gerçekten çok çok zor. Öyle şey geliyor Türkiye’dekilere ama maalesef.
EYLEM DELİKANLI: Bir taraftan da şöyle bir şey var tabii yani ülkede kalınca da artık, özellikle de kaçan ya da saklanmaya çalışan kişi ya da çiftler için öyle bir örgütlülük de yok artık
IŞILAY KARAGÖZ: Yo bitmiş.
EYLEM DELİKANLI: Yani kimse kimseye destek olabilecek durumda da değil.
IŞILAY KARAGÖZ: Olur mu, olur mu? Aynen.
EYLEM DELİKANLI: O yüzden biraz tabii ki yani insanların bunu bu şekilde dile getirmesi de ayrı bir yük bindiriyor.
IŞILAY KARAGÖZ: Evet evet.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=isilaykaragoz2.xml#segment2330
Segment Synopsis: EYLEM DELİKANLI: Biraz şeyi sormak istiyorum, bunu hep çok merak ediyorum, böyle ağır dönemlerden geçen tanıklara, şimdi geldiğimiz nokta, yani ülkenin geldiği nokta bu kadar bedeller ödendikten sonra, bu kadar hem kişisel hem toplumsal, öyle diyelim, ne hissettiriyor bunlar, yani bu kadar mücadele verdik bari bir işe yarasaydı hissiyatı oluşuyor mu?
IŞILAY KARAGÖZ: Eylem, esas mesela zaten aslında biz bilinçli insanlar biliyor. 12 Eylül’ün sonucunun bu olacağını biz o zaman biliyorduk. Onun için de direniyorduk hani cunta gelmesin diye. Bütün hazırlığın sonucu buydu. Sol mahvedildi, üstünden tanklar toplar geçti, insanlar kitap okumaya bile korkuyor. Ama öte yandan ne yaptı? En çok Kuran kursları vesaire İmam Hatiplerin açıldığı yıl Kenan Evren’in dönemi. O açtı, yani askeriye komünizme karşı yeşil bayrakları güçlendirdi. Ve yeraltında ve yer üstünde acayip güçlendirdi, şimdi onlar geldi. Biz anne baba olarak bile öyle kötü dönemlerden geçtik ki mesela sizin öyküde var beni çok etkilemiştir. Anne babalar çocuklarına koruyalım aman onlar da bu işlere girişip de bizim yaşadığımız acıları, işkenceleri görmesin diye çocuklarını korumaya çalıştılar ama öbür yandan o kadınlar görüyorsun işte korkunç örgütlü bir şekilde kapı kapı dolanarak bugünleri hazırladılar. Ve bizden çok şey aldıklarına inanıyorum. Biz mahalle çalışması yapıyorduk, mahalledeki tek tek evleri geziyorduk, olup biteni anlatıyorduk. Eskiden televizyonlarda falan böyle bir şeyler yoktu şimdi biraz daha, şimdi gene kötü de azıcık yani okuma, yani gazeteyi okuyacaksın, haberlere bakacaksın, dünyaya bakacaksın. Eskiden Dallas bakılıyordu bilmem ne bakılıyordu biz ne yapıyorduk, kapı kapı gezip konuşuyorduk. Artvin’de diyelim kadınlar derneği kurmuştuk onlar ayrı çalışıyordu, kadınları bilinçlendiriyordu. TÜM-DER’imiz vardı memurları örgütlüyorduk. Annelere süt hakkı bilmem şu hak bu hak onları bilinçlendiriyorduk. TÖB-DER öğretmen hakları zaten Türkiye’nin her zaman baştan sonra şeyi, TÖB-DER TÖS-DER [TÖS] yani öğretmenler olmuştu onlar ayrı, orman köylülerini bilinçlendirme, orman köylülerinin hak alma mücadelesi yani bak kaç tane dalda çalışıyorduk.
EYLEM DELİKANLI: Aslında bir demokratik toplumda olması gereken kurumlar bunlar.
IŞILAY KARAGÖZ: Gereken ve yasal. Şimdi Türkiye’de yaptıklarımı iş yerinde yapıyorum bir de çalıştığım iş yani kültürel, toplumsal, insanları bilinçlendirme, sağlık ne bileyim yani bazen insan şok oluyor yani aslında hiçbiri bunların yasak değil. 11 Eylül’de ben memur, Enver öğretmen. 12 Eylül’de ikimiz de yasaklı piyade şeyin Uğur Mumcu’nun o masalı, bir gün önce ne yaptık da birdenbire
EYLEM DELİKANLI: Terörist, anarşist.
