Ilgın Erarslan Yanmaz

Memory Museum for Historical Justice

 

Transcript
Toggle Index/Transcript View Switch.
Index
Search this Index
X
00:00:16 - Çocukluk yılları, eğitim ve aile hayatı

Play segment

Segment Synopsis: 1973 İstanbul doğumluyum. Çok soğuk bir kış günü ve bir ocak ayında, 11’inde kış günü Serencebey, Beşiktaş'ta doğmuşum. Şu anda bir kız kardeşim var. On yaşında, bir kız kardeşi sahibi oldum on, on buçuk yaşında. Çok hem Beşiktaş'ta yaşadık hem Fatih'te yaşadık hem Suadiye'de yaşadık çok taşındık çok yer değiştirdik. Şişli Terakki’de özel okulda okudum ilkokulu. Sonra da Alman Lisesi’ne gittim, Alman Lisesi’ni kazandım. Sonra da iletişim fakültesini, Marmara İletişim Fakültesi’ni bitirdim. Orada halkla işler okudum ama kültür sanat alanında çalıştım ve şu anda fotoğrafçılıkla uğraşıyorum. Genel olarak bu.
Çocukluk, ilginç çünkü şey tek çocuktum yani hani on buçuk yaşına kadar tek çocuktum ve tek torundum, ailedeki tek çocuktum. Dolayısıyla hani üzerine titredikleri bir çocuktum. Annem, teyzem ve anneannemden oluşan bir çekirdek ailemiz var. Baba tarafımız daha geniş. Üç tane halam ve altı tane kuzenim var, ama anne tarafıyla daha yakın ilişkilerimizin olduğu bir çocukluk geçirdim. Şubat tatilinde diğer kuzenlerimi görmeye Ankara'ya giderdim. Buradan geriye dönüp baktığımda biraz bölük pörçük, yani aile hayatı bölük pörçük, çünkü herhangi bir yerde köklenme yok onu fark ettim ileriki yaşlarda. Annem çalışıyordu, inşaat mühendisi. Babam da profesyonel devrimci öyle diyeyim. Türkiye Komünist Partisi’nde üst düzey yöneticiydi TBKP’de. [TÜRKİYE BİRLEŞİK KOMÜNİST PARTİSİ] Annem belediyede, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde genel sekreterlik yaptı. Barış Derneği davasından içeride yattı. Çok iş değiştirdi, dolayısıyla 73'ten 80'e kadar olan dönemde yaklaşık yedi yıl herhalde dört beş defa yer değiştirdiğimiz olmuştur ve annemin çalışması sebebiyle babamın da işlerinin yoğun olması sebebiyle bana aslında anneannem baktı. Yani geriye dönük hatıralarımı gözden geçirdiğimde anneannemin evini daha çok hatırlıyorum, anneannemi daha çok hatırlıyorum, anneannemin yaptığı yemekleri daha çok atıyorum. Bu böyle yaklaşık 83, yani kız kardeşim doğana kadar bu şekilde. Annemle vakit geçirmediğimi düşünüyordum, bu beni çok üzüyordu ama annem fotoğraf çekmesini çok seven bir kadınmış, o yüzden benim birçok, çocukluğuma ait geniş bir fotoğraf arşivim var. Dolayısıyla o fotoğraflarda ben aileyi yeniden keşfettim ve olmayan annemin aslında orada fotoğrafçı olduğunu gördüm. Bu ilginç bir deneyimdi benim için. Hani fotoğraflarda görmediğim ve yok olduğunu düşündüğüm bir annenin aslında fotoğrafçı olarak orada yer aldığını fark ettim ve o fotoğraflar üzerinden tekrar o hayatı kurguladım aslında. Şöyle bir çocukluk var, gittiğim okulun özel okul olması sebebiyle ve o dönemde çok fazla özel okul yoktu ama yaşadığım bölgede daha orta halli ailelerin yaşadığı bir yerdi hem Fatih hem işte Beşiktaş vesaire. Bir tarafta çok böyle bir farklı bir dünya, ait olmadığım bir dünya ve adapte olma çalışması oraya, kendimi yabancı hissettiğim ve biraz da belki kendi yaşadığım yerden, çocukluğumdan utandığım ama bir taraftan da diğer tarafta da yani mesela o çocukluktaki o iki tarafı da görmüş olmak ve hani adapte olmaya çalışmak, tutunmaya çalışmak benim ömrüm boyunca aslında yaşadığım bir şey oldu ama sonradan belli bir yaştan sonra aslında pozitif bir şeye dönüştü. Bu algıların açık olması, karşı tarafı anlamaya çalışmak vesaire. Başka, hani çocuklukla ilgili, düşkün olduğum bir ayım var mesela Goşa isminde. Bunlar hep mesela, bir Goşa isminde bir ayım var. Bir insanın, yani bir çocuğun niye Goşa isminde bir ayısı olur, otuz yaşından sonra falan bunu öğrendim yani Rusçadan gelen bir isim olduğu için. Dolayısıyla ve işte kütüphanede çok erken yaşta okuduğum, on yaşında işte Rus klasiklerini okuduğumu hatırlıyorum. Hani şimdiden geriye döndüğümde şu anda bakıyorum mesela çocuklara on yaşında, hani Rus klasiklerini okumuyorlar. Yani o dönemde çok, yani mesela beni diğer arkadaşların içerisinde yabancılaştıran, çocuk olarak öteki haline getiren bir durum. Çünkü farklısınız yani yabancı, hayvanınızın, pelüş hayvanınızın ismi bile diğer çocuklar için farklı. Okuduğunuz kitaplar farklı. Ne bileyim işte, ilkokulda konuşacağınız şeyler de farklı yani yaşam farklı aslında. Ne bileyim, hani çocukken bir sürü arkadaşın var, sosyal bir çevre aslında baktığınız zaman. Hani şu anda da öyle çok genç bir arkadaş çevrem var. O dönem de arkadaş çevrem çok. Ailenin yoksunluğunu, yokluğunu böyle arkadaşlarla doldurmaya çalışılan bir çocukluğum var. Biraz erken gelişmiş bir çocuk, biraz erken büyümüş bir çocuk, sorumlulukları fazlasıyla erkenden almış bir çocukluk. Bu, kız kardeşim doğumundan sonra da bu şekilde oldu. O dönemde hatıralar bölük pörçük. Ben bunu çok sonradan sebebini düşündüm, neden bu kadar net hatırlayamıyorum acaba diye. Sonra kendi kendime aslında mekânsal değişikliklerin çok fazla olduğunu fark edince, bu mekânsal, tabii mekân sürekli değiştiği zaman mahalle de değişiyor. Mahalle değişince arkadaşlar da değişiyor. Apartmanda tanıdığınız insanlar da değişiyor. Gidip gelen bir anne baba var. Birisi geliyorsa öbürü yok, öbürü geliyorsa diğeri yok. Bir arada bulunduğumuz fotoğraflardan da sonra tekrardan kendi tarihimi yazdım hani arşivimi çıkardım için böyle konuşuyorum, sanırım en mutlu zamanlar. Yani hem anneyi hem babayı bir arada görmek, mesela işte bir hayatımda Yalova termal var mesela mekân olarak. Orası ailecek gidilen, keyif alınan anne ve babanın bir arada olduğu, benim de fotoğraflarda işte güler yüzlü olduğum bir mekân. Benim teyzemin çocuğu yok. Teyzeme de emanet edilmiş bir çocukluğum var. Yani aslında ailenin büyükleri tarafından korunup kollanan, bakılan, emanet edilen bir çocukluk, bir tarafıyla güzel aslında. Biraz şımartılmış da aynı zamanda. Mesela annem belediyede çalışırken büyükşehir belediyesinin yuvasına gittim erken yaşta, o yuvayı çok net hatırlıyorum, şu anda Fatih’te İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin olduğu yerde. Bir de belediyenin çalışanları için olan bir yuvası vardı, kreş yani, oraya gittim. Sonra Nişantaşı'nda başka bir özel okula gitmeden önce, ilkokula gitmeden önce bir yine yuva deneyimin var. Aslında baktığın zaman, yani hem ailede büyüyen ama aynı zamanda hani kreşte, yuvada arkadaşlarla da birlikte büyüyen bir çocukluk.

00:08:56 - 1 Mayıs 77’de, Taksim’de dört yaşındayken hafızada kalanlar

Play segment

Segment Synopsis: Bir 77, 1 Mayıs'ı var hatıralarım arasında çok net olmayan kanlı 1 Mayıs dedikleri, 77 1 Mayıs’ında Taksim’de bulunma hikayem var. Hayatımı borçlu olduğum bir Elif Ablam var, bütün çocukları toparlayıp kamyona saklayan. Mesela kalabalıklardan hala korkarım ben. Kalabalıkların içine hala giremiyorum, aşamadığım bir şey bu.