IŞILAY KARAGÖZ: Terörist olduk anarşist olduk, resimlerimiz asıldı, aranır duruma düştük yani haberlerde televizyonlarda yani kişi olarak demiyorum genel olarak diyorum. Müfide ablamın ismi radyoda haberlerde okunuyordu aranıyor diye TÖB-DER’den. Cihat Işık öyle. Ablam aranıyor, eniştem aranıyor. Emine ablam, ben, Enver girdik. Enver’in en küçük kardeşi girdi. Dayımın oğlu Ahmet [Özdil] 12 Eylül’den hemen önce beşinci kattan Manisa Emniyeti’nde aşağı atıldı. Son sınıva girmişti, üniversitede işletme okuyordu. Beli kırıldı o halde hapse attılar. Felçli işte birkaç yıl daha yaşadı. Özgüç yine öyle annem, benim annemle onun annesi teyze çocukları, o öldürüldü. Yani düşün işte Ebrar [Karagöz], Esral [Karagöz] Enver’in amca çocukları, Esral hapis yattı, Ebrar, bak 10 kişi şu an bir kerede saydıklarım yani. Özgüç’ün kardeşi hapis yattı. 11. Yani şu an tak tak tak söyledim. Bir de bunun dışında öz kardeş kadar sevdiğimiz Erkan’ımız [Eminağaoğlu] öldürüdü. Ensar’ımız işkencede öldürüldü. Bir sürü arkadaşımız da öyle öldürüldü. Yani ne yapmışlardı bunlar? En az karşılıklı şey olan il Artvin’dir yani. Ama her ilden insanları, öğretmenlerin cenaze. Bir cenazede tabuttan kan akıyordu ya. Şavşat’a götürdük. Yani planladılar, projelerini yaptılar. Bugün de işte her gün daha kötüye gidiyor. Daha kötü maddi manevi ekonomik savaşların kapısındayız işte. Bugün herkes hala yaşam koşullarının pahalılığı ama bunun sonu güzel değil yani. Gidişat çok kötü.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=isilaykaragoz2.xml#segment2682
Segment Synopsis: EYLEM DELİKANLI: Aslında binlerce öğretmenine işkence yapmış bir sistemden bahsediyoruz değil mi? Yani biraz önce konuşmanın başında anlatmıştın ya tiyatrolar düzenliyorduk. Aslında en ücra köşelere kadar kültürü sanatı eğitimi taşımaya çalışan bir yasal kurumdan bahsediyoruz. Çocuklar Türkiye’ye gitmek istedi mi? Ya da sen neden mesela bunu düşündün mü Enver amca vefat ettikten sonra Türkiye’ye dönerim diye?
IŞILAY KARAGÖZ: Kesin dönüş hiç düşünmedim şimdi yani çocuklar büyüdükten sonra çünkü çok ilginç gelecek belki sana ama inan bana yurt dışındaki çocuklar çok temiz. O kadar temizler ki hiç hileyi hurdayı, hepsi için tabii ki diyemem bütün çocukları tanımıyorum ama o kadar temizler ki Türkiye’de artık herkes birbirinin gözünü nasıl oyarım birbirini nasıl düşürürüm işte nasıl katakulliye getiririm nasıl kredi çektirip işte ödemem, yani korkunç bizimkiler gitse üç günde oradan sudan çıkmış balığa dönüp geri gelirler onun için kesinlikle ikisinin de gitmesini istemiyorum. Bana sorarsan hep o umutla yaşadık, hep bir gün döneceğiz. Bir gün döneceğiz. Enver sağ olsaydı belki emekli olunca ikimiz gidip kalır, gider gelirdik ama şimdi tek başıma çocuklara şimdi Enver’i de kaybedince çocuklara aşırı bağlandım yani iki üç hafta bile tatile gidince böyle dayanamaz, onlar da öyle bu sene ilk defa bir hastane işi oldu kura gittim beş hafta, döndüğümde anne bir daha beş haftaya izin yok üç hafta en fazla dediler. Çünkü onların da hiç kimsesi yok yani bizim burada hiç akraba ilişkimiz yok arkadaş çevresi ve çocuklarım. Onun için kesin dönüş diye bir şey artık yok. Enver burada zaten mezarı, benim yerim de yani hazır öyle almış arkadaşlar. Yaşayabildiğimiz kadar.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=isilaykaragoz2.xml#segment2827
Segment Synopsis: EYLEM DELİKANLI: Bu tabii ki biraz önce birazcık bahsettin ama yurt dışında o dönem yapılan çalışmalar da ayrıca önemli çünkü hem işkenceler bir taraftan devam ediyor bunların kayıt altına alınması ülkede çok zor ancak bazı işte yurt dışı insan hakları kurumları geldikçe, bunları kayıt altına aldıkça bizim de elimizde şimdi bir veri, bir belge oldu. Siz de Enver amcayla buradaki başka siyasi mültecilerle Amnesty’nin raporları içerisine tanıklıklarınızı koymuştunuz. Ondan biraz bahsetmek istiyorum. O nasıl bir efordu? Nasıl harekete geçirdiniz burayı? Bir de tabii şöyle de bir şey var bir taraftan o devam ediyor ama bir taraftan örgütler de kendi içlerinde yine siyasi çalışmaları devam ettiriyorlar o ikisi birlikte nasıl gitti? O süreçler nasıl aktı?
IŞILAY KARAGÖZ: Maalesef siyasetler diyeyim gittikçe küçüldü. Ama işte insan hakları davası biraz daha büyüdü çünkü her insanın davası yani. Şurada bir araba çarptığında öldüğünde hukuki dava hepimizin davası. Belgelendirme işi sizler gibi biz yapamadık. İşte Türkiye’deki 78’liler bu kadar yapıyor devrimci 78’liler, öbürleri çok fazla bilgim de yok ama biz elimizde olan her şeyi vermeye, diyorum ya bir sürü insan farklı isimler kullanarak kendi isimlerini kullanmadı yani kendilerini korumaya aldılar ama bizim ismimiz her yerde kayda girmiş durumda. Google’a Enver Karagöz, Işılay Karagöz yazdığında bir sürü şey çıkıyor. E bunu da kendi isminizle yapmazsak sahte bir şey yani. Sen kimsin de hapishaneyi anlatıyorsun ama Ayşe değilsin mecbursun kendi isminle kullanmaya. Mesela o zaman o kadar bu işin şeyinde de değildik şimdi bir sürü kanallarda WDR’de yani iyi kanalda, ZDF’de haber programlarına çıkabilmek çok büyük bir şeydi. Keşke o zamanlar onları alıp işte şimdi sizlere Enver o zaman gelmiş şey gibi, ben öyle 48 kilo. Ben, Enver benden uzun olmasına rağmen öyle çok zayıf. Bunları belgelendirip toparlayıp saklayabilmek çok çok önemli bir şey. Türkiye’de pek yüzleşme şeyimiz yok ama Almanya’da bunu çok gördük. Mesela müzeler var. Doğan Akhanlı bir ara şeyini yapıyordu gidenlere tanıtımını, gezdiriyordu. Şok olmuştum işte öldürülen insanların işte atıyorum ayakkabılarını diş, altın dişlerini o fotoğraflar, o belgeler insan oraya girip çıktığında sanki bir cehenneme girmiş çıkmış gibi oluyorsun. Türkiye’de var mı? 12 Eylül’de bizler yaşamadık mı? Bak hiçbir şey, küçücük bir valizle geldim. Şimdi öyle şeyler yazıyorlar üzülüyorum sonra diyorum Işılay sen de küçücük bir valizle geldin. Evim nerde? Eşyalarım nerde? Benim de evim vardı, buzdolabım vardı, koltuğum vardı, yatağım vardı, yok! Fotoğraflar yok. Köyüm yok. Hiç yani, köklerimizi yok ettiler. Ama direnmeye devam ediyoruz, hala o kökleri korumaya çalışıyoruz. Hala çocuklara Artvin’i bırak, İstanbul’u, Türkiye’yi, Artvin’i hala sevdirmeye çalışıyoruz. Onlara bir kök yaratmaya çalışıyoruz. Çünkü köksüz insan olamaz. Nasıl ki ağaç köksüz duramıyor insanlar da duramaz. Bir yere bir aidiyet hissetmesi gerekiyor insanın. Ben şuraya aitim, köküm orada, dilim orada, kültürüm orada. Gelinim Laz. O şimdi geçen gün diyorum torunumuz olursa Lazca güzel bir isim bulalım koyalım. Yani kültür o kadar önemli ki. Damadım Malatyalı, Denizlili, ben Artvinli. Çevremde bir sürü insan biri Dersimli biri ne bileyim Şırnaklı, öbürü bilmem nereleri yani burada biz şeyi yakaladık, Artvin’de onu hani herkes Artvinli hiç şey de hissetmiyorsun yani öteki olmuyorsun, Artvinlisin, herkes Artvinli bitti. Din şeyi de yok, hepimiz aynıydık. Herkes de devrimciydi zaten. Hani öbür türlü de yoktu. Ama burada o mozağinin güzelliğini hissettik. Farklı dillerin güzelliğini. Keşke yeteneğim olsa, hiç yeteneğim yok dil konusunda. Bir sürü dil bilseydim. Bir sürü insan ismini farklı dillerde bilseydim. O bir araya geldiğimiz zaman o farklı