Sonuçta babam aynı zamanda sendikacı, Maden İş’te sendikacı, üst düzey görevli. Annem de İKD’li [İLERİCİ KADINLAR DERNEĞİ], dolayısıyla 77 1 Mayıs’ına bir şenlik havasıyla gidiyorlar. 1 Mayıs İşçi Bayramı’nı kutlamak için. Kreşten çocuklar da gidiyor, ben de gidiyorum o zaman dört yaşındayım. Ama olaylar başladığı zaman ailemden uzaktayım, yani kreşteki çocukların bir arada olduğu bir yerdeyim ve o hengamede bir şekilde çocukları toparlayıp şu anki Atatürk Kültür Merkezi’nin yanında bulunan bir kamyonete bindirilip orada korunmaya alındığımız bir hikayem var ama bu ilginç bir şey mesela otuz, otuz beş yaşından sonra hikayesini merak ettiğim bir şeye dönüştü çünkü o yaşa kadar aslında yani bildiğim hikaye orada olduğum ama ayrıntılar ve detaylar, işte babamın oradan işte yokuş aşağı inip işte Beşiktaş'taki Maden İş’e nasıl gittiği, annemin arkadaşlarıyla nasıl buluştuğu, işte Sıtkı Amca’nın nasıl kurtarıldığı, işte yani o alanda babamın babama ve anneme ve babamın arkadaşları ve annemin arkadaşlarına ilişkin hikayeleri dinleyerek büyüdüm. Yani kimse bana kendi hikayemi anlatmadı ben de o hikâyeyi merak etmedim ta ki otuz küsur yaşlara gelinceye kadar ve orada dedim ki siz hep kendi hikayenizi anlatıyorsunuz, size ne olduğunu biliyorum ama ben bana ne olduğunu bilmiyorum. Ben neredeydim? Beni kamyona kim bindirdi? Orada başka çocuklar var mıydı? İşte beni merak ettiniz mi? Bana ulaşamayınca ne oldu? Ben sizi merak ettim mi vesaire. İlginç bir şey, mesela bu kırklı yaşlarımdan sonra annemle konuştuğumda annemin üzülerek, ‘aslında iyiye gitmeyen bir durum vardı tahmin etmeliydik belki de sizi o alana götürmemeliydik, çocukları’ diye kendi kendine aslında pişmanlık duyduğu bir durumdan bahsetti. Hatırlamıyorum, yani çok fazla ses hatırlıyorum ve kaotik bir ortam hatırlıyorum ama bunun kendi zihnimde gerçekten anımsadığım, hatırladığım yani bir görüntü olduğu mu yoksa daha sonra izlediğim belgeseller, baktım fotoğraflar, insanların kendi kişisel hikayelerinden duyarak kurguladığım bir sahne mi, ondan çok emin değilim belki de ikisi birliktedir yani çünkü dört yaş hatırlamak için çok küçük bir yaş. Dolayısıyla ne o kamyona bindirildiğimi ne Elif Abla’yı hiç kimseyi hatırlamıyorum. Yani orada, o alanda olduğumu hatırlamıyorum. Sadece büyük bir gürültü olduğunu, aşırı bir ses olduğunu hatırlıyorum o kadar. Yani işitsel bir şey var orada, bir hafızamda işitsel bir şey var ama görüntü olarak bir şey yok. O anlatılanlarla kafamda o sahneyi tekrardan ben canlandırdım.

00:12:57 - Anne ve babanın 1 Mayıs 77 gününe dair hatırladıkları

Play segment

Segment Synopsis: Tabii ki büyük bir merak var, büyük bir endişe var ama mesela babamın bana anlattığı hikayelerden babamın o sırada kürsüde olan konuşmacı olan Sıtkı Amca’ya koştukları, yani o bir arkadaşı kurtarmaya çalışıyor, gömleğinde kan var vesaire. Öldüğünü düşünüyorlar, vurulduğunu düşünüyorlar ve ona koştuğunu anlattı bana. Yani hani ilk anlattıkları şey o, ama meydanda hani benle ilgili, yani hani oradan işte aşağıya nasıl, Beşiktaş'a nasıl indiklerini, benle ilgili mesela hatırasında fazla bir şey yok. Yani babam vefat etti 2014 yılında ama son konuşmalarımızda net olarak hatırlamıyor yani anladığım kadarıyla daha çok o annemin hani koşturması, endişesi ama orası kopuk yani bunu net olarak ben ailemden dinleyemedim. Annem sadece Elif Ablan vardı, o sizi kurtardı diyerek, onlar da şu anda aynı sitede oturuyorlar. İşte kırklı yaşlarımda, kırklı yaşlarıma yaklaşırken Elif Abla’yla tanıştırıldım, yani seni hayatını kurtaran kişi Elif Abla’dır, oradaki çocukların hayatını kurtaran Elif Abla’dır. Geniş bir alan çünkü Taksim Meydanı ama orası kopuk mesela ilginç olan kısmı benim için odur yani hem yaş itibarıyla hani çocuk olduğum için hatırlayamamam ama erişkin olan anne ve babanın nasıl bir korku yaşadılarsa artık o yerde filmin koptuğu, yani o hatıranın orada, bence kitlenmiş yani orada bir kopukluk var hakikaten. Yani bir sonraki sahneye geçişte kopukluk var yani. Bu biraz da şöyle oluyor, ebeveynlerin çok fazla hikayesini dinleyince o döneme ait hani tarihsel siyasi şeyleri okuyorsunuz, okuyorsunuz, okuyorsunuz şöyle olmuş böyle olmuş en son soru şu oluyor; bana ne olmuş? Ben bunu geç yaşta keşfettim. Sanırım kimse o ana geri dönmek istemedi. Ben yıllarca 1 Mayıs’a ilişkin gazete kupürlerinde annemi ve babamı aradım görmek için, hani görsel olarak onları aradım. Kendimi aramak kırklı yaşlarımdan sonra aklıma geldi. Sanırım öncesinde de yani bu çok enteresan bir şey, 77 1 Mayıs’ında ben dört yaşındaydım ve 1 Mayıs meydanındaydım demek benim için çok gurur verici bir şeydi ve bunu böyle çok ballandıra ballandıra anlattım ben yıllarca. Yani çünkü çok değişik bir durum. Ya 77 1 Mayıs’ında sen şeyde miydin, meydanda mıydın, niye meydandaydın, işte annen baban mı götürmüş? Bunları gururla anlattım ama bu gururla anlatma hikayesi, gururla derken tabii yaşanan olayları kastetmiyorum. Benim orada bulunma şeyimi, ya evet ben hani dört yaşında meydanlardaydım gururu yoksa tabii ki olaylarla ilgili değil ama yine daha erişkin ileriki yaşlarda bunun hüznü, telaşı, bunun kaygısı geç geldi öyle söyleyeyim.

00:16:13 - Alandaki çocukları kurtaran Elif Abla’nın anlattıkları, Taksim’deki çocuk sayısı, kimlikleri ve hikayeleri

Play segment

Segment Synopsis: Elif abla işte bu başta anlattığım şey, yani çocukları toparlayıp işte AKM’nin kenarında işte duran kamyonete tıkıştırıldığını, çocukların üzerine yattığını işte ve korumaya çalıştığını, hikayeler böyle kısa kısa. Yani bu olayların başlangıcından insanların kendini güvencede hissettiği alana gidene kadar ki olan kısımda bir anlatım yok, bölük pörçük.

Ama bir kreşte ne kadar çocuk olacaksa hani yani kreş gibi düşün yani baya bir çocuk var ama mesela oradaki çocuklardan biriyle de tanışamadım ben. Oradaki çocuklardan kim var onu da bilmiyorum. İşte bu belki bu hani sözlü tarih çalışmaları belki de bizi, hani o kamyonet, çok isterim o kamyonda olan birinin hatırladığı ya da başkalarından duyarak birleştirdiği o hikâyeyi karşılıklı konuşmayı çok isterim. Şimdiye kadar öyle birisiyle karşılaşmadım mesela. Ama benim de şeyim, bir arayış içinde de olmadım açıkçası. Yani hani kim vardı orada? Sonuçta az çok yaşıtım insanlar olduğunu düşünüyorum şu anda eğer hayattalarsa ve onların da bir hatıraları var. Yoksa da benim gibi, etraftan duydukları ve birleştirdikleri, kurguladıkları bir sahne var. Bunu paylaşmayı mesela konuşmayı çok isterdim belki Bellek Müzesi buna vesile olur.