kültürler o kadar hoş bir şey yaşıyorsun ki, ama bizde kafaya işlenen aile olarak bende yok Şırnak’ta büyüdüm 4 yıl, bir kere bile şimdi anlıyorum yani Kürtlerle oynama diye annemden duymadım ya da ablamdan, ağabeyimden. Çünkü çocuklarla akşama kadar sokakta oynarız, Kürdü Türkü bildiğim bile yok yani. Kürdün ne olduğunu dahi bilmiyorum. Ama sokakta oynuyorum, okulda okula gidiyorum. O nefreti o şeyi hiç koymamışlar. Ne kadar güzel ailem varmış diyorum kendi içimden. Burada ama onun şeyine vardık o mozaiğin güzelliğine vardık. Şimdi koro grubumuz var iş yerinde. 30 kişi, bazen 35’e çıkıyoruz. Her dilden türküler şarkılar söylüyoruz. Şimdi geçen gün gelinime takıldım bir gün gelip bize Lazca türkü öğretmiyorsun, anne bilmiyorum diyor. Yani işte bunlar hayatın şeyi hep bir arada insanların kol kola göz göze Enver’in öyle bir şiiri var. Göz göze bakabilmek. El ele tutabilmek. Birbirimizin kalbine dokunabilmek. Yapabileceğimiz tek şey bu. Hala bugün az önce birine daha dedim yani her telefonu elimize aldığımızda birinin öldüğünü duyuyoruz. Ama birbirimize geçmişimizin belgelerini bile veremiyoruz. Bu ne ya? Mezara mı götüreceksin? Enver’i koyduk tabuta toprağa, şimdi çürümüştür bitti gitti. Resimlerimin bir kısmını kutuda olanları nasılsa bulamamış polisler. 10 yıl sonra Artvin’e gittiğimizde eşyalarımızı bir odaya doldurmuşlardı. Onlara bakarken resimler çıktı. Ay Eylem çıldıracaktım. İnan bana bir kasa böyle teneke, Vita tenekeleriyle altın çıksa o kadar sevinmezdim inan bana. Çıldırdım o resimleri bulunca. Neyse getirdim sonra işte Facebook’ta Enver’in öğrencileriyle çok resmi var. Ali Alkan diye bir arkadaş var Kazım Karabekir Lisesi grubu kurmuş. Ona yolladım resimleri. Ya çünkü ölüp gideceğim Ceren ne yapacak o resimleri Eylem? Kim ne yaptı ki eskileri herkes, çöpe gidecek yani. Bizde de Enver’de de hevesim fotoğraf daha doğrusu. Çok severdik çekmeyi çok severdi. Mümkün olduğu kadar, bak şimdi dün sana şeyi sordun bizde Erzurum davasının birinci neydi o kitap
EYLEM DELİKANLI: İddianame.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=isilaykaragoz2.xml#segment3357
Segment Synopsis: IŞILAY KARAGÖZ: İddianame var vereyim ya yani biz gidiyoruz ya bugün var yarın yok yani senin gibi gençler böyle bir çalışma yapıyor, ben iki gündür heyecandan yerimde duramıyorum gencecik birileri bizim yaptıklarımızdan bir şey çıkarmaya çalışıyor seni ne ilgilendirir git New York’ta akşam barda yarın derste öbür gün parkta hayatını yaşa şimdiki kuşaklar şimdiki mantık kafa bu değil mi? E sen emek veriyorsun on saat yoldan çıkıp gelip burada üç kişiyle şey yapacağım diye, bana yüreğimi istesen benden yüreğim al senin olsun derim kaldı ki belge, belgeler ne için, geleceğe bak müzeler açılmış Almanya’da. Domid [Dokumentastionszentrum und Museum über die Migration in Deutschland] diye bir müze açıldı Enver’le buraya gelirken ki bavulumu aldılar. Böyle seninle konuşur gibi biriyle konuştum, kızcağız ağladı ağladı ağladı gitti ay dedim yapmasaydık ben o kadar üzüldüm