00:17:53 - Anne babanın evden uzak kalma sebepleri ve bunun çocukluk anılarındaki duygusal etkisi

Play segment

Segment Synopsis: Babam aynı zamanda Maden İş Sendikası’nda görevle, yani hani o da orada görevde. Ben iş yeri olarak, bilmem hatırlar mısınız, şu anda Beşiktaş'ta eski MEF’in olduğu bir bina vardır oralarda bir yerdeymiş Maden İş Sendikası. Biz o zaman Beşiktaş'ta Serencebey'de oturuyorduk ve bana Saadet Abla bakıyordu. Saadet Abla da işte 15 yaşında falan genç bir çocuk yani hani çocuk bakıyor. Serencebey’deki evde Saadet Abla bakıyor bana ve mesela oradaki anılarım çok taze, net ve ailenin bir arada olduğu bir dönem ve Maden İş Sendikası da Serencebey olduğu için ev çok yakın ve mesela Serencebey’den Saadet Abla’yla oraya gittiğimizi de hatırlıyorum. Babamın orada beni bir işte çay ocağında çalışan bir amca ile tanıştırdığını ve o amcanın mesela işte, çayların eskiden böyle bir tepsiler vardı elde taşınan, o tepsiyi elde döndürdüğünü falan, mesela bunalar çocukla ait keyifli anılar. O Serencebey'deki evde anne baba bir arada yani ben de yaklaşık işte zaten işte dört yaşında falanım. Yani 73 dört, 77'ye falan denk geliyor. O 77 ile 80 arasındaki dönem sıkıntılı. Yani Serencebey’deki evimizden çıktıktan sonra hem fotoğraflarda hem hatıralarımdaki o aile tablosu bozuluyor. Yani bir arada yaşama alışkanlığı sekteye uğruyor ve dolayısıyla bana Fatih'te oturan anneannem bakıyor. İşte bu 77 ile 80 arası olduğunu tahmin ediyorum. Serencebey’den taşınıyoruz biz. Yani benim için o Serencebey’den taşınma sanki çocukluğun böyle sona erdiği, o keyifli çocukluğun sona erdiği bir dönem. İlkokula başladığımda biz Fatih’teydik. Anneannemin bir evi vardı. Ben orada kalıyordum anneannem, teyzem ve ben. Hafta içi annem çalıştığı için orada kalıyordum. Bir de aynı zamanda başka bir evimiz daha vardı Fatih'te. Orası da annem ve babamın yaşadığı evdi ve oraya gidiş gelişlerimin bir rutini yokmuş gibi geliyor bana şu andan geriye dönüp baktığımda. Ama bu sadece 80 dönemine ait bir şey değil. Yani çalışan bir annenin de çocuğu olmak, ama aynı zamanda babanın da hani yavaş yavaş işte yeraltına, partinin yeraltına kaymaya başladığı dönemde ya da 80'e yaklaşırken babanın aranıyor olması, işte solcu baba aranıyor şeklinde. Dolayısıyla evler riskli evler. O insanların bulunabileceği yerler olduğu için aslında ben kendimi her zaman, yani bir dönem terk edilmiş olarak hissettim çocuklukta ama yine belli bir yaştan sonra bunun sadece terk edilmiş değil, güvende tutulmaya çalışılan bir çocuk, yani anneannede olma sebebim o çocuğun o evden uzaklaştırılarak, yani sürekli risk altında olan evlerden uzaklaştırılarak güvence altında kendini güvende hissedeceği bir alanda bulunmasını sağlamak olduğunu düşündüm. Tabii bu bir aslında ikilem. Yani hani güvencedesiniz ama yalnızsınız. Çünkü onu gerektiriyor durum. Yani uzun dönem böyle bu şekilde gitti ta ki işte annem hapis yatana kadar ve kız kardeşim doğana kadar, yani 77 ile 83 arası diyebilirim.

00:22:04 - 12 Eylül 80’e dair hafızada kalanlar, darbe sonrası anne ve babanın siyasi çalışmaları ve evdeki mevcudiyetleri

Play segment

Segment Synopsis: Hiçbir şekilde hatırlamıyorum. Yani o günü hatırlamıyorum. O günün, ben öyle bir gün olduğunu hatırlamıyorum yani hani işte şunu dinledik radyodan, işte duyduk, ondan sonracığıma, haberleştik, insanlar telaşlıydı, sokaklarda asker böyle bir, bende böyle bir anı yok. Bende 80 döneminin getirdiği zorlukların yarattığı anılar mevcut. 12 Eylül 1980 gününü ben hatırlamıyorum. Daha doğrusu, yani o hatıralarımda herhangi bir parça yok yani o güne ait. Özellikli bir şey hani. Ya o mesela 12 Eylül 1980’de sokakta panzerler vardı, askerler dolaşıyordu kısmını ben daha sonra ancak kurgulayabildim, yani okuduklarımdan izlediklerimden baktığım fotoğraflardan. O güne dair herhangi bir şey yok bende.

Baba daha az var, ama hani şöyle söyleyeyim bir sandık dolusu fotoğrafım var, ama o fotoğraflar mesela yaş günümde, sekizinci yaş günümde çekilmiş fotoğraflar. Sekiz, yani ne oluyor? 81 yılında çekilmiş fotoğraflar var. Babam o fotoğrafta var. Annem de o fotoğrafta var. Anneannem var, eniştem var, teyzem var ve biz Fatih’teki evimizdeyiz. Ama o yıla ait o tek günün fotoğrafı, dolayısıyla şimdi anneme sorduğumda hani nedir diye o çok güzel kendi tarihi üzerinden işte biz o sırada şuradaydık, baban buradaydı, işte ben belediyedeydim, şuradaydık, anneannen buradaydı, teyzen buradaydı falan gibi anlatabiliyor çok rahat bir şekilde, ama benim hayatıma ilişkin detaylar az, kopuk. Yani ben de söyleyebiliyorum işte belediyenin şu kreşindeydim, anneannemin evindeydim, anneannemin annesi Aksaray'da oturuyordu, orda da başka bir hayatım vardı, orda da başka arkadaşlarım vardı, sık sık oraya gidip geliyorduk, şubat tatillerinde Ankara'ya gidiyorduk ve babamın kullandığı arabayla gidiyorduk, ama şöyle söyleyeyim tüm ailenin bir arada olduğu birkaç günün fotoğrafı dışında anılarımda böyle bir şey yok.

00:24:37 - Babası Toygun Erarslan’ın gözaltı süresi, 83-90 yılları arasında yaşadığı zorluklar

Play segment

Segment Synopsis: Şimdi yılını tam söyleyemeyeceğim, yanlış söylemek de istemiyorum, 90’lı yıllarda parti kendini fes ettikten sonra yani artık yeraltından yukarıya çıktıktan sonra bir gözaltı durumu oldu 15 gün boyunca. Yani o bütün kaçmalar aslında işe yaramış, tutuklanmadı, yakalanmadı, öyle söyleyeyim, hapis yatmadı ama gözaltı süreci oldu. 77 ile 83 arası kopuk ama 83’le, şimdi 80 dönemini sadece hani 80’le 83 arası değil benim için 83’ten 90'a kadar giden de bir süreç var aslında. Yani 80 ile 90 arası. 83, 90 arası tabii ben yaş olarak da hani daha bu konuları idrak edebileceğim bir yaşa geldiğim için daha korkunç benim için. Yani çok çünkü o zaman ev baskınları yaşıyoruz çünkü bir aradayız hani sonuçta ve bir dönem, 87 ile 90 arası ev baskınlarının yaşandığı, işte ne bileyim bir misafirliğe gittiysek ya da bize misafir geldiyse, bilmem ne amcalar ve bilmem ne teyzeler bunun aslında gizli tutulduğu, saklandığı, ben bir sürü amca ve teyzenin gerçek ismini 90’lı yıllardan sonra öğrendim. Yani farklı isimler kullanıldığını o zaman idrak ettim. O dönem mesela o dört, beş yıllık dönem işte Gayrettepe’de yaşıyorduk o zaman, evin çok ciddi bir şekilde birkaç defa polis baskınına uğradığını, işte babamın gözaltında kaldığı, ondan sonra, kız kardeşim de var o zaman, bir dönem. Orası daha ağır, o kısım daha ağır.