ki onun için ilk defa duyduğu şeyler şok oldu. Ondan sonra gene bir iki bir şey Enver’in kitabını verdim. Şimdi sergi açıyorlar beni de çağırıyorlar hemen hemen her sene, Domid işte. Gidiyorum oraya. Enver’in şeyini koymuşlar gözlüğünü, sonra Türkiye’ye gönderdim kitabını koymuşlar bir camekanın içinde. Kendi şeylerine gittim orada bavulum duruyor. Kitap küflenmesin bilmem ne olmasın diye böyle hava akımı olan bir odada saklanıyor kitaplar verdiklerimiz, mektuplar. Yani bundan güzel ne olabilir ki? Teşekkür edip elinizi öpeceğimize eğer engel olanlar varsa her neyse aklım almıyor, aklım almıyor.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=isilaykaragoz2.xml#segment3481
Segment Synopsis: EYLEM DELİKANLI: Bütün bu çabaların altında aslında hala bir hakkımızı, bunun hesabını sorabilecek olmamızın bir duygusu yatıyor yani en azından ben ve benim gibi bu alanda çalışan arkadaşlar için, siz de böyle düşünüyor musunuz? Hala bu yapılanların, bu ihlallerin, bu insanlığa karşı işlenmiş suçların, işkence gibi, bunların hesabı sorulabilir diyor musunuz?
IŞILAY KARAGÖZ: Artık çok geç olduğuna inanıyorum Eylem yani bırak işkence yapanları bizler gidiyoruz yani şahitler kaç, ne kadar kaldık bak patır patır dökülüyoruz, bir. Yapanlar ne kadar kaldı, iki. Onun için ben o 12 Eylül mahkemesiyle ilgili çok tartışmalar oldu. Ben de oradan çok büyük bir umut değildi ama ben şeyden yanayım yani küçük de olsa bir şeylere çubuk sokmak yani bir tekere bir çubuk sokmak o öyle bir şeydir.
EYLEM DELİKANLI: En azından kaydedebiliriz.
IŞILAY KARAGÖZ: Kaydedebiliriz. Bak kaç kanalda konuştuk, ne kadar basın yazdı, sonunda Kenan Evren tek cenaze arabasıyla gidildi. Belki onu da Atatürk’ün yanına gömecektiler gömülemedi. Bu tip şeylere yine de sebep olduk. O yüzden de Türkiye’ye gittim 12 Eylül mahkemesinde. Ama şu andan itibaren benim için belgeselleşmesi çok önemli yoksa artık o şeyi geçtim. Bizi, belki beni, arkadaşlarımı bilmiyorum ama şey beni çok üzdü yani biz bu kadar günlük saniyelik hayatı çok acıyla yaşadık yani hep içimizde yaşadık çünkü işte hem öleni hem aile içinde, ya Enver edebiyat hocası bütün çocuklara öyküler, masallar bilmem neler okuyan insan kendi çocuğuna masal okuyamıyordu çünkü hemen yoruluyordu gece kitap okuma görevi benimdi. Yani bir insanın sesi, bak çocuğun babasının sesini alıyorsun sen düşün. Karısının, Enver hep otururdu gece şiir okurdu ben dinlerdim. Eşinden o şiir sesini alıyorsun. Gerçi o ölene kadar o kısık sesiyle Ali Asker, o, Nihat Behram, şehir şehir bir sürü yeri gezdiler Almanya’da. Şiir geceleri müzik geceleri yaptılar. Herkes de yine öyle o kısık sesini bile dinledi onlara inat. Buydu yani, yoksa bunda sonra çok o da antika bir şey oldu bize misafir geldi bir gün, gele gele. Artvinli bir akrabamız var Hollanda’da, benim akrabam. Abla dedi misafirim var Köln’den yolcu edeceğim gelebilir miyiz, tabii dedim. Enver de vefat etmiş evde de çok büyük resimleri var çerçeveli Enver’in asılmış, birkaç yıl olmuş öleli yani. Kızcağız geldi nerden tanıştınız, kimdir nedir? Havaalanında dedi rastladık Hollanda’ya geliyormuş dedi işte master bir şey yapacakmış bunun evi de yokmuş biz de Artvinlileri biliyorsun işte Şavşatlılar, aldık eve götürdük, e aylardır bizde kalıyor, şimdi de Köln’den geri dönecek. Şaşırdım yani işte Artvin misafirperverliği. İyi ne güzel falan. Konuşurken biliyor musun dedi babası da dedi emniyet müdürüymüş dedi Artvin’in 80’lerde. Eylem nasıl oldum biliyor musun? Sandalyede oturuyorum kafamdan aşağı bir kaynar su söküldü. Şimdi o bir Tarık Akan işkencecisini kaçırıyor falan, allahım insanın aklından neler geçiyor ya. Ne yapacağım ne diyeceğim yani o an işte seni tutsam orada, o kızı, aç babanı ara elimdesin işte şimdi sana neler yapsam yapabilirim yani. Onlar geçiyor, Enver’in resmi karşımda kocaman. Hiçbir şey diyemedim. Nasıl baban dedim iyi mi? Odasına kapanıp ud çalıp şarkı söylüyormuş. İşte bizim yaşadıklarımız, onların yaşadıkları. Gel de cevap ver.
EYLEM DELİKANLI: Kız öğrendi mi nereye geldiğini?
IŞILAY KARAGÖZ: Herhalde öğrenmiştir hiçbir şey demedim. Konuşsam çok kötü olacaktı yani onun artık ucu sonu yoktu. Hiçbir şey demedim. Ne yapıyor babanız dedim öyle dedi. Ama içimden geçenler o an, telefon açayım, neler neler yaşadım, o an ki duygular işte.
https://file.bellekmuzesi.org/ohms-viewer/viewer.php?cachefile=isilaykaragoz2.xml#segment3815
Segment Synopsis: EYLEM DELİKANLI: Şimdi de Enver amcanın adına edebiyat günleri yapıyorsun, geceleri yapıyorsunuz. Nasıl gidiyor onlar?
IŞILAY KARAGÖZ: O da ilginç. Enver’i kaybettikten sonra maaşı çok çok az olan bir işe girdim. Almanlara ait bir yerdi. Alman yaşlılarının gittiği. Ben de orada hemen işte duramadım Türkiyelileri toparlamaya başladım. Baya da iyi gitmeye başladı işler. Ama mezar da böyle arabayla yakın bir uzaklıkta Enver’in. Öğlen şeylerinde falan ben arabaya atlıyorum doğru Enver’e gidiyorum. Zaten hemen hemen bir yıl her gün gittim. Sonra zamanla işte hafta sonları her cumartesi gittim. Ondan sonra kadın da en son sordu sen nereye gidiyorsun falan, ama zaten çok üzgünüm çok kötüyüm görüyor. İşte Enver’e gidiyorum falan. Bir gün dedi gel oturalım biraz konuşalım seninle. Kendisi de aynı zamanda ölüm üzerine terapi yapıyor öyle bir şey şeyi almış. Konuşturdu beni. ‘Onun anısına bir şey yapsan’ dedi. ‘Ne yapabilirim ki?’ dedim. ‘Bak’ dedi ‘edebiyatçıymış hem de’ dedi ‘onun adına sen de edebiyat geceleri yapsan.’ Allah allah olur mu olmaz mı, öyle başladık. İşte bir yıl sonra falan 15 yıl olacak. Her ayın üçüncü cumasıyla başladık. Yaz tatillerinde yapmıyorum sadece. Türkiyeli yazarlar, bir yazar bir şair ve bir müzik ya grup ya tek kişi, müzik ortamı. Katılım da baya güzel oluyor. Çok oturdu, Köln’de böyle bir şey yok yani 15 yıllık süren. Belki Almanya’da bile bilmiyorum duymadım hiç. Şimdi yeni kütüphaneyle konuştuk orada da çocuklara farklı dillerde kitap okutturuyoruz. Toparlıyoruz çocukları orada. Şimdi bizimkiyle beraber orada da Arapça ve Almanca okuma var. Onlar da çok mutlu. Kendileri yapıyordu