00:26:27 - Gece ev baskını, mekân ve yerleşiklik algısındaki kırılma

Play segment

Segment Synopsis: Bu çocukluk ama ergenlik hani 15 yaş gibi, yani ne oluyor işte 73, 88 falan gibi düşünebiliriz. 88, 89. Gece baskını oldu, yani geceydi. Gayrettepe’de bir evde oturuyorduk. İçeri bir sürü polis, jandarma, bilmiyorum yani asker, neyse hani güvenlik görevlisi diyelim girdiler ve şimdi annemle babamın bir yatak odası vardı. Benimle kız kardeşimin paylaştığımız bir yatak odamız vardı. Kız kardeşim de o zaman 5 yaşında falan. İçeri girdiler, bir gürültü acayip, paldır küldür bir merdivenlerde koşuşturmalar kapılar açılıyor, kapanıyor ve evde bir arama yapılıyor ve bizim de yatak odamıza girdiler. Sonuçta yataklar açık vesaire falan. İşte böyle yatağın üzerinde duran pijamaları, ne bileyim ortalıkta duran kotları falan hatırlıyorum. Onları böyle alıp hani bu kime ait, kim var burada hani gibilerinden ve orada kız kardeşimin yatağıyla ilgili bir şey olmuştu böyle bir yani hallaç pamuğu gibi böyle bütün yatakları kaldırıyorlar. Bağırdığımı hatırlıyorum kardeşimin yatağına dokunmayın diye. Ve toparlanıp çıktıklarını hatırlıyorum. Ama tabii o yaşlar çok ilginç sonuçta, yani mesela babamın gözaltında olduğunu biliyorum ve onunla ilgili endişeyi de hani hatırlıyorum. O dönem bence biraz daha ağır bana kalırsa, çünkü 80 dönemini tam hatırlayamıyorum yani 80 dönemi annem ve babam için ve ailenin geri kalan kısmı için çok ağır. Benim için şöyle bir ağırlık taşıyor çünkü bölük pörçük bir aile. Anne tam olarak yok, baba tam olarak yok, ne iş yaptıklarını bilmiyorum yani şeye mesela uzun zaman baban ne iş yapıyor dendiğinde iktisatçı dedim iktisatçı diye bir, yani iş yok, meslek hani. İstanbul Üniversitesi iktisat mezunu, iktisatçı diye bir iş yok. Ve o dönem mesela şey, tanımlamalar çok eksik. Nerede yaşıyorsun? Mesela nerede yaşıyorsun? Nerede yaşıyorum ben hani? Anneannemde de yaşıyorum, annemde de yaşıyorum. Mesela Serencebey’den Fatih'e taşındık, Fatih’te kaldık, sonra Suadiye tarafında bir evimiz oldu. Yine kaçak göçek dönemler, yani kız kardeşimin doğumundan 83’ten önce bahsediyoruz. O dönemde bana söylenen adres yanlış bir adres. Nerede oturuyorsun? Suadiye’de oturuyoruz, öyle söylüyorum ama orası Suadiye değil. Hani karşı tarafta Suadiye tarafında yani tam olarak mesela mekanların yerlerini tabii çocuk olarak da bilemezsiniz nerede oturduğunuzu, hani mahalle olarak, yok öyle bir şey. Mesela orası çok böyle ilk defa kendi odamın olduğu, kendimi yerleşik hissettiğim, işte Taş Devri'ni izlediğim, babamın pipo içtiği bir yer ve orası hafta sonları gittiğim ev. Onun dışında hafta içi yine şeydeyim Fatih’teyim, anneannemin yanındayım. Annem gidip geliyor. Babam da herhalde arada bir gidip geliyor, oralar net değil. Ama net olan bir şey hatırlıyorum hafta sonu olarak gittiğim evi, kendime ev bellediğim. Yani nerede oturuyorsun? Suadiye’de oturuyorum mesela. Orayı ilk defa kendime, yani Serencebey’den sonra kendime ev olarak bellediğim yer aslında Suadiye, ki orası çok geçici bir yermiş bu arada yani. Çok uzun da kalmadık orada. Yıllar sonra, hala yıkılmamış bir apartman orası, annemle birlikte ben rica ettim hangi apartmanda biz oturduk diye annem gösterdi burada oturduk diye ve gözümde canlandı. Bir de mesela şeyde, Silivri tarafında gittiğimiz bir yazlık var, yazları denizine girdiğimiz. Orasının da neresi olduğunu bilmiyorum. Yani şöyle söyleyeyim mekanların adı yok, insanların adı var ama gerçek adı değil, büyük bir bilinmezlik yani böyle yere basmıyor ayaklar tam olarak öyle söyleyeyim. Hani tam olarak söyleyemiyorum, hani bana sordun ya hani, dedin ya işte nerede doğdun, nerede büyüdün, nerede yaşadın bunun net cevabını veremiyorum. Bunun üzerine benim oturup böyle kronolojik olarak şey yapmam lazım, çalışmış olmam lazım. 77’de şurada oturduk, 78’de burada oturduk, 79’da şöyle oturduk, 80’de bu baktı bana, 81’de şu baktı bana, bu şekilde anlatmam gereken baya ciddi bir şey. Bunu yapamıyorum mesela hala yani ezberden yapamıyorum oturup çalışmam gerekiyor. Hala sormam gerekiyor çünkü şimdi de artık yaşları ilerledikçe büyüklerde bazı şeyler tabii tam hatırlanamıyor maalesef, dolayısıyla her seferinde soruyorum burada mıydık, şurada mıydık, orada mıydık gibi.

00:31:47 - Babası Toygun Erarslan’ın polis tarafından arandığı dönem

Play segment

Segment Synopsis: Bana, yani konuşmalardan, annemle konuşmalarımda 15 gün gözaltı. O Nihat Sargın vesaire dediğimiz hani Nabi Yağcı falan onlarla birlikte yani o partinin kendini fes edip artık şeye çıktığı dönem, yeryüzüne çıktığı, legal olduğu ve legal olunca polis tarafından aranan, sorgulanan vesaire. Suçlu muamelesi olarak görülen ama tek şeyi hatırlıyorum çok net bir şekilde, gazetelere çıktı sonuçta yani Hürriyet’e ilk sayfadan ve babamı falan fotoğrafı var ya. İşte o dönemler şu anda gururla söylediğim, benim babam bir devrimciydi, benim babam bir komünistti, annem de hapis yattı. Bu gururla değil de yani, bunu sahiplenmek ve biz buyduk diyebilmeyi şu yaşta yapıyoruz ama o yaşta, ben 15, 16 yaşındayken işte ‘babam komünistti’ demek bayağı bir şey yani, hakaret falan. Hani komünist, böyle aşağılayıcı, işte yani şu an hani nasıl terörist kelimesi çok güçlü bir kelime ve bir anlam buluyor onunla eşdeğer Türkiye'de ve dolayısıyla ben acayip utanıp okula gitmeyeceğim diye tutturmuştum. Okula gitmedim çünkü hani ilk şeyde, işte sayfalarda TBKP işte fes etti, Nihat Sargın, işte Nabi Yağcı, bilmem kim, babamın işte Toygun Erarslan Hürriyet Gazetesi’nin birinci sayfasında böyle manşetten bir haber var. Ve bu herkes tarafından görülüyor ve ben gitmeyeceğim diye tutturdum okula. Gitmedim. Böyle yer yarılsa da dibine girsem durumu yaşadığımı biliyorum, hatırlıyorum. Bu tabii zamanla aşıldı. İnsan hani sonuçta hikayeler anlatıldıkça vesaire. Ya mesela böyle çok güçlü bir hatıram var.

00:33:49 - Gözaltında işkence

Play segment

Segment Synopsis: Babam anlatmadı. Bir işkence yok ama annemin 82'de Barış Derneği davasından yaklaşık bir 7 küsur ay cezaevinde, Metris’te kaldı. Annemin anlatımlarında hem arkadaşlarının, yani kadınlar koğuşundaki arkadaşlarının işkenceye uğradığı, aynı zamanda Diyarbakır Cezaevi'nde yatan arkadaşlarının işkenceye maruz kaldığı var. Bir de annemin psikolojik olarak işkenceye maruz kalma durumu var. O da şeyden kaynaklanıyor, annem içeri girdikten sonra yani cezaevine, cezaevindeki ikinci ayında mı, tam olarak bilmiyorum yani ayını karıştırıyor olabilirim, hamile olduğunu öğreniyor, anlıyor. Dolayısıyla babamı da koruyor yani baba nerede? Şimdi annem içeride ama babamı esas istiyorlar ve dolayısıyla Barış Derneği davasından annemi içeri almaları, Reha İsvan ile birlikte aynı koğuşta kalıyorlar ama bir taraftan da babamı sorduruyorlar. Dolayısıyla işte annem hamile olunca bunun babası kim, babası nerede diye soruyorlar. Annem de babasını bilmiyorum diyor. Babası kim bilmiyorum diyor, yani babamı korumak için, çünkü babamın baba olduğunu, iki aylık hamile, babasının kim olduğunu bilmiyorum diyor. Orada psikolojik bir işkence var. Yani hani orospu, kaltak, kimden peydahladın gibi hani böyle şeyler var yani anlatımlarında ama bu çok tabii ağır bir tablo. Ama orada da kız kardeşimi hayatta tutmak için hani koğuşta o kadınların mücadelesi, birbirlerine destek olma, ne bileyim işte haftada bir portakal çıkıyorsa mesela veriliyorsa yemekte o tüm portakalları kadınların toplayıp anneme C vitamini olsun diye verdikleri bir şey var, hikayeler var. Babamda işkenceye maruz kalındığına dair kendisinin bir hikâye dinlemedim. Ama dinlemedim bilmiyorum. Bunun gerçek olup olmadığını bilmiyorum. Ben öyle bir hikâye dinlemedim.

00:36:24 - Annesinin gözaltına alınışı, solcu bir ailenin çocuğu olarak okulda zor günler