gelen katılım yoktu şimdi bizim oradan gönderiyoruz, katılım da olduğu için onlar da çok mutlu. Böyle yaşatmaya çalışıyoruz adını. Kitap çıkardık. İşte çok kötüydüm kaybettiğimizde böyle deli gibi onu bulmaya çalışıyordum. Bütün kitapların içini arıyordum sanki bir not çıkacak öyle bir film varmış hatta da bakmaya bile cesaret edemedim. Hep bir not aradım ondan, sanki bir yerden bana bir şey çıkacak böyle. Ondan sonra işte ne yapabilirim, ne yapabilirim herhalde o yaşatma duygusu. Şiirleri vardı, dedim şiirlerini bastırayım. O da kitabı çok seviyordu ya, yani kitaplıkta adı olsun duygusu, oradan baksın insanlara. Şiirlerini toparladım ondan sonra dedim ya bu şiirler hangi duygularla yazılmış o dönemi o hayatı katayım. Bir gecede işte oturdum 70 sayfa herhalde, ağlayarak ama, hiç işte edebi cümle falan değil ağlaya ağlaya içimden geçenleri yazdım. Ondan sonra gene acaba başka arkadaşlarından sevenlerinden notlar yazsam olur mu? Onu çok yakından tanıyanların, sevenlerin şiirleri var, yazıları var. Bir de o dönem Enver’le ilgili müthiş, Hürriyet’e kadar bütün gazetelerde onunla ilgili yazılar çıktı. Can Dündar’ın ikincisi çıktı. Ona da değineyim. Birincisi Enver sağken çıkmıştı. Uyuyorduk, Türkiye’den bir ağabey aradı, dedi Enverle ilgili bir yazı var Can Dündar’ın bugün gazetede, gittik aldık. Önemli olan insanlar öldükten sonra değil ölmeden ona o sevgiyi, o değeri vermek, o kadar mutlu olmuştu ki o yazıyla, vefatından sonra da Can bir daha yazmıştı. İşte BirGün’de sayfalar dolusu yazılar çıktı. Kitaptan bir sürü kişinin BirGün’de yazılar çıktı yani o basında çıkanlar benim elime geçenleri tabii toparladım böyle kocaman bir kitap oldu. Resimler de var. Geriye bu kaldı işte bir insanın yaşamı bu. İyiysen iyi kalıyor, direnişin kalıyor adı da ben ona hep gülüm derdim mektupları okuyan yayınevi oradan Enver de çok dirençli diye Direnç Gülü adını teklif ettiler. Mezar taşında da kendi yazdığı bir şiir var onu yazdık. Taşını Türkiye’den getirttim ama buranın havasını beğenmedi çok yosun oldu 10 yıl sonra onu da değiştirdik yeni bir taş koyduk. Kendi şiiri var. Cenazesi korkunç kalabalıktı. Her yerden, başka ülkelerden de gelenler olmuştu. Korkunç kalabalıktı. Sonra çok büyük bir salonda, 700 kişilik yemek verdik. Program yapıldı. Baban gelmişti sağ olsun, Türkiye’den herhalde bir 10 kişi gelmişti. Erol’lar falan. Çok büyük bir program yapıldı, orada arkadaşlar konuştu, yemek yendi. Ona layık bir uğurlama yapmaya çalıştık. Şimdi bir, iki kere mezar dedim. Mezar kelimesini hiç kullanmıyoruz. Babaya gittim, Enver’e gittim. Oğlu çok güzel bakıyor çiçekler içinde babası. Bel fıtığından eğilemiyorum o çok güzel hallediyor. İki akıllı güzel çocuk yetiştirdik. İşte hayat bu kadar. Şimdi torun büyütüyoruz.
EYLEM DELİKANLI: Enver amcayı tanıma şansım hiç olmadı benim. Ama insanların hayatta işte rol modelleri var. Sizler de bizim rol modelimizsiniz. Öyle devam ediyoruz hayata biz de. Teşekkür ederim.
IŞILAY KARAGÖZ: Ben çok teşekkür ederim. Canım benim. Sağ ol.