Play segment

Segment Synopsis: Annemin gidişini çok net hatırlıyorum. O döneme ait hatıralarım bölük pörçük olsa da o gidişi nedense çok net hatırlıyorum. O da Fatih'teki Halıcılar Caddesi’ndeki evimizdeydik. Kapının tam karşısında küçük bir oda vardı. Ben orayı yani yatak odası benim yatak odası olarak kullanıyordum ve orada bir çalışma masası vardı ve orada ders çalışıyordum. Tam da yani sağa doğru dönüp baktığımda bir bizim kapımız vardı, bir çelik kapı vardı ve o çelik kapıda annemi hatırlıyorum birkaç adamla birlikte. Masada çalışmaya devam ettiğimi hatırlıyorum. Bir, kısa bir bakışma hatırlıyorum ama kapıyı kim kapattı, nasıl kapandı, sonra ne oldu hiçbir şekilde hatırlamıyorum. Yani o dönem zaten babamı evde hiç hatırlamıyorum, ki şimdi sonradan hikâyeyi dinleyince babamın evde olmaması, uğramaması çok doğal, hani çünkü esas onu da arıyorlar. Ondan sonra yok olduğunu hatırlıyorum, yok yani hani. Ama bana ne kim ne açıklama yaptı, nerede olduklarını nasıl söylediler vesaire bilmiyorum ama bir şey söylenmiş olması gerekiyor ki ben ilkokulda bir sözlü sınavında, sınavda değil pardon sözlüye kaldırıldığımda çok çalışkan bir öğrenci olmama karşın bir kal geldi hani cevaplayamadım. Herhalde o dönem bayağı moral olarak kötü olsam, olduğumu düşünüyorum. Öğretmenin Ilgın’ın annesi yurtdışında çalışıyor o yüzden hani çok özlüyor diye açıklama yaptığını hatırlıyorum ve ilginç bir şey yani şu anda öyle kafamda belledim, benim hikayemde öyle yani doğrusunu da gerçekten bilmek istemiyorum ama benim kafamda annem Dubai’de. İnşaat mühendisi olduğu için annem aslında ve bilfiil de yaptığı için hani inşaat mühendisliğini, Dubai’de inşaat mühendisi olarak çalışıyor annem. Ama bu esnada, o da başka birinin hikayesi ama çok örtüşüyor. İlkokulda yan şubede Ali Taygun’un kızı Ceren var. Ceren’in de babası hapiste, Ali Taygun. Biz kimseye hiçbir şey söylemiyoruz. Arada teneffüste bir araya geliyoruz fısır fısır konuşuruz, yani birbirinin ailesinden ve ne olduğundan haberdar olan sadece iki kız çocuğu var. Yani benim en yakın sınıf arkadaşlarım bile ne olduğunu bilmiyor. Bunu tabii şeyi bilmiyorum, yani benden anlatılması mı istendi, yoksa ben anlatmaya mı korktum, anlatmaktan mı utandım bunlar net değil ama Ceren'le teneffüslerde birbirimize dayanıp baba anne muhabbeti yaptığımızı biliyoruz. Hatta şöyle de ilginç bir anımız var, rahmetli Ali Taygun öldüğü zaman cenazede Ceren’le karşılaşmıştık o anlatmıştı. Onların sınıfında da kaçakçılıktan babası hapiste olan bir çocuk mu, bir kız çocuğu mu, bir erkek çocuğu mu bilmiyorum tam hatırlamıyorum varmış, konuşuyorlarmış biliyor musun demiş benim babam demiş hapiste demiş. Ceren de demiş ki a demiş benim babam da hapiste. Demiş ki benimkisi kaçakçılıktan girdi. Ceren söyleyememiş yani benim babam solculuktan içeride diyememiş. Yani bu demin söylediğim şeye aslında tekabül ediyor, yani kaçakçılık o dönem komünist olmaktan, solcu olmaktan, sol bir partiye üye olmaktan daha iyi bir şey, algı bu ve o algı bize de yerleşmiş. Yani hani gerçekten hani böyle en korkunç şey, işte söylenmemesi gerekilen, paylaşılmaması gerekilen ya da utanılması gereken bir şey, komünist olmak, solcu olmak, sosyalist olmak, ya da öyle bir derneğe, öyle bir partiye mensup olmak ve öyle bir ailenin çocuğu olmak.

00:40:58 - Metris Cezaevi’nde anneyi ziyaret, kayıp mektup

Play segment

Segment Synopsis: Bir gidişimi hatırlıyorum, başka bir gidiş hatırlamıyorum. Onda da tabii şimdiden geriye doğru kurguladığımda boyum ufak olduğu için herhalde 10 yaşındaki bir çocuk olduğum için, bir duvarın üstünde teller hatırlıyorum. Yani hani kümes teli gibi. Buna ben tam parmaklık tam diyemeyeceğim, kümes teli gibi. Annemin arkada olduğunu hatırlıyorum ve benim de elimi uzatıp, yani o tellerin arasından annemin karnına dokunduğumu hatırlıyorum çünkü o yani o göbek anneme ait değil gibi büyük bir göbek. Ve ben mesela o hikâyeyi hiç tamamlayamadım, çünkü herkes başka bir şey anlatıyor ailede. Herkes kendi tarafından anlatıyor. Yani bir kardeşim olacağını bana kim söyledi, ya da bir kardeşim olacağı bana söylendi mi, annemin neden içeride olduğu söylendi mi, bunu kim söylemeliydi, kim anlatmalıydı, nasıl anlatmalıydı? Yine burada tabii şeyler, yıllar sonra fark ettiğim şey bunu çocuğa tam olarak anlatmıyorsunuz, çünkü çocuk o lafı taşıyıcı olabiliyor yani bu arada çünkü babam dışarıda ve kaçak. Dolayısıyla babam içeri alınırsa çok daha büyük hadiseler olabilir. Dolayısıyla büyük bir sır perdesi, giz yani. Yani istenilen o bilgi, yani sürekli o bilgiden, bilgiyi vermeyerek, ben öyle düşünüyorum, endişe verici boyutta bir bilinmezlik var orada. Kız kardeşimin olacağını ben annem çıktıktan sonra öğrendim sanki yani çünkü 10 yaşındaki bir çocuk olarak hani bir annenin normalden daha büyük bir göbeğinin olması hani bir bebeğin olacağına dair bir bilgi sahibi mutlaka vardır, bilgi sahibiyimdir o sırada diye düşünüyorum. Yıllarca, bir tane mektubum var annemden bana gelen, bir de kahverengi yumuşak bir yünden atkıyla berem, onu hatırlıyorum geldiğini. O atkıyla bereyi taktığımı hatırlıyorum. Mektubu okuduğumu hatırlamıyorum, mektubun bana okunduğunu da hatırlamıyorum. Yıllar sonra, yani daha böyle 2000’li yıllara geldiğimizde o mektup teyzemin evinde bir kutudan çıktı ve bana gösterildi. Ben okudum, çok ağladım. Buradaki teyzelerin sana selamı var kızım diye bitiyordu. Mektubu alamadım, mektup teyzemde kaldı ve mektup mesela şu anda yok. Mektuba ne olunduğu konusunda en ufak bir fikrim yok. Yani kim attı, neden bana verilmedi vesaire onu hiç bilmiyorum. Yani mektupla ilgili ne olduğuna dair en ufak bir bilgimiz yok. Bu konuşulmuyor da.

00:44:18 - Barış Derneği davasından anneye beraat ve çekirdek ailenin yeniden bir araya gelişi

Play segment

Segment Synopsis: Annem beraat etti. Barış Derneği davasından beraat etti, çıktı. Yani bir 7,8 ay kadar kaldı, ondan sonra çıktı. Annem çıktıktan birkaç ay sonra kız kardeşim doğdu. Ben babamla Antalya’da halamın yazlığındaydım, annem İstanbul’daydı, doğum haberi geldi. Bizim için çok, ben tabii farkında değilim ama ailenin büyük bir endişeyle beklediği bir doğummuş çünkü annem içeride olduğu için, yani bebek de hani zor koşullarda büyüdüğü için sağlıklı mı doğacak, doğmayacak belli olmayan bir bebek. Kız kardeşim, kız olduğunu öğrendim. İstanbul'a geldik ve annem, babam, kız kardeşim kırk günlükken büyük bir Türkiye turuna çıktık. Tatil, yani işte Ege, Akdeniz, işte Marmara, Antalya vesaire. Kız kardeşim çok ufak olmasına rağmen. Orası mesela çok keyifli. Yani hani çok uzun bir tatil olduğunu hatırlıyorum. Sonra biz Gayrettepe'deki eve yerleştik. Bu baskınların, polis baskınlarının olduğu eve yerleştik. Orada mesela, o dönem babamı daha çok hatırlıyorum. Annem yine çalışıyor. Farklı bir şirkette, inşaat şirketinde çalışıyor. Babamı daha çok evde hatırlıyorum, okul dönüşlerinde babamın olduğunu. İşte orada bir aile, yani küçük çekirdek aileye kavuşma durumu söz konusu. Artık o evde şey yok, teyze, anneanne çok sık yok. Yani kendi çekirdek ailemize bir dönüş var. Annem de bir süre çalışmadı zaten kız kardeşime bakmak için. Orası işte, bu işte üçüncü mutlu yuva hani öyle söyleyebilirim. Ama sonra annemle babam işte 89'da boşandılar. Hani o döneme kadar anne, baba, kız kardeş ve benden oluşan çekirdek aile, mutlu bir çekirdek aile var ama işte çok da uzun sürmüyor maalesef. Hani sonra başka bir boyuta geçiyor zaten.

00:46:51 - Parçalı geçmişe geri dönüş ihtiyacını tetikleyen olay

Play segment

Segment Synopsis: Babamla Nazım Hikmet Kültür Evi’nde çay içiyorduk, yani işte yine bu 1 Mayıs meselesi konuşuluyordu. Babam anlatıyordu şuraya gittik, buraya gittik falan. Orada ben bir durup ya herkes kendi hikayesinde, sen kendi hikayeni anlatıyorsun, annem kendi hikayesini anlatıyor, benim hikayemi anlatan kimse yok. Hani ben ne yaptım orada? Yani ben hatırlayamıyorum ve bana kimse hikayemi anlatmıyordan yola çıkarak oldu. Bir de şey, bu işte kalabalıklarda duramama, üstüme üstüme geliyor insanlar, bir klostrofobik bir durum var vesaire. Hani bu nereden kaynaklanıyorun üzerine giderek, işte 1 Mayıs meydanı vesaire falan oradan. Bu mesela Gezi’de de tetiklendim ben. Gezi’de de Taksim’den mesela, Taksim’e çok çıkamadım. Yani Taksim’e çıktığımda mesela çok panik atak nöbetleri geçirdim. Biraz onlar, yani fiziksel ve ruhsal böyle bir şey olunca, geriye dönük merak arttı. Ne oldu? Benim başıma ne geldi ki bu kadar kötü oluyorum? Özellikle Gezi’de, 1 Mayıs'ta bana ne oldudan yola çıkarak kendi hikayemi merak etme şeysi Gezi’de ben şey yaptım. Çünkü çok yoğun bir şekilde yaşadım onu. Panik atak, orada panik atak nöbeti geçirerek ve alana hiçbir şekilde giremeyerek, denediğimde de büyük nöbetler geçirerek, dedim ki burada bir şey oluyor hani. Bu da herhalde dedim Taksim’de olmam, 77 1 Mayıs'ında Taksim'de olmamla alakalı olabilir mi diye düşündüm. Bir de böyle bir kapıların kapanmaması şeyi var evde yani kapıları kapatmak istemiyorum kapı açık yatıyorum mesela. Kapı kapalı yatamıyorum mesela. Bu tabii hani evin diğer odalarında neler oluyor merakı da olabilir, çocuksu bir merak da olabilir ama bunu, bu hikâyede yani bu kapı meselesine de oradan giriş yaptım çünkü kapıyla ilgili anılarımı gözden geçirdiğimde annemin kapıda durup, durduğu yani annemin alınışında kapıda durduğu çok netti ve çok hikâyenin öznesi gibiydi. Yani o hikâyenin çok mihenk taşıydı o, dolayısıyla kapılardan da yola çıkarak hani sordun ya nereden icap etti diye. Bir de sanırım 30’lu yaşlardan sonra anne kız ilişkisinin farklı bir boyuta taşınmasıyla oldu. Daha çok konuşulur oldu. Bana şey gibi geliyor, sanki hani işte dediğim gibi 90'ların başına kadar bunları konuşmak bir tehlike, tehlikeliydi, güvenli değildi. Ki bunu konuşmak, hani ihtiyacım olsa bile bu bana anlatılmıyordu çünkü ben gidip arkadaşlarımla konuşabilirdim, ben başka bir yerde anlatabilirdim. Dolayısıyla anlatılmıyordu. Ama 90’lı yıllar geçtikten sonra, annem çalışma hayatına devam etti ve babam sendikadan ve partiden ayrıldı. Dolayısıyla sıradan insanlar gibi olunca, o hani tehlikeli durum ortadan kalktı ve konuşma vakti geldi artık. Biraz da hani ondan kaynaklandığını düşünüyorum merak etmenin. Çünkü merakımın karşılığını alabilirdim hani ama orda da şöyle bir handikap oldu herkesin hikayesi farklı. Yani herkese sorunca, mesela teyzeme soruyorum farklı anlatıyor, annene soruyorum farklı anlatıyor, babama sordum farklı anlatıyor dolayısıyla orada bizim dönem için yani 80’li yıllarda çocukluğunu geçirenler için eğer biz, ben kendi hatıramı oluşturamıyorsam, zihnimde herhangi bir fotografik imaj, herhangi bir ses, herhangi bir koku yoksa bu doneleri ben ancak başkalarını hikayelerinden alarak birleştirmem gerekiyor ve orada şunu fark ettim, 80 dönemini yaşayan, benimle birlikte yaşayan aile bireylerinin de hikayeleri birbirinden çok farklı. İlk başta bunu aslında birleştirmeye çalıştım yani o bunu anlattı puzzle gibi bunu yerleştirdim, öteki başka bir şey anlattı onu da onun yanına yerleştirdim. Büyük boşluklar var. Resim tam olarak çıkmıyor ortaya ama aşağı yukarı tayin edebiliyorum yukardan bakıyorum ve diyorum ki evet bu, bunun resmi. Dolayısıyla şöyle bir sonuç yani benim için, bana anlatılan bir hikâye yok. Benle ilgili bana anlatılan bir hikâye yok. Herkesin yaşadığı kendine ait bir hikâye var. Çünkü çok bunu yaşıyoruz, yani mesela teyzemle konuşuyoruz bir şey anlatıyorum sen çocuktun ne anlayacaktın diyor. Şimdi yani evet anlamıyordum, hani siyaseten ne olduğunu 8, 9 yaşında bir çocuk ne anlayacak ne kadar anlayacak zaten. Ama anlayışlı şunu fark ettim sen çocuktan ne bilecen sen farkında değildin ki, işte o çok isterdim bana ait hikâyenin ailenin bireyleri tarafından bana anlatılmasını. Şimdi mesela sorduğumda artık o kadar geç kalınmış bir şey ki bu, çünkü onların kendi hikayeleri de artık flulaşıyor. Onların da hafızası zayıfladı. Belki geri dönüp tekrardan hatırlamak istemiyorlar. Onların da hikâyesi artık çok flu. Dolayısıyla şu anda şey gibiyim, ne bileyim bir başrol oyuncusu, kahraman kendi hayatımda ama bir hikâye yok. Bölük pörçük.

00:53:07 - Paylaşılan ve paylaşılamayan hikâyeler ve 12 Eylül’ü anmak

Play segment

Segment Synopsis: Kız kardeşim 83 doğumlu, dolayısıyla o dönemde hani bebek ama 90'a kadar olan kısımlar ayrı yani onun da hafızasında eminim farklı şekildedir. Mesela 12 Eylül'de ben ararım kız kardeşimi nasılsın derim, çünkü 12 Eylüllerde şunu fark ederim ki işte annem işte sosyal medyada paylaşır, işte teyzeler paylaşır. 12’de şöyle olmuştu, şunu olmuştuk, bunu olmuştuk işte şöyle zarar gördük böyle işkence gördük şöyle oldu böyle oldu. 12 Eylül daha çok annemin hikayesidir. İlginç bir şey, mesela buraya geleceğimi anneme söylediğimde a ne konuşacaksın, beni mi anlatacaksın dedi annem. Hayır dedim seni anlatmayacağım, kendimi anlatmaya çalışacağım dedim. Kız kardeşime, ya kız kardeşime de benim anlatabileceğim şeyler sınırlı. Ben de çok hatırlamıyorum ki. Ama ondan sonra bir gün anneme şunu söyledim 12 Eylül'de hep dedim dert yanıyorsunuz haklısınız, yaşadığınız şey korkunç bir şeydi ama kız kardeşime hamile olduğunu sen içeride öğrendin, yedi aylık sekiz aylık hamileyken dışarı çıktın, dolayısıyla 12 Eylül'den bahsedildiği zaman o aynı zamanda kız kardeşimin de hikayesi. Bunu bir eleştiri olarak söylemiyorum ama biraz unutulduğumuzu düşünüyorum, öyle söyleyeyim. Yani o dönemde çocukluğunu geçiren, bebekliğini geçiren kadın ve erkeklerin şu anda işte 40’lı, 50’li yaşlardaki tüm kadın ve erkeklerin hikayesinin unutulduğunu düşünüyorum.

00:55:02 - Kişisel hikâyeyi yaratma yolculuğu ve bunun hissettirdikleri

Play segment

Segment Synopsis: İşte bu bende, yani tabii ki eski nesilde biraz daha çocuksun ne anlarsın anlayışı şimdi 2023 yılına geldiğimizde hani çocuk ebeveyn ilişkisi açısından hoş görülmeyen bir şey. Yani çocuk çok şey anlıyor aslında, çocuk çok şey birleştirmeye çalışıyor, çocuk çok şeyi hayal kuruyor o dönemle ilgili. Bende yarattığı şey, şöyle bir şey, uzun bir dönem doğruyu bulmaya çalıştım. Yani net bir şekilde, tarihsel olarak, kronolojik olarak doğruyu bulmaya çalıştım. O puzzle'ı tamamlamaya çalıştım. Ama dedim ki Ilgın beyhude bu yani hiç boşuna yapıyorsun bunu. Dolayısıyla kendi hikayemi kendim yarattım. Bugün burada seninle konuştuğumuz şeyler yanlış da olabilir ama benim hikayem. Çünkü bana anlatılmadı, önüme konmadı, yazılmadı, çizilmedi, görüntülenmedi, belgesi yok. Tüm herkesin anlattı şey farklı. Dolayısıyla doğruluğu beni ilgilendirmiyor artık. Tüm bu anlatılanlardan, tüm bu hissiyatlardan ve duygulardan ortaya çıkardığım bir hikayem var. Ve o benim hikayem. Unutulduğumuz için çok hayıflanıyordum. Üzülüyordum. İşte diyorum ya başta böyle hani terk edilmiş hissediyordum. Ama yaş ilerledikçe, kendimle barıştıkça, çocukluğumla barıştıkça, bunun bir unutulma, yani şey gibi hissediyordum bu AVM’lere gidince yanınızda taşıdığınız bavulu emanet dolapları vardır oraya bırakırsınız üç beş saatliğine, ben kendimi o bavul gibi hissediyordum. Uzun bir dönem o bavul gibi hissettim yani o bir yere, güvenli bir yere koyarsınız ya, o bavul gibi hissediyordum. Ama o hissiyattan kendi çabamla kurtuldum. Yani hani dolayısıyla ilk hissiyatım unutulmuş olmak, terk edilmiş olmak ama sonra bu kadar negatif bir duygunun, bu kadar negatif bir hissiyatın daha pozitif olabilecek bir tarafını keşfettim. Yani hiçbir zaman unutulmak ve terk edilmek pozitif olabilecek bir şey değil ama o mesela beni çok güçlü kılan bir şey, tüm hayatım boyunca. Bir de mesela yani ortaya çıkan şey algılarımın çok açık olması. Yani ortamda ne zaman kötü bir şey olacağını ya da nereden riskli bir durum oluşur, nerede bir tehlike var bunları çok çabuk şey yapabiliyorum, anlayabiliyorum. Bu tabii tedirgin edici bir şey. Bu kadar algıların açık olarak yaşam sürdürmek çok hoş bir şey değil. Bu taraftan baktım ama hissiyat olarak soruyorsan, hani bu sana ne hissettirdi ilk etapta unutulduğumu, terk edildiğimi, önemsenmediğimi düşündüm. Ailenin ama tüm fertlerinden. Yani sadece anne baba değil, tüm fertleri.

00:58:36 - Hayatını toplumsal mücadeleye adamış ebeveynlerin çocuklarından biri olmanın hissettirdikleri

Play segment

Segment Synopsis: O adanmışlığı ben hep taktir ettim. Adanmışlık kötü bir şey değil ama idaresi zor bir durum. Yani o adanmışlık benim hayatımda da adanmışlıklar yarattı. Ben de kendimi bazı konularda adayabiliyorum ama orada adanmışlığın yarattığı ya da o adanmışlığı doğru düzgün yapamama durumundan kaynaklanan, çevrendekileri ihmal etme, işte önemsememe demeyeceğim, ihmal etme, bu bilinçli ya da bilinçsiz, kötü bir niyet olduğunu düşünmüyorum çünkü ortam çok kötüymüş yani bunu bugün yine yaşıyor olsak ailecek, tabii ki bazı şeylerimiz olacak yani buna, nasıl diyeyim, şu anda bu dönemde yaşıyor olsak aynı şeyleri bu şekilde yaşanmazdı, anlattığım şekilde yaşanmazdı çünkü yaşadık ve neyin yanlış gittiğini gördük. Ama annemle babamın Türkiye tarihinde ufak da olsa bir kısmında, farklı bir bakış açısıyla, hayal ettikleri bir dünya yaratma çabası ve kendilerini buna adamış olmalarını ben her zaman takdirle karşıladım ve bende her zaman çok olumlu bir sonuç verdi. Yani ben de kendimi çok, mesela onların yaşadığı işte dünyaya bakış açıları, insana, özgürlüğe, barışa bakış açıları bende her zaman olumlu bir şey yarattı. Eğer sormak istediğiniz şey buysa, yani günümüze geldiğimizde hani adanmışlık o dönemdeki adanmışlığı şu anda belki hani ben yapamıyorum gerçekten. Çok ufak bir şey geldi aklıma, mesela belki bir örnek olabilir diye düşündüm. Üniversitedeyken, Marmara İletişim Üniversitesi'ndeyken YÖK’e karşı kurulmuş olan öğrenci koordinasyonunun bir şeysi oldu, İstanbul Üniversitesi'nin önünde büyük bir mitingi oldu. O mitingde herhalde Türkiye tarihteki en fazla öğrenci gözaltına alında, yani 400, 450 kişi ve çok dayak yiyerek alındık. Ben de alındım gözaltına ve coplanarak alındım. Fatih'teki merkeze götürüldüm. Büyük bir şey tabii ki. Mesela orda da işte bir 50, 100 kişiyi bir yere çıktılar. Orada yaşadım panik atak da mesela sordun ya demin belki ona da bir yanıt olabilir. Kapalı yerde kalma korkusu, o sıkışıklık bende orada mesela nöbete sebep oldu. Çıktıktan sonra işte Sultanahmet'e gittik, işte şey vereceğiz, ifade vereceğiz. O zaman arkadaşlar geldiler. Biz böyle birlikte gözaltına alınan arkadaşlar el ele yürüyerek gittik ifade verdik el ele yürüyerek ifade verdikten sonra dışarı çıktık. Bize arkadaşlar mesela şey yaptı, karşıladı. Ailemin orada olmayışı beni üzmüştü mesela niye gelmediler buraya diye. Sonra eve gittiğimde, kapıyı açtığımda annemin elinde bir demet karanfil vardı, hoş geldin kızım dedi ve beni karanfillere karşıladı mesela. Şimdi burada çok değişik bir şey var, devam eden başka bir şey var. Yani o adanmışlığı takdir eden bir aileyle karşı karşıyayız. Yani annem kızmıyor bana niye o mitinge gittin, merak ediyor, dayak yemişim anlım şişmiş falan bilmem ne. Ama, mesela evde bekliyor şeyde değil. Almaya gelmiyor mesela. Anlatabildim mi, yani o adanmışlıkların bizdeki şeyi, mesela benim başıma böyle bir şey gelmiş olsa, adanmışlık güzel bir şey, kendini adamak bir şeye, onunla ilgili mücadele vermek ama o adanmışlığın çevreye nasıl yansıdığını biz çok çekerek öğrendik. Çektiğimiz için de şu anda herhalde biraz daha böyle adanmışlık şeysi kavramı bizde onlardaki olduğu kadar değil.

01:03:21 - 12 Eylül’ün Türkiye toplumuna ve ailelere etkisi

Play segment

Segment Synopsis: Bunun yanıtını vermek çok zor çünkü Türkiye'de 12 Eylüller bitmiyor. Yani tarihi farklı, günü, yılı, ayı farklı ama bitmiyor. Benim, 12 Eylül yani aileden yola çıkarak ve yakın çevreden yola çıkarak ancak buna bir yanıt verebilirim çünkü toplum bilimci değilim, sosyolog değilim, araştırmacı değilim dolayısı bütün Türkiye'de ne gibi bir şey yarattı onu ben yanıt veremem ama kendi çevremden yola çıkarak ve kendi ailemden yola çıkarak şunu net olarak söyleyebilirim ki, 12 Eylül benim ailemde müthiş bir kutuplaşma yarattı. Annem cezaevinde yatmış, babam komünist olan benim küçük ailemde ailenin geri kalanı Demokrat Parti’den gelme, bayağı bildiğin sosyal demokratla sağcı arasında bir yerde. Yani o kutuplaşma 80, 90 arasındaki dönemden 2023'e kadar bizim ailede bir karabulut, bir kâbus. Çözülmeyen bir Arap saçına dönmüş bir hengâme. Büyük bir kutuplaşma. Sen çektin, ben çektim, ben senden daha çok çektim, sen şöyle yaptın ben böyle yaptım, yani yarattığı o travma bitmek bilmiyor ve o travma çözülemiyor çünkü taraflar sürekli aynı yerde değil, yan yana değil karşı karşıya sürekli. Dolayısıyla benim ailemde gördüğüm, mesela 12 Eylül’ün yarattığı, benim annemde de yarattığı bambaşka bir şey mesela o dönemde babamda yarattığı şey, kadınların bilmiyorum belki de çocuklar vasıtasıyla daha güçlü, ayaklarının üstünde durabilen varlıklar olmasıyla mı alakalı emin değilim, ya da o dönem işte bu partide, sendikada orada burada profesyonel devrimcilik yapan erkeklerin iş hayatında hiçbir şekilde başarı elde etmemiş olmaları ve para kazanmak konusunda hiçbir yetilerinin olmamasından mı kaynaklı bilmiyorum, babam mesela büyük bir çöküş yaşadı. Çünkü hayal ettikleri dünyayı kuramadılar. Başarılı, yani tamam o dönemde evet çok şey yapıldı, bence çok büyük artılar ama bir hizmetle sonuçlandı. Başarılı olamadılar, devam edemediler ve orta yaş ve yaşlılıklarına babam büyük bir çöküşle hazırlandı. Yani büyük bir çöküşe gitti, baya depresif durum yani işte bunu alkol bağımlılığından tut da işte, bu kadar işte adanmışlığın yarattığı şey, yani bir şeye kendini ne kadar çok adarsan ve bütün dünyanın o adanmışlığın çevresinde dönerse ve o adanmışlık bir yerde gelip sona ererse, o zaman boşta kalıyorsun. Ben niye varım? Ben neden bunu yaptım? Neyle var olacağım? Varoluş sebebim nedir? Babamda bu şekilde oldu mesela. Annemde gerçek hayata dönüş çok zor oldu. Para kazanmak, çocuklara bakmak vesaire. Dolayısıyla toplum üzerinde ne yarattığını ben söyleyemem, yani ben ancak yakın çevremde, kendi ailemde ne yarattığını söyleyebilirim ama benim ailemde bunlar olduysa bunu tüm topluma mal etmek bilmiyorum çok doğru olur mu çünkü herkes farklı şekilde yaşıyor. Benim ailemde büyük bir kutuplaşma yarattı. Büyük bir öfke, yani bireylerin birbirine bir öfkesi var yani sen beni anlamıyorsun, ben seni anlamıyorum öfkesi var ve bu hiçbir zaman da durulmadı, artarak devam etti. Dolayısıyla hani kendi ailemden yola çıkarak travmaların ötesinde yarattığı, benim gördüğüm büyük bir kutuplaşma, çözülmeyen bir yumak yani. Orası başka bir şey. Çünkü bir taraftan da bitmiyor ki, yani bitmiyor hani bitmiş bir şeyden bahsetsek o zaman belki bunun sonucunu daha kolay görebiliyor olabilirdik ama bitmeyen bir 12 Eylüller var. Dolayısıyla sürekli devam ediyor, sürekli o kanayan yara deşiliyor, kabuk bağlıyor, tekrar kaşınıyor, deşiliyor, devam ediyor dolayısıyla hani ben burada çok net buna cevap verebileceğimi düşünmüyorum. Çünkü bir şey bitmiştir hani, 12 Eylül bitmiştir, bir yargılanma süreci olmuştur, dava açılmıştır, yani 12 Eylül’de bitmedi ki kapanmadı ki sonuçta. Hani bunun araştırmaları da zaten çok fazla değil. Hani kapanmış bir şeyden bahsediyor olsaydık yani onun yarattığı şeyleri de konuşmak daha kolay olabilirdi. Kapanmıyor yani üstüne üstüne sürekli yenileri ekleniyor. Dolayısıyla yani hangi olayı, bu yaşadığımız toplumsal bazı bu hezeyanların sebebi 12 Eylül’dür diyemiyorum ben ama sadece hani benim ailemde gördüğüm 12 Eylül'den sonra dinmek bilmeyen bir kutuplaşma ve birbirinden uzaklaşma ve her zamanki gibi bunu konuşamama.

01:09:21 - 12 Eylül’de yaşanan ihlallerle ilgili hak mücadelesi, olasılıklar ve yapılması gerekenler

Play segment

Segment Synopsis: Bunun ilk önce zaten ailede konuşuluyor olması gerekiyor. Geçtim sokakta, işte atıyorum mecliste, mahkeme salonlarında ilk önce ailede konuşulması lazım, ailede konuşulmuyor bence en büyük sorun o. Yani bu sonuçta 12 Eylül'de yaşananlar, nesilden nesile aktarılacak şeyler değil mi bir hikayeler silsilesi. Bu geçiş yapmıyor ki. Geçiş yapamıyor bir türlü. Yani konuşulmuyor. Yani çünkü, tabii ki hak mücadelesi yapılabilir, atıyorum ama hak mücadelesi şimdi biz o zamanın, dönemin çocukları olarak nasıl bir hak mücadelesi yapabiliriz? Travmamız netleşir, 12 Eylül dönemi o dönemde bebekli, bebek ya da çocuk olan kesimde yarattığı şeyler bunlardır, ya bu araştırma sonucunda ancak olabilir, derin sözlü tarih çalışmaları, belgeler vesaire ancak bunlarla ortaya çıkabilecek bir şey. Bu hukuki sürecini bilemem ama bizim bir davamız olabilir bu. Ama o kadar üst üste gelen olumsuz hak ihlalleri işte, ya bitmeyen 12 Eylüllerin içerisinde, bizim kendi bunu bizzat yaşayan, içeride işkence gören, yurtdışına kaçmak zorunda kalan, çoluğunu çocuğunu burada bırakıp kaçmak zorunda kalan aileler tanıyorum arkadaşlarım var yani anne baba Hollanda’ya göçüyor çocuk burada mesela ananeye bırakıyor. Bizden önceki nesil, bunu bizzat yaşayan içeride bunu yaşayan insanların hak mücadelesi var mı şu anda? Yok. Yani o dönemin çocuklarına, bizlere, bebeklerine, benim kardeşim yaşındaki gruba yol gösterecek kim var şu anda? Yani evet bir Evren davası vardı biliyorsun, yani hani yargılanmadan öldü gitti şimdiki nesil onu ressam cumhurbaşkanı olarak biliyor. Ya bu tarih kitaplarına girmediği sürece, derslerde anlatılmadığı sürece doğru düzgün. Ben mesela tarihten sürekli düşük not alırdım lisedeyken. Ya diyorum ki bu benim tarihim değil. Bana ne Malazgirt Savaşı'ndan. Benim tarihim var. Şimdi 12 Eylül’ü anlatıyorlar mı bilmiyorum benim çocuğum olmadığı için müfredatı bilmiyorum ama, bu sonuçta yazılı tarihte, resmi tarihte yer almadığı sürece, anlatılmadığı sürece, yaşananlar konuşulmadığı sürece nasıl bir zarar gördüğümüzü nasıl bilebiliriz ki? O zaman nasıl bir hak arayışında, yani hukuki kısmını ben bilmiyorum. Hukuki tabii ki bir hak arayışı var ama ben genel olarak bahsediyorum yani geçmişe dönerek, zaten 30 küsur yıl geçti, kaç yıl oldu yani geçti yani. 30 yılı geçince biliyorsun bir sürü dava düşüyor zaten. Geriye dönük ne yapılabilir? Şu anda ben mesela o dönemde karakolda işkence yapan polisi bulabilecek miyim? Bulamayacağım değil mi büyük olasılıkla çünkü ölmüş olabilir yani hani yaş itibarıyla. Yani ben şunu mesela, anneme bu çocuğu kimden peydahladın, orospu diyen adamı bulabilecek miyim? O adam nerede? O adamın çocuğunu mu bulacağım ben? Çocuğunu mu yargılayacağım mesela? Ben çok, hakikaten Türkiye'de bence en büyük sıkıntı yaşanan şeylerin çok çok zaman olarak üstünden geçtikten sonra konuşuluyor. 30 yıl geçtikten sonra konuşuluyor. 30 yıl geçtikten sonra hak arayışına gidiliyor. Bu bence zaten hak arayışı değil artık yani bu başka bir şeye dönüşüyor. Yani biz o dönemin çocukları, bebekleri olarak şu anda yola koyulsak desek ki bizim ailemize, arkadaşlarının ailesine bunu yapanları bulmak istiyoruz. Bulabiliriz de aslında yani yapılmayacak şey değil ama buldun ne yapacaksın? Ne yapabiliriz mesela? Yani bunun için ilk önce nasıl bir zarar gördüğümüzü konuşmamız lazım o konuşulmuyor ki, nasıl bir zarar gördüğümüz. O tanımlanmıyor. O benim ailem tarafından tanımlanmıyor, sen çocuktun ne anlardın ki ne anladın sen diyor teyzem bana mesela, farkında değildin ki sen diyor. Senin ailen bunu şey yapmıyorsa, kabullenmiyorsa kendi acını yani, çocuklara da bir şeyler oldu acısını kabullenmiyorsa, biz nasıl şey yapacağız destek bulacağız? Bizim arkamızda kim olacak? Sen, ben işte ve ne bileyim işte o dönemde 70’le 80 arasında doğan bir sürü bilmediğimiz tanımadığımız insan var onlarla mesela. Şimdi bu proje sayesinde, hani Bellek Müzesi sayesinde bir sürü yaşıtım o dönem arkadaşla tanışabilirim, bir araya gelebiliriz. Bu hak mücadelesi hukuki anlamda ne kadar, nasıl yapılabilir o benim alanım değil onu hukukçular bilir ama hak arayışı yazılı ve sözlü olarak yapılabilir. O da işte belgeseller, işte müzeler, kitaplar, makaleler, toplantılar, sempozyumlar vesaire. Hak arayışına orada yapabiliriz biz hani diye düşünüyorum. Yani hukuki kısmını çünkü gerçekten bilmiyorum ama varsa bir yolu denemek isterim açıkçası.

01:15:20 - Hak arayışının nesilden nesile aktarılan yükünü hafifletebilmek

Play segment

Segment Synopsis: Ekleyecek şeyler ancak bir arada olursak çıkacak çünkü bu bir çağrışım meselesi bence yani senin anlattığın onun anlattığının da ben de bir şey uyandırmasa ‘a evet ya ben bunu unutmuştum. Dur şu çekmeceden çıkarayım onu bir bakayım bende ne hissettiriyor’ gibi. Belki de oturup fotoğrafları, hepimizin çocukluk fotoğraflarını alıp bir masada konuşuyor olmamız gerekiyor. Hak arayışı böyle olur yani bir sonraki nesile, şu anda çocukları olan yaşıtım arkadaşlara o dönemi yaşayan, korkunç dönemi yaşayan arkadaşlarıma, yaşıt arkadaşlarıma çocukları varsa hak arayışı nesilden nesile olur. Yani onun çocuğu da kendisinin hakkını aradığında, yani şimdi mesela biz kendi ailelerimizin haklarını arıyoruz değil mi? Yani onların hiç bilmediğimiz bir davayı üstlendik biz. Hiç bilmediğimiz, tam olarak hatırlayamadığımız ve psikolojik olarak, fiziksel olarak şiddete maruz kalan ailelerimizin hikayesini sırtımıza aldık biz, bu çok büyük bir yük. Bizim için çok büyük bir yük. Yani bu hani o yükü belki birlikte konuşarak hafifletebiliriz ve daha hafiflemiş bir şekilde bizden sonraki nesile aktarabiliriz. Hafif derken bizim hakkımızı bir sonraki nesil savunmasın lütfen, hani o yükü o nesile vermek zorunda değiliz. Onun travmalarını da oraya yaşatmak zorunda değiliz. O yükü hafifleterek ve travmalardan belki biraz arındırarak vermek zorundayız, ben öyle düşünüyorum. Yani tamam kolektif bir bilinç var vesaire ama bize kalan yük çok ağırdı. O yükü öncelikle hafifletmemiz gerekiyor. Yani onu ancak biz belki birleşerek hani bir araya gelerek hafifletebiliriz. Eğer yükümüz hafiflemezse bir sonraki nesle aynı yükü bırakacağız. Bizim ailelerimizin bıraktığı yükü bırakacağız. Bu çok bana adil bir şeymiş gibi gelmiyor. Hani hak adalet arayışı varsa kendi ailemizden başlayarak bunu yapmakta fayda var diye düşünüyorum.